39. Bölüm

Adavet| 36

mutlu sonsuz
mutlusonsuz222

 

🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...

 

🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen.

 

36.Bölüm

İnci Aral Demirhanlı’nın anlatımından,

Boran’ın yaralanıp ameliyat olmasının üzerinden iki gün geçmişti. İki gündür kendi evimizdeydik. Bende, Boran’da işe gitmiyorduk. Zümra babaanne aramıştı bir kez. Onda da Boran bir bahane uydurmuştu. Ne yalan söyleyeyim baş başa kalmayı çok özlemiştim Boran ile. Her ne kadar yaralı olmuş olması buna vesile olsa da her şerde bir hayır vardı.

Boran’ın omzunda hala askılık vardı. Ancak genel manada daha iyi olduğunu söylemek mümkündü. Mızmızlanmaya başlamıştı kolundaki askılığın çıkması için. Sol eliyle iş yapamadığı için birine muhtaç olmak sinirine dokunuyordu. Çünkü o bu zamana kadar tüm işlerini kendisi halletmişti ve birinden yardım istemek ona göre değildi. Yine de ben halimden çok memnundum. Sevdiğim adamın yanında olmak bana yetiyordu ve iyi olması için gerekirse aylarca, yıllarca bakardım ona.

Yine de bu olayın müsebbibi olan adama soruşturma açılmıştı. Ömer Bey ve Aylin istediğim gibi savcılığa şikâyette bulunmuşlardı. Nihayet istediğim olmuştu. Onlar gerekeni yapmasa ben yapardım zaten, bunu kafama koymuştum ve nihayet her şey olacağına varmıştı.

Göğsüme yaslanmış gözleri ekrandaki hareketli sahnelere odaklanan adama kollarımı sarmışken televizyonun mavi ışıkları salonun loşluğunu dalgalar halinde boyuyor, gölgeler duvarlarda titreyerek dans ediyordu. Elimi usulca saçlarına getirip ipek gibi yumuşak, sıcak kahverengi tellerin parmaklarımın arasından geçmesine izin verdim.

Bir an için filmdeki sesler uzaklaşıp sahneler bulanıklaşırken sanki sadece biz vardık bu odada. Boran’ın saçlarını okşarken kendimi, zamandan ve mekândan kopmuş gibi hissediyordum. Onun huzurunu, nefes alışlarının ritmini, başını bana biraz daha sokarak kurduğu güvenli yakınlığı derinden hissetmek nefes almama neden oluyordu.

Boran küçük bir gülümseme ile başını biraz kaldırıp bana baktı. O an göz göze gelişimizde filmden çok daha büyük bir hikâye gizliydi. Dudaklarının kenarında beliren belli belirsiz tebessüm, bana söylemeden aktardığı binlerce kelimeye bedeldi. Sanki bakışlarıyla “buradayım, yanındayım, huzurdayım” diyordu.

Ben saçlarını okşamaya devam ettikçe o gözlerini yeniden ekrana çevirdi fakat ben biliyordum: dikkatini çeken film değil, aslında yan yana oluşumuzdu. Onun omzuma bıraktığı ağırlık, bana duyduğu güvenin en sessiz ifadesiydi. Kalbimin ritmiyle onun nefes alışları aynı ahenge girince, aramızda kelimelere ihtiyaç kalmamıştı.

Salonun sessizliği içinde sadece filmin kısık sesleri, Boran’ın derin nefesleri ve parmak uçlarımda hissettiğim saçlarının yumuşaklığı vardı. Zaman ağır çekimde ilerliyor gibiydi. Belki dışarıda koca bir şehir uykusuzluğa direnirken belki dünya kendi karmaşasında savrulurken biz burada küçük bir evren kurmuştuk: ekranın karşısında, iki kalbin birbirine yaslandığı saklı bir ada…

“Baksana ne kadar mutlular ama kadın kaçırılacak birazdan…” diye mırıldanırken Boran ters bir biçimde baktı bana. “Neden spoi veriyorsun ki şimdi? Bozuldu tüm sır.” Hafif öfkeli bir tonda konuşan kocama doğru bakıp “Pardon.” dedim usulca ama dudaklarımda istemsiz bir tebessüm belirdi.

Onun çocukça öfkesini görmek içimde tatlı bir kıpırtı uyandırıyordu. Boran gözlerini tekrar ekrana çevirse de göz ucuyla hâlâ bana bakıyordu. Kaşlarının arasına düşen hafif çizgi, bu anlık kızgınlığının işaretiydi.

Bir süre sessizce filmi izlerken filmin sesi, odanın içine yayılan tek tınıydı. Kadın karakter gülerken Boran’ın nefesinin hızlandığını hissettim; o kahkahanın samimiyetine kendini kaptırmış gibiydi. Başını yeniden göğsüme yasladı ama belli ki biraz naz yapıyordu.

Elimle saçlarının arasını açıp alnına dokundum. “Tamam, bir daha spoiler yok. Ama kabul et.” dedim fısıltıyla. “Kadın kaçırılacak olmasa bu kadar heyecanlı olmayacaktı.”

Boran hafifçe başını kaldırdı ve kaşlarını çatarak bana baktı. Sonra gözlerinde beliren ışıkla gülmeye başladı. “İnci, sen var ya… senin yüzünden film izlemek işkenceyle zevk arasında bir şey oluyor. Bütün sürprizleri biliyorsun ama yine de izliyorsun.”

Onun bu gülüşünü duyduğumda içim rahatladı. Dudaklarındaki kıvrım, o an bütün odanın loşluğunu aydınlatmaya yetiyordu. Ben de gülmeye başladım. “Ne yapayım, seninle de izlemek istiyorum. Yaptığım her şeyi yine, yeniden seninle yapmak istiyorum.” Boran cümlemden hoşlanmış olacak ki gülümseyerek yeniden göğsüme yaslandı ve fısıldadı. “Beni nasıl ikna edeceğini biliyorsun.”

Gözlerini ekrana dikmiş gibi yapsa da aslında o alaylı gülümsemesinden bana sataşacağını çok net anlıyordum. Filmi izlemeye devam ederken kadın karakterin kaçırılmasıyla güldüm. Tam dudaklarımı aralayacağım sırada Boran başını kaldırıp konuştu.

“Eğer bir daha spoiler verirsen seni televizyon kumandasıyla cezalandırırım. Bütün gece maç izleriz.” Dedi ciddi gibi görünen ama şakacı bir tonda. Kendimi tutamayarak gülerken kahkaham odayı doldurdu. “Sen bana işkence edeceğini mi sanıyorsun? Ben zaten tüm maç kanallarını senin yüzünden ezberledim.” dedim.

Sağ olsun sıkıntıdan maçlara sarmıştı. Gün boyu onları seyrediyordu. Fenerbahçeli olması da ayrıydı. Her golde ayrı sevinip her atılmayan golde sövüyordu. Bende bazen şaşkınlıkla bazen gülerek izliyordum onu. Bu yönüyle ilk defa karşılaştığım içindi belki de. Birlikte olduğumuz an boyunca hiç maç izlediğini görmemiştim çünkü. Takip ediyordu maçları ama bu kadar hararetli izlediğini yeni görüyordum.

Boran gözlerini kısıp bana baktı sonra hızla başını omzuma bıraktı. “Tamam, pes ettim.” dedi. “Spoiler vermeye devam et. Yeter ki sesin kulağımda olsun.” O anda kalbim sıkıştı, onun bu cümlesi sanki tüm dünyayı bir an için durdurmuş gibiydi.

Saçlarını okşamayı sürdürürken hafiften sıkılarak ekrana baktım. Filmin sonunu biliyordum, kadın karakterin ölümüyle bitiyordu ve adam yıkılıyordu tabii ki. Geçtiğimiz iki günden sonra ağlamayı istemiyordum. O yüzden dikkatimi filmden göğsümde uzanan kocama verdim. Yeteri kadar ağlamıştım, üzülmüştüm.

Dudaklarımı Boran’ın alnına sonra hafifçe yanaklarına değdirdim. Parmak uçlarım hâlâ saçlarının arasında dolaşıyorken her dokunuşumda onun nefesinin derinleştiğini hissediyordum. Boran küçük bir tebessüm ederken mırıldandı. “Birileri filmi izlemiyor sanırım…”

“Birilerine kocasıyla ilgilenmek daha cazip geldi…” diye karşılık verdiğimde Boran bakışlarını bana çevirdi. Bu hamlesiyle uzanıp dudaklarını öperken sesli bir iç çekti gözlerini kapatıp. Ben dudaklarından ayrılıp çenesini, oradan da koklayarak boynunu öperken başını hafifçe kaldırdı göğsümden.

Şaşkınlıkla ona bakarken bakışlarını kaçırdı. “Boran?” anlamaz gözlerle ona bakarken Boran mırıldandı. “İki gündür duş almıyorum.” Bir an duraksadım cümlesiyle. Ardından gerçeklik yüzüme vurduğunda hızla karşılık verdim. “Ondan mı uzaklaştın benden? İnanmıyorum sana.”

“Ben her gün duş alan adamım İnci, şimdi ben bile kendimi pis hissederken senin koklaman… hoşuma gitmedi işte.” Hafiften mahcup bir şekilde dile getirdiği şeyle birlikte gülümsedim. “Sen misin pis? Bana hiç öyle gelmedi ama.” Derken dizlerimin üzerinde doğrularak Boran’a yaklaştım.

Yüzünü avuçlarımın arasına alarak öpmeye başladım. Kendini bu şekilde hissetmesini istemiyordum. Garip bir psikolojiye girmişti farkındaydım. Normalde yaptığı hiçbir şeyi yapamamak ona koyuyordu ama böyle hissetmesi hoşuma gitmemişti.

Yanağını, dudaklarını, çenesini öptükten sonra direkt gözlerine baktım. “Bir daha böyle bir şey söylersen daha çok öperim seni.” Alaylı bir biçimde ona bakarken Boran güldü. “O zaman daha çok söylemem gerekiyor demek ki.” Fırsatçılığına gülerken başımı iki yana salladım.

Ardından bakışlarımı filme çevirdim. Filmin sonuna geldiğimizi gördüğümde dudaklarımı büzdüm. “Tüh, sonunu kaçırdın. Geri alayım mı?” derken sehpadaki kumandaya uzandım ancak Boran engelledi beni. “Boş ver, sonu kötü bitiyor değil mi?”

Kaşlarımı çatarak baktım ona doğru. “İzlemiş miydin?” Boran başını iki yana salladı. “Hayır, sadece vedalaşmalarından anladım. Filmlerde öyle olur ya, hep hissediyorlarmış gibi son kez vedalaşırlar. Kaçırılmadan evvel kadın vedalaştı sevdiği adamla. Son kez öptü, sevdiğini söyledi.”

Bir an sessizlik oldu cümlesiyle. Kanepeye otururken burukça konuştum. “Bazı insanlar öyle öngörülü oluyor ya da altıncı hisleri o kadar kuvvetli oluyor ki bu fırsatı değerlendiriyor. Acaba biz o insanlardan olacak mıyız?” dedim fısıltı şeklinde. Birkaç gündür aklımda dönüp duruyordu bu düşünce. Boran’ın yaralandığı gün bana söylediği son cümleyi düşünüyordum mesela.

Gelememişti bana. Ben ona gitmiştim. Şimdi iyiydi ama iyi de olmayabilirdi. Şu an yanımda olmayabilirdi. O kurşun omzuna değil de başka bir yere de saplanabilirdi. Gerçekten çok etkilemişti beni. Geceleri rüyalarıma girip duruyordu. Her seferinde ben buluyordum mesela onu, hemen hemen hepsinde kalbi atmıyor oluyordu. Acıyla uyanıyordum ve yanımda onu görünce sakinleşiyordum. Boran sadece bir iki tanesine denk gelmişti, geceleri içtiği ilaç uyku yapıyordu ve çoğunlukla deliksiz uyuyordu.

“O ne demek öyle?” Boran kaşlarını çatmış bana bakarken gerildiğini bulunduğum yerden anlamamak imkansızdı. Babası vefat ettiğinden beridir bu konular onu geriyordu. Derin’in intiharı da tuzu biberi olmuştu. Omuz silkerek baktım yüzüne. “Öyle bir düşünce işte, boş ver.” Diyerek oturduğum yerden kalkarken ekledim. “Ben yemek hazırlayayım.”

Salondan çıkarak mutfağa ilerlemek istediğim sırada bileğimden tutmasıyla adımlarım duraksadı. Başımı Boran’a doğru çevirdiğimde beni kendine doğru çekip sağlam olan koluyla belimi kavrayarak aramızdaki mesafeyi kapattı. “Kaçma…”

“Kaçmıyorum.” Dedim anında ama sesim bile benden emin değildi. Boran’ın bakışları öyle derindi ki, içimdeki en kuytudaki korkuları bile çekip çıkaracakmış gibi bakıyordu bana. Nefesim daraldı ama kaçmak değildi derdim; korkuyordum sadece. Çok korkuyordum ama bunu dile getirmek istemiyordum. Çünkü bundan dolayı tartışmamızı yapmıştık zaten.

Gözlerim gözlerine değdiğinde onun da korktuğunu anladım. Biz sadece birbirimize yaslanarak yürümeyi öğrenen iki kırık insandık. Kimimiz geçmişinden, kimimiz yarınından çekiniyordu. Ama şu an…elimizde tek gerçek olan birbirimizdik.

“Boran…” dedim fısıltıyla, cümle kurmak istiyordum ama neyi söyleyip neyi saklamam gerektiğine karar verememiştim. Duygularım darmadağınıktı ama bir o kadar da açık ve netti her şey. “Bazen…” dedim sesim titreyerek. “Bazen sanki her şeyin bir sonu varmış gibi hissediyorum. Hani, biz ne kadar sarılsak da ne kadar sevinsek de... Bir şey, bir yerden alacak gibi.”

Kaşları çatıldı. “İnci’m…” diyerek elini yanağıma yasladı. Elmacık kemiğimi okşarken gözlerimin en derinine baktı. “Kendini böyle şeylere inandırma. Şu ana odaklan, bize odaklan. Geçmişin ya da geleceğin bizi bölmesine izin verme.”

“Elimden geleni yapıyorum…” dedim küçük bir tebessüm ederek. Sürekli bunu kafama takmıyordum elbette. Arada sırada aklıma geliyordu, Boran’ın hala yaralı olması da bunun için ortam sağlıyordu. Tekrardan günlük hayatımıza odaklandığımızda bu da kaybolacaktı biliyordum. “Terzi kendi söküğünü dikemiyor.” Diye ekledim.

Boran yamuk bir gülümsemeyle bana bakarken karşılık verdi. “Onun söküğünü de kocası diker o zaman.” Derken bakışlarını dudaklarıma doğru indirdi. Bakışını da, niyetini de bildiğimden ona yaklaşarak fısıldadım. “Kocam önce kendi iyileşsin sonra bakarız.” Dedikten sonra gülerek geri çekildim.

Boran gözlerini kapatarak başını geriye doğru atarken fısıldadı. “İnci Demirhanlı ve onun bu hareketleri…” Cümlesiyle kaşlarım çatıldı hafiften. “Pardon, nasıl hareketlerim varmış?” Elimi belime koyarken anlamsızca baktım gözlerine.

“Hareketlerin…” dedi boğuk ve alaycı bir tonda. “İnsanın kalbini yerinden çıkarak kadar keskin, dilini yutturacak kadar cazip ve benim gibi bir adamı bile dayanamayacak bir hale sokacak kadar tehlikeli.” Cümlesiyle yüzümde gülümseme oluşurken ona doğru eğildim tekrar. “Kabul et en çok bunu seviyorsun zaten.”

Boran’ın bakışları koyulaşırken elini belime dolayarak bedenlerimizin arasındaki mesafeyi kapattı. “Çok seviyorum... hep sevdim, hep seveceğim.” İstediğim cümleleri duymanın verdiği keyifle elimi ensesine dolarken yüzlerimizi yaklaştırdım ve dudaklarına doğru fısıldadım. “Bende çok seviyorum ve hep seveceğim.” Dedikten sonra dudaklarımızı birleştirdim.

Nefesimiz kesilene kadar birbirimizden ayrılmazken geri çekildiğimde Boran’ın gözleri hala kapalıydı. Küçük bir tebessümle ona bakarken başımı omzuma eğerek mırıldandım. “Artık yemek hazırlamaya gidebilir miyim?”

“Cık.” Dedi Boran gözlerini aralarken. Gözlerimi kırpıştırarak gözlerine bakarken konuştu. “Senden bir şey isteyeceğim.” Merakla suratına bakarken karşılık verdim. “Ne istersen…”

Boran aldığı cevaptan tatmin olmuşçasına sırıtırken birden sol kolunu dizlerimin altından geçirip tek koluyla kucakladı bedenimi. Düşmemek için ensesinden tutunurken bağırdım istemsizce. “Ne yapıyorsun?!”

“Kulağımın dibinde bağırmasan mı karıcığım?” Alaylı bir tonda konuşurken inmek için hareket ettim kucağından. “Boran, kolun yaralı ne yaptığının farkında mısın sen?” Kızgınca konuşurken bana doğru bakarak konuştu. “İyiyim ben, hem tek kolumu kullanıyorum. Buna rağmen gücümden bir şey kaybetmemişim. Ama sen kıpırdanma yine de.”

Gururlu bir biçimde konuşurken kaşlarımı çattım. “Ne yani beni gücünü ölçmek için mi kullanıyorsun?” Tripli bir şekilde sorduğum soruyla sesli bir biçimde güldü Boran. Aynı anda ilerlemeye başladı merdivenlere doğru. “Hem o yüzden hem de gerçekten bir şey isteyeceğim, onun için seni götürmem gerekiyor.”

Boran merdivenlere doğru yürürken bir yandan hala kucağındaydım ve ciddiyetle karışık bir şaşkınlık içindeydim. “Boran,” dedim dişlerimin arasından. “Yemin ederim şimdi bir yerini incitirsen doktor raporuna ‘eşini taşırken kendini heba etti’ diye yazdırırım.”

“Ne yazsın isterdin?” dedi göz ucuyla bakarak. “Romantik sebeplerden dolayı omuz sakatlığı mı?”

“Romantik mi?” Kaşlarımı kaldırdım. “Sen beni dumbbell niyetine kullanırken mi romantik oldu bu iş? Vallahi hem gücünü test ettiğin dumbbell hem taşıması kolay diye seçtiğin ‘model’ gibi hissediyorum.” Alaylı bir şekilde konuşurken Boran bana baktı. “Hayır canım.” dedi sırıtıp gözlerini devire devire. “Sen ‘premium’ modelliktesin. Hem hafif, hem güçlü, hem de yolda ses yapmayanından.”

“Yolda ses mi?” dedim sinirle. “Sana şu an öyle bir ses çıkarırım ki, ev yıkılır Boran!” Boran kahkaha atarken rahatça beni taşımaya devam etti. “İşte yine o müthiş frekanslı sesin.”

Gözlerimi devirirken Boran rahat bir şekilde merdivenlerden çıktı. Odamıza doğru ilerlediğini fark ettiğimde ne istediğini kendi içimde sorgularken sessiz kaldım. Çırpınmak onun daha çok yorulmasına neden olurdu. Evet eğleniyordum ama aynı zamanda endişeliydim. Yaralı kolunu kullanmasa da bir şey olabilirdi, benim ani hareketim yarasını acıtabilirdi.

Odaya girdiğimizde Boran banyoya doğru ilerledi. Banyonun içine girdiğimizde beni yavaşça yere doğru indirip konuştu. “Demirhanlı taşımacılık için son durak.” Beni yavaşça yere indirirken göz ucuyla yüzüne baktım. Nefes nefeseydi ama belli etmiyordu. Güya gücünden hiçbir şey kaybetmemişti ama alnındaki ter damlası pek öyle demiyordu.

“Duş almak istiyorum ama malum, kolumu hala tam kullanamıyorum. Acaba sen yardım edebilir misin, en azından saçlarımı yıkarken?” Hafiften gözlerini kaçırarak sorduğu soruyla birlikte masumluğuna karşılık tebessüm ettim. Ancak tereddütlü bir biçimde konuştum. “Bu doğru olur mu pek emin değilim, sonuçta bandaj var hala.” Bakışlarım ister istemez yarasına kaydığında Boran cevap verdi. “Doktora sordum, bandaj su geçirmez olduğu için alabilirsin dedi.”

İnanmayan gözlerle ona baktığımda Boran bozularak cebinden telefonu çıkardı ve ekranı açarak bana uzattı. “Kocana olan güvenin gerçekten göz yaşartıcı cinsten.” Bakışlarım mesajda gezindiğinde gerçekten Bekir Bey’in onay verdiğini gördüğümde Boran’ın sitemine karşılık gülümsedim. “Her konuda güvenim tam ama bu konuda değil, kusura bakma sevgilim.” Derken yanağından makas alıp göz kırptım.

Boran bu hareketime istemsizce gülerken bende koluna doğru uzanarak askılığı çıkarmasına yardımcı oldum. Askılığı çıkardığımızda Boran kolunu hareket ettirerek dirseğinin uyuşukluğunu gidermeye çalıştı. Omzunu kaldırırken hala zorlanıyordu. Hiç beklemeden üzerindeki tişörtü ilk önce yaralı kolundan ardından da tüm vücudundan olmak üzere çıkartarak sepete attım.

Bakışlarım bandaja takıldığında dudaklarımı birbirine bastırdım hüzünle. Boran bakışımdan üzüntümü anlarken konuştu. “Ben eşofmanı çıkartırım.” Başımı sallayarak onu onaylarken dolabın kenarında duran katlanabilir tabureyi alıp duş kabininin içine girdim. Saçlarını yıkarken ona uzanamazdım ayakta dikilirse.

O sırada Boran’da yalnızca boxer ile kalmıştı. Benim ayarladığım tabureye oturduğunda bakışlarımı ona değdirmeden suyu açtım. Ilık bir şekilde ayarlayarak saçlarını ıslattım. Ardından elime şampuanını dökerek saçlarını köpürtmeye başladım.

Parmaklarım saçlarının arasına karıştığında, Boran gözlerini kapattı. Başını azıcık öne eğdi ama bedeninin geri kalanı bana doğru bir miktar daha yaklaştı. Köpükler arasında, ellerim zamanla sadece temizlik için değil, bir çeşit dokunuş dili gibi hareket etmeye başlamıştı.

“Saçlarını çok seviyorum, ipek gibiler.” Diye fısıldarken saçlarını köpüklemeye devam ettim. Tüm yükünü bana bırakmış gibiydi. “Saçlarımda senin parmaklarını çok seviyor…” dediğinde dişlerimi dudaklarıma bastırarak sırıttım. Boran ise devam etti. “Daha şimdiden o kadar iyi geldi ki…”

Parmak uçlarım şampuanı iyice yayarken başparmağım kulağının hemen arkasından geçtiğinde tüylerinin ürperdiğini hissettim. Boran hafifçe başını arkaya yasladı bana daha da yaklaşmak ister gibi.

Köpüğü durulamak için duş başlığını elime alırken başını öne eğmesini istedim. Akan su saçlarından akarken köpükler boynundan omuzlarına süzüldü. Bandajın üzerinden geçerken dikkatliydim ama gözüm sürekli oraya takılıyordu. Sadece fiziksel bir yara değildi, o birlikte atlattığımız her şeyin simgesiydi.

Tekrar şampuan alarak saçlarını ikinci kez köpürtmeye başladığımda ikimizde sessizdik. Ancak o sessizlikte bile huzur vardı. Şampuanı dikkatli bir şekilde duruladıktan sonra Boran eliyle saçlarını geriye doğru atarak düzeltti. Bu hamlesi üzerime su sıçramasına neden olurken sitemle konuştum. “Boran ya…”

Boran gülerek başını geriye doğru yaslayıp başını tamamen üzerimdeki beyaz tişörte bastırdığında yüzüme doğru baktı küçük bir oğlan çocuğu gibi. “Azıcık eğlenceli hale getirmeyelim mi ama?” Gülerek ona doğru bakarken eğilip alnını öptüm. “Getirelim ama senin eğlencen hep benim ıslanmam pahasına oluyor.” derken sesimde yarı şikâyet yarı gülümseme vardı.

Boran, başını tişörtümden kaldırmadan bana aşağıdan bakarken o muzip gülüşü dudaklarının kenarına yerleşti. Gözlerinde parlayan ışık, sadece yaptığı şakadan değil o anın içindeki gerçeklikten doğuyordu.

Elimi saçlarından geçirip suyunu akıtırken önüne doğru geçtim. Asılı duran lifi elime alıp duş jelini sıkarken Boran’ın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.

Beyaz tişörtüm ıslanmış, suya doyan ince beyaz kumaş üzerime yapışmıştı. Kumaşın altından siyah sütyenim ve vücudumun hatları belirginleşmişti. O farkındalık bir an ürperti gibi omuzlarımdan geçse de bunu örtmeye ya da saklamaya çalışmadım. Çünkü orada sadece eşim vardı. Gözlerindeki parıltı, bana duyduğu arzu kadar, saygıyı da taşıyordu.

“Keyfiniz yerinde Boran Bey.” Diyerek ona doğru tekrar yaklaştığımda elimden tutarak beni kendine doğru çekti. Dizlerinin üzerine oturmamı sağlarken iki koluyla belimi sardı. “Sabun kokusu… ılık su…ve karım” dedi gözlerini gözlerime dikerek. “Keyfim yerinde olmasaydı ayıp olurdu.”

Sesi yumuşaktı ama içinde açık bir tutku vardı. Bu yalnızca bir övgü değil, bir sahiplenişti. Gözleri yüzümde gezindi sonra usulca boynuma kaydı. Dudaklarını hafifçe eğip buğuyla kaplı cildime yaklaştı ve derin bir nefes aldı. Ben daha bir şey diyemeden, dudaklarını boynuma bastırdı... Ardından bir tane daha… sonra çenemin kenarına, oradan yanağıma kadar süzülen öpücüklerle tüm vücudum hafifçe titredi.

Parmaklarım onun saçlarına karışırken ılık su hâlâ üzerimize yağıyordu ama o an, bütün dünya durmuş gibiydi. Dudakları yavaşça dudaklarıma yaklaştığında göz göze geldik. Hiç acele etmeden, hiç tereddüt etmeden dudaklarımızı birleştirdi. Öpücüğü önce nazikti sonra içine çektiği duygularla derinleşirken bende karşılık verdim içimde büyüyen o yakınlığı onun dudaklarında eriterek.

“Seninle her şey başka.” dedi nefes nefese, alnını benimkine yaslayarak. “Bu kadar yakınken bile... hep daha yakınımda ol istiyorum.” Kalbim göğsümde yer değiştirdi sanki. Elleri, tişörtümün ıslak kenarından belime kaydı. Her hareketi, sanki ne kadar hafif olursa o kadar güçlüydü.

Teni tenime değdiğinde içimde tarifsiz bir sıcaklık yükseldi. Dudaklarımız hâlâ birbirinin yakınındaydı ama Boran’ın nefesi değişmişti. Artık sadece duygular değil, arzular da hüküm sürüyordu aramızda ve bunu ilk fark eden o oldu.

Bir an gözlerini kapadı alnı hâlâ benimkine yaslıyken. Derin bir nefes aldı, sonra gözlerini açtı. Baktığında içinde bir mücadele vardı. Sevgiyle arzunun, şefkatle isteğin birbirine karıştığı o karmaşık ama dürüst hal. Usulca ellerini belimden çekti. Bu, bir reddediş değil, bilinçli bir duruştu. Dudaklarını hafifçe büktü sonra başını eğip boynuma bir öpücük daha bıraktı.

“Sırtımı köpüklesen yeterli, kalanını ben hallederim…” derin bir nefes alarak söylediği cümle ile itiraz etmedim. Çünkü sınırlarını zorladığımı biliyordum. Biraz daha devam etsek gerisi gelirdi. Bir adım geri çekildim. Kalbim hâlâ hızla atıyordu, dudaklarımda Boran’ın öpücüğünün izi vardı. Ama onun kararlılığı, sınırını çizmesi, bu gecenin en kıymetli hareketi olmuştu.

Lifi elime aldım ve usulca sırtına uzandım. Omuz başından başlayarak kürek kemiklerine, ardından beline doğru nazikçe köpük yaymaya başladım. Her hareketim dikkatliydi. O an, aramızdaki arzu yerini başka bir şeye bırakmıştı: Şefkate.

Su, köpükleri yavaşça süpürürken Boran başını hafifçe eğmişti. Ne konuşuyordu ne kıpırdıyordu. Sanki kendini bu küçük temasın huzuruna bırakmıştı. Ben de öyle. Konuşmadan, sadece dokunarak sevmenin mümkün olduğunu bir kez daha fark ettim o anda.

Sırtının son noktasına geldiğimde lifin içindeki ellerim yavaşladı. Birkaç saniye daha orada öylece durdum. Boran’ın nefesi derinleşmişti. Belki susuyorduk ama içimizden geçenler o buharla dolu banyoyu çoktan doldurmuştu. Duş başlığını alıp köpükleri duruladıktan sonra dayanamayarak ensesine dudaklarımı bastırdım.

Hareketimle Boran hafifçe irkildi ama kaçınmadı. Sadece başını biraz daha öne eğdi; sanki o küçük dokunuşun, tüm bedeninde yankılandığını hissedebiliyordum. Bir an için başını bana çevirdiğinde göz göze geldik. O anda konuştum. “Tamamdır, bitti.”

Başını sallarken gözlerinde hâlâ o tanıdık ışık vardı. Ama artık daha dingindi. Sanki içindeki fırtına durmuş, yerini güvene bırakmıştı. Hafifçe başını salladı. “Teşekkür ederim güzelim benim.” Dediğinde içten bir gülümsemeyle baktım. “Ne demek hayatım, ne zaman istersen.”

Duş başlığını yerine asıp duş kabininden çıkarken konuştum. “Havlunu bırakıyorum.” Boran onaylayan mırıltılar çıkartırken konuştu. “Sakın ıslak ıslak beni bekleme, üşütürsün sonra.”

Boran’ın o korumacı sesi arkamdan gelince istemsizce gülümsedim. Kapının eşiğinde durup başımı hafifçe ona çevirdim. “Tamam.”

Aramızdaki bu hafif ama sevgi dolu söz alışverişi, banyodaki yoğun duyguları bir nebze yumuşatmıştı. Su hâlâ fısıltıyla akıyor, buhar aynaya yavaşça yayılıyordu. Ama kalbimde bir ferahlık vardı artık. O sınırda durmamızın verdiği o derin güven duygusu.

Havluyu askıdan alıp kapının yanına bıraktım. Sonra yavaşça odaya girdim. Islak tişörtüm, tenime yapışmış haldeydi. Banyodan çıkan buharın ardından serin hava omuzlarıma çarpınca ürperdim hafifçe. Üzerimdeki tişörtü çıkarıp yatağın ucuna bıraktım ve kuru, pamuklu bir alt-üst takımı geçirdim üstüme.

Duştaki sıcaklıktan sonra odanın serinliği tenime iyi gelmişti. Parmak uçlarım hâlâ onun teninin ıslak sıcaklığını hatırlarken, kalbim biraz önce sarf ettiğimiz sözlerin yankısıyla doluydu. Fazla beklemeden onun için rahat bir tişört ve pijama altı çıkardıktan sonra yatağın üzerine bıraktım. Daha odadan çıkamadan banyonun kapısı açıldığında güldüm.

“Tam zamanında.” Boran yamuk bir gülümsemeyle bana bakarken altında havluyla odaya girdi. “Her zaman dakiğimdir bilirsin.” Egolu bir biçimde konuşurken başımı salladım. “Bilmem mi?”

Yatağın üzerine bıraktığım kıyafetleri eline alırken aynı anda havlusunu çıkarttı. Bakışlarımı kaçırarak başka tarafa bakarken gayet rahat bir şekilde kıyafetlerini giyinmeye koyuldu. Bende o sırada banyoya geçerek çıkan kirlileri makineye attıktan sonra pansuman malzemelerini alarak odaya geri döndüm.

Boran yatağın üzerine oturmuş tişörtü elinde mahzun mahzun bana bakarken gülümsedim. Giyememişti muhtemelen. Elimdeki küçük çantayı yatağın yanına bıraktım. Boran’ın tişörtü hala elinde sıkıca kavradığını gördüğümde içimde bir şey sızladı. Hiç kıyamıyordum.

“Önce pansumanını yapalım, sonra tişörtünü giydiririm ben.” Dediğimde Boran belli belirsiz başını salladı. Çantayı açıp elime eldivenlerimi giyerek bandajı açtım yavaşça. Gözlerimin önüne gelen dikiş ve yara izi yüzümü buruşturmama neden olurken Boran’ın bakışları benden ayrılmadı. “Bakma öyle.” dedi kısık bir sesle. “O kadar da kötü değil bence.”

Başımı iki yana salladım. “Bana göre öyle. Senin canının acıdığını bilmek bana dünyadaki en ağır şey gibi geliyor.”

Parmaklarım titremesin diye derin bir nefes alarak antiseptiğe uzandım. Pamukla yarasına dokunduğumda kaslarının gerildiğini hissettim. Dudaklarını birbirine bastırıp ses çıkarmamaya çalışıyordu. İçim acıyla burkuldu. “Az kaldı, hallediyorum hemen…”

Yaranın çevresindeki sıcaklık parmak uçlarıma yayılıyordu; her dokunuşumda onun yüz kaslarının hafifçe gerildiğini görmek içimi yakıyordu. Boran başını hafifçe yana çevirip gözlerini kapadı. Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir çizgi oluşmuştu. O güçlü, mağrur adamın acıya yenik düşmemek için verdiği savaş gözlerimin önündeydi.

Ben ise o an kendimi tutamadım, fısıldar gibi konuştum. “Keşke bütün yaralarını ben alabilsem… sen hiç acı çekmesen.” Boran gözlerini açtı ve doğrudan bana baktı. “İşte o zaman daha çok acır canım, ben sana kıyamam ki.”

Sözleri içime işlerken bir an ellerimdeki pamuğu unutacak gibi oldum. Gözlerim doldu ama ağlamak istemedim; çünkü onun yanında güçlü olmak, ona güven vermek istiyordum. Dudaklarımı sımsıkı kapatıp titreyen nefesimi tuttum. Sözleri kalbime işliyordu.

Kremini sürüp sargıyı kapatırken eğilmemle birlikte saçlarım gözlerimin önüne doğru gelirken elimle itmeye çalıştım ama Boran benden önce davranarak her zamanki o sabırsız tavrıyla değil, aksine sakince elini kaldırıp saçımı kulağımın arkasına yerleştirdi. Parmaklarının şefkati yüzümde yankılandı. “Güzel yüzünü göreyim.” Cümlesine tebessüm ederken mırıldandım. “Ama böyle bakınca ben dikkatimi veremiyorum.”

Sözlerim dudaklarımdan çıkarken yüzümde utangaç bir tebessüm belirdi. Boran’ın gözleri parlarken dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. O mağrur ifadesinin ardına gizlenmiş o yaramaz, sevgi dolu bakışı gördüğümde kalbim bir kez daha yumuşadı. “Dikkatini benden başka neye vereceksin ki, İnci’m?” diye mırıldandı yumuşacık bir sesle.

Ben başımı öne eğip sargıya odaklanmaya çalıştım. Her katı dolarken onun nefesinin sıcaklığı yüzüme vuruyordu. Ellerimin titrememesi için bütün gücümü topluyordum ama kalbim hızla çarptıkça işim daha da zorlaşıyordu.

“Boran, ciddi ol biraz.” dedim hafifçe kaşlarımı çatarak. “Yaran var, pansuman yapıyorum.”

O ise hiç istifini bozmadı. Omzunun acısını belli etmeyen bir halde, bakışlarını gözlerime kenetledi. “Ciddi olmasam burada böyle oturmazdım,” dedi, sesini daha da kısarak. “Senin elinden gelen her dokunuş, benim için ilaç.”

İçimden yükselen dalgayı saklayamadım. Sargıyı güzelce sabitledikten sonra ellerimi geri çekip eldiveni çıkardım. Pansuman eşyalarını götürmek isterken bana engel olarak elimi sıkı sıkı tuttu. Sanki bütün yorgunluk, bütün acı o anda silinmişti. Gözlerimin içine bakışındaki o derinlik, bana onun yalnızca yarasını değil, kalbini de teslim ettiğini anlatıyordu. Gözlerimin içine öyle bir bakıyordu ki kalbim göğsümde çırpınan bir kuş gibi hızlandı.

“Ellerine sağlık güzelim.” İçten bir biçimde bana bakarken uzanarak boynumu öptü. Dudaklarının dokunduğu yerde sanki bir anlığına tüm damarlarımda ateş dolaştı.

Başımı hafifçe yana eğdim ve gözlerimi kapattım. Onun nefesini tenimde hissetmek, kalbimin hızını iki katına çıkardı. Ellerim istemsizce göğsüne konarken kalbinin güçlü atışlarını avuçlarımın altında duydum.

“Boran…” dedim fısıltıyla. O ise boynumdan ayrılmadan kısık bir sesle “Ne kadar şükretsem az… senin yanımda olduğun her gün bana hediye,” diye mırıldandı. Başımı geri çekip gözlerine baktım. O an, bakışlarındaki derinlikte kaybolduğumu hissettim. Dudaklarının kenarında mahcup ama sıcacık bir gülümseme vardı.

Ellerimle yüzünü avuçlayarak yüzlerimizin arasındaki mesafeyi en aza indirerek konuştum. “Sende bana hediyesin, uzun süren yalnızlığın ardından gelen huzursun, mutluluksun, aşksın.” Boran gözlerini hafifçe kısarak bana bakarken dudaklarının kenarındaki gülümseme daha da büyüdü. Bense gülüşünden öptüm hiç beklemeden. Boran bu hamlemle daha da gülümseyip öpüşüme karşılık verirken çok uzatmadan dudaklarımızı ayırdım.

Ardından yatağa bıraktığım tişörtü alarak ilk önce yaralı kolundan sonra da diğer kolundan geçirerek giyinmesine yardımcı oldum. En son koluna yine askılığını taktıktan sonra konuştum. “Sen biraz uzan istersen, ben yemeği hazırlayınca seni çağırırım.”

“Uzanmak istemiyorum, bende geleyim seninle.” Oturduğu yerden kalkarken eliyle kapıyı işaret etti. “Buyurun İnci Hanım.” Gülerek önden ilerlerken karşılık verdim. “Çok centilmensiniz Boran Bey.”

Mutfağa doğru ilerlerken ayak seslerimiz evin sessizliğinde yankılandı. Boran, sağ kolu askıda olmasına rağmen benimle gelmekte kararlıydı. Bunu, yürüyüşündeki inatçı diklikten de yüzünde gezinen belli belirsiz tebessümden de anlamak mümkündü. Bense, onun yanında olmaktan doğan o tanıdık huzurun içinde yürürken mutfağın kapısını açtım.

“O zaman şöyle otur.” Dediğimde başını iki yana salladı. “Yardım etmek istiyorum.” İtiraz etmeye çalışsam da bakışlarıyla beni susturdu. Nihayetinde ikimiz de birbirimize inatçıydık ama onun bu hâlini görünce sadece gülümsedim. “İyi o zaman köfteleri kızartır mısın?”

“Hay hay.” Boran dolaptan tavayı çıkartırken bende patatesleri çıkartarak soymaya koyuldum. Ancak ara sıra Boran’a da göz ucuyla bakmayı ihmal etmiyordum.

Tezgâhın önünde, ocağın başında durmuş tavaya sıraladığım köfteleri sol eliyle dikkatlice çeviriyordu. Sol eline bu kadar hâkim olduğunu ilk defa fark ettim o an. El hareketleri yavaştı ama kontrollüydü. Bir elin yapabileceği en fazlasını yapmaya çalışıyordu.

“Fena gitmiyor değil mi?” diye sordu köftelerin üstüne hafifçe eğilerek. Sağ kolunu korumaya çalışıyor ama yavaş yavaş mutfağın havasına kendini kaptırıyordu. “Solak doğsaymışsın keşke,” dedim gülerek. “Bu kadar yetenekliysem sağ elim ne yapıyor, düşün artık.”

Başımı iki yana sallayarak gülümsedim. Patatesleri soyduktan sonra onları ince ince dilimleyip kızartmak için hazırlamaya başladım. O sırada Boran ocağın başından ayrılmadan tavanın yanındaki kağıt havluyu baktı ve koparmaya çalıştı ama zorlanıyordu.

“Dur, ben alırım,” dedim hızlıca yanına giderek. Aynı anda elimiz kağıda uzanırken parmak uçlarımız birbirine değdi. Göz göze geldiğimizde muzip bir sesle konuştu. “Bu mutfakta tehlikeli yakınlaşmalar var,”

“Bu daha başlangıç.” Dedim göz kırparak. Boran kaşlarını kaldırırken dudak büzdü. “Hadi canım?” Cümlesine karşılık başımı sallarken birlikte güldük. Sonra ben tekrar tezgâha geçip patatesleri tavaya attım. Yağ hafifçe cızırdarken mutfağa kızarmış köfte ve patates kokusu yayılmaya başladı. Kızarmış köfte ve sıcak patates kokusu, ev gibi kokuyordu.

“Çocukken mutfakta yaramazlık yapar mıydın?” diye sordum patateslerin sonuncusunu tavaya atarken merakla. Boran aklına gelen anılarla gülerken karşılık verdi soruma. “Yapmaz mıydım? Bir keresinde annemin kek harcını gizlice alıp duvarın arkasında yemiştim. Sonra midem bulanmıştı da bir daha elimi sürmemiştim.”

Söylediği şeye hem şaşırıp hem gülerken konuştum. “Şu anki hâlini düşününce bu bilgi bana çok komik geldi. Yani düşünsene, ciddi ciddi saklanıp hamur yiyorsun.” Dediğimde Boran’da güldü. “Çocukluk hali işte, ne yapayım.” Dedikten sonra bana doğru yaklaşarak fısıldadı. “Hatta bir sır vereyim sana.”

Merakla ona bakarken Boran devam etti sözlerine. “Yıllar sonra mutfağa girdiğimde hâlâ 'bu hamuru çiğ yesem ne olur ki' diye düşünürüm. Ama malum artık alıp kaçamıyoruz.” Dediğinde gülüşüm büyüdü. Ama içinde bir sıcaklık da vardı. Onun o anısını anlatırken hafifçe yüzünü yana çevirmesi, gözlerinin köşesindeki gülme çizgileri… hepsi birden içimi yumuşatmıştı.

“Demek içindeki çocuk hâlâ orada.” Diye karşılık verdiğimde Boran onayladı. “Hiç çıkmadı, sadece sustu.” O an göz göze geldiğimizde gözlerinde bir anlığına o sessiz çocuk geçti sanki. Ama hemen ardından gözlerini kırptı. “Sen? Sen ne yapardın küçükken?”

Dudaklarımı büzerek o anları düşünmeye başladım. Ardından aklıma gelen anıyla güldüm. “Ben yemek yapmazdım ama mutfağın alt dolaplarına saklanıp kitap okurdum. Bir keresinde orada un çuvalını devirmiştim, bütün mutfağa kar gibi yağmıştı.” Dediğimde Boran gülümseyerek baktı bana. “Senin hikâyen bile daha zarif.”

“Çünkü ben bir hanımefendiyim.” Dedim egoyla. Ardından burukça ekledim. “Tabii Serap Hanım bunu zariflik veya hanımefendilik olarak düşünmedi.” O olaydan sonra ceza almıştım elbette. Dedem evde yokken odamdan çıkmam yasaklanmıştı. Evde çalışan teyze her ne kadar sorun olmadığını belirtse de Serap hanıma gün doğmuştu.

O günkü duygular hâlâ bir yerlerde dipdiri duruyordu belli ki. Sanki o küçük kız hâlâ o odadaydı; sesi çıkmayan, içi dolu dolu olan o çocuk hâlâ içimdeydi.

Boran bir süre konuşmadı. Yalnızca gözlerini üzerimde tuttu. Ardından çok yavaş bir adımla yanıma geldi. Sağ kolunu kullanamadığı için yapabildiği tek şey sol elini uzatmaktı. Onda da beni göğsüne doğru çekmiş ve ben buradayım dercesine sıkıca tutmuştu.

“O yaşta, sessizce o kadar yükü taşıyan biri… zarif değilse nedir?” dediğinde bakışlarımı patateslere çevirdim. Boran ise devam etti. “Senin o dolabın içine kitaplarla saklanman bile... bence bir çocuğun kendini koruma biçimiydi.” diye devam etti. “Orada bulduğun sessizlik, dışarıda olmayan bir şeydi.”

Gözlerimi ona kaldırdım. Göz göze geldiğimizde artık yalnızca bugünün mutfağında değil, o günkü odada da birlikte gibiydik sanki. “Ben hiç böyle düşünmemiştim.” dedim usulca. Boran tebessüm etti. “Hep demez misin sen benim söyleyemediklerimi bile duyuyorsun diye, işte ben senin düşünemediklerini de düşünürüm.”

O an, kelimeler içimde bir yerlere çarptı ve sessizce dağıldı. Sanki boğazıma bir düğüm oturdu ama bu hüzünlü bir şey değildi. Aksine... tam tersi içimde bir şey çözülüyordu usul usul... fark edilmenin, anlaşılmanın, sustuğum her şeyin ilk defa biri tarafından tamamlandığını hissetmenin garip hafifliğiyle...

Başımı göğsüne yasladığımda anında saçlarımı öptü. Bu daha da huzurlu olmama neden olurken patateslerin kızarmasıyla mecburen ayrıldım kolundan. Boran benden uzaklaşıp köfteleri alırken konuştum. “Kızarmış patatesler beni hayatta tutan en büyük gerçek şu an.”

Boran gülümsedi. “İkinci sıraya da beni yazarsın umarım?” dediğinde ona baktım. “Sen ilk sıradasın.” Tek gözümü kapatıp göz kırparken Boran elini kalbinde doğru yasladı. “Ah kalbimden vuruldum.” Tepkisine ister istemez gülerken Boran’da güldü. Bense patateslere yönelerek konuştum. “Hadi sen masaya geç, bende geliyorum.”

Patateslerin daha kızarmadığına emin olarak kaselere yoğurt koyduktan sonra masaya bıraktım. Ardından tekrar ocağa yaklaştım. Tam o sırada yağ beklenmedik bir sesle tavada patladı. İnce bir damla cızırdayarak sıçradı ve elimin tam üstüne düştü. Isının aniden tenime değmesiyle bir anlık refleksle geri çekildim. “Ah!” dedim istemsizce.

O sesle birlikte Boran anında hareketlendi. Sağ kolunu hareket ettiremediği için bulunduğu yerden tek eliyle doğrulurken hızla yanıma geldi. “Ne oldu?” Endişeyle elimi tutarken küçük bir tebessüm ettim.

“Yok bir şey,” dedim hemen. “Sadece yağ sıçradı biraz. Küçücük bir şey.” Boran bana inanmayıp dikkatle elime baktı. Ufak, neredeyse fark edilmeyecek bir kırmızılık vardı sadece. Ama onun gözleri o noktada sabitlendi. “Hemen suya tutalım sonra da krem süreriz.”

Elimi hemen musluğun altına doğru uzatırken tebessümle izlemeyi sürdürdüm onu. Bu kadar küçük bir yanık için gösterdiği özen, kelimelerle ölçülemeyecek bir şeydi. Suya tuttuktan sonra musluğu kapatırken tekrar baktı parmağıma. Ardından elimi dudaklarına doğru götürüp küçücük buse bıraktı yanığın üzerine.

“Evde yanık kremi vardı değil mi? Almıştık.” Elimi bırakarak ecza dolabına ilerlerken arkasından seslendim. “Ufacık bir şey, geçti bile. Uğraşmaya değmez.” Derken burnuma gelen hafif yanık kokusuyla ocağa baktım. Patatesler yanmak üzereydi.

Hızlıca gidip patatesleri alırken aynı anda ocağın altını kapattım. Boran o sırada tabii ki beni dinlemeyerek kremi bulmuştu. Ben patatesleri masaya götürürken o da arkamdan gelerek beni takip ediyordu. Masaya bıraktığımda elimi tutarak dikkatlice kremi sürdü. “Şimdi oldu.”

“Teşekkür ederim aşkım.” Diyerek uzanıp yanağını öptüğümde gamzesini gösterecek bir biçimde tebessüm etti. Bense tabaklarımıza yönelerek hazırladığım şeyden koymaya başladım. Önce Boran’ın tabağındaki köfteleri bıçak kullanamadığı için küçük küçük kestikten sonra ona verdim. Sonra da kendi yemeğime döndüm.

İlk önce sessizce yemeğe başlamışken Boran’ın sesini işittim nice sonra. “Aç bakalım ağzını, senin için özel hazırladım.” Bakışlarımı tabağımdan Boran’a çevirdiğimde elindeki patates kızartmasını bana uzattığını gördüm. Ketçaba ve mayoneze batırmış bana uzatıyordu.

Hiç beklemeden patatese uzanırken güldüm. “Böyle olunca tadı daha mı güzel oldu ne?” Boran cümleme karşılık tek kaşını kaldırdı. “E tabi öyle olacak, sevgimi kattım.” Cümlesine gülerken bu sefer ben patatesi alıp ketçaba batırdım. Mayonez sevmezdi. Direkt olarak ağzına götürürken Boran özellikle dudaklarını parmağıma değdirerek aldı patatesi.

İçime bir sıcaklık yayılırken bu hareketimizin ilk seferini düşündüm. Evliliğimizin ilk ayıydı, simitle üçgen peyniri arabada ona yedirmeye kalkmıştım ve aynı şeyi yapmıştı o zamanda. Şimdi düşünüyordum da o anlar hiçbir şeyi kabul edemezken şimdi her şey çok güzeldi, tam istediğim gibiydi.

“Daldın.” Boran’ın cümlesiyle birlikte gülümsedim. “Sana arabada simit verdiğim günü düşündüm bir an.” Diye açıklama yaparken Boran küçük bir tebessüm etti. “Sevdiğim kadın ilk defa beni düşünmüştü. İçimdeki heyecanı anlatamam sana, yanan yeşil ışığa çok sövmüştüm içimden.”

Cümlesiyle istemsizce güldüm. İlk küfrünü sesli söylemişti, duymuştum zaten. Ama anlamlandıramamıştım. O zamanda söylediğim gibi havaalanında öğrendiğim şeylerle her şey yerine oturmuştu.

“Bir şey soracağım.” Diye sözlerime başladığımda Boran ciddileşmeme karşılık yerinde dikleşti. Gözlerime bakarken cümlemi devam ettirdim. “Sizin davette beni görünce ne hissettin, geldiğimi bilmiyordun değil mi?” Gerçekten bu sorunun cevabını merak ediyordum.

Boran gözlerini kısıp yüzüme bakarken mırıldandı. “Sanki bunun cevabını havaalanında vermiştim.” Hafifçe kaşlarımı çatarak baktım. “O anı anlatmadın, merak ediyorum. Hadi ama.” Diye ısrar ettiğimde Boran gülümsedi. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra konuştu. “Salona geldiğiniz ilk an ben yoktum, sonradan geldim. Babaannemle babamın karşıladığını görmedim yani. Gerçi görsem de gelmezdim orası ayrı mesele.”

Babamdan dolayıydı mutlaka, tabii bir de abim vardı o zamanlar. Birbirlerini sevmediklerini biliyordum. Ama şimdi değişmişti her şey.

“Sonra işte kardeşlerimin yanına geçtim. Babaannem söyledi Sardun dedenin geldiğini. O söylediğinde Sardun dedeye bakmak istedim fakat o an gözlerim hayatımda gördüğüm en güzel yeşillerle buluştu. Ne hissettiğimi anlatamam İnci… O an öyle bir andı ki anlatamam.”

Kalbim hızla atmaya başladı cümleleriyle. Boran devam ettirdi konuşmasını. “Yıllar olmuştu seni göreli, ilk önce gerçekliğini sorguladım. Ama gerçektin, bana bakıyordun. Babaannem ya da yanımdaki Derin kalbimin atışını hissetmesin diye dualar ettim. O kadar güzeldin ki, o gün gördüğüm halinden farklıydın ama güzeldin işte. Çok güzeldin ve senin de beni görmüş olman… hem heyecanlandırdı hem de keşke kelimesinin ne demek olduğunu daha iyi öğrenmeme neden oldu.”

Boran’ın dudaklarından dökülen o “keşke” kelimesi, içimde yavaş yavaş yankılanarak büyüyordu. Bir kelimenin bu kadar ağır, bu kadar dokunaklı olabileceğini hiç düşünmemiştim. Sanki tek bir sözcükle yılların suskunluğu, gizlenmiş duyguları ve yaşanamamış ihtimalleri önüme serilmişti.

Gözlerim farkında olmadan yere kaydı, ayaklarımın altındaki halının desenleri bile bulanık görünüyordu. Kalbim hızla çarparken sanki göğsümden çıkıp Boran’a koşmak istercesine çırpınıyordu. Keşke… İçimden tekrarlayıp durdum. O kelimenin içine gizlenmiş özlemi, kırgınlığı ve bir o kadar da çaresizliği hissedebiliyordum.

İçim sızladı. Onun keşkesiyle benim pişmanlıklarım birleşti. Belki de ben de içten içe aynı şeyi fısıldıyordum: “Keşke seni o zaman fark etseydim.”

“Öyle işte.” Dedi Boran buruk bir tebessümle. Ardından merakla bana baktı. “Sen ne hissettin peki? Benim duygularımı biliyoruz zaten ama seninki tam bir muamma.” Beklenti dolu gözlerle bana bakarken dudaklarımı büzdüm. “Bakışlarından ürpermiştim.”

Söylediğim cümle ile kaşları çatılırken yutkundu. “Ne?”

“Ben genelde tanımadığım insanları gözlemlerim biliyorsun.” Diye söze başladığımda Boran belli belirsiz başını salladı. Devam ettim sözlerime. “O gün seninle iki kez göz göze geldik. Elindeki viskini yudumlayıp bana bakıyordun. Bakışlarının ardında merak görür gibi olmuştum ama umursamadım, sadece sertliğinden ürktüm biraz. Bakışmamız kısa süreli değildi sende biliyorsun ki.”

O gün benim için bir yabancıydı. Yengemin sayesinde öğrenmiştim ismini. Kim olduğunu bilmemek açıkçası beni tedirgin etmişti. “Açıkçası merdivenlerde beni tutarken takındığın tavırda tuzu biberi oldu, yani ilk izlenim olarak senden pek hoşlanmadım.”

“O an keşke kalbimin içini görebilme fırsatın olsaydı. Yıllardır kalbimde gizli tuttuğum kadın karşımdaydı, kokusunu çok yakından solumuştum, belki de konuşma tanışma fırsatı yakalayacaktım ama sevgilisi vardı. Orada sana herkese takındığım tavrı takınmak zorundaydım. Sevgilisi olan birine yan gözle bakmak yeteri kadar utanç vericiydi zaten. Kendimi dizginlemem gerekiyordu İnci.”

Boran’ın sesindeki kırılganlık, kelimeleri daha da ağırlaştırıyordu. Onu sadece bu mevzu açıldığında böyle savunmasız gördüğümü fark ettim. Her zaman dimdik duran, güçlü ve soğukkanlı Boran gitmiş, yerine kalbinin derinliklerini saklamaktan yorulmuş bir adam gelmişti.

Bakışlarını üzerimden çekmiyip adeta gözlerimin içine kazımak istercesine bana bakıyordu. Onun gözlerinde yanan o çaresizliği gördükçe içimde tuhaf bir acı kabardı.

“Bir de babam vardı.” Diye fısıldadım. Başını salladı anında. “Dedim ya sevgilisi olan bir kadına yan gözle bakamazdım, onu kalbimden çıkarmam gerekiyordu. Ama olmuyordu. Baban ve abin gibisindir diye düşündüm. Sonuçta ikinizi de o yetiştirdi. Bilmiyordum ki olanları, seni Sardun dedenin büyüttüğünü. Yani bir zamanlar Adnan Aral’ın eşini aldattığını biliyordum tabii ama sonucunun böyle olduğunu bilmiyordum. Sende onlar gibi ol istedim, öyle düşündüm. Bende böylece kolay vazgeçebilirdim senden. Ama olmadı, sen karşıma geçtiğin an sana o şekilde davransam bile duygularım canlıydı benim.”

Boran’ın sözleri yüreğime ince bir bıçak gibi saplanıyordu. Babamın gölgesi, abimin varlığı, adımızla taşınan bütün yük… hepsi bir anda üzerime çöktü. Oysa ben yıllarca kendi yalnızlığımda, dedemin gölgesinde büyümüştüm. Boran’ın beni onlarla bir tutmuş olması… haklıydı belki, bilmediği bir geçmişin içinde kendi doğrularına tutunmuştu. Ama yine de içimde buruk bir sızı bıraktı.

Dikkatle onu dinlerken Boran güldü. “Sardun dede sanki anlamış gibi baş başa olduğumuzda konuyu sana getirirdi. Tepki vermemek, daha fazlasını istememek için çok direnirdim. Bir şey anlasın istemezdim ama bilmiyorum.” Dediğinde uzun zamandır dile getirdiği o cümleyi söyleyiverdim. “Belki de dedem o yüzden beni sana emanet etti Boran, belki de o yüzden sevebilirsen sev dedi. Çünkü içinde var olan sevgiyi görüyordu. Sadece açık açık söyleyemiyordu.”

Aralarındaki ilişkiyi bilmediğimden o ses kaydını duymak içime çok oturmuştu, dedeme çok kızmıştım. Giray ve Korkut’un dinlettiği ses kaydından sonra düşmüştü aklıma bu ihtimal. Şimdi Boran’ın cümleleriyle de pekişiyordu açıkçası.

“Belki de.” Dedi ve düşünceli bir tonda ekledi. “Belki de ben daha kabullenmek istemezken o fark etti içimdeki yangını.” İçimden bir ses, dedemin gerçekten de öyle olduğunu söyledi. İnsanların kalplerine bakmayı bilen, duyguları sözlerden daha önce okuyan bir adamdı. Belki de Boran’la aramızdaki bağı çoktan sezmişti.

“Sonra dedemin ses kaydıyla evlenme teklifi etmeye karar verdin…” dediğimde başını salladı. “Evet, Lucas şerefsizi artık hayatında değildi. Bende emanetine en doğru şekilde sahip çıkmak istedim. Ama içimde en ufak umut kırıntısı yoktu biliyor musun? Ama yine de gerçek Boran’ı belki seversin diye sana gerçek yüzümü, daha doğrusu en sevdiklerime olan yüzümü göstermek istedim.” diye burukça gülümsediğinde içim yandı. Gözlerim istemsizce dolmaya başladı.

Ben gördüğüm o adama aşık olmuştum zaten. İçten, doğal, samimi, güven kokan, her daim beni destekleyip arkamda olan, incitmemek için uğraşan, yüklerimi paylaşan, hatta çoğu zaman benim yerime onları omuzlayan adama.

Boran’ın gözlerinin içine baktığımda bütün bunları görüyordum. O dışarıya sert, mesafeli, ulaşılmaz bir adam gibi görünüyordu belki. Ama bana gösterdiği yan bambaşkaydı. Kalbini bana açtığında, aslında içinin ne kadar yumuşak olduğunu ne kadar çok sevebildiğini görmüştüm ve ben, işte o adama âşık olmuştum.

“İyi ki gösterdin…” diye mırıldandım titreyen bir sesle. “İyi ki pes etmedin Boran, iyi ki benim gibi bir kadının sevilebileceğini, tekrar güvenebileceğini gösterdin. Türkiye’ye döndüğümde hep geri dönmeyi diledim çünkü ben buraya ait değildim. Ama sen bana aslında nereye ait olduğumu gösterdin, bunu kabullenmem çok zor oldu ama şimdi ait olduğum limandayım.”

Boran elindeki çatalı bırakıp bakışlarını üzerime dikti. Gözlerinde öyle bir sıcaklık vardı ki, kalbimin içini kavuruyordu. “Ve ben…” dedi yavaşça, “o liman olduğum için her gün şükrediyorum.”

Gözlerim daha da dolarken artık dayanamayarak sandalyemi geriye ittim ve yanına yürüdüm. Masanın karşısında oturmak yetmiyordu, o an ona dokunmak, yakınında olmak istiyordum. Boran şaşkın bir gülümsemeyle başını kaldırırken yanına ulaştığımda usulca kucağına oturdum. Kolu anında belime dolandı sanki orası benim en doğal yerimmiş gibi.

Hiç beklemeden iki avucumu da sakallarına yaslayarak dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Boran önce nefesini tuttu, sonra bütün gövdesiyle bana karşılık verdi. Dudaklarımızın buluşması öyle sahici, öyle alışılmış bir yakınlıktı ki, kalbim yerinden çıkacak gibi attı.

Kolu belimi daha da sıkarken beni kendine çekti. Bir anlığına bütün dünya sessizliğe gömüldü: ne sofrada duran yemeklerin kokusu, ne dışarıdan gelen sesler… hiçbir şeyin önemi yoktu. Sadece biz vardık.

Öpüşmemiz bittikten sonra alnımı onun alnına yasladım. Dudaklarımda hâlâ onun sıcaklığı duruyordu. Gözlerim kapalı, kalbim tarifsiz bir huzurla doluydu. “Sen benim mucizemsin.” diye fısıldadı Boran derinden, boğuk bir samimiyetle. Burnunun ucu burnuma dokunurken, o söz kalbime ağır ağır işledi.

Gülümsedim, gözlerimden süzülen yaşı baş parmağıyla silerken karşılık verdim. “Ve sen benim en güzel yol arkadaşım, dostum, her şeyimsin…” dedim.

Boran’ın kahkahaya yakın bir nefesi dudaklarımdan kaydı. Eliyle belimi sıkıca tutarken mırıldandı. “Biliyor musun, sofrada yemeklerin durması umurunda değil. Seninle böyle oturmak, böyle hissetmek… işte gerçek ziyafet bu.”

Ben de gülmeye başladım ama gözlerim hâlâ buğuluydu. “Ama yemekler soğuyacak.” dedim göğsüne başımı yaslarken. “Varsın soğusun.” diye mırıldandı saçlarımın arasına. “Sen yanımdayken ben hep tokum.”

Sözleri hem güldürdü hem de kalbimi öyle sıcacık doldurdu ki, istemsizce dudaklarına tekrar bir öpücük kondurdum. O an, sofradaki yemeklerden ya da dışarıdaki hayattan çok daha önemli olan tek şey, kollarında hissettiğim o aitlik duygusuydu. Boran’ın kucağında, kollarının arasında, kalbinin tam üstünde… ben en doğru yerdeydim.

 

◔◔◔

Akşam yemeğinin ardından Boran’ı salona göndermiş kendimde bulaşıkları toplamıştım. Biraz mızıkçılık yapsa da ikna olduktan sonra işimi hızlıca halletmiş ikimize birer tane Türk kahvesi yapmıştım. Şimdi elimde tepsiyle salona girerken salonda olmayan adamla kaşlarım çatıldı.

Nerede olduğunu anlamaya çalışırken salona gidip tepsiyi sehpaya bıraktım. “Boran?” diye seslendiğimde ilk önce ses gelmemesi meraklanmama neden olurken birkaç dakika içinde sesini işittim. “Buradayım bir tanem…” Bakışlarım dış kapıya kaydığında Boran’ın bana doğru geldiğini gördüm.

“Nereden geliyorsun?” Merakla ona bakarken karşılık verdi. “Fatih’e bir şey söylemem gerekiyordu. Onu söyledim.” Verdiği cevapla gözlerimi devirirken mırıldandım. “İşten ayrılamıyorsun bir türlü. Bari şu iki gün rahat dur.”

Boran küçük bir tebessümle bana yaklaşırken elimle kahveyi işaret ettim. “Hadi, bak kahveler soğuyacak.”

“Geldim güzel karım, geldim.” Ondan önce davranıp salondaki koltuğa otururken Boran’da yanımdaki yerini aldı. Hiç beklemeden sehpadan fincanını alırken kahveden bir yudum içti ve gözlerini kapattı. “Çok iyi geldi biliyor musun?”

“Biliyorum…” dedim küçük bir tebessümle. Artık ona neyin iyi geldiğini, neyi sevdiğini, neyin rahatlattığını adım kadar biliyordum. Boran muzip bir biçimde bana bakarken bende kahvemi elime alarak ona doğru döndüm. “Şöyle karşılıklı kahve içmeyeli ne çok olmuştu değil mi?”

Boran başını salladı cümlemle. “Yavuz Demirhanlı, Derin derken evimize dönemedik ki. Şöyle sadece senin gözlerine bakmayı çok özledim.” Başımı yana doğru eğerek küçük bir tebessüm ettim. “Bende… Ama olsun. Onlar senin ailen, desteğe ihtiyaçları vardı.”

“Bizim ailemiz.” Dedi Boran anında. Buruk bir tebessüm ederek başımı salladım. Bizim ailemiz… Kardeşleri kardeşim, babaannesi babaannem olmuştu. Haklıydı. Onlar da benim ailemdi artık.

“Biliyor musun küçükken çok özenirdim kalabalık ailelere.” Dedim gülümsemeye çalışarak. “Yani bizde büyük bir aileydik ama biliyorsun olanları.” Dedim başımı yere eğerek. Babam, annem olmamıştı hiç. Dedem, abim ve kardeşim… Çekirdek aileydik.

Bir anda çenemde Boran’ın sıcacık elini hissettim. Çenemi usulca kaldırdığında göz göze geldik. “Artık senin de büyük bir ailen var. Ben varım…” Elimi elinin üzerine yaslayarak gülümsedim. “İyi ki varsın…”

“Böyle düşünmek seni üzüyorsa şöyle düşün.” Dedi birden. Neyden bahsettiğini anlamaya çalışırcasına gözlerine bakarken tebessüm etti. “Kendi büyük ailemizi kurarız.” Burnumdan sesli bir nefes verdim gülerek. Bu konunun ne zaman açılacağını düşünüyordum bende. “Hiçbir ihtimali kaçırmam diyorsun yani.” Dedim imayla.

Boran başını salladı. “Tabii ki.” Dedikten sonra hevesle konuştu. “İnci bir düşünsene, ikimizin canından, kanından parçalar… Şimdi düşünmek bile içimi kıpır kıpır yapıyor benim.” Boran’ın gözlerinde öyle bir ışık vardı ki… sanki içinde binlerce yıldız birden yanmıştı. Heyecanı sesine vuruyordu, elleri hâlâ elimdeydi ama parmak uçları titriyordu hafifçe. Onu böyle görmek… tarif edemeyeceğim bir şeydi. İçimde yıllardır kıpırtısız duran o buruk boşluk sanki bir anda renklenmeye başladı.

“Bak, düşün bir…” dedi yavaşça, gözlerini gökyüzüne çevirip hayal kurar gibi. “Minicik elleri olacak. İlk defa 'baba' diyecek, sen de onu kucağına alıp ninniler söyleyeceksin. İkimizin karışımı… hem senin bakışlarını alsın isterim hem de inatçılığını.” diye güldü hafifçe.

Durmayarak gülümsemesini bile bölmeden devam etti. “Sabahları uyanınca yatağımıza koşacak. Üçümüz birden o yatakta yorgan kavgası yapacağız… Sonra kahvaltı hazırlarken sen yumurta kırarken o da masanın altında dolanacak, bir şeyleri devirecek illa. Sen kızar gibi yapacaksın ama kıyamayacaksın.”

Konuşurken sanki gerçekten o anları yaşıyormuş gibiydi. Hayal değildi onun için, bir hedef gibiydi. Kalbimde bir sıcaklık yayıldı. “Parkta ilk adımlarını atacak ama sadece sana doğru. Hep sana…” dedi gözlerime bakarak. “Çünkü biliyorum, seni bir kez gören, bir daha başka kimseye yönelmez.”

Yutkundum. Bu kadarına hazır değildim belki ama… istemiyor da değildim. Gözlerim dolduğunu fark edince, başımı hafifçe yana doğru eğdim göz temasımızı kesmeden. Çok güzel hayallerdi. Uzak değildim asla ama yakında değildim.

“Sana benzeyen bir kız çocuğu…” diye fısıldadığında düşüncelerimden sıyrıldım. “Böyle yeşilin en güzel tonuna sahip gözleri olacak, güzelliğini ve tatlılığını senden alacak. Senin minik bir kopyan…” Tebessüm ederken mırıldandım. “Peki oğlan olursa?”

Boran birden ciddileşti ama bu ciddiyet derin bir şefkat içeriyordu. “Oğlan olursa… ona bir erkeğin duygularından kaçmaması gerektiğini öğreteceğim. Babamın bana öğretemediği her şeyi, güçlü olmanın hissetmekten korkmamak olduğunu ve en önemlisi sana yani bir kadına nasıl saygı duyması gerektiğini öğretirim. Onu, bir kadını koruması için değil olduğu gibi sevmesi ve desteklemesi için büyüteceğim. Benim gibi.”

“Bu dünyaya bir Boran Demirhanlı daha lazım tabii ki.” Dedim gururla. Boran gamzesini belli edecek şekilde içtenlikle gülümserken karşılık verdi. “Bu dünyanın İnci ve Boran Demirhanlı’nın aşkının en somut haline ihtiyacı var.”

Gülümseyerek ona bakarken iç geçirdim. Boran o an tekrar konuştu. “Düşüncelerini biliyorum.” Dedi anlayışla. “Anlıyorum da. Ama senden tek bir şey istiyorum, bir düşün.” Dedi gözlerimin içine bakarak. “Bir düşün. Sadece bir kez olsun, korkuların olmadan düşün.” Başımı salladım söylediğine karşılık.

Düşünecektim tabii ki. Ama o “düşün” dediğinde, aslında içimde bir şeyler çoktan düşünmeye başlamıştı bile. Sanki kelimeleriyle yüreğime minik bir tohum bırakmıştı Boran. O tohum filizlenmeyecek gibi değildi.

Gözlerim hâlâ onun gözlerinde asılıydı. O gözlerde acele yoktu, baskı yoktu. Sadece bir sabır, bir şefkat… Belki de beni en çok etkileyen de buydu. Çünkü yıllardır birilerinin benden bir şey “istemesi” hep bir yük gibi gelmişti. Ama Boran’ın istediği şey, yük değil; hayaldi.

O an dudaklarımda çok hafif bir gülümseme belirdi, kendiliğinden. Boran hemen yakaladı o gülümsemeyi. “Bak.” dedi fısıldar gibi, “İşte bu bakış var ya… Sadece bu bile bana yeter. Sen bana böyle baktıkça, ben bütün dünyayı senin için yeniden kurarım.”

Gülüşüm daha da büyürken mırıldandım. “Birlikte kuracağız o dünyayı.” Dedim inançla. Tüm kalbimle inanıyordum buna. Boran’ın gülümsemesi de büyürken koluyla beni kendine doğru çekti.

Göğsüne yaslanırken gözlerimi kapatarak başımı göğsüne yasladım ve kalp atışlarını dinledim neredeyse her gün olduğu gibi. Boran’ın dudaklarını saçlarımda hissettiğim an, içimde bir şeyler yerli yerine oturdu. Huzur... her yerde aradığım, hiçbir yerde tam bulamadığım o his... işte şimdi buradaydı. İlmek ilmek içime işliyordu.

Huzur demek Boran demekti uzun zamandır benim için. Sevgi, şefkat, merhamet, aşk… Hepsi kollarına sığındığım, kalp atışını dinlediğim adamın bana getirdikleriydi. Sadece kalp atışlarını duymak, sessizliği paylaşmak bile bazen en büyük güçtü, en sevdiğim yanıydı.

Başımı biraz daha yaslayıp derin bir nefes aldım. Yarın ne getireceğini bilmiyordum ama bu anı hissetmek, ayakta durmaya yetiyordu…

 

◔◔◔

Yazarın anlatımından,

Bahadır merdivenlerden yukarı doğru çıkarken adımlarını sert bir biçimde atmaya devam etti. Zihninde tonlarca düşünce vardı ve bunlardan en bariz olanı İnciydi. Amcası hisseleri ona verdiğinde gücü elinde tuttuğunu sanmıştı. Gücün İnci’nin ona gelmesini sağlayacağını düşünmüştü belki ama yanılmıştı. İnci’nin sözleri hala daha kulağında yankılanıyordu sarhoş olmasına rağmen: Ben Boran’ın karısıyım

Yediremiyordu, hazmedemiyordu. İçindeki duyguyu sevgi zannediyordu ama değildi, takıntıydı tam anlamıyla. Amcasının da destek çıktığı bir takıntıydı. İnci hakkında ne düşünürse düşünsün amcası onun arkasında olduğu için İnci’ye yan gözle bakma konusunda haklı görmüştü kendini hep. Ama şimdi hisselerin devriyle, Adnan Aral tüm hissesinin gidişinin hırsını yeğeninden çıkarmış ve onunla ilişkisini kesmişti tamamen.

Fatih onu döve döve ikna etmişti. Dayağa ikna olmazdı ama ellerindeki koz imzalaması için yetmişti sözleşmeyi. Amcası gibi kumar batağına düştüğünden elindeki hisseleri kaybetmemek için evrakta sahteciliğe yönelmişti. Aldığı senetlerle oynamıştı, bankalardan gelen evrakları kendince değiştirmişti, bazı rakamları silip yeniden yazmış, bazı tarihleri geriye almış, eksik imzaları kendince tamamlamıştı.

Tabii oynadığı kumarhanenin başındaki adam ile Boran’ın arasındaki ilişkiyi bilmeden yapmıştı tüm bunları. Amcası o kumarhanenin müdavimi olduğundan ona ayrıcalık tanınacağını düşünmüştü fakat devran dönmüştü. Amcası hapishanedeydi ve ona bu ayrıcalığı veren masanın bir üyesi olmaktan çıkmıştı. Kaldı ki o masanın başında artık Boran vardı ve her şey onun istediği gibi ilerlerdi.

Koridorda ilerleyip kapısı açık olan odaya doğru girip masanın başında oturan adama doğru yaklaşmaya başladı. Arkadaşlıklarının, daha doğrusu çıkarlarının ortak olduğu bir planın adımlarını yeni atmışlardı. İkisi de birbirini tanımıyordu, tek ortak yanları çıkarlarıydı. O da; İnci ve Boran’dı.

Biri İnci’yi istiyordu, biri Boran’ı.

“Kendi evlerindeler. 3 gündür evden bile çıkmıyorlar.” Bahadır hırsla konuşurken istemsizce zihnine dolan düşüncelerle kinlendi. Ardından ekledi. “Sana İtalya’ya gittiklerinde yapalım bu işi dedim, beklettin beni.”

“Sakin ol.” Dedi karşısındaki adam. Kendisi sakinliğini koruyordu. Onun için bu, öfkenin bir gösterisinden öte değildi; plan hâlâ yürüyordu ve bu planın parçaları, Bahadır’ın duygularından çok daha önemliydi. Yine de, Bahadır’ın gözlerindeki takıntıyı görmekten kendini alıkoyamadı. İnci’nin ve Boran’ın adları, bir stratejinin ötesinde, iki tarafın da hırsını besleyen birer simge hâline gelmişti.

Bahadır, masanın etrafında bir adım daha attı, yumruklarını sıkarken genç adamın tepkisini ölçüyordu. Genç adamın sakinliği, Bahadır’ın sabrını daha da zorluyordu. Ama o, duyguların planları sabote etmesine izin veremezdi. Her hareketi, her kelimesi, önceden hesaplanmış bir stratejinin parçasıydı.

Masadaki adam, kalemi masaya koymadan önce derin bir nefes aldı ve sessizce karşılık verdi. “Bekletmek zorundaydım. Her şeyi doğru yapmazsak, işin sonunda hiçbirimiz kazanamayız.”

“Sen planının işe yarayacağından eminsin yani bu kadar.” Bahadır’ın sorusu masadaki adamın üzerinde kısa bir duraklama yarattı. Adam başını hafifçe kaldırdığında gözleri Bahadır’ın gözlerine kilitlendi ve soğukkanlı bir ifadeyle yanıt verdi. “Emin olmak… asla. Ama riskleri hesapladım. Her hamle, her adım, olasılıklarla ölçüldü. Senin sabırsızlığın kadar, benim de stratejim var.”

Bahadır dudaklarını sıktı ve masaya yumruğunu vurmaktan vazgeçmedi ama hareketi artık hırsla değil, dikkatle yönlendiriliyordu. “Peki… ya İnci?” diye sordu, sesi alçalıp yükselerek karışık bir öfke ve takıntıyı taşıyordu. “Boran’ı bir kenara bırakıp onun üzerinde oyun mu oynayacağız?”

Adam hafifçe gülümsedi kalemi parmakları arasında döndürerek. “İnci bir araç. Ama onu yanlış kullanırsak, Boran da oyundan çıkar. İkisini aynı anda kontrol etmeliyiz. Senin hırsın… seni kör edebilir, Bahadır. Dikkat et bu konuda. Karşılarına çıkma, dikkatleri üzerine toplama.”

“Sevdiğin kadını başkalarının kollarında hayal etmek kör etmesin de ne yapsın, sen söyle. Boran’ı yok etmek istiyorum.”

Adamın gözleri aniden sertleşti, kalemi masaya hafifçe vurarak sessizliği böldü. “Boran’ı yok etmek istiyorsun… Boran’ı yok etmenin tek yolunu sende biliyorsun zaten. Her şey plana uygun olacak, zaten yapılan şeyden sonra Boran yok olacak.”

“Umarım öyle olur, yoksa ben kendi istediğimi yaparım. Haberin olsun.” Dedi Bahadır kararlılıkla.

Adam başını hafifçe eğdi, kalemi parmakları arasında çevirirken gözlerini Bahadır’dan ayırmadı. “Kendi istediğini yapmak… o yol seni yalnız bırakır, Bahadır. Plan dışına çıkarsan sonuçları sadece sen hissedersin. Her şey plana uygun ilerlerse Boran düşer, sen kazanırsın. Ama sen hırsını kontrol edemezsen…”

Bahadır dudaklarını sıkarken gözlerindeki öfke ve kararlılık birbirine karıştı. “Hırsım mı? Hırsım sadece sonuca götürür. Sonuç Boran’ın yok oluşu ve İnci’nin bana gelmesi. Başka hiçbir şey umurumda değil.”

Adam sessizce kalemi masaya bırakıp derin bir nefes aldı ve ciddi bir tonla konuştu. “O zaman izle ve bekle. Plan uygulandıktan sonra geri dönüş yok.” Bahadır başını salladı, gözlerindeki ateş daha da parladı. “İzleyeceğim ve bekleyeceğim… ama unutma, sonunda istediğimi elde eden ben olacağım.”

Koridorun sessizliği, iki adamın arasında bir gerginlik hattı gibi gerilmişti. Plan başlamıştı; artık sadece zaman ve hamleler belirleyiciydi. Bahadır’ın gözleri bir an için genç adamın gözleriyle çarpıştı. Kin ve hırsla dolu bakışlar, anlaşmaların ve oyunların arasında gidip geliyordu. O an, ikisi de biliyordu ki, ne Bahadır’ın takıntısı ne de genç adamın soğukkanlılığı, onları geride bırakmayacaktı. Sadece amaçları vardı; İnci ve Boran’ı kendi çıkarları doğrultusunda kontrol altına alıp amaçlarına ulaşmak…

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Umarım bölümü beğenmişsinizdir…

‣‣‣ İnci ve Boran sahneleri nasıldı? Hoşunuza gitti mi? Kısa, geçiş sayılabilecek bir bölümdü. Yine de bence İnci ve Boran okumaya doyduk diye düşünüyorum…

‣‣‣ Yazarın anlatımından olan kısım hakkında ne düşünüyorsunuz? Bahadır’ın karşısındaki adam kim? Planları ne? Tahminlerinizi, teorilerinizi merakla bekliyorum…

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…

Bölüm : 29.10.2025 12:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...