21. Bölüm

Adavet| 19

mutlu sonsuz
mutlusonsuz222

 

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar...

 

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen...

 

19.Bölüm

Gözlerimi açtığımda perdelerin arasından süzülen yumuşak bir ışık odaya dolmuştu. Üzerimdeki pikenin altında Boran’ın kolu sırtıma hafifçe dolanmıştı. Nefes alışları düzenliydi, uykunun en huzurlu anında gibiydi. Gözlerim istemsizce yüzüne kaydı. Geceden kalma karışmış saçları, kapalı göz kapaklarının ardında hâlâ bir düşü yaşar gibi duran hali içimde ince bir kıpırtı yaratır gibi oldu.

Ona dokunmadan birkaç saniye sadece izledim. Bu sabah, uzun zamandır içimde hayalini kurduğum ama asla gerçekleşeceğine inanmadığım bir sabah gibiydi. Alarmla değil de kendiliğimden huzurlu bir şekilde uyanmak daha şimdiden günümün güzel geçeceğinin habercisiydi.

Boran’ı uyandırmadan kollarının arasından çıkmak için doğruldum. İkimiz için güzel bir kahvaltı hazırlamak istiyordum. Ancak ben daha kollarından çıkamadan uykudan yeni uyandığını belli eden boğuk ve kalın sesi işittim. “Nereye gidiyorsun?”

Küçük bir tebessümle ona doğru döndüm. “Günaydın…”

“Çok uzun zaman sonra ilk defa günüm bu kadar güzel aydı.” Cümlesi içimi ısıtırken yüzümdeki gülümseme de büyüdü. Uykulu bakışlarında hâlâ geceyi taşıyordu ama yüzündeki ifade yaşadığımız bu sabaha dair bir memnuniyet içeriyordu. Yatağın içinde biraz doğruldu, saçları dağılmıştı ve ben daha önce hiçbir saçın bu kadar yakıştığını görmemiştim. Her hali gözüme ayrı iyi geliyordu.

Ona olan bakışımla gözlerini kısıp yüzüme doğru baktı. “Ne oldu?” Meraklı bir ifadeyle beni seyrederken onu işaret ederek mırıldandım. “Sanırım benim de günüm ilk defa bu kadar güzel aydı.”

Gülümserken gözlerinde belli belirsiz bir parıltı oluştu. “O zaman…” diyerek pikeyi üzerinden sıyırırken ekledi. “Bunu kutlayalım. Hadi kalk, kahvaltıya gidiyoruz.” Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. “Şimdi mi? Daha yüzümü bile yıkamadım.”

“İyi,” derken ayağa kalkıp uzandı ve saçlarımı hafifçe karıştırdı. “Boğaz sabahları en çok doğallığı sever zaten.” Söylediği cümle ile istemsizce sesli bir kahkaha attım. Her duruma uygun sözü vardı ve bu hali çok hoşuma gidiyordu.

Yataktan kalktığımda yastıkları düzelterek pikeyi yatağın üzerine doğru örttüm. O sırada Boran’ın sesini işittim. “Dün gece rahat uyudun mu?” hafif tereddütlü bir tonda sorduğu soruyla birlikte başımı sallayıp ona doğru baktım. “Başımı göğsüne koyduğum anda uyku beni içine çekti. Çok rahattım. Sen peki?”

Boran kısa bir duraksamayla bana baktı gülümsemeyle. “Sen uyuyunca ben de uyuyabildim. Sessizlik ilk defa bu kadar dolu hissettirdi. Kalbim hiç o kadar sakin atmamıştı.” Bu sözleri duyunca içimde yavaşça genişleyen bir sıcaklık hissettim. Boğazıma bir düğüm oturdu ama bu acıdan değil; uzun süredir özlemini çektiğim bir güvenin yerleşmesindendi.

Sessizce yanına doğru yaklaşıp tam önünde durdum. “Birlikteyken her şey daha kolay oluyor. Kafamın içi daha sessiz, içim daha hafif ve daha rahatım…”

“İşte tam bu yüzden,” dedi ciddi ama yumuşak bir tonla. “Bunu sadece bu sabah için özelmiş gibi düşünme. Her sabahın böyle başlayabileceğine inanmaya başla.” diyerek beni nazikçe kendine çekti. Kolunu omzuma doğru attığında başım sanki oraya aitmiş gibi göğsüne yaslandı. Kalbimizin attığı ritim aynıydı artık.

Sonra hafifçe geri çekilip göz kırptı. “Şimdi kahvaltımıza gidelim ve yeni hayatımızın başlangıcını güzel bir şekilde yapalım.” Boran’dan ayrılırken gülümsedim ve başımı omzuma doğru eğdim. “Sonra da işe gitmek zorundayız ama.”

Boran gözlerini devirdi ama yüzündeki gülümseme silinmedi. “Tam hayallerimin ortasındayken gerçekler gelip yakama yapışıyor,” dedi tiyatral bir ifadeyle. Ardından ciddi bir ses tonuyla ekledi. “Ama seninle birlikteyse... iş bile şiir gibi gelir.”

“Birlikte olacağız yani?” dedim dudaklarımda muzur bir tebessümle. Sesim tatlı bir oyunbazlık taşıyordu. Ama içinde sakladığım o gerçek heyecan, gözlerimin içini parlatmıştı bundan emindim.

Boran dudaklarında hafif bir tebessümle bana baktı. Gözlerindeki o derin bakış, sanki içimdeki tüm soruları okuyor gibiydi. Kaşları hafifçe kalktı, yüzündeki o hafif alaycı ama samimi ifade, içimde hem güven hem de huzur uyandırdı. Elini saçlarıma götürüp saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken cevap verdi. “Bugün için senden bir randevu talep edecektim zaten ortak yürüttüğümüz proje için. Bizim şirkete gelirsin, işle ilgili konuşuruz. Sonra da birlikte vakit geçiririz belki.”

“Olur.” Dedim hevesli bir biçimde. “O zaman ben Bilge’yi arayayım, bir de üzerimi değiştireyim.” Dediğimde Boran beni onayladı.

Odadan çıkarken içimde çocuksu bir mutluluk vardı. Her şey daha farklı olacak derken haklıydım. Bu sabah benim için her şeyin yeni bir başlangıcı yapılmıştı.

Odama girdikten sonra direkt olarak gardıroba ilerleyerek beyaz, dizlerimin üzerinde biten, askılı blazer bir elbise giydim. Saçlarımı hızlıca düzleştirip perçemlerine şekil verdikten sonra uygun bir makyaj yapıp topuklu ayakkabılarımı giydim. Tüm bunları yaparken aynı anda Bilge’yi arayıp bugün Boran’ın şirketinde olacağımı söyleyerek oluşabilecek herhangi bir acil durumda bana oradan ulaşabileceği bilgisini verdim. Zaten toplantım yoktu. O yüzden rahattım.

Hazır olduğumda odadan çıktım. Bakışlarım Boran’ın odasına doğru takıldı. Hazır sayılırdı. Sadece koluna saatini takıyordu. Beyaz bir gömlek ve her zamanki gibi takım elbise giymişti. Yani her zamanki gibi yakışıklıydı.

Kapının sövesine kolumu yaslayarak onu izlerken bakışları bana doğru döndü. Karizmatik bir gülüşle bana bakarken bende gülümsedim. Bakışlarımız birkaç saniyeliğine kilitlendi. O an, zaman durdu sanki. Kalbim ritmini hızlandırmıştı ama bunu belli etmemeye çalışarak gülümsememi sürdürdüm. O ise koluna saatini takmayı bitirip bana doğru bir adım attı.

“Hazır mısın?” diye sordu yumuşak ama kendinden emin bir ses tonuyla. “Hazırım.” Diye karşılık verdiğimde eliyle merdivenleri işaret etti. “O halde çıkabiliriz.”

Yan yana merdivenlerden indikten sonra evden çıktık. Kapının önünde hazır bekleyen Mert ve Fatih’i gördüğümüzde Boran Fatih’e bakarak konuştu. “Sen biraz dinlen Fatih, Mert eşlik etsin bugün bize.” Dediğinde Fatih başını iki yana salladı. “Sağ ol abi, ben iyiyim gerçekten.” Derken ilk önce Boran’a ardından bana baktı. Dün aynı teklifi bende yapmıştım.

“Kendini yorma o zaman, kötü hissedersen de yerine birini ayarlayıp eve dön.” Otoriter bir biçimde Fatih’e karşı konuşurken ekledi. “Mert ile başka bir arabayla gelin arkamızdan.” Fatih ve Mert onu onaylarken Boran kendi arabasının ön kapısını benim için açtı. “Buyurun İnci Hanım.”

Küçük bir tebessümle araca binerken onun gibi karşılık verdim. “Sağ olun Boran Bey.” Boran kapımı kapatırken benim gibi gülümsedi. Ardından hemen yanımdaki şoför koltuğuna geçip oturdu. Arabayı alıştırıp bahçeden çıkarken bende camdan dışarı doğru baktım.

Ardından aklıma gelen şeyle birlikte Boran’a doğru döndüm. “Derya’ya haber verdin mi gecikeceğini.” Boran saniyelik olarak yoldan gözlerini ayırıp bana doğru baktı. “Verdim.” Aldığım cevapla birlikte gözlerimi kısarak ona bakarken konuştum. “Şaşırmıştır.” O kadında beni rahatsız eden bir şeyler vardı.

“Şaşırsın.” Dedi Boran gülümsemesini saklamadan. Ardından hiç düşünmeden ekledi. “Şaşırmaya da devam edecek. Seninle geçireceğim tek bir dakika için bile gecikirim, sorun yok.”

Kendime hakim olamayıp kısa bir kahkaha bıraktım. “Biraz daha uğraşırsan filmlerdeki replikleri aratmayacaksın. Bu repliğin yanına fon müziği de gerekiyordu bence.” Boran’ın gülümsemesi biraz daha yayıldı. “Fon müziği gerekiyorsa, senin kahkahaların en güzel soundtrack olur.”

Cümlesiyle ağzım açık kalır gibi oldu, bu işi çok iyi yapıyordu. Duyduğum sözler anında içimi ısıtsa da hemen belli etmemeye çalıştım. Hafifçe başımı eğip gözlerimi yere doğru indirdim. “Yani… kahkahalarım soundtrack olacaksa, biraz utanırım aslında,” dedim utanarak. Göz ucumla Boran’a baktığımda onun gülümsemesi bana cesaret verdi. “Biliyor musun, senin böyle şeyler söylemen… tuhaf ama güzel bir his,” diye fısıldadım.

“O zaman daha çok utandırmam lazım,” derken sesinde hafif bir oyunbazlık ve şefkat karışımı vardı. Kafamı tekrar hafifçe yana çevirdim ve burnumu hafifçe buruşturarak gülümsedim. “Dikkat et, alışırım.” Bir anlık sessizlik oldu aramızda. Boran arabayı geldiğimiz mekânın önündeki boş park yerine çektikten sonra bana doğru döndü. “Alış. Çünkü ben buradayım.”

Ona sıcak bir gülümseme ile bakarken bu kadar çabuk gelmemize şaşırarak mekâna doğru döndüm. “Hadi inelim.” Dediğinde hiç beklemeden bende indim arabadan. Gerçekten evimize yakın bir yerdi burası. Eğer hoşumuza giderse sık sık gelirdik. Ben daha önce gelmemiştim.

İçeri girmeden önce Boran bana elini uzattığında hiç tereddüt etmeden parmaklarımı parmaklarından geçirdim. İlk defa oyun olmadan, kendi isteğimle, içimden gelerek elini tuttum sıkıca. Birlikte içeri girdiğimizde direkt olarak görevli garsonlardan biri karşıladı bizi. “Hoş geldiniz Boran Bey.”

Onu tanıdıklarına göre buraya sık sık geliyordu. Kiminle geldiği konusu içimde merak uyandırsa da Boran’ın cevabını dinledim. “Hoş bulduk, deniz kenarında bir masa istiyoruz.” Dediğinde garson mekânın dışında bir yere doğru yönelmemizi sağladı. El ele onun peşinden ilerlerken tam olarak denizle iç içe iskelenin üzerindeki şık masaları gördüm. Garson boş olan masalardan birini işaret ederken Boran bana doğru baktı olur mu manasında.

Küçük bir tebessümle onaylarken masaya ilerledik. Boran benim oturmam için sandalyemi çekerken teşekkür edercesine baktım ona doğru. O ise göz kırparak verdi karşılığını. Ardından direkt olarak karşımdaki yerini alırken garson menüleri getirdi. Çok bakmamıza gerek yoktu aslında. Boran’da böyle düşünüyor olacak ki kahvaltı siparişini verdi direkt olarak.

Garson yanımızdan ayrılırken denize doğru baktım. Deniz, güneşin ilk ışıklarıyla parıldıyor, hafifçe kıpırdayan dalgalar iskeleye nazikçe vuruyordu. Denizden gelen hafif esinti, masa örtülerini nazikçe dalgalandırıyordu. Daha şimdiden içim huzurla dolmuştu.

“Nasıl, hoşuna gitti mi?” Bakışlarım Boran’a doğru döndü sorusuyla birlikte. Başımı salladım usul usul. “Çok güzel… Deniz insana huzurlu hissettiriyor.” Derken Boran başını salladı ancak gözlerini gözlerimden ayırmadı. Bense aklımdaki soruyu dile getirdim. “Seni tanıdıklarına göre daha önce geldin buraya.”

“Evet, birkaç kere gelmiştim.” Derken gözleri parladı. “Ama seninle daha başka bir anlam kazandı. Mavinin yeşille uyumu…” Gözlerimden bahsettiğinde içim kıpır kıpır oldu. Aynı cümlenin Ağva’ya gittiğimizde de kurmuştu. “Demek benim gözlerim buraya da bu kadar yakışıyor, ha?” diye takıldım imayla.

Boran gülümsedi cümlemle. “Senin gözlerin her yere çok yakışır ama özellikle de kahverengiye.” Her cümlesiyle gülüşüm daha da büyüyordu.

Garsonlar istediğimiz şeyleri getirip masaya yerleştirirken Boran’a kaçamak bakışlar atmaya devam ediyordum. Beni hem bu kadar değerli hissettirip hem de utandırmayı nasıl başarıyordu anlamıyordum ama çok hoşuma gidiyordu bu.

Kahvaltımıza başladığımızda içim huzurla doldu. Aylardır Boranla birlikte kahvaltı yapıyorduk ama bu sabah tam olarak bizdik. Çayımdan bir yudum içerken tabağıma konulan reçel ile tereyağı sürülmüş olan küçük kızarmış ekmek parçasıyla bakışlarımı denizden Boran’a doğru çevirdim. “Seviyorsun.” Deyip ekmeği işaret ettiğinde gülümsedim. “Seviyorum.”

Ekmeği alıp ısırırken Boran ilgiyle beni izledi. Utanarak bakışlarımı kaçırsam da dudaklarımdaki tebessüm yerini korumaya devam ediyordu. “Seninle böyle küçük anları seviyorum. Ağva’ya gittiğimizde de bana çok iyi gelmiştin. Dün olan onca olaydan sonra da bana çok iyi geliyorsun.” Dedim samimi bir şekilde. Artık kaçmak yoktu, içimden geçen her şeyi bilmeye hakkı vardı.

“Birbirimizin yanında nefes almayacaksak, bir şeylerden uzaklaşmayacaksak aramızdaki bu şeyin ne önemi kaldırdı?” dedi Boran gözlerimin içine bakarken. Ardından uzanarak masanın üzerindeki elimin üzerine elini yasladı. Elini sıkıca tutup karşılık verirken gülümseyen gözlerle baktım ona.

Kahvaltımız tatlı bir sohbetle ilerlerken zihnimdeki bütün kalabalık sustu. Ne babam vardı aklımda, ne yaşananlar, ne de üzerime çöken o ağır günler... Sadece biz vardık. Masanın iki ucunda, göz göze, sakince gülümseyen iki insan. O ve ben. Başka hiçbir şeyin önemi yoktu o an.

Boran karşımdan çayını yudumlarken, göz ucuyla beni izlemeye devam etti. Bense tabağımdaki zeytine, peynire, ekmeğe bakıyormuş gibi yapıp arada başımı kaldırıp ona bakıyordum. Yakalandığımda ise gülümseyip hemen önüme dönüyordum. Ama o bunu fark ettikçe keyfi daha da yerine geliyordu, belli.

“Bakma artık öyle.” dedim utanarak. “Bakamam mı?” diye sorarken sesi yumuşacıktı. Aynı zamanda da flörtöz. Başımı iki yana salladım gülüşümü tutamadan. “Bakabilirsin de… böyle uzun uzun olunca, insanın aklı karışıyor.”

Gülümsedi. “Zaten niyetim buydu.”

Yüzümde istemsiz bir sıcaklık yayıldı. Utanmakla mutlu olmak arasındaki ince çizgide gidip geliyordum. Oysa hiçbir şey yapmıyorduk. Sadece oturuyor, konuşuyor, çay içiyor ve gülümsüyorduk. Ama bana her şeyden daha fazla iyi geliyordu bu.

“Keşke tüm sabahlarımız böyle olsa,” dedi sessizce. “Uyanıp sadece seninle kahvaltı etmek için gün başlasa. Günlük telaşlarımız olmasa mesela. Dertlerimiz, ilgilenmemiz gereken işler, çalan telefonlar…”

“Belki yine Ağva’ya gideriz.” Dedim hevesle. Orası benim için özel olacaktı. Boran’ın kendini bana açtığı, benim ondan çekinmediğim, onun nasıl biri olduğunu daha iyi gördüğüm bir yerdi. Tabii öğrenmeyi hiç istemeyeceğim şeyleri öğrendiğim yerdi de. Ama ben Boran ile olan kısımları seviyordum zaten.

Boran çayından bir yudum aldı, sonra bana dönüp gözlerini kıstı. “Gidersek bu sefer uyarayım denize girerken daha dikkatli ol. Yoksa yine seni kucaklayıp suya sokmak zorunda kalabilirim.”

Kahkaha attım. “Zorunda mı kaldın yani?” dedim kaşlarımı kaldırarak. “Tabii canım,” dedi rol yapar gibi omuz silkip. “Ne yapayım, karşımda deniz kenarında durup ‘sok beni suya’ bakışı atıyordun.”

“Hiçte bile” diyecek oldum ama ben de gülüyordum artık. O anı öyle net hatırlıyordum ki… Boran’a su sıçratmam… Sonra ıslanmak istemediğim halde suya girmemiz, ikimiz de bir anda hiçbir şey düşünmeden sadece anı yaşamıştık.

“Çığlık atarken çok tatlı görünüyordun ama,” dedi Boran gülerek. “Tatlı mı?” dedim kaşlarımı kaldırıp gözlerimi kısıp ona bakarak. “O çığlık bildiğin korkuydu. Buz gibiydi su!”

“Bana sarıldığın anı unutmam ama.” Derken gözlerinde hafif bir dalgınlık belirdi, sonra bir tebessümle devam etti. “Öyle sımsıkı… Titriyordun. Ama yüzünde o küçücük gülümseme vardı ya… İşte o an, her şeyi unuttum ben.” Bir an sustum. O ana geri dönmüştüm sanki.

“Ben o gün gerçekten iyi hissettim kendimi,” dedim. “Yani… Uzun zaman sonra ilk defa, kendim gibi. Ne bir ailenin parçası ne bir şirketin mirasçısı. Sadece… ben.” Boran başını omzuna doğru eğdi ve gözlerime baktı. “İşte ben o halini seviyorum zaten. Maskesiz, savunmasız ama korkmayan İnci’yi.”

Bir şey söylemek istedim ama boğazıma bir şey düğümlendi. Konuşmasam da olurdu. Bazen sadece duyulmak yeterliydi ve o beni hep duyuyordu.

Bardaktan son yudumu alırken gülümsedim. “Ama bu sefer seni suya iten ben olacağım, ona göre. Rövanşımı alırım.” Boran gözlerini devirdi ama yüzü hâlâ gülüyordu. “Ben zaten sırf bu yüzden gidelim istiyorum,” dedi. “Yani rövanş falan bahane… Yine çocuk gibi eğlenmek, yine sadece seninle olmak. Hayatın geri kalanını biraz susturmak…”

“İyi geliyor değil mi?” dedim sessizce. “Çok…” diye mırıldandı. Bana da çok iyi gelmişti.

Bir süre sessiz kaldık. Aramızda ne bir gerginlik ne de bir acele vardı. Sadece duruyorduk. Aynı masada, aynı düşüncede, aynı sabahta. Bu sabahta öyleydi. Sanki küçük bir kaçış, küçük bir başlangıç gibiydi. Ne geçmişin gölgesi vardı üzerimde ne de geleceğin belirsizliği. Sadece elimde çay bardağı, karşımda Boran ve göz göze gelen tebessümlerimiz… O sabah, hayat ilk defa telaşsız ve gerçekti.

*****

Şirketten içeriye girip asansöre bindiğimizde aynadan ikimize doğru baktım. Nereden nereye misali olmuştu bizim halimizde. Daha dün anlaşmalı evlilik yapmak için bu asansörde Mert ve Fatih ile çıkarken, anlaşmalı evliliğimizi duyurmak için basın açıklaması yaparken bugün Boran sevgilimdi. Düşününce komikti. Tersten gelişiyordu her şey.

“Daldın…” Düşüncelerimden sıyrıldığımda bakışlarım aynadan bana doğru bakan adamın gözleriyle buluştu. ses tonu yumuşaktı, ama bakışlarında alıştığım o keskinlik hâlâ duruyordu. Sanki bir yandan beni çözmeye çalışıyor, bir yandan da kendini ele vermemeye çalışıyordu.

“Biraz geçmişi düşündüm,” dedim hafif bir gülümsemeyle. “Bu asansör nelere şahit oldu. Aslında…” dedim temkinli bir sesle, “Her şeyin bu kadar ters ilerlemiş olması komiğime gitti. Normalde önce tanışırsın, yakınlaşırsın… belki âşık olursun. Bizdeyse önce evlilik vardı. Şimdi... her şey başka bir yere evriliyor.”

Boran başını yeniden bana çevirdi. Gözleri derinleşti. “Normal nedir ki? Sence bizim hikâyemizde ‘normal’ olan tek bir şey var mıydı?” Gülümsedim. Haklıydı. Ama böylesi daha güzeldi belki de. O zaman ona alışmam daha zor olurdu çünkü. Aynı evin içinde, her haline şahit olarak onu tanımak daha özeldi. O tanıdık bakışlarını, sabah mahmurluğunu, gülümsememle gevşeyen kaşlarını ezberlemiştim artık.

“Böylesi daha özel,” dedim neredeyse fısıltıyla. “Çünkü seni önce tanımadan sevseydim, yüzeysel kalırdı. Ama şimdi... seni tanıdıkça içimde bir şeyler yer etmeye başladı. Bu daha gerçek geliyor.”

Gözlerimin içine baktı uzun uzun. Derin, kararlı ve sanki içinde söyleyemediği bin kelimeyle. Aramızda bir şey kıpırdadı o an. Görünmez, ama çok güçlü bir şey. Tenimde dolaşan sıcak bir akım gibi. Kalbim, sesimi bastıracak kadar hızlı atmaya başlamıştı. Oysa dışarıdan hâlâ sakindik.

Aramızda mesafe azdı zaten. Bu sayede elini yanağıma yaslarken artık nefesini yüzümde hissedebiliyordum. Gözlerim gözlerine kilitliydi. Yavaşça dudaklarıma doğru eğildi. Dudakları dudaklarıma temas ettiğinde zaman dondu. Dudaklarını yavaşça hareket ettirdi. Önce nazik ve ölçülüydü, ama kısa sürede o yumuşaklık yerini derin ve tutkulu bir ritme bıraktı.

Ben de gözlerimi kapattım. Artık sadece hissetmek istiyordum. Onun tenini, kokusunu, yavaşça dalgalanan nefesini…

Ellerim istemsizce gömleğinin yakasına uzandı. O ise bir kolunu belime, diğerini boynumun arkasına doladı. O kadar yakındık ki, sanki tüm dünyanın gürültüsü dışarıda kalmıştı. Varlığımızı birbirimize teslim ettiğimiz o anda hiçbir şeyin önemi yoktu.

Bir süre sonra dudaklarımız birbirinden ayrıldığında ikimiz de soluksuz kalmıştık. Boran usulca alnıma bir öpücük kondurdu. “Artık hiçbir şey anlaşmalı değil,” dedi fısıltıyla.

Asansör durduğunda içimde tuhaf bir boşluk oldu. Böyle anlar hep yarım kalıyordu bizde. Konuşmalar, hisler, itiraflar… Her şey bir yerlere çarpıp dağılıyordu. Ama bu defa elini tuttuğumda, bir şey söylememize gerek yoktu.

El ele asansörden inip Boran’ın odasına ilerlerken etraf sessizdi. Ancak bu sessizlik kısa sürdü çünkü Derya her zaman olduğu gibi Boran’ı kapıda karşılamak için bekliyordu. “Hoş geldiniz Boran bey.” Diyerek ona baktıktan sonra bana doğru döndü. “Hoş geldiniz İnci hanım.”

“Hoş bulduk Derya.” Dedim Boran’dan önce davranarak. Benim cevabımla birlikte Boran ekleme yaptı. “Alınan malzemelerle ilgili bir sunum dosyası hazırlamanı istemiştim.” Sorgular bir tonda konuşup Derya’ya bakarken Derya onayladı. “Hazır Boran Bey, masanızda. Ayrıca istediğiniz mimarla da bir görüşme ayarladım. Yakında burada olur.”

“Tamamdır.” Boran başka bir şey söylemeden odasının kapısını açıp benim geçmem için öncelik tanırken içeri girdim. Boran’da peşimden odaya girdi.

Daha konuşamadan odada yankılanmaya başlayan telefon zil sesimle birlikte çantamdan telefonumu çıkardım ve ekrana baktım. Murat Bey’di arayan. Muhtemelen babamın davasıyla alakalı bir şeyler söyleyecekti. Ben telefonu açarken Boran elini uzatarak çantamı işaret etti. Çantamı uzattığımda alarak odadaki askılığa götürüp taktı. Bende o sırada telefonu açtım.

“Efendim?” Merakla karşımdaki adamı dinlerken bir yandan da Boran’a bakıyordum. Meraklı bir biçimde göz ucuyla bana bakarken bir yandan da ceketini asıyordu. Kimin aradığını merak etmiş olmalıydı. “İnci Hanım iyi günler, babanızın davası sonuçlandı onun için aramıştım.”

İçimdeki garip duyguyla yutkunurken mırıldandım. “Sonuç ne?”

“Babanızın öz kızını öldürmeye teşebbüs ettiği sabit görülmüş, suçun teşebbüs aşamasında kalması nedeniyle TCK 35/2 uyarınca cezasında indirime gidilmiş, buna rağmen eylemin ağırlığı ve sanığın pişmanlık göstermemesi dikkate alınarak 22 yıl hapis cezasına hükmedildi.”

Yirmi iki yıl… Bir ömür değil ama bir ömür gibi. Benim içimde açılan yara kadar uzun, bana yaşattığı sevgisizlik kadar büyük…

Nefes almakta zorlandım duyduğum kelimelerle. Ne sevinç ne de tam anlamıyla bir hüzün… Karışık, tarif edemediğim bir şey vardı içimde. Belki de adaletin ağır yüzüyle ilk kez göz göze gelmenin ağırlığıydı bu. Onu ben tutuklatmıştım, isteyerek. Bunun rahatlığı vardı içimde yine de başka duygularda eşlik ediyordu.

O gece, gözlerinde artık tanıdığım bir yabancılık vardı. Elinde tuttuğu silahı bana doğrulttuğunda gözlerindeki o bakış… Ne sevgi, ne tereddüt, ne pişmanlık. Sadece öfke.

Polisler zamanında yetişmese... Onlarla iş birliği yapmasam belki şimdi hayatta bile olmayacaktım. Ama yine de yirmi iki yıllık cezanın içinde ben kendi kalbimden de bir şeyleri hüküm giydirmiştim. Artık o adam yoktu benim için. Onun hapse girmesi şirket için kötü olacaktı ama her şeyi göze almıştım.

“İnci…” Boran’ın ne zaman yanıma geldiğini anlamazken kolumdan tuttuğunu hissettiğimde kendime geldim. Telefonun ucundaki adama karşılık konuştum. “Teşekkür ederim haber verdiğiniz için Murat Bey. İyi günler.”

Telefonu kulağımdan indirirken Boran’a doğru baktım mahzun gözlerle. “22 yıl verilmiş.” Boran kimden bahsettiğimi anlayarak derin bir nefes alırken başımı göğsüne yaslayarak ona sığındım. Elleri anında sırtımı ve saçlarımı bulurken iç geçirdim. Güvenin sıcaklığı vardı o dokunuşta ama içinde bir sessizlik taşıyordu; konuşmadan anlayan, konuşmadan acıyı paylaşan bir sessizlik.

“Keşke…” dedi alçak bir sesle, neredeyse fısıltı gibi. “Keşke hiçbirini yaşamak zorunda kalmasaydın.”

Sözlerinde ince bir titreme vardı. Ama bu titreme bana değil, yaşanmışlıklara duyulan çaresizliğeydi belki de. Onu ilk kez bu kadar kırılgan duyuyordum. O güçlü, mesafeli Boran gitmiş; yerini ne yapacağını bilemeyen bir adam almıştı.

“Keşke elimden bir şey gelseydi, babanı yakalatmak için böyle bir yönteme başvurmasaydın. Sen değil, ben yapmalıydım bunu.” Sözleri içimi sızlattı. Öylece kaldım. Bir yanım onun bu sahiplenişine minnettardı, diğer yanım geç kalınmış bir korumanın yükünü taşıyordu.

“Senin yapman gereken bir şey yoktu, Boran,” dedim sıkıntıyla. “Bu benim geçmişimdi. Benim hikâyem. Sen o hikâyeye sonradan dâhil oldun ama olanlar çoktan yazılmıştı.”

Boran başını eğdi. Gözlerinden kaçan o gölgeyi fark ettim. Gururu incinmişti belki de. Yetersiz kalmanın, sevdiği kadını koruyamamanın gölgesi. Ama o öyle biri değildi. Sessizliğini koruyan ama yanında dimdik duran bir adamdı. Ben susarken bile varlığını hissettiren, kendini göstermek için bağırmayan bir adamdı.

“Elinden geleni yaptın…” dedim yavaşça. “Zamanında söyleyemedim belki ama senin varlığın olmasaydı, her şey çok daha farklı olurdu. Daha karanlık, daha yalnız… belki de sonu hiç gelmeyecek bir gecenin içinde kaybolurdum.” Mesela ben babamı bu şekilde tutuklatmayı aklıma getiremezdim, bunun için çabalamazdım. Geçmişimden kurtulmayı istemezdim. Altında ezilmeye devam ederdim. Boranla olmak için istemiştim onunla yüzleşmeyi.

Başımı yavaşça kaldırdığımda göz göze geldik. İçinde küçücük de olsa bir rahatlama belirivermişti. “Beni korumadığını hiç düşünmedim. Sadece… bazı yaralar, dışarıdan ne kadar çaba gösterilirse gösterilsin, içeriden iyileşmek zorunda.”

Boran’ın bakışı yumuşadı. Dudakları kıpırdadı ama önce bir şey söylemekten vazgeçti. Sonra, gözlerini kaçırmadan konuştu. “Bazen yanında durmak yeterli olmayabiliyor. Bir şeyleri değiştirebilmek isterdim. Güçlü olmanla gurur duyuyorum, İnci. Ama keşke seni hiç güçlü olmak zorunda bırakmasalardı.”

O cümle içimde bir yerlere dokundu. Kimsenin dile getirmediği o hakikat… güçlü olmanın da bir tür yalnızlık olduğunu bilen biriyle yan yana olmak, ilk kez içimi biraz ısıttı. Gülümsedim, kırık ama samimi bir o kadar da samimiydi gülüşüm.

“Artık yalnız değilim. En azından bunu biliyorum.” Dediğimde Boran, başını hafifçe salladı. Sonra sessizce elini yüzüme yasladı. Avucunun içi sıcacıktı. O an, sözcüklerden çok o sıcaklık iyi gelmişti. Birbirimizle temasımız kapının çalınmasıyla bölünürken Boran genzini temizledi. “Gir.”

Derya’nın içeri girişiyle birlikte benim de bakışlarım onu buldu. Derya kısaca bana baktıktan sonra Boran’a döndü. “Misafiriniz geldi Boran Bey.”

“Al içeri.” Boran’ın onayıyla kumral, düzgün yapılı bir beyefendi girdi odaya.

Elinde tüplü çizim çantası, omzunda deri bir laptop çantası vardı. Hafifçe gülümsedi. “Merhabalar” dedi. Sesi kendinden emin ama sıcak bir tondaydı. Bize doğru yaklaşırken ilk önce Boran’a ilerledi. “Boran bey.” Elini Boran’a uzattığında Boran tutup sıktı. Adamın bakışları bana doğru döndüğünde elini bana doğru uzattı bu sefer. “Serkan ben.”

“İnci,” dedim tokalaşırken. Serkan bey küçük bir tebessüm ederken Boran eliyle toplantı masasını işaret etti. “Şöyle geçelim isterseniz, fikirlerinizi merak ediyorum açıkçası.” Serkan bey masaya doğru ilerlerken Boran belimden tutarak beni de masaya doğru yönlendirdi.

Boran en başa, ben ve Serkan beyde karşılıklı olarak oturduğumuzda Serkan bey dizüstü bilgisayarını açtı. “Projeyi ilk duyduğumdan beri çok heyecanlandım. Yurtta bir kütüphane, yani geçici bir yaşam alanını kalıcı bir kimlikle bütünleştirmek çok kıymetli bir fikir.”

“İnci Hanım’ın fikriydi.” Boran işin içine beni katarken ona doğru baktım. O zaten çoktan bana baktığı için göz göze gelirken tebessüm ettim. “Boran Bey’in de çok katkısı oldu bu fikir için.” Zaten bu yurt işini dedemle ikisi planlamıştı, ben sadece fikir yürütmüştüm.

Biz birbirimize bakarken Serkan Bey araya girdi. “Harika bir fikir üretmişsiniz, bunun için ayrı tebrik etmek lazım sizleri. Peki İnci Hanım aklınızda bir şey var mı?” Serkan bey bana bakarken başımı salladım belli belirsiz. “Kütüphane klasik bir yapı gibi düşünülmesin. Sadece kitap raflarının olduğu sessiz bir yer değil, gençlerin gerçekten zaman geçirmek istediği bir alan. Güvende hissedecekleri, belki biraz kaçabilecekleri bir yer olsun.”

Serkan bey söylediklerime uygun birkaç görsel açarak ekranı bize döndürdü. “Ben bu fikri duyduğumda ilk aklıma gelen şey şu oldu: ‘Kütüphanenin bir ruha ihtiyacı var.’ Bu yüzden de üç bölümlü bir yapı tasarladım. Birincisi klasik okuma ve araştırma alanı, ikincisi sosyalleşme köşeleri yani minik oturma alanları, yastık köşeleri, hatta sedir tipi pencerelere yerleştirilen oturaklar. Üçüncüsü de eğer izin verirseniz öğrencilerin kendilerinden bir şey bırakabileceği bir ‘anlatı duvarı’. Bu, bir pano olabilir. Şiirler, fotoğraflar, notlar…”

Bir an nefesim hafifçe hızlandı. Heyecanlıydım bu konuda ve bunları duymak daha da heveslendirmişti. “Bu müthiş olur.”

Serkan bey hemen başını salladı. “Ahşap ağırlıklı bir malzeme kullanacağım. Beton ve metal yerine sıcak yüzeyler. Bütçeyi de düşündüm. Ahşap paneller yerel üreticiden sağlanırsa maliyet düşer. Bu arada mobilya için farklı atölyelerle iletişime geçtim, gönüllü çalışmak isteyen birkaç üniversite öğrencisi bile var.”

Gözlerim dolacak gibi oldu ama toparladım. “Gençlerin başka gençler için bir şeyler yapması fikri… Gerçekten çok güzel.” Ülkemizde güzel yürekli birçok genç vardı. Gerçekten çok güzeldi bu.

Serkan bey bilgisayardan birkaç çizim daha açtı. “Bakın, şu pencere kenarı oturma alanı. Birkaç küçük masa, lambalar. Gündüz doğal ışık, akşamda sıcak sarı bir aydınlatma… Hiçbir şey göz yormasın.” Derken eliyle çizdiği yerleri işaret etti.

Boran yerinden kalkarak çizime daha yakından bakmak için masaya eğildiğinde bana daha fazla yaklaşmıştı. Kokusu direkt burnuma dolarken derin bir iç çektim. “Şu geçiş alanı biraz dar kalmış gibi. Eğer oraya iki kişi oturursa, diğerlerinin geçmesi zor olabilir.” Boran kendince fikrini dile getirirken oldukça ciddiydi ve bir o kadar da karizmatik.

Serkan not aldı. “Modüler oturma grupları kullanabiliriz. Hatta renkli küpler kullanırız belki, öğrenciler istedikleri yere taşıyabilir.”

Elimi çeneme yaslamış Boran’a bakarken Boran bana baktı. “Sen ne düşünüyorsun?” Lafın birden bana gelmesiyle birlikte afallarken Boran’ın gözlerindeki o muzip ifadeyi görmemek imkansızdı.

Genzimi temizlerken cevap verdim. “Ben heyecanlıyım.” dedim dürüstçe. “Sadece fiziksel değil, duygusal bir bağ kurabileceğimiz bir proje bu. Yurtta kalan her öğrenci orada bir anı biriktirecek. Yalnız hissetmeyecek.” Serkan Bey başını salladı. “Yani bir kütüphaneden çok daha fazlası olacak. Ben de ona göre yaklaşacağım. İçine sevgi katacağız.”

Toplantı yaklaşık bir saat kadar sürmüştü. Biz ne istediğimizi anlatmıştık, Serkan Bey anlattıklarımızı not alıp bir sonraki toplantıya kadar yeni çizimler yapacağını söylemişti ve böylece toplantı sona ermişti.

Serkan Bey ile toplantımızın bitişiyle bende odadan çıkmış ve lavaboya gelmiştim. Kabinin içinde işlerimi hallederken duyduğum kadın sesi ve Boran’ın isminin geçişiyle dikkat kesildim. “Boran Bey’in böyle sert çıkması gerçekten şaşırtıcı biliyorsunuz o genellikle işini kişiselleştirmez. Böyle önemli bir anlaşmayı, milyon dolarlık bir projeyi bu kadar ani feshetmesi, kesin bir sebebi olmalı.”

Sonra başka bir kadın sesi duydum. “Bir de daha önce hiç kimse için böyle yapmadığını duymuştum. Boran Bey için bu bambaşka bir durum demek ki. Tabii, ‘İnci Hanım’ın geçmişi’ deniyor… Kim bilir aralarında ne yaşandı? İnci Hanım Türkiye’ye ilk döndüğünde gazete eklerinde yazıyordu Lucas Bey ile ayrıldıkları. Muhtemelen o yüzden.”

Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. O an, içimde karanlık bir sıkışma hissettim. Yalnızca dedikodular değil, Boran’ın suskunluğu, arkamdan dönen bu konuşmalar ve milyonlarca dolarlık kaybın ağırlığı… Hepsi birleşip mideme ağır bir yumruk gibi indi. Güvensizlik, hayal kırıklığı ve öfke bir arada kıvranıyordu.

Ancak konuşmalar son bulmamıştı. “Geçmişini bir türlü silip atamayan kadınlar, hayatı zorlaştırır. Boran Bey gibi biri için bile…”

Bir an sessizlik oldu. Söyledikleri ağır ağır beynimde yankılanıyordu. Gözlerim hafiften dolsa da umursamadım. Kabin kapısını açtım. Lavabonun başındaki iki kadın konuşmalarını çoktan kesmişti ama gülüşlerindeki iz kalmıştı yüzlerinde. Aynadan göz göze geldiğimiz o anda, onların mahcubiyetiyle benim içimdeki yangın çarpıştı. Lavaboya yürüyerek ellerimi yıkadım. Ardından aynada gözlerimin içine bakarken onlara da dönmeden konuştum.

“Geçmiş, değiştiremeyeceğimiz bir hikâye. Ama sonra yanında kimlerin yürüyeceğini sen seçiyorsun. Bunu anlayamadığınız sürece, sadece başkalarının hayatlarını karalamakla kalırsınız.” Aynadan baktığımda, biri saçını düzeltirken diğeri utangaçça başını eğmişti. Ne savunma ne de pişmanlık vardı; sadece sessizlik ve biraz mahcubiyet.

Kurulama kâğıdını alırken sesim bu kez sakin ve kararlı çıktı. “Bir kadını anlamak istiyorsanız geçmişine değil, bugün nasıl durduğuna bakın. O zaman belki siz de gerçek değeri görmeyi öğrenirsiniz.”

Başka bir şey söylemeden lavabodan çıktığımda derin bir nefes aldım. Şirketteki insanların ağzına sakız olmam bir yana Boran’ın yaptığı bu şey canımı çok sıkmıştı. Adımlarım direkt olarak odasını bulduğunda açık olan kapıdan içeri girdim ve ardımdan kapıyı kapattım. Kapıyı kapatmamla birlikte Boran’ın bakışları beni bulurken yüzümde gördüğü ifade hoşuna gitmemiş olacak ki kaşları çatıldı. “İnci?”

“Boran, Martin Bey ile olan anlaşmayı fesih mi ettin?” Ciddi bir tonda sorduğum soruyla birlikte yutkundu. Yutkunuşu bir cevaptı zaten. “Evet.” Dedi kabullenerek. Ardından ekledi. “Böyle olması gerekiyordu.”

“Böyle olması gerekiyordu.” Diye onu taklit ettim ancak sesim alaycıydı ve tabii gülüşüm de. “Başımı iki yana salladım. Kalbim kırılmıştı ama öfkeyle değil, hayal kırıklığıyla. “Ben o geçmişi bir yıl önce kapattım, Boran. Ama sen o anlaşmayı iptal ederken geçmişimi bugünüme taşıdın.”

Oturduğu yerden ayağa kalktı ve bana doğru bir adım attı. Gözlerinde yaptığı şeyin pişmanlığı yoktu, aksine hala daha arkasındaydı. “Amacım geçmişini bugüne taşımak değildi İnci. Amacım o geçmişi bir daha karşımıza çıkartmamaktı.” Üzerine bastırarak söylediği cümle ile çatık kaşlarla ona bakmaya devam ettim. Boran ise sözlerine devam etti. “Onunla aynı ortamda olmak istemiyorum, senin de olmanı istemiyorum ve en kolay olan sözleşmeyi feshetmekti, bende yaptım. Rahatsız ediyor beni, bunu anlamış olman gerekiyordu.”

Bir an için gözlerine baktım. Sadece huzursuzluk vardı. Kendi içindeki savaşı kontrol altına almaya çalışan bir adamın yorgunluğu da. Anlıyordum onu zaten. Lucas, onun tüm kontrolünü yıkıp geçmişti.

“Anlatmadım sana, ne yalan söyleyeyim anlatmayacaktım da. Anlatmam kendini suçlamandan başka bir işe yaramayacaktı. Ayrıca o gün senin rahatsız olduğunu da gördüm, çiçek mevzusu da ayrı konu tabii. Türkiye’de kaldığı süre boyunca rahatsız hissedecektin. Ki o adam da seni rahatsız etmeye devam ederdi.” Diye devam etti sözlerine. Doğruydu rahatsız hissedecektim. Çünkü bir geçmiş vardı ortada.

Bakışlarıma dokundu bakışları. “Lucas… senin hayatında bir zamanlar yer etmiş biri. Ama benim için sadece bir tehdit. Sana yaklaşma ihtimali bile beni dengesizleştiriyor. Bu, bana hiç yakışmıyor belki ama dürüst olayım, kıskanıyorum.”

İlk defa bu kadar açık söylüyordu. Yüzünde ne utanma vardı ne de kibir. Sadece olduğu haliyle duruyordu karşımda. “Sana güvenmediğimden değil. Ona, o dünyaya güvenmediğimden. Seni rahatsız etmesi bir yana, seni tekrar o geçmişle aynı cümlede duymaya bile tahammül edemiyorum.”

“Boran… Lucas bir zamanlar hayatımdaydı, evet. Ama o artık sadece bir anı. Unutmak istediğim anıların sahibi. Geriye dönüp baktığımda hissettiğim tek şey, geçmişte kalmış bir sayfa. Bugünümde, hele ki yarınımda ona asla yer yok. Düşünceni de anlıyorum. Kıskanmanı, huzursuzluğunu, hatta beni korumaya çalışmanı. Bunları yaparken niyetinin kötü olmadığını da biliyorum.” Derken içtenlikle baktım ona doğru. Ardından ekledim. “Ama niyet bazen yeterli olmuyor Boran. Birlikte aldığımız her nefeste, birbirimize karşı açık olmalıyız. Sen konuşmadığında, ben kendi kendime senaryolar yazıyorum. Ve bu, aramızdaki güveni sarsıyor.”

Babamla ilgili yapacağı işlerde de, ona saldıranın kim olduğunu benden saklaması da, beni korumak için birilerini tehdit edişi ve benim bunu sonradan öğrenişim de aklımın köşelerinde senaryolar yazılmasına çanak tutuyordu. Lucas meselesini bahane ederek bu rahatsızlığımı dile getirirken tüm dikkatiyle beni dinlediğini gördüm.

“Keşke bana söyleseydin. Anlatsaydın. Çünkü bil ki ben senin yanında olmak istiyorum, senin arkanda değil. Yan yana durmak istiyorum, habersizce alınan kararların dışında olmak istemiyorum.” Derken kararlıydım.

“Seni dışarda bırakmak istemedim,” dedi anında. “Bunu bilmeni istiyorum. Her şey o kadar hızlı gelişti ki… Bazen seni korumaya çalışırken aslında seni yalnızlaştırdığımı fark etmedim. Özür dilerim.” Sesindeki içtenliği, gözlerindeki bakıştan samimiyetini anlamamak imkansızdı. İç çekti. “Baban konusunda yardım etmek, seni tehdit eden her ne varsa onu susturmak, Lucas meselesinde olduğu gibi bu kararları alırken hep seni düşündüm. Ama düşünmek yetmiyor, haklısın. Paylaşmadığım her şey aramıza bir adım daha mesafe koymuş.”

Bunu söylerken sesi hüzünle çıkmıştı. Beni kıran noktanın ne olduğunu anlamıştı belli ki. Bana doğru bir adım atarak elini uzattı ve elimi tuttu. “Yanımda yürümek istediğini söyledin ya… işte tam da bunu istiyorum. Ama sanırım nasıl beraber yürüneceğini öğrenmem gerek. Öğrenirken de hatalar yaptım belli ki. Beni affedebilir misin?”

Gözlerinde o güçlü adamdan beklenmeyecek kadar kırılgan bir ifade vardı. İlk kez gerçekten savunmasızdı. İlk kez, güçlü olmak yerine dürüst olmayı seçmişti ve bu benim için daha önemliydi.

“Affedecek bir şey yok, sadece söylediklerimi dikkate alman yeterli.” Derken elini daha sıkı kavradım. Ardından aklımı kurcalayan o meseleye geri döndüm. “Milyon dolarlık bir kayıptan bahsediliyor. Şirketi bu kadar büyük zarara sokman ne kadar doğru?” Tedirgince gözlerine bakarken Boran cevap verdi. “Şirketin kasasından çıkmadı para, kendi hesabımdan ödedim tazminatı. Yani şirket bir zarara uğramadı.”

Şaşkınca baktım ona doğru. Boran ekledi. “Kişisel bir mesele olduğu için şirket hesabını kullanmam uygun olmazdı. O yüzden sorun etme bunu. Dediğim gibi seninle alakalı değil, tamamen benden kaynaklı.” İkna etmek istercesine bana bakarken ne diyeceğimi bilemedim. Ne denirdi ki? İyi yaptın mı?

“Bu arada nereden duydun sen bu meseleyi?” Daha cevap vermeme izin vermeden başka bir soru sorduğunda dürüstçe cevap vermeyi tercih ederek konuştum. “Sanırım şirkettekilerin ağzına malzeme olmuşuz biraz.” Dediğimde Boran kaşlarını çattı. “Ne söylediler sana?”

“Söylenenlerin önemi yok. Önemli olan böyle bir şeyi bir daha benden gizlememen.” Diye kestirip attım. Gerçekten önemli değildi, ben gereken cevabı vermiştim neticede.

Boran ısrar edeceği sırada çalınan kapı ile konuşmamız bölündü. İkimizin bakışları da aynı anda kapıya dönerken kapı açıldı. İçeri giren Yavuz Bey’i gördüğümde şaşırırken onun hali garipti. Hafif bir telaş sezmiştim yüzünde. Şirkete de pek uğramadığını bildiğimden şaşırmıştım açıkçası. Demek ki önemli bir mesele vardı.

“Boran?” diyerek direkt oğluna bakarken odaya girdi ve ardından kapıyı kapattı. Bize doğru yaklaşırken cümlesini devam ettirdi. “Adnan Aral tutuklanmış.” Derken bana doğru baktı. Bildiğimi belli edercesine başımı sallarken Boran cevap verdi ona. “Evet.”

“Neden tutuklanmış?” Meraklı bir tonda konuşurken sesindeki panik kendini ele veriyordu. Muhtemelen malum konuyla ilgili olup olmadığını düşünüyordu ve Boran’ın şikâyet edip etmediğini anlamak için soluğu burada almıştı. Ne kadar korkunçtu.

Boran’dan önce ben girdim araya. “Beni öldürmek istediği için.” Dedim alttan imalı bir tonda. Onlar için adam öldürmek gayet normaldi sonuçta. Cümlemle Yavuz Bey gözlerini şaşkınlıkla aralarken dudaklarının arasından tek bir kelime döküldü. “Ne?” Doğru mu anladım dercesine bir Boran’a bir bana bakarken ekledim. “Şikayetçi oldum ve gerekenler yapıldı Yavuz Bey. Olan bu. Arkadaşınızı tanımıyor musunuz?”

O gün Boranla benim için kavga ettiklerinde söyledikleri cümlelerden sonra Boran’ın bana anlattığı gerçeklerde onların aslında rakip olduğunu ancak yeri geldiğinde ne işler karıştırdığını da öğrenmiştim. O yüzden bu kadar rahat konuşuyordum. O günden sonra bir daha yüz yüze gelmemiştik ama cümlelerin ağırlığı benim omuzumda yüktü hala.

“Bu kadar ileri gitti ha?” Yavuz bey inanamıyormuşçasına hayretle mırıldanırken sessiz kaldım. “İnanamıyorum.”

İnanması güçtü ancak gerçek buydu. Yavuz Bey hala daha şaşkınken odada yankılanmaya başlayan telefon zil sesimle birlikte bakışlarımı Yavuz beyden çektim ve toplantı masasının üzerinde duran telefonuma ilerledim. Ekrana baktığımda abimin aradığını görüp Boran’a dışarıyı işaret ederek odadan çıktım.

Hiç beklemeden telefonu açarken konuştum. “Efendim abicim?” dediğimde abimden cevap gecikmedi. “İnci, şirkette değilmişsin güzelim. Boran’ın yanındaymışsın Bilge’den öğrendim şimdi.” Hafif meraklı bir tonda söylediği cümlelere karşılık verdim. “Evet abi, dedemin projesi için ortak bir toplantı yapıyorduk. Bir şey mi oldu?”

“Hisselerden haberin yok o halde.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. “Ne olmuş ki?” Söylediği ne anlama geliyor tam olarak anlamamıştım. “Senin mahkemeye verip hapse attığın adam, medyada sayfa sayfa yer alıyor şu an. Şirketin adını onunkiyle birlikte yazıyorlar. ‘Aral Holding’e bomba üstüne bomba manşetiyle.” Derken sesi çok keskindi.

Bir an sustu, bense o an ne düşüneceğimi şaşırmıştım. Abim devam etti sözlerine. “Son bir saatte hisseler %12 düştü, İnci. Yatırımcılar geri çekiliyor, ortaklar panik halinde. Bu sadece bir aile meselesi değil artık. Bu, şirketin geleceğini etkileyen bir skandal hâline geldi.”

Sanki biri iç organlarımdan birini yavaşça sıkıyor gibiydi. Boğazım kururken hemen telefon ekranından borsa uygulamasını açtım; kırmızı rakamlar, aşağı yönlü oklar… Her şey netti artık. Bu sadece bir ‘dava’ ya da ‘haklılık’ meselesi değildi. Bu, göz göre göre gelen bir fırtınaydı.

Telefonun öbür ucunda sessizlik oldu. Sonra abim, daha yumuşak bir ses tonuyla konuştu. “Güzelim, seni suçlamıyorum. Ne yaşadığını biliyorum. Ama medya bu kadar insaflı değil ve insanlar şirketlere güven değil, istikrar satın alır. Şimdi acilen bir strateji belirlememiz gerek. Basın açıklaması mı yapacağız, yönetim kurulunu mu toplayacağız… sen karar ver. Ama hareketsiz kalamayız.”

Gözlerim bir noktaya sabitlenmişti. Babamı durdurmam gerekiyordu, durdurmuştum. Ama şimdi... onun gölgesi şirketin üzerine çöküyordu. Kendi zaferimin altında eziliyordum sanki. Derin bir nefes aldım. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. “Abi, ben ne yapacağımı bilmiyorum.” Derken kendi cümlemin altında ezildim. Bu konularda çok tecrübesizdim.

“Tamam, ben şimdi eve geçiyorum. Şirketin önü kalabalık, sen buraya gelme. Bize gel. Neler yapacağımızı konuşalım birlikte, tamam mı?” Abim sakin bir şekilde konuşurken onayladım. “Tamam.”

Telefonu kapatırken Yavuz Bey’in odadan çıktığını gördüm. Bakışlarımız buluşurken ufak bir baş selamı verdi. Bende onun selamını alarak Boran’ın odasına ilerledim. İçeri girdiğimde onun bilgisayarın başında ekrana çatık kaşlarla ve dikkatle baktığını gördüm.

Odaya girişimle gözleri endişeyle gözlerimi buldu. “Hisseler için aradılar değil mi? Şimdi gördüm.” dediğinde başımı salladım huzursuzca. Ağlamak istemiyordum ama gözlerimdeki doluluğu da gizleyemedim o an için. Boran birkaç adımda yanıma geldi halimi gördüğünde. “Şşt doldurma hemen gözlerini. Hallolacak bir şekilde.”

“Abim, eve çağırdı beni. Şirketin önü kalabalıkmış. Konuşmamız gerekiyor ne yapacağımızla ilgili.” Dediğimde Boran anlayışla başını salladı. “Egemen bu işin içinde ne zamandır, yol gösterecektir.” Dediğinde dudaklarımı büzdüm. “Sen gelmeyecek misin benimle?” Abime güvendiğim kadar Boran’a da güveniyordum bu konuda. Ben bu konular hakkında bilgi sahibi değildim. Ama onlar yıllardır bu işteydi. Hatta Boran yıllardır bir şirketi kendi başına yönetiyordu ve bu konuda daha sağlam olduğu kesindi.

“Sonuçta rakip şirketleriz, Egemen bunu hoş karşılamaz.” Boran, abimi çok iyi tanıdığını belli edercesine konuşurken başımı iki yana salladım. “Şirketteki başarın konusunda bence herkes hemfikir. Ayrıca rakip şirketin ceosu olarak değil, sevgilim olarak yanımda olmanı istiyorum.” Derken sesimin üzgün çıkmasını engelleyemedim.

Boran cümlemle küçük bir tebessüm eder gibi oldu. Başını salladı kararlılıkla. “Tamam, sen neyin olarak yanında olmamı istersen o şekilde olurum o zaman.” Boran’ın bu sözü, o koca dünyanın karmaşasında bana ait bir yer açtı sanki. Onun varlığı, kararlılığı… şimdi her şeyden daha çok ihtiyacım olan şeydi.

Üzerine ceketini giyerken bende çantamı aldım. Birlikte odadan çıktığımızda Derya hemen masasından kalktı. Boran ona hitaben konuştu. “Çıkıyoruz biz Derya, rahatsız edilmek istemiyorum bugün.” Keskin ve emreder tonda söylediği cümle ile Derya onu onayladı. “Nasıl isterseniz Boran Bey.”

Boran elimi kavrarken birlikte asansöre ilerledik ve sonra şirketten çıkış yaparak abimlere gitmek üzere yola koyulduk. Mert ve Fatih her zaman olduğu gibi bize eşlik ediyordu. Abim daha önceden konum attığı için rahat bir şekilde eve ulaşmıştık. Ancak ondan önce bir pastaneye uğrayarak tatlı almıştık elimizin boş olmaması için.

Bizim şirkete yakındı evleri. Bahçeli bir villanın önünde durduğumuzda eve baktım dikkatle. Bizim malikaneden sonra küçüktü ancak önemli olan zaten içindekilerin huzuruydu.

Araçtan indikten sonra bahçeden girip kapıya ulaştığımızda Göktuğ’un uyuma ihtimaline karşılık kapıyı tıklatırken kapı çok beklemeden açıldı. Yengem en önde kapıyı açarken abimin arkada dikildiğini gördüm. “Hoş geldiniz.” Yengem neşeyle bize bakarken büyükçe tebessüm ettim. “Hoş bulduk.”

Biz birbirimize sıkı sıkı sarılırken abimle Boran’ın birbirlerine attıkları bakışları görebiliyordum. Araları düzeldi derken emniyette olan tartışmada yine bozulmuştu sanki araları. Hiç hoşnut değildim bu durumdan.

Yengemden ayrılıp abime sarılırken yengem de Boran ile tokalaştı. Bizim selamlaşmamız bittiğinde Boran ve abim karşı karşıya dikilip birbirlerine baktılar. Abim genzini temizlerken mırıldandı. “Hoş geldin.” Elini Boran’a doğru uzatırken Boran beklemeden elini tutup sıktı. “Hoş buldum.” İkisi de birbirine karşı resmiydi. Zaten can ciğer olmalarını beklemiyordum da en başa dönmeleri canımı sıkıyordu.

“Ne iyi ettiniz gelmekle.” Yengem aradaki gerilimi azaltmak için neşeli sesiyle araya girerken ekledi. “Buyurun salona. Çok mutlu oldum gelmenize.” Yengem en önden ilerlerken bende peşinden onu takip ettim. “Kusura bakma alelacele gelince hediye getiremedim ama söz en kısa sürede getireceğim.” Mahcup bir şekilde konuşurken yengem bana baktı. “Olur mu öyle şey İnci? Sizin gelmeniz hediye.”

Salondan içeri girdiğimizde evin sade ve güzel bir şekilde dekore edildiğini gördüm. Serap hanımın zevkinden sonra yengemin zevki çok güzel gelmişti gözüme. Dikkatle evi incelerken abim kolunu omzuma doğru attı. “Nasıl beğendin mi?”

“Çok güzel olmuş, güle güle oturun.” Abim küçük bir tebessüm ederken karısına doğru baktı. “Doğa’nın zevki, o yerleştirdi.” Dediğinde beğeniyle baktım bende yengeme. Ardından elimdeki poşeti ona doğru uzattım. “Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım.”

Yengem elimdekini alırken hem bana hem Boran’a baktı. “Ne zahmet ettiniz.” Yengemin ardından abim konuştu. “Biz masaya geçelim, hisselerle ilgili birkaç evrak hazırlattım. Onları incele sen İnci.” Derken Boran’a doğru baktı abim ardından bozuk bir sesle ekledi. “Sanırım bana güvenmiyorsun ama.”

“Olur mu öyle şey abi.” Dedim itiraz ederek. “Güveniyorum tabii ki. Ama Boran’a da güveniyorum ve şu an onun desteğine ihtiyacım var. Bu aile meselesi değil sadece artık dediğin gibi. Tüm kamuoyu gözünü dikmiş. Ne söyleyeceğimiz, nasıl duracağımız önemli.”

“Öyle olsun.” Dedi abim masaya ilerlerken. Sesinden bozulduğunu anlıyordum ama bozulacak bir şey yoktu. Onun arkasından ilerlerken Boran’a doğru baktım. Gözlerini kırpıp beni rahatlatmaya çalışırcasına bakarken iç geçirdim.

Masaya geçip oturduğumuzda abim hazırladığı evrakları bana doğru uzattı. “Hisselerle ilgili öngörülen senaryolar bunlar. Medya baskısından dolayı bazı yatırımcılar tedirgin. Geri çekilme eğilimi var.” Dosyaları elime aldığımda parmaklarımın arasında biraz titrediğini hissettim. Yine de belli etmemeye çalıştım. Kâğıtlar ağırdı, ama yükleri sadece rakamdan ibaret değildi. Babamın gölgesi düşmüştü her satırın üstüne. Yatırımcı geri çekilmeleri, hissedeki düşüş, basında çıkan o zehirli başlıklar… Her biri bir damla daha ekliyordu içimde büyüyen utanç gölüne.

“Adımız, daha doğrusu onun adı geçtiği anda panik başlıyor. Babamızın suçu yüzünden insanlar şirketin etik değerlerinden şüphe ediyor.” Abim sözlerine devam ederken yanımda oturan Boran eğilip dosyalara göz gezdirmeye başladı. O sırada abimin imalı sesini duydum. “Bunlar aile içi dokümanlar. Şirketin stratejik verileri yani.”

Bakışlarımı dosyadan çekip Boran’a doğru baktığımda yüzünde küçük ama özellikle abimi gıcık etmek istercesine gülümsediğini ve ceketinin yakasını hafifçe düzelttiğini gördüm. “Ben de aileden sayılırım artık diye düşünüyorum. Hem resmi hem gönüllü olarak.”

“Bazı damatlar, ailede fazla yer edinmeye çalışıyor.” Abim gözlerini Boran’a dikmiş hafif kıskanç bir tonda konuşurken Boran altta kalmayıp ona cevap verdi. “Bazı kayınbiraderler de kız kardeşlerinin yanında durmakla kontrol etmek arasındaki farkı kaçırıyor.”

Derin bir nefes aldım birbirlerine attıkları bakışa karşılık. “Yeter.” dedim hafif kızgın bir tonda. “Ben buradayım. Abi sen benim canımsın, kanımsın. Boran da eşim. Ben ikinize de güveniyorum. Ama artık birlikte karar vereceğiz. Çünkü ben artık sadece bir kız kardeş değilim, bir eşim ve ayrıca bu şirketin, bu sürecin parçasıyım.”

Sözlerim odada yankılandı. Bir an herkes sustu. Boran hâlâ parmaklarını dosyanın kenarında gezdiriyordu ama başını yavaşça çevirip bana baktı. Gözlerinde o tanıdığım bakış vardı; gurur, destek, biraz şaşkınlık… ama en çok da sevgi. Abim sırtını sandalyesine yaslayıp bize bakarken ben bakışlarımı Boran’dan çekerek konuştum. “Şimdi, bu evraklar ne anlama geliyor?”

Abim birkaç saniye sustu, sonra ellerini masanın kenarına koyup öne eğildi. Gözlerini bana doğru çevirdi. “Bu evraklar, babamızın yargılanma sürecinden sonra şirketin mali durumunu etkileyen temel veriler. Hissedarlar şu an diken üstünde. Bazıları paylarını satmak için fırsat kolluyor. Yatırımcılar da süreci izliyor. Şirketin duruşunu belirlememiz lazım. Ve bu sadece benim değil, senin de yüzünü göstereceğin bir süreç olacak gibi görünüyor.”

Boran sessizce başını salladı, sonra parmaklarını dosyaların üzerinde gezdirip birkaç sayfa çevirdi. “Bu verilerin bir kısmı basına sızarsa sıkıntı çıkar. Ama bazılarını kontrollü biçimde kullanarak kamuoyunu rahatlatabiliriz.”

“Nasıl yani?” dedim, dosyalara bakarak. Abim ise açıklamaya devam etti. “Basına yapacağın konuşma sadece duygusal bir açıklama değil. Aynı zamanda şirketin geleceğine olan inancını vurgulayan, yatırımcıyı ikna eden bir mesaj taşımalı. O yüzden konuşmanın ilk kısmı kişisel olabilir ama ardından şirketin vizyonuna ve kararlılığına dair somut cümleler gelmeli.”

Boran bir yandan abimi dinlerken diğer yandan dosyaların bir kısmını çevirip göz ucuyla inceledi, sonra abime doğru baktı. “Veriler sağlam görünüyor ama açıklamanın dili konusunda da dikkatli olmalıyız. Bir rakamın yansıtamadığını, doğru seçilmiş bir cümle yansıtabilir.”

Abim, Boran’ın cümlesiyle sandalyesine yaslandı ve hafifçe kaşlarını kaldırarak konuştu. “Senin rakam dediğin şeyler, bazen sayfalarca açıklamayı gölgede bırakıyor. Ama tabii, kelimelerin gücüne fazla güvenen biri olarak seni anlayabiliyorum.”

Boran’da abim gibi geriye yaslanıp rahat ama kendinden emin bir duruş sergiledi. Alttan alta küçümseyici bir tebessüm kondurdu dudaklarına. Parmaklarını hafifçe masaya vurup, sanki orada boş laf yerine somut bir güç olduğunu ima eder gibi kararlı bir tavırla karşılık verdi. “Yalnız kelimelere değil, duruşa da güveniyorum. Hele yanında boş konuşmayan biri varsa.”

Abim göz devirdi ama gözlerinde belli belirsiz bir eğlence parladı. “Yani diyorsun ki konuşmayı sen yaz, kararı ben alayım?”

“Karar ortak alınır,” dedi Boran, gözlerini bana çevirerek. “Ama etkili konuşmayı senin finans raporlarına bırakmamız kriz çıkarır.”

İkisini dinlemeye kendimi kaptırmışken yengemin sesini duydum. “Siz bu atışmalardan bir basın toplantısı çıkarırsınız yalnız.” Getirdiği tepsideki çay bardaklarını teker teker masanın üzerine bırakırken cümlesiyle güldüm.

Yengem, çayları masaya bıraktıktan sonra kaşlarını kaldırıp bize baktı. “Basın toplantısı yapacaksınız ya… Biraz daha uyumlu olsanız, işimiz kolaylaşır.” dedi gülümseyerek. Sesi o kadar sıcak ve samimiydi ki, bir anda ortamdaki gerilimi yumuşattı. Ben de hafifçe gülümseyip devam ettirdim sözlerini. “Yengem haklı. Her kelimenin, her rakamın önemi büyük. Hem şirketin hem de ailemizin geleceği için.” dedim. Yengem abimin yanına otururken biraz daha rahatladım.

Boran başını hafifçe yana eğdi, sesi ciddi ama yumuşaktı. “Bu açıklama sadece kriz yönetimi değil, aynı zamanda güven tazelemesi olacak. Güveni sadece veriler değil, duruş da inşa eder. O yüzden kelimelerin tonu, içeriği kadar önemli.”

Abim hafifçe içini çekti ama alttan da almadan konuştu. “Duruş önemli, evet. Ama rakamlar sağlam değilse, en etkileyici cümle bile düşer. Güven soyut değil, yatırımcı için somuttur.”

“İkiniz de haklısınız. O yüzden bu metin ikinizin deneyimiyle dengeli olacak. Sadece kalpten değil, aynı zamanda akıl dolu cümleler de gerekecek. Şirketi temsil ediyorum, evet. Ama aynı zamanda buradaki her bir insanı.” Derken yengeme doğru baktım. “Kesinlikle,” dedi yengem. “Basın önünde duruşunuzu net göstermeniz, her soruya hazır olmanız gerek. Bir yanda sertlik, bir yanda samimiyet olmalı. Zaten kriz anında insanlara güven vermek ancak böyle mümkün.”

Boran başını hafifçe salladı, gözleri kararlıydı. “Bizim amacımız sadece hasarı sınırlamak değil, aynı zamanda yeni bir sayfa açmak. Şeffaflık ve dürüstlükle ilerleyeceğiz.”

Abim derin bir nefes aldı ardından masaya biraz daha yaklaştı. “O zaman lafı fazla uzatmayalım. Öncelikle açıklamanın ana hatlarını belirleyelim. Sonra her birimiz üzerine düşeni netleştirelim. İyi hazırlanmak zorundayız.”

O an, masanın etrafında bir araya gelmiş, farklı düşüncelerimizi birleştirerek ortak bir yol çizdik. Her birimizin içinde kaygılar, endişeler vardı ama aynı zamanda güçlü bir kararlılık da. Sadece bir şirketin değil, bir ailenin geleceği için bir aradaydık. Bu krizden birlikte çıkacak, birbirimize daha sıkı sarılacak, her adımı birlikte atacaktık. İçimde büyüyen o karmaşık duygular arasında, en çok güvenin ve sevginin yer aldığını hissediyordum. Çünkü artık yalnız değildim; Boran yanımdaydı, abim yanımdaydı, yengem yanımızdaydı. Ve biz, her zorluğun üstesinden gelebilecek bir bütün olmuştuk.

Dakikalar sonra metin hazırlandığında hepimiz biraz olsun rahatlamıştık ancak hala içimde bir korku, bir utanç duygusu vardı. Bunu bir süre atlatamayacaktım biliyordum. Göktuğ’un ağlamasıyla yengem onun yanına çıkmıştı, bizde masanın üzerindeki evrakları toplamıştık o sırada.

“Halasının geldiğini duyunca uyumak istemedi sanırım.” Yengem Göktuğ ile merdivenlerden inerken hevesle baktım yeğenime. Görmeyeli uzun zaman olmuştu ve ben çok özlemiştim onu. “Görmeyeli kocaman olmuş.” Derken yengeme ilerledim. Yengem merdivenlerin sonuna geldiğinde Göktuğ’u kucağıma uzatırken güldü. “Bir de bize sor.”

Abim, yengemin omzuna kolunu atarken ben yeğenime doğru baktım. “Halasının paşası kocaman olmuşsun sen. Yakışıklım benim.” Burnumu boynuna sokarken kokusunu içime çektim. Mis gibi kokuyordu ve içimi huzur dolduruyordu. “Çok özlemişim seni…” diye mırıldanırken yüzüne bakmaya devam ettim. O da gözlerini aralamış bana bakıyordu.

“İnci, sen Göktuğ’u oyalarsın değil mi? Bende yemeği hazırlayayım.” Yengemin söylediği cümle ile bakışlarımı Göktuğ’dan çektim. “Yemeğe kalmayalım biz yenge.” İtirazımla yengem kaşlarını çattı. “Olmaz öyle şey.” İtiraz kabul etmeyeceğini belli eden tonda konuşurken abim araya girdi. “Yemek yemeden göndermeyiz sizi.”

Kararsız bir biçimde Boran’a doğru döndüğümde bana baktığını gördüm. “Sen ne dersen.” Diye kararı bana bıraktığında onları kırmamak için onayladım. “Peki o zaman.” Yengem ellerini birbirine vurarak güldü. “Süper, o zaman ben hazırlayayım.”

“Bende yardım edeyim sana.” Diyerek Göktuğ’u abime doğru uzatacağım sırada yengem engelledi beni. “Abin yardım eder bana, hadi Egemen.” Diyerek mutfağı işaret ederken abimin yüzünde ne manasında bir ifade oluştu. Ancak bozuntuya vermeden yengemin peşinden mutfağa ilerledi.

Boranla baş başa kaldığımızda bakışlarım ona doğru döndü. İlgiyle bana ve kucağımdaki yeğenime baktığını gördüğümde küçük bir tebessüm ettim. “Kucağına almak ister misin?” O da amca olacaktı yakında. Yeğenini kucağına alacaktı benim gibi.

Boran bir an tereddüt etti. Gözleri Göktuğ’un minik ellerinde, sonra benim yüzümde gezindi. Hafifçe başını sallayarak yaklaştı. “Nasıl tutmam gerekiyor?” diye sordu alçak sesle. Sorusu içime büyük bir sıcaklığın yayılmasına neden oldu. Her şeyi bilen adam bu konuda tereddütlüydü. “Yavaşça, kafasını desteklemen yeterli. Bak, böyle…” Göktuğ’u dikkatlice ona uzatırken parmaklarımız birbirine dokundu.

Boran minik bedeni kucağına aldığında derin bir nefes aldı. Göktuğ, sanki onu tanıyormuş gibi başını hafifçe yana çevirdi ve çipil çipil ona doğru baktı. Boran bir süre bebeği izledikten sonra mırıldandı. “Ne kadar küçük…” dedi fısıltıyla, gözleri bebeğe kilitlenmişti.

“Ve çok güçlü,” dedim. “Bir bakışıyla insanın kalbini ele geçirebiliyor.” Boran bana baktı o sırada. Gözleri gözlerime değdi. Sessiz, ama bir şey söylemek istermiş gibi. O an, salonda sadece kalp atışlarımız var gibiydi. Kucağındaki bebeğin kıpırdanışıyla bakışlarını benden çekerken ben onu izlemeye devam ettim.

Boran’ın kucağındaki Göktuğ’a nasıl dikkatle baktığını izlerken içimde sıcak bir şey kıpırdadı. Sanki zaman bir anlığına yavaşlar gibi oldu benim için. Bebeği tutuşu, o dikkatli elleri… Sanki yıllardır bu anı bekliyormuş ama bir yandan da korkuyor gibiydi. Tedirgin ama şefkatli... Bir erkeğe şefkat bu kadar mı yakışırdı?

Gözlerim, onun Göktuğ’un başını nazikçe destekleyen parmaklarında dolaştı. Gözlerinin kenarında beliren o minik gülümsemeyi fark ettiğimde boğazıma bir şey düğümlendi. İçimden bir ses, "İşte," dedi, "bu adam bir gün baba olursa… çok iyi bir baba olacak."

Henüz adını koymadığımız, belki de sadece hissettiğimiz bir gelecekte Boran’ın kendi çocuğunu böyle sevmesi, böyle tutması... gözümde canlandı. Henüz yolun başındaydık ama kalbim, onun yanında her şeyin daha doğru olabileceğine inanmaya başlamıştı.

Göktuğ’un minik eli Boran’ın parmağını tuttuğunda içim titredi bu sefer. Kendime engel olamadan hafifçe gülümsedim. O fark etmedi ama ben o anı içime mühürledim. Boran’ın kucağına bebek çok yakışıyordu. Boran’ın yüzüne baktım. Gözleri bebeğe kilitlenmişti, dikkatliydi... nefesini bile tutuyormuş gibiydi. O kadar özenli, o kadar yumuşak bir hali vardı ki… sanki o minicik bedene sadece değil, onun taşıdığı anlamlara da saygı duyuyordu.

Kalbim göğsümde kıpır kıpırdı. İçimdeki düşünceyi artık susturamadım. Usulca konuştum. “Sen… bir gün çok güzel bir baba olacaksın.” Boran başını yavaşça kaldırdı. Sözümün ardından gözlerini bana çevirdi, kısa bir an boyunca sadece baktı. O an bakışlarında bir şeyler kıpırdadı şaşkınlık değildi sadece, içinde anlamı derin bir sarsıntı da vardı. Kaşının kenarı hafifçe kıvrıldı, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu. “Gerçekten öyle mi düşünüyorsun?”

“Evet. Göktuğ’a nasıl baktığını görüyorum. Ne kadar dikkatli ne kadar şefkatli olduğunu…” dedim tebessümle. Boran bakışlarını yeniden Göktuğ’a çevirdi. Minik eli avuçlarının arasında kaybolmuştu adeta.
Bir süre sustu, sonra bana tekrar bakıp yumuşak bir tonda cevap verdi. “İnşallah bir gün… doğru bir zamanda annesinin sen olduğu bir bebek, neden olmasın?”

Boran’ın sözleri kulaklarımda hafifçe yankılanırken, içimde beklenmedik bir sıcaklık yükseldi. Gözlerimi kaçırmak istedim ama bakışlarıyla karşılaşmamak için değil çünkü utanmıştım. Kalbim bir yandan deli gibi atıyor, diğer yandan böyle bir şey konuşmanın ağırlığıyla boğuluyordu. Kelimeler dilimde düğümlendi, o ihtimal öyle güçlü, öyle gerçekçiydi ki…

Boran’ın gözlerinde o ihtimali görmek, beni hem cesaretlendirip hem korkutuyordu. Kucağındaki Göktuğ’a bakarken hafifçe gülümsedi, sonra gözlerini bana çevirdi. “Biliyorum şu an her şey için çok erken, bunu konuşmak içinde öyle. Daha çok zaman var önümüzde. Ama… senin yanındayken, her şey mümkün gibi geliyor.”

Bir an sessiz kaldım. Bunları düşünmek için çok erkendi. Biz bir yola çıkmıştık, bir ilişkiye başlamıştık evet ama bunlar daha sonra konuşulması gereken meselelerdi. Göktuğ beni kurtarmak istercesine ağlarken abimin mutfaktan çıktığını gördüm. Bize doğru elinde mama biberonuyla gelirken kaçarcasına mırıldandım. “Ben yengeme yardım edeyim.”

“Et bakalım.” Dedi Boran eğlenir bir tonda. Mutfağa girmeden son kez bakışırken yüzündeki muzip gülümseme ne kadar eğlendiğini anlatıyordu.

Mutfakta kısa bir koşturmanın ardından, salonda yemek masasını hazırlamıştık. Abimle Boran arasında her zamanki tatlı atışmalar başlamıştı; abim Boran’ın üzerine gidiyor, Boran da lafını esirgemiyordu. Gülüşmeler, hafif takılmalar ortamı yumuşatıyor, evin sıcaklığı içimizi ısıtıyordu. Yemek boyunca herkes kendi halindeydi ama aramızda bir dinginlik, hoş bir sohbet vardı. Konuşmalar arasında küçük anılar, geleceğe dair umutlar, gündelik hayatın neşeleri paylaşılıyordu.

Kalbimde hâlâ yarınki basın toplantısının ağırlığı vardı ama bir yandan da huzur…Her şey, o an için, doğru ve yerindeydi. Ama biliyordum, bu yol ne kadar uzun ya da belirsiz olursa olsun, olmak istediğim yerdeydim.

*****

Basın mensupları salonu çoktan doldurmuştu. Fısıltılar, flaş sesleri ve kalem tıklamaları arasında bir görevli geldi, “Hazırsanız başlayabiliriz.” dedi. Başımı salladım. Kürsüye doğru yürürken topuk seslerim salonda yankılandı. Mikrofonun önüne geldiğimde her şey sustu.

Omuzlarımı diktim, başımı hafifçe kaldırdım. Derin bir nefes aldım ama içimdeki sarsıntı dinmedi. Kalbim, göğsümden dışarı fırlayacak gibiydi. Hemen kapının yanında yani kürsünün karşısına gelecek şekilde Boran vardı. Onun yanında abim ve Güney. Boran ceketini düzeltti, göz ucuyla bana baktı. Gözlerinde o tanıdığım şey vardı yine güven. “Hazırsın.” dedi fısıltıyla, dudaklarını bile kıpırdatmadan. Sadece ben duydum onu.

Boğazımı temizledim, gözlerim kameraya değil birkaç basın mensubunun gözlerine takıldı. Sırtımı dik tuttum. “Saygıdeğer basın mensupları, hepiniz hoş geldiniz. Bugün burada, ailemizin ve şirketimizin karşı karşıya kaldığı zorlu bir süreci, şeffaflık ve samimiyetle paylaşmak için bir aradayız. Öncelikle, şirketimizin kurucusu ve benim için çok değerli olan Sardun Bey’i anmak isterim. Onun ilkeleri ve vizyonu, bugün bizim yol göstericimiz olmaya devam ediyor.”

“Son günlerde yaşanan gelişmeler hem şirketimize hem de ailemiz açısından sıkıntılar yarattı. Ancak bizler, bu zor dönemi birlikte aşacak, güveni yeniden inşa edecek kararlılık ve şeffaflıkla ilerleyeceğiz. Finansal verilerimizi ve durumu detaylıca inceledik. Bu süreçte sizlerle paylaşacağımız bilgiler, sadece kriz yönetiminin değil, aynı zamanda şirketimizin sağlam duruşunun da göstergesidir.”

Bilgilerden önce söylemek istediklerim vardı. O yüzden duruşumu ve ciddiliğimi bozmadan devam ettim sözlerime. “Sessizliğimi bozmak için doğru anı bekledim. Bugün burada sadece bir yönetici, bir kız evlat olarak değil; aynı zamanda halkın karşısında duran bir sorumluluk sahibi olarak bulunuyorum.”

Konuşmam planlıydı ama ezberden değildi, yüreğim konuşuyordu. Ellerimi kürsüye koymadan beden dilimi serbest bırakarak konuştum. Çünkü saklanmıyordum. “Evet, babamın işlediği suç sadece ailemizi değil, şirketimizi de etkiledi. Ama suç bireyseldir. Ne bu kurumun ne de çalışanlarının üstünde gölge bırakmasına izin vermeyeceğiz. Şirketimiz etik değerler, liyakat ve adalet anlayışı üzerine kuruludur. Bugün de bunu savunmak için buradayız.”

Bir an gözlerim Boran’ı buldu. Başını çok hafifçe salladı, bakışları “devam et” diyordu. Bu bana daha da güç verirken devam ettim cümlelerime. “Bu kriz bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Şeffaflıkla, güvenle, emeğimizle yeniden inşa edeceğiz. Şimdi finansal verileri sizlerle paylaşması için Egemen Bey’i kürsüye davet ediyorum.”

Konuşmamın bu son cümlesiyle salondan gelen hafif bir alkış koptu. O an içimde hem bir ağırlık hem de büyük bir hafiflik vardı. Boran karşımda dimdik duruyordu, yüzündeki kararlılık ve gurur gözlerinde yankılanıyordu. Kürsüden inerken derin bir nefes verdim. Benden sonra abim ifadesini sertleştirip kısa bir baş selamı verdi ve konuşmaya başladı.

“Saygıdeğer basın mensupları, İnci’nin de belirttiği gibi, şirketimiz güçlü bir temele sahiptir. İçinde bulunduğumuz durum geçici bir sarsıntıdır ve finansal verilerimiz bunu açıkça göstermektedir. Bizler, bu zor dönemde şirketimizin itibarını ve değerlerini korumak için her türlü önlemi aldık. Yönetim kurulu olarak, şeffaflığı en üst düzeyde tutarak hareket ediyoruz. Bu süreçte tüm çalışanlarımızın motivasyonunu yüksek tutmak ve iş sürekliliğini sağlamak için gerekli stratejileri uyguluyoruz. Ayrıca, yatırımcılarımızla sürekli iletişim halinde olarak güveni yeniden tesis etmek için çalışıyoruz.”

Kısa bir duraklama yaptı, gözleri salondaki herkesi taradıktan sonra devam etti sözlerine. Bense yanında durmaya devam ediyordum. “Bu kriz, şirketimizin dayanıklılığını test eden bir sınavdır. Ancak inanın ki, bizler birlikte hareket ederek bu sınavdan alnımızın akıyla çıkacağız. Geleceğe dair planlarımızı, daha sağlam temeller üzerine inşa ediyoruz. Her adımımız, şirketimizin ve paydaşlarımızın menfaatine olacak şekilde planlanmaktadır.”

Abimin sözleri salonda ciddi bir yankı uyandırmıştı. O anda, hepimizin içindeki kararlılık biraz daha pekişmişti. Abimin sesi salonu doldururken, ben hâlâ kürsünün biraz gerisinde, dikkatle etrafı izliyordum. Her cümlesi beni biraz daha korusa da gözlerin, kameraların, objektiflerin üzerimde olduğunu hissediyordum. Söz bittiğinde, görevli mikrofona yöneldi. “Şimdi soru-cevap bölümüne geçiyoruz,” dedi.

Ve aniden... eller kalktı. İlk mikrofon, sol ön sıradaki genç bir gazeteciye uzatıldı. Gözlüklerinin arkasından bana baktı, sesi titremiyordu. İnci Hanım, babanızı tutuklatan kişi siz misiniz? Bu karar kişisel bir yüzleşme miydi, yoksa profesyonel bir sorumluluk mu?”

Bir anlığına içimden geçenleri susturmaya çalıştım. Yutkundum. Başımı dik tuttum. Soru cevap olmasını ben istemiştim. Bir şeyleri gizlemenin faydası yoktu bu saatten sonra. “Ben bir evlat olarak değil, bir yönetici ve yurttaş olarak karar verdim. Hukukun üstünlüğüne inanıyorum ve adaletin yerini bulması için gereken neyse onu yaptım. Kimse yasaların üstünde değildir, babam bile.”

Fısıltılar yayıldı salonda. Bu beni biraz gerse de duruşumu bozmadım. Sonra başka bir el kalktı havaya...

“Babanızın sizi öldürmeye çalıştığı iddiaları doğru mu?” Salon sessizleşti. Boran’a baktım bir an. Gözleri bendeydi. Ufak bir baş işaretiyle arkamda olduğunu hissettirirken derin bir nefes aldım. “Evet... Doğru.” dedim. Ardından devam ettim. “Bir babanın, kendi evladının canına kastetmesi... tarif edilecek bir şey değil.” Sesim çatlamadı ama gözlerim buğulandı. Gözyaşı değil; bastırılmış, taşlaşmış bir acının iziydi bu.

Konuşmaya devam ettim. “Yaşamla ölüm arasında bir an vardır. O an, zaman durmaz ama içimizdeki her şey donar. Ben o anı yaşadım, gözlerinin içine bakarak. O bana yabancıydı artık. İlk kez, bir evlat olmaktan çıkıp bir insan olarak hayatta kalmayı seçtim.”

Duraksadım. Salonda nefesler tutulmuştu. “Bu bir sır değildi. Sadece hazır olunmadığı için anlatılmamıştı. Ama artık susmak, suçun bir parçası olurdu. Ben yaşadım. Ama bu yaşadığım şey, sadece bana değil; bu şirkete, bu insanlara, bu sisteme saldırıydı ve kim olursa olsun, bunun hesabını vermeli.”

Cümlemden sonra birkaç saniye sessizlik olurken bu sefer arkalardan başka bir gazetecinin sorusunu işittim. “İnci Hanım, babanızı adalete teslim ettiniz. Ama burada hem onun mirasını hem şirketin geleceğini savunuyorsunuz. Bu nasıl mümkün oluyor?”

Bir anda salondaki hava ağırlaştı. Soru yalnızca kişisel değildi; soyun, geçmişin ve adaletin iç içe geçtiği bir sorguydu. En azından benim için öyleydi. İçimde ince bir sızı belirdi. Babamın adı geçince kalbim hep sıkışıyordu ama bu kez onu tek başına düşünmedim. Dedemi hatırladım.

Başımı hafifçe kaldırdım. “Ben bu şirketin kurucusunun torunuyum. Sardun Bey’in... sert, ketum ama dürüst duruşuyla büyüdüm. Onun bana söylediği bir cümle var: ‘Bu hayatta ailene bile güvenme…” Bu cümlenin ardından dedemin kendince güvenmemi istediği kişilerin ismi sıralıydı ve yanılmamıştı.

“İşte o cümleyi anladığım günlerin içindeyiz. Babam bana can vermiş olabilir... ama değer vermedi ve değer olmadan bağ sadece bir genetik zincirdir. Sardun Bey bana hep değerin kanla değil, duruşla aktarılabileceğini öğretti. Bu şirkette babamın mirasına değil, dedemin bıraktığı mirasa sahip çıkıyorum. Bu babamın hatasını örtmek için değil; o hatanın geride bıraktığı yıkımı yeniden ayağa kaldırmak için yapılan bir basın toplantısı.”

Salon birkaç saniye sessiz kaldı. Sonra hafifçe bir alkış yayıldı. Dudaklarımdan memnuniyetle bir gülümseme oluşurken Boran’a baktım. Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir kıvrım, bir onay, bir gurur vardı.

Basın mensupları dağılırken bende kürsüden indim ve Boran’ın yanına doğru ilerledim. Yanına yaklaştığımda eliyle belimi kavrayarak beni kendine doğru çekti. Bedenlerimiz birbirine yaslanırken bende elimi göğsüne yasladım. Dudakları şakaklarımdaki yerini alırken sadece benim duyabileceğim şekilde fısıldadı. "Harika bir iş çıkardın, gurur duyuyorum seninle."

Cümlesi ılık ılık içime akarken tebessüm ettim. "Sayende." Desteği benim için çok önemliydi. Onun, abimin, Güney'in. Kısacası tüm sevdiklerimin desteği olmadan bir şeyleri başaramazdım.

"Tebrikler kardeşim." Güney tatlı bir tebessümle bana bakarken Boran’dan ayrılıp onunla sarıldım. Üzerimden bir yük kalkmış gibi hissediyordum. Güney’den sonra abim yanımıza gelirken derin bir nefes verdi. "Bununda üstesinden geldik sayılır, bu açıklama insanları biraz rahatlatacaktır."

"Umarım öyle olur." dedim iç geçirerek. Bir karar vermiştim ve verdiğim karar sonrası şirketi düşürdüğüm durum pek hoş olmamıştı. Bu kararı alırken şirketin böyle bir duruma düşeceği aklıma gelmemişti hiç. Hiç böyle bir meslek yapmadığım için bu normaldi ama yine de kötü hissetmiştim. Şimdi bir şeyleri toparlıyor olmak rahatlatmıştı.

Abimin telefonuna gelen mesaj sesi konuşmamızı bölerken abim dikkatini telefonuna verdi. Yengemdi muhtemelen. Abime doğru bakarken birden kaşlarını çattı. Ekranı eliyle büyütüp birkaç saniye ekrana baktıktan sonra telefonu bana doğru uzattı. Bana karşı ilk defa evlendiğimi öğrendiğinde kullandığı o sert ses tonunu tekrar işitirken ekrana baktım. "Bu doğru mu İnci?"

Bu fotoğraf bittiğimizin resmiydi.

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz, beğendiniz mi?

‣‣‣ İnci ve Boran sahneleri nasıldı? Azdı, biliyorum ama ilerleyen bölümlerde daha çok olacak merak etmeyin.

‣‣‣ Boran’ın Lucas ile olan sözleşmeyi bitireceğini düşünüyor muydunuz?

‣‣‣ Egemen, Boran, Doğa, İnci ve tabii Göktuğ sahnesi okuduk hoşunuza gitti mi?

‣‣‣ Basın toplantısı sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

‣‣‣ Sizce bölüm sonunda Egemen’e gelen fotoğraf ne? Tahminlerinizi bekliyorum.

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…

Bölüm : 02.07.2025 18:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...