🖇️ Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim.
🖇️ Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen...
4.Bölüm
Temmuz- 2008
İnci, camdan dışarı bakarken içinin içine sığmadığını hissediyordu. Yönünü tamamen arabanın camına çevirmiş yol boyunca dikili olan direkleri, levhaları, yol kenarlarındaki parkları, kaldırımların bitimindeki masmavi denize bakıyordu. 8 yaşındaydı, okul dışında gittiği yerler bir elin parmağını geçmemişti. Çocukken her gün parka giden çocukların aksine sadece 4-5 kere gidebilmişti mesela. Onu çıkartacak kimse yoktu. Oysa kapılarında onlarca koruma vardı ama işte İnci'yi götürecek kimse yoktu. Evin bahçesinde kendi kendine evcilik oynardı. Bazen Güney-de katılırdı. Bazen de 12 yaşındaki abisi. Ama çoğunlukla yalnızdı evde bile. Sadece okula giderken dışarı çıkıyordu. Bir de okuldan çıkıp eve dönerken. Yaz tatili olmasına rağmen çıkamamıştı, sanki eve hapsolmuştu. Serap hanım ve abisi yatla açılmışlardı, babası şirketteydi. Güney annesiyle birlikte bir tanıdıklarına gitmişti. İnci yalnız kalmıştı.
O yüzden şu an bulunduğu yer, baktığı her şey onun için çok kıymetliydi.
Salonda tek başına oturmuş resim çizerken sıkıntısını gizleyememişti. Böyle tek kalmalara alışıktı ancak bu durumdan çok sıkılmıştı. Yaşı büyüdükçe yaşadığı ayrımcılığı anlamıştı ve neden sevilmediğini de sorgulamaya başlamıştı. Abisiyle annesinin farklı olduğunu kavramıştı ama bunun nasıl olduğunu kavrayamamıştı o çocuk aklıyla.
Sardun bey, katıldığı ahbap buluşmasından sonra şirkete gitmeden önce eve uğramıştı. Torununu orada sıkılmış bir biçimde gördüğünde yalnız kalmasına gönlü razı gelmemişti. O yüzden İnci’yi de alıp şirkete götürmek istemişti. Torununun şirketlerini görmesini, biraz olsun sıkıntısının gitmesini istemişti. Şimdi İnci dışarıdaki her şeye o kadar anlamlı ve istekli bakarken kendi kızını bu duruma sokan oğluna içinden lanet okumadan duramamıştı. Yaptığı yanlışın bedelini küçücük, sevgiye muhtaç bir kızdan çıkarmaması gerektiğini çok söylemişti ama oğlu dediğim dedikti. Hatasını kabullenmiyordu.
Araç şirketin önünde durduğunda arabadaki korumalardan biri Sardun Bey’in, diğeri de İnci’nin kapısını açtı. İnci arabadan indiği anda gördüğü kocaman binaya ağzı açık bir şekilde baktı. Daha önce hiç gelmemişti. Abisi defalarca gelmişti, o giderken kendisi de heveslenmişti ama götürmemişti babası. Sardun bey ise biraz daha büyümesini beklemişti torununun. Bir şeyleri kavrayabilmesini istemişti.
“Burası gerçekten senin mi dedeciğim?” İnci bakışlarını kocaman binadan çekmeden konuşurken Sardun Bey dolanarak İnci’nin yanındaki yerini aldı ve elini torununun omzuna yaslayarak cevap verdi. “Bizim İnci’m.” İnci dedesine doğru döndüğünde içi içine sığmıyordu. Böyle bir yere geleceğini hiç hayal etmemişti çünkü. “Çok büyükmüş. Babamda burada mı?”
“Evet, burada.” Dedi Sardun bey. Adnan’ın İnci’yi gördüğü andaki tepkisini tahmin ediyordu ve İnci’nin bu durumda çok kırılacağı düşüncesi kalbini acıtıyordu. İnci, her seferinde kötü tepki de alsa, terslense de hala daha babasına yaklaşmaya çalışıyordu. Evde yaşayan herkes bunu anlıyor ve kalpleri yumuşuyordu da bir Adnan bunu umursamıyordu.
İnci tatlı bir gülümsemeyle tekrar binaya bakarken Sardun Bey konuştu. “Oku bakayım ne yazıyor?”
“Aral Holding.” Hiç takılmadan okuduğunda Sardun bey elini kızın yanağına yaslayıp makas aldı. “Aferin benim torunuma. Hadi girelim.” İnci’nin elini tutup şirketten içeri doğru soktuğunda bütün gözlerin onlara döndü. İnci bu durumdan utanıp bakışlarını kaçırırken Sardun bey halinden çok memnundu. Asansöre ilerleyerek bindiklerinde İnci dayanamayıp tekrar konuştu. “Bize bakan tüm insanlar seninle mi çalışıyor?”
“Evet, onlar bizim çalışma arkadaşlarımız.” İnci aldığı cevapla tatmin olsa da başka bir soru sordu. “Senin odan nerede dede?” Yeşil gözlerini merakla dedesine çevirdiğinde Sardun bey hiç gocunmadan, sabırla cevap verdi. “En yukarıda, şirketin en güzel yerinde. Manzarası çok güzel.”
“Sen şirketin sahibi olduğun için mi orada?” İnci tekrar bir soru ile geldiğinde Sardun bey güldü dayanamayıp. Kızın saçlarını okşarken başını salladı. “Evet İnci’m, şirketin sahibi kimse orası onun odası olacak. Kim bilir belki bir gün senin odan olur.” Sardun beyin sözleriyle gözleri parladı İnci’nin. Dedesinin ne demek istediğini bilmiyordu, önünde henüz düşünecek bir geleceği yoktu, yaşayacaklarından habersizdi. Yine de dedesi gibi sesli bir şekilde kıkırdadı. Heyecanlanmıştı.
Asansör, Sardun beyin odasının bulunduğu kata vardığında ikili el ele çıktılar. İnci ise sorularına devam ediyordu. “Burada çalışmak için ne okumak gerekiyor? Sen nasıl böyle bir yere sahip oldun? Burada istediğimiz her şeyi yapabilir miyiz?” Sardun bey torunu tatlı tatlı konuşup sorgularken tane tane anlatıp cevaplarını veriyordu. O kadar ayrımcılık yaşarken İnci’nin hayat enerjisini kaybetmemesi sevindiriyordu onu.
Nihayet odaya ulaştıklarında İnci’nin dikkatini içeri girer girmez boydan boya camla kaplı olan çekmişti. Dedesinin elini bırakıp hevesle oraya doğru koşarken kendine engel olamadı. “Vaaay.” Camın kenarında durup İstanbul manzarasına bakarken gözleri parladı. Gerçekten dedesinin söylediği kadar vardı. “Gerçekten çok güzelmiş dedeciğim. Neden tüm gün şirkette olduğunu anladım. Burası çok güzel.”
Sardun bey koltuğa oturup torununu tebessümle seyretti. İnci ise dışarıya uzun bir süre baktıktan sonra geriye doğru döndü ve yeşil gözlerini kırpıştırarak dedesine doğru baktı. Koşturarak masaya yaklaşırken masanın üzerindeki mermerden yapılma plaketi okudu sesli bir şekilde. “Yönetim Kurulu Başkanı Sardun Aral.” Dedikten sonra dişlerini göstererek güldü. “Çok havalı.”
Sardun bey kızın söylediği şeye gülerken oturduğu yerden kalktı ve eliyle oturduğu yeri işaret etti. “Gel bakalım.” İnci hiç sorgulamadan dedesinin işaret ettiği yere oturup masaya kollarını dayadı. Boyu kısa geliyordu ama keyfine diyecek yoktu. İlk defa gördüğü bu yer karşısında büyülenmişti. Herkese normal gelen şey ona sanki çok değişikmiş gibi geliyordu. “Çok yakıştın. Bir gün bu şirkette çalışmak istersen en güzel oda yani burası senin olur. Orada okuduğun yerde senin ismin yazar: Yönetim Kurulu Başkanı İnci Aral.”
“Ohoo daha çok var.” Dedi İnci elini sallayarak. Dedesinin söyledikleri hikâye gibi geliyordu ona ama Sardun Bey’in zihninden geçenler çok farklıydı o anlarda.
Düşüncelerinden sıyrılarak tekrar konuştu Sardun Bey. “Ne içmek istersiniz küçük hanım?” İnci düşünür gibi işaret parmağını yanağına yaslayıp gözlerini havaya çevirirken Sardun Bey gülümsedi. İnci ise karar vererek cevap verdi. “Kola.”
“Zararlı yavrum, biliyorsun.” Sardun beyin söylediği şeyle İnci dudaklarını büzdü. “Ama dedeciğim ilk kez geldim buraya, içmeyim mi?” Gözlerini kırpıştırarak bakarken ekledi. “Bir kerecik, noluur.” Sardun bey torununa karşı gelmeyip onaylarken eliyle telefonu işaret etti. “Oradaki telefonu eline al, yıldıza benzeyen tuşa basıp kulağına götür İnci’m. Kendine bir kola, bana da çay sipariş et. Hadi.”
“Ben mi?” Şaşırarak konuştu İnci. Bu zamana kadar hiç böyle bir şey yapmamıştı. Dedesinin böyle bir görev vermesine şaşırıyordu. “Evet, sen. Yapabilirsin. Kendine güven.” İnci o an dedesinin verdiği güvenle biraz önce duyduklarını uygulayarak telefonu kulağına götürdü. Açılan telefona dedesiyle kendi istediğini söyleyerek kapattı. Telefon ilk açıldığında heyecanlanır gibi olmuştu ama dedesinin onu sakinleştiren bakışlarıyla rahatlamıştı.
O gün orada Sardun bey için bazı düşüncelerin temeli atılmıştı. İnci ise ilk defa geldiği bu odada yönetim kurulu başkanı olarak oturacağından habersiz dedesinin verdiği kağıtla resim yapmaya ve kolasını yudumlamıştı. Kendisini o masada, dedesini de karşısında çizerken aslında çizdiği şeyin bir süre sonra yaşayacağı şeyler olduğundan habersiz bugün yaşadığı mutluluğun keyfini çıkartmıştı. Sardun bey ise keyifle izlemişti onu. İnci’nin mutluluğu için her şeyi yapmaya hazırdı ve atacağı adımları da buna göre planlamaya başlamıştı…
*****
Biz kendi aramızda konuşurken Necati beyin sesini duydum. “Buna hiç gerek yok Egemen.” Diyerek araya girdiğinde hepimizin bakışları Necati beye doğru döndü. Necati bey ise bana doğru bakarak ekledi. “Çünkü Sardun Bey %50’lik hissesinin tamamını İnci Hanım’a bıraktı. Yani yeni yönetim kurulu başkanımız Sardun Bey’in isteği ile artık İnci Hanım.”
“Ne?” Babamın şokla ağzından çıkan kelimeye benzer bir kelime dökülmüştü benim de dudaklarımın arasından. Dedemin yük diye bahsettiği şeyin bu olabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti. Bu delilikti. Hiçbir şey bilmeyen birine şirketi mi emanet etmişti? Hem de en büyük pay benimdi.
Şok olmuş bir biçimde Necati beye bakarken babam oturduğu yerden ayağa kalktı hızla. “Olmaz böyle bir şey! Olmaz!” Elini masaya vururken irkildim.
“Vasiyetini yıllar öncesinden hazırlattı kendisi, vefatından sonra da isteği yerine getirildi. Şu andan itibaren İnci Hanım yeni yönetim kurulu başkanı.” Necati bey tane tane açıklarken Bahadır abi hırsla masadan kalktı ve sandalyesini itti. Sandalye masaya büyük bir hızla çarparken ben hala yaşadıklarımın şokundaydım.
“Ne yaptın baba sen! Ne yaptın!?” Babam hala daha olanları kabullenemeyip sayıp dökerken bende kabullenebilmiş değildim. “Kabul etmiyorum böyle bir şeyi! Kabul etmiyorum. Yönetim kurulu başkanı falan olamaz. Oylama yapılsın! Biz kabul etmiyoruz böyle bir şeyi!” Babam her yolu denerken Bahadır abi onaylarcasına konuştu. “Evet, tüm hisse sahipleri ve ortaklar toplansın oylama yapılsın!”
“Necati Bey, ben kabul edemem.” Diye söze başladığımda abimin sesini duydum. “Dedem böyle istemiş İnci.” Abimin cümlesinin hemen ardından babamın sesini duydum. “Egemen kes sesini, istemiyorsa tabii ki böyle bir sorumluluk altına girmek zorunda değil. Zaten beceremez. En doğrusu benim almam.”
Bu cümle benim için tam bir dönüm noktası gibiydi. Beceremez. Küçümsenmeyi hiç sevmezdim, hele ki küçümseyen kişi babamsa yani beni düşmanı gibi gören bir adamsa hiç hoşlanmayacağım tarzdan bir şeydi. Hatta bazı şeyleri inada bindirmem için beni tetikliyordu. Sonunun ne olacağını bilmediğim bir işe girmeyi hiç sevmezdim, koskoca holdingin başına geçmeyi de istemiyordum, ben kendi küçük dünyamda memnundum ama babamın bu küçük görmeleri benim için son nokta gibiydi. Adım atmam için verilen bir işaretti.
Babama ters bir biçimde bakarken Necati Bey’in sesini işittim. “Babanız bunu uygun gördü, oylama yapılsın yapılmasın en yüksek hisse sahibi İnci Hanım. Oylamada kabul edilmemesi bir şeyi değiştirmez. Sadece kurulun başına siz geçersiniz. Ama son karar yine İnci hanımdan geçer.” Necati bey durumu açıklarken duraksadım.
Madem sonuç değişmeyecekti. İstedikleri oylama yapılsındı. Son kararı ben vereceksen onun yönetim kurulu başkanı olması bir şey kaybettirmezdi. Ayrıca başaramayacağımı düşünüyordu ya, tükürdüğünü yalatmadan olmazdı. Dişimi tırnağıma takıp babama yanıldığını göstermeden rahat yüzü yoktu bana.
“Tamam yapılsın oylama, kimlerin çağırılması gerekiyorsa çağırılsın.” Dedim kendimden emin bir şekilde. Bu cümlem hisseleri kabul ettiğimi onaylıyordu. Babam bu sözlerime şaşırmış olacak ki bana bakarken ben bakışlarımı ondan çekerek Necati beye çevirdim. Necati bey ise başını salladı. “Siz nasıl uygun görürseniz İnci Hanım, yarın sabah için tüm ortaklarla bir toplantı ayarlayacağım.”
Şimdiden verdiğim emirleri sorgulamadan yapan birinin olması içimi bir garip yapmıştı. Alışık değildim ben emir vermeye. Ayrıca yarına toplantı konulması gidişimi de engelliyordu. Gerçi gidebilecek miydim orası da muammaydı. Salim kafayla oturup düşünmem gerekiyordu bazı şeyleri. Oturduğum yerden ayağa kalkarken konuştum. “O halde yarın toplantıda görüşmek üzere.”
Başka bir şey söylemeden odadan çıkarken derin bir nefes aldım. Güney kapının önünde meraklı gözlerle bana bakarken ne diyeceğimi bilemedim ilk önce. Ben daha şokumu atlatamamıştım. “Gidelim Güney.” Dediğimde Güney hızla beni onayladı. Koridorda ilerlerken sesini işittim. “İçeride kıyamet kopuyor sandım, neler oldu?”
“Dedem tüm hisselerini bana bırakmış.” Dediğimde Güney yürümeyi bıraktı ve sesinin koridorda yankılanmasını umursamadan şaşkınlığını dile getirdi. “Ne?” Onun gibi duraksayıp yüzüne bakarken mırıldandım. “Tam olarak bu tepkiyi verdim. Yönetim kurulu başkanı seçilmesi için yarın toplantı ayarlandı. Babam asla kabul etmedi.”
“Sardun dedeme bak sen, bu adamı boşuna sevmiyoruz.” Güney sevindiğini belli eden bir ses tonuyla konuşurken güldüm ister istemez. Gülüyordum ama kafam o kadar karışmıştı ki. Ne yapacağımı asla bilmiyordum. Anlamazdım ki ben bu işlerden. Dedem gerçekten söylediği gibi bana koskocaman bir yük bırakmıştı. “Hadi gidelim, sen bana neler yapmam gerektiğini falan anlat.” Diyerek yürümeye başladığımızda adımın seslenilmesi ile adımlarım duraksadı. “İnci Hanım, bir dakika bekler misiniz?”
Avukat Necati beyin sesiyle duraksarken ona doğru baktım. O ise tam karşımda durarak biraz önceki evrak çantasından bir zarf çıkardı ve bana doğru uzattı. “Bu zarf size dedenizden.” Uzanarak zarfı aldığımda içimin acıdığını hissettim. Öleceğini bilerek her şeyi hazırlamıştı. Zarfa doğru bakarken Necati Bey sözlerine ekleme yaptı. “Yarın toplantı ayarlandığında size saatini haber veririm İnci Hanım, görüşmek üzere.”
“Sağ olun.” Diyerek Necati beyle vedalaştıktan sonra Güney ile asansöre doğru ilerlemeye devam ettik. Elimdeki zarfa bakmaya devam ederken düşüncelerde zihnimde dolaşmaya devam ediyordu. Otele gidince bakacaktım zarfın içine. Aslında evde de kalmak istemiyordum. En iyisi otele gitmekti.
Şirketten çıkıp arabaya bindiğimizde Güney arabayı çalıştırdı. “Nereye gidiyoruz?” merakla bana bakarken cevap verdim. “Otele.” Dediğimde Güney onayladı ve sürmeye başladı. “Demirhanlıların oteline gidiyoruz o halde.” Dediğinde iç geçirdim. Güney ise bu iç geçirmenin reddedeceğimden kaynaklı olduğunu bilerek hızla konuştu. “İtiraz etme İnci, biliyorsun deden bile onlara güveniyor.”
“Dedem o adamın nesine güveniyor anlasam?” kendi kendime mırıldanırken itiraz etmedim.
Bu konuda haklıydı evet ama ben pek istekli değildim. Dedemin bir bildiği vardı elbet. Yolculuğumuz devam ederken Güney meraklı bir şekilde konuştu. “O zaman Londra işi yalan mı oldu?” Bir gözü yoldayken hafifçe bana doğru baktı. Bense cevap verdim. “Bilmiyorum Güney, gerçekten hiçbir şey bilmiyorum. Londra’dayken de elektronik imza ile halledebilirim gibi geliyor. Burada kalmak her açıdan kötü.”
“Kendin bilirsin ama iyi düşün.” Dedi Güney kararı bana bırakarak. Ne karar verirsem vereyim arkamda olacağını biliyordum.
Yolculuğumuzun bitişiyle birlikte tanıdık olan o otelin önünde durdu arabam. Araçtan indiğimizde Güney önceki seferde olduğu gibi benim bavulumu da alarak danışmaya doğru ilerledi. Rezervasyonumu yaptırarak gerekli önlemlerin alınmasını söyleyerek anahtarımı aldı ve benimle ilerledi. Aynı oda verilmişti. 1012 numaralı oda.
O odadan çıkışım, asansöre koşuşum, bu koridorlardaki paniğim hala aklımdaydı. Dedeme bir şey olması düşüncesi içimi çok yakmıştı. Şimdi onu kaybetmiştim. Üzüntüm bakiydi ama alışmaya da başlamıştım.
Odaya geldiğimizde Güney bana doğru döndü. “Ben kaçıyorum İnci Hanım.” Dediğinde hızla reddettim. “Kalsaydın.” Güney yanıma doğru gelerek ellerini kollarıma yasladı. “Dedenin verdiği o zarfı oku, biraz kendin başına kal, düşün. Eğer içinden çıkamayacak gibi olursan beni ara. Tamam mı arkadaşım?”
“Tamam.” Dedim kabullenerek. Böylesi en doğrusu olurdu belki de. Gerçekten düşünmeye ihtiyacım vardı. Güney başka bir şey söylemeden odadan çıkarken arkasından baktım birkaç saniye. Ardından da koltuklardan birine oturdum ve çantama uzanarak zarfı çıkardım.
Zarfı açmadan önce arkasını çevirdiğimde üzerindeki yazıyı gördüm. “İnci’me.” Bana seslenişi kulağımda yankılanırken içimdeki özlem duygusunun kabarmasını engelleyemedim. Beklemeden zarfı açtıktan sonra içindeki katlanıp konmuş olan kâğıt parçasını çıkartarak katlanmış sayfaları açtım. Dedemin yazısı gözlerimin önüne serilirken buruk bir tebessüm ettim.
“İnci’m, güzel kızım… Sen bu mektubu aldıysan ben hakka yürümüşüm demektir. Günlerden ne, hangi aydayız, hangi yıldayız bilmiyorum ama bugünün tarihi şu: 12.07.2018. Bugün senin 18.yaş günün. Doğum günün hiçbir zaman büyük bir coşkuyla kutlanmıyor biliyorum. Bir tarafının buruk olduğunu da görüyorum. Abinle, Güneyle aldığımız küçük hediyeleri bile kabul etmiyorsun. Kendini cezalandırıyorsun. Bunu bilerek hediyemi öldüğüm güne sakladım güzel kızım. Bu hediyeyi kabul etmek zorundasın…”
Öyle büyük bir hediyeydi ki bahsettiği. Hediyeden de öte bir şeydi. Koskoca şirketi bana emanet ediyordu resmen.
“Ne kadar büyük bir şey olduğunu biliyorum, bana belki de kızacaksın bunun için. Kızma, bunu en çok sen hak ediyorsun. Suçlu olmadığın şeyler yüzünden bedel ödüyorsun, yuvandan ve memleketinden ayrılıyorsun. Londra’ya kaçmak için gittiğini biliyorum kızım. Muhtemelen dönmekte istemeyeceksin. Hakkındır. Ama hediyemi aldıktan sonra ülkende kalmak zorundasın, o şirketin başında olmak zorundasın güzel kızım. Ne babana ne abine güven bu konuda…”
Babama zaten güvenmezdim ama abime neden güvenmemem gerektiğini anlamamıştım. Dedem ise bunu sorgulayacağımı bilmiş gibi cümlelerini devam ettirmişti.
“Egemen iyi bir insan, iyi bir abi ama babanın maşası İnci. Babandan korkar, seni savunuyor ama şirket söz konusu olduğunda babanı dinleyeceğine eminim. Bahadır abine de güvenme, o da babasının kopyası. Yani senin babanla eş değer. Bu hayatta güvenebileceğin kişi sayısı çok az. Bunlardan birisi Güney. Onu ben yetiştirdim, ne olursa olsun sana ihanet etmez. Arkanda durur. Sizin kardeşliğiniz hep baki.
Sana karşı çıkmaya çalışacaklar, işlerine köstek olacaklar biliyorum. Ama sakın onların senin önüne geçmesine izin verme. Hisseler neden babanda değil merak ediyorsundur. İşini düzgün yaptığını düşünmüyorum, ben başındayken fazla bir şey yapamıyordu ama şimdi ipler onun eline geçtiğinde at koşturacak bunu biliyorum. Ben bu şirketi dişimle tırnağımla kazıyarak kurdum ve ilerlettim. Senin de elinden geleni yapacağına eminim. Sana güvenim tam güzel kızım.
Ben bu mesleği okumadım diye düşünme. Bende okumadım. Kendine güven, zamanla doğru kararlar alacağına ve işi öğreneceğine eminim. Mesleğini bırak şirkette çalış diyemem ama işinin başında dur kızım. Emanetime sahip çıkacak birden fazla kişi var şirkette, onlar sana yardım edecektir. Ancak en çok yardım edecek kişiyi biliyorum: Boran.”
Okuduğum isimle kaşlarım çatıldı. Ne alakaydı o? Neden sürekli karşıma çıkıyordu?
“Siz henüz tanışmadınız ama bu mektubu okuduğunda belki de tanışmış olacaksınız. İngiltere’de okuyor şimdi. Çok başarılı bir çocuk. Dedesi daha lisedeyken şirkete götürüp iş öğretmeye başladı ona. Benim böyle bir şansım olamadı kızım özür dilerim. Diyeceğim o ki sorgusuz sualsiz sana yardım edeceğini biliyorum. Beni sever, bende onu severim. Ona güven. Sana elinden gelen yardımı yapacaktır. Babamlar bu duruma karşı çıkacaklar biliyorum ama sen bir yolunu bulursun ondan yardım istemek için.”
Sırf dedemi seviyor diye bana yardım edeceğini hiç sanmıyordum. Yardım istesem öyle boş boş suratıma bakacak gibi izlenim bırakıyordu. Dedeme saygılıydı ama aynı saygıyı bana göstereceğinden şüpheliydim. Ki göstermiyordu da. Dedem bu konuda yanılıyordu bence.
“Diyeceklerim bu kadar güzel kızım. Bunları unutma lütfen ve kararlarını ona göre al. Kendine dikkat et, seni yıpratmalarına, üzmelerine izin verme. Dahası kendini sev. Hiçbir şeyin senin suçun olmadığını kabullen çünkü sen bu hikâyenin en masun tarafısın. Başarılarınla beni gururlandıracağına eminim, hoşça kal İnci’m. Hep mutlu ol, küçükken olduğu gibi o tatlı gülümsemen yüzünden hiç eksilmesin.”
Mektubu kapatırken derin bir nefes aldım. Bundan neredeyse tam 10 yıl önce vermişti bu kararı. Bu kadar mı güveniyordu bana? Bu kadar mı seviyordu beni? Sevgisi elbette parayla pulla ölçülemezdi ama deneyimsiz ve hiçbir şey bilmeyen bir insana şirket emanet etmekte büyük bir cesaret isterdi. Dedemin bu cesaretinden sonra istediklerini yapmamazlık edemezdim. Gidemezdim buradan. Özellikle şirketin başında durmamı isterken gidemezdim. Onun emanetine sahip çıkmak artık en büyük görevimdi.
Şaşırtmıştı beni. Ailenden kimseye güvenme diyordu. Bir tek Güney diyordu, bir de Boran denen adam. Güney’e güvenim sonsuzdu zaten. Atacağım adımlarda ona danışırdım ama bilen biri olarak abime danışmam gerektiğini hissetmiştim en başında. Şimdi dedem ona güvenme diyordu. Öz abine güvenme, Boran denen adama güven diyordu. Abime güvenmezdim belki ama Boran beye güvenir miydim orası muallaktaydı. Dedemin bu sevgisini anlayamıyordum. Ona çok güveniyordu. Haberimiz çıktığında bile eğer böyle bir şey varsa çok mutlu olurum demişti. Neydi onu bu kadar sevip güvenmesinin nedeni?
Umarım bir gün öğrenebilirdim…
Kapının çalınmasıyla birlikte elimdeki mektubu hızla zarfa koyup zarfı da çantamın içine bıraktım. Kimsenin görmemesi çok iyi olurdu.
Derin bir nefs alarak kapıya ilerlediğimde hiç beklemeden araladım. Gördüğüm yüzlerle şaşırmadan edemedim. Babam ve Bahadır abiydi gelen. “Neden geldiniz?” Hiç beklemeden hesap sorarcasına bakarken babam gözlerini gözlerimden çekmedi. “Sen neden evde değilsin?” Sorduğu soruyla alaylı bir şekilde güldüm. Hala daha kendinde hesap sorma hakkını buluyordu ya diyecek bir şey bulamıyordum gerçekten.
“Seni ilgilendiriyor mu?” tek kaşımı kaldırıp suratına doğru bakarken Bahadır abi araya girdi. “İnci, içeri girebilir miyiz? Burada böyle ayıp oluyor.” Başımı iki yana sallayarak reddettim hızlıca. “Hayır.”
“Neyine güveniyorsun sen!” Babam sesini yükseltirken yüzümde mimik oynamadı. Benim ifadesizliğim sinirini daha da bozmuş olmalı ki hırsla devam etti sözlerine. “Dedenin verdiklerine mi güveniyorsun? Hiçbir şey ifade etmez anladın mı? Yarın yönetim kurulu başkanlığını aldıktan sonra senin en çok hisseye sahip olman hiçbir şekilde sökmez bana. Eğer bunu arkana alıp böyle davranıyorsan çok pişman olacaksın İnci!”
Sanırım bana kurduğu en uzun cümle buydu. İşin içine para, şirket girince ne kadar güzel konuşuyordu böyle. Gerçekten çok ilginçti. Bu düşünce sinirimi bozarken kaşlarım çatıldı hafifçe. “Sen pişman oldun mu mesela hiç? Bu kıza böyle davranıyorum diye pişman oldun mu?” inatla gözlerine bakmaya devam ederken babam keskin bir sesle cevap verdi. “Olmadım.”
İşte yıkıcı darbelerden birini daha almıştım. Biliyordum da duymak başkaydı işte. İfadesizce suratına bakmaya devam ettim. Bir sözüyle beni yerle bir ettiğini düşünmesini istemiyordum. “Aklın fikrin para, şirket. Umuruna getirdiğin başka bir şey yok. Babanın sana vermediği şeyi ben vereyim diye mi kapımdasın?” lafımı esirgemeden konuşurken babam kaşlarını çatıp odaya doğru adım attı. “Bana bak sen çok fazla oluyorsun.”
Ancak adımları duyduğumuz sesle duraksadı. “Bir sorun mu var İnci Hanım?” Fatih’in sesini duyduğumda şaşırırken babamla Bahadır abi arkalarını dönerek gelen adama baktı. Direkt bana doğru bakıyordu Fatih. Boran’ın yanında gördüğüm ifadesinden ziyade yüzünde sert bir ifade vardı. “Yok, onlar da gidiyordu şimdi.”
“Bu adamı nereden tanıyorsun sen?” Bahadır abi hesap sorarcasına bana bakarken başımı omzuma doğru eğdim. “Hala daha hesap soruyorsunuz ya bende sizi anlamıyorum. Nereden tanıyorsam tanıyorum sizi ne ilgilendirir. Yarın görüşmek üzere.” Dedikten sonra göz ucuyla Fatih’e baktım ve kapıyı hiç umursamadan yüzlerine kapattım.
Daha kapıdan uzaklaşmadan Fatih’in sesini duydum. “Sizi aşağı alalım Adnan Bey.” Babamları kapımdan uzaklaştırırken rahat bir nefes aldım.
Bir de pişkin pişkin gelip hesap sormaya cüret ediyorlardı. Para öyle bir şeydi ki yüzüme bakmayan adamları bile yüzüme bakar hale getiriyordu. Daha da iyisi kapıma kadar getiriyordu. Neden geldiğini biliyordum. Kabul etmememi isteyecekti o hisseleri. En acısı da buydu işte bir para kadar değerinin olmaması insanın. Londra’dayken bir kere bile arayıp sormayan adam kapıma gelmişti. Düştüğü durum komikti. Kapıdan uzaklaşırken camdan dışarı doğru baktım. Öz babamın gözünde bir para kadar değerim yoktu. Bir insan bu kadar değersiz olur muydu? Bu kadar mı sevilmez biriydim ben?
Neydi babamı bana bu kadar düşman eden? Baba diyordum ama babam değildi o benim. Sadece bu dünyaya gelmemde biyolojik katkısı olan bir adamdı. Ne annem vardı ne babam. Bana babalık yapabilecekte kimse kalmamıştı şu hayatta.
Yalnızlık koymuyordu da insanların şu halleri beni üzüyordu. Her seferinde kendimi daha ne kadar değersiz hissedebilirim diyordum ve her seferinde eşik biraz daha yükseliyordu.
Fatih gelmese kim bilir daha neler söyleyeceklerdi. Tehdit bile edebilirlerdi. O kadar küçülmüşlerdi ki gözlerimde her şeyi bekliyordum onlardan. Tabii dedemin sözleri de bunda etkili olmuştu. Gerçi görünen köy kılavuz istemezdi. Bahadır abime ne demeliydi, nereden buluyordu bu hesap sorma yüzünü hiç anlamıyordum.
Düşüncelerim çalan kapıyla kesilirken sesli bir nefes verdim. Bugün ne çok gelenim vardı böyle. Umuyordum ki yine babamlar değildi. Biraz önce düşündüklerim nedeniyle dolan gözlerimi silerek burnumu çektim ve kapıya doğru ilerledim. Hiç beklemeden kapıyı araladığımda bu sefer gelen kişinin Boran Demirhanlı olduğunu gördüm. Aslında şaşırmamak gerekiyordu, Fatih burada olduğuna göre onun da burada olması pek sürpriz değildi.
“Bir şey mi oldu?” Meraklı bir şekilde yüzüne doğru bakarken Boran yüzümün her bir noktasına ilgiyle baktı. Bundan rahatsız olarak kaşlarımı çatar gibi olduğumda genzini temizledi. “İyi misin?” Sesi dingin bir denizi andırıyordu, sertliğinden eser yoktu. Daha buna şaşıramadan duyduğum soru toplu tutmaya çalıştığım duygularımın içinden geçip ezberini bozarken yutkunamadım.
Daha tanışalı bir hafta olmuştu. Yeni tanıştığım adamdan bu iki kelimeyi duymak içime öyle oturmuştu ki. Ben daha ailemden bu sözü duyamamıştım. Gözlerim hafiften dolmaya başlarken Boran’ın kaşları çatıldı. “İnci?” İsmimi seslenirken aniden düşüncelerimden sıyrıldım. Başımı dikleştirip cevap verdim. “İyiyim…” sesimi güçlü çıkarmaya çalışarak cevap verdiğimde Boran dikkatle yüzüme bakmaya devam etti.
“Sen neden geldin?” dedim dikkatini üzerimden çekmesi için. O böyle yüzüme baktıkça ağlayasım geliyordu çünkü. Bakışlarından rahatsız olduğumu anlamış olacak ki gözlerini gözlerimden hafifçe kaçırarak konuştu. “Fatih babanın geldiğini söyledi, kulağıma da başka şeyler geldi bugün. Yönetim kurulu toplantısı olacağıyla ilgili.” Kaşlarım hafifçe çatılırken hayretle konuştum. “Haberler ne kadar hızlı yayılıyor böyle.”
“Bizim dünyamızda işler böyle, alışırsın yakında.” Gayet rahat bir şekilde verdiği cevapla belli belirsiz başımı salladım. Sessizliğimi devam ettireceğim sırada Boran tekrar konuştu. “Sanırım bu nedenle ailenle gerginsiniz, rahatsız edeceklerini düşünüyorsan odanı değiştirelim. Aşağıdakileri tembihlerim ben.” Tereddütlü bir şekilde bana bakarken içimden alaylı bir kahkaha attım.
Bu nedenle aramızın gergin olduğunu düşünmesi ne tatlıydı. Demek ki dışarıdan iyi bir aileymiş gibi görünüyorduk. İçimize girse şaşıracaktı belli ki. Kendi ailesinde böyle şeyler yaşamadığına emindim. Herkes onlara hayranlıkla bakıyordu. Babaannesiyle de az çok tanışmıştım, sevecen bir kadındı. Yani benim yüzüme bakmayan, her fırsatta istenmediğimi belli eden ailemin yanında çok güzellerdi. O yüzden böyle düşünmesini yadırgamıyordum.
“Böyle bir şeye gerek yok, teşekkür ederim düşüncen için.” Dedim kısaca. Boran belli belirsiz başını sallayarak onayladı beni. “Peki o halde.” Dedikten sonra ekledi. “Görüşmek üzere.”
“Görüşmemek üzere.” Onun sözüne karşılık kendi cümlemi söylediğimde kaşları çatıldı. Bakışları anlamsız bir şekilde daha yumuşaktı sanki geçtiğimiz günlere kıyasla. Ya da ben öyle görmek istiyordum bilmiyordum. Anlamsız bir şekilde bana bakarken alaylı bir gülüşle ekledim. “Yani biz öyle vedalaştığımızda mutlaka görüşüyoruz ama böyle bir anlaşmamız vardı.” Sözlerimle dudakları iki yana kıvrıldı ilk defa. “Bundan sonra o anlaşmanın pek geçerliliği olmayacak gibi duruyor, önümüzdeki anlaşmalara bakalım biz.”
İşi kastettiğini düşünerek başımı salladım. “Öyle yapalım. O zaman görüşürüz.” Dedim ona uyum sağlayarak. Baş selamı verip gitmek için arkasını dönerken bende hiç beklemeden ardından kapıyı kapattım.
Bu adamı anlamak güçtü. İyi biri miydi? Kötü biri miydi? Anlayamıyordum. Bir konuşmamızda sopsoğuktu, diğer konuşmamızda biraz daha sıcak ve düşünceliydi. Bazen karşısında düşmanı varmış gibi bakıyordu, bazense tanıdığıymışım gibi sıcaktı. Özellikle şimdi olduğu gibi.
Kapıdan uzaklaşarak odadaki masanın üzerinde bulunan telefonumu elime aldım. Burada kalacaksam danışanlarımla ilgili kalıcı değişiklikler yapmam gerekecekti. Ayrıca mesleğimi falan da bırakmayacaktım sırf şirketin başında olmam gerektiği için. Burada ofis açacaktım. Tabii oradaki danışanlarımı da yüzüstü bırakmayacaktım. Bir hal çaresine bakacaktık.
İlk işim bu akşama ertelediğim uçak biletini tamamen iptal etmek olmuştu. Dedemin bir bildiği vardı ki böyle bir şey yapmıştı. Ardından da Bilge’yi arayarak telefonu kulağıma götürdüm. “Buyurun İnci Hanım?” tatlı bir sesle telefonu açarken konuştum. “Nasılsın Bilge?”
“İyiyim İnci Hanım, siz nasılsınız? Uçağınız akşam sanırım.” Diye teyit ederken reddettim. “Ben dönmüyorum Bilge.” Dediğimde birkaç saniyelik sessizlik oluştu. Muhtemelen ya yanlış anladığını düşünüyordu ya da çok şaşırmıştı. “Nasıl yani?” diye şaşkınca sorduğunda cevap verdim. “Burada işler biraz karıştı ailevi olarak. Türkiye’de kalmam gerekiyor.”
“Anladım, online olarak mı devam edeceksiniz görüşmelere?” Sesinde hüzünlü bir tonu sezdiğimde aklımdaki teklifi dile getirdim. “Türkiye’ye gelmek ister misin? Tabii ki bunun için zorlamıyorum ama burada bir ofis açacağım ayrıca yönetmem gereken bir şirket var ve asistanım yok.”
Dedemin mektubunu okuyup burada kalmaya karar verdiğim anda almıştım böyle bir kararı. Kişisel bir asistana ihtiyacım olacaktı elbet ve burada birine güvenmem zordu. Bilge iki yıldır tanıdığım biriydi ve güveniyordum. Bu zamana kadar inancımı boşa çıkarmamıştı.
“Gelmeyi çok isterim İnci Hanım, sizinle çalışmak benim için bir onur. Sizi yalnız bırakmayı hiç istemem.” Dediğinde sesinde hafif tereddütler olduğunu hissettim. Bunların neden olduğunu tahmin edebiliyordum. O yüzden çözüm önerilerimi sıraladım hemen. “Kalacağın yer sen gelene kadar hazır olur, uçak biletini de gelmek istediğin zaman alırım bunda şüphen olmasın.” Bilge sözlerimle birlikte itiraz etti. “Hayır hayır İnci Hanım bunlar her türlü hallolur zaten, sadece yönetici asistanlığı bana göre mi pek emin olamadım. Onun için başka birini bulun isterseniz diyecektim.”
“Öğreneceğiz Bilge.” Dedim kendime güvenerek. Öğrenmek zorundaydık. Bir şeylere baştan başlayacaktık ama sonucu güzel olacaktı inanıyordum. Tabii yarın çıkacak olan sonuçta önemliydi. Kendimi çok da kaptırmak istemiyordum bu duruma. “Ben seni haberdar edeceğim, sen sadece danışanlarıma biraz meşgul olduğumu ve seansları ertelemek durumunda olduğumuzu belirtirsen sevinirim.”
“Tabii İnci Hanım.” Bilge beni onayladığında daha sonra tekrar görüşeceğimizi söyleyerek telefonu kapattım. Bu iş hallolmuş sayılırdı.
Yarından sonra kalacak bir yer ve bir ofis ayarlamam herkes için en hayırlısı olacaktı. Burada kalacaksam öyle otel köşelerinde olmazdı ne yazık ki. Ayrıca yarından sonra mutlaka resmi bir açıklama yapılacaktı ve bu da demek oluyordu ki daha göz önünde olacaktım.
Biraz yatağa uzanıp yarın olacakları düşünürken saatin nasıl geçtiğini pek anlayamamıştım. Güney dakikalar önce mesaj atmıştı. Şirketteki ortakların isimleri, şirketleri hakkında bilgi almam için bir evraktı attığı. Bir süre onları incelemiştim, bir süre düşünmüştüm. Hem gergindim, hem korkuyordum yani aynı anda birçok duyguyu hissediyordum.
Telefonum çalarken bıraktığım yerden alıp ekrana baktım. Güney’in aradığını görerek hızla açıp kulağıma götürdüm. “Efendim?” Benden hemen sonra onun cevabını duydum. “Yemek?”
Bu kadar hızlı sorduğuna göre epey acıkmış olmalıydı. Buna gülerek onayladım. “Olur, nerede?” dediğimde Güney cevap verdi. “Aşağıdayım, buranın restoranı güzel. Burada yiyelim. Yarın söz kutlamak için seni boğazın en güzel restoranına götüreceğim.” Dediğinde gülüşüm büyüdü. “Anlaştık. Geliyorum şimdi.”
Telefonu kapatırken aynadan üstüme başıma baktım. Gayet iyi olduğuma karar vererek telefonu, kartı alarak odadan çıktım ve asansöre ilerledim. Asansörle restoran bölümüne indikten sonra etrafa bakındım Güney’i görmek adına.
O sırada karşısında bir kadınla yemek yiyen Boran’ı gördüm. Esmer tenli, güzel bir kadındı karşısındaki. Daha önce görmemiştim. İlgiyle bir şeyler anlatıyordu Boran’a. Ama Boran başını yemeğine eğmiş onu pek dinliyormuş gibi görünmüyordu.
Bunun beni ilgilendirmediğini düşünerek bakışlarımı ondan çektiğim sırada Güney’in sesini işittim. “İnci!” Sesin geldiği yöne doğru bakarken Güney’in geçen gün benim oturduğum yere oturduğunu görerek yanına doğru ilerledim. Güney ona yaklaşmamla birlikte ayağa kalkarken yanına yaklaşıp yanaklarımı yanaklarına değdirerek konuştum. “Birileri çok acıkmış.”
“Öyle oldu.” Güney gülerek söylediğim şeye karşılık verirken karşısındaki boş olan yere geçerek oturdum. Güney garsonlardan birini el hareketiyle çağırırken bende önümdeki menüye bakarak yiyeceğime karar verdim o sırada. Garson geldiğinde ise siparişimizi vererek beklemeye koyulduk.
Ellerimi masada birleştirip Güney’e doğru bakarken konuştum. “Burada kalmaya karar verdim.” Bodoslama bir şekilde konuya daldığımda Güney’in gözleri parlamaya başladı. “Gerçekten mi?” Sorduğu soruya başımı sallayarak karşılık verdiğimde Güney güldü. “Allah be değmeyin keyfime.” Yüksek sesli konuşmasıyla birlikte birkaç bakış bize dönerken gözlerimi belerttim. “Sessiz olsana.”
“Olamam, kusura bakma. Çok güzel bir haber bu. Yani şirketin başına net bir şekilde geçiyorsun.” Dediğinde belli belirsiz başımı salladım. “Dedem böyle olmasını isterdi.” Diye iç çektiğimde Güney başını salladı. “Evet, keşke o masaya geçtiğinde makamında da seni görebilseydi.” İçimizde çok fazla keşke vardı, bu da onlardan biriydi. Ama şöyle de bir gerçek vardı ki dedem yaşıyor olsa burada kalmaz ve işin başına geçmezdim.
Yemeklerimiz geldiğinde garsona teşekkür ederek yemeye koyulduk. Güney belli ki gerçekten çok acıkmıştı. Hızlı hızlı yemeğini yerken onun bu halini ne kadar özlediğimi fark ettim. Göz ucuyla onu izlerken yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım.
“Kızım yesene yemeğini beni izleyeceğine.” Güney göz ucuyla bana doğru bakarken onayladım. “Yiyorum zaten. Sadece çok iştahım yok.” Dediğimde onayladı. “Belli zaten iştahının olmadığı, bir deri bir kemik kalmışsın.” Dediğinde gülüşüm büyüdü. “Kendini benim aile büyüğüm falan sanıyor olabilir misin? Tam olarak öyle konuşuyorsun.” Dalga geçercesine konuşurken Güney yamuk bir gülümsemeyle bana baktı. “Öyleyim zaten, abin sayılırım.” Dediğinde gözlerimi devirdim. “İyi abarttın ama sende, benden sadece 3 ay büyüksün.”
Olsun dercesine bana bakarken gülümsemeye devam ettim. Bu hallerimizden keyif alıyordum. Yemeğe yöneleceğim sırada çaprazımızda bizden uzakta oturan adamın bakışlarını üzerimde hissettim. Bakışlarım istemsizce ona dönerken yine ve yine kahveleriyle yeşillerim buluştu. Başını eğip kaldırarak selam verirken onunla aynı hareketi yaparak selam verdim. Karşısında oturan kadın onun bu hareketiyle dönüp bana bakarken bu sefer gözlerim onunla buluştu.
Fazla bakmadan bakışlarımı önüme çevirdiğimde Güney’in sesini işittim. “Boran Bey ile bu aralar fazla samimisiniz sanırım.” Dediğinde hızla itiraz ettim. “Ne samimiyeti, sadece selam verdi adam.” Dediğimde tek kaşını kaldırdı Güney. “Otelden seni hastaneye bıraktı, sonra Bahadır’ın elinden kurtardı.” Diye kendince çıkarım yaparken başımı iki yana salladım. “Hepsi yardımcı olmak içindi, başka bir şey düşünme. Ayrıca garip bir adam. Bazen bakışıyla üşütüyor, bazen ince düşüncesiyle iç ısıtıyor.”
“O kadar konuştuk, bakıştık diyorsun yani.” Güney alaylı bir şekilde konuşurken kaşlarımı çattım. “Sana da bir şey söylenmiyor.” Diyerek kollarımı göğsümde bağlarken Güney güldü. “Tamam, şaka yapıyorum. İşince gücünde birisi işte. Fazla düşünme. Sadece iş için bir arada olacaksınız.”
Öyleydi. Başka türlüsü olmazdı zaten. Bakışlarımı camdan dışarı doğru çevirirken Güney’in bana doğru uzattığı çatalı gördüm. “Hadi aç ağzını, bir şeyler ye. Yarın için güç topla. Epey gergin bir ortam olacak.” Uzattığı çatalı ağzıma doğru alırken mırıldandım. “Kıyamazmış da süt kardeşine.” Güney benim gibi gülümserken başını salladı. “Kıyamam tabii ki, sen benim tek yakınımsın.”
Burukça gözlerine bakarken yemeğine odaklandı Güney. Bende onun gibi yemeğime odaklanırken aklımdan geçen düşünceler bambaşkaydı elbette. Yarın için ne yapacağımı, nasıl geçeceğini, ne olacağını düşünüyordum durmadan. Umarım bu işten de alnımın akıyla çıkardım…
*****
Sabah çok erken uyanmıştım. Toplantı 10’daydı. Duşumu alıp direkt olarak hazırlanmaya koyulmuştum. Üzerime siyah blazer ceket elbise giymiş ve saçlarımı her zaman olduğu gibi maşalayarak omuzlarıma düşmesini sağlamıştım. Saat ve takılarla kombinimi tamamlayarak makyajımı yaptıktan sonra da otelden çıkmıştım.
Güneyle birlikte şirkete vardığımızda derin bir nefes alıp verdim. Çok gergindim. Ne olacağını bilmemek beni çok geriyordu. Hiç tanımadığım yüzler görecektim, tanımadığım insanlarla muhatap olacaktım. Dahası o tanımadığım insanlar dedemin bu kararına nasıl bir tepki vereceklerdi bunu düşünüyordum.
Topuklu ayakkabılarımın koridorda çıkardığı seslerden herkesin bakışları beni bulurken kendimi daha da gergin hissettim. Alışık değildim bakışların üzerimde olmasına. Ben öyle kendi halinde bir psikologdum. Şimdi koskoca şirketi nasıl yönetecektim belli değildi ve açık konuşmak gerekirse korkuyordum.
Dedemin odasının önünde bizi bekleyen Necati Bey ile gerginliğim ve heyecanım daha da arttı. Necati bey bizim geldiğimizi gördüğünde direkt olarak eliyle odayı işaret etti. “Buyurun İnci Hanım.” Onu onaylarken Güney’e baktım göz ucuyla. Güney gözlerini kapatıp açarken mırıldandı. “Bol şans.” Aynı şekilde cevap verdikten sonra Necati Bey kapıyı açtı.
Önden içeri girdiğimde güçlü gözükmeye kendimi zorlayarak ciddi bir şekilde baktım toplantı masasında oturan insanlara. Toplantı 10’da olduğu halde erken gelmişlerdi belli ki. Babam, Bahadır abi, abim tanıdık yüzler arasındayken diğer dikkatimi çeken kişi Boran olmuştu. Dedemlerin onlarla ortak iş yaptığını düşünmemiştim aralarındaki gerginlikten.
Ayrıca dün haberler hızlı yayılır derken toplantı haberinin onlara gittiğini elbette bilmiyordum. Kendisi de söylememişti. Ortakların bulunduğu dosyayı incelemiştim ve Boranların şirketinin yer almadığına emindim. Elbet bir açıklaması vardı bunun.
“İnci Hanım’da geldiğine göre toplantımıza başlayabiliriz.” Babamın tam karşısında masanın diğer başına geçip oturduğumda babamın rahat bakışları üzerimdeydi. “Adnan, kızına öyle bir bakıyorsun ki görende düşmanın sanır.” Ortaklardan birinin söylediği cümle sadece ailemizdeki üyeleri gererken babam samimi olmayan bir şekilde güldü. “İş hayatı bu Muharrem. Karşındaki kızın bile olsa rekabet her zaman olmalı.”
“Aynen öyle, babam doğru söylüyor.” Dedim bende samimi olmayan bir tebessümle. Masadaki herkese tek tek baktıktan sonra ekledim. “Rekabet olmazsa olmaz. Karşımdaki babam olsa dahi. Sonuçta şirket yönetiyoruz.” Kararlı bir şekilde konuşurken başka bir ses yükseldi masadan. “Adnan kızın aynı sen, baksana aynı bakışlar aynı hırs. Babasının kızı.”
Yüzümü buruşturmamak için zor tuttum kendimi. Babamın kızı falan değildim ben. Bana biyolojik katkı dışında hiçbir yararı bulunmamış adama benzemek istemiyordum. “Öyle Bekir, öyle.” Babam sanki bundan memnunmuş gibi davranırken sert bakışlarımı babamın üzerinde tuttum. Babam ise ekledi. “İnci, psikolog biliyorsunuz. Dedesi böyle bir şey yapmış ancak şirketi bilen birinin yönetim kurulunda olması daha doğru diye düşünüyorum. O yüzden böyle bir oylamaya gidelim istedim. Elbette kararları ortak alırız.”
Tamamen yalandı. Ortak falan almayacaktı. Bunu alması demek istediği gibi at koşturması demekti. Altta kalmayarak cevap verdim. “Bildiğim kadarıyla sende şirket yönetmek için bir bölüm okumadın baba, dedemde öyle. Değil mi? Hatta meslek lisesinden sonra okumadın diye biliyorum. Yani tecrübe önemli. Bende yavaş yavaş işleri öğrenirim. Sizler gibi.” İmalı bir şekilde gözlerine baktıktan sonra bakışlarımı Necati beye çevirdim.” Başlayalım oylamaya.”
Babamın sert bakışları üzerimdeyken Necati Bey konuştu. “Adnan beyin yönetim kurulu başkanı olmasını isteyenler.” Dediğinde kalbimin ağzımda attığını hissettim. Yaklaşık 10 kişi kadardık ben ve babam dahil. 5 oy çıkması durumunda her şekilde babam yönetim kuruluna seçilirdi. Kaldı ki buradaki insanların çoğunu tanıyordu ve bir otoritesi, tanınırlığı vardı. Kazanma şansım düşük sayılırdı.
Tabii ki elini ilk kaldıran Bahadır abi oldu, sonra da biraz önce konuşan iki kişi kaldırdı: Muharrem ve Bekir Bey. En sonda da abim kaldırdı. Bakışları özür dilerim dercesine beni bulurken hiçbir mimiğim kıpırdamadı. Dedem haklıydı, abim babamın sözünden çıkmazdı. Bunu çok net anlamıştım. Gözlerime öyle baktığına göre kendi fikri değildi babama oy vermek. Onun zorlamasıyla olan bir şeydi. Yani abim kendi kararını bile verememişti.
Toplam dört kişiydi oy veren. Şaşkınlıkla masaya bakarken babamda benim gibi şaşkındı. Bakışlarıyla masadaki ortakları öldürmek isterken Necati Bey oy verenlerin isimlerini yazmayı bitirip konuştu. “Kararını değiştiren yoksa bir sonraki oylamaya geçiyorum.” Hiçbir ses çıkmazken ben kalbimin sesini kulaklarımda duyuyordum. Bu demek oluyordu ki kalan 5 kişi bana oy verecekti ve kazanan ben olacaktım. İmkânsız gibi gelen bu şeyi şimdi yaşıyordum. Şaşkındım.
“İnci hanımın yönetim kurulu başkanı olmasını isteyenler.” Dediğinde ilk elini kaldıran Boran oldu. Hiç tereddüt etmeden gözlerime bakarken babamların sert bakışları onu buldu. Ancak o kararlı bir biçimde bana bakmaya devam etti. Onun hemen ardından kalan 4 kişi daha elini kaldırdı.
El kaldıranlardan biri babama bakarak konuştu. “Kusura bakma Adnan, biraz yenilik ve genç kafası gerekiyor bizim işlere.” Bu sözle sırıtmamak için kendimi zor tutarken babam belli belirsiz başını salladı. “Öyle olsun Mahir.” Sakindi ama gözlerindeki öfke beni yakıp geçecek gibi harlıydı.
Necati bey el kaldıranların isimlerini yazdıktan sonra konuştu. “Oylamaya göre en çok oyu alan İnci Hanım yeni yönetim kurulu başkanı ve şirketin en büyük hissedarı olarak seçilmiştir. Hayırlı uğurlu olsun.” Necati bey sevindiğini belli eden bir sesle kazananı açıklarken oturduğum yerden ayağa kalktım. Elini uzatırken hiç beklemeden elini sıktım. “Teşekkür ederim.”
Babamda ayağa kalkarken Bahadır abi ile gözleriyle anlaştıklarını gördüm. Dikkatim bana doğru gelen Mahir beyle dağılırken küçük bir tebessüm ettim. “Hayırlı olsun İnci Hanım, umarım sizlerle iyi işler yaparız.” Diyerek elini bana doğru uzattı. Elini tutup sıkarken ekledi. “Siz muhtemelen beni tanımıyorsunuz ama.” Diye sözlerine başladığında hemen sözünü kestim. “Kenter Holding yönetim kurulu başkanı Mahir Kenter, tanıyorum.”
Sözlerimle şaşırırken kaşları havalandı karşımdaki adamın. “İnci Hanım dersine iyi çalışmış, sizinle tanıştığım için çok memnun oldum.” Sevecen bir biçimde konuşurken başımı salladım. “Bende memnun oldum.”
“Üç gün sonra yönetim kurulu başkanlığınızı kutlamak adına bir yemek yiyelim ne dersiniz?” dediğinde ilk an ne diyeceğimi bilemedim. Benden cevap beklediğini belirtircesine gözlerime bakarken içimden geleni yaparak cevap verdim. “Seve seve katılırım.” Aldığı cevapla memnun olan Mahir Bey iyi dileklerini ileterek toplantı odasından çıkarken bana oy veren kişilerin tek tek güzel dileklerini ve tebriklerini kabul ettim.
Sonra da babama oy veren Bekir ve Muharrem Bey yanıma gelerek tebriklerini ilettiler. Pek memnun değillerdi onlarda elbette. “Yemeğe sizi de bekleriz, pek memnun olmasanız da belki katılmak istersiniz.” Diye teklifte bulunduktan sonra ekledim. “Asistanım size yeri ve saati bildirir, iyi günler.”
Babamların elbette ki tebrik etmesini beklemiyordum ancak Boran’da gelmemişti, orada öylece dikilip bizi seyretmişti. Nihayet yanıma gelirken bakışlarımız anında buluştu. Elini bana doğru uzatırken hiç beklemeden elini tuttum. “Tebrik ederim İnci Hanım, Sardun beyden sonra koltuk sahibini buldu.” Diyerek bakışlarıyla masayı işaret ederken buruk bir tebessüm ettim. Bana ta o zaman söylemişti, en güzel odayı sana veririm demişti ve şimdi söylediğini yapmıştı. Dedem ta en başında bunu aklına koymuştu.
“Bu odada olmayacaksın herhalde?” Babamın tahammülsüz sesiyle bakışlarım Boran’dan ayrıldı ve ona doğru çevrildi. “Neden yönetim kurulu başkanının değil mi bu oda?” dedim kendimden emin bir şekilde. Babam buna bozulurken cevap verdi. “Sen Londra’ya dönmüyor musun? Burada kalmayacak birinin odasının olması gerektiğini düşünmüyorum. En büyük olarak benim geçmem uygundur.”
“Dönmüyorum, artık buradayım.” Dedim sertçe. Sözlerim onların üzerinde büyük bir şok yaratırken ne diyeceklerini bilemediler. Bense ekledim. “Yani oda boş durmayacak, için rahat etsin. Odanızdan memnun değilseniz, hangi departmanı isterseniz sizi oraya transfer ederiz Adnan Bey. Bu da size yapmış olduğum ilk iyilik olur.” Yüzümde alaylı bir gülümsemeyle babama bakarken dişlerini sıkarak baktı yüzüme.
Bense bakışlarımı ondan çekerek tekrardan Boran’a çevirdim. Elim avuçlarında hapis kalmıştı. Ellerimize doğru bakarken Boran’da bunu yeni fark etmişçesine genzini temizledi ve elimi bıraktı. “Sizinle güzel işler yapacağımıza eminiz.” Diyerek ortamdaki havayı değiştirirken merakla mırıldandım. “Listede isminiz yoktu…”
Tam olarak sözlerimi bitiremeden cevap verdi Boran. “Dedenizle yeni yapmıştık anlaşmamızı. O yüzden bilmemeniz normal.” Anladığımı belirtircesine başımı sallarken ekledim. “Yemeğe sizi de bekliyoruz.” Dediğimde onayladı. “Hiç kuşkunuz olmasın, galibiyetinizi kutlamaya seve seve katılacağım.” Tok bir sesle dile getirdiği sözlerle birlikte göz ucuyla hemen arkasında dikilen Bahadır abi, abim ve babamın oluşturduğu üçlüye baktı. Onları sinirlendirmekten zevk alıyordu belli ki.
“Görüşmek üzere.” Sadece benim anlayabileceğim imasıyla küçük bir tebessüm ettim. “Görüşmek üzere.” Biz her ne kadar görüşmek istemesek de hayat bir şekilde görüştürüyordu işte bizi. Dün ondan önümüzdeki anlaşmalara bakalım demişti.
Boran odadan çıkarken bakışlarımı Necati beye doğru çevirdim. “Her şey için çok teşekkür ederim.” Dediğimde Necati Bey gülümsedi. Ardından evrak çantasından bir anahtar çıkartıp bana doğru uzattı. “Bu dedenizin size hediyesi, hayırlı olsun. Ve rica ederim, bu benim görevim.”
Bana uzattığı araba anahtarını alırken içimin burukluğu daha da arttı. Şirket hisselerini vermesi yetmiyormuş gibi bir de araba almıştı bana. Ben dedemin hakkını nasıl öderdim bilmiyordum gerçekten. Şimdi şurada benimle birlikte olmasını o kadar isterdim ki. Ama yoktu. Gözlerim istemsizce dolarken Necati Bey çantasından tekrar evrak çıkardı. Ardından tükenmez kalemin kapağını açarak bana doğru uzattı ikisini de.
“Şuraya bir imza atın İnci Hanım. Resmi olarak hisselerin sizin üzerinize geçmesi için.” Diye açıklamaya yaptığında evrakları ve kalemi elime aldım. Evraklara göz gezdirip emin olduktan sonra imzamı attım hiç beklemeden. “Bunları işleme koyuyorum, tekrardan hayırlı olsun. Başarılar dilerim.”
“Teşekkürler.” Necati bey odadan çıkarken üzerimden bir yük kalkmış gibi hissettim. Gerçekten çok garip duygular içerisindeydim. Bir yerde oturup haykıra haykıra ağlamak istiyordum. Koskoca şirketi ben yönetecektim.
“Tebrik ederim.” Abimin alttan alta mutlu sesini işittiğimde onlara doğru döndüm. Abim küçük tebessümüyle bana yaklaşırken kollarını benim için açtı. Bana oy vermedi diye küsecek değildim o yüzden kollarının arasına girip sıkıca sarıldım. “Teşekkür ederim.” Abimle sarılıp ayrıldıktan sonra Bahadır abi yaklaştı ve elini uzattı bana doğru. Elini tutup sıkarken konuştu. “Tebrikler.”
O bu duruma hiç memnun olmamıştı ama yine de nezaketen tebrik ediyordu. En azından babam gibi değildi. Başımı eğip kaldırıp teşekkür ederken babamın sesini işittim. “O zaman konuşma zamanı geldi.” Dediğinde bakışlarım ona doğru kaydı. Abimle Bahadır abi de ona bakarken babam gözlerini benden ayırmadan konuştu. “Bu şirketi tek başına yönetmen doğru değil. Yönetmeyeceksin de zaten. Yönetim kurulunu almış olabilirsin ama beceremezsin sen bu işi.”
Üstten bir tavırla beni ezmeye çalışırken ifadesizce baktım suratına doğru. Söylediklerini umursamıyordum. Ancak babam dinleyeceğimi düşünüyordu ki devam etti. “Bahadırla evleneceksin İnci.” Duyduğum cümle kulağımda yankı yaparken yanlış duyduğumu sandım bir an. Doğru duymuş olamazdım çünkü. “Pardon?” dedim doğru anlayıp anlamadığımı teyit etmek için. “Bahadır ile evleneceksin.” Babam üzerine basa basa cümlesini tekrarlarken ağzım açık kaldı.
Bakışlarım Bahadır abiye kaydığında onun hiç şaşırmadığını gördüm. Yani haberi vardı ve istiyordu bunu. Kuzeniydim ben onun. Böyle bir şeyi nasıl düşünürdü? Nasıl isterdi? Kardeş gibi büyümüştük biz. Babama diyecek lafım yoktu onun umurunda değildi hiçbir şey. Bu da umurunda olmamıştı ama Bahadır abi nasıl kabul ederdi?
“Ne saçmalıyorsun sen baba?” Abim benim yerime tepki gösterirken kaşlarını çatmış hesap sorarcasına babama ve Bahadır abiye bakıyordu. “Amcamızın oğlu Bahadır, ne saçmalıyorsunuz?”
“Egemen abi, daha iyi işte. Yabancı biri değilim ki.” Duyduğum cümlelerle kaşlarım havalanırken iğrenerek baktım ona doğru. Bu nasıl bir zihniyetti böyle? “Abisisin lan, ne yabancısı!” Abim bağırırken Bahadır abim sessiz kaldı. Babam ise araya girdi. “Egemen karışma. İnci ailemizden biriyle evlenecek elbette ki soyadı baki kalsın. Şirketin hisseleri onun üzerindeyken başka biriyle evlenmesi yakışık olmaz.”
“Ne saçmalıyorsunuz siz ya!? Ne saçmalıyorsunuz!” Dayanamayarak bağırdığımda tüm bakışlar beni buldu. Umarım odanın ses yalıtımı vardı, yoksa sesimin dışarı kadar ulaştığına emindim. “Ya sen kendinde nasıl bir hak görüyorsun ki bunu bana diretiyorsun!? Bunca yıl bana babalık bile yapmadın! Şimdi abin gibi gördüğün adamla evleneceksin diyorsun!? İşin gücün soyadın ya! Bu nasıl bir şey!?
Avazım çıktığı kadar bağırırken babam çatık kaşlarla dinledi beni. “Kıs şu sesini İnci, karşında arkadaşın yok senin. Adam akıllı konuş!” Sözleri içimdeki hırsı ve kini daha da artırırken gözlerimi kapattım. “Kiminle evleneceğime asla karışamazsın, hiçbirinizin buna hakkı yok! Ne soyadıymış arkadaş? Bu kadar mı önemli!?”
Babam sadece yüzüme bakarken dayanamayarak odadan çıktım bir hışımla. “Asla olmaz baba böyle bir şey, nasıl düşünürsünüz siz bunu? Ulan şerefsiz ben seni kaç kere uyardım!” Çıkarken abimin bağırtısını duysam da umursamadım.
Boş bulduğum odalardan birine kendime hızla atarken ellerimi odadaki masaya yaslayarak başımı yere doğru eğdim. Sinirden her yerim titriyordu. Bu kadar mı sevmiyordu beni? Hala daha menfaati için, hisselerin aile içinde kalması için çabalıyordu. Benim mutlu olup olmamam hiç umurunda değildi. Her seferinde bu kadar olmaz diyordum, daha fazlası ve kötüsü oluyordu.
Bahadır abiye ne demeliydi. Nasıl ikna olurdu? Abimdi o benim, abim. Bazı davranışlarından bir şeyler sezer gibi olmuştum ama kabullenmek istememiştim. Abimde özellikle ikimizi baş başa bırakmıyordu. Biraz önce söylediği cümlede bir şeyler sezdiğini ortaya kouyordu.
Sakinleşmek için derin derin nefesler alıp verirken duyduğum sesle irkildim. “Anlaşmamıza sadık kaldınız Yusuf Bey, oyunuzu istediğim kişiye verdiniz. Her şey konuştuğumuz gibi. Anlaştığımız üzere Akçay holdingle ilgili sıkıntıların giderilmesinde yardımcı olacağım.” Bakışlarımı yerden kaldırıp sesin nereden geldiğini anlamak isterken bulunduğum odanın başka bir odaya açıldığını gördüm. İki oda birleşikti ve diğer odadaki ses bir sistemle buradan da duyulabiliyordu.
Boran’ın bahsettiği adam benim kazanmanda payı olan ortaklardan biriydi. Oyunuzu istediğim kişiye verdiniz, anlaşmamıza sadık kaldınız diyordu. Bana oy vermesi için anlaşma yapmıştı yani. Arkamdan ne işler dönüyordu böyle? Nasıl böyle bir şey yapabilirdi? Nasıl insanlarla anlaşma yapardı? Bu yediğim kaçıncı kazıktı sayamıyordum. Bir de dedem bu adama güven diyordu. Arkamdan iş çeviriyordu adam.
Hiç beklemeden odanın kapısını açtığımda Boran bakışlarını bana doğru çevirdi. Dik dik, ateş saçarcasına gözlerine bakarken yüzünde mimik oynamadı. Gözlerini benden bir saniye bile çekmeden telefona doğru konuştu. “Avukatımla gerekli işlemleri halledersiniz.” Telefonu kulağından indirirken temkinle bakmaya devam etti gözlerime. Duyup duymadığımı sorguluyordu muhtemelen.
“Ne hakla arkamdan insanlarla konuşuyorsun!” diyerek ona doğru yaklaşırken sesimin yüksek çıkmasını umursamadım. Dik dik gözlerine bakarken bağırmaya devam ettim. “Ne hakla Boran!? Ne hakla?” Aynı sakin ifadeyle yüzüme bakarken tok bir sesle cevap verdi. “Sakin ol ilk önce.”
“Sakin falan olmuyorum!” diye yükseldim. Bugün neler yaşıyordum böyle. Resmen şaka gibiydi her şey. “Ya sen kim oluyorsun da böyle bir şey yapıyorsun?! Senden böyle bir şey isteyen mi oldu!” Sinirlerime hâkim olamayıp sert bir şekilde ona bakarken kaşları çatıldı hafiften. “Böyle olması gerekiyordu, bende yapılması gerekeni yaptım.”
Verdiği cevapla birlikte dudaklarımın arasından alaylı bir ses döküldü. “Hah. Böyle olması gerekiyordu sende yaptın. Ne güzel açıklama.” Sinirli bir şekilde yüzüne bakarken dişlerimin arasından mırıldandım. “Sen dalga mı geçiyorsun benimle? Bu ne biçim bir cevap. Böyle olması gerekiyordu? Ne katkısı var bu yaptığın şeyin sana. Sana ne benim kazanıp kazanmayacağımdan. Sana ne!”
“Cevap bu ister beğen ister beğenme.” Sinirimi daha da artırmak istercesine konuşurken gözüm seğirmeye başladı. Bu adam gerçekten gıcığın tekiydi. “Herkesi sen mi ayarladın?” tahammülsüz bir şekilde ona bakarken cevap verdi. “İki kişiyi evet. Mahir ve Rızvan bey zaten vereceklerdi, bende tabii ki. Diğerleri için ufak bir müdahale gerekiyordu.”
Alaylı bir şekilde gülerek elimi alnıma yasladım. “Ne kadar da aptalım, bir şeyleri kendiliğimden başardım sandım. Ne aptallık ama…” Kendi kendime mırıldanırken Boran’ın sesini duydum. “İnsan hiç tanımadığı birine oy vermez İnci. İş hayatı sandığın gibi bir yer değil. Referans lazımdı, bende referans oldum. Bu kadar basit.” Normal bir şeymiş gibi anlatması sinirlerimi daha da gererken sinirle baktım gözlerine. “Referans oldun. Anlaşma yapmışsın adamlarla!”
“Ben buna referans diyorum. Anlaşmanın benim için önemi yok. Yapılması gereken yapıldı, bu kadar.” Umursamaz bir şekilde verdiği cevaplara ne diyeceğimi bilemiyordum artık. Utanıyordum. Ben bir şeyi kendi başına başaramayan aciz biriydim işte. Gururum çok kırılmıştı. “Senin için önemi yok, evet. İstediğine ulaştın belli ki. Aynı gururumu ayaklarının altına aldığının öneminin olmaması gibi. Teşekkürler Boran Demirhanlı.”
Başka bir şey söylemeden odadan çıktım hızla. Arkamdan sesli bir nefes vererek ismimi seslendiğini duymuştum ama umursamadım. Gözünde nasıl bir yerde olduğumu düşünmek dahi istemiyordum. Bir şeyi kendi başına beceremeyen acizin önde gideniydim. Bakıldığında koskoca şirkete birden, hiç emek vermeden sahip olmuştum. Ama kendi başıma bir şeyleri bile beceremiyordum. Bir şeyleri o kadar bilmiyordum ki insanların kendi isteğiyle bana oy verdiğini düşünmüştüm. Çok aptaldım, cahildim.
Bu şekilde bir şirketi nasıl yönetebilirdim ki? Birinden yardım almam gerekiyordu ama çevremde güveneceğim kimse yoktu. Bu şekilde şirketi bir ay içinde batırırdım. Abime güvenmek istiyordum ama bugün onun babamın sözünü dinlediğine şahit olmuştum. Verilecek kararlarda da muhtemelen babamın yanında olurdu, babam onu bir şekilde ikna ederdi.
Otoparka inerek Necati beyin verdiği anahtarın kilit açma düğmesine bastıktan sonra otoparkta ışıkları yanarak kilidi açılan arabaya doğru ilerledim. Siyah Jeep Compass 4xe marka bir araçtı. Hiç beklemeden araca bindikten sonra otoparktan çıktım. Mezara gitmek istiyordum. Biraz dedemle dertleşmek ve rahatlamak istiyordum.
Trafikte ilerlemeye devam ederken telefonumun çalmasıyla birlikte ekrana baktım. Güney’di arayan. Beklemeden telefonu açtığımda sevinçli sesini duydum. “Benim arkadaşım kazanmış, tebrik ederim. Yemeği nerede yiyelim, rezervasyon yapacağım…” hevesli bir şekilde konuşmasına karşılık durgun bir sesle cevap verdim. “Kutlanacak bir şey yok Güney, boş ver.”
“O ne demek?” Güney ciddi bir şekilde konuşurken iç geçirdim. “Öyle işte Güney, kutlanacak bir şey yok. Sonra görüşürüz olur mu?” dedikten sonra hiç beklemeden telefonu kapattım. Ben kendim kazanmamıştım bu yarışı. Kazandırılmıştım. O yüzden kutlamaya falan gerek yoktu…
*****
Belli bir süre dedemin mezarında oturup onunla konuşmuştum. Tüm içimi dökmüş biraz rahatlamaya çalışmıştım. Sonra da sahile gelmiş ve denizin kenarında oturmuş ve düşünmüştüm. Düşünsem de bir sonuca ulaşamamıştım. Hala daha ne yapacağımı bilmiyordum. Mesela yarın işe gittiğimde masama bırakılan evrağı anlayıp anlamayacağımdan şüpheliydim. Ya da yapmam gerekenleri tam olarak bilmiyordum. Bu da beni geriyordu.
Hava kararmıştı. Otele gitmek üzere trafiğe çıkmıştım. Bir an önce ev işini de halletmem gerekiyordu. Ayrıca Bilge’yi arayarak buraya gelmesini sağlamalıydım. Ayrıca bir ofiste tutmalıydım. Yapacağım çok şey vardı ve ben hepsiyle nasıl başa çıkacaktım bilmiyordum.
Boş sokakta ilerlerken düşüncelerim arasında kaybolmuştum resmen. Aniden önüme doğru kıran araçla ani bir fren yaparken düşüncelerimden sıyrılıp korkudan kalbimin atışını kulaklarımda hissetmeye başladım. Önümü kıran arabadan inen Fatih’i görmemle tuttuğum nefesimi bıraktım. Yanında esmer, uzun boylu biri daha vardı. Onu hiç görmemiştim.
Arabaya doğru ulaştıklarında Fatih ön kapıyı, yanındaki diğer adamda arka kapıyı açıp oturdu. Fatih’e şaşkınlıkla bakarken sinirle konuştum. “Ne yapıyorsun?” Fatihle eş zamanlı olarak arka koltuğa oturup bana doğru bakan kişiye döndüm. “Ne yapıyorsunuz? Eşkıya mısınız siz?”
“Öyle de denebilir.” Arka koltukta oturan kişinin verdiği cevapla birlikte kaşlarım havalanırken Fatih ona baktı sertçe. “Saçma sapan konuşma Mert.” Ardından bana doğru dönerek ekledi. “Kusura bakmayın İnci Hanım, abinin emri. Sizi şirkette bekliyor.”
“Söyle o abine gelmiyorum ben hiçbir yere. İnin şimdi arabadan!” Sert bir şekilde gözlerine bakarken emir verircesine konuştum. “Kusura bakmayın İnci Hanım, biz sadece Boran abiden emir alırız ve o sizi yanına götürmemiz için emir verdi.” Fatih’in verdiği cevapla gözlerimi kapatıp derin bir nefs aldıktan sonra arabamın camını açarak dışarı doğru bağırdım. “Yardım edin! İnsan kaçırıyorlar!”
Bu hamlemle birlikte ağzıma doğru kapatılan elle birlikte Mert’in sesini duydum. “Allah aşkına rezil etmeyin bizi, konuşacağı önemli şeyler varmış.” Tam o sırada arkama gelen arabanın korna sesini duyarken önüme kıran araç sanki hiçbir şey olmamış gibi geri geri çıkıp yolumu açtı. Arkamdaki araçtan gelen kornayla birlikte Mert elini ağzımdan çekerken mecburiyetten arabayı sürmeyi başladım. Fatih ise o sırada konuştu. “Önemli bir şey olmasa emrivaki yapmaz.” Dediğinde alayla güldüm. “Hadi ya?” Hiç sanmıyordum.
Söyleyeceği şeyi merak ediyordum ama ayağına çağırmaya iyi alışmıştı kendisi. Bunu kendime yediremiyordum. Ayrıca bugün konuştuğumuz şeylerden sonra başka ne konuşacaktı hiç anlamıyordum. Son kez ayağına gidip söyleyeceklerini dinleyecektim ve ağzının payını verip ayrılacaktım. Sonra o sağ ben selamettim. Bir daha görüşmek istemiyordum. “Yolu tarif et.” Dediğimde Fatih onayladı. Dikiz aynasından Mert ile bakışırlarken ters bir biçimde baktım ikisine de.
Kısa süre içinde şirkete vardığımızda araçtan indim. Mert ve Fatih ile şirketten içeri girdiğimizde derin bir nefes alıp verdim.
Ayağımdaki siyah, uzun topuklu, rugan ayakkabıların sesinin koridorda yankılanmasını umursamadan yürümeye devam ettim. Fatih ve Mert, topuklu ayakkabı giymeme rağmen benden santimetrelerce uzundu ve bu ister istemez bir güven sağlıyordu. Ancak gittiğim kişinin yanını düşündüğümüzde güvenemiyordum. Sonuçta arkamdan iş çeviren bir adamdı. Ayrıca yaptığı suçlamayı da unutmamıştım. Topuk seslerine onların güçlü adımlarının çıkardığı sesler de eşlik ederken sessizlikte yutkundum.
İlerlediğimiz koridor loş bir ışıkla aydınlatılmıştı. Korkunç bir hava vardı. Bu da içimde ufak bir korku oluştursa da dışıma yansıtmadan güçlü adımlarla ilerlemeye devam ettim. Koridorun sonunda camekandan çevrelenmiş ancak store perdeler sayesinde içerinin hiçbir şekilde görünmediği odaya ulaştığımızda Fatih ve Mert’in adımları duraksadı.
Fatih kapıyı tıklattıktan sonra içeriye doğru konuştu. “İnci hanımı getirdik abi.” Boran cevap vermiş olacak ki Fatih geri çekilirken eliyle içeriyi işaret etti. “Buyurun İnci Hanım, sizi bekliyor içeride.”
Hiç beklemeden odadan içeri girdiğimde arkamdan kapı kapandı. Oda aynı koridorda olduğu gibi loş bir aydınlatmaya sahipti. Büyük bir toplantı masası vardı ve etrafına sandalyeler dizilmişti. Bir toplantı odasıydı sanırım burası.
Bu loş ışığın altında, uzun toplantı masasının en ucunda bana doğru bakan kahverengi gözleri net bir şekilde seçerken yeşillerim her zaman olduğu gibi kahvelerle buluştuğu anda kaşlarım çatıldı ve sesimin tınısını ayarlamadan sertlendim. “Bir şey söyleyeceksen sen geleceksin Boran Demirhanlı, ayağına çağırtmayacaksın!”
Benim söylediklerime karşılık Boran bir şey söylemezken sinirimin daha da arttığını hissettim. “Artık çok oluyorsun sen haberin olsun.” Derken gözlerimi kahverengi gözlerden ayırmadım. O da dikkatle beni izliyordu zaten. “Beni neden buraya çağırdığını öğrenebilir miyim artık sayın Boran hazretleri? Özellikle de emrivaki bir şekilde. Adamların yolumu kesti, arabama bindi. Adam akıllı çağırsaydın gelirdim! Ya da bir zahmet kendin gelseydin.”
“Gelir miydin?” dedi sertçe. Biraz da alay vardı. Bazen yumuşaktı, bazense böyle sertti. Bir ortası yoktu işte. Oturduğu koltuğa iyice yayılırken keskin bakışlarını gözlerimden ayırmadı. “Gelmeyeceğini bildiğim için işimi garantiye aldım diyelim.” Diyerek sözlerini devam ettirdiğinde dik dik yüzüne bakmaya devam ettim. Sesinde yaptığı emrivakiyi kabul ettiren bir ton vardı.
Gözlerimi gözlerinden ayırmazken sıkıntılı bir nefes verdim ve bezgince mırıldandım. “Ne istiyorsun Boran?” Bugün yeterince zor bir gün olmuştu ve daha fazla bir şeyler duymak, yaşamak istemiyordum. Yorgundum.
Boran, oturduğu yerde dikleşerek önünde duran siyah kapaklı dosyayı bana doğru uzattı. Anlamaz gözlerle ona bakarken gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadan kararlı bir şekilde sorumun cevabını verdi. “Benimle evlenmeni…”
Bölüm Sonu
‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz, beğendiniz mi?
‣‣‣ Girişte küçük bir geçmiş sahnesi okuduk. Sardun dedeyi çok sevdik hepimiz, umarım hoşunuza gitmiştir.
‣‣‣İnci ve Boran sahneleri nasıldı? Sizce Boran neden İnci’nin arkasından iş çevirdi?
‣‣‣ Yönetim kurulu tamamen İnci’ye geçti, sizce onu ne gibi şeyler bekliyor?
‣‣‣ Bahadır ile İnci olacaklar mı sizce? Adnan beyin ne gibi düşünceleri var?
‣‣‣ Sardun beyin mektubuyla ilgili düşünceleriniz neler? Sizce Boran’a neden bu kadar güveniyor? Var mı tahmininiz?
‣‣‣ Güney ile İnci’nin sahnelerini seviyor musunuz? Peki o sahnede Boran’ın karşısında oturan kadın kimdi? Teorilerinizi bekliyorum...
‣‣‣ Bölüm sonu hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne cevap verecek sizce İnci? Neler olacak?
Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
22.17k Okunma |
3.54k Oy |
0 Takip |
33 Bölümlü Kitap |