🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...
🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen...
16.Bölüm
Boran’ın cümlesi saatler önce o salıncakta sallanırken hissettiğim özgürlüğün uçup gitmesine neden olmuştu. O adamın katil olduğunu öğrendiğim andan sonra hissettiğim duygular tekrardan kalbime çökmüştü. Bir katil yine ve yine sokağa salınmıştı. Tutuklanması için ölmem mi gerekiyordu? Ya da öldürülmemiz mi gerekiyordu? Yetmemiş miydi yaptıkları? Bu kadar kolay mıydı her şey?9
Elimdeki tepsiyle birlikte içeri girdiğimde ilk olarak koltukta oturan abime doğru ilerledim ve ona ikram ettim çayı. Sonra da hemen yanında oturan Güney'e. Haberi aldıktan sonra Boran direkt onu aramıştı ve Güney ile ikisi bize gelmişlerdi. Abimler yeni eve taşındığı için Güney artık onlarla birlikteydi. Bizde nasıl bir etki bıraktıysa abimlerde de aynı etkiyi bırakmıştı aldığımız haber.2
Onlardan sonra Boran’a doğru ilerlediğimde çay bardağını alarak bana doğru baktı teşekkür edercesine. Gözlerimi kırparak karşılık verirken tepsiyi ortadaki sehpaya bırakarak Boran’ın yanındaki yerimi aldım. Çayımdan bir yudum içtikten sonra konuştum. "Ne olacak şimdi?" Abime, Güney’e ve en sonunda Boran’a bakarken abimden cevap gecikmedi. "Ne olacak bilmiyorum ama sana daha da bileneceği kesin." dediğinde Güney onu onaylarcasına konuştu. "Aynen öyle, acaba şirkete bir süre gelmesen mi?"4
"Ne yani kaçayım mı ondan? Hadi şirkete gitmedim, ofise gittiğimde de bir şey olabilir. Sürekli kaçıp duracak mıyım?" Sıkıntılı bir şekilde ikisine bakarken ekledim. "Ondan korkmuyorum. O yüzden şirkete de gideceğim." Korkmayacaktım. Bana yapmak istediği çok ağırdı ama korkmayacaktım ondan. Bu işleri daha beter yapacaktı. Böyle hayat yaşanmazdı.1
Abim itiraz edecek gibi bana baktığında içimdeki hayal kırıklığını dışa vurdum. “Böyle adamlar yüzünden hayatımı korkarak geçirmek istemiyorum ben, bu kadar kolay mı? Yerine birini itirafçı gösterip nasıl çıkabilir?”2
İşte bu kadardı. Boran’ın konuşturduğu adam Yusuf, onun yerine suçu üstlenmişti. Ben yaptım demişti. Babamın onu tuttuğuna dair bir şey yoktu ellerinde, sadece Yusuf olduğuna dair kamera kayıtları vardı. İspat edilemezdi. Bu yüzden öyle elini kolunu sallayarak çıkmıştı.1
“Ülkemizin gerçekleri bu şekilde ne yazık ki.” Boran gerçeği bir kez daha yüzüme vururken başımı eğdim. Nefret ediyordum böyle şeyler yaşamak zorunda kaldığımız için. Yere bakmaya devam ederken Boran ekleme yaptı sözlerine. "Mert zaten kapıda, başka korumalar da ayarlayacağım ben. Şirkette yüz yüze gelmezler büyük ihtimalle."1
Boran’ın sözleriyle başımı kaldırıp onaylarcasına baktım. Artık az çok tanımıştı beni ve ne olursa olsun gideceğimi biliyordu. Yüz yüze gelsek de umurumda olmazdı, ondan korkmadığımı gösterecektim ona.
Abim içine sinmediğini belirtircesine bana bakarken ben ne zamandır sormayı ertelediğim o soruyu sormak için baktım abime doğru. Boran bana gerçekleri anlattığından beri kalbimde mıh gibi kalmıştı bu sorular ve ben vakit bulup soramamıştım. "Abi sana bir şey soracağım ama dürüst olacaksın." dediğimde abim oturduğu yerde dikleşti. "Sor bakalım." dediğinde dikkatle yüzüne baktım, vereceği tepkileri kaçırmak istemiyordum. "Babamın yaptığı diğer işleri biliyor musun? Kumar dışında."2
Abim yüzüme baktıktan sonra dişlerini sıkarak Boran’a döndü. "Söyledin mi?" İşte bu cümlesi her şeyi açıklıyordu. Biliyordu yani. Buna rağmen onun yanında olmaya devam ediyordu. Babam değil belki ama abimin üzerimde yarattığı hayal kırıklığı çok daha büyük olmuştu. Babamın yaptıklarını bilip ona nasıl baba derdi, aklım almıyordu. İçimde kocaman bir hayal kırıklığı oluşurken bu yüzüme doğru yansıdı.
"Bilmesi gerekiyordu." Dedi Boran kararlı bir tonda. Ardından ekledi. “Bir şeyler saklayarak çözüme ulaşmıyor.”
Bense Güney’e baktım korkarak. Garipsemediğine göre o da biliyordu. Sorgulamamıştı bile. Ben nasıl bu kadar salak olabilmiştim. Özür dilerim dercesine gözlerime baktığında sitemle baktım gözlerine. Güney başını önüne eğdi, ama bir şey söylemedi. Söyleyemedi.2
Sessizlik üzerimize çökmüştü. İçimdeki öfke ve kızgınlıkla ayağa kalktım. “Sende biliyordun,” dedim Güney’e bakarak. “Hepiniz biliyordunuz. Ben hariç. Nasıl böyle bir şeye susarsınız? Nasıl o adamın yüzüne öyle bakmaya devam edersiniz!”2
Abim ona yönelttiğim cümlelerle birlikte benim gibi oturduğu yerden ayaklandı ve bana doğru yaklaştı. Tam önüme gelirken sakin bir sesle cevap verdi. “Seni korumaya çalıştık. Bu dünyadan uzak kalmanı istedim. Temiz kalmanı.” Gözlerim doldu anında. “Geç kaldınız,” dedim. “Artık hiçbir şey temiz değil.” Hiçbir şey temiz değildi, o adam içimizdeki o çocuksu düşünceleri bile kirletmişti. Şimdi de hayatımızı kirletmeye devam ediyordu, özellikle de benim.2
Ben çoktan bu dünyanın içine girmiştim. Babam kendi elleriyle çekmişti beni. Canım çok yanıyordu. Duyduklarım artık omuzlarıma ağır geliyordu. "Tüm yaptıklarını bile bile nasıl babamın yanında durursun abi!" Sesimi ayarlamak için çaba harcamadan hırsla abime bakarken abim sakin olmamı istercesine ılımlı bir şekilde karşılık verdi. "O adamın bildiğimden haberi yok, İnci."
"O ne demek?" dedim kaşlarımı çatarak. Abim iç çekti. "Kumar oynadığını bilmeyen yok zaten. Ancak kazandığı para o kadar fazla ki kumar olmadığı çok belli. Araştırınca da gerçek ortaya çıkıyor. Öyle iyi organizeler ki çökertmeye çalışsan çökertemezsin. En iyisi saklamak, böylece herhangi bir tutuklama kararında gizli tanık olurum. Kaldı ki bugün bana söylediğiniz şeyden sonra emin oldum saklamak konusunda."
Kastettiği şey belliydi. Bildiğimi bilse beni de öldürür demeye getiriyordu. "Sana kıyamaz." dedim acı bir şekilde. Ardından ekledim. "Soyunu sen devam ettireceksin." Abim alaylı bir gülüşle baktı yüzüme. "Soyu 20 gün önce devam etmek üzere hayata gözlerini açtı. Bana ihtiyacı kalmadı."2
Cümlesinin ağırlığı tüylerimi ürpertirken nefes alamadım. Göktuğ'dan bahsediyordu. Bana ihtiyacı kalmadı demek ne demekti? Bu nasıl bir mantıktı böyle, karşımızdaki nasıl bir adamdı. Daha doğrusu adam mıydı? İçime yerleşen korku tüm bedenimi sararken cümlelerin ağırlığı boğazımda düğümlendi. İşte şimdi korkuyordum, bana bir şey olmasından değil de sevdiklerime bir şey olmasından deli gibi korkuyordum.1
"Öyle söyleme abi..." dedim yalvarırcasına. Bu ihtimali düşünmek bile çok can sıkıcıydı. Bu nasıl bir adamdı ki evlatları olarak bizi öldüreceğini düşünüyorduk. Bir insan babasından nasıl korkardı. Biz korkuyorduk.
"Deden bu yüzden en başında seni Boran’ın oteline yerleştirdi. Onun canı pahasına seni koruyacağını biliyordu. Bende söyleyemedim İnci. Nasıl söylerdim böyle bir şeyi. Herkes saklarken ben söyleyemedim. Dedende bilmeni istemedi, kaldı ki Egemen abiye bile söylemedi. Ben sadece onunla birlikte olduğum için öğrendim, yoksa öyle bir çabam yoktu." Güney pişman ama aynı zamanda ikna etmek istercesine gözlerime bakarken ne diyeceğimi bilemedim.1
Ne diyeceğimi ne yapacağımı, nasıl davranacağımı hiçbir şeyi bilmiyordum. İçimde öyle kocaman bir hayal kırıklığı, öyle büyük kırgınlık vardı ki. Hiçbir zaman babam olmamıştı evet ama benim doğumuma biyolojik katkıda bulunan adamın bu denli pislik olması koyuyordu. İnsan babasına bile güvenemezken şu hayatta kime güvenecekti? Yaptığı şeyler çoktan boyunu aşmıştı, nasıl başa çıkılacaktı, her şey nasıl düzelecekti?
Başımı çevirip Boran’a baktım. Sessizdi, ama gözleri konuşuyordu. O donuk, buz gibi bakışların ardında kıyamet kopuyordu, biliyordum. “Bunu onun yanına bırakmayacağız,” dedi sonunda. Sesi tok ve kararlıydı. “Ne yapacaksın?” diye sordum istemsizce. “Polise gittik. Her şeyi anlattım. Ama hâlâ dışarıda. Adam, kendi kızını öldürmeye kalktı ve hâlâ dışarıda.”2
Elimi saçlarımın arasına sokup içimdeki acıyı geçirmeye çalıştım. Hazmedemiyordum, hazmedemeyecektim. Gözlerim doluyordu ama ağlayamıyordum. Sanki gözyaşlarım bile çıkmak istemiyordu bu karmaşaya. İçimde öyle büyük bir yumru vardı ki yutkunmaya çalıştıkça boğazımda büyüyordu. Ne yaparsam yapayım da geçmeyecekti. Çünkü öğrendiğim gerçekler içimdeki o duyguları büyütmeye devam ediyordu.
Güney araya girdi. “Yıllardır sistemin açıklarını kullanıyor. Boran haklı, biz artık farklı bir şey yapmalıyız.”1
“Ne mesela? Aynı yöntemlerle mi karşılık vereceğiz?” Sesim hem öfkeliydi hem de yorgun. Cümlemle birlikte Boran bana doğru baktı. “Bazen kötülüğün dilinden kötülükle konuşmak zorunda kalırsın, biliyorsun. Ama sen yapmayacaksın bunu.” Derken kararlı ses tonu karşısında yutkundum. Boran’ın yanındaki yerime tekrar geçip otururken abimde yerine geçti. Dikkatli gözlerle Boran’a bakarken o sözlerine devam etti. “Bu senin savaşın değil. Ben halledeceğim.”1
O adama yaptıklarını hatırlıyordum, zihnimde öyle bir yer edinmişti ki Boran’ın yapacaklarının bir sınırı olmadığını daha net anlamıştım. Kötülüğe kötülükle karşılık vereceğini de biliyordum. Asıl ben halledeceğim cümlesi meseleydi benim için. Cümleyi duyduğum an içimde birdenbire bir ürperti oluşmuştu. Korkudan mı, yoksa ona güvenmekten mi bilmiyorum. Ama o an bir kez daha fark etmiştim. O adam benim düşmanımsa, Boran da cehennem gibi bir savaşta yanımda duran tek kişiydi. Hem de bunu gözünü kırpmadan, bir saniye düşünmeden yapıyordu.1
"Kendi başına iş yapma." Abim kararlı bir şekilde Boran’a bakarken Güney onayladı. "Bende varım, hep birlikte hallederiz." dediğinde Boran, abimle Güney’e baktı direkt. "Siz haberiniz yokmuş gibi davranmaya devam edeceksiniz, benim haberimin olduğunu biliyorlar. Sizi ortaya çıkartmak onlara yem eder sizi."1
Ne kadar kolay konuşuyorlardı böyle. Abimleri koruyordu peki ya kendisi ne olacaktı? Canını tehlikeye mi atacaktı? Zaten yeteri kadar taşıdığı yük vardı, bir de benimkini, bizimkini almaya çalışıyordu. Kendi hayatını önemsemiyordu. İçinde yaşadığı hiçbir şeyi göstermiyordu ama o yük ona ağır geliyordu, bunu bile bile izin veremezdim.2
"Sen peki?" dedim endişeli bir biçimde. Sözlerim titrek, sesim neredeyse fısıltıydı ancak yüreğimde bir çığlık saklıydı sanki. Daha şimdiden yüreğim ağzımda atıyordu. Dayanamayarak ekledim. "Bizi korumak için kendini feda ediyorsun, ya sana bir şey olursa. Senin için çok korkuyorum. Kendini umursamadan her şeyi göze alıyorsun, bu kadarı fazla. İzin veremem buna.”1
Gözleri gözlerimle kenetlendiğinde içimi kavuran korkuların arasına bir sıcaklık sızdı. Dudaklarının kenarında belirsiz bir kıpırtı oluştu. Gözlerinde ne korku vardı, ne öfke, sadece içindeki fırtınaları saklamaya çalışan bir deniz vardı sanki. Sessizliğin içinde onun da benim için duyduğu endişeyi ve bunun yarattığı kararlılığı, en önemlisi de bana karşı olan şefkati görüyordum. Uzanarak dizimin üzerinde duran elimin üzerine elini koyduğunda baş parmağımla elini kavradım bende.4
"Bir şeylerin son bulması için riskleri göze almalıyız." Cümlesi içime daha fazla bir ateş düşürürken yutkunamadım. Korkma bir şey olmayacak demiyordu, riskleri göze almak demek bir şey olmasını kabullenmek demekti ve ben bunu kabullenemezdim. Bunu yüreğim kaldırmazdı.1
"Tekrar polise gitsek olmaz mı? Bu sefer benim de şikâyetim var." dedim ama kendi söylediğime kendimde inanmıyordum. Şikayetimin bir önemi yoktu çünkü frenleri boşaltan kişi işi kendinin yaptığını söylemişti. Bir kılıf da uydurmuş ve o adamın yerine hapis yatacaktı. Sadece ikna etmeye çalışıyordum ne söylediğimi bilmeden.1
Boran elimi sıkı sıkı tutarken yalvarırcasına baktım gözlerine. Ona bir şey olmasını istemiyordum. Evet korkuyordum o adamdan. Ama korkum Boran’a olacaklardandı, onun Boran’a yapabileceklerindendi. "İnci, sende biliyorsun polisin bir şey yapmadığını." Biliyordum elbette ama içimdeki ses bu bilişi umursamıyordu. Tek umursadığım sevdiklerime bir şey olması ihtimali idi. Zaten yanımda olan insan sayısı bir elin parmağını geçmiyordu, bir de onları kaybedersem ne yapardım?
“Boran…” diye itiraz ettiğimde Boran konuşmamın devamını beklemeden kendi konuştu. "Öğrendiğim andan itibaren babamın yaptığı o şeyler yüzünden hayatı mahvolmuş insanların hayatlarını düzeltmeye, biraz olsun yapılan hatayı telafi etmeye çalıştım. Ne insanlar gördüm, tanıdım. Yaptığım hiçbir şey babamın yaptığı, benim bir yük olarak bildiğim şeyleri telafi etmeye yetmiyor, yetmeyecek de. O yüzden tek yapabileceğim şey belki de onların cezalarını çekmesini sağlamak. Başta da senin baban." Derken abime doğru baktı. Benim o adamı babam saymadığımı biliyordu. Ardından da bana baktı. “Tek senin için değil, hayatı mahvolan insanlar içinde birinin bir şey yapması gerekiyor.”3
Hani diyordum ya, Boran’ın omzundaki yük bildiğimden bile çok diye şu an bile çok net anlıyordum bunu. Babasının hatalarını telafi etmek yine onun omuzlarına binmişti. Vicdanındaki yükü saymıyordum bile, kim bilir nasıl hissediyordu. Düşüncelerimin arasında boğulurken elini daha sıkı tuttum. Onun omuzlarındaki o yükün yarısını almayı istedim o an. O söylemeden, yanında olup artık yalnız değilsin, benimle paylaş demek istiyordum, sadece bunu sesli bir şekilde dile getiremiyordum…1
◔◔◔
Gece her zaman olduğu gibi benim için uzun geçmişti. Uyur uyanıklık arasında gidip gelmiştim. Çok fazla uyuyamamıştım. Bir süre de uyuyamayacaktım belli ki. Çünkü Boran’ın nasıl bir adım atacağı, o adamın nasıl karşılık vereceği aklımı kurcalayıp duruyordu. O adam tutuklanana kadar rahat uyku yoktu bana. Sabah sanki dün gece hiç olmamış gibi davranmıştı Boran, her zamanki gibi güzel gülümsemesiyle günaydın demiş, aynı samimiyetle işe uğurlamıştı. Sanki hiçbir şey konuşulmamıştı, o her şeyin yükünü üstlenmemişti.
Bu da açık bir şekilde ne yapacaksa benden gizli yapacağını söylüyordu ama ben buna izin vermeyecektim. Beni bu işin dışına atamazdı. Bende ona yardımcı olmak istiyordum. Daha fazla acı çekmemem için beni bu işten uzak tutuyordu biliyordum ama bende onun daha fazla yıpranmasını istemiyordum.1
Şirketten içeri girdiğimde adımlarımı her zaman olduğu gibi odama doğru atmaya başladım. Topuklu ayakkabılarım koridorda yankılanırken Mert’in adımlarının sesini duyuyordum. Bu istemsizce güven veriyordu. Boran söylediği gibi koruma sayısını da artırmıştı. Ancak onlar benim yanımda değillerdi, odama yakın bir yerdelerdi her ihtimale karşılık. Benimle sadece Mert vardı.1
Odama girmeden hemen önce ayak seslerimize karışan o sesi duydum. "İnci?" Adnan Aral'ın sesini işittiğimde tüylerim diken diken oldu. Yutkunarak ona doğru döndüğümde ondan iğrendiğimi belli etmemek için çaba sarfetmeyerek tiksintiyle baktım gözlerine. Gözleri yeşil gözlerimle temas ettiğinde sadece birkaç saniye bakarak bakışını çekti ve konuştu. "Konuşalım."4
"Konuşacak bir şey yok, biz cümlelerimizi bizi evden kovduğunda tükettik." dediğimde Adnan başını iki yana salladı. "O günle ilgili konuşacak değilim, dünden konuşacağız." Bana doğru birkaç adım atarken yerimde kıpırdandım. Mert rahatsızlığımı anlamış olacak ki önüme doğru geçerken Adnan Aral'ın adımları duraksadı ve bu sefer Mert’e baktı. Ancak bu bakış bana baktığı gibi değildi, daha sinirliydi.
Bakışlarını Mert’ten çekip bana çevirdi tekrardan. "Beni şikâyet etmişsin."1
Konuşmanın nereye gideceğini anlayarak arkamı döndüm. Tam o anda bileğimde bir el hissettim, böylece adımlarımda duraksamış oldu. Arkama doğru döndüğüm sırada bileğimdeki el bir çırpıda geri çekildi Mert’in müdahalesiyle. "Temas yok, İnci hanıma bir daha isteği dışında dokunursanız olacaklardan sorumlu değilim Adnan Bey."1
Mert’in cümlesiyle birlikte Adnan gözlerini kısarak baktı Mert’e. Ardından alayla konuştu. "Ne olur, Boran’a mı şikâyet edersin beni?"
Mert’in sinirlendiğini kasılan çenesinden anlarken araya girme gereksinimi hissederek konuştum. "Konuşma benim için bitti Adnan Bey." gözümü kırpmadan gözüne bakarken Adnan kaşlarını çatıp konuştu. "Ne sanıyorsun İnci, tek bir şikayetinle beni içeri tıktıracağını mı? Ayrıca elinizde hiçbir delil yokken benim yaptığımı nereden çıkartıyorsun? Bunca yıllık adımız senin şu başına buyruk davranışların yüzünden farklı farklı haberlerde yer alıyor."5
Hala daha üste çıkmaya çalışıyordu. Gerçekten iğrenç bir adamdı. "Senden öğrenmişimdir belki." dedim lafımı esirgemeden. Ardından dikine giderek ekledim. "Sen değil miydin annemle manşetlere çıkan, ihanet iddialarıyla şirketi zor duruma düşüren."4
“Anneni bu işe karıştırma." Ters bir biçimde suratıma bakarken kaşlarım çatıldı. "Annem bu işin içinde zaten en başından beri. Ayrıca oynadığın kumarla zaten sosyetenin dilindesin, manşete düşsen de bir şey kaybetmezsin."1
Cümlemle kaşları çatılırken sözlerime devam ettim. "Şirketin kasasından ödediğin kumar parasını geri iade edeceksin." Otoriter bir tavırla konuşurken Adnan’ın dudaklarında alaycı bir gülüş oluştu. "Kumarmış? Kim demiş paraları kasadan ödediğimi." dediğinde sinirimi gülerek belli ettim. "Sezai, Kürşat... tanıdık geldi mi?"1
İsimleri vermemle yüzünde başka bir ifade oluşurken işaret parmağımla ona doğru kaldırarak konuştum. "Şirketin kasasından çaldığın milyonları geri ödeyeceksin. Güzellikle ödemiyor musun, eline gelen celple ödemek zorunda kalırsın. Yine mi ödemiyorsun, o çok korktuğun gazete manşetlerine ben haber yaptırırım." Sert bir sesle konuşurken yüzündeki değişimleri görmek içten içe keyif veriyordu.4
Daha bir cevap veremeden alayla güldüm. "Adnan Aral kumar borçları yüzünden kasadan para çaldı. Çok sansasyonel olur ne dersin? Acaba o zaman soyadın seni kurtarabilir mi ya da o köklü ismin."
"Sen beni tehdit mi ediyorsun?" dişlerinin arasından konuşurken kaşlarını iyice çatmıştı. Omuz silktim sorusuna karşılık. "Nasıl istiyorsan öyle anla." dedikten sonra Mert’e baktım. "Hadi Mert."3
En önden odama doğru ilerlerken Mert arkamdan geliyordu. Çok iyi olmuştu, beni öldürmek istediğini inkâr ediyordu ama tabii ki inanmazdım buna. Sadece onunla ilgili bildiklerimi saklamak için bu kumar mevzusunu açmıştım ve tam olarak istediğim gibi o mevzu kapanmış yerine başka bir mevzu açılmıştı. Bile bile üzerine gitmiştim, gidecektim de bundan sonra. Korkmayacaktım ondan. Her şey istediğim gibi ilerliyordu, o bu mesele kapandı sansındı.
Odadan içeri girerek çantamı odadaki portmantoya astım. Ardından masama doğru ilerledim. Aklımdayken dava işini halletmek istiyordum. O yüzden masanın üzerindeki telefondan hukuk departmanını arayarak telefonu kulağıma götürdüm. Telefon birkaç çalışta açılırken konuştum. "Günaydın, Murat Bey geldi mi?"
"Hayır efendim." Aldığım karşılıkla hızla karşılık verdim. "Tamam, geldiğinde odama gelmesini söyleyin." dediğimde aldığım cevap netti. "Tabi İnci Hanım."
Başka bir şey söylemeden telefonu kapatarak masamdaki evraklara bakmaya koyuldum. Boran ile dedemin planladığı yardıma benim kütüphane fikrimde eklendiğinde maliyet yükseliyordu ancak sorun değildi. Altına imzamı atarak onay verdikten sonra diğer bir evrağa geçtim. Bu da abimin projesini üstlendiği bir rapordu. Gerekli toplantı yapılmıştı, kâr zarar tabloları incelenmişti. Onun altına da imza atarken telefonumun çalmaya başlamasıyla merakla ekrana baktım.
Boran’ın aradığını görüp hızla telefonu elime aldım. Daha iki saat yeni olmuştu biz vedalaşalı. Bir şey olma ihtimali zihnime düşerken endişeli bir biçimde açtım telefonu. "Efendim?"1
"İnci?" deyip duraksadığında karşılık verdim hızla. "Boran?" Neyse ki sesi iyi geliyordu, içim rahatlamıştı. Yine de Adnan olacak olan o adam yüzünden yüreğim ağzımda geziyordum.
"Mert ile konuştum az önce..." dediğinde küçük bir tebessüm ettim. Mert ile konuşmuş ve iyi olup olmadığımı merak etmişti. Bu düşünce kalbimi eritirken cevap verdim. "Mert her şeyi böyle anlatıyor demek ki sana." Şikayetçi bir tonda konuşurken Boran’dan cevap gecikmedi. "Bilmem gerekenleri diyelim. Canını çok sıktı mı?"
Merakla karışık gergin bir sesle sorduğu soru ile dudak büzdüm. Mert ona konuşmanın virgülüne kadar anlatmıştı biliyordum ama yine de benim anlatmamı istemesi çok hoş bir davranıştı. "Baş edemeyeceğim şeyler değil, merak etme." Zira o adam benim canımı almak istemişti ve artık bu kadarını görmüşken diğerleri koymazdı bana.
"Merak ederim, muhatap bile olma onunla. İşin içine beni karıştırsa bile umursama." Kararlı bir tonda söylediği şeyle birlikte sessiz kaldım. İşin içine onu sokarsa karışmaktan çekinmezdim. Bana zaten yeterince bilenmişti, Boran’a olan tavrı da belliydi ancak benim yanımda ona bir şey söylerse altında kalmazdım. Kalamazdım. Bu kadarına izin vermezdim.
“Orada mısın?” dedi Boran, ses tonu biraz daha yumuşamıştı. Az önceki kararlı ton yerini meraka bırakmıştı. “Buradayım,” dedim. “Sadece... düşündüm.”
“Ne düşündün?” dedi meraklı bir tınıda. Bense sorusuna karşılık verdim. "Genel şeyler, dediğim gibi sen beni merak etme. Artık alıştım bu duruma biliyorsun." buruk bir şekilde cümlemi dile getirirken karşı taraftan derin bir iç çekiş duydum. "Zaten alışmış olman kötü ya."
Bu konuşmanın nereye gideceğini biliyordum, o yüzden konuşmayı sona erdirmek adına konuştum. "Neyse” dedim nihayet. Sesim alçalmıştı ama hâlâ gülümsüyordum. “İş saatinde bu kadar oyalandığımız yeter.”
“Ben oyalanmadım,” dedi hemen, ciddi gibi ama içinde o tanıdık sıcaklıkla. “Kafam dağıldı sadece. Yoksa girmem gereken bir toplantı var." Cümlesi yüzümdeki gülümsemeyi büyütürken mırıldandım. "Kafanı ben mi dağıttım?” Hoşuma gittiğini sesimle belli ederken Boran’ın burnundan verdiği sesli nefesle güldüğünü anladım. “Bu aralar sık yaptığın bir şey.”3
Cümlesiyle kalbimin atışları hızlanırken yüzümdeki gülümseme de yerini koruyordu. Hoşuma gidiyordu bu halimiz. “Şikayetçi değilsin bence.” Dediğimde cıkladı. “Değilim.” Gülüşüm daha da büyürken genzimi temizledim. “Toplantı seni bekler."4
“Keşke beklemese." dedi bir çırpıda. Bunun manası sanırım daha fazla konuşsaydık idi. Kalbim yerini belli etmek istercesine çırpınırken karşılık verdim. "Hayatın gerçekleri..." Boran beni onaylayan bir mırıltı çıkardıktan sonra konuştu. "O halde evde görüşürüz."1
"Görüşürüz." dedim aynı onun gibi. Ardından telefonu kulağımdan indirip ekrana baktım ve gülümsemeye devam ettim. Sadece birkaç dakika konuşmak bile iyi gelmişti sanki.1
Telefonu masaya bırakıp evraklara geri döndüğüm sırada bu seferde kapı çalındı. Gerekli komutu verdiğimde içeri Murat’ın girdiğini gördüm. Murat direkt olarak masama doğru yaklaşırken konuştu. "Beni çağırmışsınız İnci Hanım." Meraklı bir biçimde bana bakarken elimle masanın önündeki koltuğu işaret ettim. "Geç otur lütfen.
Murat işaret ettiğim yere otururken konuştum. "Sana davadan bahsetmiştim, belgeleri inceleyebildin mi?" dediğimde Murat beni onayladı. "İnceledim İnci Hanım, elinizdeki belgeler dava açmaya uygun. Zimmet, güveni kötüye kullanma, dolandırıcılık suçlarından savcılığa başvuruda bulunabiliriz.”
(Merak edenleriniz için sırayla TCK 247,155, 157-158. maddeler. Kaybolan Yıllar okuyanların gözü yaşlı...)7
Duyduğum cümlelerle içimde bir ferahlık oluşurken Murat sözlerine devam etti. "Ayrıca paranın ödenmesi için tazminat davası da açabiliriz ki en mantıklı bu olur, çünkü ilk saydığım kanunlara göre babanız daha önce sabıkalı olmadığı, suç niteliğinin hafif olması ve bilinen bir iş adamı olması nedeniyle adli para cezasına çevrilir. Direkt tazminat davası açarak şirketin zararını karşılarız."1
Bulunduğumuz yerdeki adalet beni şaşırtmıyordu her zamanki gibi. O yüzden hızlıca onayladım Murat’ı. "Davayı açalım. Kuruşu kuruşuna istiyorum parayı." dediğimde Murat beni onayladı. "Nasıl isterseniz İnci Hanım. Ben bugün asliye hukuk mahkemesine başvurunuzu yaparım."
(Asliye Hukuk Mahkemesi, Türkiye’de genel hukuk davalarına bakan ve uzmanlık gerektirmeyen konuları çözen bir ilk derece mahkemesidir.)
"Tamamdır, durumdan beni de haberdar et mutlaka. Bunun gizli kalması gerektiğini söylememe gerek yoktur diye düşünüyorum." dediğimde Murat hızla onayladı beni. "Tabii ki, her zaman müvekkil ve müşteki arasındakiler gizli kalır."
Küçük bir tebessüm ederek Murat'a bakarken o oturduğu yerden kalkıp konuştu. "O zaman ben gideyim izninizle." dediğinde onayladım. "Kolay gelsin."
Murat odadan çıkarken sırtımı koltuğun arkasına yaslayarak derin bir nefes verdim. En azından şirketin yararına olan kısım halledilmiş sayılırdı ama asıl mesele daha çözülmemişti ve nasıl çözülecekti onu da bilmiyordum. Boran hiçbir şey söylemiyordu, tek söylediği ben hallederimdi ve geri kalan hiçbir ayrıntıyı anlatmıyordu, anlatmayacaktı. Ona göre bir şeyi ne kadar az bilirsen o kadar iyiydi ve ben o kadar güvendeydim.
Ancak o böyle yaptıkça benim merakım daha da artıyordu. Kaldı ki o adamın yaptıkları altında ezilmesi gereken tek kişi o değildi. Bende yardım etmek istiyordum. Boran istemese de benim adım İnci ise olan biten her şeyi öğrenip belki de gizliden gizliye yardım edecektim...1
◔◔◔
Hiçbir şey yoluna girmese de günler hızlı bir şekilde geçmeye devam ediyordu. Her gelen gün bir önceki günün aynısıydı. Zaman hızlı geçiyordu ama insanın duyguları geçmiyordu. Özellikle hayal kırıklığı insanın içinde kalmaya devam ediyordu. İnsan sadece onlarla yaşamayı öğreniyordu. Bende öyle yapıyordum. Kendimi işime vererek alışmaya çalışıyordum.
Boran’ın anlaşma yaptığı misafirlerin daveti bu akşamdı. İşten çıktığım gibi eve gelmiştik Boran ile. Aperatif bir şeyler hazırlayarak yemiştik. Sonra ben odama geçmiştim hemen hazırlanmak için. Bebek mavisi, tüm vücudumu saran ve dizlerimin üzerinde bitmesine rağmen derin bir yırtmacı olan bir elbise seçmiştim. Saçlarımı yandan ayırıp su dalgası sayılabilecek dalgalar yapmış ve ona uygun makyajla da tamamlamıştım.2
Odadan çıkarken direkt karşı odanın da kapısı açılmıştı. Boran her zamanki gibi beyaz gömlekle kombinlediği siyah takım elbisesini giymişti. Karizmatik duruyordu. Tek fark sakallarını kısaltmıştı sanki. Ben onu incelerken o da bana doğru bakıyordu.
Gözlerinde beliren hafif pırıltı hoşnutluğunun sessiz bir itirafı gibiydi aslında. Bakışları saçlarımda takılı kaldı önce, sonra yavaşça tenime, elbisenin kıvrımlarında süzüldü. Hayranlık pırıltıları daha da artarken dudaklarını aralar gibi oldu. Nedense kalbim ondan güzel şeyler duymak için çırpınıyordu. “Nasıl olmuşum?”1
“Muhteşemsin…” dedi anında. Ardından ekledi. “Yanına yakışmak için daha çok özenmem gerekiyormuş belli ki.” Derken yutkundu. Bense küçük bir tebessüm ettim. “Saçmalama, hakkını yiyemem şimdi sende çok şıksın.” Dedim tekrar üzerindekileri süzerken. Aslında onun bir çaba sarf etmesine gerek yoktu, zaten takım elbiseyle bile dikkat çekiyordu. Boran cümlem ile güldü. “Sizden bunu duymak lütuf.”2
Gülerek ona bakarken Boran boş olan gerdanıma doğru bakarak ekledi. “Yalnız bir şey eksik sanki.” Dediğinde bende baktığı yere baktım. Boran birkaç saniyeliğine odasına girdikten sonra elinde siyah kadife bir kutuyla çıktı. Kapağını açarken içindeki pırlanta kolyeyi gördüm, Defneler almıştı düğün hediyesi olarak. Tamamen aklımdan çıkmıştı.1
Boran kutudan kolyeyi çıkartırken mırıldandı. “İzninle.” Diyerek bana yaklaştığında sesimi çıkarmadım. Onun yerine saçımı topladım rahat takması adına. Boran arkama doğru geçtiğinde kolyeyi gerdanıma gelecek şekilde hizaladı. Ardından kolyenin kancasını takarken parmak uçları tenime değdiğinde kalbim sanki farklı bir ritimde atmaya başladı. Bibimde olduğu için nefesi tenimi yalayıp geçerken tüylerim ürperdi. Tam o sırada yutkunuşunu duydum. Parmakları tenimde, bedeni hemen bedenimin ardında durmaya devam ederken nefesimi tuttum. Tüm bedenime sıcak çökmüştü sanki.1
Kolyeyi takarak yanıma doğru geçerken bakışları ilk önce gerdanıma kaydı. Ardından da dudaklarıma doğru, sonra sanki yanlış bir şey yapıyormuş gibi bakışlarını kaçırarak mırıldandı. “Çok yakıştı.” Dedikten sonra ekledi. “Hadi çıkalım.”2
Onu onaylarken arkalı önlü bir biçimde merdivenleri indik. Onun arabasıyla gidecektik. Mertler de arkamızdan başka bir arabayla eşlik edeceklerdi. Evden çıktığımızda Mert ve Fatih kapılarımızı açtı. Küçük bir teşekkür ederek araca bindiğimde her zamanki gibi baş selamıyla karşılık vermişlerdi. Mertlerinde kendi araçlarına binmeleriyle birlikte Boran yola koyulmuştu.
Yolda giderken açıkçası biraz gergindim. Sonuçta bu Boran ile katıldığımız ilk davetti. Daha doğrusu karı koca olarak katıldığımız ilk davetti ve insanların gözü bizim üzerimizde olacaktı. Bildiğim kadarıyla küçük çaplı bir davette değildi. Boran’ın anlaşma sağladığı şirket İstanbul’da özellikle birçok şirket ile bağlantılıydı ve bu da sosyeteden birçok kişinin orada olacağını söylüyordu. Tabii bir de yabancı misafirler vardı.
Bakışlarımı Boran’a doğru çevirdim istemsizce. Rahat görünüyordu. Büyük bir dikkatle arabasını sürmeye devam ediyordu. O böyle toplantılara, davetlere katılmaya alışıktı ancak ben değildim. Geldim geleli bir kere onların davetine katılmıştım, bir de kendi şirketimin yönetim kurulu sonucunu kutlamak için ayarlanmış davetine katılmıştım. Birinde sadece Aralların kızıydım, diğeri de küçük çaplı bir şeydi. Bu ilk olacaktı benim için.
“Bir şey mi oldu?” Boran yolu kontrol edip bakışlarını saniyelik olarak bana çevirdiğinde konuştum. “Orada yapmam gereken bir şey var mı?” Sorumla birlikte Boran düşünür gibi yaptı birkaç saniye. Ardından başını iki yana salladı. “Hayır, kendin gibi davran yeterli. Basın olacak ne yazık ki, onların sorularına da cevap verme.” Dediğinde onayladım. Bende basınla yüz göz olmak istemiyordum, başımıza ne işler açmışlardı.1
Evimize yakın olan salona ulaştığımızda Mert ve Fatih’in eşliğinde aracımızdan indik. Kırmızı halı serilmiş merdivenlere uzanan yolun başındayken Boran’ın bana doğru uzattığı eline elimi uzatarak parmaklarımızı birbirine kenetledim. Bana güven verircesine baktığını gördüğümde gergin bir nefes verdim. Hadi dercesine işaret verdiğimde Boran ile aynı anda yürümeye başladık.1
Kırmızı halının hemen ilerisinde ellerinde kamera ve mikrofonlarla duran basına göz ucuyla bakarken dik duruşumu bozmadım. Onların karşısında güçlü görünmek istiyordum özellikle de Adnan ve Boran’ın ailesinden kişilerin çıkacak olan haberlere bakacağını düşünerek. Adımlarımı güçlü güçlü atarken muhabirlerin sorularını işitiyorduk. “Boran bey, İnci hanım evliliğiniz hakkında konuşabilir miyiz? Nasıl gidiyor? İnci hanım, şirkete alışma sürecinizle ilgili konuşabilir miyiz? Babanız hakkında yaptığınız suç duyurusu doğru mu?”
Özellikle son soruyla birlikte hafiften irkilir gibi oldum. Ancak yüz ifademi değiştirmeden yanımdaki adamla yürümeye devam ettim. Hiçbir sorularına cevap vermeden salondan içeri girdiğimizde tuttuğum nefesimi verdim. Merdivenlerden çıkarken Boran’a doğru yaklaşarak mırıldandım. “Son konuyu bu kadar çabuk öğrenmeleri normal mi?”
Boran hafifçe başını bana doğru çevirdi. “Aslında değil ancak Aralları herkesten daha fazla takip ettikleri için öğrenmiş olabilirler.” Yaptığı açıklamayla birlikte hafiften kaşlarım çatıldı. “O ne demek?” Boran ciddi misin der gibi bana baktı. Ardından ekledi. “Şirkete yıllar sonra bam diye gelip tüm dengeleri değiştirdin, herkes Adnan Aral’ın yöneticiliğini bekliyordu. Sonra da benimle evlendin. Yeterli bir durum.”1
Kabullenerek önüme dönerken davetin yapıldığı alana girdik. Beklediğim gibi kalabalık bir organizasyondu. Kapıya yakın duran masalardaki kişilerin bize baktığını gördüğümde duruşumdan taviz vermedim. Boran ellerimizi birbirinden ayırırken birden ona doğru döndüm. O ise elini belime sararak eliyle işaret verdi. “Gel, şöyle geçelim.”
Birlikte işaret ettiği masaya ilerlerken Boran’ın anlaşma yaptığı kişinin bize doğru geldiğini gördüm. “Hoş geldiniz.” İngilizce bir şekilde bize selam veren Martin bey ile ilk önce Boran tokalaştı. Ardından Martin bey bana doğru yönelip elini uzattığında nezaketen elini tuttum. Sallamak için hamle yaparken benden önce davranarak elimi dudaklarına doğru götürüp öptü. “Çok hoş görünüyorsunuz İnci Hanım.” Küçük bir tebessüm ederek adama bakarken Boran’ın sert sesini işittim. “Her zamanki hali Martin.” Ters ters adama bakarken kolumla istemsizce dürtme gereği hissettim.2
Martin bey elimi bırakırken eliyle boş olan masayı işaret etti. “Buyurun lütfen, ortaklarımızdan biri henüz gelemedi. Malum İstanbul trafiği, havaalanından gelecek.”2
“Sorun değil.” Dedi Boran otoriter bir şekilde. Martin bey bizi yalnız bırakarak diğer misafirleri ile ilgilenmek üzere yanımızdan ayrılırken hemen ardından içki ikram etmek üzere bir garson yanımıza geldi. Şampanya olduğunu düşündüğüm kadehi elime alırken Boran votka bardağını aldı. Onu ilk gördüğümde de votka içiyordu, bünyesi sağlamdı belli ki.
Yan yana masada dururken bu sefer Boran’ın tanıdığı birkaç iş adamı yanımıza geldi. Tek tek hepsiyle tanıştırıyordu Boran. Zaten ismimi biliyorlardı, o yüzden tanışmak farz olmuştu. Böyle toplantılar kaynaşmak için, yeni ortaklıklar için bir fırsattı bunun bilincindeydim ve bunun için çabalamam gerekiyordu.
Etrafıma dikkatli dikkatli bakarken kulağıma doğru eğilen Boran’ın nefesini hissettim tenimde. “Sıkıldın mı?” Nefesi yanağımı yalayıp geçerken yutkundum. Bakışlarımı ona çevirdiğimde burun buruna gelmemiz ne kadar büyük bir hata yaptığımı içten içe bana fısıldarken pozisyonumu bozmadım. “Biraz.” Boran’da aynı pozisyonda durmaya devam ederken konuştu. “Biraz daha kalalım sonra gideriz.”
“Benim için fark etmez.” Derken gözlerine bakmaya devam ettim. O da benim gibi gözlerimin içine bakarken aramızdaki mesafe ilk defa rahatsız etmiyordu. Ancak kalbim için aynısını söyleyemeyecektim, göğüs kafesimden çıkmak istercesine hızlıydı.3
“Sizi burada görmek ne büyük şeref.” Duyduğumuz sesle bakışlarımız birbirinden ayrılırken tüm vücuduma sıcak bastı anında. Yanımıza gelen adama döndüğümüzde kim olduğunu sorguladım kendi içimde. Ancak Boran tanıyordu belli ki. “Seni de, bu şirketle iş yaptığınızı bilmiyordum.” Boran memnuniyetsiz bir biçimde konuşurken karşısındaki adam alayla güldü. “Sizin kadar olmasa da bizde iyi işler yapıyoruz Boran bey.”1
Boran’dan kat be kat büyüktü karşımızdaki, hatta Adnan beyle aynı yaşta bile olabilirdi. Ancak ben hiç görmemiştim. Bakışları Boran’dan bana doğru döndüğünde elini uzattı. “Tanışmak bugüne kısmetmiş, Semih Korhan ben.”3
Korhan… Abimin bahsettiği adamdı bu sanırım. Bize düşman olan. Daha doğrusu Adnan’ın kumar arkadaşıydı.
Hafif gerilsem de elimi uzattım ve tokalaştım. “İnci Aral.” Dedikten sonra dilimi ısırarak düzelttim ancak Boran’da benimle aynı anda konuşmuştu. “Demirhanlı.” İstemsizce ona doğru baktığımda o bana değil karşısındaki adama bakıyordu düz bir ifade ile. Sevmiyordu sanırım.
Bizim aynı anda konuşmamızla birlikte Semih bey güler gibi oldu. “İnci Demirhanlı, sizinle tanışmak şerefti. İsminizi çok sık duyuyoruz.” Derken imalı bir şekilde Boran’a baktı. Ardından ekledi. “Boran Demirhanlı’nın kiminle evleneceği merak konusuydu açıkçası, biz mantık evliliği yapıp bir şirketle ortak olur diyorduk. Şaşırttınız bizi.”
İçimde anlamsız bir kıvılcım oluşurken kaşlarımı çatar gibi oldum. Mantık evliliği… Tamda Boran’ın yapacağı türden bir şeydi. Ancak neden böyle garip hissetmiştim birden anlamamıştım. Daha doğrusu cevabını bildiğim o şeyden kaçmak bana daha kolay geliyordu. İçimde bir şeyler fokurduyordu.
“Aşk işte, insanı şaşırtır.” Dedim kendimden beklenmeyecek bir şekilde. Keza Boran’da bunu beklemiyor olacak ki bana doğru baktı. Ona doğru hiç bakmayıp karşımdaki adama bakarken başını salladı Semih bey. Ardından elindeki kadehi kaldırarak mırıldandı. “Tanıştığımıza çok memnun oldum. İyi eğlenceler size.”1
Semih bey yanımızdan ayrılırken Boran’a doğru bakmadan mırıldandım. “Abimin söylediği kişi değil mi, ondan şüphelenmiştiniz.” Dediğimde Boran mırıltıyla onayladı beni. Bense üsteleyerek ona doğru döndüm. “Neyi ima etti isminizi duyuyoruz derken.” Boran’a dönmemle göz göze gelmemiz bir olurken Boran otoriter bir şekilde konuştu. “Ziyaretine gittim diyelim.”
“Ne dedin?” merakla ona daha çok döndüğümde Boran elindeki kadehten bir yudum içerek bardağı masaya bıraktı. Elini bardaktan çekmeyip yönünü bana çevirirken yine aramızda az bir mesafe vardı. Gözlerime bakarak cevap verdi. “Seni öldürmeye çalışan kişi eğer oysa başına geleceklerden bahsettim.” Çekinmeden söylediği cümle ile yutkunurken mırıldandım. “Ne gelecek başına?”
“O biliyor ne geleceğini…” diye kestirip atarken irdeledim. “Boran…” dediğimde bakışları derinleşti. “Bilmen gerekmiyor İnci. Bildiklerin omuzlarında yeterince yük.” Dedikten sonra bakışlarını benden çekti.
Yandan profilini izlerken Boran’ın bakışları etraftaki insanlardaydı. Bu ne demekti anlamamıştım ama korkuyordum. Benim yüzümden başına iş almasından, birilerine düşman olmasından, düşman edinmesinden, ona bir şey olmasından korkuyordum. Adnan ile ilgili olan meselede de bu işi irdelememesini söylemiştim. Ama beni dinlemezdi, şimdi yine endişeleniyordum. Kaldı ki yapabileceklerini de biliyordum. Sinirlenince gözünün bir şey görmediğini, sınırsızlığını görmüştüm ve bu beni daha da korkutuyordu.
“Boran, lütfen bir şeylere bulaşma. Bırak yaptıklarında boğulsunlar. O adamda, diğerleri de.” Endişeli çıkan sesimi engelleyemezken Boran’ın bakışları bana doğru döndü. “Bir şeye bulaşmıyorum, sadece yapılması gerekeni yapıyorum.” Ilımlı bir tonda konuşurken başımı iki yana salladım. Yapılması gereken şey onun için tehlikeli değildi belki ama benim endişelenmem için yeterliydi.1
“Adamı tehdit ettin değil mi?” dedim hem meraklı hem sert bir tonda. Boran iç çekerken ekledim. “Benim için birini tehdit ettin.” Dediğimde Boran kararlı bir biçimde bana baktı. “O an için doğru olan, yapılması gereken oydu demek ki. Kurcalama daha fazla, sonuca odaklanalım.” Dediğinde dayanamayarak sertlendim. “Senin için endişelendiğimi anlamak çok mu zor?” Ani itirafımla birlikte gözlerinden başka bir ifade geçtiğinde ağzını araladı kısa bir an. Sonra vazgeçmiş olacak ki sustu.
“Lütfen bir daha kendini tehlikeye atma.” Dedim tekrardan. Önüme doğru döndüğümde bakışlarımı etraftaki insanlarda gezdirdim bende. Onun için korkuyordum. Benim için yaptığı fedakarlıklara minnettardım ancak yaptığı şey fazlaydı. Benim yüzümden ona bir şey olsa kendimi asla affetmezdim.
“İnci…” diye ismimi zikrettiğinde ona doğru bakmadım. Ancak Boran elini çeneme getirip yüzümü kendine doğru çevirirken yumuşak gözlerle baktı bana. “Korkmanı gerektirecek bir şey yok. Her şey kontrolüm altında.” Dediğinde inanmayarak baktım ona. Beni rahatlatmak için söylüyordu, bunu bilecek kadar tanımıştım onu. Ben ona inanmadığımı belli edercesine bakarken tekrar konuştu. “Yemin ederim.”
Bu yemin inandırıcıydı işte. Daha önce yemin verdiğini duymamıştım hiç. Boran anlaştık mı dercesine bana bakarken iç çektim. Anlaşamayacaktık bu konuda.
Başımı belli belirsiz sallarken Boran elini çenemden çekti. Tekrardan masadaki kadehini eline alıp bir yudum içerken bende etrafıma bakınmaya devam ettim. Tam o sırada çalan telefonumla beraber ekrana doğru baktım. Güney arıyordu. Acil bir şey olmasından korkarak Boran’a hitaben konuştum. “Telefonla konuşup geleyim.”
“Tamam bende geleyim seninle.” Diyerek elini belime doğru yaslayarak çıkışa doğru yönlendirdi. Birlikte çıkışa ilerlerken yanımıza doğru gelen kadınla adımlarımız istemsizce duraksadı. “Boran bey.” Kadın gayet samimi bir tonda konuşup Boran’a bakarken Boran mırıldandı. “Figen hanım?” Belli ki birbirlerini tanıyorlardı. Telefon ısrarla çalarken Boran’a doğru fısıldadım. “Ben bakıp geliyorum.”2
Başka bir şey söylemeden hızlıca salondan çıkıp telefonu açtım. “Efendim?”
“İnci neredesin, iki saattir arıyorum.” Güney sitemli bir biçimde konuşurken cevap verdim hızla. “Boranla davetteyiz biliyorsun, çıkamadım içeriden.” Verdiğim cevapla Güney’in gülüşü ve alaylı sesi duyuldu. “Kocamla davet keyfisi diyorsun anladım.”2
Gözlerimi devirirken mırıldandım. “Tabii, ne demezsin.” Güney cümleme gülerken ekledi. “Daha fazla vaktini almayayım madem, Aral malikanesinden aradılar. Sana bir çiçek gelmiş, üzerindeki notta Lucas yazıyormuş.”7
Duyduğum cümle ile anında kaşlarım çatıldı. Londra’da beni uğraştırdığı yetmiyormuş gibi bir de burada mı çiçek gönderiyordu utanmaz adam. Resmen çekilecek dert değildi. Beni aldattığını unutmuş gibi davranıyordu. “Atsınlar çöpe.” Dedim sertçe. Güney bu sertliğim ile şaşırdığını belli edercesine karşılık verdi. “Çocuklara söylerim atarlar.” Dediğinde cevap verdim. “Tanımak istemediğim birisi, bir daha ondan gelen çiçeği de almasınlar.”
“Tamam.” Dedi Güney canımın sıkıldığını anlayarak. Ardından ekledi. “Hadi kapatayım ben, sonra detaylı konuşuruz.” Dediğinde onayladım. Telefonu kapattığımda sinirle nefes verdim burnumdan. Bir de Adnanların evine gönderiyordu, başıma dert açacaktı.
Hızlı adımlarla salona geri döndüğümde yüz ifademi düzeltmeye çalıştım. Boran anlardı çünkü yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu. Ancak ben daha düzeltemeden biraz önce baş başa bıraktığım kadınla olan halleri çatık olan kaşlarımı daha da çatmama neden oldu. Kadın Boran’ın koluna doğru elini sarmış, gülerek gayet samimi bir şekilde bir şey anlatıyordu.1
Yanlarına gitmeden önce uzaktan onları izlerken Boran usulca geriye doğru çekildi. Böylece kadınla teması da kesilmişti. Figen dediği kadın hafif şaşkın bir şekilde ona bakarken Boran sol elini kaldırıp alyansını işaret etti. Bu hareketi çok güzeldi, kendine hayran bıraktırmıştı ama şu an daha önemli bir konu vardı o da Figendi. Boran’ın evlendiğini bilmemesi imkansızdı. Nasıl bu kadar samimi davranırdı?
Hızlı adımlarla yanlarına yaklaştığımda kendimden emin bir şekilde biraz önce Figen’in girdiği kola kendi elimi sararak Boran ile temasımızı artırdım. “Kusura bakma hayatım, yalnız bıraktım seni.” Diyerek Boran’a doğru baktım. Bana doğru bakarken kaşları sadece benim anlayabileceğim kadar havalanırken yüzünde muzip bir ifade oluştu.2
Bense bunu umursamadan Figen’e baktım. “Biz tanışamamıştık, İnci ben. İnci Demirhanlı.” Soyadımın üzerine baskı yaparak elimi kadına doğru uzattığımda Figen elimi tutup sıktı. “Memnun oldum İnci hanım, Figen bende. Figen Peksoy.” Memnun olmadığı sesinden bile belliydi. Peksoy holdingin çalışanlarından ya da sahiplerinden olmalıydı. Şirketi duymuştum ancak daha önce bu kadını görmemiştim.
“İyi günler size Figen hanım.” Boran, Figen hanıma hitaben konuşurken elini belime sarıp masamıza doğru yönlendirdi beni. Birlikte masaya ilerlerken düşünmeden edemedim. Semih Korhan’ın bahsettiği mantık evliliği için uygun bir adaydı belki de Figen. Boran ile yaşları yakın gibi duruyordu. İçimde anlamsız bir ateş oluşurken masada bıraktığım şampanya kadehini alarak tek dikişte içtim.
“Yavaş.” Boran’ın sesiyle birlikte elimdekini masaya bırakırken bir şey söylemedim. O ise mırıldandı. “Telefonda kötü bir haber mi aldın?” Meraklı bir şekilde bana baktığında başımı iki yana salladım. O adamın çiçeği aklımdan bile çıkmıştı Figen yüzünden. Zaten umurumda bile değildi. “Hayır.”
Boran bana doğru meraklı bir şekilde bakmaya devam ederken tekrar dudaklarını araladı konuşmak için ancak daha konuşmadan araya başka bir ses girdi. “Boran bey, sizi ortağımızla da tanıştırmak isterim.” Martin beyin sesini duyduğumuzda Boran’ın kısık sesle ettiği küfrü işittim.1
Dudaklarımı birbirine bastırıp Martin beye döndüğümde yanında dikilen adam girdi görüş açıma ve o an hayatımın en büyük şoku, belki de yaşamayı hiç mi hiç istemediğim o an yaşandı. Lucas… Buradaydı. Çiçek gönderdiğini öğrendiğimde buraya gelme ihtimali aklımın ucundan dahi geçmezken buradaydı, Ortak diyordu, Boran’ın yaptığı işin ortağı.8
Lucas ile göz göze geldiğimiz anda bakışlarımı ondan çekip yanındaki adama çevirirken içimde neler olduğunu sorguladım. Hiçbir şey yoktu. Ne en ufak bir duygu, ne kalp çarpıntısı, ne başka bir şey. Koskocaman bir boşluk vardı ona karşı. Olması gereken buydu zaten. Sadece mide bulantısı hissediyordum.
Lucas elini Boran’a doğru uzattığında Boran’a baktım. Gözlerinde gördüğüm ifade yutkunmama neden oldu. Boran karşısındaki kişinin kim olduğunu biliyordu. O herkese takındığı soğuk tavrı, sert bakışları… Tam olarak öyleydi şu an. İnsanı ürküten cinstendi. Bakışları Lucas’ın yüzünden eline doğru kaydı, birkaç saniye düz bir ifadeyle eline bakarken sıkmayacağını düşündüğüm anda elini tuttu ve sıktı.1
“Lucas, memnun oldum Boran Bey. Kusura bakmayın geciktim biraz.” Nazik bir tonda derdini dile getirirken Boran tuttuğu eli bıraktı. “Ben memnun olmadım Lucas Bey, İstanbul trafiği bildiğiniz gibi çok yoğun. Programınızı ona göre yapmanız gerekirdi. Neredeyse gidecektik.” Tahammülsüz bir biçimde İngilizce konuştuğunda gergince dudağımı kemirdim. Boran genel manada prensipli bir adamdı ama bu tavrın sadece ondan kaynaklanmadığını bildiğim için gerilmiştim.
“Haklısınız.” Dedi Lucas. Ardından bakışları bana doğru döndüğünde mırıldandı. “İnci… Seni burada görmek…” nasıl anlatacağını bilemiyormuş gibi düşünmek için duraksadı. İsmimle hitap etmesi yanındaki adama daha önceden tanıştığımız bilgisini verirken Martin beyin şaşkınlığını görebiliyordum. “Dedenin şirketinin başına geçmişsin, küçüklük anılarında bahsettiğin gibi…”
Cümlesiyle istemsizce yutkundum ve gözlerimi kapattım. Ardından hiç beklemeden bakışlarım Boran’a doğru kaydığında düz bir ifade ile baktığını gördüm. Ancak dişlerini sıktığını içeri çöken yanağından anlayabiliyordum. Bakışları ise duvar kadar sertti ama ben en derinlerindeki hayal kırıklığını görebiliyordum.2
“Psikolog İnci Aral’ı seviyordum ama bu halini daha çok sevdim. Seni de bu camiada aramızda görmek çok hoş.” Cümlesi benim için bardağı taşıran son noktaydı. Hiçbir şey olmamış gibi karşımda konuşuyordu, sanki bir şey yapmamıştı ve biz dostane ayrılmıştık. Tam bir hayal kırıklığıydı. “İnci Aral değil, İnci Demirhanlı.” Dedim soyadımın üzerine bastırarak. Ardından ekledim. “Sizinle veya bu camiadan biriyle iş yaptığım için değil, eşime destek olup yanında olmak için buradayım.” Derken Boran’a doğru baktım.
Önceden bu soyadını benimsediğimi belli eden cümlelerimden sonra gözlerinde pırıltı, dudaklarında muzip bir gülümseme olan adam sert ifadesini hiç bozmuyordu. Yine de ben Boran’ın eline doğru uzanıp parmaklarımı parmaklarından geçirdiğimde parmakları anında parmaklarımla kenetlendi ve sahiplenici bir biçimde elimi kavradı.
Lucas buna şaşırdığını yüz ifadesiyle belli ederken elini ensesine doğru atarak sıvazladı. Gülümsemeye çalışırcasına bir ifade takınırken karşılık verdi. “Senin adına çok sevindim. Ben sana çiçek göndermiştim…” diye bombayı patlattığında gözlerimi kapattım anlık olarak. Ardından sert bir tınıda karşılık verdim. “Haberini aldım ancak olması gerektiği yere tekrar gönderildi.”
Yüzüme samimiyetsiz bir gülüş takınıp git dercesine suratına bakarken Martin bey aramızda bir gerginlik olduğunu sezmişçesine bize hitaben konuştu. “Tekrar hoş geldiniz diyelim.” Dedikten sonra Lucas’a döndü. “Hadi, konuşmamızı yapalım. İnsanlar bunu bekliyor.”
Lucas son kez bana bakıp Martin’i onaylarken umursamazca baktım ona doğru. Yanımızdan uzaklaşmaya başladıklarında derin bir nefes alıp verdim. Elimi Boran’ın elinden çekerken yüzüne doğru baktım. Gözlerinde kırılmış bir sessizlik vardı, yüksek sesli değil ancak insanın içini burkan derin bir suskunlukla konuşuyordu. Ne tam kızgın, ne tam manidar, ne tam hüzünlü bir bakıştı. İlk defa göz göze geldiğimizde sıcaklığı değil de içinde biriken sessizliğin soğukluğunu hisseder gibi oldum.
“Boran ben…” diye söze başlayacağımda elini kaldırdı. Gözlerime baktığında gözlerindeki gölgeyi ilk kez bu kadar açık gördüm. Kendini hiçbir zaman ele vermeyen adamın gözbebeklerinde titreyen bir sızı vardı sanki. İçinde sustuğu şeyler bu bakışında gizliydi bu sefer. “Şu an konuşmanın sırası değil.”6
Cümlesiyle yutkunurken bir şey diyemedim. Martin ve Lucas’ın konuşması başladığında bakışlarını benden çekti. Lucas’ın gelmesi hiç iyi olmamıştı, hem de hiç.1
Dakikalar sonra konuşma bittiğinde Boran birkaç ortakla daha konuşmuştu. Beyler iş konuşurken bizde eşler olarak kaynaşır gibi olmuştuk. Hiçbiriyle muhakkak ki görüşmeyecektik ama maksat zaman geçirmekti. Keza zihnimdeki düşüncelerden kaçmak için şu an önüme çıkan herkesle konuşabilirdim.
Boran’ın işi bittiğinde davetten çıkma kararı almıştık. Lucas’ın gelişi aramıza sanki bir duvar eklemiş gibi olmuştu. Boran suskundu ve ben hiç alışık değildim buna. Gelirken arabayı kendi sürmesine rağmen dönüşte Fatih’e devretmişti şoför koltuğunu ve yanımda sessizce oturmuştu. O konuşmayınca bende konuşmamıştım.
Araç evimizin önünde durduğunda inerek direkt eve doğru ilerledik. Anahtarla kapıyı açıp içeri geçtiğimizde artık dayanamayarak konuştum. “Bu tavrın sebebi nedir?” Sorumla birlikte başını iki yana salladı. “Bilmem, belki kendi kendime tavır yapıyorumdur.” Cümlesi ile kaşlarım çatılırken ağzımdan tek bir kelime döküldü. “Ne?”
“İyi geceler İnci.” Dediğinde şaşkınlıkla baktım. O an beni konuşturmamıştı ve şimdi de beni dinlemeyeceğini net bir şekilde anlatıyordu. Nen daha bir şey söylemeden merdivenlerden çıkıp gözden kaybolurken orada kalakaldım birkaç dakika. Bu neydi şimdi? Bana böyle davranmasını hak edecek ne yapmıştım?
Merakıma yenik düşerek peşinden ilerlerken odasına girdiğini gördüm. Onun hemen ardından odaya girerken bu sefer şaşırma sırası ondaydı. “Böyle tek bir cümle söyleyip gidemezsin Boran, ne demek istiyorsun?” Hem meraklı hem de tahammülsüz bir biçimde konuşurken Boran omuz silkti. “Bence sen ne demek istediğimi biliyorsun.”
“Bilmiyorum.” Dedim üstüne basa basa. Boran başını iki yana salladı alaylı bir şekilde. “Sen yaptığın hareketlerin ne anlama geldiğini bilmiyorsan bunu sana anlatacak kişi ben değilim.” Cümlesiyle kaşlarım çatılırken anlamaya çalıştım. Hangi hareketimden bahsettiğini sorgularken Boran gözlerini kapatıp başını havaya doğru kaldırdı ve derin bir çekti. Ardından sakin bir tonda konuştu. “Yorgunum, sende odana çekilip bu gece olanları düşünürsün belki. Ama bizi değil, Lucas’tan bahsediyorum. Zira sessizliğinden zihninin dolu olduğunu görmemek imkânsız.”
“Ne saçmalıyorsun?” dedim dayanamayarak. Ardından ekledim. “Ben sen konuşmuyorsun, şu an zamanı değil dedin diye tek laf etmedim. Sen sessizliğimden bunu mu çıkartıyorsun?” dediğimde Boran alayla baktı yüzüme. “Davet bunun yeri değildi ama baş başa kaldığımız ilk an konuşmanın yeri ve zamanıydı, ne anlamamı bekliyorsun. Belli ki kafan karışmış.”2
“Derdin ne senin?” istemsizce sesimi yükseltirken Boran’da benim gibi sesini yükseltti. “Derdim sensin anlamıyor musun İnci!” isyankâr bir tonda konuştuktan sonra ekledi. “Telefonda Güneyle konuştun, Lucas’tan çiçek geldiğini söyledi sana muhtemelen. O andan itibaren her şey değişti sanki. Sonra geldi, gördün. Ne hissettin mesela. Kıskandırmak mı istedin?”4
Ağzım hayretle açılırken artık ne söyleyeceğimi bilemez hale gelmiştim. Güney ile telefonda konuşup çiçeği öğrenmiştim evet ama ondan sonra modumun değişme sebebi, şampanyayı tekleme nedenim içten içe Boran’ı kıskanmamdan dolayıydı ve o tüm bunları yanlış anlamıştı kendi içinde.1
Başımı iki yana sallarken mırıldandım. “Kafandan neler geçiyor bilmiyorum ama ço-“ diyeceğim sırada sözüm kesildi aniden. “Söyleyeyim o zaman. O adamın gözlerinin içine baka baka elimi tutup, beni kocan olarak tanıttıktan sonra o gittiği an, saniyesinde elimi bırakman kıskandırmak istemenden başka bir şey aklıma getirmiyor. Sadece evli olduğunu söylesen dahi zaten yeterli olacağı halde bunu yapıyorsan hem de.”
İlk defa bana karşı bu kadar dolduğunu gördüğümde cümleler boğazıma dizilir gibi oldu. Aklıma asla böyle bir şey gelmemişti. Bunu amaçlayarak yapmamıştım kesinlikle. Şimdi bakıldığında böyle anlaşılmaya müsaitti ancak öyle değildi işte. Ayrıca biz herkese rol yapıyorduk, herkesin yanında samimi davranıyorduk. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi davranıyorduk. Bu neden bu kadar sorun yaratmıştı?
“Boran ne diyorsun sen, biz zaten herkesin yanında böyle davranıyoruz.” Kendimi savunurcasına konuşurken Boran başını iki yana salladı. “Sen sorunun ne olduğunu bile anlamamışsın ki.” Ilımlı olmaya çalışırken hafifçe kaşlarım çatıldı. “Anlat o zaman.”1
Boran cümlemle birlikte hırsla bana doğru baktı. “Söylesene İnci, onu hala seviyor musun?” Sorduğu soru ile duraksadım. Sevmiyordum tabii ki. O defter benim için kapanmıştı ama Boran birden sorguladığında şaşkınlığımla kalakalmıştım. “Söylesene, seviyorum hala onu desene. Beni aldattığı halde seviyorum de.” Derken bana doğru adım atmaya başladı. Adımlarım istemsizce geri geri giderken sırtımın kapıya yaslanmasıyla birlikte duraksadım. Cümleleri canımı yakıyordu. Beni aldattığı halde birini sevecek kadar düşmemiştim elbette. Kim severdi ki?1
Boran tam önümde durdu. Bedenlerimiz arasında yalnızca birkaç santimetrelik bir boşluk kalmıştı. Gözlerimin içine öyle derin, öyle kırgın baktı ki nefesim ciğerimde düğümlendi. Gözbebekleri titriyordu. Yemin edebilirdim buna. “Söyle,” dedi, sesi neredeyse bir fısıltıydı ama içinde öyle büyük bir yük taşıyordu ki kulaklarımda yankılandı. “Söyle ki... kalbimdeki tüm duyguların üzerine çizik atabileyim.”3
Bu cümleyi duymayı beklemiyordum. O an gözbebeklerimin büyüdüğüne ve dilimin lal olduğuna yemin edebilirdim. İçimde ince bir ürperti gezindi sanki tenimin altından geçen bir akım gibi. Dudaklarının arasından dökülen kelimeler, bir yakarıştı adeta.
“Onu sevdiğini söyle… ben de…” Bir an durdu. Boğazında bir şeyler düğümlendi sanki. Gözlerinde yanan o tanıdık alev, şimdi çaresizlikle karışmıştı. “…ben de gitmeyi seçeyim.”1
O an, kalbimin sesi kulaklarımda yankılanmaya başladı. Gözlerimin içine, sanki son kez cevap arar gibi baktı. Aramızdaki kısa mesafe, dudaklarımızı ayıran yalnızca bir nefes kadardı. Ama o mesafe bile kalbimi yerinden fırlatmaya yetti.
“Eğer seviyorsan… bırakayım seni,” dedi, sesi artık bir dua gibiydi. “Belki o zaman, içimdeki seni de bitiririm. En azından kendimle savaşmam.” Bu hisler canını yakıyormuş gibi bana yalvarması kalbimi kanattı o an.
Nefesi dudaklarıma çarpıyordu, ama umurunda değildi. O an içimi titreten şey nefesi değil, kalbinden dökülen kelimelerdi. İçimden bir yer, onun bu sözlerini çok önceden hissettiğimi fısıldadı. Kalbimde bir yerde Boran zaten vardı. Ama ben ondan da, duygularından da, kendimden de kaçıyordum.
Bakışları hâlâ gözlerimdeydi. Cevap bekliyordu. Nihayet şaşkınlıktan kurtulup kendime gelirken mırıldandım. “Sevmiyorum…” Sözlerim sesimin aksine sert ve kararlıydı. “O mesele bitti. Kalbimde en ufak bir yeri dahi yok.”
O anda gözbebeklerinde beliren sevinç pırıltılarını görünce, içimde bir yerin daha kırıldığını hissettim. Dudaklarımı hafifçe yalayıp ne söyleyeceğini bekledim. Gözleri dudaklarıma kaydı. Sertçe yutkundu, âdem elması belirgin biçimde hareket etti. Sonra fısıldadı. “O zaman izin ver… İzin ver ki kalbinde ben yer edineyim.”5
Gözleri yeniden gözlerime yükselirken aramızdaki elektrik yoğunlaştı. Nefesi daha sıcak, bakışları daha derindi. Buğulanmış bakışlarında kararlılıkla birlikte bastırılmış bir umut da vardı.
Aramızdaki mesafe yavaşça kapanırken titrek bir nefes verdim. Kalbim deli gibi atıyor, göğsüm daralıyordu. Onun yanında olmak fikri içimi ısıtıyor, kalbimde bir boşluğa yerleşiyordu. Ama bir yanım hep tetikteydi. Ya yine kırılırsam? Ya bu defa kendimi toparlayamazsam? İşte bu yüzden kaçıyordum. Ondan değil... Aslında en çok kendimden. Hissettiklerimden. Zayıf yanımdan. Dudaklarıma değen nefesinde, tenime dokunan sıcaklığında, içimde bastırmaya çalıştığım o duygular yeniden uyanmıştı. Boran’ın eli nazikçe yanağıma dokunduğunda, iliklerime kadar hissettiğim bir sıcaklık yayıldı içime.1
Gözlerimi kapattım. Dudaklarının dudağıma hafifçe değdiği o anda zihnimde bir fırtına koptu. Geçmiş anılar, yıkılmış güvenler, hayal kırıklıkları... Hepsi birer hayalet gibi belirdi aramızda. Kalbim “şans ver” diye haykırırken, mantığım “kaç” diyordu. Ve bu aralar, hep mantığımı dinliyordum.1
Elimi nazikçe göğsüne koyup kendimi geri çektim. Gözlerimi yavaşça araladım. Sesi çıkmadan yanan bakışlarıyla bana baktığında içim burkuldu. “Boran,” dedim, sesim buğulu bir cam gibi titriyordu. “Ben… ben yapamam.”33
Bölüm Sonu
‣‣‣ Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olmuştur…5
‣‣‣ Boran ve İnci sahneleri nasıldı? Özellikle son kısımlar:)9
‣‣‣ Adnan nasıl yakalanacak sizce? Egemen ve Güney’in de her şeyden haberi varmış, ne düşünüyorsunuz bu konuda?5
‣‣‣ Lucas geldi, bombanın pimini çekti… Özellikle son sahne hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum, sizce neler olacak?6
Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…6
Okur Yorumları | Yorum Ekle |