
🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar...
🖇️ Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen...
18.Bölüm
Telefonda konuştuğu cümleleri net bir şekilde duyarken dikkat kesildim. "Beceriksiz herifler, bir işi de doğru yapın ulan!" Duyduğum cümle ile kaşlarım çatılırken telefonumu çıkardım hızla. Ellerim heyecandan titrerken ses kaydını açtım. “Bir işi beceremediniz bugün. Adamı yaralayın dedim, kılına bile zarar gelmemiş. Emredilen işi böyle yaparsınız parayı da alamazsınız. Boran o ihaleyi kazanırsa her şey mahvolur, o küçük şirket bünyesinde yaptığımız her şey sarpa sarar.”
Babam başka bir şey söylemeden telefonu kapattığında hiç beklemeden odadan çıktım. Zihnimde ne yapmam gerektiğine dair sorular uçuşurken adımlarımı hızlandırarak odama ilerledim. Ancak daha yarı yolda ismimin seslenilmesiyle olduğum yerde kaldım. “İnci?”
İğrenerek arkamı döndüğümde hissettiğim sadece iğreti değildi. Adnan Aral’dan o kadar nefret ediyordum ki artık bu nefret kalbimden taşacaktı neredeyse. Bana yaptıkları yetmemişti bir de Boran’a bulaşıyordu artık. Tabii bir de gerginlik vardı, içeride olduğumu gördüyse ne olacağını kestiremiyordum.
Ne var dercesine gözlerine bakarken gergince yutkundum. Adnan Aral yavaş adımlarla bana doğru yaklaştığında tekrar konuştu. “Celp geldi bu sabah elime.” Dediğinde dudaklarımın arasından rahat bir nefes verdim. En azından onu dinlediğimi anlamamıştı. Başımı sallayarak karşılık verdim. “Söylemiştim sana paranı ödemezsen olacakları. Bu ilk adımdı, sonraki adımın ne olduğunu biliyorsun.”
“Vereceğim paranı bugün, dolar olarak hazırlatıyorum. Saat 21.00 gibi dedenin av köşkünde buluşalım.” Dediğinde kaşlarımı çattım. “Buraya getir parayı.” Dediğimde başını iki yana salladı. “Söyleyeceklerim var.” Cümlesiyle birlikte omuz silktim bende. “Burada söyle o zaman.”
Adnan Bey başını hafifçe eğip dudaklarının kenarına alaycı bir tebessüm yerleştirdi. Gözlerini gözlerimden ayırmadan birkaç adım daha yaklaştı. Artık aramızda neredeyse hiç mesafe kalmamıştı. Gerginliğimi fark ettiğini anlamıştım ama bunu kullanmaktan da çekinmiyordu.
"İnci." dedi, adımı öyle bir tonla söyledi ki içinde hem uyarı hem de merhamet vardı. "Her şeyin konuşulabileceği yer burası değil. Biliyorum, bana güvenmiyorsun. Ama sadece parayla ilgili değil söyleyeceklerim."
Kaşlarımı çattım cümlesiyle. "Ne demek değil? Parayı istedim, sende vereceksin. Daha neyin peşindesin?"
Adnan Bey derin bir nefes aldı, bir an için bakışlarını yere indirdi sonra tekrar bana döndü. "Konu sadece para değil, konuşmamız gerekenler olduğunu sende biliyorsun. Sana vermem gereken bir şeyler var.”
Şaşırmıştım. Bu kadar yumuşak bir ses tonu beklemiyordum ondan. Her zaman tehdit, baskı, hesap sorma… Ama şimdi sanki başka biri vardı karşımda. Önemi de yoktu zaten bu halinin. Konuşmamız gereken şeyler yoktu, ben her şeyi kafamda silmiştim ama vermesi gerekenler neydi onu merak ediyordum.
“İyi.” Dedim kabullenerek. Ardından başka hiçbir şey söylemeden odama doğru ilerlemeye devam ettim.
Adımlarım koridorda yankılanırken Adnan’ın bakışlarını hâlâ sırtımda hissediyordum. Kapımı kapatırken içimde garip bir huzursuzluk kıpırdadı. Bu sadece para meselesi olsaydı, çoktan çözülürdü. Bambaşka bir şey vardı bu işin içinde.
Odamda pencerenin önüne geçip dışarıya baktım. Gün henüz batmamıştı ama gökyüzü ağır bir griye bürünmüştü. Tıpkı içimdeki his gibi…
*****
Saatler sonra aracımdan indiğimde bakışlarım evin önündeki Boran’ın arabasına takıldı. Normalde eve ilk ben gelirdim ancak bugün mesaiye kalmıştım. Zaten bir saate kadar tekrar çıkmam gerekiyordu çünkü dedemin av köşkü buraya bir saat uzaklıktaydı.
Eve girmeden önce adımlarımı müştemilata doğru atmaya başladım. Fatih’i merak ediyordum. İçimde ona karşı kocaman bir minnettarlık duygusu vardı ve bu uzun bir süre daha geçmeyecekti. Müştemilatın kapısına doğru yaklaştığım sırada hemen yan tarafından gelen konuşma sesleriyle adımlarımı oraya doğru attım. Zira konuşma seslerinin arasında Fatih’inde sesi vardı.
Görüş açıma Fatih, Tuncay ve iki koruma daha girdiğinde gülerek bir şeyler konuştuklarını duydum. Ancak ben görüş açılarına girdiğimde beni ilk gören Tuncay olmuştu ve anından ayağa kalkmıştı. Onun kalkışıyla birlikte hepsi bana dönmüş ve şaşkınlıkla ayağa kalktıktan sonra önlerini iliklemişlerdi saygı için. Sadece Fatih bedenini saran ve yapılı vücudunu ortaya çıkartan siyah bir tişört giymişti. Takım elbisenin dışında ilk defa görüyordum bu halini.
“Yenge?” Şaşkın bir şekilde bana bakarlarken küçük bir tebessüm ettim. “Rahatsız olmayın lütfen.” Yine de benim dediğimi dinlemeyerek ayakta dikilirlerken yüzüme bile bakmıyorlardı. “Bir şey mi oldu, Boran abim nerede?”
Fatih’in sorusuna karşılık cevap verdim. “Boran nerede bilmiyorum, ben sana bakmak için gelmiştim Fatih ama hata yaptım sanırım. Benim yüzümden hazır ola geçtiniz.” Dedim şakacı bir tavırda. Ardından elimle işaret ettim sandalyeyi. “Oturun lütfen, benim yüzünden rahatsız olmayın. Sadece sana bakıp gidecektim.”
Fatih rahat bir nefes verirken oturmayacağını anlayarak konuştum. “Kolun nasıl oldu?” Üzgün gözlerle koluna doğru bakarken içimdeki vicdan azabı büyüktü. Bunu yapan kişinin bir zamanlar baba dediğim adam olması içimdeki acıyı artırıyordu. “Hiçbir sorun yok yenge, merak etme. Oturmaz mısın, ayakta kaldın. Çocuklar sana da çay getirsin.”
Tuncay başıyla korumalardan birine emir verirken hızla itiraz ettim. “Yok hiç zahmet etmeyin, eve geçeceğim.” Diyerek Tuncay’a baktıktan sonra tekrar Fatih’e dönerek konuştum. “Çok zorlama kolunu, dikişlerin falan açılır maazallah. Hatta birkaç gün izin kullan bence.” Diye kendi fikrimi dile getirdiğimde Fatih küçük bir tebessüm etti. “Sağ ol yenge, düşünmen yeter. Boran abi de teklif etti ama ben iyiyim, izne gerek yok.”
“Peki o halde.” Dedim tebessümle. Ardından onları daha fazla rahatsız etmemek için ekledim. “Ben gideyim, sizde çayınızı soğutmayın.” Fatih baş selamı verirken selamını alarak müştemilattan uzaklaşmaya başladım.
Evimize ulaştığımda anahtarla kapıyı açıp içeri girdim ve içeri girdiğim an koskocaman bir sessizlik karşıladı beni. Yavaş adımlarla üst kata çıkarken bir an için duraksadım. Boran neredeydi acaba? Odama ilerlemeden önce bakışlarım onun odasının kapısına takıldı. Kapısı kapalıydı, acaba içeride miydi?
Bugün başına gelenlerden sonra içimde bambaşka bir korku oluşmuştu, kaybetme korkusu... Hayatımda değer verdiğim insan sayısı iki elin parmağını geçmezken hayatıma yeni giren adam için korkuların en büyüğünü yaşamıştım belki de. Bunu ona da hissettirmek istemiştim. Ben aslında Boran’a duygularımı da hissettirmiştim bunu yaparken. Çünkü insan değer verdiği biri için bu kadar korkar ve endişelenirdi.
Hayat kısaydı, birini kırmak, reddetmek için çok kısaydı. İnsan hayatını yaşamalıydı. Danışanlarıma bile bunu söylerken kendim uygulayamıyordum. Kendi içimde kararsızlıklarım varken Boran’ evet dersem ona haksızlık olur muydu? Biliyordum o buna bile razı olurdu.
"Buradayım." Boran’ın sesini duyduğum an irkilirken düşüncelerimden çıkmam bir oldu. Onun kapısına bakarak düşüncelere dalmıştım. Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde çalışma odasının kapısında dikildiğini gördüm.
Bakışlarım istemsizce vücudunda gezindi, bugünkü kurşunun ona gelme ihtimali tekrar zihnime düşerken içime dolan acıya engel olamadım. Bunun babam yüzünden olduğunu bilmek vicdanımı daha çok sızlatıyordu.
Boran bakışlarımdan ne düşündüğümü anlamış olacak ki bana doğru adım attı. "İyiyim, öyle bakma artık." telkin edercesine konuşup bana bakarken dudaklarımı birbirine bastırdım. Söylenildiği kadar kolay değildi. "Elimde değil."
"Bunu bana neden yapıyorsun İnci?" Cümlesiyle kaşlarım çatılırken anlamaya çalışırcasına baktım ona doğru. Ne yapıyorum dercesine başımı iki yana sallarken Boran devam etti sözlerine. Gözleri öfkeyle değil, incinmişlikle doluydu. "Yapamam diyorsun. Ama aynı anda gözlerin… Sanki beni bırakmanı istemiyor. Sanki ben gidecek olsam tutacaksın kolumdan."
Yutkundum. O kadar haklıydı ki… ama cümle kuramıyordum. İçimde hissettiğim şeyler, dilime dökülmüyordu. "Ben..." dedim ama ne söyleyeceğimi bilmiyordum. "Sadece… kafam karışık."
"Hayır," dedi Boran. “Kafan değil, kalbin karışık. Çünkü o da benim gibi mücadele ediyor. Ama sen onu susturuyorsun.” Ciddi bir şekilde söyledikleri içime işlerken yutkundum. Gerçekleri yüzüme vurması bir yandan iyiydi, bir yandan ağır geliyordu.
"Sana yaklaştıkça korkuyorum," dedim. "Çünkü içimden bir ses, bir gün her şey bitecek diyor. Sen gideceksin. Ya da ben..." Boran gözlerini kısmadan baktı bana. "Gitmeyeceğim dedim. Ama sen inanmıyorsun."
“İnanmak istiyorum,” dedim anında gözlerim dolarak. “Ama ne zaman güvensem, hayat benden bir şey alıyor.” Bu böyleydi. Özellikle babam tarafından bu kadar yıpranmışken bu böyleydi.
"Ben sana zarar vermek için burada değilim İnci," derken sesi artık daha yumuşaktı. "Ama sen, sanki her sevgide bir tehdit arıyorsun." O an sustum. Beni en derin yerimden vurmuştu. Aslında her şeyi biliyordu, her şeyi bildiği halde bana bunu söylüyordu. “Beni kaybetmekten korkuyorsun ama kendin kayboluyorsun İnci. Hangimiz dayanır böyle bir şeye?” Dudaklarım titrerken haklılığı karşısında cevapsız kaldım.
Yanağıma doğru süzülen gözyaşıyla bakışlarımı Boran’dan kaçırırken elini nazikçe yanağıma yasladı. Akan gözyaşımı başparmağı ile temizledikten sonra çenemden tutarak başımı kaldırdı ve göz göze gelmemizi sağladı. O kadar derin bakıyordu ki sanki tüm acımı görüyordu. “İnci,” dedi fısıltı gibi bir sesle, “Kendinle bu kadar savaşma artık. Ben buradayım. Seni sen olduğun için sevdim, korkularınla, geçmişinle, her şeyinle.”
Gözlerim dolmuştu ama bu seferki yaşlar acıdan değil, bir şeylerin çözülmeye başlamasındandı. İlk defa biri, beni ben yaptığım her şeyle kabul ediyordu. Dudaklarımda titrek bir gülümseme belirdi. Diktiğim duvarlar bir bir yıkıldı.
Elini tutarken fısıldadım. “Birazcık zaman Boran, istediğim sadece zaman.” Kalbim ona evet demek için can atıyordu. Ama halletmem gereken bir şey vardı, babamla yüzleşmek. Onu da bugün yapacaktım. Cümlemle birlikte belli belirsiz başını salladı. Sessizliği, söylediklerimi kabullenişinin bir işaretiydi.
Babamla yüzleştiğimde daha kolay evet diyecektim Boran’a. Buna tüm kalbimle inanıyordum. Sadece tek gece gerekiyordu, yarın hepimiz için farklı bir gün olacaktı...
◔◔◔
Bir saat sonra evden tekrar çıkmıştım. Çıkmadan önce Boran ile karşılaşmıştım ve ona ofise gideceğimi söylemiştim. Sorgulamamıştı, sadece onaylamıştı beni. Evden çıktıktan sonra da direkt arabama binerek evden ayrılmıştım. Ne Mert’e haber vermiştim ne de başka bir korumaya. Ancak muhtemelen ben bahçeden çıkar çıkmaz korumasız çıktığım Boran’a haber verilmişti ve Boran, Mert’i ofisime yollamıştı. Benim orada olmadığım belli olduğunda kıyamet kopacaktı. Ancak tüm bunları göze almıştım.
Arabadan inmeden önce etrafıma dikkatle bakarken yutkundum. Karanlıktı, orman korkutucu görünüyordu. Evin bir tarafı ormana bakarken diğer tarafında geniş bir alan vardı ancak sonrası denize karşı olan bir uçurumdu. Bu riski göze alarak gelmiştim. Tüylerim daha şimdiden ürpermeye başlamıştı. Arabadan inmeden önce ilk olarak herhangi bir aramaya karşılık telefonumu rahatsız etmeyin moduna aldıktan sonra ses kaydını açıp taş yolda yürümeye başladım.
O adamın arabası etrafta görünmüyordu, bu beni daha çok gererken denizi net bir şekilde görebileceği bir açıda, uçuruma yakın olan kısımda dikildiğini gördüm. Güçlü adımlarla ona doğru ilerlerken taşların çıkardığı sesle bakışlarını bana doğru çevirdi ve yanıma doğru adımlamaya başladı.
“Buluşmak için daha iyi bir yer seçemezdin, basın buraya gelemez.” Derken sesimin alaylı çıkmasını engelleyemedim. Onlardan o kadar korkuyordu ki. Bakışlarımı ondan çekerek denize doğru çevirdiğimde sakin olmaya çalıştım. “Basın, kocan, herhangi biri…” dedi bana bakmadan.
Bakışlarımı tekrardan ona doğru çevirdiğimde kaşlarım çatıldı. “İki lafından biri kocam, sende açtığı yara çok derin sanırım.” Derken sesimdeki alaycılığı bozmadım. Ondan korkmadığımı gösterecektim. Cümlemle birlikte onun da kaşları çatılırken gözlerindeki hırsı görmemek imkansızdı. “Yaram yok ama sevmem içinde geçerli bir nedenim olduğu söylenemez.”
Acımasızca kurduğu cümle ile göz devirdim. Boran’dan korktuğu o kadar belliydi ki. En önemli sırrını biliyordu. “Doğru ya, sen beni kabullenmemiştin. Kocamı kabullenmeni beklemek saçmalık.” Dediğimde başını salladı. “Bir şeyleri anlamışsın.”
Gözlerinin en içine doğru bakarken midemde bir bulantı hissettim. O kadar nefret ediyordum ki ondan anlatamazdım. Karşımdaki bir katildi, mafyaydı, pisliğin tekiydi. O ise benim gözlerime uzun uzun bakamıyordu bile. “Parayı ver, bu iş bitsin.”
“Bu kadar paragöz olacağını düşünmezdim.” Mırıltıyla söylediği cümle sinirime dokunurken dişlerimin arasından konuştum. “O konuda kimse eline su dökemez merak etme. Ben sadece dedemin bana verdiği görevi layığıyla yerine getirmeye çalışıyorum.” Adnan cümlelerimi umursamadığını belli edercesine elindeki siyah para çantasını bana doğru uzattığında beklemeden elime aldım.
Ardından yere doğru koyarak içini açtım. Dolarları gördüğümde paradan emin olarak tekrar ağzını kapattım. “Asıl meseleye gelelim, ne verecektin bana?” dediğimde Adnan Aral bu sefer ceketinin iç cebine elini soktu ve bir zarf çıkardı. Zarfı bana doğru uzattığında parmaklarım zarfın kenarını kavradı ve o an içimi anlaşılmaz bir ürperti sardı.
Kısa bir tereddütten sonra dikkatlice açtım. İçinde birkaç kâğıt parçası ve paslanmış gibi görünen küçük bir anahtar vardı. “Bu ne?” meraklı bir şekilde ona doğru baktığımda bana bakmadan cevap verdi. “Annenle evimizin anahtarı.”
Sanki içime bir şey battı cümlesiyle. Kaşlarım çatıldı, nefesim boğazımda düğümlendi. Yıllarca... Bunca yıl boyunca böyle bir yer olduğunu bile bilmeden yaşamıştım. Belki annemi tanıyabileceğim, kokusunu bulabileceğim, ona dair tek bir iz taşıyan bir alan... Hepsini benden saklamıştı.
Her zaman yaptığı gibi yine en can acıtan şekilde, en suskun yerimden vurmuştu beni.
“Bunca yıl sonra… neden şimdi veriyorsun bunu bana?” dedim öfkeyle. Adnan Aral yine bana bakmazken her zamanki gibi umursamaz ve soğuk bir tonda cevap verdi. “Vermeyecektim, vermezdim de zaten. Annen istedi.”
Yutkundum. Bir an hiçbir şey söyleyemedim. Ama içimde kabaran şey sadece öfke değildi. Acıydı.
Bir çocuğun babasından bir ömür beklediği sevgiyi, merhameti hiç ama hiç bulamayışının acısıydı bu. Gözümün önüne dolan anılar gözlerimi doldurdu… çocukluğum boyunca suskunlukla cezalandırılışım, sevilmediğimi hissettikçe içe kapanışım… Ne zaman gözlerinin içine baksam orada bir boşluk bulurdum ve o boşluk, bir çocuğun taşıyamayacağı kadar soğuktu.
Başka hiçbir şey söylemeden yanından uzaklaşmak isterken dayanamayarak konuştum. Madem burada baş başaydık her şeyi konuşmalıydık. Kendime bir söz vermiştim, içimdeki onu bitirecektim bugün. “Gözlerime iki saniyeden fazla bile bakamazken annemin mezarına ziyarete gidebiliyor musun?”
Cümlem onda tokat etkisi yaratmış olacak ki irkildi. Bense devam ettim. “Mezara gidip İnci’yi bugün biraz daha hırpaladım, biraz daha aşağıladım, bugün de ona sevilmediğini hissettirdim diyorsundur herhalde. Çünkü gidecek yüzü nereden buluyorsun bilmiyorum.” Derken sesimi güçlü tutmaya çalıştım. Annemi çok severken bana yaşattıkları… Açıklamasını yapamıyordum bile.
“Kes sesini, paranı aldın. Defol git.” Dişlerinin arasından konuşurken içim öfkeyle doldu. Ciğerlerime derin bir nefes alırken susmadım. “Yeni doğmuş bir bebek sana ne yapmış olabilir ki sen bu kadar nefret doldun ona, sevmedin? Annemin gözlerine benziyor diye gözlerime bile bakmaktan acizsin. Bir insan bir insanı seviyorsa ondan olan parçaya nasıl bu şekilde davranır?”
Esen rüzgâr saçlarımı uçururken yüzüne nefretle bakmaya devam ettim. Adnan’ın yüzündeki öfke yerini başka bir duyguya bıraktı sanki o an. Özlem görür gibi oldum, belki suçluluk ama o bunları hissedemeyecek kadar bencil biriydi bunu bildiğim için onu analiz etmeyi bırakıp konuşmaya devam ettim. “Sadece doğdum, nefes aldım. Bu muydu suçum? Doğmak mı?”
“Anneni aldın sen benden.” Suçlayıcı bir biçimde konuştuğunda dişlerimi sıktım. Annemi ben öldürmemiştim. “Ben değil hayat aldı onu!” Boğazımda oluşan düğüm nefesimi kesti. Elimde olsaydı asla doğmak istemezdim. Asla bu hayatı seçmezdim. Annemin öldüğü gün doğmak istemezdim, böyle bir babaya sahip olmak istemezdim.
“Her sabah sen ağlarken… o ağlamıyor diye nefret ettim senden. O değil de sen yanımdaydın, aynı evin içindeydik her dakika nefretim harlandı. İstemedim, aldırsın istedim seni. Öleceğini bile bile doğurmak istedi.” Hiç bilmediğim gerçekler tokat gibi yüzüme vururken kalbimde kocaman bir ağrı oluştu.
Bunları hiç bilmiyordum. Öleceğini bile bile beni doğurmak istemesi… Hiç düşünmemiştim bunu. “Her gün gözlerinde onu gördüm, gülüşünde onu gördüm.” Tükürürcesine suratıma gerçekleri haykırırken yutkunmaya çalıştım. Anneme benzediğimi biliyordum zaten. “İliğimle kemiğimle nefret ettim, sen ölseydin o yaşasaydı dedim içimden.”
“O yüzden mi öldürmek istedin beni?” dedim acı çekercesine. Gözlerim istemsizce dolarken o güldü. Bu gülüş daha da yaktı canımı. Tırnaklarımı avuç içime bastırırken cevap verdi. “Rakibim olman yeterli bir sebepti.” İşte bu itiraftı, beni öldürmek istediğini kendi ağzıyla itiraf ediyordu. İyi ki ses kaydını açmıştım.
Amacım bu olsa da gerçekleri tekrar duymak acı vermeye başlamıştı. Kalbim yerinden sökülmüşçesine acımaya başlamıştı. Nasıl bir psikoloji içindeydi ki kızını rakibi olarak, sevdiği kadının katili olarak görüyordu?
“Ne annemin ölümüne ben sebep oldum ne de şirketin başına geçmeyi ben istedim.” Sakince söylediğim cümle onu daha da sinirlendirmiş olacak ki bağırdı. “Sen doğdun annen öldü, sen doğdun annem öldü, sen doğdun kıymetli oldun, bunca emeğimin üzerine çöktün! Daha ne yapabilirsin ki!?” Beni suçlayacak o kadar sebebi vardı ki gözü tüm bunlarla kör olmuştu resmen.
Başımı iki yana sallarken yanağıma doğru akan yaşı temizledim hızla. “Annem beni doğurdu, bu dünyadan gitti. Ama senin annenin ölümü belki de senin yüzündendi.” Babaannemin kalp krizi geçirip vefat ettiğini biliyordum. Onun bana davrandığı şekilde suçlayıcı bir şekilde konuşurken ekledim. “Belki de senin yaptıklarına dayanamadı yüreği, ne dersin?”
“Ne diyorsun lan sen!” Öfkesi daha da artarken elini beline doğru attı ve hiç gocunmadan tabancasını çıkardı. İşte beklediğim hamle de gelmişti. Tabancayı göz hizama doğru kaldırdığında gözlerimi kırpmadım. Kalbim korkudan hızlı hızlı atıyordu ama bunu ona yansıtmadım. Sadece artık kalbimde onun için bir ekmek kırıntısı kadar olan sevgi ve umudun bitmesine izin verdim.
“Yap hadi.” Dedim üzerine giderek. Omuz silktim. “Vur, istediğin öldürmekti zaten. Başkasına yaptırma, kendin yap. Gözlerime bakarak yap ama.” Titreyen bir sesle konuşurken yüzüne bakmaya devam ettim. “Annem öldü, sen onun gidişiyle beni gömdün zaten. Şimdi hiç düşünme, gerçek anlamda göm beni. Ne sen uğraş ne ben uğraşayım.”
Gözlerinin içine içine bakarken o da bakışlarını çekmedi bu sefer. Elleri titriyordu. Belki birilerini acımasızca öldürüyordu ama bu sefer eli titriyordu. “Vur beni, bitsin nefretin. Şirketin başına geç.” Dedim kararlılıkla. Ardından ekledim. “Ama şunu unutma annemden kalan tek parçayım ben ve sen onu yok etmek istiyorsun.” Gözlerimden istemsizce birkaç damla yaş süzülürken tüm vücudum titremeye başladı.
Yine de vazgeçmedim. Ona doğru bir adım daha attım. Silahın namlusu alnıma neredeyse değecek gibi olduğunda tutup kalbime doğru yasladım namluyu. “Vuracaksan buradan vur, kalbimin acısını dindir.” Dedim acıyla. Onun yüzünden ben değer verdiğim adama tam manasıyla güvenemiyordum, onun yüzünden her şeyi sorgular olmuştum, onun yüzünden çok acı çekmiştim, çocukluğumu yaşayamamıştım, gençliğimi yaşayamamıştım.
“Keşke… keşke her şey farklı olsaydı.” Sesinin ilk defa titrediğini duydum o an. Acıyacak değildim ona. Asla acımazdım. Karşımdaki bir caniydi. Ama son cümlem kalbine dokunmuş olmalıydı. Annem söz konusu olduğunda farklı birine dönüşüyordu.
“İnci!” Duyduğum haykırış sesiyle tüm dikkatim dağılırken duyduğum sesin zihnimin bir oyunu olup olmadığını sorguladım. Karşımdaki adam da duymuş olacak ki o da düşüncelerinden sıyrılıp geriye doğru bakarken başka bir ses duyduk. “At silahını Adnan Aral! Etrafın sarıldı!”
O an etrafımızı polislerin çevrelediğini gördüm. Burnumdan nefes vererek rahatlarken kurduğum oyunun başarılı olduğunu düşünmek içimi ferahlatmaya yetmişti bile. Adnan yakalandığını anladığında gözlerini bir saniye bile benden çekmezken eli tetikte durmaya devam etti. Ateş etse de sorun değildi, çelik yelek vardı çünkü üzerimde. Bile bile kalbimin üzerine yaslamıştım namluyu.
Flashback
Babamla konuşurken zihnimde bir fikir filizlenmişti. Belki de bu bir oyundu; ama Boran’ın sözleri hâlâ kulaklarımdaydı… ‘Tek yapabileceğim şey belki de onların cezalarını çekmesini sağlamak. Başta da senin baban. Tek senin için değil, hayatı mahvolan insanlar içinde birinin bir şey yapması gerekiyor.’ Fırsat ayağıma gelmişti ve ben Boran’ın söylediği gibi herkes için bir şeyler yapmak zorunda hissediyordum kendimi. Özellikle de Boran için. Ona yaptığı şeyi, onun yüzünden Fatih’in yaralanmasını hazmedemezdim.
O yüzden odama geçer geçmez ilk yaptığım şey telefonumdan Mert’in bana söylediği gibi Kadıköy emniyet müdürlüğüne bakmak olmuştu. Adresi bizim şirkete yakındı. Yakınlarında kuaför olup olmadığını araştırdıktan sonra birkaç arka sokağında kuaför olduğunu görerek planlarımı ona göre yapmıştım. Mert benim yanımdan asla ayrılmazdı, tek ayrılacağı yer kuafördü. O yüzden ilk aklıma gelen bu olmuştu. Eğer çıkabilirsem kuaförden çıkıp emniyete gidecektim ve Adnan Aral’ın tutuklanması için gerekli olan şeyleri konuşacaktım Ömer Bey ile.
Ne Mert, ne abim, ne Boran… Kimseye haber vermeden kendim halledecektim. Haber verdiğim an beni dinlemezlerdi çünkü. Kendi istediklerini, kendi bildiklerini yaparlardı. Beni korumak için olduğunu biliyordum ama bu hayat müşterekti.
Mesai bitmeden önce odadan çıkarak kapının önündeki Mert’le karşı karşıya geldiğimde konuştum. “Kuaför randevum vardı, unutmuşum. Çıkmam lazım.” Dediğimde Mert beni onayladı. Bense Bilge’ye doğru döndüm. “İki saate kadar gelirim ben, sen toplantılarımı erteleyebilirsen sonrasına ertele Bilgeciğim, ek mesai yapacağım.”
Bilge beni onayladığında Mert ile şirketten çıktık. Ona kuaförün adresini verdiğimde sorgulamadan beni götürmeye başladı. Kalbim göğsümde gürültüyle çarpıyordu. Ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum ama yapmam gereken belliydi. Derin bir nefes aldım, camı araladım.
Kuaföre yaklaşırken içimdeki huzursuzluk daha da artmaya başladı. Olasılıkları düşünüyordum. Ya Ömer Bey beni ciddiye almazsa? Ya söylediklerim yeterli delil sayılmazsa? Ya Adnan Aral yine paçayı kurtarırsa? Tüm bu soruların ağırlığı omuzlarımı çökertecek gibiydi. Ama duramazdım. Boran’ın yüzü gözümün önüne geldiğinde her şey netleşiyordu. Bu sadece benim değil, pek çok insanın hikayesiydi artık.
Mert aracı yavaşlattığında sokağın köşesindeki kuaför tabelasını gördüm. Şu ana kadar her şey planladığım gibiydi. Kuaförün hemen yanında kafe vardı, eğer işler planladığım gibi gitmezse işime yarayabilirdi.
“Ben burada inerim,” dedim, kapı koluna uzanırken. “Biraz erken geldik ama sorun değil.”
Mert başını salladı. “Ben sizi dışarıda beklerim.” Dediğinde cevap verdim. “Biraz uzun sürebilir. Zaten toplantılarım ertelendi. Sen dinlen biraz.” dedim gülümsemeye çalışarak. Mert ise bana doğru bakıp reddetti. “Sorun değil, ben arabada beklerim. Şurada park yeri var, oraya çekeceğim.” Derken ileriyi işaret etti. Kuaförden uzaktı. O oraya giderken bende kaçabilirdim belki.
Mecburen onaylarken arabadan inip kuaföre girmiş gibi yaptım. Mert arabayla ilerlerken ben içeridekilerle kısa bir bakışma yaşayıp randevum olmadığını, yanlışlıkla geldiğimi söyleyip çıktım. Ardından Mert’in beni görmediğine emin olarak başımı önüme eğip hızlı adımlarla arka sokağa yöneldim. Telefonumu cebimden çıkarıp haritaya bir kez daha göz gezdirdim. Emniyet müdürlüğü iki sokak ötedeydi.
Kalbim bu kez hızla değil, düzenli ama sert atıyordu. Kararlıydım. Korkum vardı, evet. Ama her şeyden çok, bu suskunluğun artık kırılması gerektiğini biliyordum. Kimsenin konuşmaya cesaret edemediği şeyleri ben konuşacaktım.
Nefes nefese emniyet müdürlüğüne geldiğimde kapıdaki görevli polis memuruna Ömer Duman ile konuşmak istediğimi söyleyerek beklemeye başladım. Tedirgince yerimde kıpırdanırken Ömer beyin görüş açıma girişiyle birlikte sakin olmaya çalıştım. O ise beni gördüğüne çok şaşkındı. Şaşırması gayet doğaldı. Daha birkaç saat önce görmüştü beni ve şimdi karşısına çıkmıştım.
“İnci Hanım?” meraklı bir tınıda konuşup bana bakarken mırıldandım. “İyi günler Ömer Bey, sizinle bir şey konuşmak istiyorum eğer müsaitseniz.” Nazik bir tonda konuşurken Ömer bey hafifçe kaşlarını çattı. “Konuşalım.” Derken eliyle odasını işaret etti. Normal bir polis memuru benimle konuşmazdı, bilerek Boran’ın tanıdığı birini seçmiştim. Şansım yaver gitmişti.
Odasına girdiğimizde eliyle masasının önündeki sandalyeyi işaret etti ve kendisi de yerine geçerek oturdu. “Boranlar az önce çıktı, bir sorun yok değil mi?” dediğinde duraksadım. İyi ki karşılaşmamıştık. Karşılaşsaydık her şey berbat olurdu.
“Bir sorun yok, aslında buraya geldiğimden Boran’ın haberi yok. Olmaması da gerekiyor.” Dediğimde iyice kaşlarını çattı. Sorgularcasına bana bakarken telefonumu çıkardım ve ses kaydını açarak dinletmeye koyuldum.
Ömer Bey bir süre ses kaydının bitmesini bekledi. Gözlerini benden ayırmadan, bir yandan düşünür gibi dudaklarını birbirine bastırmıştı. Kaydın sonunda sessizlik birkaç saniyeliğine odayı sardı. Masanın üstüne yaslanarak parmaklarını birleştirdi.
“Bu ses... Adnan Aral?” diye sordu alçak bir sesle. Kayıttaki sesin doğruluğundan neredeyse emindi. Gözlerinde yılların getirdiği şüphecilik ve refleksif kuşku vardı. Başımı hafifçe salladım. “Evet. Ama biliyorum, mahkemede bu yeterli değil. Zaten bunu sunmak için değil, ne yapabileceğimizi konuşmak için geldim.”
Bir an durdu, sonra yavaşça arkasına yaslandı. “Ne yapmak istiyorsunuz İnci Hanım?” diye sordu. Bu, öylesine sorulmuş bir cümle değildi. İçinde hem riskin hem çözüm arayışının yükü vardı.
Yutkundum. Hazırlıklıydım ama yine de bunu yüksek sesle söylemek zordu. Yine de devam ettim.
“Adnan Aral, çok dikkatli. Direkt yakalanamayacak kadar uyanık ama güvenilir olduğunu düşündüğü kişilere konuşuyor. Bu kayıt, onun ne kadar rahat konuşabildiğini gösteriyor. Benim onun yanına daha fazla yaklaşmam gerek. Belki yeni kayıtlar alabilir, bir şeyleri açık açık söylemesini sağlayabilirim ya da başka bir şey. Ama bunu tek başıma yapamam. Korunmam gerek ve bunun için sizin desteğinize ihtiyacım var.”
Ömer Bey, masadaki kalemi aldı, çevirerek oynatmaya başladı. Yüzündeki ifade sertleşmişti ama bir öfke değil, düşünce sertliğiydi bu. “Bu çok tehlikeli farkındasınız değil mi?”
Başımı yavaşça salladım. “Evet. Farkındayım. Ama başka türlü olmayacak. O her şeyi örtbas edecek kadar güçlü, susturacak kadar korkunç. Ben de onun yanında bu kadar sessiz kalırsam en az onun kadar suçlu olacağım.”
Ömer bey cümlemle sessiz kalırken kendi kendine düşünüyordu bundan emindim. Ancak ben devam ettim. “Bugün akşam bir buluşma ayarladım, baş başa olacağımız bir yerde. Konuşmak istediğini söyledi ancak başka bir planı var eminim. Daha önce beni öldürmeyi denedi ve tekrar deneyecektir.” Derken sesim titredi, bakışlarımı kaçırdım. Bir insanın babası hakkında bunları söylemesi utanç vericiydi.
Ömer Bey’in yüzündeki ifade bu kez değişti. Sertlik, yerini kısa bir irkilmeye ve ardından gelen derin bir endişeye bıraktı. Gözlerini üzerime dikti, sanki söylediklerimi tam olarak duyduğundan emin olmak ister gibiydi. “Ne demek öldürmeyi denedi?” dedi, sesi bu kez daha düşük ama keskin bir tondaydı. Bir polis değil, bir insan olarak sormuştu bu soruyu.
Yutkundum. Kelimeler dilimin ucunda acı bir zehir gibi birikti. “Bir araba kazasıydı. Herkes öyle sandı. Frenler boşaltılmış. Şikayetçi oldum ancak yerine başkası girdi içeri, kabul etmiyor.”
Ömer Bey arkasına yaslandı, elindeki kalemi bıraktı. Gözlerini gözlerime diktiğinde bu kez içinde sorgulayan değil, inanan bir bakış vardı. Ve o anda, onun da bir karar verdiğini biliyordum. “Bu akşamki buluşma yerini bana söyleyin,” dedi. “Sizi koruma altına alacağız ama görünmeden. Resmi değil, sessiz bir takip olacak. En ufak bir riskte müdahale ederiz. Eğer gerçekten size zarar vermeyi düşünüyorsa, bu bizim için bir kırılma noktası olur.”
Başımı salladım, çantamdan küçük not defterimi çıkarıp mekânın adını ve saatini yazdım. Kâğıdı yavaşça uzattım. “Burası. Akşam dokuzda gideceğim. Konuşturabilirsem konuştururum. Ne kadarını kayda alabilirsem, alacağım.”
Ömer Bey notu aldı, göz gezdirdi. “Yanına dinleme cihazı yerleştirilecek. Bir ekibim uzakta, müdahaleye hazır bekleyecek. Bende geleceğim. Ama sizi yalnız bırakmamız gerekecek.”
“Yalnız kalmaya alışığım,” dedim, acı bir gülümsemeyle. O an içimde bir şey netleşti: bu sadece bir plan ya da operasyon değil, benim için bir yüzleşmeydi. Ve sonucunun ne olacağını bilmesem de, bu yolu seçmiştim.
Ömer Bey başını salladı, ayağa kalktı ve kapıyı araladı. Dışarıda bekleyen bir memura döndü. “Teknik ekibi çağır. Operasyon başlıyor.”
Oturduğum yerden ayağa kalkarken mırıldandım. “Boran bunu bilmeyecek.” Dedim tekrar emin olmak için. Çünkü bilse asla izin vermezdi. Beni her şeyden korumak için çabalarken, benden bir şeyleri gizlerken benim her şeyi bilip kendimi tehlikeye sokmama, özellikle de tehlikeye kendi ayağımla gitmeme asla izin vermezdi.
“Boran’dan habersiz böyle bir şey yapmanız hiç hoşuna gitmeyecek. Muhtemelen çok sinirlenecek,” dedi sakince. “Belki bizi suçlayacak. Belki de senin sırtına bu kadar yük binmesine öfkelenecek. Ama bu kararı sen verdin, İnci ve bu yolda yürümek, senin cesaretin kadar iradene de bağlı.”
“Sinirlenecek biliyorum, çok kızacak. Ama ona söylersem benim yerime bir şeyler yapmaya çalışır. Onu tanıyorsunuz.” Dediğimde Ömer bey başını salladı. “Peki. Bu bizim sırrımız olacak. Operasyon tamamlanana kadar Boran’a tek bir kelime etmeyeceğiz.”
Tüm plan tamamlandığında emniyetten çıktım. Hızlı adımlarla kuaföre ulaştığımda tam köşesinden dönerken Mert’in hemen kapının yakınında beklediğini gördüm. Panik olurken etrafıma bakındım sakin olmaya çalışarak. Hemen yandaki kafenin arka girişi olduğunu gördüğümde oraya doğru ilerledim hızlıca.
Kafenin arka kapısından içeri girerken elim titriyordu. Derin bir nefes aldım, aynalardan birine göz ucuyla bakıp saçımı düzelttim. Rolümü iyi oynamam gerekiyordu. Bizim için birer tane kahve alarak kapıdan dışarı çıktığımda Mert hâlâ oradaydı, kaşları çatılmış, gözleri çevreyi tarıyordu. Beni görür görmez rahatlar gibi oldu ama yine de burnunun ucundaki şüphe kaybolmamıştı. Ona doğru yürürken yüzüme yorgun bir tebessüm yerleştirdim.
“Mert.” Dedim sesime sıradanlık katmaya çalışarak. “Sana da kahve aldım. Burada beklerken sıkılmışsındır.” Mert’e doğru kahveyi uzattığımda küçük bir tebessüm etti. “Teşekkür ederim.” Alışkındı, arada ona böyle jestler yapardım. Kahveyi alırken bakışları hâlâ üzerimdeydi. “İçeriden çıktığınızı hiç görmedim, bu kadar erken biteceğini beklemiyordum.”
İşte o beklediğim cümle gelmişti. Nefesim kesilir gibi oldu ama belli etmemeye çalıştım. “Arka çıkıştan çıktım. İçeride çok kalmadım zaten, sadece bir bakım yaptırıp çıktım. İçerisi çok kalabalıktı, biraz sıkıldım açıkçası.” Mert gözlerini kısıp bana baktı. Şüpheciliği işini iyi yapmasından kaynaklıydı, bunu biliyordum. Ama artık geriye dönüş yoktu, bu yalanı taşıyacaktım. “Tamam o zaman.”
Mert başını eğdi, daha fazla üzerine gitmedi. Ama ben onun sessizliğinde bile bir şeylerin farkında olduğunu seziyordum. Yine de Boran’a bir şey söylemediği sürece bu riski göze almalıydım.
Arabaya bindiğimizde içimde garip bir çelişki vardı. Mert’in sessizliği, Boran’ın muhtemel öfkesi ve babamla yüzleşmenin ağırlığı... Hepsi omuzlarımdaydı.
Saatler sonra buluşma saati geldiğinde ve ben evden kaçarak çıktıktan sonra soluğu emniyette almıştım. Sabah anlaştığımız gibi ince, kulak arkasına gizlenen bir mikrofon takılmıştı kulağıma ve bir de avuç içi kadar siyah bir kumanda verilmişti panik anında basmam için. Böylece hem beni dinleyeceklerdi hem de tehlike anında müdahale edeceklerdi. Zaten orada olacakları için müdahale etmeleri kaçınılmazdı. Sonra da çelik bir yelek getirmişlerdi. İnce, vücuduma tam oturan bir şeydi ancak ağırlığı çok fazla hissediliyordu. Evet, ağır ve rahatsızdı ama hayatımı kurtarabilirdi.
Tüm bu tedbirlerden sonra, üzerimde çelik yelek, kulağımda incecik mikrofonla, elimde kumanda, Adnan Aral ile buluşmak üzere bir bilinmezliğe doğru yola çıkmıştım. Kalbim hızla çarpıyor, adımlarımın sesi gecenin sessizliğinde yankılanıyordu. Her köşe, her gölge bir tehdit gibi üzerime çökerken, kendimi hem güçlü hem de kırılgan hissediyordum…
Flashback Son
Yanımıza gelen polis memuru Adnan’ın bana doğrulttuğu silahı alırken Adnan hamle yapmadı. Ancak bakışlarını da benden çekmedi. Bakışı bomboştu. Ne pişmanlık vardı, ne özür… Sadece yılların birikimi olan nefretin yorgunluğu vardı. “Buraya kadarmış.” Dedim acı bir şekilde. Ardından ekledim. “Ceza çekme sırası sana geldi.” Polis memurları ellerini arkadan kelepçelerken derin bir nefes verdim. Üzerimden o kadar büyük bir yük kalkmıştı ki.
Pantolonumun arka cebinden telefonumu çıkartıp ses kaydını kapatırken asıl odaklandığım hızlı adımlarla yanıma yaklaşan adamdı. Ona nasıl hesap vereceğimi, nasıl sakinleştireceğimi bilmiyordum. Sadece onun, abimin ve diğer sevdiklerimin canı için bunu yapmam gerektiğini biliyordum.
“Bizimle karakola gelmeniz gerekiyor.” Ömer bey bana hitaben konuşurken Boran’ın sesini duydum. “Siz götürün, geliyoruz biz arkanızdan.” Sert, tahammülsüz, otoriter… Sinirliydi ve haklıydı da. Ömer bey onaylayarak Adnan’ı götürürken polis memurları uzaklaşmaya başladı. Arkada büyük bir koruma ordusu vardı. Ancak sadece Mert ve Fatih bize yakındı.
Bakışlarım onlardayken aniden tutulup çekilmemle başım Boran’ın göğsüne yaslandı. Kalp atışlarının hızlı ritmi kulağıma dolarken kolları omuzlarımın üzerinden sıkı sıkı bedenime dolandı. Sanki birkaç saniye geç gelse beni kaybedecekmiş gibi sıkıca sarmıştı. Biraz önce korkudan titreyen bedenim güvenli limanına ulaşmanın rahatlığı ile gevşedi. Gözlerimi kapatarak üzerimdeki yükün kalkmasını fırsat bilip anın tadını çıkardım.
Ancak bu sarılma çok uzun sürmemişti. Sarılışı gevşerken gözleri gözlerimi buldu. Biraz önce Ömer’e takındığı o soğukluk bana bakarken de oluşmuştu, tabii bir de öfke vardı. “Sen ne yaptığını sanıyorsun!” Gözlerindeki öfke beni kırmak için değildi, kaybetmemek içindi bunu bildiğim için bağırmasını sorun etmeyecektim. “Nasıl tek başına gelirsin buraya! Nasıl haber vermezsin? Polisler, silahlar, dağın başı, uçurum! Sen beni delirtmek mi istiyorsun İnci!”
Bana bağırırken gözlerimin içine bakıyordu. Canım yanıyordu. Ama bu bağırışından kaynaklı değildi. Gözlerindeki o korkuyla karışık öfke, kırgınlığı, kaygısı, beni kaybetmekten bu kadar korkması kalbimi sıkıyordu.
“Vursaydı ya seni! Sen nasıl böyle bir şey yaparsın! Aklımı oynatacağım!” Elini saçlarının arasına geçirip benden bir iki adım uzaklaşırken üzerimdeki gömleğin düğmesini açtım ve çelik yeleğin görüş açısına girmesini sağladım. “Vursaydı bile bir şey olmazdı.” Diye fısıldadığımda dudaklarından alaylı bir gülüş döküldü. “Bu yelek kurtaracaktı seni, harika. Gerçekten harika çözüm.”
Ardından hazmedemediğini belli edercesine tekrar bağırdı. “Ulan yalan söylüyorsun bir de bana! Başına gelecekleri bile bile yalan söylüyorsun! Ne hale geleceğimi ne düşüneceğimi hiç mi umursamıyorsun! Ne yapıyorsun sen İnci!”
Cümleleri kulaklarımda çınlarken gözlerimi kapattım, saniyelik bir boşluk yarattım kendime. İçimdeki bütün duygular birbirine karışmıştı; korku, suçluluk, ama en çok da kalbimi ezen o bakışlar.
Onun sesi yükseldikçe, içimdeki sessizlik daha da derinleşti. Sadece bağırmıyordu… çırpınıyordu. Gözlerimi tekrar açtığımda, karşımda duran adam artık sadece öfkeli biri değildi. Yorgundu. Bitkindi. Ve her şeyden önemlisi... kırılmıştı.
“Sana haber veremezdim Boran, çünkü sana haber verdiğim an beni durdururdun.” Dedim. Ardından ekledim. “Kendim halletmem gerekiyordu, bu savaşı kendim vermem gerekiyordu. Sen zaten benim için yeterince düşman kazandın.”
“Her zaman olduğu gibi yine beni yok saydın.” Kırgınlıkla diline döktüğü cümle ile kaşlarım çatıldı. “Çünkü ben kimim değil mi?” dedi Boran. Artık bağırmıyordu ama her kelimesi daha da derine iniyordu. Kırgınlığı, öfkesinden sıyrılmış geriye sadece çıplak bir hayal kırıklığı bırakmıştı.
O an içimde bir şeyler kırıldı. Gözlerim doldu ama kendimi tutmaya çalıştım. Sözleri hem haklıydı hem haksızdı, yanlış anlıyordu. Ona doğru yavaşça adım attım. “Hayır…” dedim fısıltıyla. “Senin kim olduğunu bildiğim için, bendeki yerini bildiğim için yaptım bunu Boran. Seni korumak istedim, çünkü seni kaybetmekten çok korktum ben. Sana sırt dönmedim. Sadece seni korumak istedim. Ve artık geçmişimi geride bırakmak…”
O adamla yüzleşmiştim, bize verebileceği zararlardan kurtulmuştum. Evet yeni yüklerimde olmuştu ama en büyük yükü sırtımdan atmıştım ve önemli olan da buydu.
Ellerim yanaklarına uzanırken yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Gözlerinin en içine bakarken mırıldandım. "Buradayım, iyiyim, sende iyisin. Birlikteyiz. Her şey bizim içindi Boran, ikimiz içindi." Sözlerimle sakinleştiğini hissederken gözlerime baktı. Biraz önceki sert ifade yerini umut dolu bir bakışa bırakmıştı. Derin bir nefes alırken dudakları aralanır gibi oldu ancak bir şey söylemedi.
Bense bu sefer göğüs kafesimi delmek istercesine atan kalbimi dinleyerek parmaklarımın üzerine yükseldim. Hiç tereddüt etmeden gözlerimi kapatırken dudaklarımı dudaklarına yasladım. Bugün kendime bir söz vermiştim ve sözümü yerine getirecektim.
Dudaklarımı dudaklarına yasladığımda, içimde bir şey kırıldı sanki. Korku muydu bu? Hayır. Bu, ilk defa tamamen çıplak kalmanın, ruhumu onun avuçlarına bırakmanın o tarifsiz hâliydi. Sanki içimde yıllardır biriktirdiğim tüm sözcükler, tüm sessizlikler, bu tek dokunuşta çözülüyordu.
Boran ilk anda kıpırdamadı. Nefesi dudaklarımda asılı kaldı. Bedeninde bir tereddüt hissettim. O an ya kaçacaktı ya da kalacaktı. Kalbim ağzımda atıyordu.
Ve sonra... Bir şey oldu. Elleri belime uzandı sanki istemsizce. Dudaklarımdaki duraksama yerini titrek bir karşılığa bıraktı. Önce yavaş, temkinli… sonra daha derin, daha sahiplenici. Sanki yıllardır bastırdığı bir duygunun kabuğu çatlamıştı. Dudaklarımız birbirine karışırken, nefesi titredi. Parmakları belimde sıkılaştı.
İlk dokunuşlar, bir tüy kadar hafifti ama içimizde kopan fırtınalar sessizliği yırtar gibiydi. Nefesimiz birbirine karışırken, kalbim göğsümden çıkıp onun tenine karışmak istercesine çarpıyordu. Dudakları yumuşaktı ama içinde tuttuğu duygular sert bir dalga gibi üzerime çöküyordu; özlem, korku, teslimiyet…
Öpücüğümüz derinleştikçe, teni tenime daha da yaklaştı. Parmaklarım saçlarında gezinirken, o da belimden kavradı beni, sanki artık hiçbir şey bizi ayıramazdı. Dudaklarımız arasında geçen her saniye, kelimelerin anlatamayacağı kadar çok şey söyledi. Sustuğumuz her an, birbirimizi biraz daha anladık; geçmişi, kırgınlıkları, korkuları…
O an sadece bir öpüşme değildi bu; bir yemin, bir bağ, bir teslim oluştu ve biz, birbirimizin nefesinde kaybolurken dünya bir süreliğine durmuştu sanki.
Yavaşça dudaklarımızı ayırdığımda yüzümüz arasında mesafe yoktu. Nefeslerimiz birbirine karışırken elim yanağında durmaya devam ediyordu. Gözlerimi usulca araladığımda gözlerindeki buğulu parıltıları, ona eşlik eden şaşkınlığı gördüm. "Bu...ne demek?" Derken sesi titrek ama umut doluydu.
"Seninle olmak istiyorum, bizim için çabalamak istiyorum demek."
Gözleri gözlerime kilitlenmişti, sanki içinde binlerce cümle barındıran o tek bakışla her şeyi anlatmak istiyordu. Zaman, sadece ikimiz için durmuş gibiydi. Ne dışarıdan gelen bir ses ne de geçmişin yükü erişebiliyordu bize.
"Gerçekten mi?" dedi sanki rüyadaymışçasına. Elimi tuttu, parmakları parmaklarımın arasına usulca karıştı. "Gerçekten," dedim. "Korkularım olsa bile, geçmişten yaralar taşısam da... birlikte iyileşmek istiyorum."
Küçük bir gülümseme yayıldı yüzüne. O an biliyordum ki, bu sadece bir başlangıçtı. Onun en başından beri istediği buydu, bende bunun için o adamı geçmişimden silmeye çalışarak, içimde açtığı derin yarayı kapamaya çalışarak bu adımı atmıştım. Onu kaybetmekten o kadar korkmuştum ki bizden günleri çalmak istememiştim...

*****
Önüme doğru uzatılan su şişesiyle birlikte bakışlarımı duvardan çektim ve Boran’ın bana uzattığı şişeyi elime aldım. Yanıma doğru oturduğunu hissederken şişenin kapağını açıp birkaç yudum içtim. İfade için karakola gelmiştik. O adam içeride ifade veriyordu.
"Sana saldırıyı ayarlayan oydu." derken Boran’a doğru baktım. O anları düşünmek içimde yine bir acı oluştururken ekledim. "Haberin var mıydı?" Bana söylemezdi, bunu biliyordum. Gözlerime bakarken hafifçe kaşlarını çattı. "Baban mı?” Şaşkınlığı bilmediğini kanıtlar gibiyken kaşlarım havalandı. “Bilmiyor muydun? Evde konuşuruz dediğinde biliyorsun diye düşünmüştüm.”
“Hayır. Bilmiyordum.” Dedi net bir şekilde. “Evde konuşmamız gerekiyordu çünkü polisler gelmişti.” Dediğinde hafifçe kaşlarımı çattım. “Polisler gelmese bile söylemeyecektin.” İmalı bir şekilde suratına bakarken iç geçirdi. “Söylemeyecektim evet, çünkü bizde bilmiyorduk. İhaleyle ilgili olduğunu tahmin etmek zor değildi, elimiz güçlüydü. Ama ihaleye giren onlarca kişi var ve baban bunların arasında değildi.”
"Telefonda konuşurken duydum." Açıklamamla birlikte yapbozun parçaları yerine yeni birleşiyormuş gibi bir an duraksadı. "Bunu bildiğin için babana oyun oynadın." Teyit beklercesine gözlerime bakarken onayladım. "Evet, beni öldürmek istedi daha bunu hazmedemeden aynısını sana yapmak istedi. Kabul edemezdim bunu, sana bir şey olmasına izin veremezdim."
Sessizdi ama suskunluğu bile kalbime dokunuyordu. Ne kadar sakin görünmeye çalışsam da içimde yılların ağırlığı vardı. Gözlerimi kaldırdım, ona baktım. O tanıdık gözlerde kayboldum bir an. Hep sustuğum şeyler boğazıma düğümlenmişti ama artık çıkmalıydılar.
“Keşke bana da söyleseydin. Tek başına İnci, düşündükçe gerçekten aklımı oynatacak gibi oluyorum. Ne zaman planladın, ne zaman karar verdin aklım almıyor.” Dediğinde sakince konuştum. “İzin vermezdin haberin olsaydı. Engellerdin.” Boran anında başını salladı. “Tabii ki izin vermezdim. Canını tehlikeye atmana nasıl izin verebilirim?”
Bak işte der gibi baktım gözlerine. “Sen bana bir şey olmasına izin veremezsin, bende sana Boran.” Dedim anında. Ardından ekledim. “Artık korkmak istemiyorum. Onun gölgesinde yaşamak, susmak, yok sayılmak… hepsini orada, o duvarların arasında bırakmak istiyorum. Bu yüzleşme sadece onunla değil, Kendimleydi de. Küçük bir kız çocuğu olan İnci’yle. Korkan, saklanan, hep sevilmeyi hak etmiyormuş gibi hisseden o halimle…”
Sözlerim ağırdı ama özgürleştiriciydi. Omzuma bir sıcaklık değdi. Boran kolunu yavaşça omzuma doladı, beni kendine çekti. Başımı göğsüne yasladım. Kalbinin ritmini duymak bir anda tüm fırtınaları susturdu içimde. “Ve şimdi,” dedim sesim göğsünde kaybolurken. “Yeni bir sayfa açmak istiyorum. Seninle. Temiz, dürüst, gerçek bir hayat.”
Boran bir süre sessiz kaldı. Parmakları saçlarımda dolanırken saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı. Sonra başını eğdi, göz göze geldik. “İnci…” dedi yavaşça, “Geçmişin gölgeleri ne kadar karanlık olursa olsun, beraber aydınlatacağız o yolu.” Gözlerindeki sıcaklık, içimde yavaşça büyüyen korkuyu eritti. Kalbim onun sözleriyle yeniden cesaret buluyordu. O an, bir daha asla yalnız olmayacağımı hissettim.
“Her adımda yanında olacağım,” diye fısıldadı. “Seninle iyileşeceğiz. Korkularını, acılarını, tüm yüklerini birlikte taşıyacağız.” O an, karakolun sessizliği birer tanık gibiydi. Geçmiş ardımızda, biz birbirimizin yarınına bakıyorduk artık.
Başım Boran’ın göğsünde durmaya devam ederken onun eli de saçlarımdaydı. Gecenin yorgunluğu ve rahatlamayla gözlerimi kapatırken ismimin seslenilmesiyle gözlerimi aralamak zorunda kaldım. "İnci!"
Duymayı en istemediğim kişinin sesi kulaklarıma dolduğunda iç çektim. Çok uzun zaman olmuştu karşılaşmayalı. Sadece birkaç kere şirkete geldiğini duymuştum ama yüz yüze gelmemiştik. İyi ki de gelmemiştik. Bir de onun yüzünü görmeye tahammül edemezdim. "Geldi tipini si-" Boran ben göğsünden kalkarken cümlesini tamamlamadı, gerekte yoktu zaten anlamıştım.
"Amcamı şikâyet etmişsin İnci. Nasıl böyle bir şey yaparsın?" Hala bilip bilmeden hesap sormaya çalışması gülünçtü. "Sana hesap vereceğimi kim söyledi? Burnunu bilmediğin işlere sokma Bahadır abi." Abi kelimesinin üzerine bastıra bastıra yüzüne baktığımda yutkundu.
"Her şey bu adamın başının altından çıkıyor, sende ona uyuyorsun." Başıyla Boran’ı işaret ederken kaşlarım çatıldı. Boran oturduğu yerden kalkarken sesini duydum. "Yüzündeki izler geçince yenisi için gelmişsin anlaşıldı." Sert bir şekilde konuşup Bahadır’a yaklaşırken burada sorun çıkmaması adına araya girmek için bende ayaklandım.
Bahadır abi olduğu yerde kalıp Boran’a bakarken konuştum. "Boran’ın yaptığı bir şey yok, her şeyi ben kendim yapıyorum. Bir şeylerin faturasını ona kesmekten vazgeçin artık." Bir yandan Boran’ın kolunu tutarken diğer yandan sinirle Bahadır abiye baktım. "Ne yüzle geldin bilmiyorum" dedim sertçe.
Devam edecekken Bahadır abi gülümsedi ancak bu samimiyetten uzak bir gülüştü. "Baban içeride. Kendi aileni bile gözünü kırpmadan sattın. Yarın beni de şikâyet edersen şaşırmam." Kaşlarım çatıldı. "Seninle ilgili susmamı kendine hak sanıyorsun," derken sesim netti. "Seni şikâyet etmedim çünkü değmeyeceğini düşündüm. Hepsi bu."
Bahadır’ın gözleri bir an boşluğa baktı, sonra Boran’a döndü. "Tabii, her kararı senin kocan veriyor zaten. Bu kararı kendin almadın, bundan eminim." Boran’a karşı o kadar bilenmişti ki, onu o kadar yanlış tanıyordu ki herkes artık sıkılmıştım bu durumdan.
Cevap vereceğim sırada Boran’ın sesini işittim. Sertti ama bağırmıyordu. "Tam tersine," dedi. "Senin gibi adamlar yüzünden o artık her şeyi kendi seçiyor. Babasını bile." Bahadır abi duyduklarıyla irkildi. Kaşlarını daha da çatarken konuştu. "Amcam bu hale düşecek adam mıydı? Onca yıllık emeği bir kalemde sildiniz."
"Amcan yaptıklarının bedelini ödüyor. Sende gözünü açsan iyi olur artık. Aranızda nasıl bir anlaşma oldu, birbirinizi neden bu denli koruyorsunuz bilmiyorum ama gözünü aç Bahadır abi." Tahammülsüz bir biçimde gözlerine bakarken Bahadır abi sert bir adım attı bana doğru ama Boran ondan önce bir adım öne çıktı.
Tam önüme geçerken Bahadır’ın karşısına dikildi. Başını ona doğru eğerken “Bak." Dedi sesini alçaltarak ama daha tehlikeli bir tonda. "Buraya kadar geldin. Anladık. Ama bu karakol duvarları seni dışarıda tutamaya yetmez. O yüzden o sınırı sen kendin çek." Sertçe isteklerini kabul ettirmek için konuşurken devam etti. "Bir daha İnci'nin adını ağzına aldığını duyarsam ne karakol ne soy bağı, hiçbiri seni koruyamaz Bahadır. Bunu daha önce deneyimlemiştin."
Bahadır abinin dudakları kıpırdadı ama bir şey demedi. Bir sessizlik oldu. O sessizlikte herkes geçmişte ne olduğunu ve şimdi ne olmayacağını anlamıştı. Bahadır abi, Boran’ın gözlerine bakmaya devam ederken arkadan abimin sesini duydum. "İnci!"
Bahadır abi de abime doğru dönerken bende abime baktım. Yanındaki Murat Beyi gördüğümde abime haber verenin o olduğunu anladım. Çünkü ben vekaletimi ona vermiştim ve buraya gelmesi için aramıştım. O da abime haber vermişti belli ki. Bir de Güney vardı yanlarında. Üçlü gelmişlerdi belli ki. Abimde Güney’e haber vermişti muhtemelen.
Abim, Bahadır abiyi es geçerek yanıma gelirken direkt olarak beni kollarının arasına aldı. Sıkıca sararken bende ona sarıldım. "İyi misin abicim?" dediğinde başımı salladım. İyiydim, artık çok daha iyiydim. Kollarını benden çekerken gözlerime baktı gerçekten iyi olup olmadığımı teyit etmek için. Sonra emin olmuş olacak ki Boran’a doğru çevirdi bakışlarını. "İnci'nin böyle bir şey yapmasına nasıl izin verirsin!"
"Benden izin alan olmadı Egemen." Boran'da abime karşı sert bir tavır takınırken benim yüzümden aralarının bozulmasına gönlüm razı gelmeyerek müdahale etme gereksinimi duydum. "Abi, Boran’ın hiçbir şeyden haberi yok. Ben her şeyi kendim yaptım. Ayrıca yapacağım şeyler için kimseden izin almıyorum."
"Bu konuda alacaksın." Abim sinirli bir şekilde bana döndüğünde hafifçe kaşlarımı çattım. Abim ise ekledi. "Adamın nasıl biri olduğunu biliyorsun İnci! Kafana göre nasıl iş yaparsın!?" Sesinden korkusu, tedirginliği yansırken Boran araya girdi. "Yeter Egemen."
O da ciddi bir şekilde abime bakarken abim yönünü tamamen ona çevirdi. "Ona bu cesareti sen verdin Boran! İnci asla böyle bir şey yapmazdı. Sen ona gerçekleri anlattın, o adamı bitirmek için canını bile tehlikeye atar oldu!" Abimin sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Her kelimesi suçlama yüklüydü. O anda sadece Boran’a değil, bana da yönelmişti öfkesi.
Boran bana bakmıyordu. Gözleri hâlâ abimin üzerindeydi. Bense kendimi toparlayarak hızlıca konuştum. Benim de bir şeyler yapabileceğimi kabullenmeleri gerekiyordu artık. “Beni küçümsemeyin,” dedim. “Bunu onun için yapmadım. Bunu sizin hiçbiriniz için yapmadım. Bunu kendim için yaptım. Ben karar verdim, ben yürüdüm. Yanlışsa da benim yanlışım ama kimseye mal etmeyeceğim.”
Abim bir şey söyleyecek gibi oldu ama kelimeleri bulamadı. Belki de ilk kez karşısında onun çizdiği sınırların dışında duran bir İnci görüyordu. Kırgın değil, isyan eden değil... kendi kararıyla dimdik duran bir İnci. “Ben artık sadece sizin kardeşiniz değilim,” dedim. “Ben artık kendimim.”
Sessizlik çöktü. Bu kez korkutan bir sessizlik değildi. Kabuğunu kıran bir sessizlikti.
“Biz bir şey yapalım derken İnci attı ilk adımı.” Güney hafif sitemli, endişeli ama aynı zamanda gurur duyduğunu belirten bir tonda konuşup bana bakarken ekledi. “Bunu tek başına yaptığın için sana çok kızgınım. Başına bir şey gelebilirdi, o zaman kimse bu vebalı taşıyamazdı. Hepimiz mahvolurduk.”
Hüzünlü gözlerle gözlerine bakarken iç çektim. “Amacım üzerinize bir yük yüklemek değildi. Yükünüzü almaya çalışmaktı ve başardım.” Dedim gururla. İstediğimi yapmıştım. Kendi yüklerimden de babamın üzerimize yüklediği yüklerden de kurtulmuştum.
“Hepiniz bu olanları kabulleniyorsunuz yani? Egemen abi, baban içeride. Nasıl bu kadar sakin karşılayıp İnci’nin yanında olursun?” Bahadır abi hayal kırıklığı içinde konuşup abime bakarken abim sertçe ona doğru döndü. “Sen kimsin ki bizi sorguluyorsun Bahadır? Hiçbir şey bilmiyorsun. Bilsen de olmaman gereken yerdesin. İnci’nin olduğu yerde senin bir işin yok bunu hala anlatamadık mı sana?”
Abim, Bahadır abiye doğru yaklaşırken aralarında bir şey olmasından korkarak baktım Güney’e doğru. O da benim gibi düşünüyor gibi olacak ki abimin arkasından ilerledi.
“İnci de sende bilmiyorsun deyip duruyorsunuz. Neyi bilmiyorum ben abi! Söyleyin o zaman. Yaptığınız sadece dışlamak, beni kapı dışarı etmek!” İsyan edercesine derdini dile getirirken abim kaşlarını çattı. “Bunu sen yaptın Bahadır. Ta en başında, İnci Londra’dan yeni döndüğünde bile uyardım seni. Dedemin cenazesinde bir daha uyardım. Ama sen ne yaptın? Kardeşimi taciz ettin. Babama uyup onunla olmayacak hayaller kurdun. Kocasının yanında aşk itirafları ettin.”
Yaşadıklarımızı düşününce bir kez daha iğrenmiştim ondan. Kuzendik biz, kardeş gibi büyümüştük. Evet onunla hiçbir zaman o kadar yakın olmamıştık ama şu yaptıklarıyla o aramızdaki kırıntı kadar küçük yakınlığı da bitirmişti.
Bakışlarım Boran’a doğru döndüğünde elini yumruk yaptığını gördüm. Beni korumak için Bahadır’ı dövdüğü gün daha dün gibiydi. Onun ne hissettiğini şimdi daha iyi anlıyordum duygularımız işin içine girdiğinde.
“Merak ediyorsun madem söyleyeyim. Amcan, İnci’yi öldürmeye çalıştı.” Abimin cümlesi ile Bahadır abinin yüzünde bariz bir şaşkınlık meydana geldi. İnanmadığını belli edercesine başını iki yana salladı. “Yapmaz.” İnanması güçtü belki ama yapmıştı. “Yaptı Bahadır ister inan ister inanma ama yaptı.” Dedi Abim sert bir tonda. Ardından ekledi. “Sebebini öğrendin, şimdi daha fazla olay çıkarmadan git buradan.”
Bahadır abi, abimden sonra bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerinde acılı bir ifade gördüm anlık olarak. Sonra bakışlarımı başka tarafa çevirip onunla göz temasını kestim.
“İnci Hanım, sizi alabiliriz ifadeye.” Ömer beyin yanımıza doğru geldiğini gördüğümde dikkatimi tamamen Ömer beye verdim. “Tamam.” Derken derin bir nefes aldım. O sırada Boran’ın sesini işittim. “Bende gelsem.” Dediğinde Ömer reddetti. “Olmaz Boran, avukatı yanında olacak zaten.”
Sorun olmadığını belirtmek için Boran’a doğru döndüm. Bunca olay yaşamıştım. İfadeyi de verirdim. Boran ile saniyelik olarak bakıştıktan sonra Ömer beyin işaret ettiği odaya doğru ilerledim. Adımlarım ağır ama kararlıydı. Her ne yaşandıysa, artık geride bırakmanın zamanı gelmişti. Derin bir nefes aldım, içimde biriken tüm yüklerin bir nebze olsun hafiflediğini hissettim. Artık hayatıma etkisi olan o en büyük etken tamamen hayatımdan çıkacaktı…
*****
Saatler sonra eve ulaştığımızda hissettiğim rahatlama vücuduma yorgunluk olarak çökmüştü. Yatağıma uzanıp anında uyurum diye düşünürken uyuyamamıştım. Babam hayatımızda değildi, Boran ile düzelen bir ilişkimiz ve yeni bir başlangıcımız olmuştu. Ancak ne kadar çabalasam da uyuyamamıştım. Yatakta dönüp durmaktan vazgeçerek yatağımdan kalktıktan sonra adımlarım istemsizce kapıya doğru ilerledi. Adımlarım benden bağımsız hareket ediyordu ve gitmek istediği yer belliydi.
Yavaş adımlarla Boran’ın odasına ilerleyip önünde durduğumda kapıyı çalıp çalmamakta tereddüt ettim ilk önce. Çalsam uyuyor olabilirdi, çalmasam öyle habersizce girişimden rahatsız olurdu belki. Birkaç saniye düşündükten sonra kapıyı çalmadan sessizce açtığımda bakışlarım direkt olarak yataktaki adama takıldı. Koridorda yanan ışık, aralık olan kapıdan içeri vurduğu için görebiliyordum net bir şekilde.
Yatakta kapıya doğru yan dönmüş bir biçimde uzanıyordu. Üzerinde ince bir pike vardı. Uyuduğunu düşünüp rahatsız etmemek adına odadan çıkacağım anda sesini duydum. “İnci, bir şey mi oldu?” Gözlerini aralamış meraklı bir biçimde bana bakarken yattığı yerden doğruldu. Bense mahcupça konuştum. “Ben uyandırdım değil mi, kusura bakma. Çıkıyordum tam.”
“Dur, uyumamıştım daha.” Odadan çıkmamı engellemek istercesine hızla cevap verirken ekledi. “Bir sorun yok değil mi?” Gözlerine bakıp başımı iki yana sallarken sıkıntılı bir nefes verdim dudaklarımın arasından. “Hayır, sadece uyuyamadım ve yanına gelmek istedim.” Artık çekinmeden isteğimi dile getirebildiğimde dudağının kenarı kıvrıldı. Üzerindeki pikenin ucunu tutup kaldırırken başıyla işaret etti. “Gel.”
Bakışlarım yatağa kaydığında dudaklarımı birbirine bastırdım bir an. Ancak sonra duraksamanın saçma olacağını düşünerek yatağa doğru ilerledim. Bugün ben bir karar vermiştim. Yeni bir başlangıç yapmıştım ve artık bir şeyler için çabalayacaktım, deneyecektim, kaçmayacaktım. Ayrıca Boran benim kocamdı, daha doğrusu sevgilimdi kaldı ki biz daha önce de yan yana uyumuştuk.
Boran yatağa yaklaştığımı gördüğünde biraz önce uzandığı yere tekrar uzandı. Bende çift kişilik yatakta yanındaki boşluğa doğru uzandım ve yönümü ona doğru çevirdim. Elimi başımın altına koyarken gözlerine baktım. Gözlerine baktığım anda içimde bir yerler kıpırdandı. O bakıştaki anlamı şimdi daha iyi hissediyordum, önceden olsa kaçardım ama şimdi o duygunun içinde kalmak istiyordum. Gözlerinde sanki yıllardır konuşulmayan kelimeler, söylenmemiş sözler, içten ama hep bastırılmış hisler vardı.
“Neden uyuyamadın?” yumuşak bir tonda sorduğu soru ile dudaklarımı büzdüm. “Bilmem, aslında uyumayı çok istiyordum eve gelirken ama yatağa yattığım an tüm uykum kaçtı.” Dediğimde Boran gözlerime bakmaya devam etti şefkatle. “Zor bir gündü. Hem senin açından hem benim açımdan. Belki de o yüzden. Gözlerimi kapattığım an benim de zihnime düşünceler doldu.”
“Nasıl düşünceler?” dedim meraklı bir tonda. Boran iç çekti sesli bir şekilde. Gözleri gözlerimdeyken mırıldandı. “Saatler öncesini düşündüm. Evden çıkmadan önceki konuşmalarımızı… İçinde bir şeylere o an karar verdin sanki.” Meraklı bir tınıda konuşup bana baktığında yutkundum. Bakışlarımı gözlerinden çekerken birkaç saniye sessiz kaldım. Zihnimde kelimeleri toparlayarak konuştum saniyeler sonra. “O an vermedim aslında o kararı, senin saldırı haberini almadan vermiştim ancak o olay işleri kolaylaştırdı.”
Boran kaşlarını hafifçe çatarken devam ettim. “Seni kaybetme düşüncesi nefesimi kestiğinde işleri hızlandırdım. Adnan Aral’ın telefon konuşmalarını duymamda en büyük avantaj oldu benim için.” Boran dikkatle beni dinlerken gözlerinden kızgınlığında dahil olduğu birçok ifade geçti. “Bir daha sakın böyle bir şey yapma. Sen yanımda korumalarım olsa bile benim için bu kadar korktun. Bir de beni düşün, tek başına gitmişsin o adamın yanına. Sana olan düşüncülerini bildiğin halde. Sakın İnci, sakın bir daha böyle bir şey yapma.”
Tekrar tekrar yaptığı bu uyarıyla yutkundum. Söz veremezdim. Çünkü söz konusu sevdiklerim olduğunda gözümü kırpmazdım. “Senin nasıl haberin oldu?” diye konuyu değiştirdiğimde ne yapmaya çalıştığımı anlayıp sıkıntılı bir nefes verdi. “Gecenin bu saatinde mesai yapmayacağını bilecek kadar iyi tanıyorum seni. Ayrıca konuyu değiştirdiğini anlamadım sanma. Çok ciddiyim ben.”
“Bizim için yapmam gerekiyordu söyledim sana. Sana yaptığı şey yanına kalamazdı, yine sıyrılacaktı. Ses kaydı özel hayatın gizliliği açısından kullanılamazdı, bir şeyler yapılması gerekiyordu.” Dedikten sonra kararlı bir tonda ekledim. “Sen beni bu işin dışında tutmaya çalışsan da ben bu işin içindeyim Boran ve sevdiklerim söz konusuysa yapmayacağım bir şey yok. Bugün beni bile bile bu işin dışında bıraktın ve bende kendimce doğru olanı yaptım.”
“Anlaşıldı, seni gözümün önünden ayırmamam gerekiyor benim.” Şikayetçi ama muzip bir tonda söylediği şeyle birlikte yüzümde bir gülümseme oluştu. “Bence bundan bir şikâyetin olmaz.” Her zaman olduğu gibi söylediğim cümle ile Boran’da benim gibi gülümsedi. “Bence de olmaz.” Gülüşüm büyürken gözlerine bakmaya devam ettim. Her şeye rağmen onun gözlerine bakarken çok huzurlu hissediyordum.
“Şimdi ne düşünüyorum biliyor musun?” Boran’ın fısıltısıyla birlikte başımı iki yana salladım bilmiyorum dercesine. Gözleri sanki gözlerimin en derinini görüyormuşçasına yoğunlukla gözlerime bakarken elini usulca yanağıma doğru yasladı. Bu hamlesiyle gözlerimi kapatırken incitmekten korkarcasına bir naziklikle başparmağı ile yanağımı sevdi. “Bizi, rüyada olup olmadığımı…”
Cümlesiyle gözlerimi aralarken kalbimin ritmi yavaşlamıştı sanki. Göz kapaklarımın arasından süzülen silik ışıkla birlikte onun yüz hatları netleşmeye başladı. Az önceki cümlesinin içtenliğini taşıyan gözbebeklerindeki sıcaklık kalbime işlemeye başladı. Elimi elinin üzerine yaslarken aynı şekilde ona baktım. “Rüya olamayacak kadar gerçeğin içindeyiz.”
İçimde uzun zamandır yankılanan sessizlik yerini sükunete bıraktı. Boran’ın gözlerinde tanıdık bir sabır vardı. Ne acele ne bir beklenti… Sadece kalbimi ona açmamı bekleyen, olduğum gibi kabul eden bir sevgi. Ve ben ilk kez kendim olmaktan daha az korkuyordum onun sayesinde. “Elini tuttuğum an, ilk kez küçük İnci’nin eksikleriyle sevilmeye layık olduğunu hissettim. Bu senin sayende oldu.”
Boran hiçbir şey söylemeden gözlerime bakarken yanağımdaki eliyle elinin üzerindeki elimi tuttu sıkıca. Kelimelerin yetersiz olduğunu o da biliyordu ve sadece tenlerimizin dili konuşuyordu. “Seninle olmak istiyorum Boran… İyileşmek için seni bekliyormuşum meğer.”
Boran güzlerime her zamanki gibi güzel güzel baktı ama bu defa başka bir anlam vardı içinde; bir teşekkür, bir rahatlama, bir kabul. Konuşmadan aramızdaki boşluğu kapattı, alnını usulca alnıma yasladı. Tenimizin buluştuğu yerde zaman yavaşladı sanki. Ne geçmişin yükü vardı ne de geleceğin belirsizliği.
“Seninle olmak istiyorum Boran…” dedim yeniden, bu kez daha fısıltıya yakın ama daha kararlı. Çünkü sen, hayatımda karşılaştığım en değerli insanlardan birisin, bütün hallerimle beni olduğum gibi gören ve kabullenensin.”
Sözlerim havada asılı kaldı bir süre. Belki de hiçbir yere gitmedi; onun kalbine yerleşti doğrudan. Yanağımdaki eliyle saçlarımı usulca geriye itti. Yüzünde alıştığım o sabırlı gülümseme vardı. “İnci…” dedi adımı söylerken içinde bin katman taşıyan bir sesle. Ardından kelimeler değil, gözlerinin içindeki huzur konuştu benimle. Sanki bana ‘buradayım, gitmeyeceğim’ diyordu.
Sustuğumuz anlar konuştu bizim yerimize. Kalbim ilk defa sessizlikte bu kadar güvende hissetti. Ben onunla susmayı bile sevmiştim.
Sonra beni kendine doğru çekti hafifçe. Başımı göğsüne yasladım. Orada, kalbinin tam üzerinde bir boşluk bana ayrılmış gibiydi. Başımı göğsünde hissederken, dünya yavaşça eski karmaşasından uzaklaştı. Her şey, sadece bu anın etrafında dönüyordu artık. Boran’ın kalbinin sıcaklığı, uzun zamandır hissetmediğim bir güveni fısıldıyordu içime.
Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Yorgunluk, korku, tüm o karanlık gölgeler yavaş yavaş eriyip gitmişti. Yerini, Boran’la birlikte kurduğum yeni bir umut, yeni bir hayat alıyordu. Odamdayken gelmeyen uyku, şimdi onun göğsünde, nefesini ve kalp atışlarını hissederken beni yavaşça içine çekmişti. Saçlarımdaki elleri, yumuşak ve nazik dokunuşlarıyla beni daha da mayışmaya, kendimi tamamen bırakmaya davet ediyordu.
Zamanın anlamı çözülmüş gibiydi; dünya dışarıda karmaşasını sürdürürken, biz burada, sadece ikimiz, sessizliğin içinde kaybolmuştuk. Ve o an, kalbimin en derin köşesinde, gerçek huzurun ne demek olduğunu ilk defa hissetmiştim…
Bölüm Sonu
‣‣‣ Umarım bölümü severek okumuşsunuzdur…
‣‣‣ İnci ve Boran sahneleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Bence hepinizin beklediği bölümdü bu:)
‣‣‣ İnci’nin planını beğendiğiniz mi? Flashback sahnesi nasıldı?
‣‣‣ Adnan Aral tutuklandı. Sizce neler olacak bundan sonra?
‣‣‣ Adnan ve İnci yüzleşmesini beğendiniz mi?
‣‣‣ Karakoldaki sahneler nasıldı, Egemen’in tavrı, Bahadır sahnesi, Boran’ın tepkisi...
Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 34.07k Okunma |
4.6k Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |