8. Bölüm

Adavet| 7

mutlu sonsuz
mutlusonsuz222

 

🖇 Herkese selamlar, nasılsınız?

 

🖇 Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...

 

🖇Lütfen satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın..

 

🌸Şimdiden bayramınız mübarek olsun. Nice güzel bayramlara sevdiklerinizde beraber...🥰

 

7.Bölüm

“Abimin bakışına bakar mısınız?” Derin sırıtarak elindeki gazeteye bakarken göz ucuyla gazetedeki fotoğraftaki Boran’a doğru baktım. Sordukları sorudan hiç hoşlanmamıştı, dahası beni de azarlamıştı. Bir de Mert’i işten çıkarmakla tehdit etmişti. Onun yüzünden mecburen Mert ile gitmiştim işe. Neye bu kadar sinirlendi anlamamıştım.

Şimdi de Derin ve Defne ile salonda oturuyorduk. İşten akşamüzeri gelmiştim. Ben geldiğimde yemek hazırlanmıştı. Bir süre Boran’ı beklemiştik, Zümra Hanım aramamı isteyince aramıştım ve geç geleceğini öğrenmiştik hep birlikte. Onsuz yemeğe oturmuştuk, tabii Zümra Hanım bir yandan Gülsüm Hanım bir yandan sorguya çekmişti beni. İşi olduğunu söylemiştim ama aslında ne işi olduğunu bende bilmiyordum. İlk günden beni yalnız bırakmıştı.

“Gayet haklı bu bakışında, adamın yanında başka birinden bahsediyorlar.” Defne, Boran’a hak verircesine konuşurken Derin’de başını salladı. “Haklı tabii ki.” Bense hiçbir şey söylemedim. Hoş olmamıştı elbette. “Lucas diye bahsettiği kim yenge? Gerçekten böyle biri var yalanlamadığına göre değil mi?” Derin birkaç kere sormak isteyip kendini dizginlemişti bu soru için. Şimdi tereddütlü bir biçimde bana bakarken ne cevap vereceğimi düşündüm. Doğru bir cevap vermem gerekiyordu, fotoğraflarımız falan sonradan ortaya çıkarsa sıkıntı olurdu.

Bunları düşünerek ağzımı araladığımda tanıdık olan o sesi duydum. “Sana ne Derin?” Boran’ın taviz vermeyen sesiyle birlikte Derin dudaklarını büzdü. Bende bakışlarımı kapıya doğru çevirdim. Boran’ı gördüğümde birkaç saniye yüzüne baktım. Ardından aslında evli olduğumuzu hatırlayarak oturduğum yerden ayaklandım ve ona doğru ilerledim.

“Hoş geldin.” Derken Boran belimden kavradı. Parmak uçlarımda yükselerek yanaklarımı yanaklarına değdirdim samimi görünmek amacıyla. “Hoş buldum.” O da bana uyum sağlarken güzel bir görüntü oluşmuştu eminim ki.

Birbirimizden ayrılırken içeri giren Cihan ile de selamlaştım. Biraz önceki yerime geçip otururken Boran’da yanıma doğru oturdu. Bakışlarının bayıklığından yorgun olduğunu çıkartırken kapıdan giren Zümra hanımın sesini duydum. “Boran, hoş geldin oğlum. Yemek hazırlatayım sana.”

“Yok babaanne yedim ben.” Boran sakin bir sesle cevap verdiğinde Zümra Hanım onu onayladı. Yan yana otururken Derin mırıldandı. “Abi kızdın mı bana.” Çekimser bir biçimde sorduğu soruyla birlikte Boran bana doğru hiç bakmayarak direkt kardeşine baktı. “Kızmadım. Sadece bu konunun dallanıp budaklanmasını istemiyorum. İnci gereken cevabı orada verdi. Bu kadar.”

“Tamam, bir daha sormam.” Dedi Derin. Mahcup bir şekilde bana bakarken gözlerimi kırptım sorun olmadığını anlatmak için. O da bana hitaben gülümserken Boran oturduğu yerden kalktı. Odadakilere hitaben konuştu. “Bugün yorgunum biraz, iyi geceler.”

“Boran, dur oğlum. İki dakika bekle.” Zümra hanım cümlesinden sonra odadan çıktığında hepimiz nereye gittiğini anlamaya çalışırcasına baktık arkasından. Daha birkaç dakika geçmeden elindeki büyük kadife kutularla ve arkasındaki Yavuz Bey, Gülsüm Hanım ve Gamze ile tekrardan içeri girdi. Elindeki kutuları sehpaya bırakırken ben ve Boran’ın karşısında dikildi. “Hediyelerimizi verelim öyle.” Dedikten sonra biraz önce bıraktığı kutulardan kırmızı olanı alarak kutuyu açtı.

Kapağı açtığı an gördüğüm altın kemerle birlikte şaşkınlığa uğradım. “Nikahınıza bizi davet etmediniz ancak âdet yerini bulsun.” Zümra hanım imalı bir şekilde bana bakarken ne diyeceğimi bilemedim. Altın kemerin ardından diğer kutuyu açtığında bileğimi kaplayacak kalınlıktaki altın bilezikleri gördüm. Kemeri takmamıştı ama bileziği kutudan çıkartırken avucunu bana doğru uzattı. Geri çevirmemek adına elimi ona doğru uzattığımda bilezikleri sırayla koluma taktı.

“Bir yastıkta kocayın.” Zümra hanımın küçük tebessümüyle birlikte uzanarak elini tuttum ve dudaklarıma götürerek öptüm. Zümra hanım benden sonra Boran’a döndüğünde onun içinde getirdiği kutulardan birini açtı. Gümüş bir saat gözler önüne serildiğinde Boran mırıldandı. “Dedemin saati.” Zümra hanım başını salladı. “Evet, bir tanesini evlendiğinde Cihan’a takmıştım. Bu da senin torununum.”

Boran ve Zümra Hanım sarılırken önüme dikilen Yavuz bey ile dikkatimi ona yönelttim. O da siyah kadife bir kutunun kapağını açtığında beşi bir yerde kolyeyi gördüm. Yerinden çıkartırken oğluna yönelerek konuştu. “Oğlum sen takıver.” Boran babasının ona uzattığı kolyeyi alıp gerdanıma gelecek şekilde takarken ellerimle saçlarımı tuttum. Boran birkaç saniye oyalanarak nefesini tenime doğru verirken tüylerimin diken diken olduğunu ve vücuduma sıcak bir hissin yayıldığını hissettim.

Boran kolyeyi takıp geri çekilirken tuttuğum nefesimi verdim. Bu sefer bileziklerin olduğu kutuyu açtı ve konuştu Yavuz bey. “Güle güle kullan inşallah.” Elini öpmek için yöneldiğimde bu sefer karşı çıkmayarak elini öptürdü. Boran’ı da tebrik ederken bu sefer Defne ile Cihan geldi tam karşıma.

Defne elindeki kırmızı kadife kutuyu açarken içindeki pırlanta küpe, kolye setine hayranlıkla baktım. Altın pek tercihim olmazdı belki ama bu set gerçekten güzeldi. “Davetlere katılırken özellikle ihtiyacın oluyor.” Defne şakacı bir şekilde konuştuktan sonra samimi bir tavırla sarıldı. “Teşekkür ederim.” Defne’nin ardından Cihan ile de tokalaştıktan sonra Derin geldi onların ardından.

“Ben günlük takabileceğin şeyler olsun istedim, umarım beğenirsin.” Diyerekten elindeki kutuyu açtı. Çok naif bir bileklik ve metal kordonlu bir saat vardı içinde. Gerçekten günlük kullanıma uygundu. “Teşekkürler canım.” Diyerek onunla da sarıldım. Hepsi o kadar iyiydi ki, onları kandırdığım için kendimi çok kötü hissediyordum.

En son karşıma Gülsüm hanım ve Gamze geldiğinde aynı saygıyla onlara da baktım. Gülsüm hanım içinde bileziklerin bulunduğu kutuyu bana gösterirken konuştu. “Bu da Gamze ve benden güle güle kullan gelin hanım.” Başımı sallayarak nazikçe karşılık verdim. “Sağ olun.” İkisiyle de tokalaştıktan sonra onlar Boran’a yönelirken bakışlarımı kollarıma çevirdim. Ağırlaştığımı hissediyordum.

Tam o sırada Boran’ın telefon zil sesi kulağıma doldu. Boran telefonu açmadan evvel bana doğru baktı. “Odaya çıkıyorum ben.” Dedikten sonra odadakilere hitaben ekledi. “Cümleten iyi geceler.”

Herkes onu onaylayan sesler çıkartırken bende aile üyelerine doğru döndüm. “Çok teşekkür ederim hediyeleriniz için.” Sevecen bir sesle konuşmaya özen gösterirken Zümra Hanım tebessümle baktı bana. “Teşekkür ne demek, bunlar az bile. Bir düğün olsaydı daha iyi hazırlanırdık.” Anlaşılan o ki Zümra Hanım düğün konusunda baskı yapmaya devam edecekti. Ama başa çıkacağımızı düşünüyordum.

Bir dakika kadar sessiz kalırken daha fazla burada durmak istemeyerek konuştum. “Bende çıkayım, iyi geceler. Tekrar teşekkürler.”

Yine hepsi beni onaylarken hiç beklemeden merdivenlere doğru yöneldim. İkinci katta bulunduğumuz için bir kat daha çıkarak üst kata ulaştım hızla. Boran’ın odasına doğru ilerleyerek elimdeki kutuları taşımakta zorlanarak kapıyı pat diye araladığımda direkt olarak üzeri çıplak bir şekilde duran Boran’ı gördüm. Üzerindeki gömleği çıkarmış gardırobun önünde dikiliyordu. Bakışları kapıyı açmamla bana doğru dönerken hızla arkamı döndüm. “Pardon.” Utançla gözlerimi kapatırken gözlerimin önüne biraz önce gördüğüm yapılı, kaslı vücut düştü.

Onu düşünmemek için arkam ona dönük bir şekilde yatağın yanındaki komodine doğru ilerledim. Elimdeki kutuları komodine bıraktıktan sonra kolumdaki bilezikleri çıkartırken ilk önce Boran’ın pantolon kemerinin sesini ardından birkaç hışırtıyı, sonrasında da kendi sesini duydum. “Aslında arkanı dönmene gerek yoktu.”

Bir şey demeden kolumdaki bileziklerle uğraşırken bana doğru adım attığını hissettim. Vücudum istemsizce gerilirken Boran ekledi. “Ne de olsa nikahlı karımsın, ayıp diye bir şey olmaz aramızda, değil mi?” kinayeli bir biçimde güldüğünü hissederken kaşlarım çatıldı. “Şuna bak ya, adama eğlence çıktı.”

“Ne yapayım, hayatımdaki tek eğlence bu şu aralar.” Boran’ın sözleriyle bir şey olup olmadığını sorgulamak amacıyla bakışlarımı ona doğru çevirdim. Üzerine tişört giyindiğini gördüğümde hafif kızgın bir sesle konuştum. “Madem giyindin ne diye inadıma inadıma konuşuyorsun?” Yüzlerimiz arasında az bir mesafe kalmışken gözlerine baktım dik dik.

Boran’da aynı benim gibi gözlerime bakarken omuz silkti. “Karımla uğraşmak hoşuma gidiyor.”

“Sen iyi alıştın bakıyorum bu duruma. Dün bir bugün iki Boran Bey.” Alaylı bir şekilde konuşurken Boran güldü. “İşimi iyi yapıyorum diyelim.” Verdiği cevapla gözlerine bakmaya devam ettim. “Odada yapmasan da olur.” Diyerek tekrardan önüme dönüp bilezikleri, ardından da beşi bir yerdeyi çıkartarak özenle kutuların içine yerleştirdim. Ardından aramızdaki mesafeyi açtım ve bende gardıroba doğru ilerledim.

Tam o sırada aklıma gelen şeyle birlikte konuştum. “Geç geldin, canında sıkkın gibi bir şey mi oldu? Yavuz bey mi sorun çıkarttı?” dedim merakla. Çünkü dünkü tavrından sinirlendiğini anlamıştım. Boran yatağa doğru otururken başını iki yana salladı. “Hayır, her zamanki meseleler, toplantılar işte.”

“Cihan seninle toplantıya katılmıyor mu?” merakla aklımdakini dile getirirken Boran’ın yüzünde yamuk bir gülümseme oluştu. “Ne o merak mı edildik?” dediğinde göz devirdim. Boran ise keyifli bir sesle devam etti. “Cihan şirkette çalışmıyor, doğal olarak toplantıda bir işi yok.” Dediğinde şaşkınca baktım ona. Oysa evden aynı anda çıkıyorduk. Ben, o da şirkete gidiyor sanıyordum.

“Nerede çalışıyor?” diye sorduğumda Boran cevap verdi. “Kendine ait bir mekânı var.” Vay be dercesine dudaklarımı büzdüm. Dedem en başında söylemişti aslında. Aralarından en çok Boran işini düzgün yapar diye. Şirketi o yönetiyordu belli ki. Tabii Yavuz beyde.

“Anladım…” dedikten sonra dolaba tekrar yönelerek pijamalarımı çıkarttım. “Bende üzerimi değiştireyim.” Diyerek banyoya yöneldiğimde Boran mırıldandı. “Aslında giyinmesen de olur yani.” Algıladığım cümle ile gözlerim büyürken ona doğru dönerek hızla elimdeki pijamaları yüzüne doğru fırlattım. “Bana bak, çok oluyorsun ama sen!”

Boran attığım pijamaları havada yakalarken yüzüne sinsi bir gülümseme ekledi. “Bu ne demek, sen giydir mi demek istiyorsun?” İmalı imalı konuşurken ağzım açık izledim onu. Çok fena bir adamdı. Hayır dışarıdan hiç öyle de görünmüyordu aslında. “Rüyanda görürsün onu.” Dedim hırsla. Boran gülmeye devam ederken elimi belime yaslayarak çatık kaşlarla ve sinirli bir sesle ekledim. “Ver şunları bana. Adama bak, bu ne samimiyet Boran bey!”

“Tamam, veriyorum.” Diyerek pijamaları bana doğru uzattığında hiç beklemeden aldım ve banyoya ilerledim. Gerçekten garip bir adamdı. Bu cümleyi her seferinde içimden geçiriyordum ama öyleydi. İlk tanıdığım halinden eser yoktu. Biriyle vakit geçirmeden gerçekten gerçek yüzünü anlamayacağımızın kanıtıydı bu adam. Dışarıda gösterdiği yüz farklıydı, bana takındığı yüzü farklıydı resmen.

Ama aslında beni rahatlatmaya çalışıyordu, bunu da anlıyordum. Şaka yaparak ortamdaki gerginliği, sessizliği alıyordu. Aynı eve gireli iki gün olmuştu ve birbirimize alışmamız gerektiğinin bilincindeydi. O çok çabuk uyum sağlamıştı, benim de öyle olmamı istiyordu. Bunun için teşekkür etmeliydim sanırım. En azından bir fazlalık gibi hissetmiyordum, aksine iyi hissediyor gibiydim.

Hızlı bir şekilde üzerimi değiştirerek banyodan çıktığımda Boran’ın yatağa sırtını yaslamış telefon oynadığını gördüm. Banyodan çıkmamla ilgisini bana yöneltirken konuştum. “Bu takıları kasaya koysak iyi olur, ben gidene kadar orada durur. Sonra sizin işinize yarar.” Dediğimde Boran hafifçe kaşlarını çattı. “O takılar senin İnci, gitsen de kalsan da senin.” Üzerine bastıra bastıra kabul ettirmek için konuşurken ekledi. “İstiyorsan kasaya koyarım sabah. Sende ihtiyacın olursa alırsın.”

“Koyalım o zaman.” Dedim üzerinde fazla durmayarak. Aramızda birkaç saniye sessizlik olurken Boran bu sessizliği böldü. “9696 şifre.” Dediğinde sorgularcasına döndüm ona doğru. Ona döndüğüm an bakışlarımız buluşurken konuştum. “Ya içindeki her şeyi çalarsam? Nasıl bu kadar güveniyorsun bana?” dediğinde Boran alaylı bir şekilde bana baktı. “İçindeki paraya ihtiyacın mı var sence?”

Doğru bir soruydu, ihtiyacım yoktu. Ama sorun bu değildi. Nasıl bu kadar kolay güveniyordu?

Sorgularcasına ona bakmaya devam ederken ekledi. “Bu evde çalışma odasını bile bilmiyorsun, ayrıca seni tanıyacağım kadar uzun süre görüştük. En azından benim için yeterli bir süreydi bu. Güvenmesem seni ne bu eve sokardım ne de nikahıma alırdım.” Kararlı ve ciddi bir sesle söylediklerini dinleyip hiçbir şey söylemedim. Güzel bir özellikti bu kadar kısa sürede güvenmek. Hatta birine güvenebilmek.

Gardıroptan battaniyeyi alıp koltuğa geçerken mırıldandım. “İyi o zaman.” Dedikten sonra koltuğa oturduğumda Boran iç çekti. “İnci kalk yat şuraya, ben yatayım orada.” Dediğinde cıkladım. “Olmaz, ben rahatım burada. Hadi Allah rahatlık versin. Işığı da kapatıver sana zahmet.” Diyerek üzerimi örterken Boran yataktan kalktı.

“Emriniz olur İnci Hanım.” Aynı dün benim söylediğim gibi şikâyet edercesine konuşurken ister istemez gülümsedim. Gözlerimi kapatarak uykuya dalmaya çalışırken gelen hışırtılardan Boran’ın da yatağa girdiğini anladım. Gözlerimi hafiften araladığımda bakışlarım kahverengilerle çarpıştı. Ona bakmamla gözlerini kaçırırken mırıldandı. “İyi geceler.”

“İyi geceler.” Deyip ona karşılık verirken gözlerimi tekrardan kapattım…

 

◔◔◔

Bir hafta sonra…

Zaman çok hızlı geçiyordu… Boran ile evleneli bir haftayı geçmişti. Bu bir hafta yeni evime, yeni işime, yeni hayatıma alışmakla geçmişti. Geçtiğimiz hafta asistanım Bilge, İstanbul’a gelmişti. Birlikte ikimize de uygun bir ofis tutmuştuk ve istediğimiz gibi döşemiştik. Aynı zamanda danışanlarımı da ihmal etmemiş seanslarıma devam etmiştim. Bir yandan da şirkette olan bitenle ilgilenmiştim. Yavaş yavaş bir şeyler anlıyor gibiydim ama yine de daha gidilecek çok yolum vardı.

Şirkette herkes kendi halindeydi. Ne babam ne Bahadır abi ne abim benimle muhatap oluyordu. İmzalayacağım şeyler asistanları tarafından getiriliyor, bilgi veriliyor ve imzam sonrasında onlara geri dönüyordu. Hiç muhatap olmuyorlardı benimle. Abimle birkaç kere yüz yüze gelmeyi denesem de pek oralı olmamıştı.

Öteki taraftan Boranla hala aynı şekilde devam ediyorduk. Birbirimizi sinirlendirip sonrasında da hiçbir şey olmamış gibi sürdürüyorduk bu aramızdaki oyunu. Ben hala koltukta yatıyordum, Boran ise yatakta. Çok defa yatakta yatmamı istemişti ancak yatmıyordum. Oraya alışmıştım. Tek dikkatimi çeken şey Boran’ın gece yarısına doğru gelmesiydi. İşim var diyordu sorduğumda ama bilemiyordum.

Ailedekilerle de iyi anlaşıyordum, Zümra Hanım sağ olsun beni torunu gibi görüyordu. Defne ve Derin ile de iyi anlaşmıştım. Bir tek Gülsüm Hanım ve Gamze bana istemediklerini belli edercesine bakıyordu. Yavuz bey bile kabullenmişti. En azından fikirlerimin sorulduğu, benimsendiğim bir yerdeydim yıllar sonra. Beni tek mutlu eden buydu.

Geçen hafta yapacağımız kutlama yemeği bugüne ertelenmişti. Hafta sonu olduğu için sabahtan ofise gidip birkaç görüşme yapmıştım daha sonrasında da eve gelmiş akşamki davete hazırlanmaya başlamıştım. Siyah, tek omuzlu, tüm kıvrımlarımı saran bir elbise ve siyah topuklu ayakkabılarımla bir kombin oluşturmuştum. Sonra da buna uygun bir makyaj yaparak hazırlanmıştım. Ortak iş yaptığımız kişilerin daha doğrusu Boran’ın uğraşıyla bana oy veren kişilerin katıldığı bir davetti.

Evliliğimizi ilan ettikten sonra birçok tebrik araması almıştım. Yeni kişilerle tanışmıştım. Yavaş yavaş ortama uyum sağlıyordum. Bir yandan da geceleri üniversite sınavına hazırlanıyordum. En azından iki yıllık işletme yönetimi bitirip şirkete katkı sağlamam gerekiyordu. Sınava 1 ay gibi bir süre vardı. Sözel alanda iyiydim ancak matematik biraz yoruyordu, onda da Derin’den yardım alıyordum. Kendisi de üniversite sınavına hazırlandığı için bana destek oluyordu.

Tamamen hazır olduğumda aynada kendime son kez bakarak odadan çıktım. Asansörle indikten sonra evden çıkmadan evvel salona doğru bakındım Boran’a hazır olduğumu haber vermek adına. Zira kendisi ben duştayken hazırlanmış ve aşağı indiğini söylemişti. Ancak umduğumu bulamayarak salonda sadece Gülsüm Hanım ve Zümra hanımı gördüm.

“Boran dışarıda kızım.” Diyerek küçük bir tebessümle bana bakan kadına baş selamı verdim. “Teşekkür ederim, iyi akşamlar.” Zümra hanım aynı benim gibi tebessüm ederken kapıya ilerlemeye başladım ancak Gülsüm hanımın sesi beni durdurdu. “Anne bunların arası iyi değil herhalde, baksana ayrı ayrı vakit geçiriyorlar. Ben söyleyeyim sana yakında boşandık diye de haber gelebilir.” Normalde kimseyi dinlemezdim ama bizimle ilgili konuşmaları cazip kılmıştı bu hareketi.

“Ağzından yel alsın Gülsüm, ne boşanması. Keyifleri gayet yerinde maşallah.” Zümra hanım bizi savunurken Gülsüm Hanım sessizleşmişti.

Bende daha fazla beklemeden kapıdan dışarı çıktığımda direkt olarak kapının önünde arabasının kaputuna yaslanmış, güneş gözlüğüyle etrafa bakınan, üzerinde siyah kruvaze takım elbiseli Boran’ı gördüm. Yakışmıştı. Zaten spor giydiğini neredeyse hiç görmemiştim. Ancak takım elbisede yakışıyordu. Çıkardığım seslerle onun bakışları da bana döndüğünde gözlerindeki gözlüğü çıkartarak dikkatle baktı bana. Gözlerinde ufak bir hayranlık sezerken mırıldandım. “Çok bekletmedim umarım.”

“Bekletsen bile değmiş.” Söylediği cümleyle birlikte istemsizce gülümsedim. Boran’ın bu huyunu seviyordum, açık açık söylüyordu içinden geçenleri. Bakışlarını benden kaçırarak arabanın kaputundan doğrularak üzerini düzeltti. Arabaya doğru ilerlerken Mert benden önce davranarak arabanın kapısını açtı. Teşekkür edercesine ona bakarken Boran’ın sesini duydum. “Siz arkadan gelirsiniz.”

“Emredersiniz.” Mert’in saygıyla onaylamasının ardından Boran şoför koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırıp bahçeden çıkarken aklımdaki soruyu dile getirdim. “Yemeğe gidiyoruz, korumaların gelmesine gerek var mı gerçekten?” Boran yoldan gözünü saniyelik olarak ayırarak bana baktı. “Yanında ben varken olmayabilir belki ama ben yokken olmaları gerekiyor.” Söylediği cümleyi anlamayarak kaşlarımı çattım. “Şimdi sen yanımdasın?”

“Riske atmayalım değil mi?” dedikten sonra ekledi. “Sonuçta sana bir söz verdim.” Cümlesiyle birlikte başımı iki yana salladım. “Neyden koruduğunu anlasam bir.” Diye söylenirken Boran kırmızı ışıkta durarak yüzüme dikkatle baktı. “Zeki bir kadınsın İnci, eminim biraz düşünsen anlarsın.” İltifatıyla yüzüne bakmaya devam ederken Boran’da bakışlarını benden çekmedi. Bazen öyle şeyler söyleyip öyle bir bakıyordu ki evliliğimizin gerçek olup olmadığını sorguluyordum.

Aniden duyduğumuz korna sesiyle irkilirken Boran önüne dönüp aracı sürmeye devam etti. Bende yüzümü cama doğru çevirip utangaç bir şekilde gülümsedim.

Birkaç dakika bu şekilde ilerlerken evden çıkmadan önce duyduğum cümleler zihnimde tekrar yer edinirken merakla mırıldandım. “Halan aramızın bozuk olduğunu düşünüyor.”

“Ona neymiş?” Boran’ın tahammülsüz bir biçimde bana bakmasıyla birlikte omuz silktim. “Sanırım ayrı ayrı vakit geçirmemizden kaynaklı. Akşam eve geç geliyorsun ya, o yüzden.” Dediğimde Boran yamuk bir tebessümle bana baktı. “Geç gelmem halamı değil ama seni rahatsız etmiş sanırım.” Dediğinde hızla itiraz ettim. “Ne münasebet? Sadece fikrimi söyledim.” Boran kesin öyledir gibi bir bakış atıp yola doğru döndüğünde konuştu. “Geç geliyorum çünkü senin rahat etmeni istiyorum İnci.”

Söylediği cümleyle aniden ona döndüm. Bakışlarını bana çevirmeden yola bakmaya devam ederken şaşkınca baktım ona doğru. Bunu düşünerek geç geldiğini hiç düşünmemiştim. Gerçekten beni şaşırtmaya devam ediyordu. “Ben senden rahatsız olmuyorum.” Dediğimde bakışlarını bana çevirmedi. Düz bir ifadeyle yola bakmaya devam etti. “O yüzden her nerede vakit geçiriyorsan bilmiyorum orada olmana gerek yok, eve gel.”

“Bir hafta oldu, hemen alışmanı beklemiyorum elbette. Ama hep tetik halindesin.” Cümleme karşılık söylediği şeyle yutkundum. Tetikte olmam gerekiyordu çünkü. Ama bunu anlamazdı muhtemelen. Bunca zaman her şeyle kendim başa çıkmıştım, insanlarla kendim uğraşmıştım. Ayrıca çok fazla kazık yemiştim. Hemen alışamıyordum ne yapayım…

“Ayrıca nerede olduğumu merak ediyorsan neden sormuyorsun?” göz ucuyla bana bakarken cevap verdim. “Beni ilgilendirmez çünkü.” Dediğimde burnundan sert bir nefes vererek başını salladı. “Doğru.”

Alaylı gülüşüne anlam veremeyerek ona doğru bakarken ne ben bir şey söyledim ne de Boran. Dakikalar sonra yemek yiyeceğimiz mekâna geldiğimizde Boran ile araçtan indik. Mert ve Fatih’e kapıda durma talimatını verdikten sonra mekândan içeri giriş yaptık. Kapıdaki görevliye rezervasyonumuz olduğu bilgisini versek de masada oturan ortaklarımı gördüğüm de elimle işaret ettim. Boran belimi kavrayarak beni oraya yöneltirken artık dokunuşları eskisi gibi rahatsız etmiyordu.

Mahir bey bizi görüp direkt ayağa kalkarken masadaki diğer bakışlarda bizi buldu. Babamı, abimi ve Bahadır abiyi masada görmek beni şaşırtırken onlarda ayağa kalktı. Aslında şaşıracak bir şey yoktu, aramızdaki sorunu kimseye belli etmezlerdi.

“Hoş geldiniz.” Mahir bey sevecen bir tavırla bize doğru gelirken elini ilk önce Boran’a ardından da bana uzattı. Sırayla elini sıkarken küçük bir tebessüm ettim. “Hoş bulduk.” Mahir bey gerçekten tatlı bir adamdı, sevmiştim.

Serap hanım ve yengemin de gelmiş olması beni daha da şaşırtırken babam geldi yanımıza doğru. Aynı Mahir bey gibi bize elini uzattığında kısaca sıktım. Bakışlarım asıl abimdeydi. Ne babam ne diğerleri umurumda değildi, abimle konuşmak istiyordum. Abim babamdan sonra gelirken saniyelik olarak baktı bana. Israrla gözlerine bakarken bakışlarını tekrardan çevirmedi. Boran ile mecburen tokalaştıktan sonra yanımdan geçip gitti. Bu hareketi içime otururken en son Bahadır abinin bize doğru geldiğini gördüm.

“Güzelim sen şöyle geç istersen.” Boran’ın cümlesiyle gözlerim şokla aralanırken Boran, Bahadır’ı umursamayarak direkt olarak yengemin yanındaki sandalyeyi benim için çekti. Daha ettiği hitabı hazmedemezken sandalyeye oturmamı sağladı. Ardından kendisi de yanımdaki yerini aldı. Bana oy veren diğer kişilerle de baş selamıyla selamlaşırken yerimde gergince kıpırdandım.

Yanımda oturan yengeme doğru baktığımda bana tatlı bir tebessüm ederek gözlerini kapatıp açtı. Ona aynı şekilde karşılık verirken abimin yanında oturan Serap Hanım bana doğru baktı. “Yine bizi şaşırttın İnci.” İmalı bir şekilde konuşurken tam konuşacağım sırada Mahir Bey benden önce konuştu. “Gerçekten, duyduğumuzda bizde çok şaşırttık. Boran bey o gün toplantıda gururla bakıyordu size ama bunun işle alakalı olduğunu düşünmüştüm.”

Bakışlarımı Boran’a doğru çevirdiğimde bana doğru bakmadı. Hatta bile bile gözünü kaçırıyor gibiydi. Bunu umursamamaya çalışırken babam konuştu. “Çocuklar sağ olsunlar çok büyük sürpriz yaptılar bize. Ama güzel bir sürpriz oldu.” Sanki bundan çok memnunmuş gibi gülümseyerek bana ve Boran’a baktı. Ne kadar güzel bir oyuncuydu. Gerçekten kendinden iğrendiriyordu.

“Egemen pek memnun olmamış gibi.” Rızvan bey abime bakarken abim ona doğru bakarak küçük bir tebessüm etti. “Kardeşim mutluysa benim diyecek bir şeyim yok.” Bunu söylerken samimi olmadığı o kadar belliydi ki. Yüzüme bile bakmıyordu. Keşke böyle oynamasalardı.

“O zaman Boran ve İnci’ye mi kaldırıyoruz kadehleri?” Mahir bey elindeki şampanya dolu kadehi havaya kaldırırken Boran karşı çıktı. “Hayır, karıma kaldırıyoruz. İnci Demirhanlı’nın başarısına, zaferine…” Güzel bir gülümsemeyle bana bakarken bir anda yaklaşarak şakağıma dudaklarını yasladı ve uzunca öptü. Tepki vermemek için kendimi zorlarken elimi dizine yaslayarak bacağını sıktım. Boran ise bundan hiç etkilenmeyerek dudaklarını benden çekip elindeki kadehi kaldırdı.

“Çok güzel, haklısın Boran.” Dedi Mahir bey. Ardından konuştu. “İnci hanıma.” Kadehini kaldırırken masadaki diğer herkeste onlara uydu. Utanarak bende onlara eşlik ederken herkes kadehlerini tokuşturdu. En son Boran ile bakışlarımız buluştuğunda elimdeki kadehe kadehini dokundurdu.

Birbirimize bakmaya devam ederken Yusuf bey bana hitaben konuştu. “Var mı yeni projeleriniz İnci hanım?” Bakışlarımı Boran’dan çekerek Yusuf beye çevirdiğimde sorduğu sorunun cevabını verdim. “Elbette, üretim departmanıyla yeni bir proje üzerinde çalışıyoruz ancak henüz çok yeni. Detayları tekrar konuşacağımız bir toplantı organize edeceğiz.”

“Çok çabuk adapte oldunuz İnci hanım, tebrik etmek lazım sizi.” Övgü içinde konuşan kişilerle utanarak başımı eğerken Mahir bey konuştu. “Boran’da yardım ediyordur, kendisi zaten şirketlerini on numara yönetiyor. Sana da aynı şekilde yardım ediyorsa Türkiye’nin iki devi olarak devam edersiniz.” Boran’ın başarıları insanların diline malzemeydi. Bende dosyaları inceledikçe bir şeyler anlamaya başlamıştım. Gerçekten işinde iyi biriydi.

“İnci çoğu şeyi kendisi başarıyor zaten, yardımıma çok ihtiyacı olmuyor ama elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum.” Bugün buradaki çoğu kişi gerçekten beni övmeye gelmiş gibi davranıyordu. Bunlardan biri de Boran’dı. Aslında Boran ve ben dahil masada oturan 5 kişi benim Boran’ın sayesinde bu zaferi kazandığımı biliyordu. Ama herkes kulağının üzerine yatıp bilmiyormuş gibi davranıyordu. Aslında acı bir durumdaydım. Ama bunu yapan kişinin dedem olduğunu bildiğim için sesimi çıkartamıyordum.

Boran’ın cümlesinin bitimiyle Bahadır abinin dudaklarının arasından alaylı bir nida çıktı. Benim de Boran’ın da bakışları ona kayarken babam gözlerini belerterek baktı ona. Bahadır abi başka bir şey söylemezken yanımda kıpırdanan yengem ile bakışlarımı ona çevirdim. Elini karnına yaslamış yerini rahatlatmaya çalışırken merakla konuştum. “İyi misin?” Benimle eş zamanlı olarak abimde aynı cümleyi kurmuştu.

Aynı anda aynı cümleyi söylememizle istemsizce bakışlarımız buluşurken masumca baktım abimin gözlerine. Abim bakışlarını benden çekerek eşine doğru çevirdiğinde Doğa yengem cevap verdi. “İyiyim, küçük bir sancı hissettim.” Abim duyduğu cümle ile tüm ilgisini yengeme verirken elini karısının elinin yanına yasladı. Endişeli bir şekilde konuştu. “Hastaneye gidelim mi?”

“Hayır hayatım, küçük bir sancı.” Yengem gülümseyerek onu rahatlatmaya çalışırken abim pek ikna olmayarak baktı ona doğru. Abimi bu şekilde görmek çok güzeldi, çok iyi bir baba olacaktı bundan emindim.

Onları baş başa bırakmak adına bakışlarımı önümdeki tabağa çevirdim. İştahım pek yoktu ama çatalı elime alıp mezelerden birkaç çatal aldım. Bir yandan da kendi kendilerine sohbet eden insanları dinliyordum. Ben aralarına yeni katılmıştım. Hepsi daha önceden birbirlerini tanıyordu. O yüzden sohbetleri de koyuydu. Ara ara Boran’da katılıyordu onlara, piyasadan falan bahsediyorlardı. Sadece birkaç gündür takip ettiğim için sadece dinlemekle yetiniyordum.

Arada yengemle konuşuyordum ama onda da Serap hanımın konuşmaya katılma çabası daha doğrusu benimle yengemin arasına girmek istemesiyle sohbetimiz kesiliyordu.

O yüzden kendi halimde çalan romantik müziklerde dans eden çiftlere çevirip onları izlemeye koyulmuştum. Müzikli bir mekân olduğu için böyle şeyler normaldi. Onları izlemeye devam ederken masanın üzerinde duran elimin üzerinde sıcacık eli hissettim. Bakışlarım elin sahibine yani çakma kocama dönerken sesini işittim. “Hadi dans edelim.”

Herkesin duyabileceği bir şekilde söylediği için reddetme gibi lüksüm yoktu. Bir saat içinde o kadar çok emrivaki yapmıştı ki artık saymıyordum. Elimi tutup beni ayağa kaldırırken ona uyum sağlamaktan başka çarem yoktu. Sezen Aksu-İçime Sinmiyor şarkısı sözlerine başlarken hemen masanın yanında birbirimize doğru baktık. Elimi omzuna doğru yasladığımda o da kollarını belime doğru sardı.

Birbirimize uzak uzak dururken Boran bedenimi kendi bedenine çekerek aramızdaki mesafeyi kapattı ve vücutlarımızın birbirine yaslanmasına neden oldu. “Aramızdan tır geçerdi.” Kulağıma doğru fısıldadığı bahane ile sanki güzel bir şey söylemiş gibi güldüm. O benim aksime küçük bir tebessüm etti. Güzel rol yapıyordu.

İlk tanıştığımızda soğuktu, bakışları sertti, sadece dedemle konuşurken samimiyetini hissetmiştim. Yine insanlara mesafeliydi, sert bir şekilde bakıyordu. Özellikle etrafta tanımadığı ve sevmediği kişiler olduğunda bakışları ürkünç oluyordu. Pek fazla konuşmuyordu, iş söz konusuysa hariç tabii ki. Ama şöyle baş başayken ya da evli rolü yapmamız gerekirken gülüşünü görebiliyordum. Şakacı tavrını hissediyordum, bakışlarındaki sıcaklığı hissediyordum. Daha konuşkandı mesela. Özellikle benimle ilgili kurduğu cümleler, savunuşları... Bir gün onunla evlenecek olan kadın bu konuda şanslıydı.

Her sabah, güneş doğarken

Yeni bir güne başlarken

Ne zaman ki güzel bir şey görürüm

Sensiz içime sinmiyor

Gözlerim arıyor seni

Benim çocuk sevgilimi

Bir ateş ki yüreğimi

Ah ah, alev alev yakıyor

Şarkının sözleri biz birbirimize bakarken akmaya devam ediyordu. Hep söylerdim ya siyah gözbebeğini çevreleyen kahverengi irisleri benim yeşil irislerimle anahtar kilit uyumuyla birbirine bağlanmıştı. Bakışlarındaki yoğunluk, derinlik ılık ılık içime akarken gözlerimi gözlerinden çekemedim. Bedenlerimiz şarkıya uygun sallanırken bakışlarımızda sanki ahenkle buna eşlik ediyordu. Merak ediyordum şu an ne düşünüyordu mesela…

Seni bana vermediler

Seni bana vermediler

Mutlu olsunlar diyorum

Elbet onlar da severler

Şarkının sözleriyle Boran tek kaşını kaldırıp ima ile bana baktı. Şarkının bu kısmı sanki bizim için yazılmıştı. Daha doğrusu zorunlulukla yaptığımız evliliğe. Babamların istemediği bir şeydi, gidip söylesem asla böyle bir şeye izin vermezlerdi. Boran’ı sevmedikleri de bir gerçekti. Bunu düşündüğümde dişlerimi göstererek güldüm ve bakışlarımı Boran’dan çektim. O da benim gibi keyifle gülümserken belimdeki ellerini sıkılaştırdı.

Bakışlarımı ondan çektiğim için masada oturanlarla gözlerimin buluşması bir oldu. Abim memnun olmadığını belli edercesine bakıyordu, babam umuruna getirmiyordu. Bahadır abi ise elindeki şampanya kadehini sıkarak bizi izliyordu. Bakışlarımız buluştuğunda ise elindeki bardağı tek seferde dikerek masaya vurdu. Çok rahatsız ediciydi.

Anında bakışlarımı ondan çekerken abimlerin kalktığını gördüm. “Kusura bakmayın, Doğa biraz dinlense iyi olacak.” Şarkının sonuna ulaştığımızda kollarımı Boran’dan çekerken abimle Doğa yengem bize doğru yaklaştı. Yengemle ben sarılırken mırıldandım. “Yenge iyi misin?” Endişeyle bakarken yengem başımı salladı. “İyiyim canım, abinin kıskançlık damarı tuttu.” Kulağıma doğru fısıldarken istemsizce güldüm.

“Hadi güzelim.” Abim, yengeme hitaben konuşurken Boran’ın sesini duydum. “Tebrik etmeyecek misin bizi Egemen?” imalı bir biçimde konuşurken abim ters ters baktı Boran’a. “Tebrik edilecek bir şey yok ortada. Kardeşimin seninle mutlu olmayacağını bildiğim için tebrik ederek kendimi yormayacağım. Nasılsa kısa sürede boşanacaksınız.”

“Abi.” Dedim hafif yüksek sesle. Abim bana bakmayarak dik dik Boran’a bakarken Boran’ın da ondan kalır yanı yoktu. “Söylediklerine pişman olduğunda kapımız açık seni bekliyor olacağız, ne de olsa İnci’nin abisisin. Kayınço.” Üzerine basarak söylediği cümleyle birlikte abim Boran’ın üzerine doğru bir adım attı. Aralarındaki mesafe azalırken yengem konuştu. “Egemen, hadi hayatım.”

Abim başka hiçbir şey söylemeden yengemin elini tuttu ve bana hiç bakmadan mekândan çıkış yaptı. Bana hiç bakmayışı içime otururken bakışlarım masada oturan Serap hanımla buluştu. Zafer kazanmışçasına bana bakarken yutkundum. Bu ailede beni koruyup kollayan tek kişi de böylece uçup gitmişti. Serap hanım bu durumdan o kadar memnundu ki. Artık aileyle bağım kalmamıştı ona göre. Beni sevmemesini anlıyordum ama acı çekmemden neden zevk aldığını anlamıyordum.

Belimde hissettiğim elle dikkatim dağılırken mırıldandım Boran’a doğru. “Ben bir lavaboya gideyim.” Onun bir şey söylemesini beklemeden lavaboya doğru ilerledim ve hiç beklemeden içeri girdim. Aynada kendime bakarken iç geçirdim. “Bu işte yalnızsın İnci.” Kendi kendime mırıldanarak hatırlatma yaptım. Yalnızdım, her zaman olduğu gibi yalnızdım. Hatta kuyumu kazanlar artmıştı bir de. Herkesten, her şeyden uzakken kolaydı. Şimdi göz önünde olunca her şey daha farklı olmuştu.

Gözlerimin içine baka baka yapıyorlardı bunu, hiç çekinmeden, kırılacağımı düşünmeden… Bunu söylemem komikti gerçi, kırılmam kimin umurundaydı ki.

Ellerimi yıkadıktan sonra lavabodan çıkarken kapının önünde dikilen Boran’ı gördüm. Şaşkınca ona bakarken Boran konuştu. “Yalnız bırakmak istemedim.” Başımı belli belirsiz sallarken cevap verdim. “Sen masaya dön, ben biraz hava alacağım.” Dediğimde Boran onayladı. “Tamam bende hava alayım.” Söylediği cümleyle gözlerimi kapattım. Boran ise ekledi. “İnci, canının sıkıldığını biliyorum. İzin ver yanında olayım.”

Cümlesiyle gözlerimi aralarken aklımdan biraz önce geçen cümle bir kez daha kendini tekrar etti; Bu işte yalnızsın İnci… Ama Boran sanki bu cümlemi çürütmek istercesine izin ver yanında olayım diyordu. Öyle bir adamdı ki bir sözüyle beni düşünceden düşünceye sokuyordu. Kalbimde bir yerlerde sıcaklık hissetmeme neden oluyordu. Aynısını otel odasının önünde iyi misin derken de hissettirmişti.

“Hadi…” diyerek eliyle mekânın balkonuna doğru işaret etti. Beklemeden işaret ettiği yere ilerlediğimde yüzüme çarpan temiz ve serin havayla birlikte iç çektim. Daha şimdiden iyi gelmeye başlamıştı.

Elimi cam olan korkuluğa yaslayarak şehrin ışıklarına bakmaya başladım. Kendi düşüncelerimle boğulmamak için etrafa bakarak dikkatimi dağıtmaya çalışsam da aklımdaki düşünceler hiç gitmiyordu. Gözlerimi kapatarak sessizliğin içinde, yüzüme çarpan rüzgarla huzuru bulmaya çalışırken omuzlarıma bırakılan ceketin sıcaklığıyla eş zamanlı olarak burnuma o tanıdık koku doldu. Boran’ın odunsu kokusu burun deliklerimden sızarak zihnimdeki düşünceleri çepeçevre sardı.

Gözlerimi aralayarak hemen yanı başımda dikilen adama doğru baktığımda beyaz gömleğiyle kaldığını gördüm. Yine de soğuktan hiç etkilenmiyormuşçasına kollarını benim gibi cam korkuluğa yaslamıştı. Bakışları ise yine bakışlarımdaydı. “Üşüyeceksin…” diye mırıldandığımda başını iki yana salladı. “Üşümem merak etme bünyem kuvvetlidir benim.”

Onunla ilgili öğrendiğim yeni şeylerden biriydi bu da. Bakışlarımı bakışlarından çekeceğim sırada cümlesini duydum. “Ama senin kuvvetli değil, sadece bir gece balkonda çalıştın ve ertesi gün burnun akıyordu.” Alaylı bir şekilde konuştuğunda kaşlarım havalandı. Nereden anlamıştı? Çok dikkatliydi. “Boran sen sürekli beni izliyor olabilir misin?” diye şakacı bir şekilde konuştuğumda afalladı, bakışlarını bakışlarımdan kaçırırken mırıldandı. “Hayır tabii ki, ne alaka?”

Birden savunma moduna geçip şakamı anlamazken kaşlarım çatıldı. Boran ise şehre doğru bakarak konuştu. “İnsanın ruhu hastalanmadan bedeni yatağa düşmezmiş. Sakladığını düşünüyorsun ama ruhunun acısı iki metre öteden bile hissediliyor.” Cümlesi yüreğimden bir şeyler akıp gitmesine neden olurken yutkunamadım. Beni çözmesi, acımı hissetmesi... Sadece bir haftada bunu yapması normal değildi. İnsanlar benim mutluymuş gibi gülümsemelerime o kadar iyi kanarlardı ki sadece üç haftadır tanıdığım birinden bunu duymak tarif edilemez duygular içerisine sokmuştu beni.

Bakışları bana doğru döndüğünde şaşkınlığımı görüp gülümsedi. “Psikolog değilim ama insanları analiz etmekte iyiyimdir. Sen sormuyorsun ama bu da özelliklerimden biridir.” Alttan laf dokundursa da bunu umursamadım. “Sadece şunu söylemek istiyorum, bazen insan kendi başına bir şeyleri halledemeyebilir. Yardım istemesi, derdini paylaşması onu güçsüz göstermez. Arkadaşlar bugünler içindir.”

“Biz arkadaş mıyız?” dedim gözlerinin içine bakarak. Boran gözlerini usul usul kırpıştırırken belli belirsiz başını salladı. “Hayat arkadaşıyız.”

Hayat arkadaşı… Mecazi olarak mı söylüyordu bunu bilmiyordum ama kendinden emin çıkan sözleri insana güven veriyordu. Paylaş benimle dercesine gözlerime bakıyordu. Bir kadını nasıl etkileyeceğini iyi biliyordu ama benim gibi hayatında hiçbir erkeğe güvenmeyen, güvenmemeye mecbur bırakılmış bir kadın için kafa karışıklığı yaratacağını bilmiyor olmalıydı.

Birbirimize olan bakışlarımız aniden duyulan zil sesiyle kesilirken Boran’ın omuzlarıma bıraktığı ceketin iç cebinden geldiğini duydum. “İzninle.” Diyerek bana doğru yaklaşan adamla birlikte itiraz etmedim. Boran hızlıca ceketin iç cebinden telefonunu aldığında ekrana baktı ve hiç beklemeden kulağına götürdü. “Efendim Derya?”

Duyduğum isimle gözlerim şaşkınlıkla aralandı. Bu saatte ne demeye arıyordu ki? Gerçekten evli olsaydık bunu sorun yapardım. Ama şimdi bir şey söyleyemiyordum. Kollarımı göğsümde birleştirmiş ona doğru bakarken Boran karşı tarafı dinlerken kaşları çatıldı. “Evraklar arabada, imzalayıp gönderiyorum. Bu sorumsuzluğunu da pazartesi günü konuşacağız.”

Telefonu kulağından indirip sıkıntılı bir nefes verdiğinde merakla mırıldandım. “Ne diyormuş Derya?” Boran sanki normal bir şey sormuşum gibi gocunmadan cevap verdi. “Evraklardan bir tanesinin teslimini Salı günü sanıyordum, yarın sonmuş. Daha yeni haberim oluyor.” Belli belirsiz başımı salladığımda Boran konuştu. “Ben hemen imzalayıp geliyorum, sen istersen içeri geç. Daha fazla üşüme.”

“Yok iyiyim ben.” Dediğimde Boran başını salladı. “Tamam o zaman. Geliyorum hemen.” Başka bir şey söylemeden hızlı adımlarla restorana tekrar giriş yaparken arkasından baktım birkaç saniye.

Ardından bakışlarımı tekrardan İstanbul ışıklarına doğru çevirdim. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Aile üyelerimin benim hakkında düşündüklerini kafaya takmaktan kendi düşüncelerimin farkına varamıyordum. Düşüncelerimi tartamıyordum. Karşımda bana sözler söyleyen adamın doğru söyleyip söylemediğini kavrayamıyordum. Belki de artık onların düşüncelerine odaklanmak yerine kendi istediklerimi yapmalıydım. Çünkü ben tam şu dakikaya kadar insanlar ne der, ailem üzülmesin, ailem benim hakkımda ne düşünür diye adım atmıştım. Evlilik meselesinde bir tek onları takmamıştım onda da yardıma ihtiyacım olduğu için kabullenmek zorunda kalmıştım. Yani yine bir mecburiyetten kaynaklıydı.

“Ooo İnci Hanım, kocanız nerelerde?” Sözleri yuvarlayarak bana hitaben konuşan kişi Bahadır abinin ta kendisiydi. Sesinden de yanıma yaklaştıkça burnuma dolan kokusundan da sarhoş olduğunu anlamamak imkansızdı. “Ne saçmalıyorsun?” diyerek ona doğru döndüğümde Bahadır bayık gözlerle baktı gözlerime. Ardından soruma cevap verdi. “Kocan diyorum kocan.”

“Sana ne bizden?” diyerek kapıya doğru ilerlemek için adım attım. Onunla muhatap olacak değildim. Kapıya doğru ilerleyeceğim sırada bileğimden tutan adam ile adımlarım duraksadı. Yönümü ona doğru çevirip kaşlarımı çatarken bağırdım. “Ne yaptığını sanıyorsun sen! Bırak kolumu!”

“Bunca yıl İnci, bunca yıl Türkiye’ye dönmeni bekledim.” Çaresizce konuşurken yüzümü buruşturarak baktım ona. “Nihayet döndün, nihayet benim olacak dedim.” Dediğinde hızla itiraz ettim. “Ben mal mıyım şerefsiz? Bırak kolumu!” Kolumu çekiştirerek elinden kurtulmaya çalıştım ancak nafileydi. Benden güçlüydü ve bende kendimi savunma konusunda iyi değildim.

Ben kolumu çekmeye çalıştıkça Bahadır abi daha sert bir biçimde tuttu kolumu, yüzünü yüzüme yaklaştırarak gözlerime bakarken konuştu. “Seni ondan daha mutlu edebilirim İnci, gel gidelim. Daha mutlu oluruz yemin ederim.” Kendine güvendiğini belli eden ses tonuyla yalvarırken sertçe karşılık verdim. “Bahadır abi bak abi diyorum, kendine gel. Ne mutluluğu, ben evliyim! Dahası abimsin sen benim abim!”

“Abin olmayı ben istemedim! Egemen zorla söylettirdi sana, hiç istemedim. En başından beri kardeşim olarak görmedim ben seni!” Haykırırcasına konuşurken devam etti sözlerine. “Seviyorum kızım ben seni! Seviyorum!” diyerek dudaklarıma doğru yöneldiğinde hızla suratına yumruk geçirdim. Refleks olarak kendimden bağımsızca gerçekleştirdiğim bu eylem karşısında Bahadır dengesini sağlayamayıp biraz geri çekilse de biraz önce sersemlemesinin etkisiyle bıraktığı kolumu tekrar tuttu. “Bıraksana geri zekâlı!”

Tekrar vurmaya kalkışacağım anda ışık hızıyla Bahadır’a yumruk yapıştıran adamın varlığıyla hareketlerim sınırlandı. Kolumdaki el yerini soğukluğa bırakırken Bahadır yere doğru yapıştı, Boran ise üzerine çıkarak yumruklarını vurmaya devam etti. “Orospu çocuğu! Kardeşin olacak kıza göz koymuşsun pezevenk. Daha bir de gelip seviyorum seni diyorsun!” Her bir cümlesinde sağlı sollu yumruk vururken Boran’ın kolundan tutarak onu çekiştirmeye çalıştım. “Yavşak!”

“Dur Boran!” bağırıyordum ancak gücüm hiçbir şekilde yetmiyordu. Boran beni duymayıp vurmaya devam ediyordu, Bahadır abinin ise ağzı yüzü kan içinde kalmıştı. Telefonumda yanımda değildi, arayamıyordum da kimseyi. “Bırak artık, bırak! Öldüreceksin!” Ağlamaklı bir şekilde konuştuğumda Boran’ın yumruk atan eli havada kaldı.

Bakışları burada olduğumu yeni kavramış gibi bana doğru döndüğünde Bahadır’ın üzerinden doğruldu. Titrek gözlerle ona bakarken güçlü adımlarını bana doğru attı. Beyaz gömleğine birkaç damla kan bulaşmıştı, ellerinin üzeri vurmasının etkisiyle tahriş olmuştu.

Boran’dan sonra bakışlarım Bahadır abiyi buldu. Yerde sızıp kalmıştı, ağzı yüzü kan içindeydi. Muhtemelen yüzünün belli yerleri aldığı darbelerle moraracaktı. “Umarım bir yerleri kırılmamıştır…” diye mırıldandığımda Boran duvar kadar sert bir biçimde bana baktı. “Hala şu adamı umursuyorsan diyecek bir şeyim yok artık sana!” Sinirli bir şekilde dile getirdiği cümle ile derin bir nefes verdim. “Senin için söylüyorum, darp raporu alabilir.”

“Hiçbir şey yapamaz, alsın bakalım bir. Neden dövüldüğünü de açıklasın ama sonra.” Dedi tükürürcesine. İğrenerek Bahadır’a bakarken yerde duran ceketini aldı. Ben ne zaman düştüğünü bile anlamamıştım ama muhtemelen Boran’ı engellemeye çalışırken düşmüştü.

Hiçbir şey olmamış gibi ceketi tekrardan omuzlarıma bıraktıktan sonra uzanarak elimi tuttu. Daha onu itiraz edemeden restorana doğru çekiştirdi beni. Ardından da çıkışa doğru. “Çantam…” Diyecek olduğumda hızla sözümü keserek devamını getirdi. “Çocuklar getirir.” Restorandan çıktığımızda direkt olarak kapıda bekleyen Mert’i gördüm. Bizi, özellikle de Boran’ın üzerini bu şekilde görüp şaşkınlığını engelleyemezken Boran otoriter bir tonda emir verdi. “Yengenin çantasını al içeriden, soran olursa gittiğimizi söyle.”

Mert hızla onu onaylarken Boran arabanın kapısını benim için açıp bindikten sonra kapattı. Kendisi de yanımdaki yerini aldı aynı hızla. Arabayı çalıştırarak yola koyulduğunda yandan profiline doğru baktım. Gözlerini bana çevirmiyordu. Genelde ben ona baktığımda o da bana bakardı ya da genelde bakıyor olurdu ama bu sefer bakmıyordu. Çok sinirli duruyordu, haklıydı da.

“Eczanede durup elin için pansuman malzemesi alalım.” Endişeli bir biçimde parmak boğumlarına bakarken Boran umursamaz bir şekilde cevap verdi. “Lüzum yok.” Birden soğuk çıkan sesine karşılık yutkundum. Çok uzun zaman olmuştu o sesi duymayalı.

Başka bir şey söylemeden yola doğru dönerken kısa sürede artık yolunu ezbere bildiğim o eve geldik. Bahçenin kapısı bizim gelmemizle açılırken direkt olarak içeri girdik. Kapılarımız bahçede bulunan korumalar tarafından açıldığında ikimizde aynı anda indik. Saat çok geç değildi ancak Zümra hanım erken çekiliyordu odasına. Diğerleri de ona uyum sağlıyordu. O yüzden geldiğimizi kimse görmezdi muhtemelen.

Boran evin kapısını anahtarla açtıktan sonra ilk önce benim içeri girmemi bekledikten sonra kendisi de peşimden geldi. Odasına çıktığımızda adımlarımı direkt olarak banyoya atarak etrafa göz gezdirdim. Dolapları açıp kapatarak ilkyardım çantasını bulduktan sonra direkt olarak odaya geri döndüm. O sırada Boran’ın telefonuyla konuştuğunu işittim. Muhtemelen Fatih ile konuşuyordu. Ona gerekli şeyleri söyleyip telefonu kapattığında yönünü bana doğru çevirdi.

“Çıkar üstünü.” Diye söze başladığımda gözlerini araladı şaşkınlıkla. “Ne?”

“Bunda şaşıracak ne var? Çıkar üzerini, banyoya at. Sonra da gel, eline pansuman yapacağım.” Dedim kararlı bir biçimde. “Gerek yok.” Diye kestirip atarken sesimi yükselttim. “Boran!” Ellerini havaya kaldırıp teslim olurcasına hareket yaparken biraz öncenin aksine uysal bir biçimde dediğimi yapmaya koyuldu. “Tamam.” Üzerindeki gömleği çıkartıp dolaptan bir tişört alarak üzerine geçirdi. Ardından istediğim gibi karşıma dikildi. “Otur.” Diyerek gözlerimle yatağı işaret ettim.

İlkyardım çantasından tentürdiyot ve merhem çıkarttıktan sonra uzanarak elini tuttum. Parmak boğumları kanamıştı ve eminim ki çok acımıştı. Yüzümü kırıştırıp pamukla tentürdiyodu sürerken göz ucuyla Boran’a baktım. Dikkatle bana doğru bakıyordu. Gözleri her zamanki gibi ince ince, itinayla yüzümü seyrediyordu.

“Neden kızgın kızgın bakıyorsun?” Meraklı bir tınıda sorusunu sorarken kaşlarım havalandı. “Kızgın olan ben miyim yoksa sen misin?” dedim sakince. Boran iç çekti. “Şerefsizin teki karıma aşk itirafı yaptığında sinirlenip kızmamdan doğal bir şey yok değil mi?” Gözlerime doğru bakmaya devam ederken yutkundum. “Gerçekten karın olsaydım evet doğaldı.”

“Sana en başında da söyledim İnci.” Dedi gözlerini gözlerimden çekmeden. Ne söylediğini kendi içimde sorgularken Boran iç sorgulamamın cevabını verdi. “Evlilik benim için kutsal bir şey. Gerçek bir evlilikten kastın ne anlıyorum ama sen şunu anlamıyorsun her türlü evliyiz biz. Durum ne olursa olsun, sen ister evli olduğumuz için de ister Boran kendi kafasına göre iş yapıyor de ben seni rahatsız eden her durumda kendim rahatsız olurum. Müdahale mi etmem gerekiyor ederim, gocunmam. Kaldı ki o şerefsiz.” Deyip gözlerini kapattı ve derin bir iç çekti.

Ardından gözlerini aralayıp gözlerime baktı. “O şerefsizin niyetini de biliyoruz, kurduğu cümleleri de duyduk.” Bahadır konusunda kızmıyordum ona. Benim kızdığım nokta farklıydı. “Babamlar bunu senin yaptığını öğrendiğinde neden yaptığını umursamayacaklar ama.” Dedim dilimin ucundakini çıkartarak.

Ayrıca sözleri bugün ki sözlerini bilerek mi seçiyordu bilmiyordum ama içime işliyordu. Hayatımda belki ilk defa biri beni koruyordu.

“Baban si-“ Tam küfür edecekken dilini ısırıp duraksadı. “Baban umurumda dahi değil, senin de olmasın. Biraz kendin için yaşa. Orada tacize uğradın İnci. Baban bu kadar da gaddar değildir.” Dediğinde alaylı bir kahkaha atmak istedim. Kahkahalarım boğazıma yumru olup dizildi. Boran’ın babamı tanımadığı buradan belliydi.

Gözlerimi kaçırarak işime doğru dönmeyi seçtim bir cevap vermeden. Ama aslında sessizliğimde bir cevaptı. Elime merhemi alarak Boran’ın eline yöneldim. Omzuma doğru açık bıraktığım saçlarım ve perçemim önüme doğru gelirken elimin tersiyle itmek için kolumu kaldırdığımda karşımdaki adamın eli benden önce davranarak saçlarıma uzandı.

Önüme gelen saç tutamlarını sanki elini değdiği an kırılacakmış gibi özenle kulağımın arkasına doğru götürdüğünde gözlerimi tekrar gözleriyle buluşturdum. Elini saçlarımdan çekmeden öylece dururken bakışlarındaki derinliği gördüm. Sanki bir denizmişçesine derin derin olan gözleri saniyelik olarak dudaklarıma kayarken aynı anda yutkunduk.

Hoşlanmamıştım bu bakıştan. Anında aramızdaki teması keserek elini bırakırken onun da yanağımda duran eli eski yerine döndü. Hızlı bir şekilde merhemi sürüp işimi tamamladıktan sonra apar topar gardıroba ilerleyip üzerimi değiştirmek için pijamalarımı aldım. Hiçbir şey söylemeden banyoya girip kapıyı kilitledikten sonra sırtımı kapıya yaslayarak elimi kalbime götürdüm. Bu yakınlık doğru değildi, baş başayken hele hiç değildi…

 

Bölüm Sonu

‣‣‣ Bölümü beğendiniz mi?

‣‣‣ İnci ve Boran sahneleri nasıldı? Sevdiniz mi? Ben çok eğlendim yazarken…

‣‣‣ Bahadır, Boran’dan dayağı yedi. Sizce bu başımıza nasıl belalar açacak?

‣‣‣ Yemek sahnesi nasıldı, İnci ve Egemen’in arası ne zaman düzelecek sizce?

‣‣‣ Boran’ın ailesinin hediyelerini beğendiniz mi;?

Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…

Bölüm : 29.03.2025 13:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş