
🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...
🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen...
22. Bölüm
Bahadır abiydi gelen.
İçeriye girdiğinde odada ani bir ağırlık oluştu. Herkesin gözleri ona çevrildi. “Herkese merhabalar.” Diyerek konuştuğunda kaşlarımı çatarak konuştum. “Önemli bir toplantının ortasındayız Bahadır bey.” Dedikten sonra kolumdaki saate bakarak ekledim sert bir tonda. “Bildirilen toplantı saatinden yaklaşık bir saat geçmiş, geç kaldınız.”
“Geç kalmamın bir sebebi var İnci Hanım.” Bahadır abi meydan okuyan bir şekilde bana bakarken anlamaz gözlerle baktım ona doğru. “Lafı dolandırmadan konuya gireceğim. Bu sabah noter işlemleri tamamlandı. Amcam bana yüzde 15 hissesini devretti. Yani artık yönetim kurulunda %40 hisse sahibiyim…”
Sessizlik.
Masadaki hava bir anda değişti. Gerilim konuşmadı ama çığlık atar gibiydi. Kimse bakışını Bahadır’dan çekemedi. Bende. İçimde bir şey düştü o an. Sanki sandalye altımdan kaydı ama hâlâ oturuyormuşum gibiydi. “Bu neden bana haber verilmedi?” dedim. Sesimde öfke yoktu daha beteriydi. Duygusuz, mekanik bir soruydu.
Bahadır abi gözlerini benden ayırmadan yanıtladı. “Amcam öyle uygun gördü. Artık o hisseler benim. Yönetim kurulunda daha aktif yer almak istiyorum. Stratejik karar süreçlerine daha doğrudan katılacağım.”
“Yani” dedim, yavaşça. “Sadece hissedar değil, artık oyun kurucu olmak istiyorsun.” Sert bir tonda söylediğim şeyle birlikte Bahadır abi hafifçe başını eğdi ve gülümsedi. “Bu oyunda kenarda durmak zaten bana göre değildi.”
“Gelişme not edilmiştir. Belgeleri yönetim kuruluna yazılı olarak da sunmanı rica ediyorum. Şimdi kaldığımız yerden devam edeceğiz.” Dedim otoriter bir şekilde. Masadaki insanlara döndüğümde onların bakışları benim üzerimdeydi. Bende çok gergindim ama şu an bunu karşımdaki adama yansıtamazdım. Onların amacı buydu zaten.
Bahadır abi boş olan kendi yerine oturduğunda toplantı devam etti. Ancak ortamdaki gerginlik hepimizin dikkatini dağıtmıştı. Toplantı bitiminde herkes odadan çıkarken ben, abim ve Bahadır abi kaldık odada.
İlk konuşan abim oldu. “Sana söyleyecek bir kelimem bile kalmadı biliyor musun?” diyerek direkt Bahadır abiye baktığında devam etti sözlerine. “Sana İnci’ye neler yaptığını anlattım ve sen hala onun yörüngesindesin Bahadır. İnci’yi seviyorum diye bağırıyordun, sevgi bu mu lan!” Son cümlelerinde sesini yükselttiğinde sesinden değil de kurduğu son cümleden rahatsız olarak yerimde kıpırdandım.
“Ben konuştum amcamla, her şey bir yanlış anlaşılma.” Diye Adnan Aral’ı korurcasına konuştuğunda sesli bir şekilde alayla güldüm. “Yanlış anlaşılma öyle mi? Yanlış anlaşılma. Bu iz yanlış anlaşılma mı?” diyerek kaşımdaki dikiş izini gösterdiğimde Bahadır abi anlık olarak kaşıma baktı. Bense ekledim. “At gözlüklerini çıkar artık Bahadır abi. Onun yüzünü göremeyecek kadar kör müsün?”
“Mesele amcam mı yoksa yönetim kurulunda yükselmem mi?” sorduğu soruyla iç çekerken abim konuştu. “Yönetim kurulu sikimde bile değil Bahadır, sorun sensin. Yazıklar olsun sana. Yazıklar olsun. Onunla hala görüşüyorsun ya yazıklar olsun sana. İki gün sonra şikayetini geri çekmesini de söylersin sen.” Dediğinde Bahadır abi bir an için sessiz kaldı.
Daha sonra bana doğru dönerek konuştu. “Amcam seni affetmeye hazır.” Dediğinde ağzım açık baktım ona doğru. Ne saçmalıyordu? Bazen Bahadır abinin beyninde bir sorun olduğunu düşünüyordum böyle söylediğinde. “Öyle mi emretti Adnan Bey hazretleri?” dedim alayla. Bahadır abi başını sallarken abim sandalyesini hızla geriye itip ayağa kalktı.
Yönü direkt olarak Bahadır abi olurken onu yakalarından tuttuğu gibi ayağa kaldırdı ve sırtını duvara doğru yasladı. “Sakın İnci’yi bu konu hakkında rahatsız etmeye kalkma Bahadır.” Dişlerinin arasından konuşurken bende hızla oturduğum yerden kalkıp müdahale etmek istedim. Ancak abim bunu anlayarak konuştu. “Sen karışma İnci.”
Olduğum yerde kalırken Bahadır abi eliyle abimi engellemeye çalıştı. Ancak abim devam etti sözlerine. “Yönetim kurulunda hissem çok diye sevinme, o hisseleri aldığın gibi vereceğin günler de gelecek. Ne sanıyorsun sen Adnan sana hisseleri verdi, hapisten çıkınca almayacak mı? Alacak, seni de kullanıp bir köşeye atacak. O adam öz evlatlarına acımamış. Sana hiç acımaz çünkü öyle duygu yoksunu biri.” Bahadır abi gözünü kırpmadan abimi dinlerken tedirgince izledim ikisini.
“İnci’yi rahatsız ettiğini görürsem, duyarsam. İnci’nin canını sıkacak bir şey yaptığını işitirsem Boran’dan önce benden kork Bahadır. Kuzen olmamız, kardeş gibi büyümemiz hiçbir anlam ifade etmez. Kaldı ki kardeş kardeşe bunları yapmazdı ama sen yaptın. Aramızda kardeşlik kalmadı. Bunu bil, hareketlerine dikkat et!” Abim uyarı dolu cümlelerini bitirdiğinde ellerini Bahadır’ın yakasından çekti.
Normalde Bahadır abi, abimi sevip sayardı ama Türkiye’ye geldiğim günden beridir bunu yapmadığına şahittim. Güvenemiyordum. Hissesi az olduğu için toplantılara genelde katılmazdı, şirkete nadir gelirdi ama şimdi babamın maşasıydı ve bu şirkete sürekli geleceğini bildiriyordu bize. Bu da dibimde olacağını gösteriyordu. Boran’a bu konudan bahsetmeliydim. Başkasından öğrendiğinde iyi olmazdı.
*****
Yemek masasında suyumdan bir yudum içerken Boran’a doğru baktım. İştahlı bir biçimde yemek yiyordu. Bahadırla olan konuşmadan sonra şirketten çıkmış ve eve geçmiştim. Boran’ın gelmesine yakın sofrayı hazırlamıştım ve onun gelişiyle de yemeğe oturmuştuk. Bahadır meselesini açmak istiyordum ama bunu ne zaman yapmam gerektiğini kestirememiştim.
“Sevgilim…” diyerek Boran’ın dikkatini çektiğimde bakışları anında bana döndü. Yüzünde küçük bir gülümseme oluşurken yanağında o çok sevdiğim gamzesi belirdi. Hitabımdan hoşlanmıştı belli ki. “Sana bir şey söyleyeceğim.” Diye devam ettiğimde onayladı. “Söyle güzelim.”
“Bugün yönetim kurulu toplantımız vardı, biliyorsun.” Dediğimde Boran başını salladı. Bense devam ettim sözlerime. “Bahadır abi geldi.” Dediğimde kaşları çatıldı anında. Gerildiğini ta buradan bile anlarken Boran keyifsiz bır tınıda mırıldandı. “Ne istiyormuş?”
“Adnan Aral hisselerini ona devretmiş.” Dediğimde şaşkınca dudaklarından tek bir kelime döküldü. “Ne?” Aynı tepkiyi bende vermiştim bugün. Boran gözlerini kapatıp başını geriye doğru attığında dudaklarımı yalayarak ona bakmaya devam ettim. Gözlerini açıp tekrar bana baktığında bu sefer canının sıkıldığını çok net anlamıştım. “Ulan bitmiyorlar, hala daha hinlik peşindeler.”
“Adnan’ınkiyle hisseleri %40 oldu. Dedem babama da amcama da %25’er hisse vermişti. Babam %10’unu abime vermişti. Amcam vefat edince onunki de Bahadır abiye geçti. Bir sorun olur mu sence?” Zihnimi kurcalayan soruyu sorduğumda Boran iç çekti. “Direkt olarak etkileyemez belki ama senden sonra en çok hisse onun olduğu için yönetim kurulu kararlarına engel olabilir, yönetim kurulunu toplayabilir, burada abinin tavrı önemli. Ama Egemen sana karşı bir atak yapmaz.”
Benim kadar söz sahibi olmasa da bir şeyler yapabilirdi. Babamın şirketteki konumu belliydi ve Bahadır aracılığıyla işlere el koymaya çalışıp kendi isteklerini yaptıracaktı. Şirkette çalışan insanlar üzerindeki etkisi de belliydi. Umarım Bahadır abi oyuna gelmezdi fakat çoktan gelmiş gibi duruyordu.
“Abim uyardı onu bugün ama Bahadır abi at gözlüğü takıyor.” Dedim sıkıntıyla. Boran ise öfkeli bir tonda ekledi. “At gözlüğünün arkasından da sana bakıyor şerefsiz.” Cümlesi istemsizce komiğime giderken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Boran bunu fark ettiğinde tersçe baktı suratıma doğru. “Gülme İnci.”
“Gülmüyorum.” Dedim hızlıca. Boran bana bakmaya devam ederken ekledi. “Kanıma dokunuyor. Kocan olarak meselem ayrı onunla ama kız kuzeni olan bir erkek açısından meselem daha başka. İnsan kardeş dediğine yan gözle bakar mı?” şikayetini sinirle dile getirirken aklıma Gamze geldi. Boran ile ilk evlendiğimizde aklıma hiç olmayan şeyler gelmişti.
Hala daha zihnimde vardı o düşünceler fakat ayrı evde yaşadığımızdan ve Gamzeyle Boran’ın görüşmediğini bildiğimden dile getirmiyordum. Boran asla öyle bir adam değildi ama Gamze’nin Boran’a abi gözüyle bakmadığına emindim.
“Şirkette sık sık görüşeceksiniz bir de.” Derken tahammülsüzlüğünü daha net hissettim. “Bende istemiyorum onunla görüşmeyi ama mecburum.” Dediğimde iç çekti Boran. O da biliyordu halimden memnun olmadığımı. Ama elden bir şey gelmiyordu.
“İnci, sana yaklaşmaya çalışırsa, rahatsız ederse, bir laf söylerse, etrafında dolaşırsa beni arıyorsun.” Otoriter bir tonda söylediği cümleyle birlikte başımı salladım. Zaten Mert yanımdaydı. “Mert yanımda ya hayatım, o halleder bir sıkıntı olduğunda.” Dediğimde Boran onayladı. “İyi hatırlattın, Bahadır odana girdiğinde Mert’te girsin. Tek başına kalmanı istemiyorum onunla.”
“Bu kadarına gerek var mı?” diye mırıldanacağım sırada Boran hızla cevap verdi. “Var, içim asla rahat etmez. Niyetini biliyoruz. Seni onunla baş başa bırakmam. Hele ki seni taciz ederken gördüm, yapabileceği şeyleri bilirken en iyi yol bu.”
Doğru söylüyordu, o kadar ileri bile gitmişti. Pisliğin tekiydi. Korkmuyordum ama yapacakları ya da yapma ihtimali olan şeyler beni de tedirgin ederdi. Hem kendimi hem Boran’ı bu konuda tedirgin etmeye gerek yoktu. O yüzden daha fazla üstelemeden onayladım onu.
“Senin nasıldı günün?” dedim meraklı bir şekilde. Onunla böyle günlük şeylerden konuşmayı seviyordum. Boran sorumla iç çekti. “İyiydi.” Dediğinde hafifçe kaşlarımı çattım. “Pek iyi değil sanırım.” Boran belli belirsiz başını salladı. “Bir anlaşmayla ilgili ufak pürüzler çıktı. Onlarla uğraşıyoruz. Önümüzdeki haftaya yetiştirmemiz gerekiyor.”
“Halledersiniz siz.” Dedim kendimden emin bir şekilde. Çünkü biliyordum Boran hallederdi. Söylediğimle Boran küçük bir tebessüm etti. “İnşallah güzelim, inşallah.”
Yemeğimizi sohbet ederek bitirdikten sonra dışarı çıkmaya karar vermiştik. Hem bana hem de Boran’ın şirket yüzünden sıkılan canına iyi gelir diye düşünmüştüm teklifi yaparken. Öyle dışarıda herhangi bir yere gitmek değildi de birlikte küçük bir yürüyüş yapmak olmuştu isteğimiz ve sofrayı topladıktan sonra direkt olarak çıkmıştık.
Elim Boran’ın avuçlarının içindeyken içimdeki karanlığın sustuğunu hissettim. Gürültüsüyle, kalabalığıyla, telaşıyla üzerime üzerime gelen bu koca şehir tam şu anda yavaşlamıştı benim için. O kadar güzeldi ki her şey, o kadar sıradandı ki kelimelere dökülemezdi. Bir insan sıradanlığı özler miydi? Ben özlüyordum. Koşuşturmaca olmadan, açıklama yapmamız gereken biri olmadan sadece Boran ve benim var olduğum bu an dünyalara bedeldi. Sadece sokakta ay, yıldızlar ve sokak lambalarının altında yürüyorduk ama bu benim için huzur demekti.
Boran, arada başını çevirip bana bakıyordu. Gözlerinde bir soru yoktu, bir endişe de. Sanki o da benim gibi sadece anın içine sığınıyordu.
"Üşüyor musun?" diye meraklı bir şekilde bana baktığında gülümsedim ve başımı iki yana salladım. "Hayır, aksine iyi geldi bu hava." Şirkete gider gibi hazırlanmadan, özenmeden öylece çıkmıştık ikimizde. Bu anlar beni Londra’daki hallerime götürmüştü.
"Londra’da akşamları çıkıp yürüyüş yapardım." dedim o anlar aklıma geldiğinde. Ardından ekledim. "Biraz kilo almıştım, spora da gidiyordum ama yürümek ve müzik dinlemek bana daha iyi geliyordu. Ama sonra dayanamayıp ya dondurma yiyerek ya da çikolata yiyerek yaktığım tüm kaloriyi alıyordum." derken güldüm istemsizce.
Boran gülümsedi. O tatlı, alaycı ama içinde sevgi taşıyan bakışlarından biriyle bana döndü. “Yani yürüyüş kısmı bahane, çikolata şahane diyorsun,” dedi gülerek. Ben de kahkahayı bastım. “Aynen öyle. Hatta bir dönem sırf çikolata yiyebilmek için yürüyordum sanırım.”
Boran’ın kahkahası geceye karıştı. Sesinde sıcak bir neşe vardı. Onu böyle gülerken görmek içimdeki karanlık köşelere bile ışık düşürüyordu. Hele ta ilk andan beri dikkatimi çeken gamzesini artık daha sık görmek mutlu ediyordu.
“Keşke o zamanlarda da yanında olsaydım,” dedi aniden. “Beraber yürürdük Londra sokaklarında. Sonra senin o yaktığın kalorileri birlikte geri alırdık." alaycı bir şekilde söylediği cümleyle gülümseyerek baktım ona. "Onun için Londra’da olmamıza gerek yok. Hem şimdi yanımdasın, İstanbul'da da yapabiliriz bunu."
Boran bir an durdu. Sanki o cümlem, farkında olmadan kalbinin içine işlemişti. Yüzüne yayılan o yumuşak tebessüm, içindeki duyguların kabuğundan çıkmak üzere olduğunu gösteriyordu. “Elini tutarken zaten dünya neredeyse fark etmiyor. Londra, İstanbul… Hepsi bir arka plan sadece. Asıl sahne burada." derken parmaklarını sıkılaştırdı ve elimizi kaldırarak ikimizin görebileceği bir mesafeye getirdi.
"Aynen öyle." diye onu onaylarken birbirini sıkı sıkı tutan ellerimize baktım. O sırada Boran ekledi. "Bu arada kiloyla ilgili söylediğin şeye kafam takıldı, umarım şu an böyle bir şey düşünmüyorsundur. Çünkü yeterince zayıfladın." Meraklı bir tınıda konuşurken ona doğru baktım. Türkiye’ye geldikten sonra yeteri kadar kilo vermiştim. Stresten iştahım azalmıştı maalesef. Ama şimdi eski iştahım yerine geliyordu yavaş yavaş.
“Hayır, şu an böyle bir şey düşünmüyorum,” dedim içtenlikle. “Ama sanırım zaman zaman herkes kendine fazla yükleniyor. Özellikle de kadınlar. Ama senin böyle şeyleri fark etmen... " derken duraksadım. Devam ettirecek sözcükleri bulamıyordum.
"Bırak da biraz farkım olsun etrafındaki insanlardan." dedi sakin ama derin bir tonda.
"Zaten... tam da bu yüzden farklısın” dedim yavaşça. “Ben her şeyi anlatmadan bile anlayabiliyorsun ya... bu insanın savunmasız kalmaktan korkmadığı nadir yerlerden biri gibi hissettiriyor.” Gözlerinin içine bakarak dile getirdiğim şeyle Boran gülümsedi. Gözleri de gülüşüyle eş zamanlı olarak parıldadı. Beni Boran’a çeken en büyük şey buydu. Beni anlaması, sessizliğimden bile bir cümle çıkarması. Bazen beni benden bile iyi anlıyordu.
Boran evlendiğimiz ilk andan beridir bu şekildeydi ve ben istemsizce ona sığınmıştım her defasında. Bu bile Boran’a alıştığımın kanıtıydı da ben anlamak istememiştim bunu.
Birbirimizin sessizliğini dinleyerek sokakta yürürken yağmurun serpiştirmeye başlamasıyla Boran konuştu. "Yağmur başladı, eve mi dönsek artmadan?"
Başımı iki yana sallayarak onu reddederken elimi havaya kaldırdım ve yağmur damlalarının avuç içime düşmesine izin verdim. "Bence birazcık daha kalabiliriz." dediğimde yağmur hızlandı. Damlalar daha sert bir biçimde yeryüzüne düşerken Boran’ın elini bırakarak kollarımı iki yana açtım.
Gözlerimi kapatarak yağmur damlalarının tenimde bıraktığı hisse kaptırdım kendimi. Sanki içimdeki bütün düşünceler siliniyor, geriye sadece bedenimin hissettiği şey kalıyordu. Derin bir nefes aldım. İçim hafifledi.
Sonra…Bir adım attım. Ve bir tane daha. Taytım, üzerimdeki tişört ıslanmıştı, saçlarım alnıma yapışıyordu. Ama umurumda değildi. Bir çocuk gibi dönmeye başladım kendi etrafımda. İçimde yıllardır susturduğum neşe yükseldi bir anda. Kahkaham havaya karıştı, yağmurla birlikte yankılandı.
Gözlerimi araladığımda Boran bana bakıyordu; gülümseyerek, şaşkın, hayran...
“Hadi!” dedim ona sesim heyecanla titrerken. “Sen de gel!”
İlk başta sadece durdu. Tereddütle baktı bana. Ama sonra o da adımlarını hızlandırdı, yanımda durdu ve bir anda kollarını iki yana açarak dönmeye başladı.
Önce biraz utangaçtı, kontrolsüzce gülüyordu. Ama birkaç adım sonra o da kaptırdı kendini. İkimiz de kahkahalarla ıslanıyorduk. Dönüyor, çocuklar gibi zıplıyor, ayaklarımızla su birikintilerini patlatıyorduk. Yağmur sanki sadece bizim için yağıyordu.
Göz göze geldiğimiz her an, gülüşlerimiz daha çok çoğalıyordu. İçimdeki o çocuksu ana Boran’ı da katmıştım. Artık sadece ben değil, o da çocuktu. Yetişkinliğin tüm yükünü geride bırakmış gibiydi. Gömleği bedenine yapışmış, saçları yüzüne düşmüştü ama umursamıyordu. O an onun kahkahasında, içtenliğinde, çocukluğuna dair bir şeyler vardı. Belki de ilk kez böyle koşulsuz, hesap yapmadan gülüyordu.
Bir an durdu, nefes nefese kalmıştı. Ben de durdum. Yüzünde yağmurla karışmış bir mutluluk vardı. Göz göze geldik sessizce. Kalplerimiz çoktan konuşuyordu.
Elini uzattığında tereddütsüzce tuttum ellerinden. Yağmurun altında, sırılsıklam olmuşken sanki bu dokunuşla her şey tamamlanmıştı. Elimden çekerek bedenlerimizi yaklaştırdığında elini yanağıma yasladı. Islanıp yüzüme yapışan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.
“Ne zaman bu kadar içine işledin bilmiyorum.” dedi kısık bir sesle. O an içimde bir şey kırıldı. Ama bu, acıtan bir kırılma değildi teslimiyet gibiydi. İçimdeki tüm duvarlar bir anda yıkıldı. Boran’ın gözlerine baktım. O cümle… Onun kalbi, sesi, ıslanmış hâli… Hepsi beni çağırıyordu.
Hiç düşünmeden elimi yanağına yaslarken parmaklarımın ucunda yükseldim ve dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Yağmur, tenimize vurmaya devam ediyordu ama biz çoktan kendi zamanımızı yaratmıştık. Dudaklarının aralığında geçen her saniye, içimdeki tüm yalnızlığı eritiyordu. Birbirimize sadece dudaklarımızla değil, kalplerimizle dokunuyorduk. Sanki o öpücükle, içimizdeki boşlukları birbirimize emanet ediyorduk.
Nefesimiz kesilene kadar sürdü. Sonra yavaşça geri çekildik ama yüzlerimiz hâlâ birbirine çok yakındı. Gözlerimizi yeniden açtık. Boran’ın bakışlarında, daha önce hiç görmediğim bir şey vardı: Sığınmak.
Ve ben o an anladım. Artık birbirimizin evi olmuştuk…
◔◔◔
Birkaç Gün Sonra…
Salon kapısından gelen sesle başımı kapıya çevirdiğimde içeri giren Boran’ı gördüm. Oturduğum yerden ayaklanacağım sırada mırıldandı. "Dur, kalkma."
Yerimde oturmaya devam ederken yüzünde gezindi gözlerim. Yüzünde günün bütün ağırlığı, omuzlarında görünmeyen bir yorgunluk vardı. Hiçbir şey demedi. Göz göze geldik. O an, suskunluğu bile anlatıyordu her şeyi. Ceketini sessizce çıkarıp bir kenara bıraktı. Sonra yavaş adımlarla yanıma gelmeye başladı. Yüzünde, göz kapaklarında, yürüyüşünde bir ağırlık vardı...
Böyle yorgun olduğunda, onu kollarımın arasına alıp saklamak istiyordum. Dünya ne kadar gürültülü olursa olsun, yanında biraz sessizlik olmak ve onu rahatlatmak istiyordum. Onu öyle görmek kalbimi burkuyordu.
Bir kelime etmeden benden biraz uzağa oturup başını dizlerime doğru bıraktığında kalbim titredi. İçimi saran sıcacık duygularla elimi saçlarına daldırdım, usulca okşamaya başladım. Her bir telini hissederek… sanki saçlarını değil de yorgunluğunu düzeltiyordum. “Yine uzun bir gündü, değil mi?” dedim fısıltıyla sanki onu sarmalamak ister gibi…
Sadece başını hafifçe salladı. O anda bir çocuk gibiydi sanki. Savunmasız, korunmaya muhtaç bir çocuk. Ve ben onun kalkanı olmak istedim. Gözlerini kapadı. Yüzü biraz gevşedi, belki biraz da huzur buldu. “Bugün sadece iş değil insanlar da çok yorucuydu,” dedi yorgun bir sesle. “Ama şu an yorgunluğum azalmaya başladı…"
Sözleri içime işledi. O an, tüm kalbimle orada olmak, dünyanın bütün gürültüsüne karşı sadece ben olayım istedim. Eğilip alnına küçük bir öpücük kondurdum. “Ben hep buradayım,” dedim. 3 kelime ama anlamı çok büyüktü. “Ne zaman yorulursan ne zaman içinden konuşmak gelmezse yine gel. Hiçbir şey söylemeden sadece uzan, yeter.”
Gözlerini hafifçe aralayıp bana baktı. Öyle bir bakıştı ki içinde yılların yorgunluğu da vardı, bana duyduğu güven de minnet de sevgi de teslimiyet de vardı. “Senin dizlerin dünyanın en güvenli yeriymiş gibi geliyor bana. Her şeyi unutturuyorsun.”
Bir an konuşamadım. Gözlerim doldu ama belli etmedim. Gülümsedim sadece. “Sen yorulunca, ben seni taşırım Boran. Bazen kalbinin yükünü, bazen sadece başını…”
Parmaklarımız birbirine dolandı. Küçük bir sıcaklık yayıldı içime. Sessizlikte bile anlaşabildiğimiz anlardan biriydi bu. Konuşmasak da biliyorduk. Ben onunla olduğumda, o biraz daha iyileşiyordu. O bana sığındığında, ben biraz daha büyüyordum.
Bir süre böyle kaldık. Saçlarını okşarken kalbim onunla aynı ritimde atıyordu sanki. Gözlerini kapamıştı. Arada nefesi derinleşiyor, sonra yavaşça normale dönüyordu. Uyuyup uyumadığına emin olamıyordum ama fark etmezdi. O an ne gerekiyorsa oydu. “Biliyor musun,” dedim usulca fısıltıyla. “Bu anları seviyorum. Ne gösterişli ne büyük... Ama gerçek. Sadece sen ve ben.”
Yavaşça başını dizlerimde biraz yana çevirdi. Gözlerini açmadan, dudaklarında hafif bir gülümsemeyle mırıldandı. “Ben de... Bu sessizliği bile seninle seviyorum.”
Cümlesiyle bende küçük bir tebessüm ettim. Sadece onun saçını okşarken bile kendimi en çok ait hissettiğim yerdeydim. Boran’ın dünyaya karşı zırhı yorgun düşünce, ona sığınak olan kadındım. Bu bile bana yetiyordu.
Bir süre öylece kaldık. Sessizliğin içine sığındık birlikte. Saçlarını okşarken onun nefesi yavaşladı, gevşedi… Sanki tüm günün ağırlığını üzerimden de almıştı. İçim hem doluydu hem sakindi. Sadece o anın içinde olmak istiyordum. Sonra hafifçe kımıldadı. Gözlerini açtı ve başını dizlerimden kaldırmadan fısıldadı. "Dizlerin acımasın daha fazla." dedikten sonra başını kaldırdı. Sesi öyle yumuşaktı ki, bir teşekkür gibiydi. Bakışlarımız buluştu bir an için. O bakışta hem şefkat vardı hem de beni korumak isteyen bir adam...
"Acımıyordu, ben halimden memnundum." dediğimde başını iki yana salladı. Ardından göz ucuyla kanepeye bakarak konuştu. "Ama şuraya ikimiz uzanırsak memnun olurum."
İsteğiyle başımı eğip gülümsedim. “Gel hadi,” dedim. Onunla kanepeye yerleştik. Ben sırtımı kanepenin arkasına yasladım, o da göğsüme doğru sokuldu. Kollarımı boynunun altından geçirip onu sardım. Başını omzuma koydu, yüzü boynuma yaslandı. O an içim sanki bir ev gibi oldu onun için. Gözlerimi kapattım, parmak uçlarımı sırtında gezdirdim.
“Kokun çok iyi geliyor bana.” diye mırıldandı. “Ev gibi... huzur gibi…” Başımı hafifçe yana çevirip saçlarına başımı yasladım. “Sen de öylesin bana. Her gelişinle, her susuşunla daha çok ev oluyorsun içimde.” Kollarımı biraz daha sıktım etrafında. Kalp atışlarımız birbirine karıştı.
Televizyon açıktı ama sesi kısıktı. Görüntüler değişiyor, ama biz bakmıyorduk. Biz sadece birbirimize bakıyorduk. Sessizliği birlikte dinliyorduk. Belki bu yüzden böyle güzel geliyordu her şey.
Bir süre sonra Boran’ın nefesi daha derinleşti. Gözlerini kapatmıştı, elleri hâlâ belimdeydi. Parmaklarıyla belli belirsiz çizgiler çiziyordu sırtıma. Bir huzur yayıldı içime. Onu böyle bana sokulmuş, dünyadan bir süreliğine kaçmışken izlemek… tarif edilemezdi. “İyi ki...” dedim usulca, yanağını okşayarak o an başka bir şey söylememe gerek yoktu. Cümlenin devamını o da biliyordu.
Gözlerini kapalı tutarak hafifçe başını salladı. Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. “İyi ki…” dedi aynı tonda.
Küçük, sessiz bir öpücük kondurdu boynuma. Dudaklarının sıcaklığı tenime değdiği anda içimde bir ürperti dolaştı. Sonra yeniden sarıldı bana. Öyle sıkı, öyle sahiplenircesine… Sanki bir daha bırakmak istemezmiş gibi. Nefesi boynuma çarptıkça, içim ısınıyordu. Ritmik, sakin ve bana ait bir nefesti bu. Gözlerimi kapattım. Kalbimin yavaş yavaş onun kalbine karıştığını hissettim.
Aramızda kelimeler artık gereksizdi. Sessizlik konuşuyordu bizim yerimize. Sessizlik ama şefkatle, güvenle, aşkla dolu duygular... Dakikalar geçti belki, belki daha uzun. Zaman kavramı silinmişti bizden. Sadece teninin sıcaklığı vardı, göğsündeki kalp atışı ve sarılışında gizlenen binlerce şey…
Kafasını boynumdan çekmeden, gözlerini açmadan fısıldadı. “Bir daha ne zaman yorulsam, buraya gelmek istiyorum.” Gülümsedim, gözlerim hâlâ kapalıydı. “Burası hep açık senin için...”
Belki bir, belki iki saat geçmişti ama biz uyumamıştık. Gözlerimiz ara ara kapanıyor, sonra tekrar birbirimize dönüyorduk. Boran hâlâ kollarımdaydı. Başını biraz kaldırdı, göz göze geldik. Yüzünde uykuyla karışık bir gülümseme vardı.
“Uyumadın mı hâlâ?” diye sordum fısıltıyla. “Uyuyorum işte,” dedi yumuşak bir sesle. “En güzel uyanıklık bu… senin kollarında olmak.”
Gülümsedim. Bir yanım mutlu, bir yanım ise çok kırılgandı şu an. “Bugün seni böyle görmek… ne bileyim içimi burktu. Hep güçlü duruyorsun ya, bazen unuttuğum oluyor senin de yorulduğunu.”
Başını hafifçe eğdi, alnını göğsüme yasladı. “Hep güçlü durmak biraz yalan aslında. Ama başka çarem yok gibi hissediyorum. Herkesin gölgesinde kalmamak için, senin yanında ezilmemek için… Kendime bile izin vermiyorum bazen.”
Sözleri içimi titretti. Elimle saçlarını okşarken boğazım düğümlendi. “Benim yanımda ezilmekten, rahatlamaktan korkma. Ben seni sen olduğun hâlinle sevdim Boran… güçlü, yorgun, neşeli, suskun…”
Boran kollarını biraz daha sıktı belimde. “Sen olmasaydın ne yapardım bilmiyorum. Hayatım hep bir yerlere yetişmekle geçti. Ama seninle ilk defa hiçbir yere yetişmek zorunda değilim gibi hissediyorum.”
Gözlerimi kapadım. O cümle, o kadar derinden geldi ki… Gözümden bir damla yaş aktı.
Gözümden süzülen o damlayı hemen fark etti. Başını kaldırdı, yüzüme baktı. “Ağlıyor musun?” diye sordu yumuşak, biraz da ürkek bir sesle. Parmakları yanağıma uzandı ve gözyaşımı usulca sildi. Elini tutarak yanağıma değen parmaklarını sıkıca kavradım. "Bir kalbinin olduğunu herkes görmez. Ama ben görüyorum Boran. En kırılgan hâlini bile.”
Gözlerini kaçırmadı. Derin, düşünceli bakıyordu. “Sana içimi göstermekten hiçbir zaman korkmadım. Ama bazen içimdeki karanlık seni etkiler mi, bu zihnimi kurcalıyor."
Kastettiği karanlık elbette ki kötü değildi. O geçmişin gölgeleri, içindeki mücadeleler, saklı kalmış hislerdi. Bazen fırtınalı, bazen sessiz… Ama her haliyle onu o yapan, en gerçek parçasıydı. Aynıları bende de vardı ve ben korkmuyordum.
“Ben senin içindeki karanlıktan değil, onun içinden doğan ışığa âşık oldum Boran. Herkes güneşi sever. Ama ben senin içindeki fırtınayı bile seviyorum. Sende... sende öyle yapıyorsun, yaralarımı bile seviyorsun.”
Başımı hafifçe geriye çekip yüzüne daha net baktım. “Bizim hikayemiz, sadece mutlu anlardan ibaret değil. O fırtınalarla, yaralarla, kırılmalarla büyüyen bir şey. Ve ben, seninle büyümek istiyorum.” Boran’ın gözlerine bakarken içinde hem kırılganlığın hem de umudun olduğunu gördüm. Tereddüt etmeden dudaklarıma yaklaştı. Aynı anda gözlerimi kapatırken dudaklarımız buluştu. Anlamı derin olan öpücükten sonra gözlerimi araladım usulca.
Boran bir an nefesini tuttu sanki. Sonra, parmaklarını saçlarımın arasına daldırdı. Başımı geriye aldı, gözlerimin içine baktı. “Böyle sevildiğimi bilmiyordum. Hak ettiğimi de düşünmemiştim.” dediğinde kaşlarım çatıldı. Bu hayatta en özel sevgiye sahip olacak insanların başında gelirdi Boran.
“O zaman öğrenme zamanı. Ben sana her gün bunu hatırlatırım.” dedim cüretkâr bir biçimde. Güldü sözlerimle. "Anlaştık."
O an tekrardan gözlerimizi kapattığımızda başını boynuma yasladı tekrar. Bende ona daha sıkı sarıldım. Dışarısı karanlıktı, dünya kendi gürültüsünü sürdürüyordu. Ama biz… o an sadece birbirimizin fısıltısında yaşıyorduk…
*****
Fırından çıkarıp soğumaya bıraktığım poğaçaları saklama kabına koyduktan sonra piknik sepetine yerleştirdim. Bugünün hafta sonu olmasını fırsat bilerek Boran’a sürpriz yapmak istemiştim. Dün canı sıkkın olduğu için bugün bu sürprizin ona iyi geleceğini düşünmüştüm. Erkenden uyanıp poğaça pişirmiş, kahvaltılıkları hazırlamış ve çayı demlemiştim. Boran kahvaltıdan sonra kahve içmeyi sevdiği için kahve hazırlayıp onu da termosa koyarak sepeti hazır etmiştim.
Elime sepeti ve kapımızdaki korumalar için hazırladığım poğaçaları alıp kapıyı açtıktan sonra kendi arabama ilerledim. "Yenge?" Mert’in sesini duyduğumda gülümseyerek döndüm ona. "Mertciğim şunu bagaja koyabilir misin?" dediğimde zaten elimden sepeti almak için hazır ol da beklediği için hızlıca sepeti aldı. Ardından arabamın bagajına yerleştirdi. "Kahvaltıyı dışarıda yapacağız. Siz Fatih ile arkamızdan gelseniz olur mu? Ya da gelmeseniz de olur."
Mert burukça bana baktı. "Mümkün olmadığını biliyorsun yenge." İç çekerek başımı salladıktan sonra elimdeki poşeti uzattım ona bu sefer. "Bunlar sizin için, umarım seversiniz."
"Ellerine sağlık yenge, sevmez olur muyuz? Çocuklar adına ben teşekkür ederim." Mert tebessüm ederken bende aynı şekilde karşılık verdim. "Afiyet olsun."
Tekrardan eve girerek bu sefer adımlarımı Boranla odamıza doğru attım. Boran hala uyuyordu. Odaya girdiğimde yatakta yüzüstü bir şekilde uzandığı gördüm. Yüzünü izlerken istemsizce gülümserken yanına doğru ilerledim. Yatağın boş tarafına oturduktan sonra elimi yanağına koydum. Sakalları avuç içime hoş bir hissiyat bırakırken başımı omzuma doğru eğerek ilgiyle seyrettim yüzünü.
Temasımla hareket etmezken bu sefer yüzüne doğru yaklaşarak mırıldandım. "Sevgilim..." Boran yüzünü yana doğru çevirip uyumaya devam ederken gülüşüm büyüdü. "Aşkım..." Dudaklarımı yanağına yaklaştırıp minik bir öpücük kondurdum. Hafifçe kımıldandı ama hâlâ uyanmadı. Saçlarını okşayarak tekrar seslendim. "Boran, uyan hayatım..."
Dün gece çok geç yatmamıştı aslında. Ama vücudu yorgundu, uyuması normaldi. Bu sefer dudaklarımı dudaklarının kenarına doğru bastırdım. Sonra çenesine, çenesiyle boynunun birleştiği çizgiye ve en son boynuna doğru dudaklarımı bastırdım. Teninin sıcaklığıyla birlikte uykunun mahmurluğu arasında kalan o tanıdık koku, içime huzur gibi doldu. Dudaklarım boynunda gezinirken Boran’ın nefesi hafifçe titredi. Gözlerini tam olarak açmasa da dudaklarında belli belirsiz bir kıpırtı oluştu.
"Yanlış sularda yüzüyorsun" dedi Boran, sesi hâlâ uykulu ama tonu belirgin şekilde uyarıcıydı; o tanıdık, yarı ciddi yarı oyunbaz tavrı tam yerindeydi.
Gülümsememi tutamadım. Başımı hafifçe kaldırıp gözlerinin içine baktım. “Ben sadece seni uyandırmaya çalışıyorum," dedim masumiyetle ama dudaklarımda hâlâ bir gülümseme vardı. Boran gözlerini tam açmadan elini belime doladı, beni kendine doğru biraz daha çekti. "Bu yöntemle uyandırmaya devam edersen olacaklardan sorumlu değilim."
"Ne olurmuş?" Diyerek elimi boynuna doğru sardığımda güldü. O kahkaha, göğsünden yükselen o sıcak ses dalgası, içimi titretti. Ardından başını hafifçe yana eğip gözlerini kısıp alaycı bir ifadeyle baktı bana. "Bak hâlâ ciddiye almıyorsun." dedi ve tam o anda kollarını belime dolayarak bir hamlede beni yatağa doğru yatırdı.
Küçük bir çığlıkla kahkaha attım, altında kalmıştım şimdi. Boran yüzünü boynuma doğru gömdü, burnunu tenimde gezdirirken mırıldandı.
"Ben sana ne demiştim? Bu yöntemle uyandırmaya devam edersen sonuçlarına katlanırsın..." Parmaklarımı saçlarının arasına geçirdim, nefesim onun her hamlesinde daha da hızlanıyordu. "Seninle uğraşılmazmış anladım." dedim gülümseyerek.
"Zaten uğraşma. Sadece burada kal. Yanımda." diye fısıldadığında kalbim göğsümden çıkacak sandım. Sıcak nefesi tenimde dolaşırken dudaklarını tam nabzımın attığı noktaya bastırdı. Sonra da başka bir noktaya, dudaklarının her dokunuşu içimi eriten bir yangın gibiydi.
Boğuk bir nefes çıktı dudaklarımın arasından. Parmaklarım saçlarının arasında sıkıca kenetlenmişti artık. Her öpücüğünde tenimde yayılan o sıcaklık, kalbime kadar ulaşıyor, düşünmeyi imkânsız hale getiriyordu. Boran, boynumdan çeneme, oradan yanağıma doğru usulca öpücükler bırakarak yüzümü çevirmemi sağladı. Göz göze geldiğimizde, o alaycı bakışların yerini şimdi yumuşak, derin bir şefkat almıştı.
“Buradayım,” dedim kısık bir sesle. “Hep yanındayım.” Dedikten sonra ekledim. "Ama şimdi kalkmalıyız sana hazırladığım küçük sürprizi kaçırırsan çok üzülürüm." Kaşlarını merakla kaldırdı. "Ne sürprizi bu kadar önemli olabilir ki, bu anı bırakacak kadar?"
Gülerek yanağını okşadım. "Gidince göreceksiniz Boran Bey." Boran burnundan boğuk bir nefes verirken kollarının arasından çıktım. Normalde asla çıkamazdım ama şimdi o da sürprizimi merak ettiği için bana fırsat tanımıştı. Yataktan kalktığımda o da benimle kalktı. Direkt banyoya ilerlerken arkasından seslendim. "Bugün rahat bir şeyler giy, takım elbiseyle rahat edemezsin." dedikten sonra ekledim. "Ben dışarıdayım, bekliyorum seni."
"Tamam güzelim, beş dakikaya sendeyim." Kapıdan çıkarken gülümsedim. Onun bana “güzelim” deyişindeki o sıcaklık, hâlâ içimi ısıtıyordu. Adımlarım hafifti, kalbimse heyecanla atıyordu. Hazırladığım sürpriz küçük bir şeydi belki ama bizim için mutluluğun ve huzurun resmiydi.
Evden çıkıp arabama ilerlerken arabanın yanındaki Fatih ve Mert’i gördüm. Yanlarına ilerlerken Fatih konuştu. "Günaydın yenge." Küçük bir tebessüm ettim ona karşı. "Günaydın."
"Poğaçalar çok güzeldi, ellerinize sağlık. Hasret kalmışız. Pastane poğaçaları evdekiler gibi olmuyor. Gerçi evdekinin tadını da hatırlamıyorum ama." Cümlesi içime öyle bir oturmuştu ki anlatamazdım. Burukça Fatih’e bakarken o küçük bir tebessüm etti. Elimi koluna doğru yaslayarak konuştum. "Siz ne zaman isterseniz yaparım." derken ilk önce Fatih'e sonra Mert’e baktım. "Hiç kimse bize bu kadar sahip çıkmamıştı yenge. Hakkın ödenmez."
Cümlesi içimdeki burukluğun üzerine set çekti. İstemsizce sesli bir şekilde güldüm. Fatih de Mert de benim gibi gülerken aniden yerlerinde dikleşip önlerini iliklediler. Böylece Boran’ın geldiğini anlarken eş zamanlı olarak sesini duydum. "Demek öyle?"
Yanıma yaklaştığını parfümünden anlarken bel kıvrımımda sıcak avucunu hissettim. Sırtım göğsüne doğru yaslandığında güveni, heyecanı iliklerime kadar yaşadım.
"Öyle değil abi yani İnci yengem sağ olsun bize hep destek oluyor, tabii senin yerin ayrı." Mert kendini açıklamaya çalışırken Fatih onayladı. "Evet Mert tam olarak onu söylemek istedi, yoksa yani sen ayrısın bizim için." Mert’in söylediği cümlenin bir benzerini söylediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. İkisi birbirlerine bakıp bakışlarını çekerken Boran’ın keyifli sesini işittim. "İyi madem öyle olsun." Ancak onu sadece ben anlayabilmiştim. Mert ve Fatih aynı ifadelerle Boran’a bakmaya devam ediyordu.
"Hadi güzelim." Boran belimden beni arabaya yönlendirirken konuştum. "Atlayın bakalım Boran Bey, bugün şoförünüz benim." dediğimde Boran başını salladı. "Hay hay İnci hanım."
Ben şoför koltuğuna geçip otururken Boran’da benim yanımdaki yerini aldı. Arabayı çalıştırıp bahçeden çıkarken Boran’ın dikiz aynasından arkayı kontrol ettiğini gördüm. "Merak etme, Mertlere arkadan gelmelerini söyledim." dediğimde Boran birkaç saniye daha dikiz aynasına bakıp bana döndü. "Nereye gidiyoruz?"
"Sürpriz." derken göz kırptım ona doğru. Bu hareketimle Boran sımsıcak gülümsemesiyle bana bakarken ben göz ucuyla ona bakıp yola doğru döndüm. Daha yola yeni dönmüşken bana doğru uzanan adamla dikkatim dağıldı. İlk önce sıcak avuç içini şortun açık bıraktığı tenimde hissettim. Ardından başını yavaşça yanağıma doğru eğip tenime sıcacık bir öpücük kondurduğunda güvendiğim, alıştığım ve hâlâ her seferinde kalbimi yerinden oynatan o bakışla göz göze geldim.
Gözleri bir an için dudaklarıma kaydı. İçten ama sessiz bir nefes verdi. Sonra biraz kısık, tok ve tanıdık tınıyla mırıldandı. "Alışırsam hep isterim." Hem cümlesiyle hem bakışıyla istemsizce yutkunurken dudaklarımı yaladım. "O zaman hep yaparım bende." deyip yola doğru dönerken kalbimin hızını yavaşlatmaya çalıştım kendi içimde.
Benden uzaklaşsa da elini çekmediği için dikkatimi toparlamak zor olsa da yola verdim konsantrasyonumu.
Birkaç dakika böyle geçti yolculuğumuz. Yol kırsala doğru uzanıyor, şehir geride kalıyordu. Ağaçlar sıklaşıyor, gökyüzüne biraz daha yaklaşıyorduk sanki. Doğanın ortasında yalnızlaşmaya başladıkça içimdeki heyecan da arttı. “Ne kadar kaldı?” diye sordu sonunda Boran.
"Az kaldı," dedim, göz ucuyla ona bakarak. “Ama acelemiz yok, değil mi?” Gülümsedi. “Seninle olduğum sürece hiçbir yere acelem yok.”
Cümlesi kalbimi olduğu yerde durdurup sonra yeniden başlattı sanki. Yüzümde gülümsemeyle yola devam ettim. Yaklaşık 15 dakikalık bir yolculuğun ardından virajdan dönerken ağaçların arasındaki küçük açıklık göründü. Arabayı yavaşlatıp patika yola girdim. Ağaçların arasında ilerlerken küçük bir göletin kenarı göründü sonunda. Ağaçların arasından süzülen ışıkla su parlıyor, yansımalar kıpır kıpır oynuyordu.
Arabayı uygun bir yere çektim. Motor sustuğunda sessizlik değil, huzur yayıldı etrafa sanki. "Geldik, hadi inelim." derken emniyet kemerini çözdüm ve ardından araçtan indim. Boran benim gibi arabadan inerken ben gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
Kuş sesleri, göletin kenarında uçuşan kelebeklerin kanat çırpışları ve uzaklardan gelen cırcır böceklerinin sesi, bu anı sanki büyüyle sarıp sarmalıyordu. Mert’in bagaja koyduğu sepeti ve örtüyü aldım. Boran hâlâ sessizdi ama merakı gözlerinden okunuyordu. Gülümsedim. "Yardım etmek ister misiniz Boran Bey?" dedim hafif alaycı bir tonla.
Kaşlarını kaldırdı. "Memnuniyetle İnci Hanım." Elimdeki sepeti aldıktan sonra sepetle birlikte benimle göletin kenarına doğru yürüdü. Ağaçların gölgelediği, çimenlerin yumuşakça uzandığı bir noktaya vardık. Örtüyü sererken kalbim hafif hafif çarpıyordu. Bu anı hayal ettiğimden beri ilk kez bu kadar heyecanlıydım.
Ayakkabılarımı çıkartıp örtünün üzerine oturduğumda Boran sepeti örtünün üzerine koyarak benim gibi ayakkabılarını çıkardı ve yanımdaki yerini aldı. Sepeti açıp içindekileri çıkarmaya başladım. Poğaçalar, küçük kavanozlarda ev yapımı limonata, meyveler, kahvaltılıklar, söğüşler... Hepsini özenle yerleştirdim.
Hatta ufak bir vazoya taze çiçek bile koymuştum. "Neler hazırlamışsın böyle?" Boran yerleştirdiğim her bir yiyeceğe baktıktan sonra bana doğru döndü. "Mükemmel görünüyor..."
"Senin için hazırladım." dedim gözlerine bakarak. Ardından ekledim. "Belki bir şeyleri çözemem ama iyi gelir diye düşündüm." Dünü kastederek söylediğim cümle ile derince gülümsedi. Gamzesi ortaya çıktığında istemsizce oraya doğru kaydı bakışlarım. İlk günden beridir ilgimi çekiyordu. Dayanamayarak uzanıp gamzesini öptüğümde iç çeker gibi bir ses döküldü dudaklarından.
Yanağından uzaklaşırken sesini işittim. "Senin yanımda olman bile bana iyi gelir emin ol. Dün dizlerinde uzandığım birkaç dakika, sana sarılarak uyuduğum gece iyi hissetmem için bir sebep." dedikten sonra başını omzuna eğip ekledi. "Ama baş başa böyle olmak da iyi geldi şimdiden."
"Ne mutlu o zaman." derken bakışlarımla poğaçayı işaret ettim. "Tat bakalım beğenecek misin? Açıkçası ilk defa yaptım ama çocuklar beğenmiş."
Söylediğim şeyle bana doğru bakış attı. "Onlardan önce denemek isterdim. İlkler her zaman unutulmazdır." Sitemli bir biçimde konuştuğunda cevap verdim. "Emin ol daha başka ilklerim seninle olacak. Hatta olmaya başladı bile." dediğimde Boran birkaç saniye yüzüme baktı. Ardından beklemeden poğaçadan eline aldı. Bende o sırada ikimiz için çay koyarak ona doğru uzattım.
Meraklı bir biçimde vereceği tepkiyi beklerken ifadesiz bir biçimde çiğnedi poğaçayı. Hiçbir tepki vermezken merakla ona bakmayı sürdürdüm. Hiçbir şey anlaşılmıyordu. "Nasıl?" dediğimde gözlerini kıstı. "Güzel güzel ama bir şeyi eksik sanki."
Onun gibi gözlerimi kısıp bir ısırık alırken neyin eksik olduğunu çözmeye çalıştım. Bence her şey tam yerindeydi. Ne olduğunu çözemeyip konuştum. "Neyi eksik, bence her şey tam."
Boran'a doğru baktığım anda dudaklarımda hissettiğim dudaklarıyla gözlerim şaşkınlıkla aralandı. Dudaklarıma sesli, küçük ama etkili bir öpücük kondurduktan sonra fısıldadı. "İşte şimdi tamam oldu. Eksikler tamamlandı." Utanarak gülümserken Boran bu halime sırıtarak baktı. Ardından benden uzaklaşarak poğaçasını yemeye devam etti.
Bakışlarımı ondan çekip bende poğaçamı yemeye devam ettim. Bir yandan da çayımı içerken bakışlarım gökyüzündeki uçurtmaya takıldı. "Çocukken bir kere bahçede uçurtma uçurmuştuk abimle. Dedem yapmıştı. Sonra bir daha uçurma fırsatım olmadı." dedim burukça.
Söylerken gözlerim uçurtmadaydı ama aklım çoktan o evin bahçesine dönmüştü. Turuncuya çalan sabahlar, dedemin tiz ıslığı, abimin küçükken bile ciddiyetle kurduğu düğümler...
Boran bir şey demedi hemen. Yalnızca sessizce başını salladı. Gözleri uzaklara bakıyordu ama biliyordum, beni düşünüyordu. Dedemi tanıyordu, anıları aklına gelmiş olmalıydı. “Sardun dede çok kıymetli biriydi.” dedi sonunda. Dede diye hitap etmesi yüreğimi ısıtırken Boran devam etti. “İnsanın yüreğine otururdu sessizce, hiç fark ettirmeden. Hani bazı insanlar vardır ya, varlıkları sanki evi ev yapar... Öyleydi.”
Gözlerim buğulandı ama gülümsemekten de kendimi alamadım. Haklıydı.
“Çoğu zaman hâlâ bir köşeden çıkıp ‘Bu çayı kim bu kadar açık yaptı?’ diyecekmiş gibi geliyor.” Boran gülümsedi cümlemle. “Çayın yanında hep limon isterdi. O hâlâ aklımda. Limonu getirince de ‘Ekşi ama adamı ferahlatır’ derdi.”
Haklıydı öyle derdi. Bazen onunla daha fazla vakit geçirmediğim için kendime kızıyordum. Sevilmediğim bir evde durmak bana zulüm gibi geldiğinden o evden gitmenin hayalini kurmuştum hep. Ama yurt dışına gidince onunla görüşmelerimiz hep sınırlı olmuştu. Başımı eğip iç çektim.
Onu düşünürsem duygulanacağımı bildiğim için konuyu değiştirdim. "Sen dedenle iyi anlaşır mıydın?"
Sorumla birlikte Boran başını salladı. "Dedem de Sardun dede gibiydi. Babam annemin ölümüne kadar bizimle ilgilendi, sonra kendi hayatına baktı. Derin küçük olduğu için onunla daha çok ilgilenirdi. Yani beni dedem adam etti diyebilirim. Çok disiplinli biriydi. Anlattım ya, büyük görevler verirdi."
Nasıl unuturdum resmen hiçbir şey bilmeyen birine koskoca bir yük bırakmıştı. Boran’ın yerinde asla olmak istemezdim. "O zamanlarda tanışmak isterdim seninle, o günlerine şahit olmak isterdim. Tırnaklarınla kazıya kazıya gelmişsin bugünlere. Yanında olmak isterdim." dedim içimden geldiği gibi.
"Zamanı değilmiş demek ki." dedi Boran. Ardından ekledi. "Ama şimdi tam zamanı ve sen her anımda yanımdasın."
"Yanındayım..." dedim onu onaylarcasına.
Bir süre konuşmadan oturduk. Rüzgâr, örttüğümüz örtünün kenarını hafifçe uçurdu. Gökyüzündeki uçurtma yerinde sallanıyordu hâlâ. Kahvaltımızı yaparken küçük küçük sohbet etmeye devam ettik.
Kahvaltımız bittiğinde elimi sepete uzatıp küçük termosu çıkardım. Boran bana doğru bakarken “Kahve mi o?” dedi gözlerini kısarak. Gülümseyerek başımı salladım. “Senin sevdiğinden. Hatta fincan bile getirdim. Termos bardakta içmeyi sevmediğini biliyorum.”
İki küçük porselen fincanı sarıp sepete koymuştum. Kahveyi fincana dökerken o bana değil, ellerime bakıyordu. Sessizce ama dikkatlice izliyordu. Sanki bu sahne, zihnine kazınsın istiyormuş gibi. Fincanı uzattım. “Afiyet olsun, Boran Bey.”
"Olsun İnci Hanım." derken kahveyi dudaklarına götürdü. Bir yudum içtikten sonra gözlerini kapattı huzurla. Kolumu dizime koyup çenemi elime doğru yaslarken onu izledim. Boran’ı izlemeyi seviyordum. Gözlerini aralayıp bana baktığında küçük bir tebessüm ettim. O benim aksime gamzesini gösterecek kadar büyük gülümserken hayranlıkla bakmaya devam ettim.
Boran elindeki fincanı yere doğru koyarken elini dizine vurdu. “Gelsene.” Anlamaya çalışırcasına ona bakarken Boran ekledi. “İnsan sevdiğinin dizlerine uzandığında bile yorgunluğu uçup gidiyor. Bana sürpriz hazırlamak için yorulmuşsundur, dinlen. Bende senin güzel yüzünü daha yakından seyredeyim.”
Hangi cümlesine takılsam bilemedim o an. Kelimeleri tek tek zihnimde evirip çevirdim ama kalbim çoktan anlamıştı, çoktan almıştı mesajı. Sanki bir anda çevremdeki her şey silikleşti, sadece Boran ve o an kaldı geriye. Yüzümde bir tebessümle, yavaşça hareket ettim. Başımı dizinin üzerine yasladığımda iç çektim. Daha şimdiden iyi gelmişti.
“Yorulmadım aslında.” Dedim biraz önce söylediklerine hitaben. Ardından ekledim. “Ama haklıymışsın, insana çok iyi geliyormuş.”
Boran tebessümle elini saçlarıma doğru uzattı. İlk önce perçemimi geriye doğru götürerek yüzümün daha net görülmesini sağladı. Ardından parmakları zarifçe saç tellerimin arasında dolaşmaya başladı. Parmaklarının arasında dolaşan saç tellerimle birlikte içimde bir kıpırtı yükseldi. Hafif, tatlı bir ürperti… Kalbim, onun her dokunuşunda başka bir ritme bürünüyor gibiydi. Gözlerimi kapattım. Görmekten çok hissetmek istedim o an. Yüzüme vuran hafif rüzgâr, uzaktan gelen cırcır böceklerinin kesik kesik sesi ve Boran’ın usulca saçlarımda gezinen parmakları... Her şey yerli yerindeydi.
“Saçlarını çok seviyorum biliyor musun?” derken parmakları saçlarımda dolaşmaya devam etti. “Böyle yumuşacık, parmaklarımın arasında kayıp gidiyor. Kokusu insanı ferahlatıyor.” Dediğinde gözlerimi araladım. Boran saçlarıma bakarken ekledi. “Geceleri fark ediyor musun bilmiyorum ama ara ara oynuyorum, sonra derin derin kokusunu içime çekiyorum.”
Gözlerimi tamamen açtım, başımı biraz çevirip ona baktım. Bakışları, saçlarımdan geçip doğrudan içime değiyordu. Sözleri öyle beklenmedik, öyle çıplak bir samimiyetle dökülmüştü ki, bir an konuşamadım.
“Hiç hissetmedim.” Derken sesim fısıltı kadar hafifti. Gülümsedi cümlemle. “Bazen uykudayken, bazen sadece yüzünü izlediğimde... Elim kendiliğinden gidiyor. Sanırım saçlarınla konuşuyorum o an. İçimden geçenleri, sesli söyleyemediğim şeyleri… dokunarak anlatıyorum sana.”
Gözlerimin dolduğunu hissettim ama gözyaşlarını tutmak kolaydı bu defa. Çünkü içim dolup taşmıyordu; içim sanki yavaşça şifalanıyordu.
“Çok seviyorum seni, öyle çok seviyorum ki bazen konuşmak yeterli gelmiyor.” Derken sesinin en derinden geldiğini hissetmiştim. Boğazımda ince bir düğüm oluştu. Acı değildi bu, tam aksine tarif edilemeyen bir hafiflik, bir teslim oluştu. Çünkü bir insanın sizi sevdiğini duymak güzeldir ama bunu, sadece kelimelerle değil, çaresizliğini itiraf ederek söylediğinde o sevgi başka bir yere dokunur. Daha derine. Daha sahici bir yere.
İçimden geçen cümleleri toparlayamadım. Söylesem eksik kalacaktı. Söylemesem içimde patlayacaktı. Bu yüzden sadece elini tuttum. Avuçlarımıza baktım. Benim ellerim hep ürkekti. Çocukluğumdan beri. Ama o an, onun avucunun içinde kendimi ilk kez "tamamlanmış" hissettim.
Boran’ın parmakları hâlâ saçlarımda dolanıyordu ama artık farklıydı dokunuşları. Daha yavaş, daha bilinçli. Sanki konuşmanın değil, susmanın diliydi artık aramızdaki her şey. “Biliyor musun.” dedim sonunda, “Sevilmeye alışkın değildim ben. Özellikle bu kadar sessiz, bu kadar derinden sevilmeye…”
Abimin, dedemin ve Güney’in sevgisini saymıyordum. Onlar benim ailemdi. Yabancı birilerinden bahsediyordum. Lucas’ınkini sevgiden saymıyordum çünkü bir insan seviyorsa onu incitmemek için çabalardı, aldatıyorsa sevgisi yalan demekti.
Tamamen ona doğru bakarken ilgiyle baktı gözlerime. Bense ekledim. “Ama sayende bunu iliklerime kadar hissediyorum.” Dedikten sonra birkaç saniye sustum ve gözlerine baktım. Boran’ın gözleri derinleşti, sanki o an sadece beni görüyordu, dünyadaki tüm karmaşadan kopmuş, sadece bizim aramızdaki o narin bağı izliyordu.
Sonra devam ettim sözlerime. “Bende seni o kadar çok seviyorum ki, bunu sözlerime dökemiyorum senin kadar biliyorum ama bil ki kalbim senin adını sayıklıyor uzun bir süredir.” Dediğimde gülümsedi içten bir şekilde. “Biliyorum. Bana söylemesen de yanımdayken, bana bakarken gülümsediğinde dudağının kenarında ortaya çıkan o çıkıntı, gözbebeklerinde gördüğüm parıltı bile yetiyor anlamam için.”
Dudaklarımda söylediği gibi bir gülümseme oluştuğunda elini yanağıma getirip dudağımın kenarındaki çıkıntıya dokundu. Onun da yanağındaki gamze daha da derinleşirken birbirimizin gözlerinin içine bakmaya devam ettik. Yaşadığım şu anı hiçbir şeye değişmezdim.
Birkaç dakika boyunca Boran saçlarımı okşamaya devam etmiş, bende gözlerimi kapatarak anın tadını çıkarmıştım ancak sonra Boran’ın sesiyle gözlerimi tekrar aralamıştım. “Yarın akşam için bir planın var mı?”
“Hayır…” derken merakla baktım ona doğru. Boran ise merakımı gidermek amacıyla konuştu. “Bu hafta içi davetiye gelmişti, malum anlaşma yüzünden biraz stresliydim aklımdan çıkmış haber vermek. Yarın arkadaşlarımdan birinin daha doğrusu ikisinin düğünü var. Bizi de çağırmışlardı.”
Şaşırarak ona doğru baktım. “Nasıl ikisinin?” dediğimde Boran konuştu. “Liseden arkadaşlarım. Lisede tanışmışlardı, o zamandan beridir sevgililer Selda ve Koray. Şimdi evleniyorlar.” Dediğinde dudaklarımı büzdüm vay be dercesine. O zamandan bu zamana sevgililerdi. Gerçekten takdire şayan bir şeydi.
“Gidelim o halde, bende senin lise arkadaşlarınla tanışmış olurum. Lisedeyken nasıldın öğrenirim.” Diye şakayla karışık konuştuğumda Boran omuzlarını kaldırıp indirdi. “Normal bir öğrenciydim işte, merak edilecek pek bir şey yok.” Dediğinde gözlerimi kısarak baktım yüzüne. “İnanmam, eminim çok çalışkandın.”
Boran cümlemle kendini işaret etti. “Ben mi?” dedikten sonra güldü. “Asla, sınıfın en kötülerindendim diyebilirim.”
“İnanmam.” Dedim anında. Boran alaylı bir şekilde karşılık verdi. “Yarın duyunca inanırsın o zaman.” Dediğinde onayladım. “Göreceğiz.”
Dizlerinde uzanmaya devam ederken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık ikimiz. Akşam üzerine kadar orada öylece herkesten uzak bir şekilde baş başa kalmıştık. Birbirimizin, açık havanın tadını çıkarmıştık….
*****
Ertesi gün Boran’ın söylediği gibi düğüne gitmek için hazırlanıp evden çıkmıştık. Zümrüt yeşili, askılı, saten, eteği uzun ancak derin yırtmacı olan bir elbise giymiştim. Saçlarımı her zamanki gibi maşalayarak omuzlarımdan aşağı bırakmıştım. Makyajımı da ona uygun yapmıştım.

Düğün bizden biraz uzak bir mekânda olduğu için erken çıkmıştık ve düğünün başlangıç saati olmadan salona giriş yapmıştık.
Salondan içeri Boranla el ele bir şekilde girdiğimizde bakışlarım direkt olarak bize el sallayan Giray’ı buldu. Bende ona el sallarken ona bakmaya devam ederek Boran’a doğru eğilip konuştum. “Girayla Korkut şurada.” İkisinin oturduğu masayı işaret ederken masadaki diğer yüzlerle gerilmeden edemedim. 3 kişi vardı Giray ve Korkut’tan farklı olarak. Boran’ın liseden arkadaşlarıydı muhtemelen.
Boran benim işaretimle masaya doğru yönelmemizi sağlarken Giray ve Korkut onlara ilerlediğimizi görerek ayağa kalktılar. Yanlarına ulaştığımızda direkt olarak Giray kollarını bana açarken hiç beklemeden sarıldım. “Özleştik yenge hanım.” Sırtını sıvazlarken hitabıyla birlikte gülerek konuştum. “Yenge Hanım mı?” Kendimi kocaman, yaşlı biri gibi hissetmiştim.
“Evet, yengemizsin ya sen bizim. Başka bir şey söylememi bekleme.” Giray benden ayrılırken başımı salladım. “Tamam beklemem.” Dedikten sonra ekledim. “Ama bende birilerine yenge demek için sabırsızlanıyorum, bunu bekliyorum.”
Cümlemle elini havaya kaldırarak salladı. “O zaman daha çok beklersin.”
“Sen boş ver bunu İnci, hoş geldin.” Korkut dikkatimi Giray’dan çekmeme neden olurken onunla sarıldım. “Hoş buldum. Nasılsın?” Uzun zamandır görüşmüyorduk ikisiyle de. Korkut benden ayrılırken omuz silkti. “Nolsun işte, ikisiyle uğraşıyoruz.” Derken Boran ile Giray’ı işaret etti. İstemsizce gülerken mırıldandım. “Anlayabiliyorum seni.”
Korkut söylediğime gülerken belimde hissettiğim elle birlikte bakışlarım elin sahibine yani Boran’a kaydı. “Gel güzelim, seni bizimkilerle tanıştırayım.” Onayladıktan sonra beni arkadaşlarının yanına götürürken yüzümden tebessümü eksik etmedim.
“Boran bey nihayet teşrif ettiler efendim.” Daha önce görmediğim esmer, uzun boylu, Boran yaşlarındaki beyefendiyle Boran alayla cevap verdi. “Görende hiçbir şeye gelmiyordum sanır.” Boran’ın cümlesiyle biraz önce konuşan adam sırıtarak karşılık verdi. “Katılmıyorsun tabii, bizim düğünümüze gelmedin.”
Hemen yanlarında dikilen kısa, kahverengi saçlı, alımlı bir kadın konuştu. “Kocam haklı, ayıp ettin.”
“Şimdi adamı karısının yanında bozmayın.” Başka bir beyefendi söze başladığında bu sefer bakışlarım ona doğru kaydı. O da bana bakarken elini uzattı hızla. “Hoş geldin İnci, Tarık ben. Boran’ın liseden arkadaşıyım.” İsmimi bilmesine takılmadan elini tutup sıktım. “Memnun oldum Tarık.”
Tarık’ın hemen ardından biraz önce kocasını destekleyen kadın girdi söze. “Seni tanıdığıma çok mutlu oldum İnci, Tuğçe ben. Lisedenim bende. Zaten buradaki çoğu kişi liseden.” Dediğinde elini tutup sıktım tebessümle. “Bende çok mutlu oldum.” Tuğçe benden sonra Boran’a bakarken göz kırptı. “Bizde bu adamı evliliğe ikna edecek kadını merak ediyorduk, o kişi senmişsin.”
Bakışlarım Boran’a doğru kaydığında Boran mırıldandı. “Ayak üstü iyi dedikodumu yapıyorsunuz.”
“Bende Kağan, çok memnun oldum tanıştığımıza.” Dikkatim Kağan’ın sesiyle dağılırken onun da elini tutup sıktım. “Bende memnun oldum.”
“Nikahınıza çağırmadınız bizi, kırıldık açıkçası.” Tuğçe tekrar konuştuğunda bu sefer cevap verme gereksinimi duyarak Boran’dan önce davrandım. “Hiç kimsenin haberi yoktu, yıldırım nikahıydı bizimki.” Dediğimde Giray onayladı. “Boran kızı kaçırmayayım diye yıldırım nikahı kıydı çocuklar.”
Gülmemek için kendimi zor tutarken Tuğçe, Kağan ve Tarık üçlüsü hiç kendini tutmadan güldü. “Belliydi zaten birden evlenmesinden.” Tarık Giray’ı onayladığında Boran’ın sesini duydum. “Ne yapayım yani, kendiniz söylediniz evlenmeye niyetim yoktu ama İnci’yi tanıyınca bu kadın benim karım olmalı dedim. Bastım nikahı.”
Boran’ın takılırcasına söylediği cümleyle ona doğru baktım. Nasıl evlendiğimizi bilmesem sözlerine inanırdım.
“İşte böyle de açık sözlü.” Dedi Kağan. Ardından ekledi. “Şimdi gelin ve damat gelir, sohbete oturarak devam edelim.”
Kağan’ın cümlesiyle birlikte herkes yerine otururken ben Tuğçe ile Boran’ın arasındaki yere oturmuştum. Etrafıma bakınırken Tuğçe’nin tekrardan konuşmasıyla birlikte ona doğru baktım. “Bu arada İnci söylemeden edemeyeceğim çok güzel olmuşsun.”
“O senin güzelliğin…” dediğimde Tuğçe büyükçe gülümseyerek önce bana sonra da Boran’a baktı. “Boran gerçekten seni tebrik ediyorum hem güzel hem de çok mütevazi gelinimiz.” Dediğinde Tarık girdi araya. “Tuğçe kaynanan olarak seni beğendi İnci hayırlı uğurlu olsun.”
Tuğçe, Tarık’a doğru bakış atarken Giray onayladı onu. “Tuğçe’nin bu haline alış yenge, Boran’ın iki kız kardeşi dolayısıyla 2 görümcen var gibi düşün.” Dediğinde Tuğçe bu sefer ona doğru baktı. Ardından ekledi. “Görümce diyor, sanki ne dedik.”
“Kızdırmayın karımı.” Dedi Kağan gülerek. Kolunu Tuğçe’nin omzuna dolayarak kendine çekti.
Tam o sırada gelin ve damadın giriş müziğinin ortamda duyulmasıyla birlikte bakışlarımı gelin ve damada çevirdim. İlk defa görüyordum ama Selda’ya gelinliğin çok yakıştığını söylemek mümkündü. Yüzündeki mutluluksa buradan okunuyordu. Salondaki herkes alkışlarken mutlulukla nikah masasına geçip oturdular.
Nikah memuru ikisine de gerekli soruları sorup gerekli cevabı aldıktan sonra imzaları attırıp nikah merasimini tamamladı. Ardından ilk danslarını yapmak üzere piste çıktıklarında elimi yanağıma yaslayarak tebessümle izlemeye başladım ikisini. Ben onları tanımamama rağmen gözlerinden aşklarını anlamıştım. Birbirlerine bakarlarken ki bakışları çok güzeldi.
Birden kulağıma doğru eğilip konuşan Boran ile dikkatim dağıldı. “Çok mutlular değil mi?” dediğinde gülümseyerek başımı salladım. “Bugün onların günü, mutlu olmak en doğal hakları.” Hayranlıkla ikisine bakarken bir an için kendi nikahımız geldi aklıma. Çektiğimiz sahte fotoğraflar, birbirimize attığımız bakışlar, onunla ilgili düşüncelerim düştü zihnime.
Zaman gerçekten hızlı ve güzel geçmişti…
“Bir gün o gelinliği sende giyeceksin biliyorsun değil mi?” Tekrardan fısıldadığında boğazımda bir şeyler düğümlendi. O nikah günü gelinliği sevdiğin adam için giyersin dediğinde o adamın Boran olacağı aklımın ucundan geçmemişti, eminim o da bunu söylerken kendisini kastetmemişti. Ama şimdi o adamın kendisi olduğunu ikimizde biliyorduk.
“O gün orada sevdiğim adam için giymeyi istediğimi düşünerek gelinlik almadığını söylemiştin.” Diyerek Boran’a doğru baktığımda Boran’ın yüzünde kendine has duruşundan ziyade başka bir ifade oluştu. Kaşları hafiften çatılır gibi olduğunda yutkundu. Bir an için başka bir adamı düşündüğünü anlamıştım. Ancak sözleri düşüncemden sıyrılmama neden olmuştu. “Sevdiğin adam için giyeceksin zaten, benim için.”
Cümlesiyle birlikte bir an için hayal ettim ikimizi. Ben gelinlik giymiştim, o damatlık. Hayali bile güzeldi…
“Bu bir evlenme teklifi mi?” dedim şakayla karışık gözlerine bakarken. Böylece burun buruna geldiğimizde Boran gözlerimin içine bakarak dudaklarını yaladı. “Diyelim öyle.” Dediğinde tebessümle baktım yüzüne. Elini saçlarıma götürüp omzumdan sırtıma dökülmelerini sağladıktan sonra gözlerime bakarak ekledi. “Kabul etmez misin?”
“Onu evlenme teklifi ettiğinde düşünürüz.” Dedim hızlıca cevap olarak. Boran’ın dudakları keyifle kıvrıldığında başını salladı. “Düşünelim.” Dedikten sonra uzanarak yanağımı öptü. İçim kıpır kıpır olurken yüzümdeki tebessüme engel olamadım. Şimdiden heyecanlanmıştım.
Gelin ve damadın dansının bitişinin ardından diğer misafirler için dans müziği çaldığında ilk önce Tuğçe ile Kağan çıktılar dansa. Onlara doğru bakarken Boran’ın önüme doğru uzattığı eli ile bakışlarımı ona çevirdim. “Bu dansı bana lütfeder misiniz İnci Hanım?” dediğinde elimi avuçlarının arasına bırakarak onayladım. “Seve seve Boran Bey.”
Ayağa kalkarak piste ilerledikten sonra direkt olarak ellerimi Boran’ın omzuna yasladım. O da belimi kavrayarak beni kendine yaklaştırdı. Bedenlerimiz birbirine kenetlenmişken gözlerimizde birbirine tutundu. Hande Mehan’ın Bir Hadisem Var şarkısıyla uyumlu olarak bedenlerimiz hareket ederken gözlerimizde birbirindeydi şarkının sözleriyle uyumlu bir şekilde.
Uyumlu bir şekilde şarkımıza devam ettikten sonra dans müziğinin bitişiyle bizde masaya ilerlemeye başladık. Yarı yolda Boran’ın telefonu çaldığında iç cebinden telefonu çıkartıp ekrana baktı. Muhsin abi yazan isimle birlikte Boran’a baktığımda o elini belime yaslayarak konuştu. “Sen masaya geç güzelim, bunu açmam gerekiyor.”
“Tamam.” Diyerek masaya doğru ilerlediğimde Boran salondan dışarı çıktı.
“Boranla fotoğraflarınızı çekerken bir gün gerçeğinin olacağını biliyordum.” Diyerek elindeki telefonu bana doğru uzattı Giray. Boranla ettiğimiz danstan yakaladığı fotoğrafı gösterdiğinde hayranlıkla baktım. Ardından şakayla konuştum Giray’a doğru. “İleri görüşlülükte Giray gibi olun.” Dediğimde Korkut konuştu. “İleri görüşlülük ve Giray? Aşkların nefretle başlayacağını herkes bilir.”
“Kıskanma kıskanma.” Dedi Giray hemen.
Onlara gülerek bakarken bakışlarımı kapıya doğru çevirdim. Boran’ı merak ediyordum. Muhtemelen şirkettendi arayan kişi ve şirkette bazı durumlar olduğunu biliyordum Boran’ın halinden. O yüzden meraklıydım. Boran içimi okumuş gibi kapıdan girdiğinde yüzündeki ifadeden bir sıkıntı olmadığı kanısına vardım.
Masaya doğru ilerlerken önüne doğru gelen sarı saçlı, uzun boylu kadınla adımları duraksadı. Ayak üstü onunla konuşmaya başladığında merakla bakmayı sürdürdüm. Kadın gülerek gayet rahat bir şekilde konuşuyordu. Boran’ın yüzünde ise sıkıntılı bir ifade vardı ancak bunu o kadar iyi gizliyordu ki muhtemelen karşısındaki anlamıyordu ya da anlamak istemiyordu.
“Ceyda değil mi o?” Giray’ın cümlesiyle birlikte merakla onlara baktığımda Tarık onayladı. “Evet o, geldiğinden beridir gözünü ayırmıyordu zaten.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. Tarık pot kırdığını anlarken dudaklarını birbirine bastırdı. Bense söylediğini anlamlandırmaya çalışıyordum.
“O ne demek?” dediğimde Tuğçe, Kağan ve Tarık birbirine doğru baktı. Ardından Korkut verdi cevabı. “Önemli biri değil, bizim liseden arkadaşlardan biri.” Dediğinde Giray son noktayı koydu. “Boran’ın hayranlarından biriydi.”
İşte o an içimde bir şey düştü. Sanki boğazımın tam ortasına sert bir taş oturdu. Duygularım o ana kadar kontrol altında gibiydi, ama şimdi o taş genişlemeye başlamıştı. Hayranlarından biri… Yani onu geçmişten beri isteyen biri. Belki hâlâ vazgeçememiş biri. Belki de burada bu gece sadece Boran’ı görmek için bulunan biri…
Gözlerim yine oraya, onların olduğu yere döndü. Ceyda hâlâ oradaydı. Gülüyordu. Ve Boran artık onu geçiştirmeye değil, resmen sabretmeye çalışıyor gibi görünüyordu.
“Lan Giray sen hiç neyi nerede konuşacağını bilmez misin?” Tarık sıkıntılı bir şekilde Giray’a çıkıştığında Giray omuz silkti. “Yengemden mi saklayacağız? Bilsin kim olduğunu.” Dediğinde minnettarca baktım Giray’a.
O sırada Tuğçe girdi araya. “Ceyda lisede Boran’dan hoşlanıyordu ama Boran ona hiç yüz vermedi. Genelde kendi halinde takılırdı.” Dediğinde Giray ekledi. “Kocan okulun badboyu idi. Her kız ona hayrandı.” Dediğinde burnumun direği sızladı. “Kocan” kelimesi içimi garip bir sıcaklıkla doldururken, Giray’ın son cümlesi başka bir duyguyu tetikledi hatta birden fazla duyguyu demek daha doğruydu. Yakıcı bir duyguyu...
Gözlerim hâlâ Boran’ın üzerindeydi. Ceyda'nın kahkahası uzaktan bile iğne gibi batıyordu içime. Giray’ın "her kız ona hayrandı" demesindeki rahatlık beni bir an gülümsetti belki ama içimde hâlâ kıpır kıpır bir huzursuzluk vardı. Bakışlarımı Boran’dan alamıyordum. Ceyda bir şeyler anlatıyor, arada başını eğip hafif dokunaklı bir şekilde gülüyor, Boran ise artık iyice gerilmiş bir sabırla ona eşlik ediyordu. Elleri cebinde, omuzları kasılmıştı. Yüzünde gülümseme yoktu ama kaçmak da istemiyor gibiydi.
Onları izlerken Boran’ın bakışları bana doğru çevrildi. Göz göze geldiğimiz anda Boran benden anlık olarak bakışlarını çevirip Ceyda’ya doğru konuştu. Ceyda’nın da bakışları beni bulduğunda Boran bana doğru ilerlemeye başladı. Ceyda’da onunla ilerlerken içimden dürten duyguyla oturduğum yerden ayaklandım.
İkisi tamamen yanımıza doğru geldiğinde Ceyda küçük bir tebessümle masadakilere baktı. “Selam gençler.”
“Selam.” Dedi Tuğçe onun gibi. O sırada Boran elini belime doğru yaslayarak Ceyda’ya hitaben konuştu. “Tanıştırayım seni, eşim.” Dediğinde Ceyda bakışlarını bana doğru çevirdi. Gözleri vücudumda dolaşırken rahatsızca kıpırdandım yerimde. Ardından elimi uzatarak meydan okurcasına konuştum. “İnci Demirhanlı.”
Ceyda ona uzattığım ele doğru bakıp birkaç saniye sonra elimi tutup sıktı. “Ceyda Karaaslan.” Dediğinde onayladım. “Memnun oldum, sizde liseden olmalısınız.”
"Evet, Ceyda 'da liseden." dedi Boran beni onaylarcasına. Ceyda ise tamamen konudan farklı bir mesele açarak karşılık verdi. "Sen peki İnci? Türkiye'de pek görünmüyordun. Davetlerde bile göremiyorduk seni, Aralların gizlenen kızı." Cümlesiyle yutkundum, özellikle gizlenen kısmı içime otursa da bunu ona belli etmeden karşılık verdim. "Davetlere katılmayı sevmiyordum. Ancak sen takip ettiğine göre sık sık katılıyordun ya da magazini sıkı takip ediyorsun."
Ceyda başını salladı. "Evet sık takip ederim. Sizin haberinizi de gördüm, sonra o haberleri reddeden basın açıklamanızı da. Ancak beni şaşırtan bu reddedişten sonra gelen nikah haberiniz oldu. Herhalde düşünüp taşınıp mantık evliliğinin daha doğru olduğunu karar verdiniz."
Söylediği son cümle içime saplandı. “Herhalde düşünüp taşınıp mantık evliliğinin daha doğru olduğuna karar verdiniz.”
Sözleri zarifçe süslenmişti ama dikenleri saklamak için değil tam tersine, daha da can yakması içindi. Gülümserken dişlerinin arasından salınan bu imalı kelimeler, dudağındaki o ince kıvrım, kelimeleri değil niyeti net gösteriyordu.
Bir anlık sessizlik oldu. Masanın etrafında kimse yokmuş gibi hissettim. Sadece ben, o ve söylediklerinin ağırlığı vardı. Hemen karşımda durmuş gözlerini benden çok Boran’ın geçmişine sabitlemişti sanki. Beden dili zarifti, ama kibir sızıyordu bakışlarından.
Yutkundum. İçime oturan o “gizlenen” lafı hâlâ sıcaklığını korurken şimdi bir de “mantık evliliği” eklenmişti üzerine. Bir kadının başka bir kadına düşmanlık etmek için asla sesini yükseltmesine gerek olmadığını şimdi daha net anlamıştım. Ancak ben onun gibi değildim. Ne seviyesizleşirdim ne de geri çekilirdim.
Başımı hafifçe eğdim ve gülümsememi koruyarak cevap verdim. “Kararlarımızı basına göre şekillendirmiyoruz. Reddettiğimiz şey, özelimizi magazinle paylaşmaktı. Ama bazıları kişisel olanla manşeti karıştırabiliyor demek.” Ceyda ise bakışlarımı bir an kaçırmadan izledi, sonra hafifçe güldü. “Ne güzel. Şimdi öyle çok gizlenmiyorsun demek ki.”
Bu cümlede bile hala ima vardı. Beni tanımadan bu kadar iğnelemesi bazı şeylerin geçmişte kalmadığını o kadar net anlatıyordu ki. Şimdi herkesin gözü önünde olmamı, Boran’ın yanında durmamı, "Aralların sessiz Kızı’nın en sonunda o meşhur adamla evlenmiş olmasını sindiremiyordu.
Dudaklarımı aralayacağım sırada Boran’ın sesini işittim. “Gizlenmek başka, seçmek başka. İnci’nin tercihi sessizce yaşamaksa buna kimsenin bir itirazı olamaz. Kimseye laf düşmez.” Keskin bir dille söylediği cümleyle Ceyda’nın gözleri Boran’a döndü.
O an sustu. Ama o suskunluk bana her şeyi anlattı. Hâlâ içinde bir yerlerde Boran’ın onunla konuşmasını, onun tercihi olmasını bekleyen o eski kız vardı. Ama Boran artık yanımdaydı. Ve bunu en net haliyle onun gözlerinden ve sözlerinden anlamıştı.
Bakışlarını Boran’dan çekmesi için tekrar ben konuştum. “Belli ki sadece magazin haberlerini izlemişsin, gerçekleri hiç araştırmak istememişsin. Söylenenlerle gerçekler arasında daima fark vardır.” Gülümseyerek yüzüne bakarken Ceyda o an gözlerini hafifçe kıstı. Gülümseme dudaklarının kenarına yalandan yerleşti ama gözlerine ulaşmadı. O an onun içinden neler geçtiğini anlayabiliyordum. Sözlerim kulağını değil, gururunu çarpıyordu.
“Ben sadece dışarıdan gördüğümü söyledim,” dedi. Sesi hâlâ kontrollüydü. “Ama belli ki içeriden bakmadan anlamak mümkün değilmiş.” Gözlerinde hafif bir bulanıklık belirdi. Kendini hâlâ toparlamaya çalışıyordu, ama o baştaki öz güvenin gölgesi bile kalmamıştı. “Memnun oldum, İnci,” dedi cümlesini devam ettirirken.
Başımı sallayarak onayladım. “Bende memnun oldum.”
Ceyda masadakilere baktığında bir sessizlikle karşılaştığı için barınamayacağını anlamış olacak ki yanımızdan uzaklaşmaya başladı. Arkasından bakarken içimdeki o yakıcı duygu geçmiş değildi. Resmen Boran’a olan duyguları devam ettiği için beni düşman bellemişti.
Birkaç saniye arkasından baktıktan sonra Boran’a doğru dönerek mırıldandım. “Ben lavaboya gidiyorum.” Çok gerilmiştim ve biraz rahatlamam gerekiyordu. Boran beni onaylarken yanımda ilerlemeye başladı. Hemen salonun sonundaki lavaboya ilerleyip girdikten sonra işlerimi hallederek kısa sürede çıktım. Ancak salona girmeye niyetim yoktu. Biraz hava almak istiyordum.
Çıktığımda Boran’ı görerek yanına doğru ilerledim. “Biraz hava almak istiyorum. Terasa çıkacağım.” Dediğimde Boran cevap verdi. “Tamam, çıkalım güzelim.” Ne söylesem de beni yalnız bırakmayacağını bildiğimden itiraz etmedim ve asansöre ilerledim. Asansör bu katta olduğundan binerek terasa çıktık birlikte.
İstanbul’un net bir şekilde görüldüğü manzaraya bakarken elimi terasın demirlerine yasladım ve iç çektim. Sessizlik ve temiz hava biraz daha iyi hissettiriyordu.
“Kusura bakma Ceyda biraz düşünmeden konuşan biridir.” Boran’ın sesi yumuşak ama açıklayıcıydı. Belli ki durumu toparlamak istiyordu. Bakışlarımı hızla ona çevirdim. Dudaklarımı bastırarak ona baktım.
Gözlerim çok şey söylüyordu. “Bence bana karşı böyle biri,” dedim alçak ama net bir sesle. “Yani bile isteye söyledi her birini. Gayet bilinçliydi. Hangi kelimeyi nereye koyduğunu ezbere biliyordu.”
Sesimde ne bağıran bir öfke ne de naz yapan bir kırgınlık vardı. Sadece gerçek vardı. Ben olanı söylüyordum. O kelimelerin içinde gizlenen niyeti, o bakışların altındaki hissi görmüştüm. Ve en çok da Boran’ın bunu görmesini istiyordum.
Boran başını hafifçe eğdi. Yüzünü manzaraya doğru çevirirken bende bakışlarımı ondan çekip manzaraya baktım. Birkaç saniye sessiz kaldığımızda sessizliği Boran bozdu. “Biliyorum. Ceyda’nın ne yaptığını ben de fark ettim. O yüzden mahcubum ya sana karşı.”
“Boran, mesele mahcup olmak değil. Sadece onun gözlerinde kendimi bir ‘tehdit’ gibi gördüm. Sırf senin yanında olduğum için. Ve bu his insanın içini garip şekilde kemiriyor. Kendi yerinde bile yabancı gibi hissediyorsun.” O kadar garip bir duyguydu ki bu, hem de ilk defa yaşadığım bir şey değildi. Bu yüzden alınan tavırları görmüştüm Gülsüm hanımdan da Gamze’den de.
Boran’ın yüzü gerildi cümlemle. “Yabancı mı?” dedi. Kaşları çatıldı, sesi bu kez daha sertti. “Sen benim her şeyimken biri sana öyle hissettirdiyse, bu benim hatam.”
Gözlerini kapatıp usulca iç çektikten sonra tekrar bana baktı. “Lisede bana karşı duyguları vardı, itiraf etmişti. Ancak ben hiçbir zaman onun gibi hissetmedim. Aramızda bir şey olmadı. Lise döneminde olan bir şeyin şu an bile hayatımı etkileyeceği aklımın ucundan geçmezdi. Hele ki senin canını sıkması en son isteyeceğim bir şeydi. Senin yanına getirip tanıştırırken de aklımdan böyle bir şey geçmiyordu. Sadece Giray’ın sana onun kim olduğunu söyleyeceğini bildiğim için aramızda sorun olsun istemedim.”
İşte bunu düşünmesi çok değerliydi benim için. Eğer benimle tanıştırmamış olsaydı bir şeylerden gocunduğunu veya kaçtığını düşünürdüm. Ama o beni ne kadar önemsediğini belli edercesine getirmişti yanıma ve arkadaşça tanıştırmıştı. Bu önemliydi. Ayrıca kimseyi geçmişiyle yargılayamazdım.
“Bunu düşünmen bile benim için çok kıymetli.” Dedim sakin bir sesle. Ardından ekledim. “Belli ki sana karşı bir şeyler hissediyor hala ki bana çatmadan duramadı.” Ancak bunları söylerken sesim sakinlikten uzaktı. İçimdeki kıvılcımlar büyümeye başlamıştı.
“Lisede bile umurumda değildi, şimdi evlendim hiç umurumda değil. Karıma âşık olduğumu, sana bakarken beni gören herkes anlar. Bundan sonrası onun karakterine kalmış bir durum.” Boran kendince cümlelerini dile getirirken başımı sallayarak onayladım. Haklıydı, Boran’ın söylediklerine rağmen hareketlerine devam etmesi onun karaktersizliğiydi.
İçim biraz olsun rahatlamışken aklıma gelen şeyle ortamdaki ağır havayı dağıtmak adına konuştum. “Bugün sabah derslerim kötüydü derken okulun badboyu olduğundan bahsetmemiştin.” Dediğimde Boran gözlerini araladı şaşkınlıkla. Nereden öğrendiğimi sorgularcasına yüzüme bakarken bir an duraksadı ve mırıldandı. “Giray değil mi? Ulan adamın ağzında bakla ıslanmıyor.”
“Onun sayesinde öğreniyorum bazı şeyleri, kızma çocuğa.” Dediğimde Boran başını iki yana salladı. Ardından biraz önce söylediğime karşılık verdi. “Herkesin ergenlikte büründüğü bir kişilik vardır, benimki de öyleydi işte. Boş ver.” Dediğinde güldüm. Onu öyle hayal etmek bile komikti. Bir ara Giray’dan daha detaylı bir şekilde dinleyecektim.
“O zaman içeri girelim hadi, Tuğçelere ayıp olmasın.” Dediğimde Boran gülümsedi. “Ayıp olmaz, anlayışlı insanlardır onlar.” Dese de içim rahat etmeyerek başımla kapıyı işaret ettim. Boran elini bana uzattığında tereddütsüz bir biçimde tuttum ve birlikte asansöre ilerlemeye koyulduk…
Ne yaşanırsa yaşansın aramızdaki bu sessiz dilin, kelimelere ihtiyaç duymadan hisleri aktarabilmenin ne kadar kıymetli olduğunu düşündüm. Boran’ın incitmemek için gösterdiği o ince özen, bizim aramızdaki güvenin en güzel kanıtıydı. İşte bu yüzden, en çok bunu seviyordum; çünkü ne olursa olsun, birbirimize duyduğumuz saygı ve anlayış asla sarsılmıyordu.
O an asansörün kapıları kapanırken, dünya dışarıda kalmış gibiydi. İçimizde büyüyen o sessiz bağ, bizi koruyan, güçlendiren bir kalkan gibi duruyordu. Birlikteydik; yavaş, temkinli ama kesin adımlarla ilerleyen iki kalp...
Ve ben biliyordum, ne yaşanırsa yaşansın, en büyük gücümüz buydu.
◔◔◔
İki ay sonra…
Günler sanki arkasından birisi kovalıyormuşçasına hızlı hızlı geçiyordu… Hayatın koşturmacası içerinde zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordu insan. Hayatı yavaşladığında bir an durup düşünüyordu zamanın hızını sonra yine o silsileyle hayatına devam ediyordu.
Yine de insan sevdikleriyle beraber olduğunda zaman kavramının bir önemi kalmıyordu.
Güne Boran’ın sesiyle başlamak mesela, gözlerimi araladığımda güneşi değil de bana olan bakışlarını görmek, kahvaltı masasında paylaştığımız sessiz huzur, hiçbir şey söylemeden yaptığımız yürüyüşler, gittiğimiz konserler, akşam esintisinde karışan saçlarımın her bir telini narince düzeltmesini ya da bana bir şeyler anlatırken kıvrılan dudaklarını, gülümsediğinde oluşan gamzesini izlemek zaman kavramının bende daha da soyutlaşmasına neden oluyordu.
Zaman… Eskiden sanki hep karşıma dikilen bir duvardı. Geçmişin yankısını susturamayan, geleceğin belirsizliğini fısıldayan bir saat tıkırtısı gibiydi. Ama şimdi, onun yanındayken zaman sessizleşiyordu. Bir anlamda donuyordu da. Her şey yerli yerindeydi sanki. Ne bir adım öncesi ne bir adım sonrası. Sadece o anlar... O anların içinde ben, ben gibi hissediyordum. Kırıklarım hâlâ yerli yerindeydi belki ama artık can yakmıyordu. Belki de içimde bir şey, ilk defa iyileşmeyi seçmişti.
Eskiden gece uyurken zihnim susmazdı. Ama artık geceler, sessiz bir şükran gibi üzerime örtülüyordu. Onun yanındayken hiçbir şey fazla değildi, eksik de değildi. Sanki yıllardır aradığım bir cümleyi, onun gözlerinde tamamlıyordum.
Sonbahar kapıya dayanmıştı. Eylül ayının sonlarına doğru yaklaşmıştık. Geçen günler huzurumun üzerine huzur katmıştı. Şirkette işler yolundaydı, Bahadır abiden herhangi bir hamle gelmemesi sevindiriciydi. Boran ile her şey mükemmeldi, abimlerle ve yeni ailemle vakit geçiriyordum. Her şey olması gerektiği gibiydi. Adnan Aral’ın hayatımdan çıkışı bana yeni kapılar açmıştı sanki.
Üniversite sınavları açıklanmıştı geçtiğimiz günlerde. Beklediğimden kötü bir performans gösterdiğim için bir tercih yapmamıştım. Ancak kendimi geliştirmek için birçok kursa başvurmuştum. Derin İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümünü kazanmıştı. Gamze ise İstanbul Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık Bölümünü kazanmıştı. Hepimiz onlarla gurur duymuştuk.
Sonra Defne ve Cihan’ın bir oğullarının olacağını öğrenmiştik. Bu haberde bir bayram gibi kutlanmıştı. Abim, Doğa yengem ve Göktuğ’da artık bize katılmışlardı. Babamlar yüzünden kurulan o düşmanlık yerini dostluğa bırakmıştı. Hepimiz sık sık görüşür olmuştuk. Güney’de ara sıra bize katılırdı ama o genelde Giray ve Korkut ile görüşüyordu, şaşırtıcı bir şekilde onlarla iyi anlaşmaya başlamıştı. Gerçi ta ilk gün Giray ile anlaşacağını sezmiştim çünkü anlaşması kolaydı onunla.
Hepimiz hayatlarımıza bir şekilde devam ediyorduk...
“İnci, sen ne diyorsun bu fikre?” Çenemi, yumruk yaptığım elime yaslamış Boran’ın dudaklarının kıvrımında dalmıştım. Ancak düşüncelerimden ayrılmam çok uzun sürmemişti. Kendimi toparlayarak çenemi elimden kaldırdım ve mırıldandım. “Neye?”
Boran sorduğum şeyle gülümsedi. Ona daldığımı anlamıştı. “İtalya diyorum. Haftaya toplantıya gideceğim ya, sende gel benimle. Toplantılarım kısa sürecek, gün içinde seni çok yalnız bırakmam. Ama yine de akşamlar bizim olur. Sokak sokak gezeriz, küçük meydanlarda otururuz. Pizza yeriz... Kahve içeriz sonra. Belki bir de gece yürüyüşü... Floransa’da ya da Roma’da… Nerede istersek.”
Dar sokaklar, taş kaldırımlar, eski binalar, gece ışıkları altında gülüşmelerimiz… Güzel olurdu.
Oturduğum yerden ayağa kalkarak ona doğru ilerledim. Toplantı masasının hemen kenarında duruyordu. Ona yaklaştığımda kalçasını masaya yaslayarak boylarımızı eşitler gibi oldu. Bense tam karşısına dikilip elimi gömleğinin yakasına yaslayarak mırıldandım. “Roma… Aşıklar şehrine gidelim diyorsun yani.”
Gözlerimi gözlerinden ayırmadım. Sanki o an, ikimiz de bir kelimenin ya da şehrin ötesinde, bir histe duruyorduk. Boran, gözlerini kırpmadan bana baktı. Dudaklarında yavaşça beliren o tanıdık gülümseme, gözlerinin içine kadar yayılmıştı. Elini belime yerleştirdi, hafif bir dokunuşla kendine biraz daha yaklaştırdı beni. Bacaklarım bacaklarının arasına girip gövdesinin sıcaklığına yaklaşırken içimden geçen tek şey, o anın sonsuzluğu oldu.
“Roma, aşıklar için sadece bir şehir değil,” dedi derinden gelen bir tonda. “Doğru kişiyle gidildiğinde, zamanın bile dokunamadığı bir yer.” Yutkundum. Kalbim, sanki onun sesiyle aynı ritmi tutturmuş gibiydi. “Doğru kişi olduğuma emin misin?” dedim oyunbaz bir biçimde. Aslında cevabını çok iyi biliyordum.
Elini boynumun arkasına götürdü, parmakları ensemde dolandı. Alnım, sonra burnum onun yüzüne yaslandı. Nefeslerimiz birbirine karıştı. “Hiç bu kadar emin olmamıştım.” derken dudakları neredeyse dudağıma değiyordu ama öpmüyordu. Aradaki gerilimi artırmayı severdi. “O zaman gidip zamanı durduralım.” Dedim bende onun gibi dudaklarına doğru.
Bu sefer dayanamayan taraf o oldu. Dudaklarımız birbirine değdiğinde, bedeninde bir kıpırdanma hissettim. Ellerim boynuna, oradan ensesine, saçlarına karıştı. O ise sırtımdan belime, kalçama kadar usulca inen elleriyle beni kendine daha sıkı bastırdı. Kalçamın tam arkasından kavrayıp beni kendine iyice yasladığında, göğsümden çıkan nefes istemsizce boğazıma düğümlendi. “Boran…” dedim kısık bir inilti gibi.
“Bazen laflarının nereye gideceğini hesap edemiyorsun be güzelim…” O an, yüzüne yayılan o hafif alaycı gülümsemeyi fark ettim. Dudaklarını benden ayırmadan, gözlerimin içine baktı; içinde hem oyunbazlık hem de derin bir tutku vardı. “Tam sınırlarımda dolaşıyorsun…”
Bir an durdu, parmak uçlarıyla çenemden nazikçe tuttu. Nefesi tenime değdiğinde sıcaklığı kalbime kadar indi. “Sınırlar, bizi durdurmaz.” dedim fısıltıyla. Boran’ın kaşları havalanır gibi oldu ancak aynı sakinlikle cevap verdi. “Ama onları aşmak bazen tehlikeli olur. Özellikle zamanı değilken.”
Dudaklarımda küçük bir gülümseme belirdi. “Belki de o sınırların içinde dans etmeyi seviyoruz.” dedim yavaşça.
O an, aramızdaki mesafe asla tamamen kapanmadı. Dokunuşlarımız hafif, bakışlarımız ise yoğun ve anlam yüklüydü. İkimiz de o ince çizgiyi biliyorduk; aşmanın zamanı değildi. Ama sınırda durmanın, bekleyişin bile ne kadar büyüleyici olabileceğini de ve o sınır aşılacağı zaman hissedeceklerimizi de biliyorduk.
Kapının tıklanışı aynı anda irkilmemize neden olurken sanki ikimizde güzel bir rüyadan uyanmış gibi olmuştuk. Boran’dan uzaklaşarak geriye doğru çekilirken Boran genzini temizledi ve konuştu. “Gir.” Onun komutuyla birlikte kapı açıldığında Derya girdi görüş açıma.
Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarken Derya konuştu. “Boran Bey, Mahsar Beyler gelmek üzerelermiş haber verdiler efendim.”
“Tamam, geldiğinde alırsın içeri Derya.” Boran’da aynı benim gibi yaşadığımız anın bozulmasından şikayetçi olduğunu belirtircesine konuştuğunda Derya onu onaylayarak odadan çıktı.
Bense Boran’a doğru döndüm. “O zaman bende gideyim, senden direktifte aldım. Onları halledeyim, sende rahat rahat toplantını yap.”
Boran ile öğle yemeğinde buluşmuştuk ve ben sonra onun şirketine gelmiştim. Bir işle ilgili aklıma takılan birkaç şey olmuştu ve onları sormuştum. Sonra da sohbet etmeye dalmıştık, şimdiyse işimiz bitmişti.
“Kal demeyi çok isterdim…” diye mırıldandığında gülümsedim. “Birkaç saat kaldı şunun şurasında mesainin bitmesine. Evde görüşeceğiz.” Derken Boran iç çekti. “Görüşelim” Dediğinde yanına yaklaşıp yanağını öptüm uzunca. “Kolay gelsin.”
“Sana da kolay gelsin güzelim, dikkatli gidin.” Onayladıktan sonra çantamı alarak odadan çıktım.
Kapının hemen yanında duran Mert benim çıkışımla birlikte hareketlenirken arkalı önlü olarak asansöre bindik. Ardından da şirketten çıkarak hazır olarak bekleyen aracıma binerek yola koyulduk. Camdan dışarıya bakarak yolculuğumuza devam ederken telefonuma gelen bildirim sesiyle dikkatimi telefona yönelttim.
Boran’dan geldiğini düşündüğümden heyecanla dolan kalbim mesajın geldiği bilinmeyen numarayla merakla doldu. Hiç beklemeden mesaja tıkladığımda bir ses kaydı olduğunu gördüm gelenin. Ne olduğunu anlamayarak çantamdan kulaklığımı çıkartırken derin bir nefes aldım. Kim göndermişti bunu?
Kulaklığımı ayarladıktan sonra ses kaydını açarak dinlemeye koyuldum. Duyduğum tanıdık sesle nefesim kesilir gibi olduğunda mesajı dinlemeye devam ettim. “Boran, oğlum her zaman bana karşı sevgi dolu, saygılı bir çocuk oldun. Belki dedenin arkadaşı olduğum için, belki de beni dedenin yerine koyduğun için ya da aramızda geçen o mevzudan dolayı bilmiyorum ama bundan çok memnun oldum.
Her zaman seni destekledim, yaptığın şeyleri doğru buldum. Aynı deden gibisin. Başarılı, çalışkan, azimli. Hatırlıyor musun sana bir iyilik yapmıştım zamanında, sende bir gün bana ihtiyacın olursa koşulsuz şartsız yardım ederim demiştin. Benim yardıma ihtiyacım olmadı ama sana ihtiyacı olacak olan biri var oğlum: İnci…”
“Ona yardımcı ol, bilmediklerini öğret. Omuzlarına büyük bir yük yükledim. Adnan durmayacak biliyorum. İnci’nin galip çıkması için her şeyi yap. Onu koruyup kolla, güvenebileceğim bir tek sen varsın etrafında. Onu emanet edebileceğim tek kişi sensin oğlum. Desteğini esirgeme, elini üzerinden çekme. Senden tek ricam bu.”
Bu cümleleri biliyordum, Boran bana evlenme teklifi ettiğinde dinletmişti. Bende dedemin vasiyeti üzerine ve bazı şeyler bana mantıklı geldiği için bu evlenme teklifini kabul etmiştim zaten. Ancak ses bu kadarla bitmiyordu.
“İnci'ye sadece yardım etmekle kalma oğlum, onu gerçekten görmeye çalış. Zor biridir; gururlu, inatçı, kırılgan ama içinde taşıdığı şey çok kıymetli. Ona merhamet göster. Sertliğini anlıyorum ama içinde kırılmış çok şey var. Bazen sadece yanında olman yeterli olacak, bazen bir bakışın, bazen bir sözün…
Onu sevebilirsen, sev Boran. Sevildiğini hissettir, buna çok ihtiyacı var. Kalbinin izin verdiği kadar değil, gururunu aşabildiğin kadar sev. Biliyorum, senden çok şey istiyorum ama İnci’nin bunu hak ettiğine inanıyorum. Kendini yalnız hissettiğinde senin orada olduğunu bilmeli. Onun bu dünyadaki yegâne sığınağı sen ol oğlum. Belki bu seni zorlayacak, belki de canını yakacak ama bana söz ver; İnci'nin kalbini yalnız bırakma. O, sevilmeyi çoktan unuttu. Sen ona bunu hatırlatacaksın...”
"Onu sevebilirsen, sev Boran." Cümlesi içimde bir yankı oluştu. Bir insan başka biri söyledi diye birini sevebilir miydi?
Bölüm Sonu
‣‣‣ Bölümü beğendiniz mi?
‣‣‣ İnci ve Boran sahneleri nasıldı, bol bol okuyoruz onları birkaç bölümdür umarım seviyorsunuzdur.
‣‣‣ Bahadır, İnci, Egemen sahnesi nasıldı? Sizce Bahadır’ın ne gibi planları var?
‣‣‣ Son sahne hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce neler olacak?
Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…
Kaybolan Yıllar okuyan okuyucularım için, yarın (Pazar günü) 14.00’te Kaybolan Yıllar’ın 2. Özel bölümü sizlerle olacak…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 34.23k Okunma |
4.62k Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |