37. Bölüm

Adavet| 34

mutlu sonsuz
mutlusonsuz222

 

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...

 

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen...

 

34. Bölüm

1 hafta sonra…

Derin hastaneden çıkalı bir hafta olmuştu. Hiç kimse üzerine gitmemiş, herkes ona destek olmaya çalışmıştı. Böylece her şey yavaş yavaş yoluna girmişti. Derin profesyonel bir destek almayı kabul etmişti ve haftada 1 kere olmak üzere seanslara başlamıştı. İlk seansı geçtiğimiz hafta gerçekleşmişti, ikinci seansı da bugündü. İlk seansına bende Boran’da gitmiştik ve yanında olmuştuk. Ancak bugünkü seansında ona ben eşlik etmiştim.

Özellikle doktoruyla konuşarak nasıl davranmamız gerektiğini istişare etmiş aile üyelerine de bunu anlatarak Derin’e nasıl davranmaları konusunda bilgi vermiştim. Hepimiz el birliği ile bu süreci atlatacaktık. Derin bu bir haftada okula gitmemişti ancak yarından itibaren ona da devam edecekti. Kendisini sosyal hayattan soyutlamaması için doktoru bunu uygun görmüştü. Bende ona iyi geleceğine inanıyordum bu durumun.

Seanstan çıkıp eve döndüğümüzde Derin biraz uzanmak istemişti, bizde müsaade etmiştik ona. Her seansta sanki üzerine yük biniyormuş gibi oluyordu ama normaldi bu. O yüzden sıkıntı etmiyorduk hiçbirimiz. Yine de akşam yemeklerinde tüm aile yine hep birlikte oturuyorduk ve kötü şeyleri konuşmadan sohbetler eşliğinde yemeğimizi yiyorduk.

Bugün de öyle olmuştu. Akşam yemeğinden sonra karın yağmaya başlamasıyla Gamze ve Derin dışarı çıkmışlardı. Boran çalışma odasındaydı. Bende Defne ve Ata’nın yanındaydım. Daha doğrusu salondaydık. Zümra babaanne ve Gülsüm Hanım ise kendi odalarındaydı. Zaten Gülsüm Hanım şu aralar özellikle benimle hiç muhatap olmuyordu. En iyisi olmuştu.

“Yengecim, ne kadar büyüdün sen böyle?” Dizimde yatan bebeğin yanağını elimin tersiyle severken içim eriye eriye baktım. O kadar güzeldi ki. Gözlerini aralamış çipil çipil bana bakarken sevmeye devam ettim. Ancak Ata sıkılmış olacak ki ağlamaya başladığında Defne kucağına alarak konuştu. “Acıkmış mı benim oğlum?”

Ata ağlamaya devam ederken Defne bana doğru baktı. “Ben bir emzireyim olur mu?” Başımı sallayarak onayladığımda Defne merdivenlere doğru yöneldi. Bende oturduğum yerden kalkarak duvarı boydan boya kaplayan camdan dışarıya baktım. Kar çoktan yerleri doldurmuştu ve çok güzel görünüyordu.

Hiç beklemeden camdan uzaklaşarak bende merdivenlere yöneldim. Dışarı çıkalım istiyordum. Ama tek başıma kar oynamak ya da karın altında yürümek hiç eğlenceli olmazdı. O yüzden adımlarım beni Boran’ın yanına götürdüğünde engel olmadım. Kapıya ulaştığımda tıklatarak usulca araladım ve kafamı uzattım kapıdan.

“Hayır o teklifi kabul etmiyoruz, yeni bir firmaya ihtiyacımız yok.” Boran hararetli bir biçimde telefonda konuşurken bakışları benimle buluştu. Rahatsız etmemek için çıkacağım sırada bana hitaben sesini duydum. “Gel buraya. Çıkma.” Bakışlarım tekrar ona dönerken Boran telefondaki kişiye karşılık verdi. “Hayır sana söylemedim.”

Elini bana doğru uzattığında kapıyı kapatarak yanına yaklaştım. Elini tuttuğumda beni kendine doğru çekerek dizlerinin üzerine oturmamı sağladı. Bir eliyle telefonu tutarken diğerini de belime doğru sardı ve konuşmasına devam etti.

“Eğer dediğin gibi ek vergi kalemini bu çeyreğe yansıtırsak, bizim kâr oranımız yüzde on iki yerine yüzde altıya düşer. Bu benim yatırımcılarıma ne anlatmamı sağlar? Onlara, ‘kusura bakmayın, yanlış hesap yüzünden planlarımız yarıya indi’ mi diyeceğim? Ben bu şirketi böyle yönetmem.”

Konunun ne olduğunu anlamayarak dikkatle onu dinlerken Boran karşı tarafı dinlerken bir yandan da bana doğru baktı ne olduğunu anlamaya çalışırcasına. Başımı omzuna doğru yaslarken Boran’ın sert bir nefes verdiğini işittim.

“Hayır, hayır,” diye üsteledi. “Ben sadece günü kurtarmaya çalışmıyorum. Bizim beş yıllık büyüme planımız var. İhracatımız artacak, yeni pazarlarla anlaşacağız. Sen şimdi bana kısa vadeli bir çözüm sunuyorsun ama ben uzun vadede şirketi ayakta tutacak zemini inşa ediyorum. Aramızdaki fark bu.”

Bir süre sessizlik olduğunda dayanamayarak dudaklarımı Boran’ın boynuna doğru bastırdım. Yaptığım hamleyle gözlerini kocaman aralayıp bana baktığında masumca gülümsedim. Belimdeki elini yapma dercesine sıkılaştırırken gülümsememi sürdürdüm.

Karşıdaki ses kesilmiş olacak ki Boran tavrından ödün vermeden konuştu. “Şunu net bir şekilde söyleyeyim, bu verilen rakamlar bizimle örtüşmüyor. Bizim mali tablolarımızda bambaşka bir seyir var ve ben o tablolara göre karar veririm. Siz kendi hesabınızı yapmışsınız, saygı duyarım; ama benim hesabım çok daha gerçekçi.”

Dudaklarımı tekrardan boynuna bastırdığımda anın etkisiyle nefesini hızlandırdığını duydum. Tepki vermesini beklemeden yeniden öptüm; bu kez daha yavaş, daha inatçı bir şekilde. Teni ısındıkça dudaklarımı gezdirmeye devam ettim.

Telefonun ucundaki ses hâlâ konuşuyordu ama Boran’ın zihni benden yana kaymıştı. Başını hafifçe yana çevirdiğinde gözleri kapandı bir anlığına. “Bana kısa vadeli çözümlerle gelmeyin.” Diye mırıldanırken gözlerini araladı ve bakışlarıyla beni yakaladı. Kaşlarının arasında sertlik vardı ama altında gizlenen başka bir şey daha görüyordum: kontrolünü kaybetme korkusu.

“Bakın,” dedi yeniden telefona, sesi biraz çatallaşmıştı. “Benim söylediğim gibi yapın, aksi halde planımız çöker. Siz bana alternatif tabloyu gönderin, ben de mali danışmanımla birlikte incelerim. Ama söylediğim gibi ödeme planı ve yatırımlar konusunda geri adım yok.”

Elimi yanağına götürüp sakalların üzerinden okşarken Boran cümlesine devam etti. “Son kararı yazılı bir biçimde sizinle paylaşırım, iyi günler.” Başka bir şey söylemeden telefonu kulağından indirirken derin bir nefes verdi.

Ardından bana doğru baktı. “İnci…” Adımı söylerken sesinde uyarı ile teslimiyet arasında gidip gelen bir ton vardı. “Ne yaptığını sanıyorsun sen?” Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım içten bir gülümsemeyle. “Sadece seni dinliyordum. ” dedim alçak bir sesle. “Ama biraz sıkıldığımı da söyleyebilirim.”

Boran’ın yüzünde önce hayret ardından istemsizce hafif bir tebessüm oluştu “Senin yüzünden az kalsın karşı tarafa saçmalayacaktım.” Dedi, elini belimden çekmeden. Aksine, parmaklarının baskısı daha da arttı. O an içimden geçen tek şey, onun iş dünyasında bile bana bu kadar yer açabilmesiydi. Sanki bütün hesapların, rakamların, vergi tablolarının arasında bir boşluk vardı; orası da sadece bana aitti.

“Demek beş yıllık planlar…” dedim mırıldanarak. “Ben de merak ediyorum, o planlarda bana yer var mı?”

Boran gözlerini bir saniye bile gözlerimden ayırmadan başını bana doğru eğdi. Dudaklarının kenarında beliren o küçük gülümseme cevabı veriyordu. “Sen zaten bütün planların ortasındasın.” Dedi kısık bir sesle.

Kalbim göğsümde hızla çarpmaya başladı cümlesiyle, içimde tarifsiz bir sıcaklık büyüdü. Elimi yanağında tutmaya devam ederken uzanarak dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Tereddütsüz bir biçimde karşılık verdiğinde belimdeki koluyla daha da azalttı aramızdaki mesafeyi. Diğer elini bacağıma yaslarken öpüşünü sertleştirdi.

Gözlerimi kapatarak dudaklarımı onun dudaklarından çekmeden hafifçe başımı yana eğdim. Onun nefesinin sıcaklığını ve titreyen parmaklarını hissetmek, içimde hem heyecan hem de tarifsiz bir güven duygusu uyandırıyordu.

Boran öpücüğünü bir an için durdurup alnını alnıma değdirerek nefesini düzenledi. Gözleri karanlık ve yoğun bir bakışla bana kilitlenmişti. Dudaklarının kenarındaki o küçük, tutkulu gülümseme, beni bir anda tüm direncimden uzaklaştırdı. “Her defasında beni böyle sınamaya utanmıyor musun?”

Gözlerimi onun gözlerine kilitlerken dudaklarımda hâlâ bir gülümseme vardı. “Belki de sınandığım yerden sınamak hoşuma gidiyordur.”

Boran kaşlarını kaldırdı, gözlerindeki karanlık bakış bir an için daha da derinleşti. “Bu cesur halinin daha çok hoşuma gittiğini söylemiş miydim?” Dudaklarıma doğru fısıldadığı şeyle gülümsemem büyüdü. “Sanırım İtalya’da duymuştum.” dedim fısıltıyla dudaklarım hâlâ onun dudaklarına çok yakınken. “Sana özel…”

“Zaten bir tek bana özel olmalı.” Dedi otoriter bir şekilde. Sonra hafifçe başını yana eğdi ve tekrardan dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

Küçük bir öpücüğün ardından yavaşça dudaklarını dudaklarımdan ayırırken alnını alnıma yasladı ve sorgulayan bir biçimde konuştu. “Sen bir şey mi söyleyecektin, o yüzden mi gelmiştin?” Meraklı bir biçimde bana bakarken bir an için duraksadım. Aklım onunla dolduğu için bir an neden geldiğimi unutmuştum. Hızla kendimi toparlarken karşılık verdim. “Dışarısı çok güzel, kar her yeri doldurmuş. Biraz çıkalım mı diyecektim.”

“Sıkıldın değil mi? Haklısın. Bu aralar hiç ilgilenemiyorum seninle.” Dedi buruk bir biçimde. Biraz öyleydi. Her ne kadar vakit ayırmaya çalışırsa çalışsın hem şirket hem mecburen oturduğu masa hem de ailevi meseleler baş başa kalmamızı engelliyordu. Geceleri ne kadar vakit geçirebilirsek o kadar vakit geçiriyorduk.

Suçlulukla bana bakarken elimi yüzüne yaslayarak gülümsedim. “Sorun değil, seninle kısacık geçirdiğim anlar ve yanında olmam bile yeterli. Hem şimdi benimle dışarı çıkıp karın tadını çıkartırsan hiç sorun kalmaz.” Dediğimde başını salladı. “İsteğiniz benim için bir emirdir, hemen çıkalım.”

Gülerek kucağından kalktığımda o da benimle birlikte kalktı. Odadan çıktıktan sonra direkt olarak aşağı inip dış kapının kenarındaki portmantodan kabanlarımızı alarak giydik. Kapıyı aralayıp çıkacağım zaman Boran elimden tutarak durdurdu.

“Şapkanı takmadan nereye gidiyorsun?” Beni kendine çekerek İtalya’dan aldığı şapkayı başıma geçirirken güldüm. “Bazen babammış gibi davranıyorsun biliyor musun?” Ancak cümlem bittiği an gülümsemem suratımda dondu. Benim babam hiçbir zaman böyle davranmamıştı. İçimdeki boşluk kendini hatırlatırcasına canımı yakarken Boran yutkundu.

Canımı neyin sıktığını anında anlarken gülümsedi. “Hazırlık yapıyorum diyelim.” Diyerek konuyu değiştirdiğinde hafifçe kaşlarım çatıldı. “Hazırlık mı?” diye mırıldandığımda Boran başını salladı. Elini ensesine doğru götürüp sıvazlarken gözlerini gözlerimden ayırmadı. “Yani belki yakın bir gelecek için…”

Bir an duraksadım, kalbim hızla çarpmaya başladı. Boran’ın sözlerinin altında yatan anlamı anlamıştım; geleceğe dair, çocuklarla ilgili bir plan… O an, içimde hem şaşkınlık hem de tarifsiz bir mutluluk yükseldi. İstemsiz bir heyecan hissettim sanki o hayal gerçekleşmiş gibi. Güzel bir gelecek planıydı.

“Bahsettiğin beş yıllık plan içerisinde sanırım bu da var.” Şakacı bir şekilde konuşup gözlerimi kıstığımda Boran dudaklarını birbirine bastırdı. “Benim için var, hatta beş yıl için değil de önümüzdeki bir iki yıl için bile düşünülebilir.”

Gözleri öyle bir parlıyordu ki sanki planından bahsetmiyordu da isteğini bildiriyordu. Biliyordum zaten bunu. İçimde bir sıcaklık yükselirken aynı anda hafif bir korku da hissettim. Bilinç altımda olan düşünceler bir bir gün yüzüne çıkmaya başladı.

Kız çocukları annelerin kaderini yaşar derlerdi ve bu cümleden korktuğum kadar hiçbir şeyden korkmuyordum ben. O korku, istemsiz bir şekilde bana musallat olmuştu. Acaba benim çocuğum da aynı kaderi paylaşır mı sorusu kafamda dönüp duruyordu. Kalbim hızla çarpmaya başlarken gözlerimi Boran’dan ayırmadan küçük bir nefes aldım.

Aynı korku düşünceleri bana bir şey olması ihtimaline karşılık Boran’ın asla babam gibi bir baba olmayacağı gerçeğiyle sönüp gidiyordu. O benim üzerime bile bu kadar titrerken bebeğimize karşı nasıl olurdu tahmin etmek zor değildi.

İçim hafifçe ısındı, kalbimde bir güven ve huzur dalgası yükseldi. Boran’ın gözlerinde gördüğüm kararlılık, benim ve geleceğimizin yanında olma arzusu… bu düşünceler, korkularımı bir anda yumuşatıyordu. Ama yine de karışıklık söz konusuydu ve bir de her şey için erkendi. Biz birbirimize açılalı daha 8 ay olmuştu. Biraz tadını çıkarmalıydık.

Boran düşüncelerimi biliyormuş gibi birkaç saniye gözlerime baktıktan sonra eliyle dışarıyı işaret etti. “Hadi çıkmıyor muyuz?” Düşüncelerimden sıyrılarak başımı salladım hızlıca. “Çıkalım.”

Evden çıktığımızda Boran direkt olarak elimi tuttu. Girişte Derin ve Gamze’yi fark ettiğimizde Derin’in bakışlarının Mert’te olduğunu gördüm. Boran’da bunu fark etmişti doğal olarak. Bakışlarını sertçe Mert’e çevirdiğinde onun da Derin’e baktığını görerek genzini temizledi. Başını bir sağa bir sola yatırdığında kaşlarını da çatmıştı.

“Mert!” Sert bir sesle aniden seslendiğinde Mert irkilerek bize doğru baktı. Boran ise tavrından ödün vermeden konuştu. “İnci ile yürüyüşe gidiyoruz, hani korumalığını yaptığın kişi. Derin Hanım evdekilere emanet. Gözünü ondan ayırabilirsin yani!” dedikten sonra Fatih’e baktı sert bir biçimde. “Korumaların gözü olmaması gereken yerlerde, böyle mi uyarıyorsun onları Fatih?”

Fatih kısa bir an için şaşkın bir ifade takındı ardından başını hafifçe eğdi. “Kusura bakma abi, bir yanlış anlaşılma oldu…” derken sert bir biçimde Mert’e baktı. Ardından ekledi. “Bir daha olmayacağına temin ederim.”

Boran gözlerini Fatih’ten ayırmadan dudaklarının kenarındaki hafif sert gülümsemeyle başını salladı. “Umarım Fatih… Herkes görevini düzgün bir şekilde yaparsa ancak işler doğru yürür.” Boran’ın sakin olması için koluna girerken Boran bu sefer bakışlarını Derin’e çevirdi. Mahzun gözlerle ona baktığını gördüğünde biraz olsun yumuşasa da tavrından ödün vermedi.

“Bitti mi yürüyüşünüz?” Sorgular bir biçimde hem Gamze’ye hem de Derin’e bakarken Gamze başını salladı. “Bitti Boran abi.” Boran onaylarken Derin konuştu. “Şimdi içeri giriyoruz.”

“Tamam, iyi geceler şimdiden.” Derin’de Gamze’de aynı iyi dilekleri bize iletip içeri girdiğinde Boran tekrar Fatih’e baktı. “Onlarla kim gitti?”

“Kerem ile Samet gitti abi.” Fatih’in cevabıyla birlikte başını salladı Boran. “İyi.” Ardından göz ucuyla tekrar Mert’e baktıktan sonra tekrar konuştu. “Biz çıkıyoruz, gelmenize gerek yok. Gece için hazırlıklarınızı yapın görevlerinizi başkalarına teslim ederek.”

“Emredersin abi.” Fatih onaylarken Boran beni bahçenin dışına doğru yönlendirdi. Bahsettiği şeyin ne olduğunu merak edip soracağım sırada Boran bana yönelerek konuştu. “Derin ne durumda, gelişme var mı durumunda?”

Başımı salladım olumlu manada. “Var elbette ama bu gibi durumlarda yavaş yavaş çözüme ulaşır her şey. Derin daha iyi. Bizimle daha çok vakit geçiriyor sende görüyorsun. Kullandığı ilaçta etkisini yeni göstermeye başladı. Zamanla daha iyi olacak inşallah.” Kendi görüşlerimi bildirirken Boran belli belirsiz başını salladı ve ağzının içinden konuştu. “Bize düşmanı gibi davranan kız maşallah konu Mert olunca formundan hiç düşmüyor.”

Duyduğum cümle ile Boran’a doğru döndüğümde Boran omuz silkti. “Ne var, yalan mı söylüyorum?” dediğinde güldüm. Tabii ki Mert ile ilişkilerini tam olarak bilmediği için böyle konuşmaları normaldi. Biz İtalya’dayken Mert ile de kavga ettiğini bilse böyle konuşmazdı. Gerçi Boran söz konusu Mert ve Derin olduğunda her türlü konuşurdu, bu da bir gerçekti.

“Gülme güzelim, gerçekten tahammül edemiyorum. Nasıl fark edememişim daha önceden anlamadım. Bunlar sürekli böyle bakışıp gülüşüyorlardıysa ben körmüşüm demek.” Kendi kendine söylenerek konuşurken karşılık verdim. “Hayır tabii ki sevgilim, hala aynılar bence. Sadece sen bildiğin için sürekli gözlerin üzerlerinde.”

“Olmasın mı yani?” dedi Boran hızla. Ardından ekledi. “Dua etsinler Derin tedavi görüyor, onu üzmek istemiyorum. Yoksa tepkim bambaşka olurdu, hala da kabul ettiğim söylenemez gerçi.” Dediğinde koluna girerek gözlerine baktım. “Abimi anladın mı şimdi?”

Boran derin bir nefes aldı. “Anladım…” dedi ağzının içinden. Bu haline daha da gülerken Boran bana doğru bir bakış attı.

Sessizlik içinde yürümeye devam ederken en başta aklıma takılan şeyi sormak adına merakla ona döndüm. “Gece ne işiniz var?”

Boran iç çekerek bana doğru baktığında bir cevap vermedi. Ama bu anlamam için yeterli bir cevaptı zaten. Yine gidiyordu masaya. Belki sevkiyata, belki başka bir şeye. Yüzümü asarak bakışlarımı ondan başka bir tarafa çevirdim. Hiç hoşuma gitmiyordu, içime sinmiyordu. Daha biraz önce kurulan gelecek hayalleri içimi ısıtırken şimdi içim bumbuz olmuştu. Bu olayların içinde çocuk düşünüyorduk bir de. Karın altında huzurla yürüyeceğiz derken tüm huzurum kaçmıştı resmen.

Yanağımda sıcacık bir el hissetmemle eş zamanlı olarak Boran yüzümü ona doğru çevirdi. “İnci’m.” Gözlerine baktığımda Boran’ın huzursuz gözlerini görmek içimdeki sıkıntıyı daha da artırdı. “Ne olur asma suratını böyle, sebepleri anlattım.”

“Elimde değil ki.” Dedim hızla. Tamamen ona baktığımda ekledim. “Çok endişeliyim Boran. Bu öyle toplantıya girmeye benzemiyor, adamlar katil. Sağları solları belli değil.” Dudaklarımın arasından titrek bir nefes verirken Boran bu sefer yüzümü avuçlarının arasına aldı tamamen. “Biliyorum, biliyorum ama şu an endişe duyacağın hiçbir şey yok. Şüphe duyacakları hiçbir açığım olmadı, her şey usulüne uygun devam ediyor.”

“Ya devam etmezse?” dedim korkuyla. Boran iç çekti. “İhtimalleri düşünme. Onları o zaman düşünürüz. Bak şöyle baş başa çıkmışız, ortam romantik, biz romantiğiz. Bunun tadını çıkartalım. Olmaz mı bir tanem?” Yanağımı okşarken içim rahat etmese de başımı salladım mecburen.

Birbirimizin elini bırakmadan ağır ağır yürümeye devam ettik. Sokak lambalarının ışığında, kar taneleri yere düşmeden önce bir an havada parlıyor, sonra sessizce kayboluyordu. Boran’ın adımlarının yanına kendi ayak izlerimi bırakıyordum; yan yana, birbirine paralel iki iz… İçimdeki huzursuzluk hâlâ tam olarak dinmemişti ama onun yanımda oluşu, parmaklarının ellerimi sıkıca kavrayışı beni ayakta tutuyordu.

Bir süre sessizce yürürken omzumdan düşen birkaç kar tanesini sildim. Aklıma gelen şeyle istemsizce gülümserken Boran kaşlarını kaldırarak yüzüme baktı. “Ne oldu?” diye sordu merakla. Başımı yana eğip hafif kıkırdadım. “Hiç…”

Boran daha peki bile diyemeden elini bırakarak kardan küçük bir top yaptım. Hızlı bir hamleyle doğrulup kar topunu hızla göğsüne doğru fırlattım. Kar parçalanıp montuna yapışırken keyifle güldüm. Boran önce şaşırdı, sonra o ciddi yüzünde beliren alaycı bir gülümseme ile bana baktı. “Demek savaş istiyorsun.” dedi kısık bir sesle. “Evet!” deyip kahkaha atarak geriye doğru koştum.

Ayaklarım karın üzerinde kaymasın diye dikkatli adımlar atıyordum ama heyecanla nefesim hızlanmıştı. Arkama bakmadan koşarken Boran’ın kahkahasının ardından gelen adımlarını duydum. Kalbim daha da hızlı çarpmaya başladı. “Kaçamazsın İnci!”

“Denemek bedava!” dedim nefes nefese. Adımlarımı hızlandırmışken aniden belimde güçlü bir el hissettim. Boran hızla bana yetişmişti. Başıma yediğim karla çığlıkla karışık kahkaham havada yankılandı. Pes etmeyerek yere doğru eğilip tekrar kartopu oluşturdum ve Boran’a attım.

Kartopum Boran’ın göğsünde patlarken beyaz parçalar saçlarına, sakallarına sıçradı. Ben kahkahalarla eğilirken o yüzünü buruşturup bana baktı. “Demek hâlâ direniyorsun…” derken sesi tehditkârdı ama gözleri parıldıyordu.

Bir anda karın üzerine kapanıp kocaman bir kartopu yaptı. Hızına yetişmem mümkün değildi. Yüzüme doğru hamle yapacağını anlayınca çığlık atarak geriye çekildim. Ama ne fayda… Kartopunun yarısı omzuma, yarısı saçlarıma dağıldı. “Boran!” diye bağırdım kahkaha arasında. “Ne oldu? Savaş istemedin mi sen?” dedi bana doğru yaklaşırken.

Benim için tek çare tekrar kaçmaktı o yüzden koşmaya başladım. Ayaklarım karın üzerinde kayıyordu ama kahkahamı tutamıyordum. O ise adımlarını hızlandırarak peşimden geldi. Bir anda belimden kavrayıp beni kendine çekti. Ancak bu sadece ikimizin de dengesini kaybetmesine neden olmuştu.

Bir anda kendimi bembeyaz karın üzerinde bulurken Boran da hemen üzerime doğru düşmüştü. Soğuk havada çıkan buhar, aramızdaki mesafeyi görünmez bir perde gibi kaplıyordu. Göz göze geldiğimizde kalbim boğazıma tırmandı. Bir an hiçbir şey söyleyemedim. Boran’ın yüzünde hem oyunbaz bir gülümseme hem de derin bir şefkat vardı.

Kıkırdamaya çalıştım ama sesim titredi. “Hile yaptın…” dedim fısıldayarak. Boran gülümsedi keyifle. “Hile değil… strateji. Sonuç olarak yakalandın.”

Kendimi toparlamaya çalışıp kaşlarımı kaldırdım. “Ama düşmeseydik, belki kurtulurdum.” Boran kahkaha attı cümlemle, sonra başını yana eğip belimdeki elini sıkılaştırdı. “Kurtulabileceğini mi sandın gerçekten? Ben izin verir miyim hiç?”

Birbirimize muzip bakışlar atarken bir an dudaklarını bana yaklaştırır gibi oldu. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki, karın soğuğu bile o sıcaklığı söndüremiyordu. Ancak aklımda başka bir şey vardı… O da Boran’dan kurtulmak. O yüzden tam o anda elime avucumun altındaki karı aldım ve yüzüne bastırıverdim.

Boran bir an donup kaldı, sonra yüzüne yapışan karı silerken kahkaha patlattı. “Sen… cidden az değilsin!” Ben de kahkahalarla gülüp ona eşlik ederken yanından kayarak kalkmaya çalıştım. “İşte buna hile denir!”

Ancak ayağa kalkmaya fırsat bulamadan Boran hızla bileğimden tuttu ve beni kendine doğru çekti. Karın üzerinde yeniden eski pozisyonuma geçtiğimde bu defa birbirimize daha da yakındık ve nefes alış verişlerimiz birbirine karışıyordu.

Sanki zaman durmuştu. Kar taneleri sessizce üzerimize düşüyor, saçlarıma konan kristaller erimeden parlıyordu. Boran başını biraz eğip yüzümdeki saç tellerini kenara itip yanağıma dokundu. Dudaklarını usulca benimkine değdirdiğinde buz gibi havanın ortasında içimi ısıtan bir an ortaya çıktı.

İlk başta utangaç, temkinliydi. Ama sonra ikimizin de nefesleri karıştıkça o öpücük daha da derinleşti. Kollarımı boynuna doladım, o da belimden daha sıkı kavradı. O an karın, soğuğun, dış dünyanın hiçbir önemi yoktu. Sadece biz vardık. Biz ve kalplerimizin sesi.

Öpücüğün ardından alnını benimkine yasladı, nefes nefese fısıldadı. “Yıllar önce hayal ettiğim anlardan birini yaşıyorum biliyor musun… sen, ben ve böyle bir an.”

Gülümserken aynı anda gözlerim doldu ama mutluluktandı bu. Benim de en büyük hayalim, sevdiğim adamla mutlu anlar geçirmekti ve şu an o anlardan biriydi. “Biliyorum…çünkü bende o anı yaşıyorum.” diye fısıldadıktan sonra bu sefer uzanıp ben öptüm dudaklarını kısaca.

Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında Boran usulca üzerimden kalktı. Elini bana uzatırken itiraz etmeden tuttum elini. “Hadi bakalım daha yürünecek çok yol var.” Derken onayladım onu. İlk kez birlikte karın altında yürüyorduk ve bu an hiç bitsin istemiyordum.

El ele yürürken adımlarımızın altında karların çıkardığı hışırtı sanki sadece bize özel bir müzikti. Başımı hafifçe yana eğip Boran’ın yüzüne baktım; gözlerinde o ciddi, derin bakış yine vardı ama bu kez huzurluydu. Kar taneleri saçlarına düşüyor, erimeden önce kısa bir anlığına parlıyordu.

“Keşke zaman hep böyle aksa.” dedim usulca. Boran gülümsedi, elimi sıkıca kavradı. “Sen yanımdayken zamanın nasıl aktığının hiçbir önemi yok. Her hâli güzel.”

Sözleri içime işlerken başımı omzuna doğru yasladım. Kar hızını artırmaya başladığında yüzümü yalayan soğuk hava beni ürpertti. Boran hemen fark ederken kolunu kaldırarak omuzlarıma sardı ve beni daha çok kendine yasladı. “Üşüdün mü?”

“Biraz…” dedim dudaklarımı ısırarak. “Tamam o zaman, eve dönelim. Yoksa hasta olacaksın.” Dedi Boran. Onayladığımda birlikte geri dönüş yoluna koyulduk. Yol boyu elim elimdeydi. Hatta bir ara ikimizin elini de kendi paltosunun cebine sokarak ısınmasını sağlamıştı.

Eve döndüğümüzde herkes odasına çekilmişti, ev sessizdi. Bizde karla ıslanmış paltolarımızı çıkarıp askıya astıktan sonra direkt olarak odamıza ilerledik. Kara düştüğümüz için pantolonlarımızda ıslanmıştı. “Ben hemen üzerimi değiştireyim,” dedim hafif bir gülümsemeyle.

Yatağın üzerinde duran siyah geceliğimi elime alırken Boran’ın bakışlarını üzerimde hissediyordum; öyle bir bakıştı ki, tek kelime bile söylemeden beni kavuruyordu. Önceleri çekinirdim ondan ama artık aramızdaki her bir sınır aşılmıştı ve bu bana cesaret vermişti. O yüzden gözlerinin önünde üzerimi değiştirmeye başladım.

Her hareketimde Boran’ın nefesinin ağırlaştığını duydum. Gözlerini benden ayırmıyordu, sanki en küçük ayrıntımı bile hafızasına kazımak ister gibi bakıyordu.

Bakışlarının altında geceliği üzerime giyip makyaj masama oturduktan sonra makyajımı çıkarmaya koyuldum. Göz makyajını çıkartırken her seferinde ayna da göz göze geldik. Oturduğu yerden doğrulup yanıma doğru geldiğinde ona doğru döndürdüm yönümü. Boran elini yanağıma yaslarken mırıldandı. “Yanakların kıpkırmızı olmuş. Üşümüşsün.”

“Isıt o zaman…” dedim anında. Onun şefkat dolu sesinin yanında benim sesim daha keskin çıkmıştı ve ne istediğimi net bir şekilde belirtmişti. Ki onun da bunu istediğini biliyordum. Boran’ın yanağımda duran eli duraksarken dudaklarında kıvrım oluştu. “Kartopu savaşının rövanşını istiyorsun sanırım.” Dedikten sonra gözlerini kıstı. “Gerçi ondan önce odada yaptığın şeyin bir bedeli var.”

“Ben olsam buna bedel demem, ödül derim.” Dedim muzip bir şekilde. Oturduğum yerden kalktığım anda bedenlerimizin arasındaki mesafe sıfırlanırken ellerimi ensesinde birleştirdim ve fısıldadım. “Bence sende öyle demelisin.”

Boran’ın dudaklarındaki kıvrım derinleşirken gözlerimin içine öyle bir baktı ki; içimde yankılanan her düşünce bir anda sustu. Sessiz bir meydan okuma vardı o bakışta ama aynı zamanda bir davet. Beni çağırıyor, beni istiyor ve bunu artık saklamıyordu.

Aramızdaki hava yoğunlaştı. Sanki odanın ısısı aniden yükselmişti. Zihnimin en derininde, bedenimin her kıvrımında hissettiğim o tanıdık kıvılcım şimdi körüklenmişti ve artık geri dönüş yoktu.

Ellerim ensesini kavrarken o da ellerini belime yerleştirdi. Parmağı, kemiklerimi tanır gibi nazik ama kararlıydı. Dudaklarımızın arasındaki mesafe sadece bir düşünce kadardı ve o düşünce, ikimizde de aynı anda yankılandı. Zamanı ikiye böldü. Öncesi vardı, bir de sonrası.

Dudakları dudaklarıma değdiğinde ne geçmişin yükü kaldı ne de geleceğin belirsizliği. Sadece o an, sadece onunla bir bütün olmanın verdiği yoğunluk vardı. Düşünmüyordum artık. Sadece hissediyordum.

Önce yavaş, yoklayarak… Ardından daha derin, daha talepkâr bir öpücükle sardı beni. Göğsümdeki ritim onun gövdesine çarparak yankılanıyordu. Avuçlarımda başının sıcaklığı vardı, parmaklarım saçlarında gezinirken o beni belimden kendine çekti, bedenimi bedenine yasladı.

Odanın duvarları, tavandaki lamba… Hepsi flu bir arka plana dönüştü. Bütün odak Boran’dı. Onun ellerinin bedenimde dolaşması, dudaklarının her temasında içimi titreten sıcaklığı… Sanki dokunduğu her yerim yeniden uyanıyordu.

Beni kollarının arasına aldığında, adımı fısıldadı. O tınıda arzunun dışında bir şey daha vardı. Bir özlem. Derinlerden gelen bir ihtiyaç. Sadece tensel bir yakınlık değildi bu… Beni “ben” yapan her şeyi görmek, hissetmek istiyordu. Elimi göğsüne koyduğumda kalp atışlarını hissettim. Hızlıydı, aynı benim gibi.

Dudaklarımız yeniden buluştuğunda artık sözlere ihtiyaç kalmamıştı. Her hareket bir cümleydi. Her dokunuş bir hikâye anlatıyordu.

Boran’ın nefesi boynuma değdiğinde içimden dalga gibi yükselen bir ürperti geçti. Dudakları, çenemden yanağıma, oradan da boynuma doğru kayarken, gözlerimi kapattım. Her öpücüğünde sanki tenime değil, içime dokunuyordu. O kadar yavaş ve o kadar sahipleniciydi ki, her hareketiyle bana “buradayım” diyordu sanki yalnızca şimdi için değil, hep olmak üzere.

Ellerim, kazağına ulaştığında gözlerim gözlerine takıldı. Hiçbir şey söylemedi. Gerek de yoktu. Gözlerindeki o sıcak, koyu karanlıkta bütün kelimeler çoktan anlamını bulmuştu. Siyah kazağın eteğini tutup çıkarmasını sağlarken Boran’ın nefesi biraz daha ağırlaştı. Kazağı çıkartıp odanın bir köşesine atarken üzerinde sadece pantolonu kalmıştı.

Teninin sıcaklığına biraz daha yaklaşarak dudaklarımı o sıcaklığa yasladım. Kalbinin attığı yere dudaklarımı yaslarken gözlerimi kapadım. Kalbinin her atışında ismimi duymak içimde bir huzur gibi yayıldı. Belki de bu yüzden böyle hissediyordum; onunla olmak sadece arzunun değil, ait oluşunda bir haliydi.

Boran başımı ellerinin arasına alıp baş parmağıyla yanağımdaki bir tutam saçı geriye itip yüzüme baktı. O an, sessizliği delen tek şey kalp atışlarımızdı. “Beni böyle bakarak bitiriyorsun.” dedi kısık bir sesle. Sözlerinde hem bir hayranlık hem de kırılgan bir teslimiyet vardı.

“İsteğime ulaşıyorum yani…” dedim hafif bir gülümsemeyle alttan alta onun üstümde kurduğu etkiden kaçamayacağımı bilerek. Ellerini sırtımda gezdirirken başını eğdi ve yeniden öptü dudaklarımı. Bu sefer öpücüğü daha derindi, daha kararlı. Birbirimizin sınırlarını çoktan geçmiş, artık aynı yerde duruyorduk. Nefesimiz kesilene kadar, tenimiz yanana kadar, hiçbir mesafeye yer bırakmayana dek…

Bedenimi tamamen ona bıraktığımda yatağa doğru ilerlemememi sağladı, sonra da sırtüstü uzanmamı. O da üzerime eğilerek yüzümü avuçlarının içine aldı. Dudaklarıyla alnıma küçük bir öpücük kondurdu. O küçücük temas, her şeyden daha fazla etkiledi beni. Çünkü arzunun içinde bile nazik olabilen bir adamdı o. Dokunurken acele etmiyor, her temasta beni yeniden tanıyormuş gibi davranıyordu.

Ardından tekrar dudaklarımla buluştu be bu kez öyle bir tutkuyla sarıldı ki bana, bedenim onun dokunuşlarında kıvrılırken, zaman adeta durdu.

Kıyafetlerimiz yavaşça yerini tenimize bıraktı. Her düğme, her fermuar, her fısıltı... Odadaki her detay artık sadece bir fondu. Asıl sahne, bizdik. Birbirine karışan nefesler, birbirini tanıyan eller, birbirine güvenen iki bedenin buluşmasıydı bu.

Sadece his vardı. Sadece Boran vardı. Tenimde, içimde, aklımda… Onunla bir bütün olmanın ağırlığı ve hafifliği bir aradaydı. Sessizlik vardı ama o sessizlik doluydu. Tenimizin konuştuğu, bakışlarımızın itiraflarda bulunduğu, derin solukların ve iç çekişlerin yankılandığı bir sessizlik…

Ve o sessizlikte, ilk defa gerçekten “tam” hissettim. Kırılmış parçalarım, Boran’ın ellerinde birleşiyordu sanki. Dışarıda dünya dönmeye devam ederken, biz kendi küçük evrenimizi kurmuştuk.

Aşkla.
Arzuyla.
Ve içimizde biriken her şeyle…

Kollarımdaydı.

Tenimin her kıvrımına işlemiş sessizliğin içinde, başını göğsüme yaslamıştı Boran. Saçlarının uçları, kalbimin tam üstüne denk geliyordu. Her nefesinde, sanki içimde bir şey daha çözülüyordu. Sanki yıllardır içimde taşıdığım o keskin, o sert düğüm yavaş yavaş eriyordu. Beni yormadan, zorlamadan... Sadece var olarak.

Parmak uçları hâlâ belimdeydi. Dalgın, bilinçsiz bir sevgiyle dokunuyordu tenime. Dış dünyayla bağı kopmuş gibiydi. Ama ben, onun içindeki fırtınayı duyuyordum. Söylemediği her şey, suskunluğunun arasına sıkışmıştı. Boran böyleydi. Konuşmazdı. Ama teni anlatırdı. Ellerinin içi, gözlerinin kenarı, nefesinin hızı... Her biri başka bir dilde fısıldardı bana.

“Bir yıl önce biri evleneceğimi söylese gülüp geçerdim biliyor musun?” Mırıldanarak söylediğim cümleyle eş zamanlı olarak Boran’ın saçlarını okşadım. “Evleneceğim, bir ömür sadece birine ait olmak isteyeceğim, sadece biriyle yaşlanmak isteyeceğim…”

Boran hafifçe başını kaldırdı, gözleri hâlâ yarı kapalıydı. Dudaklarının kenarında o tanıdık, biraz alaycı ama bir o kadar da sıcak gülümseme belirdi. Saçları göğsümün tam ortasında dağınıkken, gözleri benimkilere baktı.

“Ben de inanmazdım.” dedi kısık bir sesle. “Hatta evliliğe inanmadığım dönemler oldu. Hep bana göre değil sanıyordum… birine bağlanmak, birine ‘ben buradayım’ demek. Seni ilk gördüğümde de bu böyleydi. Yaşamıma bu şekilde devam ederim dedim hep. Tek hayatım iş olur diye düşündüm.”

Elimi yanağına yaslarken muzip bir şekilde güldüm. “Demek beni ilk gördüğünde de öyle düşündün… İnsan sevdiğiyle evlenmek istemez mi?”

Cümlemle gülüşü büyüdü. “İster, istemez mi? O ilk an çok hoşlandım evet. Ama asıl senden uzak kaldıkça, sana ulaşamadıkça, sadece bakmak zorunda kalınca, deden her anlattığında keşke gelse dediğimde içimdeki hoşlantının zamanla aşka dönüştüğünü anladım. Ama imkansızdın benim için.”

Elimi yanağında gezdirirken gözlerinin içine bakmayı sürdürdüm. “İmkansıza aşık olmak çok daha kolay.” Diye fısıldadığında gözlerimi kısarak baktım yüzüne. “Şimdi imkansız değilim, bu aşkın bitecek mi demek oluyor?” Ciddi ama alaycı bir biçimde konuşurken Boran bir an duraksadı.

Gözleri, gözlerimin içinde bir şey arıyor gibiydi. Parmakları belimde sabitlenmişti; ne ileri ne geri hareket etti. Yutkundu. “Sence?” dedi biraz sitemle. Gözlerimin içine bakarken fısıldadı. “Sence bu kadar kolay mı o işler?”

Başımı iki yana salladım. Kolay değildi, hiç değildi. Ben Boran’a aşık olmayı aklımın ucundan geçirmemiştim. Her zaman bir gün giderim diyerek girmiştim anlaşmalı evlilik işine. Kâğıt üstünde başlayan bir bağ, kağıt üstünde bitmesi planlanan bir hikâye… Ama kapılmıştım ona. Önce sadece alışmıştım, sonra onun kokusuna, varlığına, ellerinin ağırlığına ihtiyaç duyar hale gelmiştim. Sonra fark ettim; onu kendimden bile daha çok sever hale gelmiştim. Ve işte o zaman anlamıştım ben aşkın ne demek olduğunu.

“İnsan imkansızlığı bir kere yaşayınca o imkansızlığa tekrar düşmemek için çabalıyor emin ol.” Dedi burukça. Elini belimden yanağıma doğru kaydırıp yanağımı okşarken devam etti. “O kişi yanında olduktan sonra yeni bir kapı aralanıyor, geçmiş siliniyor tamamen ve artık geleceği düşünmeye başlıyor insan.”

Tane tane konuşurken gözlerinin içine bakmayı sürdürdüm. Boran küçük bir tebessüm etti. “Yani aşk bitmiyor, katlanarak artıyor.” Dedikten sonra hafifçe gözlerini kısıp muzipçe mırıldandı. “Yoksa şüphen mi vardı?”

Cıkladım hemen sorusuna karşılık. “Asla…ama, itiraf etmeliyim ki, senin o ‘aşk katlanarak artar’ lafına biraz şüpheyle yaklaştım. Çünkü biliyorsun, bazen aşkın katlanarak artması demek, beraberinde biraz da delilik demek olabiliyor.”

Boran, o bildik alaycı gülümsemesini daha da büyüttü. “Delilikse sana delilik.”

“Benim için sorun yok, mesleğimle ilgili bir durum neticede.” Diye karşılık verdiğimde Boran’ın gülüşü büyüdü hayretle. “Alındım biraz, haberin olsun. Romantik bir şeyler beklemiştim. Anında kabul etmeni değil.” Hafif tripli bir biçimde söylediği şeyle güldüm.

“Alalım o zaman gönlünüzü.” Derken sesim hem yumuşak hem kararlıydı; bir davet gibiydi, ama içinde saklı bir meydan okuma da vardı.

Boran’ın gözlerine uzun uzun baktım, içlerinde bir ateşin kıvılcımlarını fark ettim. Parmağımı nazikçe çenesine götürdüm, başımı hafifçe yana eğdim; teninin sıcaklığı avuçlarımı hemen sardı. Yanağını, dudaklarının köşesini usulca okşadım, sanki orada saklı kalan kelimeleri arıyordum.

Hiç beklemeden dudaklarımı dudaklarına bastırdığımda aramızdaki mesafe eriyip gitti. Biraz önce birbirimize doymamışız gibi açlıkla öptüm dudaklarını. Sonra aramızda bir nefeslik mesafe bırakarak fısıldadım. “Romantik şeyler bekliyordun, değil mi? Sözlerden daha fazla hoşuna gider bence…”

“Bence de…” dedi Boran gözleri kapalı bir şekilde fısıldayarak. Aldığım cevapla dudaklarımızı tekrar birleştirdiğimde öpücüğümüz daha derin, daha kararlı bir hâle büründü. Dudaklarının sıcaklığı, dilinin dokunuşu içimde tarifsiz bir yangın başlatıyordu. Ellerim boynundan omzuna, oradan göğsüne doğru kayarken, Boran kollarını belime doladı; bedenim onun gövdesine sıkıca yaslandı.

Devam edeceğimizi düşünürken aniden dudaklarımızı ayırmasıyla hafifçe kaşlarımı çatarak araladım gözlerimi. Boran nefes nefese, gözbebekleri karanlıkta daha da derinleşmiş halde bana baktı. Dudakları titreyerek açıldı, sesi kısık ve çaresizlikle doluydu. “Devam edersek… duramam.”

Bir anlığına nefesim kesildi. Sözleri içimde hem bir yangın bıraktı hem de ince bir sızı. Parmaklarım hâlâ boynunda, elleri belimdeydi; bedenlerimiz birbirine kenetlenmişti ama o geri çekilmek için çabalıyordu.

Kaçamak bir öpücük daha kondurdu dudaklarıma, sanki kendini tutamayacakmış gibi. Sonra gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. “Gitmem gerek,” derken kelimeler boğazına düğümlenmiş gibiydi. “Bu anı asla ama asla bitirmek istemiyorum ama biliyorsun…”

O an keşke bilmeseydim diye düşündüm. Keşke zaman donsaydı, keşke gitmek zorunda olmasaydı… Onun kucağımda uyuduğu, hiçbir geçmişin ve hiçbir geleceğin var olmadığı bu ânı, bir kavanozun içine koyup saklamak isterdim. Ama zamanı saklayamıyordu insan. Zaman, saatlerin tik taklarıyla seni usulca gerçeğe çekiyordu.

Gözlerimiz birbirindeyken bakışlarını tanıyordum. Bir iç geçiriş gibiydi… Gitmeye hazırlanırken bir vedayı, bir ihtimali, bir pişmanlığı içinde ezip geçen bir bakıştı.

"Duş almam lazım." dedi alçak bir sesle. O an dokunuşları daha da yavaşladı. Sanki beni hâlâ bırakmak istemiyordu. Sanki beni ezberine almak istiyordu bir daha göremeyecekmiş gibi.

“Tamam.” Dedim sadece. Ama sesim yeterince belli ediyordu hislerimi. Onu yargılamıyordum. Zaten Boran’ın seçtiği yol, hiçbir yargıya yer bırakmıyordu. Ama kötü hissediyordum kendimi.

Üzerimden yavaşça kalktığında üzerindeki örtü kayarken vücudu loş ışıkta belli belirsiz parladı. Kaslarındaki gerginlik, sadece bedenine değil, ruhuna da sinmişti. Yavaş adımlarla banyoya yürürken gözlerim ondan kopamadı.

Ben hâlâ yatakta, sıcaklığını içimde taşıyarak yatıyordum. Elimi, onun başını koyduğu yere götürdüm. Derin bir nefes aldım. Dışarıda gece, bir sır gibi devam ediyordu ve Boran, o gecenin parçasıydı.

Su sesi banyodan duyulmaya başladığında odada kalan sessizlik daha da derinleşti.

Yatakta tek başıma, Boran’dan kalan sıcaklığa sarılı halde uzanmayı sürdürdüm. Tenimde hâlâ onun dokunuşu vardı ama bedenim boştu. O an anladım… Onun varlığıyla gelen o “tamlık” hissi, aslında ne kadar kırılgandı, ne kadar geçiciydi. Sanki biri bana bir anlığına cenneti gösterip, sonra kapısını yüzüme kapatmıştı.

Gözüm tavana takıldı. Bu tavanı kaç kere izlemiştim. Kendi içimde kaç kere düşmüş, kaç kere susmuş, kaç kere yeniden kurmuştum kendimi… Ama bu gece farklıydı. Bu gece yalnızlık, alıştığım sessizlikten daha keskin geldi. Çünkü artık biri vardı, Boran vardı.

Banyodan gelen su sesi kesildiğinde derin bir nefes aldım. Boran altında havluyla, su damlaları omuzlarından süzülerek banyodan çıktı. Adımlarını gardıroba atarken her bir hareketini izledim. Üzerini giyerken sessiz kaldım. Siyah kazağını, siyah pantolonunu giyerken izlemeye devam ettim. Bu, bir askerin zırhını kuşanması gibiydi. Bu gece tekrar karanlığa karışacaktı. Yine silahların, sırların, gölgelerin arasına dönecekti.

Elindeki havluyla saçlarını kurularken gardıroptaki aynadan göz göze geldik. Neden canım acıyordu. Çoğu gecede olduğu gibi bu geceyi de onun kollarının arasında sabaha ulaştıramaz mıydım?

Bakışımdan ne düşündüğümü anlamış gibi yanıma doğru gelerek yatağa oturdu. Saçlarımı yüzümden geriye doğru çekerken mırıldandı. “Güzelce uyu tamam mı? Beni bekleme. Geç gelebilirim.” Bakışlarım gözlerinden saate takıldı. Zaten saat gecenin 12.30’u idi. Daha ne kadar geç kalabilirdi?

“Ne kadar geç?” diye mırıldandığımda yüzüme baktı. “Sabaha karşı…” Dudaklarımı birbirine bastırdığımda ne diyeceğimi bilemedim. Ne denirdi ki zaten? Ne söylenirdi bu duruma? İstemiyorum desem bir şey değişmeyecekti.

Boran uzanarak şakağıma dudaklarını bastırdığında gözlerimi kapattım. İç geçirdiğim sırada Boran dudaklarını benden ayırdı. Yüzümü severek gözlerime bakarken tebessüm etmeye çalıştım. Aslında içim çok sıkılıyordu. Ama belli etmemek için gülümsedim sadece. Yanağımda duran elinin üzerine elimi yaslayarak mırıldandım. “Dikkatli ol, ne olursun.”

“Merak etme…” Boran endişemi gidermek için gözlerimin içine bakarken başımı omzuma eğdim. “Ederim… Hep edeceğim.”

Birbirimize bakmayı sürdürürken vakit gelmiş olacak ki Boran ellerini yüzümden çekerek oturduğu yerden kalktı. Üzerime yorganı örterken saçlarımı okşadı son kez. “Hadi bir tanem, güzelce uyu. Gözlerini araladığında yanında olacağım.” Dediğinde başımı salladım. Aslında uyumayacaktım, uyuyamazdım çünkü.

Gözlerimi kapattığımda Boran saçlarımı öptü. Gözlerim nemlendi ama ağlamadım. Çünkü onu ağlayarak göndermek istemiyordum. Çünkü Boran gittiğinde ardında güçlü bir kadın bırakmak isterdi, kırılmış bir çocuk değil. Yataktan kalkıp kapıya ilerledikten sonra odadan çıktı.

Çıkışıyla birlikte gözlerimi araladım ve gözyaşlarının yanaklarımdan akmasını engellemedim bu sefer. Çok korkuyordum ona bir şey olmasından.

Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken, odada onun kokusu hâlâ dolaşıyordu. Yorganın altında bedenim titriyordu ama bu titreme yalnızca soğuktan değil, kalbimde büyüyen o tarifsiz korkudandı. Gözlerimi kapatmaya çalıştım; Boran’ın dokunuşlarını, bana söylediği son cümleleri zihnimde tekrar tekrar yaşattım.

“Gözlerini araladığında yanında olacağım.” Sözleri kulaklarımda yankılandı. Umutla acı arasında gidip gelen bir yankıydı bu. İçimde onu kaybetme ihtimalinin yarattığı boğucu karanlıkla savaşıp kalbimi dua ile teselli etmeye çalışıyordum.

Ellerimi yorganın altında kenetledim. “Ne olursa olsun dön bana…” diye fısıldadım karanlığa. Sesim titrekti ama içimdeki inanç sağlamdı. Onu göndermiştim, evet; ama kalbim, ruhum hâlâ yanındaydı.

Karanlık odanın sessizliğinde kalbimin çırpınışlarıyla birlikte uykuya direnirken tek bir düşünce vardı zihnimde. Onun gidişi bir veda değil, geri dönüşün başlangıcı olmalıydı…

*****

Yazarın anlatımından

Boran evden çıktıktan sonra direkt olarak arabasına ilerledi. Fatih ve Mert hazırdı, arabanın yanında onu bekliyorlardı. Boran ikisine de kısa bir bakış attı. Fatih her zamanki gibi kararlı bakışlarla Boran’a bakarken Mert’in bakışları mahcuptu. Boran bu konu hakkında tek kelime etmiyordu ama tavrını net bir şekilde ortaya koyuyordu.

“Gidelim.” Dediğinde Fatih hızla arabanın kapısını açtı. Boran arabaya binmeden önce son kez eve doğru döndü. İnci’ye uyu dese dahi uyumayacağını bildiği için pencereye kaydı bakışları İnci’yi görme umuduyla. Görememek hayal kırıklığı yaratırken beklemeden bindi aracına.

Onu bırakmak, hele ki en özel saatlerinden sonra bırakmak koyuyordu. Erteleyebilse anında ertelerdi bu işi. Ama mümkünatı yoktu. Her şey önceden planlanmıştı.

Araç ilerlemeye başladığında Boran telefonunu çıkartıp Ömer’in numarasını tuşladı. Kulağına götürdüğünde telefon çok fazla çalmadan açıldı. “Biz hazırız Boran.” Ömer anında durum bilgisi verirken Boran onayladı. “Tamam, bende gidiyorum. Her şey konuştuğumuz gibi.” Dedikten sonra ekledi. “Fotoğrafı gönderen numaradan bir haber var mı?”

Fotoğraf İnci’ye geldiğinde direkt numarayı almıştı Boran ve Ömer’e yollamıştı bulması için. Ömer araştırmaya başlamıştı o andan itibaren. Ancak sonuç yoktu. “Kullan at dediğim gibi. Kim olduğunu bilemiyoruz. Senin tahminin yok mu?” dedi Ömer merakla.

Boran bir an duraksadı. Aklında bir isim vardı. “Remzi olabilir.” Dediğinde Ömer bir an duraksadı. “Amacı ne sence?”

“İnci’nin zaafım olduğunu, beni bir tek beni İnci’nin ikna edebileceğini biliyor. Adnan’ın da yakın arkadaşlarından biri. Bu sayede ekarte edebileceğini düşünmüştür.” Dedi Boran dudaklarını yalayarak. Eğer polis için çalışmasaydı, eğer o masanın başında gerçekten otursaydı İnci’nin gideceğini adı kadar iyi biliyordu.

Ömer sessiz kaldığında Boran devam etti. “O masanın başına geçmemi hiç istemedi. Planı olabilir.” Başka planları olma ihtimali vardı Remzi’nin. Bu yüzden temkinli olmaları gerekiyordu. “Bende boş durmayacağım şimdiden söyleyeyim.” Boran kararlı bir biçimde konuşurken Ömer karşı taraftan kaşlarını çattı. “Canını ortaya koyacak bir şey yapma sakın.”

Boran güler gibi oldu. “Şu an canım ortada değil mi zaten?”

Ömer bir şey söyleyemedi bu cümleye. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra karşılık verdi. “Planı sonra bana da anlatırsın, bugün sevkiyat daha önemli. Sakın tehlikeye atma.”

“O iş bende.” Dedi Boran keskin bir tonda. “Hadi kapatıyorum. Yine konuşuruz.” Dedikten sonra Ömer’den aldığı onay cümlesiyle telefonu kapattı ve ceketinin iç cebine koydu. Ardından bakışlarını camdan dışarı çevirdi.

İçinde bir sıkıntı vardı. Bu İnci’yi evde öylece bırakıp gitmesinden kaynaklanıyordu muhtemelen. Bir işe girişmişti, fiziksel olarak kendisi oynuyordu ama arka planda karısının ruhunu yıpratıyordu. Bunun farkındaydı. Kendisi fedakârlık yapardı sevdikleri için, sorun olmazdı Boran için. Ama şimdi söz konusu İnci olduğunda ilk defa aldığı kararı sorguladı.

Her şeyin yoluna girmesi, bazı şeylerin son bulması için şarttı bu yapılanlar. Kendini böyle avuttu ama iç sıkıntısı da yerini korumaya devam ediyordu…

*****

Tuzla, Eski Liman Sahası – 02:17

Gece, betona sinmiş mazot ve pas kokuyordu. Havanın nemi, içeri sızan denizle değil; ağır yüklerin, beklenmeyen ihanetlerin ve sert kararların havasıyla doluydu. Bu limana artık gemi uğramıyordu. Ama gecenin karanlığında başka yükler taşınıyordu.

Siyah araç gecenin karanlığından kopup limana girdiğinde kimseden ses çıkmadı. Herkes işini yapmayı sürdürdü. Boran aracından inip gölgelerin içinde ağır adımlarla ilerlerken arkasında bıraktığı sıcaklığı düşündü. Kapıyı kapattığı anda içine çöken boşluk, nefesini daraltmıştı ve bu hala sürüyordu.

Yatağın kenarında, o gözlerin içine son kez bakarken yutkunmuştu. İnci’nin güçlü duruşunun altında titreyen korkuyu görmüştü ama ses etmemişti. Çünkü biliyordu, İnci onun ardından ağlamayacak kadar gururluydu. Ağlamadığını görmüştü. Ama hissetmişti de o gözyaşlarının gecenin bir yerinde sessizce süzüleceğini.

Hadi bir tanem, güzelce uyu. Gözlerini araladığında yanında olacağım.” dediğinde, sesindeki titreyişi saklayamamıştı. Kendi içinde de bir savaş vardı. Onu orada, o yatakta yalnız bırakmak kalbini kanatıyordu. Elini son kez saçlarında gezdirdiğinde aslında ona "vedalaşıyorum" demek istemişti ama diyememişti.

Şimdi burada, gecenin kokusunda kararının ağırlığı omuzlarına bastırıyordu. Limanda herkes bir yük taşıyordu. Onun yükü ise bir kadının güveniydi ve o güvenin ağırlığı, tüm silahlardan, tüm düşmanlardan daha çok yakıyordu içini.

Düşünceli bir biçimde yürürken Fatih’te Mert’te arkasındaydı ve onu bir adım bile yalnız bırakmıyorlardı. Malları taşıyan insanlar, Sadık Ağa ve Remzi vardı masadan. Bir de adamları… Herkes Boran’a bakarken çekiniyordu, tam olarak göz göze gelemiyorlardı.

Boran olduğu yerde duraksayarak kolundaki saate baktı. Kamyonlar gelmek üzereydi. Sabırsızca elini cebine sokarken Remzi’ye bakarak konuştu. “Her önlem alındı değil mi?” Remzi kafasını salladı. “Yolu iki farklı noktadan kapattık. Telsiz bağlantısı kurduk. Girişte bizimkiler, çıkışta Sadık’ın adamları var. Beklenen kişiler dışında kimse geçemez.”

Boran başını hafifçe salladı. Gözleri, limanın öteki ucuna çevrildi. Karanlığın içinden iki çift far görünmeye başladı. Kamyonlar yaklaşıyordu.

Kamyonların ilkini görünce derin bir nefes aldı. Gözlerini kırpmadan farlara baktı. Belki de karanlığın içinden sadece mal değil, bela da çıkacaktı. Biliyordu bunu. Kamyonlar tamamen varış noktasına ulaştığında Boran başıyla işaret etti.

"Saymaya başlayın." dedi. Sesi alçak ama tartışmasızdı. Yanındaki adam başını eğdi ve el sinyaliyle kamyon kapaklarını açtırdı. Branda geriye çekildiğinde çelik kasalar göründü. Her biri askeri mühimmat boyutundaydı ve üzerlerinde numara yoktu, mühür yoktu. O yüzden pahalıydılar zaten.

Boran içinden saymaya başladı. Silahlar yerindeydi. Emniyetin istediği tam da bu andı: Kanıtın gözle görülür olduğu, suçun fiilen işlendiği o keskin saniyeler… Elini montunun içine kaydırdı. Parmakları ceket astarına sabitlenmiş mikrofona hafifçe dokundu. Açık. İletim sürüyordu. Emniyet, üç sokak ötede tüm konuşmaları dinliyordu ve çatıdaki keskin nişancı her şeyi kaydediyordu.

Boran gergince onları izlerken sert tavrından ödün vermedi. İtinayla her bir anı kaydediyordu polisler. Özellikle de kişileri ve ne yaptıklarını.

“Yarım saat içinde her şeyin boşaltılması lazım, acele edin!” Boran direktif verirken dudaklarının arasından gergin bir nefes verdi. Her şey planlanan gibi devam ediyordu. Sona yaklaşmanın verdiği rahatlık bedenine çökmeye başladığında aklında hala aynı kişi vardı, kollarından ayrıldığı kadın. Bir an önce onun yanına dönmek istiyordu.

Tam o anda kurşunun sesi geceyi yırtıp metal ve betonun arasında çınladı. O limanda en olmaması gereken kişinin bedenini delip geçerken bir ürperti geçti herkesten. Adamlar silahlarına davranırken zaman durdu sanki.

Kurşun Boran’ın omzuna saplandığı anda o ilk dokunuşu bile dünyayı başına yıkacak kadar büyüktü. Bedeninin içindeki damarlar adeta ateşle doldu, acı hızla yayıldı ama aynı zamanda tuhaf bir uyuşukluk sardı onu. Bir yanda sarsıcı, yakıcı bir yanma; diğer yanda bulutların içinde süzülüyormuş gibi bir ağırlıksızlık sardı.

Vücudu geriye doğru savrulup yere düşerken elini omzuna götürdü zorlukla. “Abi!” Mert anında yanına diz çökerken kanın çoktan kabanı, kazağı boyadığını hatta yere düştüğü betonu bile ıslattığını gördüğünde ne yapacağını bilemedi. Boynundaki atkıyı çıkartıp yaraya bastırırken bağırdı. “Boran abi vuruldu!”

Fatih o sırada abisini vuranın kim olduğuna bakarken işlerin nasıl kontrolden çıktığını sorguladı. Kimdi bunu yapan? Polisle anlaşmaları vardı, onlar yapamazlardı. Başka biri olsa onlar görürdü. Bu da başka birinin varlığını düşündürüyordu.

“Kim yaptı! Baskın mı yedik!?” Sadık Ağa’nın sesi panik ve öfke arasında gidip geliyordu. Adımları hızlı, neredeyse koşar gibiydi. Boran’ın yanına geldiğinde, gözleri kanla ıslanmış ceketine ve yerde biriken kan havuzuna takıldı.

Adamlar, limanın her köşesini titizlikle kolaçan ediyordu. Gözleri, karanlıkta gölgelerin arasına karışan tehditleri arıyordu. Herkes tetikteydi, bir sonraki hareketi bekler gibiydi. Sessizlik, içten içe büyüyen korku ve belirsizlikle doluydu.

Remzi, yavaş adımlarla Boran’ın yanına yaklaştı hızlı adımlarla. Gözlerinde hesaplanmış bir ciddiyet, hatta biraz da kaygı vardı. Yüzünde, Boran’a ne söyleyeceğini tartan bir ifadeyle “Hastaneye götürmeliyiz,” dedi, sesi alçak ve sertti. “Çok kan kaybediyor. Merkezdeki özel hastaneye götürün, sorgulamayacaklardır. Gerekli konuşmalar zamanında yapıldı.”

Sadık Ağa, bu sözler karşısında kısa bir tereddüt yaşadı. Bu noktada herkes için zaman daralıyordu. Polis açısından riskli olacağını bilse de onayladı. Fakat o sırada Fatih konuştu. “Abim bu gibi durumlar için bir yer ayarladı, doktor hazır bekliyor. Güvenli. Ne kamera var, ne de polis gölgesi. Orası dışında hiçbir yere götürülmeyecek. Siz evlerinize dönün fakat bu işin içinde bir şey olduğu belli, abimin ilk işi masayı toplamak olur hazır olun.”

Sadık ağa ve Remzi bu sözlerle birbirlerine bakarlarken Fatih tekrar konuştu. “Kan izlerini silin. Kimse bir şey görmemeli. Sizde hiç böyle bir olay yaşanmamış gibi yerlerinize dönün. Ne olup bittiyse biz buluruz ve bu konu hakkında konuşursunuz vakti geldiğinde.”

Tam o anda Boran’ın dünyası, yavaş yavaş bulanıklaşmaya başladı. Sesler uzaklaştı önce; insanların telaşlı bağırışları, Mert’in “Abi, dayan!” diyen sesi, Fatih’in arka planda kurduğu cümleler… Hepsi sanki cam bir fanusun dışındaymış gibi boğuk ve uzak gelmeye başladı. Ama acı hâlâ oradaydı. Omzunda yankılanan, her kalp atışında yeniden yanan bir zonklama... Vücudu ağırlaşıyor, nefesi sıklaşıyordu. Ama zihni… hâlâ inatla uyanıktı.

Gözlerini kapattığında karanlık değil, tanıdık bir yüz karşıladı onu. İnci…

Omzundaki acı ne kadar derinse, yüreğindeki sevgi daha da derindi. Savaş alanıydı onun için dünya. Limanlar, gece karanlığı, silah sesleri… Ama İnci’yle geçen her saniye bir sığınaktı. Kollarında ilk uyuduğu gece, ona sarılırken kalbinin ritmini dinlediği sabah... Bunlar bir adamın geçmişi değil, hayata tutunduğu köklerdi.

Kurşunun omzunda bıraktığı yanma, artık keskin bir acıdan çok, uyuşturan bir ağırlığa dönüşmüştü. Vücudu kendini bırakmaya başlamıştı ama Boran’ın zihni hâlâ direniyordu. Gözleri yavaşça kapanırken zaman durmuş gibi oldu. Dışarıdaki sesler sönümlendi, nefes alışları kesik kesik hâle geldi. Ama o bir şeyden kopamıyordu; İnci’den.

Fısıltı gibi gelen sesiyle gerçekle hayali ayırt edemez oldu. "Senin yanındayken korkmuyorum Boran..."

Sonra görüntü geldi. İlk kez kollarına aldığı an. Belki de o an dünyadaki hiçbir şey bu kadar kırılgan ve bu kadar güçlü olamazdı. İnci’nin kendini olduğu gibi bırakması... Denizin kenarında söylediği cümle çınladı kulağında… "İlk kez kendim gibi hissediyorum..."

Parmaklarının arasından geçen saçları hissetti. Gözlerini kapattığında kokusunu bile duyabiliyordu. Sevdiği kadının kokusu…

Sonra ilk öpücükleri geldi aklına. Birbirlerine dokunmadan önceki o birkaç saniye. Göz göze gelip nefeslerini tutmaları ve sonra, sanki dünya durmuş gibi... dudakları birbirine değdiğinde oluşan o sonsuzluk anı.

“İnci…” diye geçirdi içinden. Sesi çıkmıyordu artık ama yüreğiyle konuşuyordu.

İnci’nin gözlerinde kendini ilk gördüğü zamanı düşündü. O gözlerde kendinden kaçmadığı, geçmişinden utanmadığı tek andı belki. Onun karşısında bütün silahları, bütün kabukları dökülmüştü. Çünkü İnci yalnızca sevdiği kadın değil, onu yıkan, onu yeniden kuran, onu yeniden var eden kadındı.

Acı, omzundan kalbine ilerliyordu. Ama Boran için o acı, yaşadığı en büyük acı değildi. En büyük acı, İnci'ye verdiği sözleri tutamamak olurdu. Onun güvenini, boynuna başını koyduğu anları, kendini tamamen açtığı geceyi yarım bırakmak…

İnci’nin çıplak omzuna dudaklarını koyduğu o gece gözünün önüne geldi. Onu kendine sarmalayışını… Kadının titreyen nefesini, kalbinin göğsünde çarpışını. Boran o geceyi değil sadece, o anı ezbere biliyordu. O ânın teninde bıraktığı izi, göz kapaklarını indirince bile hissediyordu hâlâ.

Ve şimdi... o kadar yakınken... O gözleri tekrar görememek korkusu, kurşunun acısından daha çok yakıyordu içini. Karanlık yavaşça etrafını sardığında bedeninin yarısı hissizleşmişti artık ama içinde tuttuğu sevda sapa sağlamdı.

Bilinci son kez sarsıldığında, zihninin en derin yerinde şu cümle yankılandı: Gözlerini araladığında yanında olacağım…”

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz?

‣‣‣ İnci ve Boran sahneleri nasıldı? Ben çok severek yazdım:) Umarım sizde severek okumuşsunuzdur…

‣‣‣ Yazarın anlatımından olan kısım nasıldı? Boran’a neler olacak sizce?

‣‣‣ Ona ateş eden kim tahmininiz var mı? Teorilerinizi merakla bekliyorum.

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…

Bölüm : 10.10.2025 19:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...