
🖇️ Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...
🖇️ Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen...
Bölüm şarkısı: Maya Perest- Yok bu cihanda (Benden İnci'ye gelsin bu şarkı:))
3.Bölüm
Ölüm, hayatın sona erişini ifade eden kelimeydi sözlük anlamı olarak. Ama geride kalan insan için hissettirdikleri apayrıydı. Hele ki kaybettiğin kişi en değer verdiğinse bir süre kendine gelemezdin. Üç kelime söylenirdi: Başınız sağ olsun. Sonra da o sevdiğimiz kişiyi bir daha göremezdik. Rüyalarda belki ama hayatımızda yanımızda olmazlardı. Bazen kabullenmekte zorlanırdı insan. Eve gittiğinde, oturduğun yemek masasında, odasında olmayışı ölümü yüzümüze vururdu. Geride kalanlara ise sabırlı olmak ve hayata devam etmek düşerdi.
Dedem, bu hayatta beni beklentisiz seven bir elin parmağını geçmeyecek insanların başında geliyordu. Demiştim ya beni kanatlarının altına almıştı, bu zamana kadar koruyup kollamıştı, büyütmüştü, okutmuştu ve kendi ayaklarımın üzerinde durmamı sağlamıştı. Şimdi o kanatlar yoktu, korunmasız, savunmasız bırakıp gitmişti beni.
Haberi aldığımız an yıkılmıştık. O hastane koridoru üzüntümüze şahit olmuştu. Sonra eve gelmiştik. Dedemin boşluğu içimize bir mıh gibi çökmüştü. Gece üzüntüyle girdiğim o kapıdan sabah ona sarılarak çıkmıştım. Son kez olduğunu bilmeden yapmıştım bunu. Zaten bilemezdik de ölüm böyle bir şeydi. Eve girdiğimde babam eşine sarılmıştı, abim yengeme. Annesi ve babası olmayanlar olarak Bahadır abi ve ben oracıkta kalmıştık. Çaktırmıyordu ama Bahadır abi de benim gibiydi. Dedem ona da babalık yapmıştı.
Yalnızlık o an tekrar vurulmuştu yüzüme. Odama çıkmıştım. Koridorun sonundaki odada artık dedemin olmayacağı düşüncesi kalbime kazınırken yatağa uzanmış hem yalnızlığıma hem de dedeme ağlamıştım. Saatlerce gözyaşı dökmüştüm. Anılar birer birer zihnime düşmüştü, sesi kulağımda yankılanmıştı, bedeni gözlerimin önüne gelmişti. Artık olmayacak olması acıma acı katmıştı.
Toprağın altına konmuş üzerine toprak atılırken de kalbim kanamaya devam etmişti. Babam, abim, Bahadır abi sırayla toprak atmış ve son görevlerini yerine getirmişlerdi. Onlardan sonra dedeme kıymet veren herkes toprak atmaya başlamıştı. Yavuz Demirhanlı, Cihan Demirhanlı ve Boran Demirhanlı da onlardan biriydi. Toprak atarken saniyelik olarak göz göze gelmiştik onunla. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi toprak atmaya devam etmişti.
Hastaneden ne zaman gitmişti? Haberi aldığımızda orada mıydı hiçbir şey bilmiyordum. Aklımın ucundan bile geçmemişti o anlarda. Ancak onu gördüğümde zihnime düşmüştü.
Defin işlemi sonrası taziye için herkes eve gelmişti. Yapılan helvalar dağıtılmaya başlanmıştı, dualar okunmuştu. Yaşlı olduğu için ortamda çok fazla kasvet yoktu elbet ama benim gibilerin kasveti içindeydi.
“Yenge, sen istersen durma daha fazla. Yapılacak bir şey yok burada, hizmetliler hallediyor.” Yengeme hitaben konuşurken şiş gözlerle baktım gözlerine. O da kendini çok yıpratmıştı. Hem hormonları hem de dedemi gerçekten dedesi gibi görmesi nedeniyle kaybıyla çok sarsılmıştı. Bu da bebek için iyi değildi. “İnci doğru söylüyor.” Serap hanım belki ilk defa bana katıldığını belirtirken devam etti sözlerine. “Sen çıkıp uzan, torunuma bu kadar üzüntü, yorgunluk iyi gelmez.”
Yengem oturduğu yerden ayağa kalkarken bende kalktım. Koluna girerek onunla ilerlemeye başladım. Merdivenlerden çıkarken yardım etmek istiyordum. Maazallah istenmedik şeylerin olması hepimizi üzerdi. O yüzden onunla çıkarak odasına kadar eşlik ettim. Yatağına dikkatle yatmasına yardımcı olduktan sonra başımdaki siyah şalı açıp uçlarını omuzlarımdan aşağı sarkıttıktan sonra balkona doğru ilerledim.
Temiz hava almak istiyordum. Evde boğulacak gibi hissediyordum. Üzerime üzerime geliyordu duvarlar. Bu evde kalmak için bir sebebim kalmamıştı artık. Yalnızca geleneğimizde mevcut olan yedisine kadar bekleyip Londra’ya dönmek istiyordum. İster yedi gün ister yetmiş gün geçse de dedem kalbimdeki yerini korumaya devam edecekti. O yüzden burada kalmamın da bir manası yoktu. Onun yanında olmak için gelmiştim, o artık yoktu.
Koridordan çıkıp balkona doğru ilerlerken arkası dönük bir şekilde duran Boran’ı gördüm. Telefonla konuşuyordu. Rahatsız etmemek için bir süre orada bekledim. Yanına gidip teşekkür etmem gerekiyordu. O her ne kadar bana kötü davransa da imalarda bulunsa da teşekkür edecektim. Sonuçta bir şekilde hatasını anlayıp özrünü dilemişti. Yaptığı da benim için önemliydi. Arabadan inerken aklım dedemde olduğu için teşekkür dahi edememiştim. O olmasaydı belki dedemle son kez konuşma fırsatı yakalayamayacaktım. Üstten üstten bakıyordu ama yardımseverdi. Belki dedem bu yüzden seviyordu onu. Ya da ben erken davranıyordum böyle düşünmek için.
Telefonu kapattığını gördüğümde yanına doğru ilerlemeye başladım. Elini demirlere koymuş dışarı doğru bakıyordu. Tam olarak yanına ulaştığımda yandan profilini doğru baktım. Çıkan ayak sesinden yanına birinin geldiğimi hissetmişti muhtemelen ama tepki vermiyordu. “Boran…” diye ismini seslenip dikkatini çekerken göz ucuyla, yüzündeki düz bir ifadeyle bana baktı dinliyorum dercesine.
“Dün için teşekkür ederim sana.” Deyip duraksadım. “Eğer sen götürmeseydin beni, yani ben taksi aramak zorunda kalsaydım belki de dedemle son kez konuşamayacaktım.” Deyip gözlerimi kapattım üzüntüyle. Boğazımdaki yumruyu geçirmek için yutkunduğumda gözlerimi araladım. O an ilgisini tamamen bana verdiğini buluşan bakışlarımızla anladım. “Teşekküre gerek yok.” Derken bakışlarını benden çekti. Balkondan dışarı doğru bakarken ekledi. “Kim olsa aynısını yapardı.”
“Yapmazdı.” Dedim kendimden emin bir şekilde. Bakışlarımı ondan çekip aynı onun yaptığı gibi balkondan aşağı baktım. Tüm erkek misafirler orada oturuyordu. Baş köşede abim ve babam vardı. Çevresinde de birçok kişi taziye için gelmişti.
“Bu hayatta o kadar vefasız kişiler tanıdım ki senin yaptığını yapmayacak. Bir daha görüşmemek üzere desek bile lafından geri dönüp beni oraya götürdün. Hakkımızda yeniden yapılacak bir haberi önemsemeden orada dedemden haber almayı da bekledin. Bunlar gerçekten teşekküre layık.” Düşüncelerimi belirtirken bakışlarını bana çevirdiğini hissettim. Ben Londra’ya gidecektim, o burada kalacaktı. Hakkımızda haber çıksa onun başı ağrırdı. Buna rağmen yapmıştı iyiliğini ve benim nazarımda bu önemliydi.
Bakışlarımı ona doğru çevirip minnettarlığımı belli etmek istediğimde yeşillerimle kahveleri tekrardan buluştu. “Senin için değildi.” Keskin bir dille söylediği cümleyle yutkundum. Benim için olmadığını biliyordum zaten. Ama her seferinde böyle davranması sinirlendiriyordu beni. “Sardun Bey benim için kıymetli biriydi, o yüzden.” Dedi yumuşak sayılmayacak bir tonda.
Bakışlarını tekrar bahçeye doğru çevirdiğinde ekledi. “Bir daha haber yapmazlar, gerekli uyarıyı aldılar. Bunu düşünüp kafana takma.” Söylediklerine karşılık cevap verdim hafif sinirli bir sesle. “Kafama takmıyorum zaten, ben buradan gideceğim. O haberlerle başa çıkan sen olacaksın, o yüzden söyledim. Nezaketen de teşekkür etmek istedim.” Şu anda bile beni kızdırmayı başarıyordu. Gerçekten garip bir adamdı. “Neyse ne.” Dedi söylediklerime karşılık.
Gözlerimi devirip bahçeye bakarken abimin bakışlarının bizim üzerimizde olduğunu gördüm ve oldukça da sert bakıyordu. Boran’ı sevmediği için yan yana olmamızla sinirlenmişti belli ki.
Söyleyeceklerimi söylemenin rahatlığı ile geri çekilip tekrardan eve gireceğim sırada Boran’ın sesini duydum. “Abinden bu kadar mı korkuyorsun?” Kaşlarımı çatıp ona doğru dönerken alaylı bir şekilde konuştum. “Ne alaka?” Boran cümlemle birlikte bana doğru dönerken sırtını balkonun demirlerine yaslayarak gözlerime baktı. “Alakası şu, onun bakışlarını gördükten sonra yanımdan uzaklaşmaya başladın.”
“Onunla ilgisi yok, söyleyeceğim bitti. Teşekkürümü ettim sende kabul ettin zor da olsa. Lafını da söyledin. Konuşma bitti. Yanında durmam için bir sebep kalmadı yani.” Dedikten sonra ekledim. “İyi günler.”
Başka bir şey söylemeden oradan uzaklaşırken adımlarımı dedemin odasına doğru attım. Ancak onunla rahatlardım. Kapıyı açıp içeri girdiğimde Bahadır abinin dedemin yatağında oturup elindeki çerçeveye baktığını gördüm. “Kusura bakma.” Deyip kapıyı kapatacağım sırada sesini işittim. “İnci, gelsene.”
Meraklı bir şekilde odaya girip kapıyı kapatırken mırıldandım. “Bir şey mi oldu?”
“Sen söyle onu.” Diye karşılık aldığımda kaşlarım çatıldı. Ne söylemeye çalıştığını anlamak için yüzüne bakarken tekrar konuştu. “Gerçekten Boran ile aranızda bir şey yok mu?” sorduğu soru sinirimi bozarken sertçe konuştum. “Şu an bunun sırası mı Allah aşkına? Neredeyiz bir baksana.” Deyip dedemin odasını işaret ettim. Bunları konuşmanın ne yeri ne de zamanıydı. Ayrıca hiçbir zamanda doğru bir an gelmeyecekti. Çünkü konu kapanmıştı.
Sinirli bir şekilde söylediğim sözlerle birlikte elindeki çerçeveyi komodine geri bırakarak oturduğu yerden ayağa kalktı. “Sizi gördüm İnci. Biraz önce gördüm. Sonra dün hastanede de gördüm birbirinize bakışınızı. Güneyle konuşurken de duydum, hastaneye onunla gelmişsin.”
Güney’e söylerken etrafıma bakmamanın cezasını çekiyordum şimdi. Salak kafam. “Seni alakadar etmiyor.” Diyerek odanın kapısını açıp dışarı çıktım. Bıkmıştım bu evde herkese hesap vermekten. Özellikle de hayatım hakkında söz sahibi olmaya çalışanların hesap sormasından. “Kaçma İnci, sürekli bunu yapıyorsun. Londra’da kafana göre şeyler yapmaya alışmış olabilirsin ama burada her şey farklı. Dikkat etmemiz gereken bir soyadımız var.” Arkamdan gelirken söylediği sözleri umursamadım. Duymaya alışık olduğum şeylerdi bunlar. Soyadımız, ismimiz, itibarımız…
“Sana diyorum.” Diyerek kolumdan tutup beni durdurduğunda sert bakışlarımı bileğimi tutan adama doğru çevirdim. “Çek elini.” Kolumu kurtarmaya çalışırken aynı sert şekilde karşılık verdi bana. “Çekmiyorum, dedemin arkasına sığınıyordun ama şimdi o da yok. Ne olacak?” alaylı bir şekilde konuşurken kaşlarım daha da çatıldı. “Kimsenin arkasına falan sığınmıyorum ben. Ne hakla böyle konuşuyorsun sen benimle! Bırak kolumu!”
Sesimin yüksek çıkmasını engellemeden konuşurken aniden duyduğum sesle irkildim. “Bırak kızın kolunu.” Duyduğum sesle yüzümü buruşturdum. Hiç sırası değildi gelmesinin. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alırken Bahadır abinin sert sesini duydum. “İki kuzen arasına girme Boran.”
Adım sesleri bize doğru yaklaşırken tam arkamda birkaç santimlik mesafede duran bedenini hissettim. O gün beni tuttuğunda burnumdan sızan kokusu şimdi de burnuma dolarken tahammülsüz ve sert sesini de duydum eş zamanlı olarak. “Kuzen olmanız umurumda değil, birini bir şey için zorluyorsan araya girerim. İster kuzenin olsun ister kardeşin. Şimdi bırak İnci’nin kolunu.” Üzerine bastıra bastıra söylediği şeyle birlikte Bahadır abi kolumdaki tutuşunu gevşeterek serbest bıraktı.
Ukala bakışları hırsla Boran’ın üzerindeyken konuştu. “Bu aralar etrafımızda çok dolaşmaya başladın Boran Demirhanlı.” Evimize gelmiş bir misafire bu şekilde konuşmasına dayanamayarak araya girdim. “Taziye için gelmiş misafire dediklerine bak, şu an bunun sırası mı?” dişlerimin arasından söylediğim sözlerle Bahadır abi alayla güldü. O sırada Boran’ın sesini duydum. “Sorun değil İnci, konuşsun bakalım derdi neymiş?”
İkisi birbirine sert bir şekilde bakarken arada kalmıştım resmen.
Bahadır abi bunu bekliyormuş gibi hesap sorarcasına konuştu. “İnci’ye tam sizinle ilgili bir şeyler soruyordum, o da her zaman yaptığı şeyi yapıp kaçıyordu.” Bir yabancıya benim hakkımda ileri geri söylediği cümleler sinirimi hoplatırken Boran konuştu. “Neden sana açıklama yapıyoruz?” Tek kaşını kaldırmış sert bir ifadeyle Bahadır’a bakarken başını iki yana salladı. “Kuzen olmaktan başka vasfın ne ki sana açıklama yapalım. Çok merak ediyorsan şirketinizin yaptığı açıklamayı oku. İnci’nin de başını şişirme.”
Beni korurcasına konuşurken içimden hayret ettim. Ama bir yandan da cümlelerinin yanlış anlaşılma ihtimali zihnime doldu. Ben ne dersem deyim inanmıyorlardı. Boran’ın sana neden açıklama yapıyoruz demesini başka taraflara çekebilirdi Bahadır abi ve ben daha fazla rezil olmak istemiyordum. Birbirlerine dik dik bakarlarken abimin sesiyle irkildim. “Ne oluyor burada?”
Ekip işte şimdi tamamlanmıştı. İşin kötü tarafı şu an burada bulunan iki adamda beni savunan o adamdan nefret ediyordu. Sorun çıkmaması gereken yerlerden biriydik ve burada kimse bunu umursamıyordu bence. Benden başka.
“Bir şey olduğu yok.” Dedi Boran artık alışık olduğum ses tonuyla fazla beklemeden. Yönünü abime doğru çevirdiğinde bir süre birbirlerine baktılar. Abim bu bakışmayı bölerek başıyla aşağıyı işaret etti. “Babanlar kalkacakmış seni bekliyorlar birader.”
Boran bir şey söylemeden eliyle yakalarını düzeltti. Merdivenlere yönelmeden önce ilk önce Bahadır abiye, sonra abime ve en sonda bana doğru baktı. Sonra da fazla beklemeden merdivenlerden inerek gözden kayboldu.
“Misafirler gitsin, konuşacağız.” Abim bana doğru bakarken omuz silktim. “Konuşacak bir şey yok.”
Soracağı soruları biliyordum. Boran’dan başlayarak Lucas’a kadar her şeyi soracaktı ve eminim alttan alttan azarda çekecekti. Ne geçmiş meseleleri ne de şimdiki meseleleri konuşmak istemiyordum. Birkaç gün yasımı tutup sonra da buradan çekip gitmek istiyordum. Durdukça her şey üzerime gelecekti bundan emindim.
Başka bir şey söylemeden bende merdivenlerden indim. Salona girerek Serap hanımdan en uzak köşeye geçip oturdum. Misafirler gitmeye başlamışlardı. Salondaki kalabalık azalmıştı. Tek tanıdığım Boran’ın babaannesi Zümra Hanım ve Serap hanımdı. Onlar dışındakiler bir yabancıydı benim için. Birkaçını davette görmüştüm ama ismen bilmiyordum.
Biraz odada oturduktan sonra rahat edemeyerek salondan çıkıp bahçeye çıktım bu sefer. Evin kapısının önünde olduğum için kimse yoktu. Kendimle baş başaydım. Bu da düşüncelerime boğulmak için iyi bir fırsattı. Bundan sonra ne yapacaktım onu düşünüyordum. Yedi gün kalmak istiyorum demiştim ama burada o yedi gün cehennem gibi geçecekti. Bugün bunun sinyalini almıştım. Bir iki gün daha kalıp dönmem herkes için en hayırlısıydı belki de.
Bir daha Türkiye’ye dönmek gibi bir niyetim de yoktu. Doktora programına kabul edilirsem orada akademik olarak devam edebilme ihtimalim de vardı. Bir tek yeğenimi görmeye gelirdim. Ondan sonra da Türkiye faslı benim için kapanırdı muhtemelen. Dedem de burada olmadığına göre artık bir anlamı kalmamıştı. Çünkü beni seven yegâne insan bu dünyadan göçüp gitmişti.
Telefonumu çıkartarak uçak biletlerine bakmaya başladım. Şanslıydım ki istediğim zaman gitmek gibi bir seçeneğim vardı. Döndükten sonra birkaç günde kendi evimde istirahat eder ve sonrasında da işime tekrar başlardım. Böylece hayat devam ederdi bu şekilde.
“İnci.” İsmimi zikreden naif ses tonuyla birlikte bakışlarımı telefondan çektiğimde Zümra hanımı gördüm. Bana doğru yaklaşırken küçük bir tebessüm ediyordu. Aslında çekiniyordum onunla konuşmaya ama yanıma geldiği için kaçma gibi bir şansım da yoktu. O yüzden meraklı bir şekilde ona bakarken cevap verdim. “Buyurun, bir şey mi istemiştiniz?”
Zümra hanım başını iki yana sallayarak beni reddederken ilgiyle baktım yüzüne. “Başın sağ olsun demek istedim, deden gerçekten çok kıymetli bir insandı. Benim eşimle de çok yakınlardı zamanında. Şimdi ikisi de bu dünyadan göçüp gitti.” Hüzünlü çıkan sesiyle birlikte dudaklarımı birbirine bastırdım. Yengem bahsettiği için biliyordum Erdal Bey ile olan arkadaşlığını. “Teşekkür ederim, Allah mekanlarını cennet eylesin.” Diyerek Erdal beye hitaben konuştuğumda iç çekti Zümra Hanım. “Âmin.”
Küçük bir tebessümle suratıma bakarken yerimde kıpırdandım. Zümra hanım ise konuştu. “Deden senden sık sık bahsederdi. Tanışmak o güne kısmet oldu. Gerçi senin küçüklüğünü de biliyoruz. Sonra şartlar el vermedi görüşmemize.” Erdal bey öldükten sonra sanırım pek görüşmemişlerdi bizimkilerle. Aralarında bu kadar büyük ne vardı anlamıyordum. Bu sorun dedemle değil de direkt olarak babam, abim ve Bahadır abi üçlüsünü ilgilendiriyordu. Dedemi ilgilendiren bir şey yoktu belli ki.
“Hah kalktın mı anne?” Yavuz beyin sesiyle birlikte bakışlarımız ona dönerken Zümra Hanım onayladı. “Kalktım oğlum. Gidebiliriz.” Yavuz bey arkasında iki oğluyla beraber dikilirken en arkalarında da babam vardı. Bakışları beni gördüğüne memnun olmadığını gösteriyordu ama bunu o kadar iyi saklıyordu ki.
“Senin de başın sağ olsun kızım.” Yavuz bey elini bana doğru uzattığında hiç beklemeden sıktım. “Siz sağ olun.” Onunla tokalaştıktan sonra aynı Yavuz beye ve abisine benzeyen Cihan Demirhanlı elini uzattı. “Başınız sağ olsun.” Onun elini de sıktıktan sonra Boran’ın sesini duydum. “Allah sabır versin.” Elini aynı onlar gibi uzattığında tutarak sıktım. “Sağ olun.”
Babamın da onun ailesinin de bakışları üzerimizdeyken kendimi o kadar gergin hissediyordum ki anlatamazdım. Bir haber yüzünden insanlardan çekinir hale gelmiştim. Aslında çok garip bir durumdaydık. Sevgililik haberimiz çıkmıştı, yalan da olsa. Ama biz yüz yüze bakmak zorundaydık. Ailelerimizde.
Babam onları geçirirken hiç beklemeden tekrar eve girdim. Ondan bir laf yemek istemiyordum. Muhtemelen bir şeyi bahane edip laf edecekti. Sonra da moralimin daha beter bozulmasına neden olacaktı. Odama gitmek için merdivenlerden çıkacağım sırada duyduğum sesle duraksadım. “Pişt.” Bakışlarım mutfak kapısına doğru döndüğünde başını kapıdan uzatmış olan Güney’i gördüm. Göz göze geldiğimizde elini gel anlamında salladı.
İsteğiyle birlikte mutfağa doğru ilerlediğimde mutfakta Güney dışında kimsenin olmadığını gördüm. Güney eliyle mutfaktaki masayı işaret ettiğinde masaya çevirdim bakışlarımı. Masanın üzerinde beyaz bir servis tabağında tost vardı. “Tüm gün hiçbir şey yemedin, hadi.”
“Güney.” Dedim minnettar bir biçimde. Teşekkür edeceğim sırada Güney araya girip beni engelledi hızla. “Teşekkür etme, hadi otur. Soğutmadan ye. Akşam yemeğine inmeyeceğini biliyorum, inadından mutfaktan da bir şey almazsın.” Derken beni masaya doğru oturttu. Ardından peçeteyle sarılı olan tostu elime tutuşturdu. Tam yanıma geçip oturduğunda gözlerine baktım içten bir şekilde. “Sen yedin mi? Kardeş payı yapalım.”
Hızla elimdeki tostu ikiye bölerek diğer yarısını Güney’e uzattım. Israrcı olacağımı bildiği için beni reddetmeyip tostu eline alırken bende tostumdan bir parça ısırdım.
İnsanoğlu gidenin ardından devam etmek zorundaydı. Karnımız acıkıyordu, susuyorduk, uykumuz geliyordu. Zamanla kalbimizdeki acısı da dinecek ve yerini özleme bırakacaktı. “Yıllar önce beş yaşındayken fotoğrafımız vardı böyle, hatırlıyorsun değil mi?” Güney tostunu yerken bana doğru baktı. “Hatırlıyorum. Seher teyze yapmıştı tostu, dedem ise fotoğrafımızı çekmişti.” Dedim burukça.
Güney’in annesi Seher teyze yapmıştı tostu. Salçalıydı. Güney ile yerken ağzımıza yüzümüze bulaştırmıştık. Sonra dedem bizi görüp bu anı ölümsüzleştirmişti. Bu hikayedeki dört kişiden ikisi bu dünyadan ayrılmıştı. Sadece ikimiz kalmıştık, bizde kendi hayatlarımızı kurmakla uğraşıyorduk.
Güney düşünceli bir biçimde masaya doğru bakarken elimi uzatarak elini tuttum. O da annesini çok özlüyordu biliyordum. Bu hayattaki tek yakınıydı. Babası o doğmadan önce vefat etmişti. Annesi de lisedeyken. Dedem ona da sahip çıkmıştı. Bakıldığında o da benim gibi dedesini kaybetti sayılırdı.
“İşte şimdi kimsesiz kaldım.” Güney içli bir şekilde konuşurken başımı iki yana salladım. “Kimsesiz değilsin, ben varım. Biz birbirimize her şey oluruz.” Dediğimde Güney burukça gülümsedi. “Ama gideceksin.”
Gözlerime bakarken bir an için sessiz kaldım. Ardından aklıma gelen fikirle konuştum. “Sende gel benimle, orada yaşarız. Yeni bir hayata başlarsın. Düzenim var orada. Allah’a şükür maaşımda var.” Dedikten sonra kötü havayı dağıtmak adına şakayla ekledim. “Merak etme ben ikimize de bakarım, senin elini sıcak sudan soğuk suya sokmam.”
Söylediğim şeyle Güney güldü. “Sağ ol, içim rahatladı.”
Tostumdan bir ısırık daha alırken Güney’e düşünmesi için zaman vermeye karar verdim. Benimle gelmesini çok isterdim ama gelmek istemezse de zorlamak istemezdim.
“Bu kadar çabuk kaybedeceğim aklımın ucundan bile geçmemişti.” Duygu dolu bir sesle mırıldanırken Güney teselli vermeye çalışırcasına cevap verdi. “İyi tarafından düşün, acı çekmedi çok fazla. Son zamanlarda ağrıları artmıştı ama o işe gitmek için inat ediyordu. Babana güvenmiyor sanırım.”
Güney’in sözleriyle aklıma dedemin cümleleri düştü. “Bu hayatta güveneceğim tek kişi sensin…”
Aklımı kurcalayan çok fazla şey vardı ama hiçbirinin zamanı değildi. Şu an onları düşünecek halim yoktu. Biraz kafamı toparladığımda düşünecektim. Düşünecek öyle çok şeyim vardı ki. Dedemin neden babamlara güvenmediği, omuzlarıma ne yüzü bıraktığı, Boran’a neden bu kadar güvendiği…
“Bilmiyorum Güney, kafam çok karışık.” Dediğimde Güney iç çekti. “Bu karışıklıklar hiç bitmeyecek be İnci. Gitmeni hiç istemiyorum ama burada kaldıkça kafanın daha çok karışacağını bildiğim için gitmenin en doğrusu olduğunu düşünüyorum.” Kendi fikirlerini söyleyen süt kardeşimle birlikte iç çektim. Haklıydı.
Tostumuzun bitmesiyle birlikte ikimizde masadan kalktık. “Ellerine sağlık, özlemişim gerçekten.” Dedikten sonra ekledim. “Bu arada ben kendim yaptığımda böyle olmuyor. Annenden el almışsın bence, aynı onunki gibi olmuş.” Dediğimde Güney tebessüm etti. “Bende daha ne marifetler var. Gitmezsen gösteririm.”
“E ben çalışırken sende evi çekip çevirirsin o zaman.” Diye biraz önceki konuşmamıza atıf yaparken Güney burukça baktı gözlerime. “Gelemem İnci.” Hüzünle gözlerine doğru baktım, duyduğum sözler biraz hayal kırıklığı yaşatmıştı. Güney ise elini koluma doğru yasladı. “Ben senin kadar cesur değilim, yeni bir hayata başlamak zor gelir. Burada korumalık yapıyorum, orada ne yapacağım? Üniversite falan okumadım biliyorsun.”
“Geç değil.” Dedim inançla. “Üniversite sınavına gir, özel okulda okursun eğer istersen.” İkna etmeye çalışırcasına konuşurken Güney alayla baktı bana. “Kızım ben liseyi zor bitirdim ne üniversitesi. Okuyacak olsam Sardun Bey teklif ettiğinde okurdum.” Söylediği cümlelerle gülmeden edemedim. Öyleydi. Ben harıl harıl ders çalışırken kendisi kız düşürmekle meşguldü o zamanlar.
“Ders çalışmayıp başka şeylerle uğraşıyordun, o kadar uğraşa değseydi bari.” Dedim kızları kastederek. Güney kaşlarını çattı. “Senin yüzünden. Bizi hep sevgili sanıyorlardı.” Diyerek suçlayıcı konuştuğunda hayretle baktım yüzüne. “Hayret bir şey şuna bak ya, ben beceremedim demiyor da senin yüzünden diyor.” Tatlı sert bir şekilde konuşurken birbirimize bakarak güldük. Yine de gülüşümüz sesli değildi, burukluğu büsbütün ortaya koyuyordu.
İnsan böyle gülünce gidene ihanet etmiş gibi hissediyordu. Ama bozulan sinirimizin, toparlanması gereken duygularımızı tamir eden eylemlerden biriydi. Aklımız sürekli giden kişide olsa insan ne uyuyabilirdi ne yemek yiyebilirdi ne gülebilirdi ne de hayatına devam edebilirdi.
Mutfaktan birlikte çıkarken abimin kapıdan girdiğini gördüm. Bakışları benden Güney’e doğru kaydığında Güney bana hitaben konuştu. “Ben bahçeye çıkıyorum İnci Hanım, bir şeye ihtiyacınız olursa oradayım.” Onu onaylarcasına başımı sallarken abimin yanından geçti baş selamı vererek. Abimde ona selam verdikten bakışlarını tekrar bana çevirdi.
Güney’in çıktığından emin olarak konuştu. “Şu çocukla samimi olma.” Dediğinde kaşlarımı çattım. “Şu çocuk dediğin benim süt kardeşim, arkadaşım. Ne gibi bir zararı var size.” Güney’i savunurcasına konuşurken abim rahatlıkla cevap verdi. “Evet aynı zamanda senin şoförün ve koruman.” Söylediği şeye karşılık gözlerimi devirdim. Ben onu öyle görmüyordum. Kardeşim gibi görüyordum ve önemli olan benim ne düşündüğümdü.
“Yukarıdaki olay hakkında konuşalım.” Dediğinde omuz silktim. “Konuşulacak bir şey yok demiştim.” Diye karşılık verdim. “İnci, sinirim zaten bozuk. Zorlama daha fazla güzelim.” Dediğinde dik dik suratına baktım. “Zorlamıyorum abi ama siz üzerime gelmeye devam ediyorsunuz. Sen ayrı, Bahadır abi ayrı.”
“Boran ile Bahadır arasındaki mesele neydi, hadi onlar işten birbirine gıcıklar. Senin ne işin vardı aralarında?” Biraz önce söylediklerimi hiçbir şekilde umuruna getirmeden merakla bana bakarken dişlerimi sıktım. “Neden Bahadır abiye sormuyorsun?”
“Kardeşimden öğrenmek istiyorum.” İçimden sabır çekerek yüzüne bakmaya devam ederken sert bir biçimde mırıldandım. “Sen gibi hesap sormaya kalktı, cevap vermeyince ve yanından gitmeye kalktığımda kolumdan tuttu, bırakmadı. Sağ olsun Boran beyde oradaymış. Aramıza girdi.” Üstünkörü bir biçimde olayları anlattıktan sonra ekledim. “Oldu mu?”
“Olmadı.” Dedi abim kaşlarını çatarak. “Boran ile ikinizi balkonda gördüm, konuşuyordunuz.” Gözlerimi devirerek sakin olmak adına başımı havaya kaldırdım. Danışanlarıma yapmalarını önerdiğim sakinleşme metodunu kendimde uygulayarak içimden ona kadar saydım ve ardından gözlerimi açıp abime baktım. “Ya sizin ne gibi bir derdiniz var bu adamla?”
Abim dikkatle gözlerime bakarken soruma cevap verdi. “Bir derdimiz yok, bir işte her zaman rekabet vardır. Karşı taraflardayız neticede.” Hiç açıklayıcı değildi söyledikleri. Birbirlerine düşman gibi davranıyorlardı. Ardından ekledi abim. “Siz ne konuşuyordunuz?”
“Teşekkür ediyordum oldu mu?” dedim çıkışarak. Ben söylemesem, Güney söylemese mutlaka Bahadır abi ispiyonlardı. Bunu benden duyması daha iyiydi o yüzden. Abim anlamaz gözlerle bana bakarken devam ettirdim sözlerimi. “Beni hastaneye o getirdi, bende teşekkür ettim bu kadar. Ne abarttınız ya. Görende öpüşürken gördünüz sanır.”
Sinirden ne söylediğimi sonradan anlarken abimin sert sesini duydum. “Höst.” Verdiği tepki gülmek istememe neden olurken ciddiliğimi korudum. Ters ters suratıma bakarken diklendim. “Arabasına binmekte mi suç?”
“Tamam.” Dedi abim konuyu kapatırcasına. Ardından ekledi. “Bahadır ile de konuşacağım, yaptığı şeyi soracağım.” Dedi daha sakin bir sesle. Bense şaşkınca baktım yüzüne. “Hayret Egemen Bey.” Dediğimde abim hafifçe kaşlarını çattı. “İnci.” Uyarırcasına konuşurken omuz silktim. “Bir şey söylemedim. İzninle odama çıkmak istiyorum.”
Abim bir şey demezken ben odama doğru ilerlemeye başladım. Boran ile nerede karşılaştığımızı, neden beni onun getirdiğini sorgulamamıştı. Muhtemelen onların otelinde kaldığımı biliyordu ve dedem onu ikna etmişti bu konuda. Yoksa inciğini cinciğini sorgulamadan duramazdı. Bir de Lucas meselesi vardı, şimdi cenazemiz olduğu için üstelemiyordu ama gün geldiğinde onunla ilgili de merak ettiklerini soracaktı.
Odama girmeden evvel abimlerin odasına doğru ilerledim. Yengemin bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sormak istiyordum. O yüzden odanın önüne geldiğimde kapıyı tıklattım. İçeriden nazikçe verilen cevabı duyduğumda kapıyı aralayıp başımı uzattım. Yengemin yatakta oturur pozisyonda olduğunu gördüm, saatler öncesine göre daha iyi görünüyordu.
“Gel canım.” Bana doğru seslendiğinde hiç beklemeden içeri girdim ve kapıyı kapattım. “Nasılsın, bir şeye ihtiyacın var mı?” İlgili bir şekilde konuşurken iç çekti yengem. “Nasıl olayım, iyi olmaya çalışıyorum diyelim. Otursana.”
Yatağın hemen solunda bulunan koltuğa oturduğumda yengem mırıldandı. “Sen nasılsın?” merakla bana bakarken burukça baktım gözlerine. Bazen iyi olup olmadığımı soran birilerine ihtiyacım olduğunu sordukları anda anlıyordum. “Bilmiyorum.” Dedim açık sözlülükle. Ardından ekledim. “Dedemi bu kadar çabuk kaybedeceğimi düşünmemiştim. En azından birkaç hafta daha benimle olur sanmıştım.”
Hafiften gözlerim dolmaya başlarken yengem oturduğu yerden dikkatle kalkarak elini elimin üzerine yasladı. “Hiçbirimiz bu kadar çabuk olmasını beklemiyorduk. Sende gördün, iyiydi. Meğer içten içe bitiyormuş.” Gerçekten öyleydi. İçten içten yiyip bitirmişti vücudunu kanser. “Senin için daha zor biliyorum, onu baban gibi sevdiğini de biliyorum.”
“Kendimi çok suçlu hissediyorum yenge.” Dedim açık açık. Yengem gerçekten kıymet verdiğim biriydi. Daha önce böyle oturup uzun uzun konuşmamıştık ama sık sık beni arardı. Özellikle abimin bana kıymet verdiğini bildiğinden olsa gerek o da bana kıymet veriyordu. Samimi ve düşünceli bir insandı. O yüzden onunla konuşmaktan çekinmiyordum. Hatta kendimi ona açmak konusunda daha rahat hissediyordum bile diyebilirdik. “Daha önce gelmediğim için, onunla vakit geçiremediğim için suçluyum. Oysa o beni bir günden bir güne ihmal etmedi.”
Düşünmekten kaçtığım şeylerdi bunlar belki de. Babamdan o kadar çok kaçmak istiyordum ki bu kaçısın sonucunda beni koşulsuz seven adamı ihmal ettiğimi anlayamamıştım. Abim aramasa yine gelmezdim. Telefonla konuşmak yetmiyordu bazen. Çoğu telefon konuşmamızda beni özlediğini söylerdi ama ben o kadar inat etmiştim ki umursamamıştım.
Kalbimin sızısı bu düşündüklerimle daha da artarken gözyaşlarımda acımla eş zamanlı olarak arttı. “Senin suçun değil canım benim.” Yengem beni kendine doğru çekip sarılırken gördüğüm şefkate karşılık gözyaşlarım daha da arttı. “Senin neden gelmediğini biliyordu, sana kızdığını, küstüğünü, alındığını hiçbir zaman görmedim ben. Aksine hep seninle gururla bahsetti. Mutluydu senin halinden. Özlemiştir elbet ama hiç yakınmadı bundan. O yüzden kendini suçlama. Hatta şu iki gün çok mutluydu emin ol. Sen onun son anlarını mutlu kıldın, seni gördüğü için çok sevindi.”
“Sevindi değil mi?” dedim onaylatmak adına. Yengem başını salladı. “Çok sevindi, için rahat olsun. Mutlu ayrıldı aramızdan.”
Başımı yengemin omzundan kaldırırken yaşlı gözlerle gözlerine baktım minnettar bir biçimde. “Teşekkür ederim…” diye fısıldadığımda yengem iki elimi tuttu ve içten bir şekilde gözlerime bakıp küçük bir tebessüm etti. “Ne zaman ihtiyacın olursa buradayım.” Bende onun gibi tebessüm ederken yengem duygusallığımızı bozmak adına mırıldandı. “Senin gibi psikolog olmayabilirim ama iyi bir dinleyiciyimdir.”
“Psikolog olsan sana gelirdim, gerçi olmasan da geliyorum ama neyse.” Deyip onun sözlerini devam ettirirken gözyaşlarımı temizledim.
Yengem elini benden çekip karnına doğru yaslarken tebessümü büyüdü. “Oğlum diyor ki halam üzülmesin, bende onun yanındayım.” Söylediği şey benim de gülüşümü büyütürken yengem bileğimden tutup elimi karnına yasladı. Tekmesini avuç içlerimde hissederken içimin erimesine engel olamadım. Çok güzel bir duygu olmalıydı anne olmak. Bir mucizeye sahip olmak. Yeğenime doğru eğilirken mırıldandım. “Teşekkür ederim halasının balı, iyi ki varsın.”
“Sende iyi ki varsın.” Dedi yengem. Onu daha fazla rahatsız etmemek adına oturduğum yerden kalkarken mırıldandım. “Ben çıkayım artık, sen dinlen.” Dediğimde yengem benim gibi ayaklandı. “Yemek saati geldi, aşağı inelim birlikte.” Söylediğini reddederek konuştum. “Aç değilim ben, sağ olsun Güneyle yedik bir şeyler.”
“Güney Bey sana bizden daha iyi bakıyor ha?” Yengem şakacı bir şekilde konuşurken burukça mırıldandım. “Küçüklükten beridir bu böyle, kardeşiz biz.” Odadan konuşarak çıktığımızda koridorda buraya doğru ilerleyen abimi gördük.
“Bende sana geliyordum.” Diyerek yengeme hitaben konuştuktan sonra bakışları bana döndü. “Hadi aşağı inelim.” Sözlerine karşılık omuz silktim. “Ben tokum, size afiyet olsun. Sonra görüşürüz.” Başka bir şey söylemeden odama doğru ilerlerken abimin mırıltısını duydum. “Ah İnci ah.” Sonra da yengemin sözlerini. “Kızı rahat bırak Egemen, yemeğe geldiğinde asık yüzler görmektense kendi başına olsun daha iyi.”
Onlar birlikte aşağı inerken bende odama girdim. Biraz yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacım olduğu barizdi. Dedemin sözleri zihnimde yankılanmaya devam ediyordu mesela. Sana bir yük bırakıyorum demişti. Neydi bu yük? Nereden öğrenecektim, kimden öğrenecektim hiç bilmiyordum. Güney’de bilmiyordu. Bilse söylerdi bana. Bu evdeki kimse bilmiyordu bence.
Bir tek sana güveniyorum demişti. Neden sadece bana güveniyordu bunu da bilmiyordum. Babama neden güvenmiyordu. Babamı geçtim abimler vardı. Onlara da güvenmiyordu belli ki. Şirketteki hallerinden mi güvenmiyordu, bir şeyler bildiği için mi güvenmiyordu hiçbir şey bilmiyordum. Anlamıyordum da. Daha önce böyle bir şey söylememişti. Gerçi burada bile değildim nasıl söyleyecekti ki?
Gerçekten garipti. O hasta halinde şirkete gitmişti. Normalde kanser hastaları hiçbir şekilde kalabalığa karışmamalıydı. İnsanlardan izole olmalıydı çünkü bağışıklıkları çok güçsüzdü ama doktorunda söylediği gibi dedem inat edip ne hastanede kalmıştı ne evde. Bu da durumun çok ciddi olduğunu gösteriyordu. Davete katılmasını saymıyorduk bile. Aralarındaki sorunu bitirmeye çok istekliydi belli ki. Ya da öleceğini hissetmişti ve kimseyle sorunu olsun istemiyordu. Bilemiyordum. Kafam çok karışmıştı ve bu karışıklığı giderecek kimse yoktu.
Komodinin üzerinde bulunan çerçeveyi elime alarak dedemin fotoğrafına baktım. Yatağa oturup fotoğrafa bakmaya devam ederken iç geçirdim. Üzerinden gelemeyeceğim bir yükün altına girmek istemiyordum. Ama dedemin hatırı ve isteği için yapmayacağım şeyde yoktu. Kafam çok karışıyordu. En iyisi benden istenen şey ortaya çıktığında düşünmekti, yoksa böyle aklım karışmaya devam edecekti.
Bir yandan da Londra’ya dönmek istiyordum. Mesleğimi yapmak zihnimin dağılmasına neden olurdu. Tabii üzüntümü işin içine kattığımızda ne kadar odaklanacaktım soru işaretiydi ama elimden geleni yapardım. Çünkü burada durdukça daha çok boğulduğumu hissediyordum. Bu ev kötü anılarımın canlanmasına neden oluyordu. İnsanların bakışları beni rahatsız ediyordu. Dedem olmayınca arkamda duracak olan kimse de yoktu. Abim vardı elbet ama o da babama karşı gelmek konusunda pek başarılı değildi.
Ne olacağını zaman gösterecekti…
◔◔◔
Günler sonra…
Dedemin vefatının üzerinden günler geçmişti. Misafirler günden güne azalmıştı. Artık kendi kendimize kalmaya başlamıştık. Biz kendi kendimize kaldıkça babam dediğim adam ve eşinin memnuniyetsiz bakışları üzerimde daha fazla oyalanmaya başlamıştı. Onlar baktıkça kendimi rahatsız hissetmiştim ve gitmemi hızlandırmıştı bu durum. Eksikliğimin hissedilmeyeceğini anladığım bir zaman dilimi için uçak biletimi almıştım. Artık gitme vaktiydi.
Sabah erkenden dedemin mezarına gitmiştim. Onunla vedalaşmıştım. Hemen yanında yatan babaannemi de ziyaret etmiş olmuştum böylece. Onu da görmemiştim hiç. Benim doğduğum yıl vefat etmişti. Sonra da annemin mezarına uğramıştım. Hiç görmemiştim, vakit geçirmemiştim, kokusunu almamıştım ama annemdi neticede. Ona da uğramadan buradan gitmek istememiştim. En son süt annem Seher teyzenin mezarına uğrayıp ona da duamı okuyup geri dönmüştüm eve.
Babam erkenden şirketine gitmişti, eşi Serap hanımda arkadaşına gitmişti. Tabii ki gidişim kimsenin umurunda değildi. Bir tek abim, yengem ve Bahadır abi vardı. Bahadır abiyle de o olaydan sonra pek konuşmamıştık. Konuşmaya da gerek yoktu zaten. Güney zaten beni havaalanına bırakacağı için onunla orada vedalaşacaktık. Yani vedalaşacak 2 kişi vardı.
“Kendine dikkat et güzelim.” Abimin kolları arasındayken sesini işittim. Elimle sırtını sıvazlarken mırıldandım. “Sizde dikkat edin.” Sıkıca sarılıp birbirimizden ayrıldığımızda yanında dikilen yengeme doğru baktım. Kollarını benim için açarken tebessümle girdim kollarının arasında. “Kendine de yeğenime de iyi bak yengecim. Doğuma gelebilir miyim bilmiyorum ama yeğenim doğduktan sonra mutlaka onu görmeye geleceğim.”
Birbirimizden ayrılırken yengem tatlı bir sesle konuştu. “Gelmezsen bozuşuruz.” Tebessümle ona bakarken gözleri hafiften dolmaya başladı. Sonra da kendi kendine mırıldandı. “Vedaları hiçbir zaman sevmem şimdi bir de hormonlar sağ olsun.”
“Karımı ağlatıyorsun İnci, bak gel yol yakınken vazgeç.” Kendi kendine beni burada tutmak için konuşurken hafifçe kaşlarımı çatıp mırıldandım. “Karın için kalmamı istiyorsun yani, aşk olsun.” Söylediklerimle abimin kaşları havalandı. “Bir tek o değil kabul, özlüyoruz kızım.” Derken daha şimdiden özlemiş gibi hasretle çıkmıştı sesi.
“E sizde bir gün bana çıkıp gelin, hep benim gelmemi beklemeyin.” Dediğimde yengem cevap verdi. “Gelmeyi istiyorum ben, gerçekten sıkıldım. Ama malum şimdi yolculuk yapamam. Oğlumuz doğsun söz.” Dediğinde gülerek abime bakıp yengemi işaret ettim. “Bak senden çok düşünüyor beni. Yengelerin bir tanesi.”
Yengem söylediğime güldü. “Sanki başka yengen var.” Sözleri gerçeği gözler önüne serse de hızla cevap verdim. “Olsa en iyisi sen olursun.” Dediğimde yengem güldü ve abime beni işaret etti. “Kardeşinden örnek al biraz.”
“Hayret bir şey ikisi birbirini övüyor arada kaynayan ben oluyorum.” Şikayetine karşılık yengemle ikimiz gülerken vaktin gelmesi üzerime ağırlık gibi çöktü, gülüşümün yarıda kesilmesine neden oldu. Gitmeyi çok istiyordum ama vedalar her zaman beni zorluyordu. “O zaman yolcu yolunda gerek.” Dediğimde yengemle abimin yüzündeki gülümseme de soldu.
Tekrar vedalaşmak istemediğim için arabamın kapısını açıp bineceğim sırada Bahadır abinin sesini duydum. “Benimle vedalaşmadan mı gideceksin?” hafiften hüzünlü çıkan sesiyle şaşırdım. Gitmeme sevinir diye düşündüğüm insanlardan biriydi kendisi. “Geçen gün için kusura bakma İnci. Hem dedem hem hakkımızda çıkan haberler sarsıldım. Senden çıkardım sinirimi.” Dediğinde gözlerine baktım dikkatle.
Gerçekten mahcup muydu yoksa abim konuştuğu için mi böyle davranıyordu merak ediyordum. Bakışları sanki gerçekten mahcup gibiydi. Çok nadir görüşeceğim biriyle kırgın ayrılmak istemezdim, ne olacağı belli olmazdı bu hayatta. Elini bana doğru uzattığında isteksiz de olsa tutup sıktım. “Sorun değil Bahadır abi.” Hitabımla yüzü buruşur gibi olsa da bunu saklayıp küçük bir tebessüm etti. “Kendine iyi bak, umarım orada mutlu olursun.”
“Burada olduğumdan daha mutlu olacağım, bundan eminim. Sende mutlu ol. Hoşça kal.” Dedikten sonra elimi elinden çektim.
Ardından hiç beklemeden biraz önce kapısını açtığım araca bindim. Güney hemen yanımdaki yerini alırken araba çalıştı ve malikanenin bahçesinden çıkmaya hazırlandı. Elimi kaldırıp bizimkilere el sallarken içimden geçen burukluğu anlatacak kelimeler yetersiz kalmıştı. Bir insan hem kalmak hem gitmek ister miydi?
Bana sallanan eller evden çıkmamızla birlikte kaybolurken yanağıma doğru kayıp giden gözyaşını hızla temizledim. Güney bir şey söylemese de uzanıp radyoya tıkladı. Belki biraz olsun zihnim dağılsın diye yapmıştı ama çalmaya başlayan şarkı sanki benim vedamı bekliyormuş gibi kulaklarımın pasını silmeye ve aynı zamanda zihnimde düşüncelerin artmasına neden olmuştu.
Güney şarkının sözlerini duyduğunda sessiz bir küfür savurdu. “Hay ben radyoyu açan elimi.” Deyip radyoya uzanacağı sırada hızla engelledim. “Bırak dursun, dinleyelim.” İsteğim üzerine elini çekerken başımı cama doğru çevirip şarkının sözleri akıp gitti.
Daimîdir sürgünüm
Hasret benim ocağım
Gurbet benim evimdir
Yok bana bu cihanda bir yer
Bana bu cihanda bir yer
Bana bu cihanda yoktur, aman
Deva değil dert oldum
Gül değil diken oldum
Canan iken el oldum…
İnsanın kendini bir yere ait hissedememesi zordu. Ne Londra ne İstanbul hiçbir yer benim evim gibi hissettirmiyordu. Sadece Londra’da biraz daha mutluydum, en azından kendi ayaklarımın üzerinde olduğunu hissedebiliyordum. Burada ise hiçbir işe yaramadığımı, zorunluluktan orada olduğumu, sevilmediğimi, istenmediğimi anlıyordum. Artık alışmıştım bu duruma. Kabullenmiştim. İnsanlar her zaman şanslı olmuyordu.
Bazen param olduğu için mutlu zannediliyordum ama benim eksiğim hiçbir zaman para olmamıştı zaten. Şanslı olsam doğduğum gün annemi kaybetmezdim, babam dediğim adam tarafından sevilirdim. İşte olmayınca olmuyordu bazen. Bize kalan da kabullenmekti. Bende kabulleniyordum. Belki de sadece kalbime gömüyordum, illaki bir gün kalbimdeki bu hazmedişler patlayacaktı. Ama zamanı belli değildi.
Yalnızlığımla baş başa kalmaya gidiyordum. Gerçi ben buradayken bile yalnızdım. Haklarını yememek lazım babam ve Serap Hanım dışındakiler sağ olsunlar yanımda olduklarını hissettiriyorlardı ama o içime işleyen bakışlara onlarında bir çözümü olamıyordu. Bu da benim imtihanımdı belli ki.
Şarkı bitse bile ben düşüncelerimin esiri olmuşken telefonumun zil sesi arabayı doldurdu. Duyduğum sesle irkilip kendime gelirken Güney radyonun sesini kıstı. Bende telefonumu çıkartarak ekrana baktım. Bilinmeyen bir numaraydı. Meraklı bir şekilde telefonu açıp kulağıma götürdüm. “Efendim?”
“Merhaba İnci Hanım.” Diyerek söze başlayan yabancı bir adamın sesiyle hafiften kaşlarım çatıldı. “Merhaba.” Tereddütlü bir biçimde cevap verirken ismimi nereden bildiğini sorguluyordum karşımdaki adamın. O da bunu sorguladığımı anlamış olacak ki hızlıca konuştu. “Ben Sardun beyin avukatı Necati Keskin.”
“Size nasıl yardımcı olabilirim Necati bey.” Diye cevap verirken göz ucuyla Güney’e baktım. Güney duyduğu isimle hafifçe kaşlarını çatarken bana doğru baktı. Dedemin avukatıysa mutlaka Güney tanıyordu. “İnci Hanım, şirkete gelmeniz mümkün mü? Size vermem gereken şeyler var. Yasınızın biraz azalmasını bekledim, önemli.”
Söylediği cümlelerle birlikte duraksadım. “Ben Londra’ya dönüyordum bugün. Neyle ilgiliydi?” dediğimde Necati beyin cevabı gecikmedi. “Telefonda söylemem uygun değil İnci Hanım.” Duyduğum cümlelerle iç geçirdim. “Tamam, geleceğim.”
Necati Bey teşekkür ederek telefonu kapattığında Güney’in meraklı bakışlarını gördüm. “Şirkete gidiyoruz.” Diye açıklama yaptığımda şaşkınlıkla konuştu. “Şirkete? Emin misin?” dediğinde onayladım. “Necati Bey çağırdı, önemli diyor. Uçak biletini akşama erteleyeceğim.”
Güney kabullenerek U dönüşü yaparak şirkete doğru ilerlemeye başladı. Havaalanına neredeyse gelmiştik o yüzden yolumuz biraz uzun sürebilirdi. “Senin bir fikrin var mı ne söyleyeceğiyle ilgili?” kafam karışık bir şekilde Güney’e bakarken başını iki yana salladı. “Hayır yok. Şaşırdım açıkçası bende.”
Güney’in de bir şey bilmediğine emin olarak yola doğru çevirdim bakışlarımı. Merak ediyordum ne olduğunu. Dedemin vefat etmeden önce söyledikleriyle ilgili olduğunu düşünüyordum. Bunu düşündükçe de geriliyordum. Gerçekten garip duygular içerisine giriyordum şu birkaç gündür.
Yaklaşık yarım saat süren yolculuğun ardından şirketin önüne geldiğimizde araçtan indim. Bakışlarım upuzun binada dolaşırken tabelaya doğru baktım. Küçükken birkaç kere gelmiştim buraya. Dedem getirmişti yine. Bak burası bizim demişti, benden sonra da sizlerin olacak. Siz sahip çıkıp adımızı devam ettireceksiniz demişti. Sesi hala kulaklarımda çınlıyordu. Sonra bir kere de lisedeyken gelmiştim. İşletme okursam bu şirketteki en güzel oda senin demişti dedem, kendi odasını teklif etmişti.
Tabii ben ciddiye almamıştım ve hayalimin peşinden Londra’ya gitmeyi seçmiştim. Şimdi yolum tekrar düşmüştü buraya. “Girelim.” Güney beni cesaretlendirircesine gözlerime bakarken onaylayarak binanın kapısından içeri adımımı attım. Babamla yüz yüze gelmeyi istemiyordum.
Güney ile yan yana asansöre doğru ilerlerken birkaç kişinin bakışının bende olduğunu gördüm. Tanımamalarına imkân yoktu. Dedemin cenazesinde görmüşlerdi beni. Şaşkınlıklarının sebebi neden burada olduğumdu. Bende bunu merak ediyordum zaten. Asansöre bindiğimizde Güney en üst katın düğmesine bastı. Hatırladığım kadarıyla dedemin odası o kattaydı.
Asansör seri bir şekilde istediğimiz kata ulaştığında asansörden indik birlikte. Güney eliyle dedemin odasını işaret ederken derin bir nefes alıp verdim. Babamın orada olduğuna emindim. Dedemin odasında her zaman gözü vardı. Şimdi onun yokluğunu fırsat bilerek odaya geçmişti eminim ki.
Kapıyı çalıp içeriden babamın sesini işittiğimde tahminimde yanılmadığımı anladım. “Ben burada bekliyorum seni, girmem doğru olmaz.” Güney’in sözlerini istemesem dahi onayladım. Benim yüzümden azar işitmesini istemiyordum. O yüzden hiç beklemeden kapıyı açtım ve içeri girdim.
Odaya girdiğimde bakışlarım direkt olarak babamla buluştu. Beni gördüğünde kaşları çatılırken abimin şaşkınlıkla yerinden kalktığını gördüm. “İnci?” Şaşırmakta haklıydı, yaklaşık bir buçuk saat önce vedalaşmıştık. Şimdi tekrar karşısındaydım. Büyük bir toplantı masasının etrafındalardı. Babam en köşede muhtemelen dedemin yerinde oturuyordu. Bahadır abim ve abim karşılıklı olarak onun yanında oturuyorlardı.
“Ne işin var burada?” babam tahammül edemez bir sesle konuşurken arkamdan kapıyı kapattım ve açıklama yaptım. “Necati Bey çağırdı beni, gül cemalini görmeye gelmedim.” Umursamaz bir biçimde konuşurken babam kaşlarını daha da çattı. Bahadır abimle bakışırken abim hızla konuştu. “Gel güzelim, otur sende.”
“Egemen.” Babam uyarırcasına konuşurken abim onu umursamayarak yanındaki sandalyeyi benim için çekti ve ona doğru gelmemi bekledi. Babam sıkıntılı bir nefes verirken istemeyerek de olsa abimin yanına geçtim. İkimiz aynı anda sandalyeye otururken elimi masanın üzerinde birleştirerek yutkundum. Çok gergin hissediyordum. Abim kulağıma doğru eğildi merakla. “Uçağın?” Umut dolu bir sesle konuşurken mırıldandım. “Akşama erteledim.” Verdiğim cevaptan memnun olmadığını belirten bir nefes verdiğinde bakmadım ona doğru.
Dakikalar sonra kapı çalınıp babamın komutuyla açıldığında babam sertçe konuştu. “Bu ne demek Necati Bey? Şirketin ortakları olarak bir toplantı yaptığımızı düşünüyordum. İnci neden burada?” Üzerine basa basa şirketin ortakları derken dişlerimi sıktım. Necati bey ise hiç umursamadan devam etti. “Sardun Bey isteklerini tüm torunlarının duymasını istedi, özellikle de İnci hanımın.” Diyerek bana baktığında merakla bakmaya devam ettim karşımdaki avukata.
“Neymiş o istekler?” dedi babam merakla. Necati bey evrak çantasını açıp içinden bir dosya çıkardıktan sonra masaya bıraktı. Ardından da mavi kapaklı dosyanın içerisinden dört tane kâğıt çıkartarak bize doğru uzattı. Elden ele kağıtlar babama ulaşırken önümdeki kâğıda baktım anlamaz bir biçimde. Hisse dağılımlarını gösteriyordu bildiğim kadarıyla.
Bu işlerden hiç anlamıyordum o yüzden kağıtlar benim için yetersizdi. Açıklama yapması için Necati beye bakarken Bahadır abinin sesini duydum. “Bu şirketin ortaklarını gösteriyor, dedem vefat ettiğinde göre %50’lık kısmın nasıl dağıldığını konuşacağız.” Kendi kendine tahminde bulunurken Necati Bey onayladı onu.
Abim ise araya girdi. “Necati abi, dedemin bana verdiği hisseyi İnci’nin üzerine yapmak istiyorum ben. Miktarı önemli değil.” Kararlı bir biçimde konuşurken babam hızla itiraz etti. “Saçmalama Egemen.” Daha ne kadar gözümde küçülebilirdi bilmiyordum bu adam. Hırsla ona doğru döndüm. “Şirketiniz umurumda bile değil merak etme.” Babama karşı çemkirdikten sonra abime döndüm. “Hiç gerek yok abi, ben hayatımdan memnunum.”
Biz kendi aramızda konuşurken Necati beyin sesini duydum. “Buna hiç gerek yok Egemen.” Diyerek araya girdiğinde hepimizin bakışları Necati beye doğru döndü. Necati bey ise bana doğru bakarak ekledi. “Çünkü Sardun Bey %50’lik hissesinin tamamını İnci Hanım’a bıraktı. Yani yeni yönetim kurulu başkanımız Sardun Bey’in isteği ile artık İnci Hanım.”
Bölüm Sonu
✨ Geçen bölümde ne zaman olmalı diye sormuştum, cumartesi günü dendi çoğunluk olarak. O yüzden cumartesi günü atacağım bölümleri. Bu duyuruyu yapmak için bu bölümü bu kadar erken paylaştım. Öğleden sonra 2 gibi atmayı planlıyorum:)
‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz? Umarım beğenmişsinizdir…
‣‣‣ İnci ve Boran sahneleri nasıldı? Beğendiniz mi?
‣‣‣ Bahadır’ın derdi ne sizce. Var mı tahmininiz?
‣‣‣ İnci ile aile üyeleri arasındaki ilişkiyi nasıl yorumluyorsunuz? Seviyor musunuz karakterleri…
‣‣‣ Sardun beyin böyle bir şey yapacağını bekliyor muydunuz? Adnan beyin duyduğu haberden sonra yüzünün nasıl morardığı hepimizin gözünün önünde canlandı bence, bende çok zevk aldım. Artık şirketin yeni sahibi İnci sayılır, sizce neler olacak? Tahminlerinizi bekliyorum.
Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 34.34k Okunma |
4.63k Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |