
🖇️ Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar...
🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen.
🖇️Şimdiden herkesin bayramı mübarek olsun. Sevdiklerinizle birlikte nice bayramlarınız olsun inşallah.
🖇️ Bölüm sonunda bir şeyler yazdım, ona bakmadan geçmeyin lütfen...
17.Bölüm
Gözlerimi kapattım. Dudaklarının dudağıma hafifçe değdiği o anda zihnimde bir fırtına koptu. Geçmiş anılar, yıkılmış güvenler, hayal kırıklıkları... Hepsi birer hayalet gibi belirdi aramızda. Kalbim “şans ver” diye haykırırken, mantığım “kaç” diyordu. Ve bu aralar, hep mantığımı dinliyordum.
Elimi nazikçe göğsüne koyup kendimi geri çektim. Gözlerimi yavaşça araladım. Sesi çıkmadan yanan bakışlarıyla bana baktığında içim burkuldu. “Boran,” dedim, sesim buğulu bir cam gibi titriyordu.
“Ben… ben yapamam.”
Cümlemle birlikte yanağımı tutan elin buz kestiğine yemin edebilirdim. Yüzümün hemen yakınında olan yüzüne titrek gözlerle bakarken mırıldandım. “Yeni bir şey için hazır değilim ben…şimdi değil.” çekinerek dile getirdiğim sözlerle tepkisini izledim dikkatle. Elini yanağımdan çekerken gözleri gözlerimin içine bakıp düşüncelerimi okumaya çalışıyordu.
Aramızdaki mesafe aynı kalırken gözlerindeki acıyı, hayal kırıklığını görmek boğazımdaki düğümü büyüttü. Öyle bir bakıyordu ki sanki acısını içimde hissediyordum. Hata benimdi. Öpüşecek kadar yakınlaşmasına izin vermemeliydim. Ama bende kendimi tutamamıştım, kalbim deli gibi istiyordu çünkü. Fakat mantığım kabullenmiyordu bunu. Ne içimdeki duyguları ne de Boran’ın duygularını.
“Neden kaçıyorsun?” Tahammülsüz ancak bir o kadar meraklı bir tonda sorduğu soru ile zorlukla yutkundum. “Neden duygularından kaçıyorsun İnci?” Sesini birazda olsa yükselttiğinde benden bir adım uzaklaştı. Gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalışırken burnundan sert bir nefes verdi. Ardından tekrar bana baktı. “Sadece birkaç saniyede ne değişmiş olabilir? Beni öpmek için gözlerini kapattığın anda değişen ne olabilir?”
Haklıydı. Bende kendimle gurur duymuyordum elbette. Parmağımla tırnak etimle oynarken gerginliğimi geçirmeye çalışarak cevap verdim. “Güvensizliklerim…” diyebildim sadece. Bu zaten Boran için yeterliydi. Dişlerini sıkarak bakışlarını odanın başka tarafına çevirdiğinde yan profiline baktım. Gözlerim buğulanırken içimdeki bu güvensizliğe belki de ilk defa lanet ettim, çünkü Boran’ı bu konuda asla üzmek istemezdim. Hatta hiçbir konuda demek daha doğruydu.
“Seninle alakalı değil, hiçbir zaman seninle alakalı olmadı.” Diyebildim nice sonra. Ardından ekledim. “Sadece şurası o kadar acıdı ki zamanında, acımaya da devam ediyor.” Deyip kalbime dokunduktan sonra başıma dokundum. “Beynim kalbimi koruma altına almaya çalışıyor. Bunu yaparken duyguları önemsemiyor Boran.” Acı içinde konuşurken bana doğru bakmadı. Benden yüz çevirmiş ve direkt başka tarafa bakıyordu ama ben kasılan çenesinden içinde bir şeylerin koptuğunu görüyordum.
“En başından gördün, ben babası tarafından bile sevilmeyen, öldürülmek istenen bir kız çocuğum. Babasından sonra sevdiği adam tarafından aldatılan bir kadınım. Kardeşleri dışında seveni olmayan bir kadın, sevilebilir mi? İşte beynimdeki dönen tek soru bu, çünkü buna bir kere inandım ben ve ağzımın payını aldım.” Aylarca, belki de yıllarca içimde biriken ve aşmaya çalıştığım o duygular gün yüzüne çıkarken ağlamamak için tırnaklarımı etime batırdım.
Cümlemi bitirmemle birlikte bakışlarını bana çevirdi. O an onun da gözlerinin buğulandığını gördüm. Gözyaşı değildi gördüğüm ancak duygularının derinliğinden kaynaklı bir yoğunluk vardı. “Sevilir İnci. Sevgi ne demek bilen bir insan dünyalar kadar sever, ölümüne sever.” Sesi kısıktı ama kararlıydı. Kalbinden sökülüp geldiği belli olan cümlelerle gözlerim daha da doldu.
Bunca zaman yaptığı davranışların ne anlama geldiğini anlamıştım. Sadece en sevdiğim ve iyi olduğum şeyi yaparak anlamamazlıktan gelmiştim, kaçmıştım, umursamamıştım. Sonra hoşuma gitmişti bu ilgi, tavırlarına karşılık vermiştim ama şimdi iş ciddiye bindiğinde, Boran’ın ağzından duygularını öğrendiğimde kaçacak yerim kalmamıştı, anında kabullenmiştim duygularını ve kendi duygularımı. Sadece içimde bitmek bilmeyen, kara delik gibi içimdeki tüm güzel şeyleri içine çeken bir duygu vardı ve onunla baş edemiyordum.
“Özür dilerim…” Kalbimdeki acı özür olarak dudaklarımdan döküldüğünde Boran burukça baktı. “Birini istememek suç değil, birini istiyorsun diye o da seni isteyecek değil ya.” Derken yutkundu. Bana doğru adım atmasıyla kalp atışlarım hızlanırken yanımdan geçip kapıdan çıkması ile yutkunamadım. Odadan çıktıktan birkaç saniye sonra evin kapısının kapanmasıyla gözlerimi kapattım.
İstiyorum diyememiştim. Ona çekilirken, yanımda olması beni mutlu ederken, mutlu ve huzurlu olduğum anların çoğu onun yanındayken, içten içe hoşlandığım adama evet diyememiştim. Öpememiştim, doyasıya sarılamamıştım, beni sarıp sarmalayacağı şefkatine sığınamamıştım. Hepsi de o lanet olası güvensizliğim, inanmayışım yüzündendi ve buna neden olan o insanlar yüzünden.
Odadan çıkarken içimdeki boşluk hissi daha da artmıştı ve pişmanlıkla çevrelenmişti. Kendi odama giderken dudaklarım titremeye başladı dolan gözlerimle eş zamanlı olarak. Boran gitmişti ve ben yine kendimle, korkularımla baş başa kalmıştım.
İçimdeki güvensizlik, ona olan sevgimi bile boğuyordu. Birini istiyor olmanın zayıflık olduğunu düşündüğümden mi, yoksa bir kez daha terk edilmekten mi korkuyordum? Kendimi savunmasız bırakmaktan mı kaçıyordum? İşte bunların cevabı yara açıyordu kalbimde.
Odaya girip yatağa otururken gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı. Ellerim istemsizce göğsüme gitti. Kalbim özgür bırak beni dercesine çırpınıyordu, odanın karanlığı üzerime çökerken nefes almak bile zorlaşmıştı. Neden her seferinde kendimi böyle hapsediyordum? Neden hissettiklerim konusunda bu kadar çekingendim? Güvensizliğim, geçmişin gölgesi peşimdeydi sürekli. Bir kez daha sevilmeyeceğimden, bir kez daha hayal kırıklığına uğrayacağımdan çok korkuyordum.
Boran… O bana asla zarar vermemişti, beni yargılamamıştı. Yanımda olmuştu, gülüşüyle içimi ısıtmıştı, beni benden bile çok düşünmüştü. Benim için çoğu şeyi göze almıştı. Ve ben yine de ona sarılmak yerine kendimi geri çekmiştim. Korkularımın kurbanı olmuştum.
Elimi yüzüme kapatarak hıçkırıklarımı bastırmaya çalıştım. Boğazımda düğümlenen sözler, söyleyemediklerim, hepsi içimi kemiriyordu. “Özür dilerim…” diye fısıldadım boşluğa doğru. “Özür dilerim, keşke daha cesur olabilseydim…”
*****
Yazarın anlatımından,
Boran kapıyı kapattığı anda içinde yankılanan sessizlik bir darbe gibi göğsüne oturdu. Adımları durdu… Ama dönemedi. İnci’nin gözlerine bakarken içinde büyüyen çaresizliği nasıl bastırırdı?
“Birini istememek suç değil, birini istiyorsun diye o da seni isteyecek değil ya.” Demişti ama aslında bunu kendini ikna etmek için söylemişti. Kalbi deli gibi atarken beyni uyuşuyordu sanki. Neden bu kadar zordu? Neden kelimeler boğazında düğümleniyor, içindeki karanlık ona fısıldıyordu. Yeterince iyi olmadığını, ona verdiği hissin güven duygusunu bile oluşturamadığını söylüyordu mesela…
Geri dönse, çok sevdiğini söylese… Yapamazdı. Zaten yapmıştı, duygularını ortaya çıkarmıştı. Şimdi duygularını fazla yoğun yaşamaktan ve İnci’yi boğmaktan korkardı. İnci’nin bakışlarındaki güvensizlik, tereddüt, dudaklarından dökülen kelimeler… Hepsi zihninde büyümeye devam etti. Elini saçlarının arasından geçirirken gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.
Kızgındı kendine. Duygularına hâkim olamamıştı. İçi öyle büyük bir kıskançlıkla dolmuştu ki artık cümleleri, hissettikleri bir volkan olup taşmıştı. Lucas’ı karşısında gördüğü an, iki yıl önce şahit olduğu görüntüler zihnine düşmüştü. Sonra İnci’nin düşünceli hali, içten içe bir yerlerde o adamı sevip sevmediğini sorgulamasına neden olmuştu. İnci’nin o adamı seviyor olma ihtimali aklını kaçıracak gibi olmasını sağlamıştı.
İnci’nin hazır olmadığının farkındaydı ama diline hakim olamamıştı. O an belki demişti, dudakları sevdiği kadının dudaklarına saniyelik olarak temas ettiği anda içindeki umutlar yeşermiş ama İnci ondan uzaklaşıp onu reddettiğinde o büyüyen, yeşeren umut aniden yerini derin bir boşluğa bırakmıştı. Sevgiye, güvene, sıcaklığa olan ihtiyacı gün yüzüne çıkmıştı o an Boran’ın. Her ne kadar güçlü görünse de içinde kırılgan bir çocuk saklıydı ve o da sevildiğini hissetmek istemişti. Ama olmamıştı.
Çok da öfkeliydi. Sevdiği kadına bir türlü kavuşamamasının müsebbibi olan o iki adamı eline geçtiği an öldürecek kadar sinirliydi. Koşulsuz şartsız onları seven kadına göstermedikleri sevgi ve sarstıkları güven için içinden binlerce kez küfretti. Bu durumda olmaktan nefret ediyordu.
Kendisi İnci’nin gözlerinin içine bakıyordu ama olmamıştı işte, olmuyordu. Güven inşa ettiğini sanırken hiçbir şey inşa edememişti. İçindeki tek iyi şey İnci’nin bir an bile olsun ona karşılık vermeyi düşünmesiydi. İster hoşlantı olsun, ister çekim kuvveti olsun… Onu etkilediğini bilmek Boran için çok küçükte olsa bir umuttu.
Arabasına doğru ilerlerken zihni düşüncelerle doluydu. Onun geldiğini gören Fatih hızla oturduğu yerden kalkıp yanına giderken Boran elini uzattı anahtarı ver dercesine. Fatih onun halini beğenmeyerek konuştu. “Abi nereye gideceksen ben götüreyim seni.” Dediğinde Boran başını iki yana salladı. “Ver anahtarı aslanım, sen dinlen.”
“Abi…” Fatih itiraz ederken Boran ona doğru baktı tersçe. Fatih bu bakışın anlamını bildiği için üstelemeden anahtarı cebinden çıkardı ve Boran’a uzattı. Boran arabaya ilerlerken konuştu. “Burası size emanet.” Ardından da arabaya binip evin bahçesinden çıktı.
Dakikalar sonra çok uzun süredir gelmediği o mekâna geldiğinde masaların arasında ilerlemeye başladı. Masası belliydi, çok sık gelmese de o masa onundu. Buraya gelir derdini tasasını içtiği meret geçirecekmiş gibi içer ve sonra da hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ederdi. Bugün de öyle olacaktı ama hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam etme kısmı az da çalkantıdaydı.
Her zaman oturduğu masaya geçtiğinde ona doğru gelen garsona eliyle işaret verdi. Çok sık gelmese de geldiğinde ne içtiğini, yediğini bilirlerdi. Zaten mekânın sahibi Hüseyin Amcada tanırdı Boran’ı. Bazı zaman karşılıklı oturup dertleştikleri de olmuştu. Ancak çoğu zaman Boran tek olurdu. Kimi zaman Giray ve Korkut gelirdi. Ama onlarda Boran’ın çoğunlukla yalnız kalmak istediğini bildikleri için yalnız bırakmaya özen gösterirlerdi.
Garson masayı mezelerle donatırken aynı zamanda Boran’ın sürekli içtiği rakıyı şişesiyle birlikte masaya getirdi ve bardağa doldurdu. Özellikle kafasını dağıtmaya çalıştığı anlarda sulandırmadan içerdi. Garson her şeyi tamamlayıp masadan uzaklaşırken Boran bardağı eline alıp küçük bir yudum içti.
Kafasında onlarca düşünce vardı ki nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Ne yapmalıydı mesela? Açık açık reddedilmişti. Olmaz demişti sevdiği kadın. Babası yüzünden, eski sevgilisi olan o adam yüzünden kendisini reddetmişti. O an kalbinin nasıl acıdığını diline dökemezdi. Kalbi İnci'nin avuçlarının arasındaydı, onun tek cümlesiyle sanki kan pompalamayı bırakmış ve sıkışıp kalmıştı çaresizlik içinde.
Düşüncelerinin arasında kaybolmuşken ne kadar süre geçtiğini anlamamıştı. Ancak içtiği rakı şişesi çoktan yarıyı geçmişti. Zihni hala daha yerindeydi.
Birden karşısındaki sandalyeler çekildiğinde irkildi Boran. Karşısında Giray ve Korkut'u gördüğünde kaşlarını çattı. "Ne işiniz var burada?" Sesi memnuniyetsizliğini belli etse de Giray ve Korkut onu umursamadı. Boran’ın karşısındaki yerlerini alırken Giray cevap verdi. "Kafa dağıtmak bizim de hakkımız."
Fatih aramıştı Giray ve Korkut’u. Boran evden çıktığı anda halinin kötü olduğunu görmüştü. Abisi ona bir şey anlatmazdı ama Fatih her şeyin farkındaydı. İki yıl önce Londra’da Boran’ın şahit olduğu manzarayı da biliyordu, o manzaradan sonra değişen ruh halinin de bizzat şahidiydi. Sonra İnci'ye olan bakışlarını da biliyordu, görüyordu. O yüzden abisinin desteğe olabileceğini hissetmişti ve kendince doğru olanı yapmıştı.
"Karadeniz'de gemilerin mi battı bu ne hal oğlum?" Korkut sorgular bir biçimde arkadaşına bakarken Giray onayladı. "Batmış batmış belli, hayırdır?" derken tek gözünü kırptı. Aynı zamanda Boran’ın rakı şişesini alıp kendilerine birer kadeh doldurmaya başladı. "Mevzu derin diyorsun, bu sessizliğinden bunu anlıyorum."
"İnci değil mi?" dedi Korkut tahmin yürüterek. Boran bakışlarını yere doğru çevirdiğinde ikisi de sessizliğinden ve bakışlarından cevabını almıştı. Boran bardaktaki rakıyı hızla dikip masaya sertçe koyarken sıkıntılı bir nefes aldı. "İnci... Benim zaten ondan başka derdim mi var?"
İsyan, biraz bunalmışlık, hayal kırıklığı, umutsuzluk barındırıyordu sesi. Korkut rakısından içerken mırıldandı. "Kavga mı ettiniz?" Merakla kardeşine bakarken Boran alayla güldü. "Kavga etsek daha iyiydi, ağzıma sıçtı." Açık açık söylediği cümle ile Giray ve Korkut birbirlerine baktılar. Bu bakış durum ciddi demekti.
Boran’ın bakışları masaya sabitlenmişti o sırada. Korkut ve Giray, onun sessizliğindeki ağırlığı hissediyorlardı. En sonunda Korkut dayanamadı. "Anlatmak istemiyorsan bile içinde bir şeylerin seni yiyip bitirdiği belli." dediğinde Giray ekledi. "Anlat kardeşim, anlat ki bizde sana yardım edelim."
Boran, derin bir nefes aldı. Gözleri hala masadaydı, sesi ise çatallıydı. "Anlatmak neyi değiştirir ki? Kafamın içi bir karmaşa... İnci... Ne zaman gözlerine baksam orada bir duvar var. Ona yaklaşmak istiyorum ama kendimi hep dışarıda hissediyorum. Bir adım atıyorum, o geri çekiliyor. Beni mahvediyor."
Giray dikkatle baktı ona. "Ne oldu aranızda?"
"İlk defa, belki de ilk defa bu kadar yaklaştım ona. Nefesini tenimde hissedecek kadar." Sesinin tınısında sevinç kırıntıları varken burukça güldü. Sözleri her şeyi açıklıyordu. Korkut ve Giray ne demek istediğini anlamıştı. "Olmadı ama, istemedi." derken canı çok yandı. Kendisi o kadar çok istiyordu ki İnci'yi. Onun tarafından istenmemek çok koymuştu.
"Yapma..." Giray hüzünle karışık hayal kırıklığı ile gözlerini kapatırken Boran masadaki bardaktan tekrar içti.
"Bana güvenemiyor," diye fısıldadı Boran. "Ve onu suçlayamıyorum. Geçmişinde yaraları var. Sevdiği adam tarafından aldatıldı, babası tarafından ayrı şeyler yaşadı. Güvenmenin zor olduğunu biliyorum ama... ama ben de yoruldum. Bir şeyler için uğraşıp karşılığını alamamaktan, iki şerefsiz yüzünden İnci'nin sevgisine ve güvenine layık olamamaktan çok yoruldum." Kalbi acı içindeyken sözlerine bu acıyı yansıttı istemsizce. Bunları söylemek de düşünmekte çok zordu onun için.
Oysa ilk baştan biliyordu İnci'nin ona bu kadar kolay güvenmeyeceğini. Ama güveniyor sanmıştı. Tüm düşünceleri boğazına düğümlenmişti gerçeklerle yüzleşince.
"Tam alıştı bana dedim, ilk başta bana olan tavrından çok farklı davranıyor, bir şeyler değişti dedim. Değişmemiş." dedi burukça. Ardından alayla güldü. "Tabi bugün karşısında gördüğü adamda o travmasını tetikledi, zaten ne bekliyordum ki?" Zihni hafiften bulanmaya başladığı için içinden düşüneceği şeyleri dışa vurduğunda Korkut merakla baktı arkadaşına. "Kimi gördü? Lucas mı geldi?"
Boran boş ve düz surat ifadesiyle Korkut'a bakarken Giray kendini tutamadı. "Hassiktir!"
"İnci ne dedi onu görünce?" Korkut şaşkın bir tonda konuşurken Boran burnundan sert bir nefes verdi. "Ne desin, kocası olarak tanıttı beni sağ olsun. Rahatsız olduğunu hissettim. Ama rahatsızlığının neyden kaynaklandığı, işte tam bir muammaydı benim için.” Almıştı cevabını sonradan ama o an içi içini yemişti. Kendi kendine bir şeyler düşünmekten alıkoyamamıştı kendini.
"Nasıl rahatsız olmasın, herif aldatmış sonuçta." Giray bardağından bir yudum alıp karşılık verirken Boran iç çekti. "Asıl ne koydu biliyor musunuz?" deyip duraksadı. Bir an için zihninde diyeceklerini düşündü. Ardından zihnini toparlayıp devam etti sözlerine. "İnci'nin geçmişi, çocukluğu, en sevdiği yerler, en sevdiği çiçek... Her şey ama her şey hakkında bilgi sahibi. Ben aylardır bunun için uğraşırken o adam tüm bunları elinin tersiyle itecek bir hata yaptı ama İnci ile de çok güzel zamanları oldu." İçi alev alev yanmaya başladı kendi cümleleriyle.
Gözlerinin önüne İnci ve Lucas'ı gördüğü an gelirken yutkunamadı. "İnci'nin o bakışı, o gülüşü, Lucas'ı gördüğü an ki heyecanı... Unutamıyorum. Onun o halini görmek için ölürüm bile ama olmuyor. Biliyorum bir şeyler var içinde. Bana doğru çekiliyor o da farkında sadece kaçıyor."
"Zamanla anlayacaktır Boran. Kendi içinde bir şeylerden kurtulup sana yönelecektir. Sadece sabır gerekiyor kardeşim, biraz daha sabır." Giray’ın cümlesi ile Boran derin bir iç çekti. O sabrı nasıl bulacaktı hiç bilmiyordu. Bunca zaman sabretmişti, şimdi vazgeçmek onun lügatinde yoktu ama çok da sabırsızdı.
İnciyle olmak için, nihayet sevgisini korkmadan, çekinmeden gösterebileceği için, onu korkusuzca seveceği için ve sevdiği kadın tarafından sevilmek için. Biliyordu çünkü İnci'nin içinde bir şeyler değişmişti, sadece korkuları bunu görmesini engelliyordu. Ancak İnci ona gelene kadar uzak durması gerektiğini fısıldıyordu mantığı ve Boran onu dinleyecekti. Biraz uzaklık belki ikisi için de daha iyiydi...
◔◔◔
İnci Aral Demirhanlı’nın anlatımından,
Gece ne zaman sızmıştım anlamamıştım ancak alarmım erken bir saatte çalmıştı. Üniversite sınavı için alarm kurmuştum. Hızla hazırlanıp evden çıkmadan önce Boran’ı aramıştım evin içinde. Ancak yoktu. Yatağı sanki gece eve gelmemişçesine bozulmamıştı. Ben uyumadan önce gelmemişti bunu biliyordum. Belki de tüm gece gelmemişti.
Gelmesi mi iyiydi gelmemesi mi bilmiyordum ama merak ediyordum onu. Bana kırılmıştı, kim olsa kırılırdı. Reddedilmek insanın canını çok yakardı. Aslında tam bir reddediş değildi bu sadece zamandı isteğim. Şimdi olmaz demiştim. Geçmişi toparlamak için zamana ihtiyacım vardı. Bunu ona net bir şekilde ifade etmemiştim, çünkü bir bekleyiş içine girecekti. Hazır olduğumda ona gidecektim. Bende onunla olmayı istiyordum.
Evden çıktığımda Mert karşılamıştı beni. Gözlerim Fatih’i, Boran’ın arabasını ararken Mert’ten gelmişti açıklama. “Abim çok erken çıktı, Derin hanımları sınava götürecekmiş.”
Sonra bende sınava girmiştim. Elimden geldiğince soruları çözmeye çalışmıştım fakat her bir soruda zihnim başka taraflara kaymıştı. Boran’ı düşünmüştüm mesela, onunla ne olacağını, nasıl davranmam gerektiğini. Ama bir çözüm yolu bulamamıştım. Sınavdan çıktıktan sonra dün Londra’dan tanıdığım psikolog arkadaşımla online bir seans yapmak üzerine ofise geçmiştim. Normalde iki gün yapılan üniversite sınavlarından diğerine girmeyeceğim için rahattım.
Bugüne ve yarına danışan ayarlamıştım. Kafamı dağıtmak istiyordum. Çünkü düşündükçe beynim patlayacak gibi oluyordu. Daha babamla olan sorunlar bitmemişken şimdi her anımda desteğini hissettiğim adamla hiç olmak istemediğim bir hale düşmüştüm.
Dün Boran gittikten sonra gerçeklerin farkına varıp ayarladığım Londra’dan psikolog arkadaşım Sofia ile konuşurken de zihnimde onunla olan yaşadıklarımız vardı. Bu sefer danışan koltuğunda ben vardım, herkese yardım ederken bu sefer yardım alması gereken bendim. Geçmişle yüzleşmem gerekiyordu, içimde geçmişi bitirip geleceğe dönmeliydim.
Boran’la yaşadığımız o an… Ellerim titriyordu hatırladıkça. Nefesi nefesime karışmıştı. Parmak uçlarımdan başlayan bir sıcaklık yayılmıştı vücuduma ama sonra bir soğukluk. Sanki kendimi korumak istiyormuşçasına kaçmıştım ondan. Korunmaya değer ne vardı ki?
"Kendini geri çekerken neler hissettin?" Sofia’nın sesiyle birlikte düşüncelerimden sıyrılır gibi oldum. Sesi sakindi ama içimi deşiyordu. Beni o ana geri çekiyordu cümleleri. Korku… tanıdık bir korku. Düşünüyordum ama kelimeler çıkmıyordu sanki dudaklarımın arasından. Düşüncelerim içimde yankılanan boş bir çığlıktı.
Gözlerim anında dolarken bakışlarımı ondan kaçırdım. Güçsüz görünmek, güçsüz hissetmek istemiyordum. Sofia dikkatini tamamen bana verirken gözlerimde gördüğü duyguyu tanımış olacak ki ona hitaben tekrar konuştu. "Bu korkuyu tanıyor musun?" Tanıyordum. Hep buradaydı. Ne zaman birine yaklaşsam, içimde bir alarm gibi çalıyordu. Boran’da da aynısı olmuştu. Diğerleri umurumda değildi, Boran’dı benim için önemli olan.
Boğazımdaki düğüm daha da sıkılaşırken burada olmanın ne kadar zor olduğunu bir kez daha fark ettim. Karşıda otururken her şey kolaydı ama şimdi danışan koltuğunda oturunca işler değişmişti.
"Bilmiyorum," derken sesimin titrek çıkmasını engelleyemedim. Aslında verdiğim cevap da çok doğru değildi. Çok iyi biliyordum çünkü. "Sadece... yalnız kalmaktan korkuyorum. Ama sevilmekten de. İkisi arasında sıkıştım."
Sıkıntılı bir şekilde cevap verdiğimde Sofia hafifçe gülümsedi. Gülüşünde şefkati görmemek imkansızdı. "Bunu çözebiliriz. Yavaşça, acele etmeden." İçimdeki düğüm biraz gevşer gibi oldu o an. Ben zaten bunu istiyordum ama bir kısmım hala kaçmak istiyor başka bir yanım ise kalmak istiyordu.
Sofia’nın yumuşak sesi odada yankılandı. "Bu korkuların bir geçmişi var, değil mi? Genellikle böylesi güçlü duygular, bir zamanlar bizi koruyan bir savunmanın parçasıdır." Başımı öne eğdim. Gözlerim masanın üzerindeki eşyalarda gezindi sanki bir çıkış yolu bulmaya çalışır gibi.. Sessizlik, içimdeki eski acıların yankısını daha da derinleştiriyordu.
"Birini içeri almak, tüm çıplaklığınla görülmek…" dedi Sofia nazikçe, "Seni savunmasız hissettiriyor. Çünkü o zaman reddedilme ihtimalin gerçek olur."
Gözlerim yandı. Gözyaşlarım göz kapaklarımın arkasında birikti ama dökülmelerine izin vermedim. "Çünkü gördüklerinde..." Sesim zorla çıktı. "Ya severlerse? Ya da... ya severmiş gibi yaparlarsa. Sonra giderler belki." Hep böyle olmuştu.
Sofia dikkatle beni izlerken konuştu. "Bu inanç sana nereden geliyor, İnci?"
Boğazımda bir düğüm vardı. Kelimeler gelmek istiyor ama geçerken acıtıyordu. "Babamdan," dedim sonunda. Sofia bir şey söylemedi. Sadece varlığıyla oradaydı. O sessizlik içinde kelimeler kendiliğinden dökülmeye başladı. "Annem doğumumda vefat etmiş. Onun yerine geçmiş gibi oldum babam için. Ne zaman bana baksa... sanki benim yüzümdenmiş gibi davrandı. Bir çocuk bunu nasıl taşır bilmiyorum ama ben hep hissettim. Sanki ben olmasam her şey daha kolay olurdu onun için, daha iyi olurdu. Bunu... her seferinde yüzüme söyledi, söylemese de hep gözlerinde vardı. Soğukluk. Sessizlik. Nefret.”
Duraksadım. Kalbim göğsümde bir şeylere çarparak atıyordu. Söyleyemediklerim, içimde gürültüyle yankılanıyordu. Ama o en karanlık cümleyi yutkundum. Babamın beni öldürmek istediğini dile getiremezdim. Bu, bilinmesini isteyip aynı zamanda kimsenin bilmesini istemediğim bir sırdı. Bir de bahadır abi vardı. Kuzenim, kardeşim gibi büyüdüğüm insan. Onun tutumu da erkeklere olan güvenimi silip atmıştı.
"Dedem vardı bir tek bana sarılan. Abim... süt kardeşim... onlar sevgiyi gösterdi. Ama o sevgi yetmedi bazen, çünkü babamdan gelecek olan eksikti." Sofia’nın gözlerinde dolgun ama güçlü bir anlayış gördüm. Yumuşak bir sesle karşılık verdi. "Bir çocuğun alamadığı sevgiyi yıllar sonra bile araması, onun kırılmış bir yanı değil. Aksine… hayatta kalma biçimi."
İçimden geçen bir başka anı kendiliğinden geldi. "Sonra Lucas oldu. İlk defa... tam sevildiğimi düşündüğüm kişi. Değerli hissettirdi. Önce sözleriyle, sonra bakışıyla. Ama o da yalanmış. Aldattı beni. Tüm güvenimi başıma yıktı. Bir kez güvendim ve onun yüzünden artık güvenmek istediğim adama güvenemiyorum.”
Sofia bir süre sessiz kaldı. Bakışları yumuşaktı ama dikkatliydi “Bunu söyledin ya…” dedi sonunda Sofia, “İşte bu... iyileşmenin başladığı yer. Güvenin kırılmış, defalarca. Ama hâlâ burada olman, hâlâ hissetmen... bu çok kıymetli, İnci.”
Öyleydi, bir şeylere ulaşmak için çabalamaya başlamak en önemli adımdı. “Bazen,” dedim titreyen bir sesle. “Kalbimde bir şey kırılmış gibi hissediyorum. Tamir edemem sanıyorum. Herkes gidecek, diye baştan kabulleniyorum. Böylece daha az acıyor sanıyorum ama...” Durup derin bir nefes aldım. “Ama daha çok acıyor.”
“Acının içinde kalabilmek cesaret ister. Sen o cesareti gösteriyorsun şu anda. Ve o kalbindeki şey kırılmış olabilir. Ama parçaları hâlâ sende. Yavaşça, birlikte, onları bir araya getirebiliriz. Sen o parçaları sevdiğin adamla bir araya getirebilirsin.”
İçimde belki ilk kez değil ama daha güçlü bir umut kırıntısı hissettim. Yine de tereddütlerim vardı. “Ya yapamazsam, tekrar kırılırsam? Bu sefer toparlanamamaktan korkuyorum.” Kendi içimi yiyip bitiren şeyleri cümlelere dökerken Sofia gülümsedi. “Korkman çok normal ama kırılmak, parçalanmak bazen yeniden şekillenmenin yoludur ve bu kez yalnız değilsin bence.”
İçimde bir şeyler titreşti o anda. Tam olarak güven miydi bilmiyordum ama o anda bir adım atmak istedim. Küçük ama içten bir adım.
“Şimdi Boran’dan bahsedelim biraz.” Dediğinde iç çektim. İçimde, sanki bedenimden ağır bir yük sallanıyor gibiydi. “Boran’ın sana olan duygularını öğrendiğinde kaçmak istedin, aldatılmaktan korktun, belki terk edilmekten ve bunların sana getirisi olacak acıdan. Peki Boran daha önce böyle bir hata yaptı mı?”
Başımı eğdim. Sofia tekrar ekledi. “Bence bunları düşündüren, geçmişindi.”
Öyleydi, onun bana yaptığı hiçbir şey yoktu. Ama ben onu ceza gibi uzaklaştırmıştım.
“Boran’a o gözle bakamadım, bakmak istemedim. O bana duygularını hep hissettirdi. Küçücük anlarda, küçücük cümlelerde, bakışlarda. Ama ben anlamak istemedim. Onu kırmaktan bile çekinmedim çünkü kaçmakla çok meşguldüm.” dedim sessizce. “Bir gün giderse… ben yine dağılırım sandım. O yüzden önce ben kaçtım.” Kendime bu evliliğin bir oyun olduğunu sürekli hatırlatma nedenimdi işte bu.
“Ne gibi küçük anlar mesela?” Sofia ilgiyle beni dinlerken yüzümde istemsizce bir gülümseme oluştu. “Söylemememe rağmen pilavı salçasız yediğimi biliyor mesela ya da bir bakışımda canımın neden sıkıldığını anlıyor, ben iyi hissedeyim diye beni kimsenin bilmediği ve sık gittiği evine bile götürdü, küçük jestler yapmayı seviyor, hiç kimse ondan emir almazken o ben ne istesem ne rica etsem yapıyor, cümlelerimi ilgiyle dinliyor, beni üzmemek için elinden gelen her şeyi yapıyor.”
Sofia önündeki deftere not alırken ben biraz öncekine kıyasla konuşmak istediğimi fark ederek cümlelerime devam ettim. “Başta iyi anlaşmadık biz, birbirimizden nefret ediyorduk. Habire laf sokuyorduk mesela. Benimle baş başa kaldığında bile ters ters cevaplar veriyordu ama şimdi tanıdığım adamdan çok farklı. Düştüğümde kaldırıyor, ağladığımda yaslanacak omuz oluyor. Babamın dahi yapmadığı şeyleri yapıyor. Aslında o benim yarım kalan her şeyimi tamamlamaya çalışıyor.”
“Ve buna rağmen ondan kaçıyorsun.” Nazikçe söylediği cümle ile iç çektim. “Bana bu kadar yakın birini daha önce hiç tanımadım. Beni bu kadar dikkatli izleyen, anlamaya çalışan, sessizliğimi bile konuşma sayan biri hiç görmemiştim. Belki de alışık olmadığım için onu hak etmediğimi düşünüyorum.”
“Korktuğun şey sevgi İnci…” Sofia çıkarımını dile getirdiğinde belli belirsiz başımı salladım. Belki de öyleydi. “Boran yaptığı tüm bunlar karşılığında bir şey istemiyor.” Dediğimde Sofia hızla ekledi. “Onu kırsan bile seninle ilgilenmeye devam ediyor hatta. Cümlelerinden bunu anlıyorum.”
Yutkundum. Bir şey boğazımda düğümlendi. Sofia ise ekledi. “Bu sana fazla geliyor. Ama gerçek olan her zaman biraz fazla gelir zaten. Biz o fazlalığın içinde büyür ve iyileşiriz.”
Bu sözler… kalbimin en derin çatlaklarına sızdı. Gözyaşlarım süzülmeye başladığında onları durdurmadım. İlk kez, biri içimdeki savaşı görmüştü. Ve ben, ilk kez saklanmamıştım. Boran’dan sonra…
“Bazen, kalmak en büyük sevgi biçimidir, İnci. Belki bu defa... güvenmek sadece düşmek değil, birlikte yürümektir.” Sofia kalbimde cevaplandıramadığım soruların cevabını verirken gözyaşlarım akmaya devam etti. Sofia dikkatle yüzüme bakarken tekrar konuştu. “Boran, seni olduğu hâlinle görmeye çalışıyor gibi. Peki sen. Sen ne istiyorsun İnci?”
Boğazım düğümlendi. Cevap artık daha netti. "Onunla olmak istiyorum. Saklanmadan. Kaçmadan. Kırılır mıyım bilmiyorum ama bunu bilmenin tek yolu... kalmak."
Sofia sıcak bir tebessüm ederken mırıldandı. “Ve işte bu, geçmişinin sana verdiği en zor ödev: Sevilmeyi göze almak.”
Gözlerimden yaşlar süzüldü ama yüzümde bir sakinlik vardı. Artık kaçmak istemiyordum. Korkarak da olsa kalacaktım. Belki yine hayal kırıklıklarım olacaktı, kalp kırıklarım olacaktı bunu yaşayarak öğrenecektim. Sadece tek yapmam gereken geçmişi silmekti. Bu geçmişte yer alan en önemli kişi de babamdı, onunla yüzleşmeden bazı temelleri atamazdım…
*****
İki gün sonra…
Üzerime beyaz renkte kumaş bir takım giyerek saçlarımı düzleştirdim. Ona uygun makyaj yapıp takılarımı taktıktan sonra beyaz topuklu ayakkabılarımla kombini tamamlayarak odadan çıktım.

Odamdan çıktıktan sonra merdivenlere doğru yöneldim. Dün akşam yemeğini tek başıma yemiştim. Boran’ın iş yemeği vardı. Mert’ten öğrenmiştim bunu. Önceden olsa beni arardı, bana söylerdi ama aramamıştı. Ne kadar kırıldığını, benden uzaklaşmak istediğini buradan anlıyordum ve bu canımı çok yakıyordu.
Sonra da gece geç bir saatte gelmişti. Geldiğini görmeme rağmen odadan çıkmamıştım. O da yanıma gelmemişti. Evde soğuk rüzgarlar esiyordu sanki. Onunla böyle olmak istemiyordum. Duygularını biliyordum, kendi içimde duygularımı biliyordum ama yapamıyordum işte. Biraz olsun zaman gerekiyordu ancak o zaman boyunca Boran ile böyle olmak acıtıyordu.
Mutfağa girdiğimde elindeki telefondan bir şeylere bakıp kahve içen adamı gördüm.
"Günaydın..." tereddütlü bir biçimde söylediğim şeyle birlikte Boran’ın bakışları saniyelik olarak bana doğru döndü. "Günaydın." Ardından bakışlarını elindeki telefona çevirdi. Yüzüne bakmaya devam ederken ciğerlerime nefes çekmeye çalıştım. Hiçbir şey olmamış gibi mi davranır diye düşünürken ne öyle davranıyordu ne de bir şey olmuş gibi. Sadece adını koyamadığım soğukluk vardı.
Onun böyle olmasına alışık olmadığım için garip hissediyordum. Olduğum yerde dikilirken Boran mırıldandı. "Ben çıkıyorum." Ardından bir şey dememe izin vermeden yanımdan geçeceği sırada bileğinden tuttum hızlıca. Bunu beklemediği için şaşırırken yutkunarak kendimi açıklamak istedim. "Boran... bu şekilde mi olacak? Yani böyle mi davranacaksın bana?"
Aslında tam sormak istediklerim bu değildi ancak o an dilimden bu sözcükler dökülmüştü. Boran hafifçe kaşlarını çatmış bir şekilde bana doğru baktı. "Nasıl davranıyorum?" dedi ciddi bir tonda. Ardından ekledi. "Belki de en başından nasıl davranmam gerekiyorsa öyle davranıyorum. Aramızdakilerin anlaşma olduğunu bilerek.”
"Böyle olmadığını ikimizde biliyoruz." Derken gözlerimi gözlerinden çekmedim. Boran gözlerime baktı birkaç saniye. İçimde bir şeyler kırıldı sanki. O an kalbimde yankılanan sessizlik, dışarıdan bakıldığında fark edilmeyen fırtınayı bastırmaya çalışıyordu. Bir şey söylemem gerekiyordu ama ne söylesem eksik olacaktı.
“Keşke bilmeseydik,” dediğinde boğazıma bir yumru oturdu. Kendimi geri çekmek istedim ama yapamadım. Onun yanındayken mesafe koymak kolay olmuyordu. Kalbimin sesi, mantığımın önüne geçmek için fırsat kolluyordu. Ama korkuyordum. Ona yaklaşmak demek, tüm duvarlarımı yıkmak demekti. Buna karar vermiştim evet, yıkacaktım duvarlarımı sadece azıcık zamana ihtiyacım vardı.
“Boran...” dedim fısıltıyla, “Ben... seni kırmak istemedim. Ama kendimi korumak zorundayım. Bunu anlamanı istiyorum.”
Yüzündeki ifadeyi okuyamıyordum. Sanki duvarlar o an sadece bende değil, onda da vardı. Oysa onun bana söyledikleri, kalbinin en çıplak hâliydi. Ve ben, o kalbe karşılık vermekten korkuyordum. Çünkü alışkın değildim. Güvende hissetmeye. Sevilmeye. Kabul görmeye.
"Benden mi koruyorsun kendini?" dedi Boran, sesi yumuşak ama bir şeylerin altında eziliyormuş gibi. Sesinde kırılmış bir çocuğun yankısı vardı. “Hayır,” dedim, başımı iki yana sallayarak. “Senden değil. Kendimden... Bize ne olabileceğinden.” Kaşlarını çattı, derin bir nefes aldı. O nefesin içinde kaç kelime vardı, kaç söylenmemiş cümle bilmiyorum ama ciğerini yakacak kadar ağırdı belli ki.
“Ben sana zarar verecek biri değilim, İnci. Bunu bilmene rağmen hâlâ beni dışarıda bırakıyorsun.” Yutkundum. Söylemek istediklerim dilimin ucunda düğümleniyordu. Gözlerim gözlerine kilitlendi. Bir an nefes almayı unuttum. Cevap vermek istedim ama dilim dönmedi. Çünkü doğru kelime yoktu. Çünkü her kelime bir ihtimaldi ve ben, ihtimallerin yorgunuydum.
“Ben...” diye başladım, sonra sustum. Ellerimi birbirine kenetledim. Parmaklarımın titrediğini fark edince yavaşça bıraktım. “Boran, ben sadece... ne yaptığımızı bilmiyorum. Her şey bazen fazlasıyla gerçek geliyor. Bazen de rüya gibi. Bu dengesizlik, beni korkutuyor.”
Onun gözlerindeki kırılmayı gördüm. Anlıyor gibiydi. Ama bekliyordu da. Bir adım, bir cümle, belki de küçücük bir cesaret... “Senin yanındayken bazen kendimi iyi hissediyorum,” dedim, sesim neredeyse bir itiraf gibiydi. “Ama sonra... sonra hemen arkasından bir şey olurmuş gibi hissediyorum. Güzel şeylerin sonu hep kötü biter ya, onu bekler gibi.”
“Yani sen baştan vazgeçiyorsun?” dedi, iç çekerek. “Olsun diye uğraşmıyorsun bile.”
“Hayır,” dedim hızlıca. “Kaçmıyorum... Sadece... belki de hazır değilim. Sana değil... hissettirdiklerine.”
Sözlerim havada asılı kaldı. Bir şeyler söylemesini bekledim ama sessizlik uzadı. Gözlerimi kaçırdım çünkü eğer o an yüzüne bakarsam kalbim bir karar verebilirdi ve ben henüz kararsızdım.
Boran sonunda bir adım attı geriye. “Anladım,” dedi. Bu kez sesi duygusuzdu. “O zaman sen hazır olana kadar hiçbir şey olmamış gibi devam ederiz. Alışkınız zaten.” Ardını dönmeden önce son bir kez baktı bana. Ben bir şey söylemek ister gibi açtım ağzımı ama cümle çıkmadı. Çünkü aslında hiçbir şey bitmemişti. Ama başlamasına da izin vermemiştim...
*****
Yaklaşık kırk dakika sonra şirkete ulaştığımda her zamanki gibi Mert ile odama ilerlemeye başladım. Mert kapının önündeki yerini alırken ben odama girdim. Evraklar beni bekliyordu ancak nasıl odaklanacaktım bende bilmiyordum. Boran ile konuşmamız aklımı büsbütün karıştırmıştı. Evet, ondan kaçmak istemiyordum. Bir şeylerden kaçarak mutluluğu bulamazdım ama nasıl yapmam gerektiğini bilmiyordum. Geçmişimden özellikle de babamdan kurtulmam gerekiyordu, o beni her defasında acıtırken geçmişimi silemiyordum, içimdeki güven duygusunu onaramıyordum. İlk iş onu içimde bitirmeliydim, belki de hayatımdan çıkmasını sağlamalıydım. Ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum.
Masama geçerken kapının önünden gelen konuşma sesleriyle adımlarım duraksadı. “Bak güzel kardeşim İnci’yi istediğim zaman görürüm ben, randevuya falan gerek yok. Anladın mı?” Güney’in tahammülsüz sesiyle birlikte Bilge’nin cevabını duydum. “Ben nereden sizin kardeşiniz oluyorum? Lütfen düzgün konuşun.”
Kapıya doğru yaklaşıp onları dinlerken Güney karşılık verdi. “Pardon Bilge Hanım. Ama tekrar söylüyorum, içeri girmek istiyorum.” Güney’in sözlerine karşılık Bilge cevap verdi. “İnci hanım yeni geldi Güney bey ve henüz misafir kabul etmek için müsait değil, biraz müsaade edin lütfen.”
“Misafir değilim, kardeşiyim.” Güney hafif sinirli bir tınıda konuşurken müdahale etmek adına odanın kapısını açtım. Böylece bakışları beni bulurken Bilge’ye hitaben konuştum. “Sorun değil Bilge, Güney yabancı değil. İstediği zaman girebilir.” Cümlelerimle birlikte Güney gördün mü der gibi kaşlarını kaldırırken Bilge gözlerini kısarak baktı ona doğru. Birbirlerinden hiç hazzetmiyorlardı.
Güney ona bakmaktan vazgeçip odaya girerken Bilge’ye doğru baktım. Mahcup bir şekilde bana bakarken küçük bir tebessüm ettim sorun yok dercesine. “Bize birer kahve getirir misin Bilge.” Derken Güney arkamdan seslendi. “Orta şekerli olsun benimki.” Bilge oturduğu yerden kalkarken bende içeri girdim ve Güney’e elimle deri olan koltuğu işaret ettim.
Güney oturmadan evvel bana doğru baktı. “İyi misin sen?” Gözleri yüzümün her bir detayını incelerken hafifçe kaşlarını çattı. “Dün aradığımda da sesin pek hoşuma gitmemişti, ayrıca pazar günü ofiste ne işin vardı? Evinde kocanla olman gerekmiyor muydu?” Sonda ses tonu alaycı da olsa gerginliğimin o da farkındaydı ve yumuşatmaya çalışıyordu.
Ancak o kadar dolmuştum ki, kafam o kadar karışıktı ki cümlesi gözlerimi doldurmaya yetmişti. “Kocam…” sitemli ve burukça mırıldandığımda Güney bana yaklaştı. “İnci…” Dikkatle gözlerime bakarken kaşlarını çattı iyice. “Boranla bir sorun mu oldu?”
Başımı belli belirsiz sallarken yüzü ciddi bir hal aldı. “Ne oldu? Bir şey mi söyledi sana? Kavga mı ettiniz?” ardı ardına soru sorarken gözlerindeki merakı görmemek imkansızdı. Dayanamayarak kollarımı ona doğru sardım. Güney anında bana sarılırken iç çektim. Evet psikoloğa gitmiştim, evet kendimde psikologdum ama bazen insan konuşacak bir arkadaş, bir kardeş istiyordu ve benim konuşabileceğim tek kişi Güneydi. Bana yol gösterecek kişiydi biliyordum.
“Korkmaya başlıyorum.” Güney bir yandan sarılırken bir yandan da merakını hissettirirken geri çekilerek mırıldandım. “Kavga etmedik ama keşke kavga etsek diyorum.” Bugün bana olan soğuk ve uzak davranışından sonra düşüncem bu olmuştu. Benim korkularım yüzünden benden uzaklaşması canımı çok sıkmıştı ama ona da hak veriyordum.
“Gel şöyle oturalım.” Derken elimle ikili deri kanepeyi işaret ettim. Biz oturacağımız sırada kapı çalındığında elinde kahvelerle Bilge girdi içeri. Kahveleri bize ikram ettikten sonra odadan çıkarken Güney birkaç saniye kapıya doğru baktı. Ardından yönünü bana çevirdiğinde konuştu. “Anlat bakalım ne oldu?”
Ne söyleyeceğimi bilemeyerek birkaç saniye duraksadım. Düşüncelerimi toparlamak için kahvemden bir yudum içtikten sonra sorusuna cevap verdim. “Beni aradığın gün, hani davette olduğumuz.” Dediğimde Güney onayladı. “Evet, sesin mutlu geliyordu. Yoksa o çiçek mi sorun oldu? Harbiden Lucas mı göndermiş? Hani şu her basın toplantısında ismi mutlaka geçen adam, eski sevgilin…”
“Çiçek yetmemiş Güney, kendisi de gelmiş. Hem de Boran’ın iş yaptığı şirketin ortağı olarak.” Dediğimde Güney’in dudakları arasından tek bir kelime döküldü. “Siktir!” Ardından dudaklarını birbirine bastırırken hafifçe kaşlarını çattı. “Karşınıza çıktı yani?”
Başımı olumlu anlamda sallarken devam ettim. “Onu gördüğümde hiçbir şey hissetmedim, nefretten başka hiçbir şey. Bir de marifet gibi çiçek gönderdiğini söyledi. Ağzının payını verdim, evlendiğimi de söyledim ama Boran davranışlarımı yanlış yorumladı.” Dedim hüzünle. Hala daha bu yanlış anlaşılma düzelmemişti ancak Lucas’a tek bir duygum dahi kalmadığını söylemiştim.
“Eyvah eyvah…” Güney merakla bana bakarken bakışlarımı kaçırdım. “Bu konu sorun oldu biraz… Bariz bir şekilde onu kıskandığını belli etti. Güney…” derken tekrar baktım ona doğru. Güney ise ne geleceğini biliyormuş gibi baktı bana. “İzin ver, kalbine gireyim dedi. Kalbindeki yerimden bahsetti. Güney anladın yani değil mi?” Nasıl anlatacağımı bilemeyerek bir şeyler mırıldanırken bakışlarımı Güney’den çektim.
“Vay anasını, bunu bekliyordum da bugünlerde patlak vereceğini düşünmemiştim.” Günay şaşkın bir şekilde konuşurken ona doğru baktım. Dışarıdan bile bu kadar belliydi Boran’ın duyguları. Güney ise heyecanla bana baktı. “Sen ne dedin?” Bakışlarımı yere doğru eğip sessiz kaldığımda bu onun için bir cevap oldu.
Birkaç dakika aramızda sessizlik oluşurken sessizlikte kalbimin atışlarını dinledim. Güney sessizliği bozdu. “Neden peki? Lucas yüzünden mi? Unutamadın mı onu?” dediğinde anında reddettim. “Asla, asla öyle bir şey yok. O mesele çoktan bitti benim için, evet geçmişimde böyle biri var ama şu an yok benim için.” Güney o zaman neden dercesine gözlerime bakarken iç çektim. “Tereddütlerim var Güney. Üzülmekten, acı çekmekten çok yoruldum ben artık.”
Güney başını yana eğdi, bir süre bana baktı. “İnci... ben Boran’ı az çok tanıyorum. Evlenirken de evlendikten sonra da sana olan her davranışında, bakışında bir şeyler sezdim. Kim değer vermediği, sevmediği biriyle bu kadar uğraşır, kim onu mutlu etmeye çalışır, güvenini kazanmak ister.” dedi sessizce. “Sana bakarken birkaç kere bakışını yakaladım ve o bakış öyle basit bir şey değildi. Yüzünü görmese bile ne hissettiğini anlayabilecek kadar derinden.”
Gözlerimi kaçırdım. İçimde bir şey titredi. O kadar tanıdıktı ki Boran’ın sevgisi... korkutacak kadar derindi. “Ben de biliyorum,” dedim kısık sesle. “Ama... işte tam da bu yüzden susuyorum. Çünkü böyle seven birini kırmak…Ben bunu göze alamam, Güney.”
“Peki sen kendinden kaçarken, ona daha çok zarar verdiğini hiç düşündün mü?” Güney ılımlı bir tonda konuşurken bakışlarımı kaldırdım. Sesinde yargı yoktu, sadece gerçek vardı. “Boran senin için bir savaşı göze aldı. Sen onun zayıf noktası değil, tam tersi... gücü oldun. Ama sen, geçmişten çıkamadıkça onu da oraya çekiyorsun.”
İçim burkuldu. Nefesim boğazıma düğümlendi. “Ben hâlâ o küçük İnci’nin kırıklarını taşıyorum. Ona bunu gösterdiğimde ya giderse?”
Güney yavaşça başını salladı. “ O zaten çoktan seninle, İnci. Sen sadece onun yanında olmasına izin vermiyorsun.”
Gözümden yaş süzüldü. Boğazım düğümlendi. O an Boran’ın sessizce tuttuğu eller, hiçbir karşılık beklemeden verdiği destek, ağladığımda yaslanmam için verdiği omuz gözümde canlandı. Hep oradaydı. Her şeyime rağmen. “Ben sadece... onu kendimden korumaya çalışıyorum,” dedim fısıltıyla. “Biliyor musun,” dedim, sesi zor çıkararak, “Ben Boran’la mutlu olmaktan değil… o mutluluğu kaybetmekten korkuyorum. O kadar alışmışım ki kaybetmeye… iyi bir şeye dokunmaya bile utanıyorum artık.”
Güney derin bir nefes aldı. “Ama bir şey söyleyeyim mi?” dedi. “Korkarak da sevebilirsin. Sevgi seni tamamen hazır olduğunda bulmaz, bazen en çok yaralıyken gelir. Ve asıl mesele, onu içeri alıp alamayacağın.”
Başımı hafifçe salladım. Gözümde canlandı Boran'ın bana uzattığı eller… ama ben hep geri çekilmişim. Onun gözlerinde umut ararken kendi karanlığımda kaybolmuşum.
“Ben… ona yetememekten korkuyorum,” dedim acıyla. Belki bir gün bu halimden sıkılacaktı, onu bunaltmaktan korkuyordum. “İnci,” dedi Güney, sesi biraz daha yumuşayarak. “Yaralarınla, sessizliğinle, bir adım ileri iki adım geri gidişlerinle… seni hep taşıdı. Sen bir kez bile onun gözlerinde yetersiz görünmedin bundan eminim. Çünkü sen çok güçlüsün. Kendine bak, senin gördüğünle onun gördüğü aynı değil.”
Bir an durdum. Bu kadar net bir cümle, bu kadar doğrudan bir hakikat insanın içine işliyordu. Gözlerimi kapattım, ellerimi avuçlarımda birleştirdim. Sanki içimde bir yerde kapalı kalmış bir kapı ağır ağır açılıyordu. “Bir gün o da yorulursa?”
Güney hafifçe gülümsedi. “Belki yorulur. Ama gerçek sevgi, kusursuzlukta değil, birlikte tökezleyebilmekte saklı. Boran’ın seni sevme biçimi, senden kaçacak gibi değil. Ama sen hâlâ kaçmaya çalışıyorsun.” Sitemle söylediği cümle ile iç çektim. Haklıydı, kaçmak için bahanelerim bitmiyordu.
İçimde bir titreme oldu. “Ben bazen kendi iç sesimi bile tanıyamıyorum, Güney. Kendime bile yabancılaştım. Boran’ın yanında iyi oluyorum, ama yalnız kalınca... yine kayboluyorum.” Güney başını salladı. “Çünkü sevgiyle iyileşmeyi öğrenmemişsin. Ama Boran sana bu şansı veriyor. Seni iyileştirmek için değil... senin yanında iyileşmek için. O, seninle yürümeyi seçti.”
Sanki bir anda o sözlerle içimdeki buz eridi. Kalbimde ince bir sızı vardı ama ilk defa bu sızı korkutmuyordu beni. İyileşmenin sızısıydı bu. Güney bunu anlamış gibi elimi tutarken başını omzuna eğip yüzüme baktı küçük bir tebessümle. “Git ve o küçük İnci’yi de al yanına. Onun kırıklarını Boran zaten sevdi. Belki sen de artık onları sevmeyi denemelisin.”
Güney sustu. Ben de sustum. Ama içimde çoktan başlayan başka bir konuşma vardı. Kendi kendimle. Belki de yıllardır ilk kez bu kadar dürüst bir sesle. İçimde hâlâ korku vardı, ama artık onu taşıyacak bir gücüm de vardı. Belki de ilk kez, geçmişimi omuzlarıma yük değil, beni ben yapan bir iz olarak alıyordum yanıma.
Tüm duvarları yıkmam gerekiyordu ancak o duvarların tuğlalarında hep aynı isim yazıyordu, babam. Lucas o duvarın sadece birkaç tuğlasıydı. Geriye kalan tüm tuğlaları babam dizmişti oraya. Nefesim daraldı. Göğsümde bir şey sıkıştı. Sanki sözleriyle içimde yıllardır bastırdığım biri fısıldamaya başlamıştı. Küçük bir kız çocuğu... Dizleri kanamış, elleri hep açık, ama kimseye uzanamamış.
O minik yürek daha küçükken parçalanmıştı. Bir çocuğun taşıyamayacağı kadar ağır bir yük vermişti babam. Beni büyütmemiş, beni hiçbir zaman görmemiş, öldürmeye çalışmıştı. Boğazım düğümlendi. Ellerim buz gibiydi. Hafızamda hâlâ o gece vardı. Arabanın frenlerinin tutmadığı o gün… Kalbimde hâlâ o çığlık. Ve babamın sessizliği. Hala daha üste çıkışı…
Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Ama bu defa susturmadım. İlk kez ağlamaktan korkmadım. Çünkü bu acıyı bastırdıkça, sevdiğim herkesi içimden uzaklaştırdığımı fark etmiştim. İçimdeki küçük İnci, ilk defa sessizce yas tutuyordu.
Ama şimdi anlıyordum. Boran’ın sevgisi yalnızca bugünkü halime değil, geçmişime de dokunuyordu. O küçük kız çocuğuna da. Ve onu kurtarmak istiyorsam… önce gerçeği kabul etmeliyim. Babamdan hiç sevgi görmesem de, geçmişte aldatılsam da bu sevilmeye değer olmadığım anlamına gelmezdi.
İçimde bir ağrı çözüldü. İlk defa, affetmeden ama özgürleşerek babamdan uzaklaştım. O karanlık köprüden geriye adım attım. Ve ilk kez, içimde Boran’a bir yer açılabildi… Daha doğrusu Boran’ı o açık olan kapıdan sokmak için kendimde o cesareti buldum. Sadece yapmam gereken bir şey kalmıştı, ondan sonra her şey bizim için daha kolay olacaktı…
Orada Güney ile ne kadar oturmuştuk ne kadar konuşmuştuk bilmiyordum ama çok iyi gelmişti. İçimde tuttuğum, almam gereken kararları onun sayesinde daha kolay almıştım. Sözleri içimdeki düğümü çözmüştü. Psikologla konuşmama rağmen beni en iyi anlayan ve Boran’ı da tanıyan biriyle konuşmak karar almamı kolaylaştırmıştı. Güney benim rahatladığımı anladığında gitmek için ayaklanmıştı ve bende onunla çıkıp lavaboya gitmiştim, yüzümü gözümü toparlamam gerekiyordu.
Lavabodan çıkıp odama doğru ilerlerken odanın kapısının hemen kenarında duran Mert’in telaşlı bir biçimde telefonla konuştuğunu gördüm. “Ne diyorsun sen Tuncay? Ne saldırısı!” Sesi koridorda yankı yaparken kalbimin atışlarının hızlandığını hissettim. Koşar adımlarla Mert’e yaklaşırken yüzünü taradım ne olduğunu anlamak istercesine. “Ne saldırısı?” derken sesimin titremesine engel olamadım. Boğazımda bir şey düğümlenmişti sanki, nefesim daralıyordu.
“Tamam, tamam geliyorum ben.” Mert telefonu kapatırken sorumu tekrarladım. “Ne saldırısı Mert?” O an gözlerini bana çevirdiğinde bir an için sustu. Muhtemelen bunu benim duymamam gerekiyordu ama duymuştum. Saniyelik olarak susması saatler gibi gelirken nihayet cevap verdi. “Boran abime saldırmışlar.”
Cümlesi zihnimde yankılanırken dünya yerinden kaydı sanki. Dizlerimin bağı çözüldü. Tutunacak bir yer aramaya çalışırken Mert kolumdan yakaladı. “Hiçbir şey olmamış, abim iyi yenge. Sakin ol.”
“Gerçekten iyi mi? Yalan söyleme bana lütfen.” Derken sesim neredeyse ağlamak üzere olduğumu çok net ortaya koyuyordu. “Yemin ederim iyi, Fatih abi engellemiş.” Dediğinde yutkunamadım. “Fatih iyi mi?” korku dolu gözlerle Mert’e bakarken belli belirsiz başını salladı. “İyi, sadece kolunu kurşun sıyırmış. Onun dışında gerçekten iyiymiş.”
Kurşun sıyırmış… O kurşun Fatih’in kolunu sıyırıp Boran’a da isabet edebilirdi. Hedef oydu. Ya ona bir şey olsaydı düşüncesiyle içimde bir çığlık yükselirken sustum. Sessiz bir panik kapladı bedenimi. Kalbim göğsümün içinde çırpınırken derin bir nefes almaya çalıştım. Fatih… minnettardım ona. Boran için kendi canını tehlikeye atmıştı.
“Beni Boran’a götür Mert.” Dedim kendimi toparlamaya çalışarak. Mert kolumdan tutmaya devam ederken başını omzuna doğru eğdi. “Yenge…” bu kelimenin ardından gelecek reddedilişi tahmin ediyordum ama kabul etmeyecektim. Onu kendi gözlerimle görmeden iyi olamazdım, onun iyi olduğuna inanamazdım, kalbimi susturamazdım, sakinleyemezdim. “Mert, lütfen.”
Hem ricacı hem emir verir tarza sesimi güçlü çıkarmaya çalışırken gözlerine baktım yalvarırcasına. Mert iç çekip beni onaylarken hızla odama doğru ilerledim. Portmantodan çantamı aldıktan sonra hızlı adımlarla tekrardan Mert’in yanına ilerledim ve ardından ikimizde asansöre doğru yürüdük. Asansörle indikten sonra garajdan kapının önüne getirilen araç ile çıkış yaptık.
“Neredeler?” İçim içimi kemirirken merakla konuştuğumda Mert dikiz aynasından bana doğru bakarak cevap verdi. “Hastanedeler.”
Aldığım cevapla birlikte gözüm doldu. Başımı cama doğru çevirirken kendime hâkim olmaya çalıştım ama olmuyordu. İçimde büyüyen bir kaybetme korkusu vardı ve o artık bastıramadığım bir duyguya dönüşmüştü. Onu gerçekten kaybetme ihtimali, bir şey olması ihtimali canımı öyle çok yakmıştı ki. Kalbimde edindiği yer onun sandığından daha fazlaydı, bende bunu anlamıştım.
Araç hastanenin otoparkına girdiğinde bakışlarım kapının önündeki adama takıldı. Ayaktaydı, ciddi bir şekilde Giray ve Korkut ile yanındaki birkaç korumayla konuşuyordu, iyiydi. Ama yanına gitmeden iyi olduğuna inanamazdım. Hiç beklemeden araçtan inerken koşar adımlarla ona doğru ilerledim.
Gözlerim tedirginlikle vücudunda gezinirken o da topuklu ayakkabılarımın çıkardığı sesten ötürü bana doğru bakmıştı. Beni gördüğünde kaşları çatılırken mırıltısını duydum. “İnci?” Benden sonra bakışları Mert’e döndü ve ne işi var dercesine ona doğru baktı.
Bense bunların hiçbirini umursamayarak iyi olduğuna emin olduğum için sarılmak için boynuna doğru atıldım. Kollarımı sıkıca sararken gözlerimi kapadım. Bunun etkisiyle biraz önce engellemeye çalıştığım gözyaşları birer birer yanağıma akarken daha sıkı sardım kollarımı. Birkaç saniye sonra Boran’ın kolları belime sarılırken burnunu saçlarımın arasında hissettim.
“Çok korktum… Sana bir şey oldu sandım.” Kısık ve titrek bir sesle fısıldarken belimdeki kollarını sıkılaştırdı. Bense hafifçe geri çekilerek yüzüne doğru baktım. Elim tereddüt etmeden, çekinmeden yanaklarına giderken yüzünü avuçlarımın arasına aldım. “İyisin değil mi? Gerçekten iyisin…” hamlemle şaşırdığını belli ederken gözlerinde sanki buna ihtiyacı varmış gibi bir ifade belirdi. Yutkunduktan sonra başını salladı belli belirsiz. “Bir şeyim yok, iyiyim.”
“Çok şükür.” Dedim anında. Yüzümde küçük bir tebessüm oluştu. “Çok şükür iyisin.” İçimden defalarca kez şükrederken elimi yanaklarından çektim. Adamlarının yanında böyle bir temas hoş olmamıştı belki ama umurumda değildi, o an için içimden gelen şeyi yapmıştım ve pişman değildim.
Bakışlarım Giray ve Korkut’a döndüğünde yüzlerinde küçük bir tebessüm olduğunu gördüm. Benim onlara bakmamla birlikte tebessümlerini gizlerlerken merakla konuştum. “Fatih nasıl? Nerede?” Boran’ı görünce biraz rahatlamıştım ama Fatih için hala daha endişeliydim.
“Koluna dikiş atılıyor, sorun yok. Durumu gayet iyi.” Korkut’un verdiği cevapla birlikte tekrar derin bir nefes verdim şükredercesine. İkisi de ucuz kurtulmuştu.
“Senin nereden haberin oldu?” Boran sorgularcasına bana bakarken Mert cevap verdi. “Benim hatam abi, Tuncay’la konuşurken duydu yengem.” Kendini savunurken hızla araya girdim. “Ben gelmek istedim, Mert’in bir suçu yok. Çok merak ettim sizi.” Boran bana doğru bakarken Fatih’in hastane kapısından çıktığını gördüğüm anda dikkatimi ona yönelttim.
Gayet iyi duruyordu. Gömleğinin kol kısmı kan olmuştu sadece. Onun dışında gayet dinçti. Yanımıza geldiğinde ilk konuşan ben oldum. “Fatih, iyi misin? Çok geçmiş olsun.” Şaşkınlıkla bana doğru bakarken aynı Boran gibi burada ne işin var diyordu bakışları. Yine de fazla uzatmadan cevap verdi. “İyiyim yenge, sağ ol. Küçük bir şey.”
O kurşun bana gelmiş olsaydı muhtemelen burada böyle ayakta dikilemezdim. Ama maşallahı vardı Fatih’in. Güçlü ve dik duruşundan asla ödün vermiyordu. Hayran kalmıştım.
Boran, Fatih’e yaklaştıktan sonra elini omzuna doğru koyarak gururla baktı. “Hayatımı sana borçluyum. Benim için canını tehlikeye attın.” Diye söze başladığında Fatih başını iki yana salladı. “Yapılması gerekeni yaptım.” Kendinden emin bir şekilde sanki bir daha olsa bir daha yaparım dercesine kararlılıkla Boran’a baktığında Boran’ın dudaklarının kenarı kıvrıldı. “Aslanım benim.”
Fatih’in yaralı olan tarafına özenle dikkat ederek Fatih’e sarıldığında Fatih hiç beklemeden kolunu ona sardı. “Sen iste canımı bile veririm.” Derken bir saniye bile düşünmezdi Fatih. İkisine bakarken gözlerim doldu istemsizce. Aralarında farklı bir bağ vardı.
Birbirlerinden ayrılırken Boran’ın gözlerindeki minnettarlık benimkiyle yarışır cinstendi. Boran’ın hayatını ona borçluyduk. Ama asıl önemli olan konu buna kimin cüret ettiğiydi. Aklıma gelen kişi buradaki herkesin aklında olan bir isimdi muhtemelen ama Boran’ın başka bir düşmanı var mıydı bundan emin değildim.
Fatih sırayla herkesin geçmiş olsun dileklerini kabul ederken sessizce izledim onu. Bu fasıl bittiğinde aklımda olan soruyu sormadan edemedim. “Bunu kim yapmış olabilir?” Merakla ilk önce Boran’a ardından Giray, Korkut ve Fatih’e baktığımda onların üçü de Boran’a bakıyordu. Onlarla bende Boran’a döndüğümde onun bakışlarının üzerimde olduğunu gördüm. “İşin orası bizim ilgileneceğimiz bir konu. Sen aklını bunlarla yorma.”
Cümlesiyle kaşlarım çatılırken karşılık verdim. “Bilmeye hakkım var.” Dediğimde Boran başını iki yana salladı. “Hayır, bu seninle ilgili bir mesele değil. O yüzden bilmen gereken bir durum yok.” Keskin bir tonda söylediği cümle ile yutkunamadım. Artık meseleleri senin ve benim meselem olarak ayırıyorduk yani, cümlesinden bunu mu çıkarmam gerekiyordu?
Beni olayın dışına atması canımı sıkmıştı anında. Ne diyeceğimi bilemeyerek ona bakarken yanımıza yaklaşan adamın sesi ile bakışmamız bölündü. “Boran, iyi misiniz?” Esmer, uzun boylu, elinde telsiz olan bir beyefendiydi. Yanında iki tane polis memuru vardı. Sanırım kendisi de polisti. “Saldırı gerçekleşmiş diye anons geçildi, senin ismini duyunca bizzat geleyim istedim.”
Adam elini uzatırken Boran elini kavrayıp sıktı. Belli ki birbirlerini tanıyorlardı. “İyiyiz biz şükür, Fatih yaralandı.” Boran başıyla Fatih’i işaret ederken adamın bakışları ona döndü bu sefer. “Çok geçmiş olsun.” Dediğinde Fatih cevap verdi. “Sağ olun komiserim.” Adam ona bakarken sözlerine ekleme yaptı. “İfadenizi almamız gerek kimin yaptığını bulmak için. Emniyete gelseniz iyi olur.”
“Bizde buradan doğru yanına gelecektik zaten.” Dedi Boran karşılık olarak. Senli benli konuştuklarına göre samimilerdi. Bakışlarım ikisi arasında gelip giderken Boran’ın bakışları Mert’e doğru döndü. “Mert, İnci’yi götür sen.” Dediğinde Boran’a doğru baktım hızla. Beni bu işin dışında tutmaya kararlıydı anlaşılan. Bana doğru baktığında ekledi. “Evde konuşuruz.”
“Peki Boran, konuşuruz.” Dedim hafif sitemli bir şekilde. Konuşmayacaktık bundan adım kadar emindim. Sadece beni uzak tutmaya çalışıyordu. Ardından bakışlarımı ilk önce komisere, sonra Korkut, Giray ve Fatih üçlüsüne çevirdim. Kısaca onlara da baktıktan sonra Mert’e yönelerek yürümeye başladım. “Hadi Mert, gidelim.” Önden arabaya doğru ilerlerken komiserin sesini duydum. “Eşin mi?” Ardından da Boran’ın onayını. “Evet, İnci.”
Arabaya ulaştığımızda hiç beklemeden bindim. Mert arabayı çalıştırıp hastanenin otoparkından çıkarken Boran’a bakmaya devam ettim. O da arabaya hatta arka cama bakıyordu ancak camlar filmli olduğu için göremiyordu içeriyi. Boran tamamen görüş açımdan çıktığında iç geçirdim. Ben ona her şeyi söylerken beni sürekli bu işlerin dışında bırakması anlamsızdı. Evet korumaya çalışıyordu, anlıyordum. Ama o bana destek olurken bende ona destek olmak istiyordum. Kaldı ki bir şeyler saklayarak beni koruyamazdı çünkü ben bu işin içine çoktan girmiştim.
Ayrıca aramızda yaşanan şeylerden sonra bana böyle bir tavır alması çok kötüydü. Birlikte bir şeylerin üstesinden geleceğimizi düşünürken düşündüklerimim tam tersi gerçekleşiyordu.
“Gelen komiseri tanıyor musunuz?” meraklı bir şekilde Mert’e baktığımda dikiz aynasından bana doğru bakıp cevap verdi. “Ömer Duman, Boran abinin arkadaşı. Kadıköy emniyetinde, organize işlerde.” Aldığım cevapla birlikte şaşırdım. Polis arkadaşının olduğunu bilmiyordum. Onaylayarak önüme döndüm.
Yaklaşık yarım saat süren yolculuğun ardından şirkete tekrar ulaştığımızda tek başıma odaya çıkmaya başladım. Koridorda ilerlerken bakışlarım toplantı odasına doğru takıldı. Şirketin hisseleri üzerime geçtiğinde, şirket ortaklarıyla yapılan toplantı sonrası Boran’ın telefon konuşmasına şahit olduğum odaydı ve şimdi o adam, Adnan Aral orada telefonla konuşuyordu. Yaptığı illegal işlerle ilgili bir şey duyma umuduyla diğer odaya geçtim hızlıca.
Telefonda konuştuğu cümleleri net bir şekilde duyarken dikkat kesildim. "Beceriksiz herifler, bir işi de doğru yapın ulan!" Duyduğum cümle ile kaşlarım çatılırken telefonumu çıkardım hızla. Ellerim heyecandan titrerken ses kaydını açtım. “Bir işi beceremediniz bugün. Adamı yaralayın dedim, kılına bile zarar gelmemiş. Emredilen işi böyle yaparsınız parayı da alamazsınız. Boran o ihaleyi kazanırsa her şey mahvolur, o küçük şirket bünyesinde yaptığımız her şey sarpa sarar.”
Her kelimesi beynimde yankılandı. Duyduğum cümleler bir anda gördüğüm bütün resimleri değiştirdi. Nefesim düzensizleşti. İçimdeki tüm taşlar yerinden oynamıştı artık. O an biliyordum: Her şey sandığımdan çok daha karışıktı… ve çok daha tehlikeli. Daha ne kadar ileri gidebilir dedikçe daha ileri gidiyordu.
Babam başka bir şey söylemeden telefonu kapattığında hiç beklemeden odadan çıktım. Zihnimde ne yapmam gerektiğine dair sorular uçuşurken adımlarımı hızlandırarak odama ilerledim. Ancak daha yarı yolda ismimin seslenilmesiyle olduğum yerde kaldım. “İnci?”
Bölüm Sonu
‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz, sevdiniz mi?
‣‣‣ İnci ve Boran sahneleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
‣‣‣ Yazarın anlatımından Boran’ın duygularını okuduk, hoşunuza gitti mi?
‣‣‣ İnci’nin psikolog sahnesi nasıldı? Ve tabii Güney ile dertleşmesi. Kendi içinde bir şeyleri kabullendi sanki ne dersiniz?
‣‣‣ Son sahne hakkında ne düşünüyorsunuz, Adnan yaptı yine yapacağını. Sizce İnci’nin orada olduğunu gördü mü? Neler olacak?
‣‣‣ Bizimkilerin hali ne olacak sizce? İnci ne zaman itiraf edecek hislerini var mı tahmininiz?
Bölüme başlamadan önce bahsettiğim konuya gelmek istiyorum. Önümüzdeki iki hafta finallerim var ve bir sonraki bölümümüz iki hafta sonra gelecek. Finallerden sonra da stajım var ne yazık ki. Yani bölüm yazmakta çok zorlanacağım anlamına geliyor bu. Zaten bu aralar bölüm yazmakta çok zorlanıyordum. Hem vakit sıkıntısı, hem mental olarak hissettiğim yorgunluk… O yüzden artık haftada bir kez bölüm atamayacağım. Belki 2 belki 3 haftada gelecek bölümler. Yani ne zaman yazabilirsem. Kısacası ara vereceğiz gibi duruyor…
Hayal kırıklığı oldu biliyorum. Hepinizden özür dilerim bunun için. Özellikle binlerce kişinin okumasına rağmen bana değer verip oy veren 160-170 kişi ve yorum yapan iki elin parmağını geçmeyen okuyucularımdan ayrı ayrı özür dilerim. Desteğiniz için minnettarım. Hepiniz benim için çok kıymetlisiniz. Her şey için teşekkür ederim, kendinize iyi bakın…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 34.23k Okunma |
4.62k Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |