
🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...
🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen...
37.Bölüm
İnci Aral Demirhanlı'nın anlatımından,
Zaman, kavisli bir nehrin akıntısı gibi durdurulamaz bir şekilde akıyordu ve biz de o nehrin sükûnet bulmuş kıyılarıydık. Günlerin koşusu, artık bir kaçış değil hayatın doğal devinimiydi. Boran'ın omzundaki o yara, bir daha asla unutulmayacak çetin bir tecrübeyi fısıldıyordu ama artık acıyla değil, hayatta kalmanın gururuyla konuşuyordu. Geceleri uyurken bile, teninde bıraktığı hafif girinti, benim için tehlikenin atlatıldığına dair sessiz bir mühürdü.
Zümra Babaannemizin evi, baharın tüm cömertliğini üzerine çekmişti. Sanki Boran'ın iyileşmesiyle baharın gelişi bir olmuştu. Tekrardan bu eve adım attığımızda kışın kasveti, yerini altın rengi bir aydınlığa ve huzurun ağır kokusuna bırakmıştı. Havada, yeni açan hanımellerinin balımsı tatlılığı ile toprağın o taze, yeni uyanmış kokusu birbirine karışıyordu. Oysa daha birkaç hafta önce, bu avlu, gerginliğimizin soğuk nefesiyle buz tutmuştu.
Zaman, acımasız olduğu kadar merhametli de bir hekimdi. Bize sadece iyileşmeyi değil, o acının bir daha gelmeyeceğine dair içten bir inanç da bahşetmişti. Bu inanç, bahar güneşinin çıplak bir dala hayat vermesi kadar kesindi.
Şimdi bu evde, o hızlı günlerin tek bir tortusu kalmıştı. Bize, hayatın ne kadar kırılgan ama aşkın ne kadar inatçı ve sağlam olduğunu göstermişti. Bahar, göğsümün tam ortasında, taze bir nefes gibi büyüyordu.
"Cihan abiyi dün mutfakta gördüm, bir gözü kapalı mama hazırlıyordu." Gamze'nin cümlesiyle birlikte aylar önceki konuşmalarımız aklıma geldiğinde gülmeden edemedim. Defne'nin her ne kadar tereddütleri de olsa bence Cihan çok iyi bir baba olmuştu. "Sağ olsun benim yerime mutfağa o iniyor geceleri." Dedi Defne, Gamze'yi onaylayarak. Ardından ekledi. "Korktuğum gibi olmadı."
"Abilerimi yedirmem yalnız ben, Cihan abimin çok iyi baba olacağından emindim." Derin gururla göğsünü kabartırken ona doğru baktım. Artık en azından sohbetimize katılıyordu, bizimle konuşuyordu. Bazen sinirli olabiliyordu, üstesinden gelemediği meselelerde sinirleniyordu ama ilk günkü gibi değildi çok şükür.
"Şaşırttı beni." Defne, Derin'e bakarken Derin güldü. "Hayat şaşırtır hep bazen..." Kendince sosyal medyada akım olan şarkıyı söylerken bu sefer salonda kahkaha sesleri yayıldı. Hepimiz uzun süre sonra ilk defa bu kadar içten gülüyorduk.
"Eee İnci?" Defne bana doğru baktığında başımı iki yana salladım. "Ne ee'si Defneciğim?" desem de konunun nereye geleceğini biliyordum. "Sizden bekliyoruz güzel haberler." Diye tam tahmin ettiğim gibi konuyu açtığında cevap verdim. "Biz yeni evli sayılırız."
Söylediğim cümleyle Derin karşılık verdi. "Bir yıl olacak değil mi? Daha dün gibi." Zihnime istemsizce bu eve geldiğim ilk an gelirken gülümsedim. "Evet, gerçekten zaman çok hızlı geçiyor."
Derin'in sesi, zihnime bir buğu gibi çöktü ve istemsizce bu eve, Boran'la yaşadığımız o sürpriz, şaşkınlık ve telaş dolu nikâh gününe ışınlandım. Sanki her şey, hızlı akan bir rüyanın parçasıydı; o anki gerginliği, Boran'ın elimi tutuşundaki o sarsılmaz güveni... Tüm o zorlu başlangıca rağmen, doğruluğunu sorgulamama rağmen şu an aldığım kararın en doğru karar olduğunu biliyordum.
"Nasıl şaşırmıştık ama haberi alınca." Dedi Defne heyecanla. Ardından ekledi. "Gerçi ben eltim olacağı için sevinmiştim." Diyerek bana baktığında Derin onayladı. "Bende sevinmiştim, nihayet bir yengem daha oluyordu. Açıkçası seni tanımıyorduk ama abim bugüne kadar hiçbir kız ismi geçirmediği için seni getirdiyse çok seviyor demekti ve anında kabullendim onun mutluluğu için."
Boran gerçekten böyle kardeşleri olduğu için çok şanslıydı. Keza ailesi de öyleydi. Tabii bazı istisna kişiler vardı ama onlar da kaideyi bozmazdı. Bende çok memnundum böyle bir ailem olduğu için.
"Açıkçası bende sizi isim olarak biliyordum ama çok gerilmiştim." Diye itiraf ettiğimde Defne güldü. "E haklısın yani görümcelerin, eltin, kayınbiraderin. Kalabalık bir ailen oldu birden." Dediğinde onayladım. "Öyle oldu ama ben halimden çok memnunum."
"Bizde." Dedi Gamze tebessümle. Onun ilk günlerde takındığı tavrı düşündüğümde bu söylediği pek samimi gelmiyordu ama şu anki durumumuza bakıldığında gerçekten mutlu gibiydi bu durumdan. O da değişiyordu.
Çaylarımızı yudumlayıp mazideki sürprizli günlerin tatlı anılarını bir nakış gibi işleyerek sohbetimize devam ederken salonun kapısında beliren kocamın silueti ile tüm dikkatim sarsılmaz bir mıknatısın çekimine kapılmışçasına ona kaydı. Boran...
Kapı pervazına yaslanmış, sırtından vuran gün ışığı yüzünden bir anlığına bir gölge gibi görünse de, onu her milimetresiyle tanıyordum. Boran'ın da kapıdan bakar bakmaz, kalabalık odayı taramadan, doğrudan gözleri beni bulmuştu.
Aradığını bulmuş olmanın verdiği o derin, gizlenemez sevinç, önce Boran'ın gözlerinin kenarlarında küçük, minicik çizgiler oluşturdu, sonra da bakışlarına yansıyan yumuşak bir parlaklık olarak yayıldı. Bu, bana özel bir an, sadece ikimizin bildiği sessiz bir anlaşmaydı. Yüzüne küçük bir tebessüm yerleşirken, sesi tok ve huzur doluydu. "Nasılsınız hanımlar?"
"İyi insan lafın üzerine gelirmiş, hoş geldin abicim." Derin oturduğu yerden kalkarken Boran hafifçe kaşlarını çattı. "Hayırdır, benim dedikodumu mu yapıyordunuz?" Boran'ın bu sorusu üzerine Derin, elini ağzına kapayarak kısık bir kahkaha attı. "Yengem seni şikâyet ediyordu."
Derin'in bu beklenmedik cümlesiyle şaşkınca ona baktım. Saniyeler içinde beynim, neyi şikâyet etmiş olabileceğimi bulmaya çalışırken Boran'ın kapı pervazından ayrılıp avcı edasıyla salonun ortasına doğru yürüdüğünü fark ettim. Muzip bir biçimde, gözlerinin içi gülerken bana doğru baktı. O bakış, 'Sen misin beni şikâyet eden?' der gibiydi ama sesinde en ufak bir ciddiyet kırıntısı yoktu. Bu, sadece aramızdaki güvenli limanda atılan zararsız bir oltaydı.
"Öyle mi İnci Hanım?" diye sordu sesini alçaltıp benim duyabileceğim ama Derin'in mizah sınırlarında kalacak bir tona indirerek. Salonun ortasına geldi, bakışları o kadar yoğundu ki, oturduğum koltukta bir karıncalanma hissettim. "Belki de..." diye cevap verdim muzipçe.
Bu cevap Boran'ı beklenmedik bir anda yakalamış olmalıydı. Dudaklarının kenarı yavaşça yukarı kıvrıldı, yüzünde yenilgiyi kabul etmeyen, tutkulu bir gülümseme yayıldı. Aramızdaki bu kısa anlık söz düellosu, sanki salonun atmosferindeki havayı bile daha yoğunlaştırmıştı. Defne ve Derin, bu gizli bakışmalarımızı fark etmiş olmalıydı ki, aniden sessizleştiler.
Boran bakışlarını benden çekerken Derin'e doğru yöneldi. "Hiç pas vermiyorsun fıstık, nasıl gidiyor?" Derin abisine ilerleyerek sarılırken Boran'da hiç beklemeden sarıldı ona. "Ne olsun abi, vizelerden anca başımı kaldırdım biliyorsun." Dediğinde Boran başını salladı. "Biliyorum biliyorum, neyse ki bitti artık." Dedikten sonra Gamze'ye doğru bakıp konuştu. "Var mı tatil planınız?"
Gamze ile Derin birbirlerine bakarlarken Derin heyecanla konuştu. "Olabilir mi?" Ardından bakışları bana doğru döndü. "Ha yenge olabilir mi?" Bana bakarak kastettiği şey seansıydı. Başımı salladım onaylamak amacıyla. "Olur hayatım, seansların iki haftada bir sonuçta. Gitmeden uğrarsın doktoruna, 1 haftada dönmüş olursunuz."
"Bir haftalık tatil yeter zaten, devamsızlık açısından." Boran okulunda önemli olduğunu vurgularcasına konuşurken Derin başını salladı. "Yeter tabii yetmez mi? Yeter değil mi Gamze?" Gamze de heyecanla ona bakarken başını salladı. "Yetmez mi? Yeter de artar."
"Siz peki, sizde gelecek misiniz? Yoksa biz baş başa mı gideceğiz Gamze ile?" Derin, merakla abisine bakarken Gamze de gözlerini kırpıştırıyordu. Boran ikisine bakarak cevap verdi. "E 18 yaşınızı geçtiniz, başınızın çaresine bakarsınız diye düşünüyorum. Siz Gamzeyle gideceğiniz yeri kararlaştırın, ben ayarlarım."
"Bir tanesin sen!" Derin heyecanla abisinin yanağını öptükten sonra elini Gamze'ye doğru uzattı. "Hadi gel, gözlerimizi kapatıp haritaya parmak basalım." Şakacı şekilde konuşurken Gamze'de oturduğu yerden kalkıp Derin'in elini tuttu.
Ardından Boran'a dönüp konuştu. "Teşekkür ederiz Boran Abi." Minnettar bir biçimde konuşurken Boran içtenlikle gülümsedi. "Rica ederim, hak ettiniz. İkinizin de ortalamaları çok iyi." Gamze'de Derin'de gururla gülümserken el ele salondan çıktılar.
Boran o sırada bana bakıp göz kırparken bende gülümsedim ona. O sırada Defne konuştu. "Bize de bir kıyak geçersin artık Boran abi."
"İstediğiniz tatil olsun ama Ata daha küçük diye teklif etmedim." Derken Boran'ın tüm dikkati, pusette gözleri açık bir biçimde, merakla etrafı izleyen yeğenine doğru yönelmişti. Onun o anki odaklanması, bir avcının hedefine kilitlenmesi gibiydi; ancak bu kez, hedefi saf sevgiydi.
Yavaşça pusete doğru ilerledi. Hızlı adımları, aniden bir durağanlığa dönüşmüştü. Eğildi, önce minik eli nazikçe okşadı ve sonra onu kucağına alışını izlerken kalbim sanki yerinden çıkacak gibi oldu. Göğsümde, adını koyamadığım, ılık ve coşkulu bir duygu dalgası yükseldi.
O güçlü kollarında küçücük bir bedeni öyle bir şefkatle kavradı ki, içim eridi. Boran'ın yüzündeki o sert, kararlı hatlar, Ata'nın minik varlığı karşısında anında yumuşadı. Gözlerinin kenarında beliren o minik kırışıklıklar, şimdi sadece şefkatten ve hayranlıktan başka bir şey değildi. Gözümün önünde sadece bir amca değil, bir baba olabilecek kadar merhametli, hazır ve derin bir adam vardı. İçime dolan bu görüntü, Derin ve Defne'nin 'güzel haber' imalarından çok daha güçlü, çok daha gerçek bir cevap gibiydi.
Boran, Ata'yı göğsüne yaslayıp minik başının kokusunu içine çeker gibi bir an durdu. Sonra mırıldandı. "Nasılmış benim aslan parçam?"
Defne gülümseyerek "Ne hikmetse sende hiç ağlamıyor. Bize huysuzlanıyor, sana gelince susup gülüyor." dedi. Sesinde hem hayranlık hem de küçük bir kıskançlık vardı. Boran, Ata'nın minik ellerinden birini avucunun içine alırken Ata sıkıca parmağına sarılınca gözleri parladı. "Hisseder." dedi yumuşacık bir sesle. "Sevildiğini, güvende olduğunu bilir. Küçücük ama kalbi kocaman."
Defne şakacı bir tavırla "Madem bu kadar iyisin, bize de bakıcılık yaparsın artık Boran abi. Benim kollarım bazen ağrıyor, oysa sende dakikalarca uslu duruyor," dedi. Boran kahkaha atarak, "Hiç sorun değil. Yeter ki bu küçük bey bana gülümsesin," diye karşılık verdi. Gerçekten de Ata o sırada minik bir ses çıkardı, ardından Boran'ın gömleğini minicik elleriyle çekiştirmeye başladı.
Boran, Ata'yı severken bir an duraksayarak Defne'ye döndü. "Ciddi söylüyorum, eğer tatil programınız varsa şirkettekilere talimat veririm. Ata işin şakası." Ciddi bir şekilde konuşurken Defne tebessüm etti. "Şimdilik planımız yok açıkçası, bir ara Uludağ'a gidelim istiyorduk ama şimdi Ata üşür orada. Biraz daha büyüdüğünde yaparız, henüz çok küçük."
"Nasıl isterseniz." Dedi Boran onaylayarak. O anda Ata'nın ağlamaya başlamasıyla birlikte Boran güldü. "Nazar değdirdik küçük adama, bak ağlamaya başladı." Direkt olarak annesine doğru uzatırken Defne yavaşça kucağına aldı oğlunu. Ardından yüzünü buruşturarak karşılık verdi. "Altını doldurmuş yine, ben bir değiştireyim. Akşam yemeğinde görüşürüz."
Bana bakarken küçük bir tebessüm ederek başımı salladım. "Görüşürüz." Başka bir şey söylemeden yanımızdan ayrılırken bakışlarım Boran'ı buldu. Gözleri, kapıdan çıkan Defne ve Ata'nın ardından yavaşça bana döndü. O anki sessizlik, az önce yaşanan tüm konuşmalardan, tüm şakalardan daha anlamlıydı.
Boran'ın yüzünde, Ata'yı kucağına alışının bıraktığı yumuşak, düşünceli bir ifade asılı kalmıştı. Gözlerindeki parlaklık, az önceki gururlu amca ve muzip koca karışımının bir devamıydı. Bana doğru birkaç adım atarken "Şikâyetler," dedi, sesi eski tok tınısına dönmüştü ama şimdi bir fısıltı kadar yakındı. "Yarım kaldı, İnci Hanım ve ben, yarım kalan hiçbir şeyi sevmem."
Ellerimi göğsüne yaslarken tebessümle baktım gözlerine. Elleri anında belimi kavrarken karşılık verdim. "Şikâyet ettiğime ne çabuk inandın, seni sevdiğimi söylüyordum belki."
Boran'ın yüzündeki o muzip ifade, anında derin bir ciddiyete dönüştü. Sanki o an, zamanın tüm hızı tamamen durmuştu; sadece biz, sadece bu yakınlık ve bu sözler vardı. Bakışları, gözlerimde bir saniye bile ayrılmadı, sanki ruhumun en derin köşesini okuyordu.
"O zaman," deyip aşını yavaşça eğdi, dudakları kulaklarıma değecek kadar yaklaştı. "O zaman, bunu şikâyet etme biçimin çok... etkileyici." İstemsizce gülümserken elimle yakasıyla oynamaya başladım ve aynı zamanda konuştun. "Erken geldin, beklemiyordum."
"Bence tam zamanında geldim..." diye karşılık verdiğinde başımı salladım. "Hoş geldin kocacım." dedim fısıltıya yakın bir sesle.
Boran'ın gözleri gülümserken birkaç saniye öylece bana baktı, sanki gözlerimden kalbime dokunuyordu. Sonra yavaşça belimi kavrayarak bedenlerimizi birbirine yasladıktan sonra yüzüme doğru eğilerek konuştu.
"Senin yanına gelince hep hoş buluyorum," dedi derinden gelen sesiyle. Gözlerimi ondan alamadım. İçimde tarifsiz bir huzurla birlikte bir ürperti yayıldı. Dudaklarımda istemsiz bir tebessüm oluşurken bende onun gibi mırıldandım. "Öyle mi?"
Boran, belimdeki elini aşağı yukarı hareket ettirirken onayladı. "Öyle... Eve girmek, kapıyı açmak önemli değil, sadece senin yanında evime gelmişim gibi." Kalbim hızla çarpmaya başlarken gözlerimden taşan mutluluğu gizleyemedim. "O zaman evine hoş geldin." Diyerek parmaklarımın ucuna yükseldikten sonra kollarımı ensesine sarıp sıkıca sarıldım.
Kollarımı ensesine sardığımda Boran'ın nefesi saçlarımın arasına karıştı. Sıcaklığını bütün hücrelerimde hissediyordum. O güçlü kolları belimi daha da sıkıp beni gövdesine yasladı. Kalbim onun kalbinin ritmini duyacak kadar yakındı artık.
"İyi ki geldim." diye fısıldadı kulağımın dibinde, sesi öyle yakın ve derindi ki tüylerim diken diken oldu. Sonra dudaklarını boynuma doğru bastırırken derin bir nefes çekti ciğerlerine. Koklayarak öpmesi, sakallarının tenimi çizmesi huylandırırken güldüm.
Boran başını omzumdan çekerken elimi tutarak konuştu. "Üzerimi değiştireyim, sende gününün nasıl geçtiğini anlat bana. Tüm gün sesini duyamadım." Tüm gün konuşmamıştık, Boran'ın günü biraz yoğun geçmişti bugün. Toplantıları vardı. Benimse sakindi. O yüzden şaşırmıştım zaten erken gelmesine.
"Hadi çıkalım." Dedim elini sıkıca kavrayarak. Birlikte asansöre binip kısa sürede odamızın bulunduğu kata çıktıktan sonra odamıza ilerledik.
İçeri girdiğimizde oda hafif loş ışıkla doluydu, perdeler yarı açık bırakılmış akşam güneşi zemine yumuşak bir altın rengi serpiştirmişti. Boran, kapıyı kapatıp üzerini değiştirmek için birkaç adım geri çekilirken bende gözlerimi onun üzerine sabitledim. Sanki o yorgunluğu, toplantıların sıkıcılığını bir anda unutmuştu; yüzü rahatlamış, omuzları gevşemişti.
Gardıroptan kendine rahat bir şeyler çıkartırken bende yatağa oturdum ve onu izlemeye başladım. Aynı zamanda da konuştum. "Tüm gün danışanlarımla birlikteydim, kâh ağladım, kah güldüm." Diye söze başladığımda Boran bana doğru bakış attı. "Psikologlar danışanlarını dinlerken ağlıyor mu?"
Omzunun üzerinden bana bakarken buruk bir tebessüm ettim. "Tabii ki ağlamadım, lafın gelişi o. Sadece bazen çok üzüldüğüm anlar oluyor."
"Bunu duyduğum iyi oldu." Derken üzerindeki gömleği çıkarmaya koyuldu Boran. Neden dercesine ona bakarken merakımı gidermek adına cevap verdi. "Kendi dertlerin yetmiyormuş gibi bir de onlara dertleniyorsan sana bir terapi de benim yapmam gerekir."
Cümlesiyle kaşlarım çatılırken mırıldandım. "Nasıl bir terapiymiş bu?" Meraklı bir biçimde ona bakarken Boran düğmelerini açarak yanıma doğru ilerledi. Boylarımızı eşitlemek amacıyla hafifçe eğilirken yüzüme yaklaştı ve dudağımı öptü uzunca. "Böyle mesela." Dedikten sonra çenemle boynumun bitiş noktasına bastırdı bu sefer dudaklarını, sonra konuşmadan bu sefer boynuma bastırdı. "Böyle öpücüklerle."
Gözlerimi kapatmış kendimi ona bırakırken mırıldandım. "Bu sanki terapiden çok başka bir amaç için yapılıyormuş gibi geldi..." Boran burnundan sesli bir nefes verirken cümleme karşılık verdi. "Sonuçta o amaç düşüncelerinin üzerini çizebilecek bir güçte, aklının sadece benimle dolmasına birebir diye düşünüyorum. Dışarıdaki stres, yoğunluk, günün tüm karmaşası... kayboluyor. Sadece biz kalıyoruz."
O an içimde öyle bir sıcaklık ve huzur hissettim ki, kelimeler yetmezdi anlatmaya. Başımı hafifçe geri çekip gözlerimi açtım ve ona baktım. "Sanırım... bu terapiyi daha sık uygulamak lazım." dedim gülümseyerek
Boran hafifçe kafasını yana eğdi, gözlerindeki derin bakışla beni süzdü. "Bunu uygulamak için bir plan yapmamız gerek, değil mi?" dedi. Sesi tatlı bir alaycılıkla karışık ama içten ve sıcaktı. Bense dudaklarımı ısırarak gülümsedim. "Bence de. Ama... bu terapinin yan etkileri olabilir, mesela kalp atışları hızlanabilir, nefes dengesini kaybedebilirsin ve... belki biraz daha fazla gülümsemek zorunda kalırsın."
Boran kahkaha atmadan duramadı. Hafifçe omzumu okşarken parmaklarını belime dolayarak daha da yaklaştı. "Tüm bunlar benim için sorun değil," derken sesi yumuşak ama kararlıydı. "Hatta sanırım buna ihtiyacım var." Kalbimin ritmi onunla uyumlu bir şekilde atıyorken aklım tamamen bu anın içinde kaybolmuş gibiydi. "Bu terapi... belki de günün en iyi kısmı olacak ikimiz içinde." Diye fısıldadım.
Boran dudaklarının kenarını hafifçe kıvırıp alnını benim alnıma yaklaştırdı. "O zaman... terapimize başlayalım," dedi ve o sözle, gözlerinde parlayan küçük bir gülümsemeyle dudakları tekrar dudaklarımla buluştu.
Yönlendirerek hafifçe yatağa uzanmamı sağladığında vücudumun yatağın yumuşaklığına gömüldüğünü hissettim. Boran da üzerime eğilip ağırlığının büyük kısmını kollarına vererek kolunu yatağa yasladı. "Tamamen rahatla." dedi alçak bir sesle, ama bu kez kelimelerden daha fazlası vardı tonunda; güven verici bir ritim, neredeyse bir melodi gibi... Her hareketi özenli ve ölçülüydü, acele etmiyor ama kontrolü tamamen elinde tutuyordu.
Dudakları dudaklarımdan ayrılırken yönünü ezbere biliyormuşçasına boynuma ilerledi. Başımı hafifçe yana çevirip ona daha iyi bir alan açarken, tırnaklarımı enselerine doğru usulca sürttüm. Bu küçük karşılık, onun üzerimdeki etkisinin ne kadar yoğun olduğunu anlatıyordu. Öpücükleri yavaş yavaş çenemden boynuma, ardından omuzlarıma ve köprücük kemiği hattıma doğru ilerledi. Her temas, günün tüm yorgunluğunu ve zihnimdeki yoğunluğu silip alıyordu. Boran'ın her dokunuşu, bir terapistin nazikçe çözdüğü gergin bir düğüm gibiydi.
Gözlerimi kapattım. Boran'ın kokusu ve teninin sıcaklığı, beni sarmalayan bir kalkan gibiydi. Bu an, tüm hayat koşuşturmacamızın, tüm endişelerimizin ortasında bulduğumuz dingin bir limandı.
Boynumun hassas noktasında oyalanırken, dudaklarının arasından sıcak bir nefes bıraktı. Ardından, boynumdaki o tatlı acı eşliğinde, öpücüklerinin izlediği rota daha da cesurlaştı. Bir elinin parmak uçları yavaşça tişörtümün kumaşının altından sırtıma doğru kayarken diğer eli belimde sıkıca duruyordu.
Boynumdan askılı tişörtün açık bıraktığı dekolteme doğru dudaklarını kaydırırken bir yandan da parmak uçlarıyla kıyafetimin askılarını nazikçe tutup aşağı kaydırmaya başladığında odanın kapısından aniden bir tıklama sesi geldi. Boran ani sesle irkilirken bedenini üzerime bırakarak başını boynuma gömdü ve boğuk bir sesle mırıldandı. "Sikeceğim böyle işi."
"Ayıp." Diyerek omzuna vurduğumda Boran başını kaldırıp hırsla kısık sesle konuştu. "Asıl onların yaptığı ayıp. Ulan bunlar yeni evli diye hiç düşünmez mi insan!"
Bir an sessizlik olduğunda Boran sinirle üzerimden kalktı. "Bitti bu iş, Derinler tatilden gelsin artık eve dönüyoruz. Rahat rahat sevemiyoruz karımızı, böyle yaşanır mı?" Şikâyet ede ede konuşurken kapıdan gelen tıklanma sesiyle gözlerini devirdi. "Ben duşa giriyorum!" diye homurdandı, bir yandan da hızlı adımlarla banyoya yöneldi.
Boran'ın ani tepkileri, öfke ve tatlı sinir karışımı halleri... hepsi bir araya gelince bu sahne hem komik hem de içtenlikle sıcacık olmuştu. Gülerek yataktan kalkarken aynadan kendime bakıp üzerimi düzelttim. Ardından kapıya yaklaşarak araladım.
Kapıda Derin'i gördüğümde şaşkınlıkla baktım ona doğru. Eğer Derin direkt kapıyı açsaydı yakalanacağımız hal gözlerimin önüne gelirken yanaklarımın kızardığına yemin edebilirdim. İyi ki açmamıştı kapıyı. "Yenge kusura bakma rahatsız ediyorum." Diye mahcupça bakarken gülümsedim. "Ne rahatsızlığı?"
"Abim burada mı?" Meraklı bir biçimde içeri bakarken başımı iki yana salladım. "Duşta, bir şey mi oldu?"
"Ben aslında şey diyecektim, tatile bizimle Mert'te gelse. Yani koruma amaçlı. Zaten abim tek göndermez bizi, illaki biri gelecek. Mert olsa bu." Dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Çok zor bir ihtimaldi bu. Boran asla göndermezdi. "Abin buna izin vermez sende biliyorsun..."
Derin dudaklarını büzdü cümlemle. "Biliyorum ben söylesem izin vermez, zaten söylemeye yüreğim de yetmez. Ama sen söylersen belki izin verir." Dediğinde yutkundum. Derin'i kırmak istemiyordum ama mümkün değildi bu. "Abin bu konuda çok katı biliyorsun, beni dinleyeceğini pek sanmıyorum."
Kabullenerek başını salladığında ne diyeceğimi bilemedim. "Teşekkür ederim yine de. Yemekte görüşürüz." Derin başka bir şey söylemeden ilerlerken iç geçirdim. Kapıyı usulca kapatırken üzerime Boran'ın benim için aldığı şalı alarak balkona çıktım.
Akşam rüzgârı saçlarımı hafifçe dalgalandırırken uzaklardaki şehir ışıkları gözlerimi yormadan içimi rahatlatıyordu. Derin'in sözleri, Boran'ın kararlılığı... hepsi birbiriyle karışmış, içimde hafif bir ağırlık bırakmıştı. İkisinin arasında olmak çok zordu.
Boran zaten kendince yanlış olan bir meseleyi uzatmayarak anlayışlı davranıyordu, şimdi bir de bu meseleyi söylesem sinirlenirdi. Ama söylemem de gerekiyordu. Ondan bir şey saklayamazdım.
Derin düşüncelere dalmışken birden Boran'ın güçlü kolları belimden dolandı ve sıcak nefesi enseme karıştı. Arkadan sarılması öylesine doğal ve güven vericiydi ki, bir anda tüm düşüncelerim yavaşladı. "Balkonda ne yapıyorsun böyle, üşüyeceksin." diye mırıldandı derin, alçak ve kısık bir sesle.
Başımı omzuna doğru yaslarken karnımın üzerindeki elinin üzerine elimi koyarak konuştum. "Asıl sen üşüyeceksin, içeri girelim." Kolundan çıkarken elini bırakmadım ve odaya ilerlettim. O sırada Boran merakla konuştu. "Kimmiş gelen?"
"Derin." Dedim gizlemeden. Boran hafifçe kaşlarını çattı cümlemle. "Ne istiyormuş?" Sorusuyla yutkunarak duraksadım. Sessiz kalmamla Boran merakla bana bakmaya devam ederken gözlerine bakıp cevap verdim. "Söyleyeceğim ama sinirlenmeyeceksin."
"Böyle söyleyince daha da sinirleniyorum." dedi, sesi alaycı ama öfke ve merak karışımıydı. Bense dudaklarımı birbirine bastırıp cevap verdim. "Koruma amaçlı Mert'in de onlarla gitmesini istiyormuş, sana söylememi rica etti." Dediğimde Boran'ın kaşları daha da çatılabilirmiş gibi çatıldığında gözlerindeki öfkeyi gördüm. "Bu kız beni deli edecek." Diye homurdandı.
Sessiz kalarak başımı hafifçe salladım ve yutkundum. İçimden bir ürperti yükselmişti; Boran'ın öfkesi ciddiydi ama hâlâ bana karşı bir kontrolle sınırlıydı. "Zaten izin vermeyeceksin, bunu biliyordum. Derin'e de söyledim. Sadece senden gizlemek istemedim." Dedim.
"Gerçekten ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum, ben burada göz göze gelmelerini hazmedemezken bir de tatile mi göndereceğim onu? Ne münasebet. Bunu nasıl teklif edebilir, ben o kadar geniş bir adam mıyım ulan?" dedi Boran sinir ve hayal kırıklığıyla karışık bir sesle.
Hak veriyordum ona kesinlikle. Boran sakinleşmek için derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Sakinleşmeye çalışırken elimi göğsüne yasladım yanında olduğumu hissettirmek amacıyla. Boran gözlerini usulca aralarken konuştu. "Bunu hiç duymamış gibi yapacağım..." dediğinde onayladım. "Nasıl istersen."
Birkaç saniye sessiz kalmışken Boran elini yüzüme yaslayarak mırıldandı. "Aslında benim sana söylemem gereken bir şey var." Ciddi bir şekilde söylediği şeyle duraksadım. Ne olduğunu sorgularken Boran devam etti sözlerine. "Birkaç gün içinde Adana'ya gitmem gerekiyor, oradaki şirkette bazı aksaklıklar var."
İçimde hafif bir burukluk hissettim; birkaç gün ayrı kalmak fikri bile kalbimi sıkıştırıyordu. "Ne zaman gideceksin, dönüşün belli mi?" Aklımdaki iki soruyu dile getirdiğimde Boran iç çekti. "Çarşamba orada olurum. Hafta sonu şantiyeleri denetlemeyi düşünüyorum. Hafta içi dönerim gibi ama net değil."
Yani gidişine iki gün vardı. İç geçirirken Boran gözlerime baktı. "Sende gel, Adana'ya daha önce gitmediğini söylemiştin. Memleketimi görürsün." Dediğinde duraksadım. Zaten epey fazla ara vermiştim. İtalya tatili, Boran'ın vurulması derken ihmal etmiştim. Şimdi gitmek yine ihmale neden olurdu.
"Çok isterdim emin ol ama biliyorsun zaten izinden yeni çıktım, yani bir bakıma işimin patronuyum ama işler aksıyor sende biliyorsun." Dediğimde Boran başını salladı biliyorum dercesine. Yanağımı severken gözlerimin içine bakmayı sürdürdü. "Biliyorum bir tanem, o yüzden zorlayamıyorum ya seni."
Hüzünle gözlerine bakarken mırıldandım. "İlk defa ayrı kalacağız bu şekilde." Dediğimde Boran flörtöz bir şekilde göz kırptı. "Ayrılık da sevdaya dahil demişler." Dediğinde hafifçe kaşlarımı çatarak güldüm. "Sanki o ayrılık başka ayrılıktı ama."
"Bizim ayrılığımız o şekilde düşünülemez bile." Dedi Boran anında ciddileşerek. Ardından ekledi. "Gitmeden en azından konuştuğumuz gibi kız istemeyi halledelim diyorum, ne dersin?" Cümlesi şaşırmama neden olurken konuştum. "Sen ciddi miydin?"
Boran sitemle baktı bu sefer. "Ciddi olduğumu söylemiştim, birazdan yemekte babaannemlere de söyleyeceğim. Sonra abini arayıp söylersin." Dediğinde dudaklarımı araladım kararsızca. "Yani biz zaten evliyiz, garip kaçacak. Dalga konusu olacağız gibi hissediyorum."
Zümra babaanne, Derin, Cihan falan bir şey demese de Gülsüm Hanım'ın itiraz edeceğini, küçümseyeceğini biliyordum ve böyle bir duruma düşmeyi istemiyordum açıkçası. Zaten çok mutlu bir evliliğimiz vardı. Bunlar prosedürdü ve olmazsa da sorun değildi.
Boran iki eliyle yüzümü avuçları arasına aldığında ikna edercesine gözlerime baktı. "Dalga falan geçemezler, babaannem anlayışla karşılayacaktır. Eminim kardeşlerimde senin abinde öyle karşılayacaktır. Gerisi önemli değil. Ayrıca biz böyle karar vermişiz, onlara ne?"
"Ne bileyim..." deyip sustuğumda Boran yaklaşıp burnumun ucundan öptü. "Her şey çok güzel olacak, bana güven." Dediğinde küçük bir tebessüm ettim. Kendimden çok ona güvenirdim zaten. "Güveniyorum..." Boran cümlemle gülümserken elini yanaklarımdan çekip elimi tuttu. "Hadi inelim o zaman."
El ele odamızdan çıkarak salona doğru ilerlemeye başladık. Aşağı indimizde Zümra babaannenin masanın düzenini kontrol ettiğini gördük. "Gelin yavrularım." İçten bir biçimde bize bakarken Boran babaannesine yaklaşarak konuştu. "Nasılsın Zümra Sultan? Konuşamadık hiç."
"Ne olsun oğlum, öyle geçinip gidiyoruz." Dedi Zümra babaanne. Zaman her şeyin ilacı olduğu gibi ona da ilaç olmuştu. Toparlanmış sayılırdı. Ardından ekledi. "Sen nasılsın?"
"İyiyim bende ne olsun, iş güç." Dediğinde Zümra babaanne iç geçirdi. "İş güç hiç bitmiyor değil mi?" Burukça baktıktan sonra ekledi. "Hadi oturun, şimdi herkes gelir."
Boran benim için sandalyemi çekerken Zümra babaannenin mutfağa gidişini fırsat bilerek uzanıp yanağını öptüm. Boran memnunca kendi sandalyesini çekerken bende benim için çektiği sandalyeye oturarak masaya bakındım. Her şey yine çok güzeldi.
Zümra babaannenin dediği gibi dakikalar içinde herkes masadaki yerine geçtiğinde çorba servisimiz başladı. O sırada Derin'in meraklı bir biçimde ısrarla bana baktığını fark ettim. Neyi sorduğunu biliyordum. O yüzden kimseye belli etmeden başımı iki yana sallarken dudaklarını büzerek üzgün bir ifadeyle baktı. Gözlerini kırpıp açıp teşekkür edercesine baktıktan sonra bakışlarını benden çekerek masaya döndü.
Çorba servisinin ardından hepimiz çorbalarımızı içerken Boran'ın bakışlarını üzerimde hissettim bu sefer. Konuyu açıyorum dercesine işaret verirken gözlerimle onay verdim ancak hala tereddütlerim vardı. Gergindim.
Boran'ın genzini temizlemesiyle bakışlar ona dönerken Boran konuştu. "Çarşamba günü Adana'ya gidiyorum." Cümlesine giriş yaptığında Zümra babaanne şaşırarak baktı ona. "Hayırdır oğlum, sorun mu var?"
"Ufak tefek pürüzler babaanne, halledilemeyecek bir şey değil." Kendinden emin bir şekilde konuşurken Zümra babaanne gururla baktı ona. "Güvenim tam sana, halledersin." Dediğinde Cihan merakla abisine baktı. "Çok mu kalacaksın abi?"
"Bir hafta kadar diye düşünüyorum eğer bir şey çıkmazsa." Boran ona cevap verdiğinde Cihan onayladı. O sırada Boran tekrar konuştu. "Gitmeden önce yapmak istediğim bir şey var."
Herkes ne olduğunu merak edercesine Boran'a bakarken Boran masanın üzerindeki elimi tuttu ve benden cesaret alıp konuştu. "Biliyorsunuz bizim İnci ile evliliğimiz aniden gerçekleşti, kuru bir nikahla evlendik. Hiçbir prosedürü tamamlamadık. Birbirimizi çok seviyorduk, aileler de birbirleriyle sıkıntılı olduğu için birlikte yapılacak hiçbir işe girişmedik. Ama şimdi işler değişti. Ben içimizde hiçbir şeyin kalmasını istemiyorum. O yüzden İnci'yi abisinden isteyelim diye düşündüm."
Boran'ın cümlesi ortaya bomba gibi düşerken herkes sessiz kaldı. Dudaklarımı birbirine bastırarak gergince masadakilere bakarken Zümra babaanne gülümsedi. "Bu anın hiç gelmeyeceğini düşünmüştüm, sizi sık boğaz etmemek için sormadım ama çok iyi düşünmüşsünüz."
"Allah aşkına anne ne diyorsun sen? Evleneli bir yıl olmuş, bir de evli kadını mı isteyeceğiz?" Gülsüm Hanım alaylı bir şekilde konuşurken iç çektim. Tam olarak bahsettiğim buydu ve söylediğim başıma gelmişti. Zümra hanım, Gülsüm hanıma dönüp ters bir biçimde bakmaya başladı. "Çocuklar böyle uygun görmüş Gülsüm."
"İşimiz çocukların uygun görmesine kaldıysa..." dedi Gülsüm Hanım alayla. Ardından ekledi. "Boran'ı bu masanın başına geçirdin iyi hoş dedik. Ama bence bu kadarı şımarıklık, istemede kalıversin." Cümleler birer birer boğazıma dizilirken ne diyeceğimi bilemedim. Belki de haklıydı.
"Bu seni neden bu kadar rahatsız etti hala? İstemiyorsan gelmezsin." Boran sert bir biçimde halasına bakarken Gülsüm Hanım sadece Boran'ın yüzüne bakmakla yetindi, bir şey söylemedi. O sırada Derin'in sesini duydum. "Ay abime kız isteyeceğiz, yaşasın. Açıkçası abim tuzlu kahveyi içemedi diye üzülmüştüm."
"Sen kimin tarafındasın acaba?" Boran halasına bakarken takındığı o sert ifadesini yumuşatıp kardeşine bakarken Derin güldü. "Yengemin tarafındayım, kadın dayanışması."
Söylediği söz ortamı yumuşatır gibi olduğunda Cihan yamuk bir gülümsemeyle baktı abisine. "Ben tuzlu kahveyi içerken bana gülmüştün, işte intikamımı alacağım o gün geldi. Bende yengemden tarafım."
Onların böyle destek olurcasına konuşması içimi biraz olsun ferahlatırken Defne gülerek bana baktı. "Hayatım siz böyle plan yapıyorsunuz ama İnci belki kıyamayacak kocasına." Dediğinde Cihan başını iki yana salladı. "Kocası değil, orada abim kız istemeye gelen damat konumunda. İnci'de acımayacak." Diye bana kaş göz yaparken istemsizce güldüm.
"Ne meraklıymışsınız sizde." Boran sitemli bir biçimde konuşurken Cihan omuz silkti. "Devran döndü abi, kusura bakma. Şimdiden ayağını denk al. Ben bir Egemen abiyle konuşayım, vermesin kızı." Dediğinde Boran kaşlarını çattı. "Kim kimi vermiyor, nikahlı karım o benim."
Boran'ın çıkışıyla gözlerimi belerterek ona baktım. Boran hala çatık kaşlarla kardeşine bakarken Derin ellerini birbirine vurdu. "Allah'ım çok heyecanlandım, hemen alışveriş yapalım. Ne zaman gidiyoruz?" Bana doğru baktığında cevap verdim. "Abimle henüz konuşmadım, konuştuğumda haber veririm size."
"Anlaştık." Derin keyifle bize bakarken bu konu üzerinden sohbet dönmeye devam etti. Aynı anda hem sohbet edip hem de yemeğimizi yerken Boran'a takıldı bakışlarım. O da bana bakıp her şey yolunda dercesine gözlerini kırparken bende küçük bir tebessüm ettim karşılığında.
İçimde garip bir heyecan vardı hem tedirgin hem de meraklı bir sevinç... Sanki gelecek belirsizliğine rağmen kalbim biraz hafiflemişti. O an, masadaki gürültü ve sohbetin arasında, Boran'ın varlığı bana güven veriyor, istemsiz bir mutluluk yayıyordu içime...
Yemekten sonra ben direkt olarak odama çıkmıştım. Yengemle abime söyleyecektim kararımızı. Boran'da benimle gelmişti odaya. Odadaki kanepeye oturarak telefondan yengemin numarasını tuşlayarak hoparlöre aldım Boran'ın da duyması için.
Telefon birkaç çalışta açılırken yengemin tatlı sesi yankılandı. "Efendim canım?"
"Nasılsın yengecim?" diye sorduğumda karşılık verdi. "Ne yapalım, Göktuğ paşayla uğraşıyoruz. Siz ne yapıyorsunuz, Boran nasıl?" Bakışlarım kocama döndüğünde küçük bir tebessüm ettim. "İyiyiz bizde, bildiğin gibi." Dedikten sonra ufak bir sessizliğin ardından konuştum. "Aslında ben bir şey söyleyecektim size."
"Söyle canım." Dediğinde heyecanla yutkundum. "Abim yanında mı?"
"Hm hm." Yengem benim özel bir şey söyleyeceğimi düşünerek sorumu abime çaktırmamak için uğraşırken istemsizce gülümsedim. Çok düşünceli kadındı. "Hoparlöre alabilir misin, söyleyeceğim ikinizi de ilgilendiriyor."
"Aldım canım." Yengem merakını belli eden bir tonda karşılık verirken derin bir nefes alarak konuştum. "Biz Boran ile bir karar verdik, biliyorsunuz evliliğimiz aceleye gelmişti. O yüzden düşündük ki yani kendi aramızda ufak bir isteme mi yapsak?"
Heyecanımdan nasıl konuşmam gerektiğini bilemeyerek cümlelerimi toparlarken karşı taraftan püskürtme sesi duyuldu. "Ay Egemen ne yapıyorsun ya!" Yengemin sinirli ses tonu, püskürten kişinin abim olduğunu belli ederken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Boran'da başını başka tarafa çevirmişti ve eminim ki bıyık altından gülüyordu.
"Abi?" diye mırıldandığımda geniz temizleme sesini duydum ilk önce, sonra da kendi sesini. "Kız isteme, yani seni isteyecekler. Bizden." Algılamaya çalışırcasına konuşurken onayladım. "Evet."
"Boran her şeyi çabuk ulaştı diye sinirlenmiştim, isabet oldu." Diye karşılık verdiğimde şaşkınlık tüm bedenimi sardı. Böyle bir cevabı beklememiştim açıkçası. "Nasıl yani, şimdi sen tamam mı diyorsun?" diye teyit ettiğimde abim karşılık verdi. "Tabii ki de tamam diyorum, yarın gelsinler. Adam hiç zahmetsiz nikahı bastı kardeşimize, şimdi böyle bir şeye karar vermişsiniz tabii ki olur diyorum. Ben tek kız kardeşimin mürüvvetini böyle alelacele görmek istemem sonuçta."
"Aylarca bugünü beklemişte haberimiz olmamış." Yengem gülerken bende istemsizce güldüm. "O zaman ben söyleyeyim, yarın geliriz." Dediğimde abim hızla karşı çıktı. "Ne yarın gelmesi güzelim, sen bugün geliyorsun. Kendi istemene onlarla gelmeyeceksin herhalde."
"Ne?" Bu tepki tabii ki Boran'dan gelmişti. "Ooo damat beyde buradaymış." Abim alaylı bir tonda konuşurken ekledi. "Şaşıracak bir şey yok, madem her şey usulüne göre olacakmış İnci bugünden abisinin evine gelecek, yarın görüşürsünüz artık. Şimdi yola çıkıyorum."
Boran ağzı hafiften açık kalmış bir biçimde telefona bakarken kaşlarını çattı. İkimizde bunun sonucunun böyle olacağını düşünmemiştik. "Yarın sabahtan geleyim..." diye mırıldanırken abim tekrar konuştu. "Olmaz, her şeyin bir usulü var sonuçta. Bir gün ayrı kal ne olacak, hem siz evli olmasanız isteme günü gece yine yan yana olmayacaktınız. O anın heyecanını yaşayacaktınız, ben size yaşayamadıklarınızı yaşatayım diye diyorum."
"Tabii, kesin öyledir." Dedi yengem gülerek. Abim ise ekledi. "Sen hazırlan, dediğim gibi yola çıkıyorum." Dediğinde itiraz ettim. "Sen gelme ta oradan, Mert bırakır beni."
Cümlemle Boran bana baktığında abimin cümlesini duydum. "İyi, bekliyoruz."
Telefonu kapatırken Boran sıkıntılı bir nefes vererek başını geriye doğru attı ve kanepenin sırtına yaslandı. "Bunun böyle sonuçlar yaratacağını bilseydim hiç girmezdim, ne demek bu gece yanımda olmayacaksın?" Boran sitemli bir şekilde konuşmaya devam ederken küçük bir tebessüm ettim. "Bir gececik hayatım, hem ondan sonra bir hafta ayrı olacağız. Bize de alıştırma olur."
"Zaten o yüzden diyorum ya, ne gerek var. Zaten ayrılacağız. Vazgeçelim bu işten." Diye mızmızlanırken istemsizce güldüm. Oysa dakikalar önce çok kararlıydı bu mesele için. Şimdi vazgeçelim diyordu. "Bir gececik sevgilim, hem abim haklı. O anı yaşamak istiyorsak o günün şartlarına uymalıyız."
Boran'ın gözlerimin içine bakarken yüzündeki huzursuzluk ifadesi, kalbimin bir yanını burkarken diğer yanını ısıtıyordu. Boran'a doğru biraz daha sokulduğum sırada sesini duydum. "Elini ver." diye mırıldandığında, usulca uzattım. Parmaklarımı kendi avucuna alıp sıkıca kavradı. "Ben seni bir gün bile bırakamam, anlıyor musun? Bir gün bana bir ay gibi gelir."
Gözlerimi kırpıştırırken dudaklarımda hafif bir gülümseme belirdi. "O kadar abartma, sadece bir gece. Hem sen iş gezisine gidiyorsun, orada da ayrı kalacağız." dedim ama sesim de titremişti. Sanki onun hissettiği özlemi şimdiden ben de hissetmeye başlamıştım.
Boran kaşlarını hafifçe çattı, bakışlarını gözlerimden ayırmadan konuştu. "İş gezisi başka, bu başka İnci. Orada iş var, meşgul oluyorum. Ama şimdi... sen yanımdayken, seni bilerek göndermek... çok zor geliyor bana."
Sözleri içimde ince bir sızı bıraktı. Onun bu kadar bağlı oluşu, bazen beni ürkütse de daha çok güvende hissettiriyordu. Elini avucumda sıktım, sesim neredeyse fısıltıya dönüşmüştü. "Belki de bu özlem, bizi daha da güçlü kılar. Yarın birbirimizi gördüğümüzde... eminim çok daha özel hissedeceğiz."
Boran derin bir nefes aldı, sonra başını iki yana sallayarak gülümsedi. "Aklımı karıştırıyorsun. Bir yanım haklısın diyor, diğer yanım seni bırakmak istemiyor." Gözlerimi ona dikerek gülümsemeye çalıştım. "Bana güven, daha güzel olacak. Yarın gerçekten istediğimiz gibi bir 'kız isteme' yaşayacağız. Bizim günümüz olacak. Bunu sen istemedin mi zaten?"
Bir süre sessizlik oldu. Sanki söylediklerimi sindiriyor, mantık ile kalbinin kavgasını çözüme kavuşturmaya çalışıyordu. Sonra derin bir nefes aldı, gözlerini kapatıp başını salladı. "Peki." dedi sonunda dudaklarının kenarında zoraki bir tebessümle. "Ama şunu bil; yarın seni orada görünce, içimde tutmam. Ne adetmiş ne usulmüş... ilk fırsatta elini tutarım, kimse kusura bakmasın."
Onun bu cümlesiyle boğazımda bir düğüm oluştu. Güldüm. "Tam bir Boran hareketi işte..."
Başımı omzuna yasladım. Sessizlik içinde geçen dakikaların ardından içimdeki heyecan, korku ve mutluluk birbirine karıştı. Bir günlüğüne ayrı kalacak olsak da yarın gerçekten bizim hikâyemizin bir parçası olacak. Ve o anı düşündükçe, kalbimde tarifi mümkün olmayan bir coşku yükseliyordu.
"Ben götüreyim ama seni." Dedi Boran nice sonra. Ardından ekledi. "En azından kapıya kadar... Oradan sonrası tamam ama seni kendim bırakmadan içim rahat etmez."
Başımı kaldırıp ona baktım. Dudaklarının kenarında ısrarcı ama sevgiyle yoğrulmuş bir ifade vardı. Gözlerindeki o kararlılığı bildiğim için gülümsemekle yetindim. "Boran, abim zaten tetikte bekliyor. Görürse emin ol laf dokundurur, yani buna hazırlıklıysan olur." Dediğimde omuz silkti. "Umurumda değil, ben senin eşinim, yanında olmamdan daha doğal ne olabilir ki?"
Sözleri kalbime sıcacık dokundu. Dudaklarımı birbirine bastırarak içimde yükselen kahkahayı bastırmaya çalıştım. Onun bu çocukça ısrarı, aslında bana olan sevgisinin en saf haliydi. Başımı salladım. "Tamam o zaman." Derken oturduğum yerden kalktım. "Ben hazırlanayım."
Sanki ayağa kalkmam bile onun için ayrılığın ilk adımıymış gibi bana bakışlarının ağırlığını üzerimde hissederken kalbim biraz daha sıkıştı. Dolaba yönelip çantamı çıkardım. Ne giyeceğime bile karar verememiştim; heyecandan parmaklarım titriyordu. Abimin evine giderken sanki çok özel bir törene hazırlanıyormuşum gibi bir duygu içimi kapladı.
"Bir gece için bu kadar uğraşmana gerek yok." dedi Boran, yerinden kalkıp yanıma geldiğinde. Ama sesindeki yumuşaklık, beni izlemeye doyamadığını belli ediyordu.
"Bir gece değil Boran." Derken tek gözümü kapatıp kırptım. "Bir başlangıç."
Çantama birkaç parça eşya koyarken göz ucuyla ona baktım. Kollarını göğsünde kavuşturmuş ama kaşlarının arasında hafif bir çizgi vardı. Kararlı görünse de içten içe huzursuz olduğunu biliyordum. Makyaj çantamı da yerleştirip çantanın fermuarını kapattıktan sonra başımı kaldırdığımda göz göze geldik. O anın sessizliği, boğazımda koca bir düğüm oluşturdu.
"Hazırım." dedim fısıltıyla. Boran derin bir nefes aldı, sonra çantayı elimden alıp sıkıca kulplarından tuttu. Kapıya yöneldiğimizde kalbim çılgınca atmaya başladı. Gerçekten ayrılık yaklaşıyordu. Merdivenlerden inerek dış kapıya ulaştığımızda serin bir rüzgâr yüzüme çarptı. İçimdeki heyecanla birlikte, yarının hayali kalbime sımsıcak bir umut bırakmıştı.
Bizim çıkmamızla Fatih hızlı adımlarla yanımıza gelirken Boran konuştu. "Gelmene gerek yok Fatih, ben İnci'yi Egemenlere bırakıp geliyorum." Fatih hafif şaşkınlıkla Boran'ın elindeki çantaya bakarken güldüm. "Merak etme Fatih, bir günlüğüne gidiyorum. Sandığın gibi değil." Dediğimde Fatih rahatlamış gibi baktı.
Onların üzerinde de travma bırakmıştık resmen.
Onun tepkisine istemsizce gülerken Boran ile arabaya binerek yolculuğa başladık. Arabanın içinde sessizlik hâkimdi. Boran yola odaklanmış gibi görünüyordu ama gözlerinin ucuyla sürekli bana baktığını hissediyordum. Parmaklarımın arasına sıkıştırdığı elimi bırakmamıştı, sanki bir an olsun koparsak benden mahrum kalacakmış gibi. Yol boyunca bu tutuş, ikimizin de kalbine teselli olmuştu.
Abimin evinin sokağına girdiğimizde Boran'ın yüzünde gölgelenen o huzursuzluk tekrar belirdi. Arabayı kapının önüne park ettiğinde derin bir nefes aldı. Elimi bırakmadı. "İnci..." dedi kısık bir sesle. "Burada bırakmak istemiyorum seni."
Gözlerim nemlenirken dudaklarımı ısırdım. Onun bu kırılgan hâlini görmek, içimdeki özlemi daha da büyüttü. Ama abimin otoriter bakışlarını hayal edince dudaklarıma küçük bir tebessüm yerleşti. "Boran, gözünü seveyim... abim kapıyı açtığında el ele çıkarsak var ya, bütün gece seni diline dolayacak."
O an dudaklarının kenarı kıvrıldı, gözlerinde alaycı bir parıltı belirdi. "Bıraksın dolasın, umurumda mı sanıyorsun? Benim derdim sensin."
Sustum. Çünkü bu konuda tartışmak anlamsızdı; onun sevgisinin ağırlığı zaten bana yetiyordu. Ona doğru uzanarak yanağına küçük bir öpücük bıraktım. Geri çekileceğim sırada Boran ensemden tutarak geri çekilmemi engelleyerek dudaklarımızı birleştirdi. Avuç içim anında yanağına yaslanıp sanki yerini bulmuşçasına orada kaldı. Dudaklarıma dokunuşu öylesine derin, öylesine sahipleniciydi ki, nefesim kesildi. Kalbim göğsümden çıkacakmış gibi çarparken, gözlerimi kapatıp o anın içine bıraktım kendimi.
Dudaklarımız usulca birbirinden ayrılırken alınlarımızı birbirine yasladık. Birkaç saniye sessizlik olurken başımı geri çekerek mırıldandım. "Artık gitme vakti." dediğimde göz kapakları ağır ağır aralandı, bakışları gözlerime saplandı. Dudaklarının kenarı istemsiz bir acıyla kıvrıldı. "Pekâlâ."
Arabanın kapısını açıp inerken evin kapısının açıldığını gördüm. Yengem yüzünde sıcacık bir gülümsemeyle dışarı çıkmıştı. Bizi böyle görünce belli belirsiz gülümsedi ama abimin sesini arkadan duydum. "Damadı uğurlamaya çıkmışız meğer."
Yengem hafifçe dirseğiyle abime vurdu. Ben ise hem utanıp hem gülerek arabadan indim. Boran çantamı alıp kapının önüne bırakırken abim kollarını göğsünde kavuşturmuş, alaycı bakışlarla Boran'a bakıyordu. "Hadi damat bey, yol uzun. Yarın bol bol görüşeceğiz zaten."
Boran göz devirirken abim keyifle gülümsedi. Boran son kez bana doğru baktığında elimi kaldırıp gülümsedim. "Yarın görüşürüz sevgilim." Boran iç çektikten sonra mırıldandı. "Görüşürüz." Ardından arabaya doğru ilerledi. Arabaya binip ilerlerken içimde koca bir boşluk oluştu. Sanki kalbimi arabanın içinde bırakmıştım.
Tam o anda abimin sesini duydum. "Hadi bakalım hanımefendi, yarın büyük gün. Şimdi asıl heyecan başlıyor." Yengem koluma girip beni içeri çekerken hafifçe kulağıma eğildi. "Merak etme, abini idare etmek bende. Sen sadece yarına hazırlan."
İçeri adım attığımda kalbimdeki korku, heyecan ve mutluluk bir kez daha birbirine karıştı. Yarın... yarın gerçekten bizim günümüz olacaktı. Yarın, ilk kez böyle bir olayın içinde olacaktım. Evliliğimizin ardından ilk kez ailem önünde, Boran'ın yanında resmi bir şekilde "istemeye" çıkacaktım. Bu düşünce hem heyecanımı artırıyor hem de küçük bir titreme getiriyordu.
Avucumda tuttuğum çantayı sıkıca kavradım. Sanki çantam, tüm cesaretimi ve hazırlığımı içinde saklıyordu. Aynaya baktım; gözlerimdeki parıltıyı fark ettim. Heyecan, korku ve mutluluğun karışımıydı bu.
"Göktuğ uyuyor mu?" diye merakla konuştuğumda abim onayladı. "Uyuyor beyefendi, yarın için tembihledim mızmızlanmayacak halası." İstemsizce gülerken tek kaşımı kaldırdım. "Bence sen mızmızlanması için tembihlemişsindir de neyse."
Abim omuz silkti cümlemle. "Onu da yarın görürüz."
"Odanı hazırladım canım, eğer istersen çıkabilirsin." Yengem samimi bir biçimde bana bakarken başımı salladım. "Olur." Yengem eliyle merdivenleri işaret ederken konuştu. "Ben sana göstereyim."
Merdivenlerden çıkarken abimin arkamızdan sesini duydum. "Tabii güzellik uykunu al, sürprizlere hazır olman lazım." dedi abim arkamızdan, sesi hafif alaycı ama sıcak bir ton taşıyordu. Ona doğru dönerek onayladım. "E yani kocama güzel görünmem gerekiyor."
"İnci!" dedi abim, sesi hem uyarı hem de hafif bir kahkaha taşıyordu. Onu sinir etmek hoşuma giderken omuz silktim. Ardından yengemle birlikte merdivenlerden çıkıp odama ilerledik.
Yengem koridordaki odalardan birinin kapısını açtığında ferah bir oda karşıladı beni. "Umarım rahat edersin canım, duş falan almak istersen şampuanların falan var. Abin ilk taşındığımız gün hazırladı odanı eğer dönmek istersen diye." İçimde tarifsiz bir sıcaklık hissettim. Odanın köşesindeki küçük detaylar bile, abimin beni düşündüğünü gösteriyordu zaten.
"Teşekkür ederim." Diye minnettarca yengeme bakarken o ellerimi tuttu. "Teşekkür etme, olması gereken bu. Sen bizim evimizin kızısın." Gözlerim hafiften dolarken yengem bu duygusallığı bozmak adına tekrar konuştu. "Şimdi anlat bakalım, aklında ne var? Saçın, makyajın, elbisen? Yarın alışverişe çıkalım bence. Sonra kuaför çağırırız akşam için."
"O kadarına gerek var mı? Sonuçta evliyiz biz." Dediğimde yengem güldü. "Tamam işte! Zaten bu işin en tatlı tarafı da bu. Evlisin ama kız isteme yaşayacaksın. Herkesin nasibi olmaz, kıymetini bil." Derken onun da heyecanı gözlerinden okunuyordu. "Bak, kız isteme başka bir heyecan. Abin her ne kadar alay etse de, aslında senin böyle bir şey yaşayacak olmandan çok mutlu."
Duraksadım. "Gerçekten mi?" Aslında biliyordum ama yine de teyit etmek istemiştim. Gülümsedi. "Tabii ki. Erkekler böyledir, ağızları başka söyler ama kalpleri başka atar. Sen onun biricik kız kardeşisin. Usulüne uygun olsun istiyor, hepsi bu."
Yengemin sözlerini dinlerken gözlerim doldu. Aslında bu heyecan, sadece yarın yaşayacağım anın verdiği bir duygu değildi; içinde yılların birikmiş minnettarlığı, koruma ve sevgi arzusu da vardı. Abim... Her zaman yanımda olan, her düşüşümde beni kaldıran, her zor anımda kolumu sımsıkı tutan, sesini duyduğumda güvende hissettiren kişi oydu.
Ve Doğa yengem de öyle. Her zaman yanımda, hep bana destek olmuştu. Onların bu sevgisi, abimin alaycı bakışlarının ardındaki şefkati... hepsi bir araya geldiğinde, kalbimde tarifsiz bir minnettarlık hissettim.
"Yarın Göktuğ'u abine kitleriz, bizde kız kıza alışverişe çıkarız tamam mı?" Yengem düşüncelerimden sıyrılmama neden olurken başımı salladım. "Olur."
"Anlaştık o zaman, şimdi ben seni yalnız bırakayım. Güzelce dinlen. İyi geceler." Yengem başka bir şey söylemeden odadan çıkarken arkasından baktım birkaç saniye. Ardından getirdiğim çantadan pijamalarımı çıkartarak üzerime geçirdim ve direkt olarak yatağa geçtim.
Yatağa uzandıktan sonra elime telefonumu aldıktan sonra ekrana baktım. Boran'dan mesaj gelmişti. Gülümseyerek mesaja tıkladıktan sonra ekranda yazan mesajı okudum.
"Sanırım bu gece uyuyamayacağım..."
Mesajla içim ısınırken ekrana tıklayarak bende mesaj yazdım.
"Bende... Hem çok heyecanlıyım hem de şimdiden özledim seni. Kollarında uyumaya alışmışım. Adana'ya gittiğinde nasıl baş edeceğimi sorguluyorum..."
Daha bir dakika geçmeden mesajım okundu olarak işaretlenirken gülüşüm büyüdü. Ekranda yazıyor ibaresini görüp heyecanla gelecek mesajı beklemeye koyuldum.
"Demek şimdiden özledin... Bak bu hoşuma gitti."
Mesajı okurken bu sefer bir fotoğraf gönderdi Boran. Yatağımızda yan dönmüştü. Benim yastığımı kollarının arasına almış burnunu yaslamıştı. Altında da not düşülmüştü. "Adana'ya giderken yastığını yanımda götürmeyi düşünüyorum..."
Kaşlarım çatılırken hızlıca mesaj yazdım.
"Haksızlık ama bu, benim sarılabileceğim bir yastık yok."
Birkaç dakika kadar mesaj gelmezken telefon elimde beklemeyi sürdürdüm. O sırada ekranda ses kaydediliyor ibaresi belirdiğinde içimdeki heyecan arttı. Bir dakikanın sonunda ses kaydı ekranıma düşerken mesajını okudum.
_________________⏯
"Belki kokum yok ama bu uyumuna yardımcı olur."
"Bu kıyağımı da unutma;)"
Heyecanla ses kaydını açarken Boran'ın sesini duyduğum an, kalbim öyle hızlı çarptı ki sanki göğsümde bir davul ritmi tutuyordu. Boran, hafif kısık, yumuşak ve hafif pürüzlü sesiyle sanki şarkıyı sadece benim için söylüyormuş gibi mırıldanmaya başladı.
"Sanki ilk baktığım gözlerdi gözlerin..."
Sesindeki o tanıdık sıcaklık, kalbimi sarmaladı. Hafif kısık tonuyla her kelimeyi özenle uzatışı, şarkıyı sadece notaların değil, duyguların melodisine dönüştürüyordu. Dudaklarım hafifçe aralandı; gözlerim doldu. İlk defa duyuyordum şarkı söylediğini.
"Duyduğum en güzel şarkı sesin..."
Bu dizeyi söylerken sesi bir tını daha kazandı; sanki her kelimeyi kalbime fısıldıyordu. İçimde tarifsiz bir sıcaklık yükseldi, yastığa sıkıca sarıldım, parmaklarım istemsizce yastığın kumaşına gömüldü.
"Sabah uyanmak artık başka, çok başka...
Çünkü sabahlar artık senle, hep senle..."
Boran'ın sesi bu kısımda hafifçe titriyordu, sanki o da uzakta olmanın özlemini şarkısına katıyordu. Kalbim sanki onun ritmiyle çarpıyor, nefesim kesiliyordu. Her kelime, içimde hem özlem hem de huzur bırakıyordu.
"Her şey senle... İlk aşk belki senle...
Senle, senle karışmak güzel senle..."
Sesi bazen hafifçe boğuklaşıyor, bazen de dudaklarının arasından çıkan yumuşak bir nefes gibi akıyordu. Bu ritim ve sıcaklık, beni o an hem sakinleştiriyor hem de heyecanlandırıyordu. Gözlerim kapalı, yastığa sarılmış bir hâldeyken fısıldadım. "Her şey gerçekten senle, Boran..."
"Hayaller güzel senle... Senle, senle hep senle..."
Boran'ın sesindeki o hafif kısık tını ve dikkatle uzattığı her kelime, şarkının melodisiyle birleşince içimde tarifsiz bir huzur ve sevgi dalgası yarattı. Sanki sesinin her titreşimi, kalbime dokunuyor, özlemimi ve sevgimi büyütüyordu.
Gözlerimden yanağıma doğru akan yaşları engellemedim. Fotoğrafımı çekip ona gönderirken titreyen parmaklarımla mesaj yazdım.
"Sana inanamıyorum... Beni getirdiğin hale bak."
"Eve döndüğümde dizlerinde uzanırken ya da kollarının arasında uyurken bana canlı canlı söylemezsen bozuşuruz, haberin olsun."
Attığım mesajdan sonra anında cevap geldi arka arkaya.
"Ağlaman için atmadım ama..."
"İnci bunu yapma bana, yanında değilken ağlama..."
"O gözyaşlarını silememe ihtimali ellerimin uyuşmasına neden oluyor..."
"Eğer ağlamaya devam edersen silerim mesajı."
"Ben sesimle uyursun diye attım onu."
"Tamam ağlamıyorum, siliyorum hemen gözyaşlarımı."
"Tüm gece bunu dinleyeceğim, sesinde huzur bulacağım..."
"Her şey seninle Boran... Her gece, her sabah, güldüğüm veya ağladığım her an... İyi ki seninle."
"İyi ki İnci'm. İyi ki..."
"Hadi kapat gözlerini, yarına çok işimiz var bak."
"Sonra sabaha gözlerin şişerse karışmam."
"Niye şiş gözlerle sevmez misin beni?"
"Aşk olsun..."
"Aşk oldu zaten... Aşkın en güzeli seninle oldu."
"Ayrıca her halinle severim ben seni ama kıyamam."
"Bende sana kıyamam, sende kapat gözlerini."
"Yanında olduğumu hayal et, ben öyle yapacağım."
_________________⏯
(Seni çok çok çok seviyorum canımın içi, tatlı rüyalar. Akşam senin kollarında olacağım anı iple çekiyorum....)
"Bende seni çok seviyorum güzelim benim"
"Rüyalarımda sen varsan hep tatlılar zaten... Umarım senin rüyalarında bizli olur."
"Yarın akşamı sabırsızlıkla bekliyorum..."
Mesajı son kez okuyarak mesajlaşma uygulamasından çıkarken Boran'ın benim için attığı ses kaydını açtım tekrardan. Kalbim sanki ilk kez dinliyormuşum gibi çırpınmaya başladı.
"Sanki ilk baktığım gözlerdi gözlerin..." dizesi çalarken gözlerim doldu, dudaklarım istemsizce hafifçe aralandı. O an, sanki yıllardır beklediğim bir bakışı, tüm özlemimi bir anda hissetmiş gibiydim.
"Duyduğum en güzel şarkı sesin..." dediğinde, kulaklarımda yankılanan o tatlı tını, Boran'ın bana özel bir şarkı söylüyormuş hissi uyandırdı. Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken içimde bir sıcaklık dalgası yükseliyordu. O sesi dinlemek hem heyecanımı hem de güven duygumu aynı anda tetikliyordu.
"Sabah uyanmak artık başka, çok başka..." diye devam ettiğinde, gözlerimi kapattım. Sabahları artık onun yanımda olmasını düşlemekten başka bir şey istemediğimi fark ettim. Her sabahın onunla, Boran'la anlam kazanacağını biliyordum; bunun verdiği heyecan, tarifsizdi.
"Her şey senle..." dizesi kalbime tam anlamıyla işledi. Her şey... evet, hayatımın küçük ve büyük anları, mutluluklarım, heyecanlarım, korkularım... hepsi onunla anlam kazanıyordu. Onun yanında olmak, bana dünyanın en güvenli ve en sıcak yeri gibi geliyordu.
"İlk aşk belki senle..." sözleri geldiğinde, dudaklarımda hafif bir tebessüm belirdi. İlk aşk... belki de bu, hayatımda hissettiğim en saf, en yoğun duyguydu.
"Senle, senle karışmak güzel senle..." dediğinde yastığa daha sıkı sarıldım, ellerimle onu tutuyormuş gibi sıkıca kavradım. İçimde hem utangaç bir kıpırtı hem de tarifsiz bir güven duygusu vardı. Onunla karışmak... hayatımın tüm eksik parçalarının bir anda yerine oturması gibi bir histi.
"Hayaller güzel senle... Senle, senle hep senle..." dizesi ise tüm yorgunluğumu, tüm endişelerimi unutturdu. Hayallerim artık onun etrafında dönüyordu, sabahları, geceleri, yastığı, her anı... hepsi Boran'la daha anlamlıydı.
Gözlerim dolu dolu, yastığa sarılmış bir hâlde fısıldadım. "Her şey gerçekten senle, Boran... her şey senle..."
O an fark ettim ki, bir şarkı sadece melodiden ibaret değildi; Boran'ın sesinden çıkan her kelime, her nota, kalbimi onun ritmine teslim etmişti ve ben, o ritimde kaybolmak istiyordum, sabahı beklerken bile...
*****
Sabah uyandığımda yengem çoktan uyanmış ve mükellef bir sofra hazırlamıştı bizim için. Dördümüz bu güzel sofrada oturup kahvaltımızı yaptıktan sonra dün yengemin söylediği gibi Göktuğ'u abime bırakmış, alışverişe çıkmıştık.
Zümrüt yeşili, askıları taşlı, dizlerimin üzerinde biten ve yırtmaçlı bir elbise seçmiştim. Yorularak eve geldiğimizde abimin ayarladığı catering firmasının neredeyse her şeyi hazırladığını görmek ikimizi de rahatlatmıştı.

Kuaförü eve çağırdığımız için ikimizin saçları da makyajları da evde yapılmıştı ve akşama doğru hazır olmuştuk. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım bile o anlarda. Hem heyecan hem stres her şey birbirine girmişti. Elbiseme uygun olarak saçlarımı maşa yapılıp önlerinden toplanmıştı, makyajımda yine uygun olarak yapılmıştı.
Hazırlanıp salona indiğimizde hemen merdivenin başında dikilen abimi ve onun kucağındaki Göktuğ'u gördüm. İkisi de takım elbise giymişti. Böyle aynı giyinip yan yana durduklarında Göktuğ'un abime daha çok benzediğini fark ederek gülümsedim.
Abimde tam o sırada topuklu ayakkabı seslerini duyarak bize döndü. Bakışları ilk önce bana ardından da arkamdaki yengeme takıldığında hayranlıkla büyüdü gözbebekleri. "Bu nasıl bir mükemmel görüntü böyle..."
Merdivenleri tamamlayıp yanına ilerlerken abim hala daha ikimizden de bakışlarını alamıyordu. Hayranlıkla bize bakarken asıl bakışlarının yengemin üzerinde olduğunu biliyordum. "Halacım..." diyerek Göktuğ'u kucağıma alırken aslında asıl amacım abimle yengemi baş başa bırakmaktı.
Ben Göktuğ'u alır almaz abim yengemin yanına gidip onu elinden tuttuğu gibi etrafında döndürürken mırıldandı. "Rüyadayım sanırım..." Haklıydı, yengem gerçekten çok güzel bir kadındı. Kahverengi saçlı, kahverengi gözlü tipik bir Türk kadını gibi görünse de kendine özgü güzelliği vardı ve bir çocuk sahibi olması bile bunu gölgeleyememişti.
"Abartma canım." Yengem hafif utangaç bir tonda konuşurken ben dikkatimi onlardan çekip yeğenime baktım. Tabii ikisinin konuşma sesleri geliyordu kulağıma. "Abartılması gerekiyor ama..." dedi abim hayranca. Ardından ekledi. "Bu güzel kadın gerçekten benim karım mı?"
Yengem gülerken istemsizce bende gülümsedim. İkisinin bu halleri gerçekten çok güzeldi. "Bu yakışıklı adam da benim kocam olmalı..." yengemin cevabıyla abimin hafif sert sesini duydum. "Olmalı değil, kocan zaten."
İkisini yalnız başına bırakmak amacıyla salondan çıkarken mutfağa ilerledim. Yapılan son hazırlıkları kendimce kontrol etmeye başladım. Bir yandan da Göktuğ'a yönelik konuştum. "Halacım Bo enişten mi geliyormuş?"
Göktuğ benim söylediğimi umursamayıp kendince masadaki yiyeceklere bakıp mırıldanırken güldüm. "Ma-ma-ma..."
Tam o sırada yengemin sesi yankılandı. "İnci, mutfakta mısın hayatım?" Mutfak kapısından giren yengemle birlikte bakışlarım kapıya dönerken o bana doğru yöneldi. "Abin salonda, bir bakabilir misin?" Göktuğ'u kucağımdan aldığında onaylayarak salona doğru ilerledim.
Abimin bıraktığım yerde olduğunu görerek yanına ilerlerken yüzündeki küçük, buruk tebessümü gördüm. Sanki yılların yükü, bir anda gözlerinin kenarına çökmüş gibiydi. Ama dudaklarının kıyısında taşıdığı o tanıdık ifade... O hep bildiğim, hep sığındığım güven duygusu hâlâ oradaydı. "İnci'm..." dediğinde küçük bir tebessüm ederek baktım bende ona. "Ne kadar güzel olmuşsun böyle." Gözleri hayranlıkla yüzümde dolaşırken mırıldandım. "Teşekkür ederim..."
Kelimelerimiz sanki yetmiyordu anlatmaya. Oysa ne çok şey vardı kalbimizde... O, benim hep arkamda duran, düşsem ilk tutanım olmuştu. Bisikletten düştüğümde de o vardı, kalbim ilk kez kırıldığında da. Şimdi ise elimde kahve tepsisiyle yürürken yine yanımdaydı. Ama bu sefer bir adım geride, biraz buruk, biraz da gururlu...
Yanağıma hafifçe dokundu. Küçük bir dokunuştu belki ama yılların özetiydi. Gözlerimin içine baktı, sesi bu kez daha alçaldı. "Ne zaman böyle büyüdün de haberim olmadı?" Cümlesiyle gözlerim dolarken devam etti sözlerine. "Daha dün gibi her şey, düştüğünde seni kaldırışım, korktuğunda sarıp sarmaladığım, Londra'ya gitmek istiyorum dediğinde zorla uğurladığım kardeşim... Şimdi biri çıkmış, 'İnci'yi istiyoruz' diyor. Kalbimi de istemiş gibi hissettiriyor."
Sözleri kalbime bir düğüm attı. Gözlerimi kaçırmak istedim ama kaçamadım. Karşımda, yıllarca hem abim hem babam olmuş adam vardı. Kendi hayatından vazgeçtiği, bazen sessizce kenara çekildiği ama hep arkamda durduğu o adam...
Sustu bir an. Boğazı düğümlendi, ben hissettim. Elimi tuttu. O sıkıca tuttuğunda, küçük bir kız çocuğu gibi güvende hissettim yine. "Ben seni sokaktan, hayattan, kalbini kırabilecek adamlardan korumaya çalışırken; şimdi biri çıkmış diyor ki, 'Ben onu ömrümce korurum...'"
"Ama biliyorum o adam seni gerçekten korur..." diye cümlesine devam ederken küçük bir tebessüm etti. "Belki her şey geç kaldı, istenilen gibi olmadı ama bil ki yine de doğru yerdesin. Kalbinin sesine geç de olsa ulaştın."
Gözlerim doldu. Evet, geç kalmıştık. Her şey olması gerektiği sırada olmamıştı. Nikâh masasına oturduğum gün elim titremişti. Kalbim değil, aklım konuşmuştu. Boran'la evlenmek, o zaman sadece bir çözüm yoluydu. Mantıklıydı. Planlıydı. Karşılıklı saygı üzerine kurulu, duygulardan arındırılmış bir düzen... Bir "anlaşma"ydı.
Ama sonra...
O düzenin içinde, sessizce büyüyen bir şey olmuştu. Her akşam aynı masaya otururken, göz göze geldiğimizde bir şeyler değişmeye başlamıştı. Boran artık sadece isminden ibaret bir adam değildi. Varlığıyla yanımda olduğunu hissettiren, suskunluğuyla bile koruyan bir yoldaş olmuştu. Sevgi, bize fark ettirmeden büyümüş, kendine yer etmişti.
Şimdi, o sevgi geç de olsa hak ettiği ismi alıyordu.
Aşk.
Ve biz, geç kalmış bir aşkla, eksik kalan ne varsa tamamlamak için buradaydık.
"Bu yüzden çok mutluyum abicim, hep bir şeyler için zorlanmışken, bir şeylerin bedelini masum olsan dahi sen ödemişken mutluluğu bulduğun için çok mutluyum."
O an gözleri hafiften doldu ama ağlamadı. Yutkundu sadece. O kadar alışmıştı ki güçlü olmaya, duygularını saklamaya... Bu defa saklamaya çalışmadı. Saklamadığı o an, yıllar boyunca içime biriktirdiğim her şey bir anda gün yüzüne çıktı.
İçten bir tebessüm etti. Zorlama değildi. Gerçekti. Gözlerinin içiyle güldü. Gözyaşları oradaydı, ama gülümsemesi onlardan öndeydi.
"Seni ilk kez gerçekten iyi görmenin huzuru var içimde," dedi, sesi bu kez daha yumuşaktı. "Bir zamanlar kalbine bastığın ne varsa... Şimdi yanında birinin elini tutup seninle taşımaya hazır olduğunu görmek... bu benim için tarifsiz."
Elimi tuttu. O an, çocukluğuma döndüm birden. Yine bir ağacın dalına çıkarken düşeceğimden korkup altımda bekleyen, bisikletimin arkasına tutunup dengede durmaya çalışan, gece korkunca yanıma yatan abimi gördüm yüzünde.
"İçimde hep bir yara kaldı senin için." dedi. "Kırıldığın hâlde sessiz kaldığın anlar... gidişin... dönüşün... o evliliğin ilk hâli... bilmediğim ama hissettiğim nice şey... Hepsi bende sustu." Duraksadı. Derin bir nefes aldı. Gözleri buğuluydu artık. "Ama şimdi... O evlilik bir yuvaya dönüştüyse, bir adama değil bir dosta, bir kalbe emanet olduysan..." Eli biraz daha sıkı tuttu benimkini. "...o zaman senin kadar ben de huzur bulurum."
İçim titredi. O anın sessizliği, dünyadaki her sesin önüne geçti. Bir abinin, kardeşine yüreğinden çıkan kelimelerle sarılmasıydı bu. Kelimeler değil, hisler konuşuyordu. İçtenliğin en saf hâliydi. Ne bir süs vardı cümlelerinde ne bir gösteriş. Sadece sevgi. Gerçek sevgi.
"Senin yerini hiçbir şey doldurmaz, biliyorsun değil mi?" diye sordu. Hafifçe başımı salladım. Gözlerim dolmuştu. Konuşmak istemedim. Sadece o anı yaşamak istedim. "Ama bir gün biri gelir ve kardeşini gözü gibi sakınırsa..." diye devam etti, "...o zaman kardeşini teslim etmek değil, dua etmek gelir içimden. Boran'a da artık böyle bakıyorum."
Gözlerimi kapattım bir an. Kalbim hafifledi belki de ilk kez. Ve sonra, o içten gülümsemesiyle bitirdi. "Geç gelmiş bir sevda, erken bitmiş bir hayalden her zaman daha iyidir. Sen geç geldin ama doğru yerde durdun. Bu bana yeter."
Yanağıma doğru süzülen gözyaşını hızla sildim. Sanki onu görürse içimdeki bütün direnç çökecek, ben de onun kollarında çocukluğumdaki gibi hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım. Ama yapamazdım. Birlikte büyüdüğümüz evde hep güçlü olan bendim. Sessizce ağlayan, sabreden, içinden kırılan ama dışından belli etmeyen bendim.
Ama o an... O an bir şey koptu içimde. Kollarımı abime doladım. Sıkıca. Hiç bırakmak istemez gibi. O da aynı anda sarıldı bana. Yılların birikimi, kelimelerin yetmediği duygular, boğazımızda düğümlenen her cümle, o sarılmanın içine gizlendi. "İyi ki varsın," dedim sadece fısıltıyla. Gözyaşlarımı boğazıma gömerek.
Tam o sırada kapının çalınmasıyla ikimizde irkildik. O duygusal yoğunluk bir anda askıya alındı. Sanki o anı donduran bir ses gibiydi o kapı zili. "Ben açarım." dedi abim. Gözleri hâlâ doluydu ama sesi toparlanmıştı.
Kapıya doğru yürürken ben de usulca ellerimi kuruladım ve yüzüme hafif bir tebessüm yerleştirdim. Ağlamış biri gibi görünmemeliydim. O anı sadece abimle paylaşmak istemiştim.
Birden kapıdan tanıdık, enerjik bir ses yükseldiğinde istemsizce güldüm. "Aman aman, burada cenaze mi var yoksa gelin mi alınıyor belli değil!" Güney her zamanki gibi içeri girerken yanındaki Bilge'yi gördüm. Kibar adımlarla, zarif bir gülümsemeyle içeriye giriyordu.
Güney'in koluna hafifçe girmişti. Tanıştıkları günden beri yanında bir denge gibiydi Bilge. O Güney'in taşkınlığıysa, Bilge onun sakiniydi. Ama ikisi bir araya gelince, tam anlamıyla "tamamlanmış" hissi veriyorlardı insana.
"Hoş geldiniz." Dedim neşeli bir biçimde. İlk önce Güney ile sarıldıktan sonra Bilge ile de sarıldım. "İyi ki geldin canım."
"Tebrik ederim..." Bilge küçük bir tebessüm ederken bende ona karşılık verdim. Hala çekingendi bana karşı. Ben onun patronuydum ama şu an böyle değildi. Güney'in kardeşi olarak görümcesi sayılırdım. Yine de üzerine gitmiyordum bu konuda.
İçimde bitmek bilmeyen bir heyecan dalgası vardı. Aile üyeleri tamamlandıkça ve birazdan o merasimin gerçekleşeceğini bilmek heyecanımı doruğa taşıyordu.
"Hoş geldiniz, kapıda beklemeyin. Hadi içeri gelin." Yengem, Güney ve Bilge'yi karşılarken Güney konuştu. "Kız tarafı tamam e hani damat tarafı?" Heyecanlı bir biçimde konuşurken güldüm. Benim kadar heyecanlıydı o da. "Sabırlı ol, gelir o da. Her şey hazır." diye yanıtladım.
Bilge göz ucuyla bana baktı, hafifçe gülümsedi. O an ikimizin arasında, kelimelere dökülmeyen bir ortak heyecan belirdi.
Tam o sırada çalan kapıyla birlikte heyecanla elimi kalbime yasladım. "Ay geldiler." Ne yapacağımı bilemiyordum resmen. Bir yandan içimde kelebekler uçuşuyor, bir yandan da ellerim hafifçe titriyordu. Kalbim sanki göğsümden çıkacakmış gibi hızla çarpıyordu.
Derin bir nefes alıp saçımı düzelttim. Sanki o an, yıllardır hayalini kurduğum o anın kapısından içeri adım atıyordum. Kapıya doğru ilerlerken Güney'in keyifli sesini işittim. "Damat Bey geldiyse artık oyun başlıyor demektir."
Güney'i umursamadan kapıyı açtım. Kalabalık bir topluluk vardı karşımda ama benim gözlerim, kalabalığın içinden birini buldu. Boran... En arkadaydı. Ama ben onu ilk anda gördüm. Çünkü zaten gözlerim hep onu arıyordu. Kalbim onu bekliyordu.
Elinde büyükçe bir lale buketi tutuyordu. Rengârenk... Ama en çok kırmızılar dikkat çekiyordu. Tıpkı ilk bana çiçek aldığı gün gibi... Ellerinde buket, yüzünde ise hem utangaç hem kararlı bir ifade vardı. Sanki o da hayatının en doğru adımını attığından emindi.
Yanında, biraz daha önde kardeşi Derin vardı. Elinde klasik ama her zaman kıymetli olan bir çikolata paketi vardı ve parlak altın sarısı ambalajıyla dikkat çekiyordu. Onun yanında Gamze vardı. En önde Zümra babaanne her zamanki asaletiyle duruyordu. Cihan, Defne ve Yavuz Ata hemen yanındaydı. Boran'ın arkasında ise her zamanki muzip bakışlarıyla Giray ve Korkut duruyordu. Gülsüm Hanım hariç tam kadro gelmişlerdi.
"Hoş geldiniz...Buyurun." heyecanımı bastırmaya çalışarak nazik bir tonda konuşurken Zümra babaanne içeri geçti. Hemen elini tutup öperken memnunca gülümsedi. "Hoş bulduk güzel kızım."
Zümra babaanne içeri geçerken yanımda dikilen yengemle de selamlaşıp salona ilerlerken sırayla herkes içeri girmeye başladı. Cihan ve Defne oğullarıyla mutlu bir şekilde içeri girerken Derin elindeki çikolata paketini yengeme uzatarak bana göz kırptı. Gamze ile de selamlaşırken Boran'dan önce Giray ve Korkut girdi içeri.
"Sana hayranım yengem, bu adama da tuzlu kahve içiriyorsun ya helal." Giray yine muzipçe konuşurken Korkut ekledi. "Bu sefer bende katılıyorum Giray'a. Tebrikler." Korkut elini uzattığında gülerek sıktım. Onlar böyle konuşunca heyecanım azalır gibi oluyordu.
Yengemde onlarla salona girerken Boran'a döndüm tekrar. Bakışları üzerimde dolaşırken dudaklarını ısırdı. İçimde tuhaf bir kıpırtı oldu. Öylece birbirimize bakakaldık. Zaman sanki bir anlığına durdu. Gözleriyle saçlarıma, vücuduma bakıp sonra yine gözlerime döndü. İçinde bir şeyler söyledi bana, sessizce... ama kalbim duydu. Öylece duruyordu. Ben de.
Bir şey demedim, bir adım atmadım ama yüzümde istemsizce bir tebessüm belirdi. Belki biraz utangaç, belki biraz gururlu, ama en çok da... ona ait. "Çok güzelsin..." diye fısıldadığında gülüşüm büyüdü. Elindeki laleleri bana uzatırken hızlıca aldım. "Teşekkür ederim, çok güzeller..."
"Sen kadar değiller." Diye karşılık verdiğinde içim eridi. Uzanarak kısalttığı sakallarına dudaklarımı bastırdım. Bir an başını eğip gözlerini kapattı. Sanki o küçücük dokunuş, kalbinin kapısını aralamış gibiydi. Gözlerimizi kimse görmesin diye arkasını dönmüş gibiydik ama o an, kalabalığın içinde yalnızca biz vardık. Ne kahveler, ne insanlar, ne gelenek... sadece biz.
"Sana gelirken yaşadığım heyecan... bunun böyle hissettirdiğini tahmin bile edemezdim." Diye fısıldadığında gözlerinin içine baktım. "Bende... Geleceğin saati iple çektim." Dedim onun duyabileceği bir tonda. Gülümsedi. Sadece dudakları değil kaşları, gözleri, bakışları, hatta nefesi bile...
Daha fazla beklemeden salondaki yerimize ilerlediğimizde herkesin kaynaştığını gördük. Zaten artık arada bir sorun kalmamıştı. Hepimiz büyük bir aile sayılırdık.
"Açıkçası çocuklar böyle bir şeye karar verdikleri için çok mutlu olduk." Boran ile yan yana oturduğumuzda Zümra babaannenin cümlesi doldu kulağıma. Ardından da abimin. "Bilmukabele efendim, her şeyin oldu bittiye gelmesi açıkçası beni de üzmüştü. Bir tane kız kardeşim var ve direkt olarak evlilik haberini almıştık. Hayatında bir kere yaşayacağı şeylerin eksikliğini hissetmesi içime sinmemişti."
"Haklısın yavrum." Dedi Zümra babaanne abimi onaylayarak. Ardından ekledi. "Neyse ki bu durum ortadan kalkıyor artık."
"Biraz geç oldu ama olsun." Giray'ın mırıltısıyla Korkut dürttü hemen onu. "Sanki o zamanlar böyle bir şey gerçekleşebilirmiş gibi konuşma."
Haklıydı. Ne babam ne Boran'ın babası istemezdi. Zaten ben babamı böyle bir şeye sokmazdım da Yavuz Bey'in gelmesini isterdi Zümra babaanne ve bu da tatsızlığa neden olurdu. Benim yüzümden oluşacak bir tatsızlığı daha kaldıramazdım.
"Ee damat sende ne var ne yok?" Abim bu sefer yönünü Boran'a çevirdiğinde Boran gayet rahat bir şekilde karşılık verdi. Ama heyecanını oynadığı parmaklarından anlıyordum ben. "İyidir kayınço ne olsun, iş güç işte. Sende ne var ne yok?"
"Bir gün Egemen abi ile Boran'ı bu şekilde diyalog içinde göreceğimize inancı olan var mıydı?" Güney'in fısıldadığını sandığı ama aslında açıktan söylediği cümleyle Derin konuştu. "Yoktu vallahi, ilk günleri hatırlasanıza."
"Gitsin gitsin gelmesin o günler." Dedi Zümra babaanne anında. Yengem de onayladı. "Aynen öyle, bir gerginliği daha kaldıramayız artık. Bakın ne güzel anlaşıyorlar."
Boran ile abim bu cümleyi haksız çıkartmaya uğraşırcasına birbirlerine bakarlarken abimin kucağında Göktuğ'un ağzından çıkan kelimeler bakışmayı bozdu. "Bo-bo-bo!" Duyduğum anlamsız ama Boran ve benim için anlamlı olan o kelimelerle gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
Bakışlarım Boran'a döndüğünde onun da bakışları bana dönmüştü ve sitemle bakıyordu. Göktuğ bize geldiğinde yaptığımız konuşma zihnimde canlanırken Cihan konuştu. "Boran diyecekmiş gibi hissettim bir an, haberin olsun Egemen abi."
"Babadan önce Boran derse var ya..." deyip gözlerini kapatan abimle elimi ağzıma kapattım. Boran kulağıma doğru eğilip fısıldadı. "Çocuğun yanında ne kadar konuştuysak Bo enişte diye şakıyacak." Parmağımla Boran'ın bacağını dürtüp güldürmemesi için işaret çakarken Derin abisine destek çıktı.
"Vallahi Bo bo diye sayıklıyor çocuk." Göz ucuyla bize bakarken yengem konuştu. "Sanırım eniştesini çok seviyor, babasından öğrenmiş." Yengem abime takılırcasına bakarken abimin bakışları aniden Boran'a döndü. "Tabii çok severim, sorma."
"Abim sevilmeyecek adam mı?" Derin bu sefer Boran abisine arka çıkarken Güney mırıldandı. "Ne yalan söyleyeyim başta sevilmeyecek gibiydi." Cümlesiyle birlikte Bilge onu dürterken Giray keyifle güldü. "Güney vurdu ve gol sahalarda."
Boran, Güney'e doğru bakarken Güney'de ona baktı. Ardından lafını düzeltme gereği duyarak konuştu. "Yani ama ilk başlarda, şimdi çok seviyoruz kendisini. Kardeşimizin gözbebeği sonuçta."
Güney'in cümlesiyle Boran'ın bakışları bana kayarken gülümsedim. Gerçekten o benim gözbebeğimdi. Hayallerimin ötesinde bir adamdı. Boran bakışlarını benden tekrar Güney'e çevirdi. Dudaklarında belli belirsiz bir sırıtışla başını hafifçe eğdi.
"Eyvallah Güney," dedi kısa ve net bir şekilde. "Zamanla sevilmiş olmak da bir başarı."
Herkes kendi arasında sohbete devam ederken yengemin kaş göz işaretiyle birlikte ayağa kalktım. Boran bu hamlemle bana bakarken mutfağa gidiyorum dercesine işaret verdim. Ardından da mutfağa doğru yürüdüm. İçeri girip direkt olarak ocağa yöneldim.
Boranlar gelmeden zaten gerekli her şey hazırlanmıştı. Kahve makinesine kahve, şeker ve suyu koyup pişirirken kapıdan gelen sesleri duydum. "Abime tuz koyacaksın değil mi yenge?" Derin'in meraklı sesine Defne eşlik etti. "Tabii ki koyacak, Demirhanlı beylerinin her biri o tuzlu kahveyi içecek. Yavuz baba içmiş, Cihan içti, sıra Boran abi de."
"Boran abim içer ki zaten." Dedi Gamze kızlara bakarak. Derin onu onaylarken yengem konuştu. "İçecek tabii ki, dua etsin evliler yoksa Egemen daha neler yapardı kim bilir?"
"Vallahi her şeyi yapabilir." Dedi Bilge. Ardından ekledi. "Gerçi Güney'de ondan geri durmuyor. İnsanın iki abisinin olması zor bir şey olmalı." Kendince çıkarımını dile getirdiğinde gülümsedim. "Güzel bir duygu aslında." İkisi de benim en değerlimdi.
Kahvenin olduğunu haber veren sesle birlikte fincanlara kahveleri koydum. Görevliler tepsileri sırayla içeri götürürken en son Boran'ın fincanına kahveyi koyarak elime aldım. "Dur bakalım gelin hanım, öyle kaçmak yok." Derin beni engellerken tezgâhtan uzanarak tuzu aldı.
"Abine olan sevgin gözlerimi yaşartıyor cidden." Diye şakacı bir tonda konuşurken Derin omuz silkti. "Çok seviyorum ama eğlenmeyi de seviyorum." Dedikten sonra yengeme bakarak ekledi. "Yengem koyamayacak belli, iş başa düştü değil mi Doğa abla?"
"Seve seve canım." Yengemle Derin kendilerince tuz koyarken bir kaşıktan sonra engelledim. "Yeter bu kadar, adamın tansiyonu çıkacak." Derin bir kaşık daha atarken omuz silkti. "Çıkmaz çıkmaz. Genç o." Tedirgin bir biçimde tuza bakarken Defne konuştu. "Merak etme hayatım, biraz zor içiyorlar ama sorun olmuyor. Hem Boran bence Cihan'dan idmanlı."
Bunun idmanı mı olur dercesine bakarken Derin tepsiyi uzattı. İçime sinmeyerek de olsa salona ilerlerken kahve tepsisi görünce herkes bilinçaltından eğitime girmiş gibi otomatik olarak sustu. Kahve geliyor = damat sınavı başlıyor demekti çünkü. Boran'a yaklaşıp elimdeki tepsiyi sehpaya bırakarak yanındaki yerime oturdum.
Boran fincana baktı. Sanki içindekinin sıvı değil de potansiyel tehlike olduğunu seziyordu. Bir an içindeki kahveyi değil, beni inceledi gibi geldi. "Sen bana bunu yapar mısın?" diyordu sanki. İnce uzun parmaklarıyla fincanın kulpunu tuttu. Hiçbir şey söylemeden, burnuna hafifçe yaklaştırıp kokladı. Sonra yine bana döndü.
İlk yudumu aldığında hareketsiz kaldı ama sonra yüzü değişti. İlk önce kaşı seğirir gibi oldu. Çok küçük, ama dikkatli bakanın gözünden kaçmazdı. Ardından gözleri bir saniyeliğine kısıldı. Belli ki tadı hemen fark etmişti. Yüz kasları hafifçe gerildi. Dudağının kenarı kıvrılırken mırıldandı. "Güzel olmuş..."
Şaşkınlıkla ona bakarken elimi dizine yasladım. Berbat olduğuna emindim. "Güzel mi olmuş?" dediğimde Boran başını salladı. "Sen yapmadın mı? Tabii ki güzel olacak." Mutfakta tuz atan ekip olarak dumur olurken Boran bardağı tekrar dudaklarına götürdü ve kahveden içti mimik oynatmadan.
"Bu adamda tat alma sorunu falan yok değil mi?" Bilge, Güney'e doğru fısıldadığında Güney mırıldandı. "Bildiğim kadarıyla yok ama şu an sorgulamadım değil."
"Yarasın abime." Cihan keyifli keyifli sırıtarak abisine bakarken Boran'da ona baktı. Muhtemelen aynısını Cihan'a kız isterlerken de yaşamışlardı.
Bakışlarım abime doğru kaydığında onun Boran'a küçük bir tebessümle baktığını gördüm. Benim bakışlarımı gördüğünde ifadesini toparlayıp sert bir hale gelirken içten içe gülümsedim. Onun da Boran'ı sevip desteklediğini biliyordum, daha onlar gelmeden önce söylemişti. Boran'a hep onu sevmiyormuş gibi davransa da aslında ikisi de birbirinin niyetini biliyordu.
"Kahvelerimizi içtiğimize göre gelelim sebebi ziyaretimize." Zümra babaanne söze giriş yaptığında bakışlarımız onu buldu. Heyecanım doruklara çıkarken Zümra babaanne cümlesine devam etti. "Allah'ın emri, peygamberin kavliyle kızınız İnci'yi, ailemizin bir ferdi olarak, oğlumuz Boran'ın değerlisi olarak görmeyi istiyoruz."
Zümra babaannenin klasik isteme sözleri dışında dile getirdiği cümleler kalbimde çiçeklerin açmasına neden olurken hayranlıkla baktım bir kez daha ona. Gerçekten örnek alınacak bir kadındı.
Ardından bakışlarım abime doğru döndüğünde abim genzini temizledi. "İnci, benim bu hayattaki en değerlilerimden biridir. Ancak benim kadar değer veren birine layık görürüm ben onu." Diye sözlerine başladığında Giray'ın mırıltısını duydum. "Eyvah eyvah vermeyecek sanırım kızı."
Boran ona doğru ters bir bakış atıp susmasını sağladıktan sonra gergince abime doğru baktı. Elini yakasına doğru götürüp orayı düzeltti. Bunu hep gergin olduğunda yapardı.
"Kardeşim Türkiye'ye geldikten sonra gülmeye başladıysa, burada bir yuva kurmaya heveslendiyse, mutluluğu bulduysa ben ne diyebilirim ki... Sadece onun mutluluğuyla mutlu olurum." Abim küçük bir tebessümle bana baktıktan sonra ekledi. "Ben onun abisi olarak her anında yanında olmaya çalıştım, destekledim, korktuğunda, ağladığında, güldüğünde hep yanındaydım. Ama onun bir kardeşi daha var, o yüzden onun da fikri önemli benim için."
Abim bakışlarını Güney'e çevirdiğinde Güney bir an için afalladı. Abim, babamın etkisinde kalmışken Güney ile yakınlığımızı doğru bulmazdı ama içten içe de benim onunla mutlu ve rahat olduğumu bilirdi. Yine de uyarırdı işte. Belki de kıskanırdı bilmiyordum. Ama şu an söylediği cümle çok kıymetliydi Güney için ve tabii benim içinde.
"Ben..." diye başladı Güney. Sonra kendini toparlayarak gülümsedi. "Açıkça söylemek gerekirse İnci mutluysa bende mutluyum. Ki İnci bugünlerde çok mutlu... Boran'la olmaktan, yeni aile kurmaktan, ailesine kavuşmaktan çok mutlu. O yüzden bende mutluyum ve hep gülümse kardeşim demekten başka bir şey gelmez elimden." Dedikten sonra bana döndü. "Hep gülümse kardeşim, sevdiğin adamla hep gülümse..."
İstemsizce gözlerim dolarken gülümsedim. Güney'de bana bakarak gülümserken yengem ortamdaki ağır havayı dağıtmak için konuştu. "O zaman hayırlı uğurlu olsun!"
Herkes oturduğu yerden ayağa kalkarken Boranla bende kalktım. İlk önce Zümra babaannenin elini öptükten sonra abime doğru ilerledim ve onunla sıkıca sarıldım. Sonra da Güneyle. Onlardan sonra diğer aile fertleriyle de sarılıp tebriklerini kabul ederken içimdeki heyecan hala daha sönmemişti. Hatta sanki artıyordu. Mutluluğun bazı anları vardı; insan yaşarken bile inanamıyordu ya... işte onlardan biriydi bu.
Ve en son Boran'la karşı karşıya geldik. Bir an sessizlik oldu. Kalabalığın sesi uzakta bir uğultuya dönüştü. Sanki dünya biraz yavaşladı.
Boran, hiçbir şey söylemeden iki elini kaldırdı ve yüzümü avuçlarının arasına aldı. Parmak uçları hafifçe titriyordu ama bakışları kararlıydı. Sonra alnıma usulca bir öpücük kondurdu. Öyle bir sevgiyle yüklüydü ki, içimdeki tüm gerginliği silip götürdü. Sanki "her şey bitti, artık güvendesin" diyordu.
Dakikalar sonra ortam tekrar hareketlendiğinde hazırlanan ikramlar dağıtılmaya başlandı. Kolonya gezdi, cevizli baklavalar servis edildi. Kâh siyaset konuşuluyordu, kah mutlu anlar, yengemle Defne bebekler hakkında konuşuyordu mesela, Derin ve Gamze Bilge'ye takılıyorlardı, Güney, Giray ve Korkut üçlüsü konuşup gülüşüyordu. Abim arada Boran'a laf atıyor, kucağındaki oğluyla ilgilenip Cihan'a tavsiyeler vermeye devam ediyordu.
Ve ben... O kalabalığın tam ortasında, ellerim hâlâ Boran'ın ellerindeyken, içimden sadece tek bir şey geçirdim. Boran'ın elinin sıcaklığı, ruhumdaki sonsuz bir güvence gibiydi. "Bazen hayat, en güzel 'gecikmiş' hikâyeyi yazar..."
O an, tüm o koşuşturmacanın, tüm o bekleme anlarının, tüm o yaraların, bizi bu huzurlu ve tam ana getirdiğini anladım. Hızla ilerleyen zaman, bize sadece yaraları iyileştirmeyi değil, birbirimize kenetlenmeyi de öğretmişti. Ve bu hikâye, her şeye rağmen, en güzel sonla başlamıştı...
Bölüm Sonu
‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz, hoşunuza gitti mi?
‣‣‣ İnci ve Boran sahneleri nasıldı? Ben çok severek yazdım hepsini. Umarım sizde beğenmişsinizdir.
‣‣‣ Genel olarak isteme kısmı hoşunuza gitmiştir umarım... Mahrum kalsınlar istemedim bu durumdan. Sonuçta bu anlar unutulmaz oluyor.
Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 34.23k Okunma |
4.62k Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |