🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...
🖇️Lütfen oy vermeyi ve satır arası yorum yapmayı unutmayın...
🌟İnstagram üzerinden okuyucularımızla kurduğumuz bir grup var, bölümleri tartışıyoruz bazen alıntı atıyorum. Sohbet ediyoruz. Sizde katılmak isterseniz instagramdan mutlusonsuz222 hesabımın profilinde, öne çıkanlar kısmından grubun linkine ulaşabilirsiniz..
8.Bölüm
“Kocan bu saatte burada olmana kızmıyor mu?” Güney alaylı bir şekilde konuştuğunda tersçe suratına doğru baktım. Bakışımla birlikte ellerini havaya kaldırdı ve bir şey demedim dercesine gözlerime doğru baktı.
Boran ile konuşmamızın üzerinden dört gün geçmişti ve ben bu dört gün boyunca mümkün olduğunca erken çıkıp eve geç gitmeye çalışıyordum. Boran ile ne kadar yüz yüze gelmezsek o kadar iyiydi. Aynı evin içinde hatta aynı odanın içinde olduğumuzda ne yazık ki iletişimimiz artıyordu. Belki iki arkadaş olmamız durumunda iletişimizin olması gayet iyiydi ancak biz arkadaş değildik. Bizim aramızdaki durum çok garipti. Boran ilk günden sanki bugünü bekliyormuşçasına davranıyordu. Sonra da evliliğin kutsallığına bağlıyordu bu durumu.
Bende alışmıştım inkâr edemezdim ama hala rahat değildim, diken üstündeydim. Bir sevgilim olmuştu, nasıl davranmam gerektiğini biliyordum. Fakat bu davranışları tanımadığım bir adama sergilemek bazen zor geliyordu. Hele ki bizimki gibi başlayan bir hikayenin bu şekilde ilerlemesi beni korkutuyordu, çekinmeme neden oluyordu.
“Nasıl gidiyor evlilik onu anlat bari, mesela saat 10 oldu hala şirkettesin. Bunun nedeni ne? Boran’dan mı kaçıyorsun?” Güney dikkatle yüzüme bakarken omuz silktim. “Anlatacak bir şey yok.” Dediğimde Güney başını omzuna doğru eğdi. “Sen onu benim külahıma anlat.” Benden laf almaya kararlı bir biçimde suratıma bakarken iç çektim. Ne anlatabilirdim ki? Anlatılacak bir şey yoktu.
“2 haftaya yaklaştı işte, ne olsun?” dediğimde Güney alaylı bir şekilde baktı suratıma. “Sağ ol, bende günleri sayabiliyorum.” Verdiği cevaba göz devirirken başımı iki yana salladım. “Ne duymak istiyorsun?”
“Boran’ın davranışlarını mesela. Somurtkan adamın teki, soğuk bakışlar, egolu konuşmalar. Güldüğünü bir tek sizin nikah fotoğraflarınız çekildiğinde gördüm. O da oyundu. Nasıl katlanıyorsun?” Merakla bana bakarken bende ona baktım. Aslında şu anki Boran’ın anlattıklarından farklı olduğunu, bana karşı takındığı halini duyduğunda şaşıracaktı. Belki ilk tanıştığımızda durum buydu ama biz evlendiğimiz ilk günden itibaren tavrı değişmişti.
Tamam sürekli gülmüyordu belki ama daha düşünceli davranıyordu, bakışları daha da yumuşamıştı, egolu değildi bir kere. Yardımcı olmaya çalışır gibi bir hali vardı. “Evde o şekilde değil.” Dediğimde Güney’in kaşları havalandı. “İnanmam.” Kararlı bir biçimde söylediği şeyle birlikte tekrar konuştum. “Gerçekten. Aslında düşünceli birisi ve yeri geldiğinde yumuşak.” Hatta şakacıydı. Benimle uğraşmadan duramıyordu.
“Vay be, beklemezdim. Evin içinde bile öyle dolaştığını düşünmüştüm. Takım elbiseli, suratsız, sürekli emirler yağdıran.” Güney kendi kendine mırıldanırken ben merakla konuştum. “Sen söyle, evde durumlar ne?” dediğimde Güney omuz silkti. “Ne olsun, her şey aynı. Sadece Bahadır yok ortalarda. Eve de gelmiyor.”
Boran’dan yediği dayak yüzündendi büyük ihtimalle. O halini kimsenin görmesini istemiyordu belli ki. Şaşırtıcıydı da bir yandan. Herkese duyurur sanmıştım. Bilmiyorum dercesine dudaklarımı büzerken masanın üzerindeki telefonuma bildirim düştü. Ekrana doğru baktığımda mesajın Boran’dan geldiğini gördüm. Hiç beklemeden telefonu açarak mesaja doğru baktım.
“Eve ne zaman gelmeyi düşünüyorsun?”
“Geleceğim, bir şey mi var?”
Mesajı gönderdikten sonra cevap vermesini beklerken gözlerim mesajlarda oyalandı. Ancak uzun bir süre cevap gelmedi. İç çekerek telefonun ekranını kapattım ve oturduğum yerden ayağa kalktım. Güney’in bakışları bana takılırken konuştum. “Saat geç oldu, gidelim artık.” Güney sözlerimle alaylı bir şekilde bana baktı. “Kocan merak mı etmiş?”
“Güney.” Dedim uyarı dolu bir sesle. En baştan beni bu işten vazgeçirmeye çalışıyordu. Ancak şimdi dalga geçmeden de duramıyordu. Bu evlilik çoğu kişi için alay konusu olmuştu. “Demedim bir şey, çıkalım.” Güney önden ilerleyerek kapıyı benim için açarken eşyalarımı alarak kapıdan çıktım.
Ofisimden çıkarak araçlara doğru ilerlediğimizde Güney konuştu. “Bırakayım ben seni.” Teklifine karşılık başımı iki yana salladım. “Gerek yok, yakın biliyorsun. Sonra haberleşiriz yine.” Dediğimde Güney sıkıntılı bir şekilde bana baktı. “Senin şu sekreterin benim için pek zaman açmıyor, ne zaman sorsam meşgul. Ne zaman sorsam danışanıyla konuşuyor, yok toplantısı var. Bilmem ne. Kardeşimizle görüşmek için randevu alıyoruz.”
“Bilge seninle benim kardeş olduğumuzu nereden bilsin?” dedim savunurcasına. Güney omuz silkti. “Bilsin, sen onun patronusun sonuçta.” Dediğinde onayladım. “Tamam ben ona söylerim, bir daha bekletmez seni.” Gülerek Güney’e bakarken beni onayladı. “iyi olur.”
Sarılarak vedalaştıktan sonra ikimizde ayrı ayrı arabalarımıza binerek ters yönlere doğru ilerlemeye başladık. Güney yanımda diye Mert’i göndermiştim. Başta mırın kırın etmişti ancak daha sonra ısrarıma dayanamayarak kabul etmişti. Boranla gerekirse kendim konuşacağımı söylediğimde ikna olmuştu.
Kısa süren yolculuğun ardından eve ulaştığımda kapım direkt olarak Fatih tarafından açılmıştı. “Hoş geldin yenge.” Küçük bir tebessüm ederek cevap verdim. “Hoş buldum.” Yenge kelimesi bana çok yabancıydı ama şu 2 haftada neredeyse herkesten duyduğum için mecburen alışmıştım. Pek hoşuma gitmiyordu ama oyunumuz gereği kabullenmek durumunda kalmıştım. Başka bir şey söylemeden anahtarla evin kapısını açarak içeri girdim.
Asansöre yöneleceğim sırada mutfaktan çıkan Gamze ile adımlarım ister istemez duraksadı. “Hoş geldin gelin hanım.” Alaylı bir şekilde konuştuğunda düz bir ifade ile suratına bakmaya devam ettim. Gamze ise sözlerine ekleme yaptı. “Yemeğe de gelmeyince merak ettik seni.” Hesap sorarcasına gözlerime bakarken cevap verdim. “Gelemeyeceğimi haber vermiştim, merak edilecek bir şey yok. İyi geceler.”
İlerleyeceğim sırada tekrardan sesini duydum. “Boran bu tarz şeylerden hoşlanmaz haberin olsun. Gerçi bunca zaman nasıl öğrenemedin bunu da bilmiyorum.” Tek kaşımı kaldırarak baktım ona doğru. Aralarında kaç yaş vardı bilmiyordum ama Gamze küçük görünüyordu. Boran’a abi demesi gerekiyordu. Ama ben geldiğimden beridir hiç o kelimeyi duymamıştım.
“Bu konuda seni ilgilendiren bir şey görmüyorum. Kocam rahatsızsa bunu bana söyler, bende rahatsız olduğum şeyleri ona söylerim. Yani sen zahmet etme Gamze.” Her şeye burnunu sokma anlamına gelen sözlerimi bitirdiğimde direkt olarak asansöre binerek Boran’ın odasının bulunduğu kata bastım. Gamze de annesi de bir şeylere burunlarını sokmaktan zevk alıyorlardı ne yazık ki. Ve bu benim hiç hoşuma gitmiyordu.
Asansörden inerek odaya doğru ilerledikten sonra kapıyı sessizce araladım Boran’ın uyuma ihtimaline karşılık. Ancak içeri girdiğimde yanıldığımı anlamıştım. Çünkü uyumuyordu. Kanepede oturmuş, kollarını göğsünde birleştirmiş, bacak bacak üzerine atmış ve kapıyı açmamla bakışları direkt beni bulmuştu. Şaşkınca oturduğu kanepeye bakarken içeri girip kapıyı ardımdan kapattım.
“Cevap vermeyince uyudun sandım.” Diye mırıldandığımda Boran düz ifadeyle suratıma baktı. “Öyle mi sandın yoksa öyle mi umdun?” samimi bir ses tonu yerine ilk tanıştığımızdaki gibi soğuk bir karşılık aldığımda yutkundum. Ancak bunu belli etmeden aynı düz ifadeyle baktım ona. “Ne demek istiyorsun?”
“Söylediğim şey yeterince açık bence.” Anında aldığım karşılıkla beraber hafifçe kaşlarım çatıldı ve bende anında karşılık verdim. “Ne bu tavırlar, işim vardı ve geç geldim. Sende biliyorsun işinin olması ne demek.”
“Gerçekten işin mi vardı İnci?” aynı pozisyonda oturmaya devam ederken sanki o patron bende çalışanıydım ve benden hesap soruyormuş gibi hissetmiştim. Sorgulayan bakışları yüzümde gezinirken başımı salladım. Boran onayımla birlikte dudaklarını yaladı ve konuştu. “Oysa Bilge Hanım işin olmadığını, toplantının saat yedide bittiğini söylemişti.”
Söylediği cümle ile şoka girerken içim hırsla doldu. “Ne hakla sekreterimle konuşup bilgi alıyorsun?!” sesimin yükselmesini umursamadan sinirle ona doğru baktım. Bu kadarına hakkı yoktu hiçbir şekilde. “Sana ne ya işimin olup olmamasından. Sana ne!” Elimdeki çantayı hırsla yatağa doğru atarken elimi saçlarımın arasından geçirdim. Gerçekten sinirlenmiştim.
Sakinlikle oturduğu yerden ayağa kalkarken karşılık verdi. “Hem yalan söylüyorsun hem de bana kızıyorsun.” Dediğinde alaylı bir şekilde güldüm. “Açıklaman bu mu yani?” dedikten sonra direkt gözlerine baktım. “Nerede ne yaptığımız birbirimizi ilgilendirmiyor Boran. Hesap mı vereceğiz birbirimize?” dedikten sonra kaşlarım havalandı. “Pardon sen hesap vermiyorsun tabii ki, ben sana hesap mı vereceğim?”
"Neden kaçtığını sormak hesap sormaksa evet hesap soruyorum!" Aynı benim gibi sesi yükselirken bir an duraksadım. Kaçtığımı anlaması hoş olmamıştı. Ateş saçan gözlerle birbirimize bakarken cevap verdim. "Kaçmıyorum. Güney ile birlikteydik. Gerçi sen bunu da Bilge’den öğrenmişsindir. Ya da Mert söylemiştir." dediğimde gözlerime bakmaya devam etti. "Bugün Güney ile birlikteydin. Dün? Ondan önceki günler? Hadi birkaçında toplantın vardı. Diğerleri?"
Dudaklarımı aralayacağım sırada hızla ekledi. "Sakın sen rahat et diye bir cevap verme. En başından beri bana güvenmeyen ve rahatsız hisseden sendin. O yüzden eve gelmiyordum sen umursamasan bile bunu açıklamıştım. Ama ben hiçbir zaman böyle hissetmedim. O yüzden sakın bu bahanenin arkasına saklanma."
"Kendim rahatsız olduğum için gelmedim belki. Kendi ağzınla söylüyorsun işte." dedikten sonra ekledim. "Ayrıca bana güvenmeyen sensin dedin ama senin de güvendiğin söylenemez. Baksana arkamdan sekreterimle bile konuşuyorsun." Lafımı esirgemeden cümlelerimi söylerken başını iki yana salladı Boran alaylı bir tebessümle. Gözlerinde ufak bir hayal kırıklığı gördüğümde yutkundum. "Ne halin varsa gör. Nasıl istiyorsan öyle yap."
Başka bir şey söylemeden odanın kapısına ilerlerken arkasından baktım bir süre. Kapıyı çarpıp çıkarken iç geçirdim. Bakışlarım kanepeye doğru kaydığında ne yapacağımı bilemedim. Boran getirtmişti muhtemelen bunu. Bazen bu düşünceli hallerini görüp haksızlık mı ediyorum diye düşünüyordum ama o da sınırlarımda geziyordu ne yazık ki.
Üzerimi banyoda değiştirerek odaya tekrar döndüğümde Boran’ın geleceğini düşünmüştüm ama yanılmıştım. Henüz gelmemişti. Kendi yastığımı ve battaniyeyi alarak kanepeye koyduktan sonra ışığı kapatarak uzandım. Günler sonra ayaklarımı uzatarak, iki büklüm olmadan yatmak o kadar iyi gelmişti ki anında uyuyabilirdim ama bu sefer de aklım Boran’da kalmıştı. Bu nasıl devam edecekti bilmiyordum.
Bir sağa bir sola dönerek uyumaya çalışırken kapının bir anda açılmasıyla kıpırdanmayı bıraktım. Arkam dönük olduğu için ne yaptığını bilmiyordum ama epey sessizdi. Birkaç dakika öylece bekledim düzenli nefes alıp vererek. Çıkan hışırtılardan Boran’ın yatağa yattığını düşünürken gölgesini üzerimde hissetmek yutkunamama neden oldu. Dizlerime kadar açık olan battaniyeye doğru uzanıp omuzlarıma kadar çekip vücudumu örttüğünde nefesimin düzensizleşmesini engellemeye çalıştım. Başımda birkaç saniye daha oyalandıktan sonra yatağına ilerlerken sessiz bir biçimde kalmaya devam ettim.
Birkaç dakika sonra yavaşça ona doğru dönüp gözlerimi araladığımda gözlerinin kapalı olduğunu görüp nefes verdim. Işık kapalıydı ama odaya vuran ayın ışığıyla Boran’ı net bir şekilde görebiliyordum. Kirli sakalları hep aynı uzunluktaydı, saçları hep özenle kısaltılıyordu. Kirpikleri çok uzun olmasa da bir erkeğe göre uzundu. En başta tipik bir Türk erkeği demiştim, hala öyleydi ama karizmatik olduğu inkâr edilemezdi.
Gözlerim yavaş yavaş kapanırken ne zaman uykuya daldığımı anlayamamıştım. Ancak gözümü araladığımda deliksiz bir uyku çektiğimin farkına varmıştım. Gerçekten bu kanepe iyi olmuştu. Sırt üstü yatarak uykumu açmaya çalıştığım anda gardırobun önünde dikilmiş üzerindeki beyaz gömleğin düğmelerini ilikleyen Boran’ı gördüm. Daha fazla onu izlememek için yattığım yerden kalkarak banyoya doğru ilerledim.
Ancak yarı yolda içime sinmeyerek Boran’a doğru döndüm. “Kanepe için teşekkür ederim.” İçten bir şekilde konuşurken Boran bana bakmayıp kolundaki düğmeleri ilikleyip koluna kol saatini takarak cevap verdi. “Bizimkiler sorarsa odanın dekorasyonunu değiştirdiğini söylersin.” Başımı sallayıp onu onaylarken Boran işini bitirip göz ucuyla bana baktı. “Balkondayım, rahatça hazırlanabilirsin.”
Benden bir cevap beklemeden balkona çıktığında iç geçirdim. Banyoya girip hızlıca işlerimi hallettikten sonra gardırobun başına geçerek kıyafet seçmeye koyuldum. Mavi çizgili bir gömlek ve lacivert pantolon etekle kombin oluşturduktan sonra saçlarımı da şekillendirerek makyajımı tamamladım. Derin’in benim için aldığı saati takarken balkona doğru seslendim. “Ben hazırım, inebiliriz.”
Boran balkondan odaya girdiğinde bakışları saniyelik olarak beni buldu sonrasında da hiç beklemeden kapıya ilerleyip eliyle dışarıyı işaret etti. Anlaşılan o ki dünden sonra konuşmak istemiyordu. Zaten benim de istediğim bu değil miydi? Neden soğuk diye üzülüyordum ki. Odadan çıktıktan sonra birlikte asansöre binerek salona indik. Muhtemelen kahvaltı hazırdı. Salondan içeri girdiğimizde masaya herkes gelmişti.
Boran her zaman olduğu gibi benim sandalyemi çekip oturmama yardım ettikten sonra kendisi de yanımdaki yerini aldı. Zümra hanımın afiyet olsun dileklerinin ardından kahvaltımız başladı. Artık alışmıştım bu masadaki herkese, iki hafta olmuştu ve alışmamak imkansızdı. Tabii Gamze ve Gülsüm Hanım hariç. Onların imalı, dikkatli bakışları sürekli benim üzerimde olduğu için rahatsızlık duyuyordum.
“Abi bir gün benim mekâna gelsenize, yemek falan yeriz.” Cihan ilk önce abisine sonrasında bana bakarken ekledi. “Ha yenge, ne dersin? Sen hiç görmedin orayı.” Hevesli bir biçimde bize bakarken tekrar konuştu. “Hem size spesiyalimden de yaparım.”
Boran, Cihan’ın mekânı var dediğinde restoranı olduğunu söylememişti. Hatta yemekleri kendi yaptığından da haberim yoktu. Şaşırmıştım. Bar veya başka bir mekan olduğunu düşünmüştüm.
“Şanslın İnci, kıymetini bil. Ben bile karısıyım zor yiyorum o spesiyali.” Defne şakacı bir şekilde konuşurken Cihan ona bakarak gülümsedi. “Aşk olsun güzelim, sen ne zaman istersen yaparım.” Defne, Cihan’ın cevabına gülümserken ikisini tebessümle izledim. Birbirlerini çok sevdikleri gözlerinden okunuyordu.
“Biz davetli değil miyiz Cihan bey?” Gamze alınmış bir sesle araya girerken üçümüzün bakışları da ona doğru döndü. “Siz geldiniz kaç kere, İnci yengem hiç gelmedi.”
“İnci isterse geliriz.” Boran nihayet araya girdiğinde bakışlarımı ona doğru çevirdim. Ailesiyle birlikte bir şeyler yapacağımız zaman onsuz bir şey yapmak istemiyordum. Sözü bana bıraktığında içimden gelen cevabı verdim. “Olur, geliriz. Merak ettim bende şimdi.” Dediğimde Defne ellerini birbirine vurdu. “Süper.”
“Bugün akşam diyelim mi o halde?” Cihan bana doğru bakarken Gülsüm Hanım konuştu. “İnci çok yoğundu, malum kaç gündür kahvaltılarda bile yüzünü göremiyorduk. Belki yine meşguldür. Çok zorlama istersen.” O da kızı gibiydi gerçekten. Lafın altında hiç kalmadan direkt konuştum. “Birden fazla iş yapınca ister istemez yoğun oluyor insan ama evde oturmaktan iyidir diye düşünüyorum.” Dedikten sonra Boran’a döndüm. “Bugün müsaidim ben, sen ne dersin hayatım?”
Küçük bir tebessümle cevabını beklerken Boran tabağından başını kaldırıp bana doğru baktı. Hafifçe başını sallarken gözlerini gözlerimden ayırmadı ve aynı benim gibi küçük bir tebessüm etti. “Sen tamam diyorsan bana da uyar.” Aldığım onay ile Cihan ve Defne’ye bakarak konuştum. “O zaman akşam iş çıkışı buluşalım.”
“Sabırsızlıkla bekliyoruz efendim.” Cihan’ın cümlesiyle tebessüm ederek kahvaltıma döndüm. Birkaç parça bir şey yiyerek çayımdan içerken Boran’ın düz sesini duydum. “Ben şirkete geçiyorum, baba bugün gelecek misin?” Bugün gelecek misin demesi daha önceki günler gelmediği ihtimalini düşünmeme neden olmuştu. Belki de Boran ondan çok yoğundu. Çünkü koskoca şirketi bir tek o yönetiyordu.
“Bir ara uğrarım.” Dedi Yavuz bey ona cevap olarak. Boran bir şey söylemeden masadan kalkarken bende ayaklandım. “Geçireyim seni.” Tam kalkacağım sırada Boran omuzlarıma doğru bastırarak kalkmamı engelledi. “Ben çıkarım, sen kahvaltını bitir.” Yerime tekrar oturduğum sırada dudaklarını saçlarımın üzerinde hissetmek içimde anlamlandıramadığım kıpırtıların fitilini ateşlerken gülümsemeye çalıştım.
Boran temasımızı keserken Zümra Hanım cevap verdi. “Hayırlı işler oğlum.” Benden sonra babaannesine gidip onun yanağını öperken Derin’in dudaklarını büzüp çocukmuş gibi ona baktığını görerek sesli bir şekilde güldü. Ailesinin ve sevdiklerinin yanında başka bir adam oluyordu gerçekten. Ardından da kardeşine bakarak elini kaldırıp konuştu. “Gel buraya gel, kıskanma”
Derin masadan kalkıp abisine giderken Boran onun şakağını öperek kolunu omzuna doğru sardı. Derin ise sitemli bir şekilde konuştu. “Karını görünce beni unuttun.” Dedikten sonra bana doğru döndü. “Üzerine alınma yengecim, abime diyorum.” İkisi de bana doğru bakarken başımı iki yana salladım. “Alınmadım hiç merak etme, abi kardeş arasına girmem.”
Derin ve Boran’ı izlerken içim hasretle kabarır gibi olmuştu. Benim de abim vardı. Hem de çok sevdiğim bir abim ama konuşmuyordu benimle. Hala daha küslüğüne devam ediyordu. Oysa ben onunla konuşmak için can atıyordum. Beni seven tek aile üyem olarak ona danışmak, ona sarılmak, konuşmak istiyordum ama yapamıyordum.
“Hadi görüşürüz.” Daldığım düşüncelerden Boran’ın sesiyle sıyrılırken kahvaltıma doğru döndüm.
Bir süre daha kahvaltı sofrasında oturup kahvaltımı yaptıktan sonra şirkete gitmek üzere masadan ayrıldım. Her zaman olduğu gibi Mert ile yola çıkarak kısa süre içinde şirkete ulaşmıştık. Her şey o kadar rutinleşmişti ki artık anlatamazdım. Şirkete beklediğimden çabuk alışmıştım ve fena sayılmazdım. Şirketin personelleri sağ olsunlar çok destek oluyorlardı.
Odamın bulunduğu kata çıktığım anda koridorda görmek için can attığım o yüzle karşılaştım. Abimle. Hüzünlü bir şekilde ona bakarken o da beni görmüştü. Ancak hiç görmemiş gibi yaparak geçerken seslenmeden edemedim. “Abi. Hiç konuşmayacak mısın benimle?”
Ona hitaben konuşmamla birlikte adımları duraksadı. Bana doğru dönmezken tekrar konuştum. “Hiç mi merak etmiyorsun ne haldeyim, nasılım, bir sıkıntım var mı, mutlu muyum?” Omzunun ucundan bana doğru döndüğünde gözleri yüzümde dolaştı. “Sana kötü davranıyor mu?” Tüm söylediklerimden çıkarmış olduğu cümleye karşılık iç çektim. Boran’ı tanımıyorlardı ki. Bana da sert olduğunu düşünüyorlardı muhtemelen ama öyle değildi işte. “Hayır tabii ki.” Söylediklerini reddettikten sonra ekledim. “Sandığınız gibi kötü biri değil o.”
“Elbette öyle söyleyeceksin.” Dedi abim gözlerime bakarak. Bense hafifçe kaşlarımı çatarak merakla mırıldandım. “Senden habersiz evlendiğim için mi kızgınsın bana yoksa o kişinin Boran olmasından dolayı mı?” Sorduğum soruyla abimin bakışları sertleşti. “Her ikisi içinde İnci, yalan söylemende dahil. Her neyse zaten şu an yapılacak bir şey yok. Sen her şeyi kendin öğrenirsin.”
Ne demek istediğini anlamaya çalışırcasına bakarken abim başka hiçbir şey söylemeden odasına doğru ilerledi. Derin bir nefes alarak arkasından baktıktan sonra kendi odama ilerledim. Yine de bir adım atılmıştı. Buna da şükürdü.
Odama geçerek masama oturduğumda direkt olarak masanın üzerindeki dosyalara bakmaya başladım. En azından bir şeyler anlıyordum. Boran’da bu konuda yardımcı olmuştu. Anlamadığım birkaç kelimeyi, cümleyi falan ona sormuştum. Elbette şirketin evrakları üzerinden değildi ettiği yardım. Neticede rakip şirketlerdik biz her ne kadar evli de olsak.
Dosyalara dalmışken kapının çalınmasıyla birlikte komut verdim. Bilge komutumla birlikte içeri girerek elindeki kahve kupasını masama bıraktı. “Sütlü, her zamanki gibi.” Kahvemden bir yudum içerken tebessüm ettim. “Ellerine sağlık.”
Bilge masamın karşısına geçerken konuştu. “Bugün bir tane toplantınız var İnci Hanım. Finans departmanı ve pazarlama departmanı yöneticileriyle birlikte. Adnan bey özellikle katılmak istediğini belirtmiş. Öğleden sonra ise bir danışanınızla seansınız var. Bugün toplantınız olduğu için tek bir görüşme ayarladım. Online şekilde görüşeceksiniz, ofise gitmenize gerek yok. Akşam için henüz planınız yok.”
Bilge planlarımı sayarken dikkatle dinledim onu. Ardından da konuştum. “Güzel düşünmüşsün Bilge.” Dediğimde tebessüm etti bana karşılık. Bense ekledim. “Yapamayacağını düşünüyordun bak hallediyorsun.” Diye destek çıkarken Bilge konuştu. “Sayenizde İnci Hanım, çok tolerans gösteriyorsunuz.”
“Bu işte birlikteyiz Bilge, ikimizde bilmediklerimizi öğreniyoruz.” Dedikten sonra ekledim. “Yalnız bir şey isteyeceğim senden. Daha doğrusu iki şey.” Dediğimde Bilge ne isterseniz dercesine baktı bana. Bense devam ettim sözlerime. “Güney benim kardeşim, boşluklarımla onunla görüşmeyi isterim. Bir randevuya gerek yok onun için.” Dediğimde Bilge hızla savunmaya geçti. “İnci Hanım kendisi o kadar ısrarcı ki anlatamam, toplantılarınızın olduğu anlarda sizinle görüşmek istiyor ve takdir edersiniz ki bu mümkün değil.”
Söyledikleri karşısında güldüm. Bazen ısrarcı ve inatçı olabiliyordu, haklıydı bu konuda. “Sen yine de bunu aklında bulundur.” Dedikten sonra devam ettim. “Dün Boran ile konuşmuşsunuz. Programımdan bahsetmişsin ona. Lütfen bir daha benden habersiz böyle bir şey yapma. Eşim olması böyle bir şey yapmasını doğru kılmıyor. Ben zaten gereken bilgiyi ona veririm. Anlaştık mı?” tatlı sert uyarımı yaparken Bilge başını salladı mahcupça. “Özür dilerim, eşiniz olduğu için sorun olmayacağını düşünmüştüm. Uyarınızı dikkate alacağımdan emin olabilirsiniz.”
Emindim zaten, Bilge’yi bu yüzden yanıma çağırmıştım. Bir hata yapsa da uyarıldığı andan itibaren uyarıları dikkate alan bir çalışandı. “Evinden memnun musun?” dediğimde Bilge başını salladı. “Çok memnunum, size zahmet verdim.” Dediğinde başımı iki yana salladım. “Hiç zahmet olmadı. Keyfine bak.”
Teşekkür edercesine gözlerime bakarken başka bir şey söylemedim. “O halde ben çıkayım.” Diyerek odadan çıktığında kahvemden bir yudum daha içerek dosyalarıma bakmaya devam ettim. Bugünkü toplantıda nereye ne kadar bütçe ayrılıyor, yeni üretimler için ne kadar bütçe ayrılabilir, gelirler ne kadar, giderler ne kadar onlarla ilgili konular konuşulacaktı. Daha doğrusu bir sunum gerçekleştirilecekti.
Dedemin birkaç notunu bulmuştum masayı karıştırırken. Bütçelerle ilgili bir açıklık fark etmişti. Bugünkü toplantıda ona dikkat etmeye çalışacaktım.
Saatler sonra toplantı başladığında babamın her zaman oturduğu yerde ben oturuyordum yani masanın başında. Babam çaprazımda yer alıyordu. Sonra finans ve pazarlama ekipleri geliyordu. İçlerinden birisi de projeksiyondan yansıtılmış olan dosyayı sunuyordu. Dikkatle her bir detayı incelemeye çalışsam da biraz anlamakta zorlanıyordum. Sağ olsun babam hiç destek çıkmıyordu. Sadece dinliyordu.
“Piyasaya bakıldığında şu an şirketin gelirleri geçtiğimiz günlere kıyasla daha iyi gidiyor. Doğru anlıyorum değil mi?” Finans departmanı sorumlusuna yönelttiğim soruyla birlikte onay aldım. “Doğru anlıyorsunuz, şu an için üretimlerin artmasına rağmen gelir durumu gayet iyi.”
(Piyasa: Satıcıların mallarını satmak ereğiyle bir araya geldikleri yer, pazar.)
“Yeni bir pazar arayışına girmek, taleplere uygun arz etmek ne bileyim belki fiyatları arz ve talep doğrultusunda değiştirerek yeni bir planlama yapılırsa her şey daha iyi olabilir. Şu an piyasa malum, alım güçleri epey azaldı. En azından bunları göz önüne alarak bir şeyler gerçekleştirirsek nasıl olur? Tabii bu konuyu üretim departmanıyla da konuşmak gerekiyor. Bir maliyet tablosu çıkartırlar bize yeni ürünler için.”
(Arz ve Talep: Arz ve talep ekonominin temel iki kavramıdır. Arz, üreticilerin belirli bir fiyat karşılığında piyasaya sunmak istediği mal ve hizmet anlamına gelmektedir. Talep ise tüketicilerin belirli bir fiyat karşılığında tüketmeyi hedefledikleri mal ve hizmet bütünüdür.)
Üzerinde çalıştığım şeyleri masadakilerle paylaştığımda ilk karşı çıkan kişi elbette babam oldu. “Bizim ürünlerimiz alım gücü yüksek olan kesime hitap ediyor zaten. Başka türlüsü marka itibarını zedeler. Bence durumlar iyiyken böyle bir şeye gerek yok. Uzun vadede belki düşünülebilir.”
“Yeni Pazar arayışları uygun olabilir.” Finans departmanı yöneticisi fikrime katılırcasına konuşurken masadaki başka biri fikrini söyledi. “Bu yeni üretimler demek, sizin dediğiniz gibi bunu üretim departmanı ile konuşmak daha uygun.”
“O zaman bununla ilgili ufak araştırmalar yaparak başlayalım, bize uygun olan, içimize sinenleri tekrar konuşuruz.” Dedim düz bir ifadeyle. Masadakiler beni onaylarken aklıma gelen şeyle konuştum. “Oya Hanım, bana gelir ve giderleri ayrıntılı olarak gösteren bir dosya hazırlar mısınız? Yarın masamda olsun lütfen.” Finans yöneticisine isteğimi belirtirken Oya Hanım beni onayladı. “Tabii İnci Hanım.”
“O zaman toplantımız bitmiştir, teşekkür ederim katılımlarınız için.” Oturduğum yerden ayaklanırken herkes benim gibi ayaklandı. Herkesle teker teker el sıkıştıktan sonra odada yalnızca babamla ikimiz kalmıştık.
Onun da çıkmasını beklerken babam konuştu. “Henüz yenisin, finans işleri senin yapabileceğin türden şeyler değil. Bırak yetkililer yapsın.” Dediğinde cevap verdim. “Sadece inceleyeceğim, bunu herkes yapabilir değil mi?” dediğimde babam umursamaz bir ifadeyle baktı suratıma. “İyi, şirketi zarara uğratacak bir şey yapma da.” Dedikten sonra hiç beklemeden odadan çıktı.
Arkasından iç geçirerek bakmakla yetindim sadece. Bir kere olsa güvenebilseydi keşke bana, arkamda dursaydı, yardımcı olsaydı. Sen bilmiyorsun kızım, bak bu böyle diye yardımcı olmaya çalışsaydı keşke ama yapmazdı. Bu kadar nefret edecek ne yapmıştım ona hiç anlamıyordum. Bakışlarıyla eziyordu, sevmediğini belli ediyordu. Keşke bunu şirkette yapmasaydı.
Toplantının ardından öğle yemeğine çıkma kararı almıştım. Şirketin yemekhanesine giderek hem çalışanların tutumunu görmek hem de yemekhaneyi değerlendirmek istiyordum. Yönetici olarak her çalışanı gözlemlemek gerekiyordu bence ve tabii çalışanların isteğini. Tabii Necati Bey ve Bilge de bana eşlik etmişti. Habersiz bir şekilde gitmem de daha iyi olmuştu. Her şey normalinde nasılsa öyle devam etmişti. Birlikte yemek yedikten sonra tekrardan odalarımıza dönmüştük.
Ben danışanımla konuşmaya başlamıştım ve bu sürede hiç rahatsız edilmek istemediğimi bildirmiştim Bilge’ye. Londra’da baktığım danışanımla görüntülü bir şekilde seansımızı gerçekleştirmiştik. Daha sonra da mesai saatinin bitişiyle birlikte lavaboya girerek üzerimi, saçımı ve makyajımı düzeltmiştim. Boran ile hiç konuşmamıştık nasıl gideceğimizi. Ancak Mert yanımda olduğu için rahattım, muhakkak restoranın yerini biliyordu.
Çantamı alarak odamdan çıktıktan sonra asansöre ilerledim. İşten çıkan çalışanların selamını alarak asansöre bindim. Ardından da şirketten çıktım. Şirketten çıktığım anda bakışlarım Boran’da takılı kaldı. Ne zaman geldiğini kendi içimle sorgulamaya başladım. Necati bey ile konuştuğuna göre epey önce gelmişti. Adımlarımı onlara doğru atarken beni ilk gören Boran oldu.
“Geleceğini bilmiyordum.” Samimi bir şekilde konuşurken yanına yaklaştım iyice. Boran elini belime sararken cevap verdi. “Sürpriz yapmak istedim.” Küçük bir tebessüm ederken hemen karşımızda dikilen Necati beye takıldı bakışlarım. “Boran beyi tebrik ediyordum, malum yüz yüze pek fazla gelemiyoruz.” Necati bey açıklama yaparken Boran elini ona doğru uzattı. “Teşekkür ederiz.”
Necati bey elini sıkarken tekrardan konuştu. “İyi akşamlar.” Başka bir şey söylemeden yanımızdan uzaklaşırken Boran’da elini belimden çekti. “Mert’i gönderdim, birlikte gideceğiz.” Diye açıklama yaparken hafifçe kaşlarım çatıldı. “Emrivakileri sevmediğimi söylemiştim.”
“Emrivaki değil, olması gereken.” Dedi Boran. Ardından başıyla arabayı işaret etti. Kendisi de şoför koltuğuna geçerken arabaya bindim. İkimizin de hazır olmasıyla aracı çalıştırıp yola koyuldu.
“Necati beyle bunu mu konuşuyordunuz?” Merakla Boran’a bakarken bakışlarını saniyelik olarak yoldan çekip bana doğru baktı. Ardından tekrar yola dönerken mırıldandı. “Senin şu güvensizliğini nasıl halledeceğiz acaba?” dediğinde başımı omzuma doğru eğdim. “Güvensizlik değil bu, merak. Dedemle yakınlığınız bariz. Sana o ses kaydını da Necati beyin verdiğini varsayarsak başka şeyler konuştuğunuzu düşünmem normal bence.”
“Hayır İnci, başka bir şey konuşmadık. Sadece bundan memnun olduğunu, sevindiğini falan dile getirdi. Zaten sen gelmeden bir dakika önce falan gelmişti. İçin rahatladı mı?” diyerek bana bakarken belli belirsiz başımı salladım. Güvensizliğimin onu az da olsa kırdığını, kırılmasa bile düşündürdüğünü biliyordum. Bunun kendisi yüzünden olduğunu düşünüyordu belki de. Daha doğrusu ona bunu ben hissettiriyordum. Dün de ondan rahatsız olduğum için gelmediğimi ima etmiştim. Bu onu düşünmeye itmişti muhtemelen. Eskisi kadar konuşmuyordu, şaka yapmıyordu.
Yan profiline doğru bakmaya devam ederken içimden geçen cümleyi dile getirdim. “Boran, bu güvensizlik seninle alakalı değil. Herkese karşı. Ben çabuk güvenebilen biri değilim ve bunun için sebeplerim var. Başka biriyle evlensem de bu böyle olacaktı.” Cümlemi bitirmemle bakışları bana doğru döndü. Kahverengi gözlerinde küçük bir duygu değişimi görsem de adını koyamayarak ona bakmaya devam ettim.
Bakışmamız telefon zil sesimle birlikte bölünürken hızlıca çantamdan telefonumu çıkardım. Güney’in aradığını görerek hızlıca telefonu açtım. “Efendim?” Boran’ın meraklı bakışlarını üzerimde hissetsem de bunu umursamadan Güney’den gelen cevabı dinledim. “İnci, Doğa yengenin sancısı çoğaldı. Hastaneye gitmişlerdi. Doğum gerçekleşmiş şimdi. Haberin olsun.”
“Tamam, gidiyorum ben. Her zamanki hastane değil mi?” dediğimde Güney onayladı. O sırada Boran’ın bakışları daha da yoğunlaşmıştı. Telefonu kapatıp merakını gidermek adına konuştum. “Yengem doğum yapmış. Hastaneye gitmek istiyorum. Sen beni şurada indir, yemeğe git. Ayıp olmasın Cihanlara.”
“Saçmalama, yemek önemli değil. Ararım hastaneye gidince.” Boran U dönüşü yaparak yönünü değiştirirken hastaneye doğru sürmeye başladı. İçim istemsizce heyecanla doldu. Oraya gittiğimde kötü tepkiler alacağımı biliyordum ama içimdeki heves bunu bile düşünmemi engelliyordu. Hala olmuştum. Abimin bir çocuğu olmuştu. Gitmesem içimde ukde kalırdı.
Onu en mutlu gününde yalnız bırakmak istemiyordum aramızda ne olursa olsun. Hızlı bir şekilde ilerlerken yolda durup çiçek almıştık. Yeğenime daha fazla hediye alacaktım elbette ama şu an iki elimiz bir pabuca girmişti.
Hastaneye ulaştığımızda Boran, Cihan’ı arayıp durumdan bahsetmişti. Cihan ve Defne durumu olgunlukla karşılayıp güzel dileklerini ilettiğinde yan yana hastaneye giriş yapmıştık. Danışmadan yengemin odasını öğrendikten sonra oraya doğru ilerledik.
Odanın bulunduğu koridora ulaştığımızda babamla Serap hanımın kapının önünde dikildiğini gördüm. Onlara doğru yaklaştıkça babam memnun olmayan bir sesle konuştu. “Ne işiniz var sizin burada?” Hesap sorarcasına gözlerime bakarken hızla konuştum. “Yeğenimi görmeye geldim, buna da karışma bir zahmet.” Önceden yabancıların yanında onunla bu şekilde konuşmazdım ama artık Boran yabancı değildi ve az çok babamın zihniyetini anlamıştı bence.
Babam bir şey söylemezken kapıyı çalarak başımı uzattım içeri doğru. “Müsait misiniz?” Yengemin bakışları direkt beni bulurken abim geriye doğru dönerek bana doğru baktı. “Gelin tabii ki.” Yengem yorgun ama tatlı bir sesle karşılık verirken bakışlarımı Boran’a çevirdim. “Sen tek gir istersen.” Diye mırıldandığında yengem konuştu. “Sorun yok, müsaidim.”
Yengemin isteği ile kapıyı tamamen araladığımda Boran ile içeri girdik. Temkinli adımlarla yengeme doğru ilerlerken elimdeki çiçeği odadaki masanın üzerine bıraktım. Bakışlarım direkt olarak yengemi bulurken ona doğru ilerledim. “Yenge, iyisin değil mi?” Elini tutarak ona desteğimi hissettirirken yengem küçük bir tebessüm etti. “Yorgunum ama çok iyiyim. Annelik çok güzel bir duyguymuş İnci.” Söylediği cümle ile büyükçe gülümsedim. “Eminim çok güzel bir anne ve baba olacaksınız.”
Bakışlarım yengemden abime doğru kayarken ona doğru yöneldim. Tebrik etmek için elimi uzattığımda içimde kocaman bir burukluk oluştu. Sarılsam sarılır mıydı acaba? “Çok tebrik ederim abicim. Analı babalı büyütün inşallah.” Hafiften gözlerim dolarken abim gözlerime baktı dikkatle. Elimi tutup sıkarken yutkundu. “Teşekkür ederiz.”
Benden sonra Boran’ın sesini duydum. “Hayırlı uğurlu olsun.” Diyerek abime elini uzatırken abim birkaç saniye eline baktı Boran’ın. İçeri girdiğimizden beridir ters ters bakmayı bırakmamıştı zaten. “Egemen.” Yengem uyarı dolu bir sesle konuşurken abim mecburen elini tutup sıktı. “Sağ ol.”
Aradaki gergin ortamı dağıtmak adına bebek sedyesinde yatan yeğenime doğru baktım. Uyuyordu. Yavaşça yanına yaklaşırken gülüşüme engel olamadım. Küçücüktü, çok güzeldi. Elimi eline doğru uzatarak eldivenin üzerinden eline dokunurken içim titredi. “Kucağına alsana.” Yengem konuşurken tereddütle baktım ona doğru. Gözleriyle onay verirken dikkatlice kucağıma doğru aldım.
Burnumu boynuna doğru götürüp kokusunu içime çekerken içim huzurla doldu. Şanslı bir bebekti. Çok iyi anne ve babası vardı. İstemsizce Boran’a doğru bakarken yüzünde çok ufak bir tebessüm olduğunu gördüm. Gözlerinde ise hayranlık pırıltıları. Bu bebeğe kim hayran olmazdı ki.
“Kucağına da çok yakıştı, darısı başınıza.” Yengem dua niteliğinde dileğini söylerken abim genzini temizledi. İkisi arasında sözsüz bir bakışma geçerken abim mırıldandı. “Güzelim bak lohusasın, duan kabul falan olur.” Dediğinde iç çektim. Bunu içten söylemediğini bilecek kadar iyi tanıyordum abimi. Kırılmıyordum o yüzden. “Saçmalama Egemen, ne diyorsun. Evliler onlar.”
“Merak etme Egemen, bu güzel haberi ilk seninle paylaşırız.” Boran’ın cümlesiyle birlikte gözlerim şaşkınlıkla büyürken ona doğru baktım. Boran ise direkt abime bakıyordu. Elbette gerçek değildi söylediği, gıcık etmek için yapıyordu ve başarmıştı da. “Ne diyorsun lan sen?” Abim kaşlarını çatmış ona bakarken ekledi. “Ne bu samimiyet?”
İkisinin arasındaki gerilimin arttığını hissederken hızla araya girdim. “Bu yakışıklının adını ne koydunuz? Nasıl sesleneceğiniz halasının kuzusuna?” meraklı bir şekilde yengeme bakarken yengem yapmak istediğimi anlarcasına bana destek çıktı. “Ne koyuyoruz babası?” diye topu abime atarken abim bakışlarını bana doğru çevirdi. “Göktuğ.”
Göktuğ, güzel isimdi. “Adıyla büyüsün inşallah.” Diyerek bir kez daha bebeğin kokusunu içime çektim. Ardından da dikkatle yerine yatırdım. Bakışlarımı yengeme doğru çevirerek konuştum. “Biz daha fazla rahatsız etmeyelim seni, dinlen. Ben eve de geleceğim. Göktuğ bey iki elimizi bir pabuca soktu, hediye alamadım.” Dediğimde yengem güldü. “Sorma, bizde beklemiyorduk. Yani haftaya olarak planlanıyordu ama kısmet işte. Teşekkür ederiz geldiğiniz için, düşünmeniz bile yeter.”
“Ne demek.” Dedikten sonra abime doğru baktım. “Görüşürüz.” Başıyla karşılık verirken bakışlarımı Boran’a çevirdim. O da iyi dileklerini tekrardan ileterek benden önce kapıyı açtı ve geçmemi sağladı.
Odadan çıktığımızda kapının yanında oturan babama ve Serap hanıma bakmadan buradan çıkıp gitmek istediğimde babamın sesini duydum. “Dur bakalım İnci Hanım. Konuşacağız.”
Cümlesiyle birlikte duraksarken ona doğru döndüm ne var dercesine. Babam yanımıza doğru gelirken tekrar konuştu. “Bahadır’ın yüzünün hali ne öyle?” Hesap sorarcasına bana ardından da Boran’a doğru baktı. “Bıraktığım izler hoşunuza gitmemiş sanırım, aslında sanatsal çalışmıştım.” Boran babamın üzerine gidercesine konuşurken elimle kolunu tuttum. Ama Boran bunu umursamadan dik dik babamın suratına doğru bakmaya devam etti.
“Sana sormadım.” Babam ona karşılık verirken Boran hiç beklemeden cevap verdi. “Bahadır’ın yüzünü sordun, bende cevap verdim onu bu hale getiren kişi olarak.” Birbirlerine olan bakışlarında soğuk rüzgarlar eserken babam alaylı bir şekilde güldü. “Başımıza damat diye getirdiğin adama bak İnci. Kuzenini dövüyor sende sessizce kalıyorsun.”
Boran’a laf attığında sessiz kalmayarak hızla savunmaya geçtim. “Yapması gerekeni yaptı. Senin kuzen dediğin kişi kim benden daha iyi biliyorsun. Emin ol senin damat adayından daha iyi.” Dediğimde babam dişlerini sıktı. “Elimizde büyüyen çocuk, hiçbir zararı yok. Seni de seviyordu ama sen yine en iyi bildiğin şeyi yaparak tüm hayatımızı ve planlarımızı mahvetmeyi seçtin.” Her seferinde hayatını mahvettiğimi vurguluyordu, içindeki öfke ne zaman durulacaktı acaba.
“Mahvolan bir şey yok. Bahadırla evlensem eline ne geçecekti? Aynı evde yaşamaya bile tahammül edemiyorsun sen benimle. Buna mı tahammül edeceksin? Tek bildiğin emir vermek, istediklerini yapmamı söylemek. Hayatımın en doğru kararı Boranla evlenmek, sen buna karışamazsın.” Karşısında eğilip bükülmeden sert bir duruş sergilerken babam alayla güldü. “Başkaldırmalar başlamış, kocana mı güveniyorsun? Elindeki hisselere mi?”
“Tek bildiğin şey hisse değil mi?” dedim onun gibi alayla gülerek. “Tek derdin her zaman olduğu gibi para, şan, şöhret. Kimseye güvenmiyorum ben. Ne gerekiyorsa onu yapıyorum. Sen buna ister başkaldırma de ister başka bir şey. Umurumda değil.”
“Bahadır’dan özür dileyeceksiniz. Dar raporu almamış, alsa ben yapacağımı biliyordum ama neyse.” Babam biraz önce söylediklerimi dikkate almayarak aklındakileri söylerken hayretle konuştum. “Pardon? Özür mü dileyeceğiz?” Babam kafa sallarken Boran araya girdi. “Orada durun Adnan bey, bana karşı dediklerinize sesimi çıkarmadım ama o kadar da değil.” Dedi Boran soğuk, sert ve otoritesini belli eden bir sesle.
Ardından ekledi. “Siz sordunuz mu Bahadır’a neden dövüldüğünü?” dedikten sonra başını salladı bilmiş bir edayla. “Belli sormamışsınız, ben söyleyeyim. Kızınızı daha da önemlisi evli bir kadını taciz ettiği için.” Boran bu söylediklerinden sonra babamın tavrının değişeceğini düşünerek büyük bir inançla söylemişti bunu. Ama büyük yanılmıştı. Babamın yüzünde hiçbir şaşırma belirtisi dahi olmamıştı. Belki de haberi vardı. Onun yerine Serap Hanım şaşırmıştı.
“Yani?” dedi babam umursamazca. Bu tepkisi gözümden bir kez daha düşmesine neden olurken dişlerimi sıktım ağlamamak adına. “İnci abartmıştır. Sever böyle şeyleri. Bahadır ile evlenmesini istedim ya, çocuğu kötülemek için elinden gelen her şeyi yapar.” Her bir cümlesi bir ok misali kalbimi delip geçerken hırsla fısıldadım. “Hayatımda senin kadar adi şerefsiz bir adam görmedim. Nefret ediyorum senden, iğreniyorum.” Taciz edilmeme bile küçücük bir şeymiş gibi bakıp suçu bende buluyordu ya gözümde zerre kıymeti kalmamıştı.
Babam dediğim adama asla böyle bir şey söylemezdim ama o bana bunu yakıştırmıştı ya artık benim babam falan değildi. Cümlem hastane koridorunda net bir şekilde duyulduğunda Adnan Bey gözlerinden ateş saçarcasına baktı bana doğru. “Ne biçim konuşuyorsun lan sen benimle!?” Elini havaya kaldırıp hiddetle yanağıma vurmak için hamle yaptığında kendimi korumak için kolunu tutmaya yeltenmiştim ancak benden önce biri davranarak o adamın kolunu tutmuştu. “Sakın!”
Adnan beyin elini tutup kırarcasına bükerken tehlikeli bir sesle fısıldadı Boran. “Bu elin bir daha İnci’ye kalktığını görürsem.” Deyip duraksadı. Bir şey söylemedi ama o adamın kolunu daha da büktü. İnlemeleri koridorda yankılanırken devam etti Boran. “Elini kırarım. Yaklaşmayacaksın ona. Anladın mı beni! Yaklaşmayacaksın! Sende yeğenin olacak kanı bozukta uzak duracaksınız!” Adamın tuttuğu kolunu iterek serbest bıraktığında işaret parmağını kaldırıp korkutucu bir sesle ekledi. “Anladın mı beni!?”
“Ne oluyor burada?” Abimin kapıyı açmasıyla birlikte Boran ona da ateş saçan gözlerle baktı. Ardından da elimi sıkıca kavrayarak beni çekiştirmeye başladı. Zaten burada bir saniye bile durmak istemiyordum. Hastaneden çıktığımızda kapıyı benim için açıp bindirmişti. Sonra da kendisi şoför koltuğa geçip aracı sürmeye başlamıştı.
Ağlamamak için kendimi zor tutarken nefesimin kesildiğini hissediyordum. Bugün bir kez daha emin olmuştum. Herkes anne baba olmamalıydı. Hiçbir çocuk benim yaşadığımı yaşamamalıydı. Bir insan öz kızına bunları söyler miydi? Hatasının bedelini ona ödetir miydi? Bunları duymayı hak eder miydi? Yeğeni bile benden çok daha kıymetliydi. Camı açıp nefes almaya çalışırken elimi boynuma doğru götürdüm. Elimle boynumu ovalarken gömleğin düğmesini açtım. Canım öyle çok yanıyordu ki aldığım nefes bile ciğerlerime inmiyordu.
“İyi misin İnci?” Boran’ın endişeli sesiyle başımı iki yana salladım. Aldığı cevap onu telaşlandırmış olacak ki aracı sağ kırıp bilmediğim bir yere doğru ilerletti arabayı. Tam boğazı görecek şekilde tenha bir yerde arabayı durdurduğunda hiç beklemeden arabadan indim. Derin birkaç nefes almaya çalıştım.
O adam için ağlamak istemiyordum ama gözlerim beni dinlemiyordu. Sanki kalbimden komut almışçasına dolmaya hatta taşmaya başlamıştı. Arabanın önüne geçip elimle yüzümü kapatıp Boran’ın ağladığımı görmesini engellemeye çalışırken derin nefesler almaya devam ettim. Ancak dayanamayarak hıçkırıklarımın esiri oldum. Onun burada olmasını umursamayarak sarsılarak, hıçkırarak ağlamaya başladım. Dayanamıyordum.
Arabanın kapısı ne zaman açılmıştı, Boran ne zaman inip yanıma gelmişti çözememiştim ama yanı başımda nefesini hissediyordum. Ne akan makyajımı ne de dağılmamı umursamadan ona doğru dönerken fısıldadım. “O kadar gaddarmış değil mi?” Geçen gün onu tanımadığı için söylediği cümleyi ona tekrar söylerken gözlerinden acı bir ifade geçti. “O kadar gaddar işte. Her suçun cezasını bana kesecek kadar beni sevmiyor, bana o kadar gaddar. Benden o kadar nefret ediyor.”
O kadar dolmuştum ki karşımdaki kişinin kim olduğunu umursamadan cümlelerimi söylüyordum. “Anladın mı şimdi neden kimseye güvenemediğimi? Ben bu hayatta öz babama bile güvenemiyorum, ondan bile darbe yiyorum.” Hıçkırıklarım artarken gözyaşlarımın izin verdiği kadarıyla baktım yüzüne. Dudaklarını birbirine kenetlemiş hüzünlü bir şekilde bana bakarken elimi yüzüme kapattım tekrardan.
Tam o sırada bileğimden tutularak çekildim. Yüzüm Boran’ın sert göğsüne gömülürken bir elini saçlarımda diğerini sırtımda hissettim. Başını saçlarımın üzerine hissederken kollarını sıkıca kenetleyerek sıcaklıkla sarmalanmamı sağladı. “Özür dilerim, çok özür dilerim…” Pişmanlık dolu bir sesle mırıldanırken eliyle saçlarımı okşadı. Bir şefkat kapladı bedenimi o an. Göğsüne daha da sindim. Yanlıştı belki ama çok uzun zamandır ihtiyacım olan şefkati onun kollarında bulmak bana da sürpriz olmuştu.
Kollarımı beline sararak gözlerimi kapatırken gözlerimden daha fazla yaş aktı. Daha fazla ağladım. Günlerce içimde tuttuğum her şey şimdi gözyaşı olarak bir bir akıyordu. Hak etmediğim şeyleri yaşamak o kadar koyuyordu ki. Tek hatam bu hayata bir Aral olarak gözlerimi aralamaktı. Annem olsaydı her şey daha farklı olurdu belki. Onunla bir hayatımız olurdu. Bütün bunlarla cebelleşmek daha kolay olurdu.
Dakikalar sonra hıçkırıklarım iç çekişlere dönüşmüştü. Ağladığım tüm o süre boyunca Boran kollarını bir dakika bile bedenimden çekmemişti. Sıkıca tutmuştu sanki sen düşersen ben seni kaldırırım dercesine. Elleriyle saçlarımı okşayıp sözsüz bir biçimde teselli etmişti ve bu çok iyi gelmişti. Kokusu biraz olsun sakinleşmeme, dokunuşları rahatlamama sebep olmuştu.
Kendimi iyi hissettiğim anda başımı göğsünden kaldırdım. Akan makyajım gömleğine bulaşmıştı. Bu beni utandırırken aklıma ona yeni bir gömlek almayı yazdım. Ardından da gömleğinden gözlerine çevirdim bakışlarımı usulca. Anında gözlerimiz buluştuğunda acıma duygusu görmeyi bekledim ama acımanın zerresi bile görünmüyordu. Yine de teyit etmek için fısıldadım. “Bana acıma olur mu? Ben öyle dayanamadım. Patladım birden. Yoksa.”
Daha sözlerime devam edemeden sıcacık eli yanağımdaki yerini aldı. Kaçırdığım bakışlarımı kendine çevirmek için eliyle baskı yaparken istemsizce gözlerine baktım. Ardından diğer elini de yanağıma yaslayarak yüzümü tamamen avuçları arasına aldı. Başparmakları kırılmamdan korkarcasına bir naiflikle gözyaşlarımı temizlerken yoğun gözlerle gözlerime baktı. “Acımak mı? Gözlerimde gördüğün şey acımak değil İnci. Hayranlık.”
Açıkça söylediği cümle ile yutkunurken başını omzuna doğru eğdi. O adama bakarken soğuk ve alev saçan bakışları şimdi benim gözlerime bakarken yumuşacıktı, ilgiliydi, biraz da tereddütlüydü. “İçinde bunları yaşarken bu kadar güçlü olduğun için, bir şeyleri çabaladığın için sana nasıl acırım? Hayatımda gördüğüm en güçlü kadınsın sen.” Sesi iyi olmamı istercesine derinden gelirken gözlerimi gözlerinden çekemedim. Eli yanağımı okşamaya devam ederken devam etti. “Asla acımam. Sadece benimle derdini paylaşan bu kadının daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmasını, tökezlediğinde sıkıca tutmayı, arkasında durmayı isterim. Emin ol bundan başka bir derdim yok.”
Sözlerinin samimiyetini sesinden anlıyordum elbette ama gözleri de inandırmak ister gibi bakıyordu. Teması hiçbir şekilde rahatsız etmiyordu, bakışları sanki içimi görüyormuş, zihnimi okuyormuş gibiydi. “Sana hayat arkadaşıyız derken yalan söylemiyordum.”
“Neden bunları yapıyorsun?” dedim çekinmeden. Madem açık açık konuşuyorduk bende çekinmiyordum artık. Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. “İnsanlar sadece çıkar için mi yardım ederler?” sorusuyla birlikte başımı salladım. Benim çoğu tanıdığım öyleydi. Boran tek kaşını kaldırdı. “Sen çıkarların için mi insanlara yardım ediyorsun?”
“İkisi çok farklı, bu benim mesleğim.” Dediğimde Boran başını salladı. “Bu da benim mesleğim gibi düşün. Kocalık vazifesi.” Dediğinde istemsizce sesli bir şekilde güldüm. Boran’ın bana karşı takındığı bu şakacı tavrın beni rahatlatmak için olduğunu biliyordum ve bu benim için çok kıymetliydi. Benim gülmemle onun da gülüşü büyürken gözleri yüzümde dolaştı itinayla.
Gözlerine bakarken mırıldandım. “Berbat görünüyorum değil mi?” dediğimde Boran hafifçe gözlerini kısıp yüzüme baktı. “Gece bu şekilde görsem korkabilirim.” Duyduğum cümleyle hayrete uğrarken elimle göğsüne vurdum yavaşça. “Pislik yapma.” Boran tepkime gülerken bende gülümsedim.
Ellerini yüzümden çekerken yanaklarımda büyük bir soğukluk hissettim. Ne yalan söyleyeyim bu hoşuma gitmemişti çünkü sanki elleri oraya aitmişçesine rahatsız hissetmemiştim ve şimdi eksikliğini hissediyordum. Kollarımı göğsümde bağlarken kalçamı arabanın kaputuna yasladım ve bakışlarımı Boran’dan boğaz manzarasına çevirdim.
Boran’da benimle aynı pozisyona geçerken mırıldandım. “Sana aileni karşına alacaksın derken asıl benimkiler ayak bağı oldu. O adamın hiçbir sözünü dikkate alma olur mu?” dediğimde Boran bakışlarını bana çevirmeden konuştu. “Onu kale alacak kadar önemsemiyorum, benimle ilgili her şeyi söyleyebilir. Ama seninle ilgili söyleyemez.” Dediğinde başımı ona çevirdim. Boran ise ekledi. “Baba olması bunu yapmasına izin vermez.”
“O benim babam değil.” Dedim hızla. Bakışlarını bana çevirdiğinde devam ettim sözlerime. “Bu saatten sonra sadece aynı soyadı taşıdığım bir adam. Bu zamana kadar baba diyerek hata ettim. Sadece son yaptığın onu sinirlendirdi, bir şeyler yapabilir.” Diye uyarı niteliğinde konuştuğumda Boran omuz silkti. “Elinden geleni ardında koymasın o halde. Sana söylediklerinden sonra bende ona karşı olan saygının sonunu kendi elleriyle getirdi.”
Boran’ın saygısından bir şüphem yoktu. Gerçekten güzel yetişmişti. Dedeme karşı tavrını görmüştüm. Kendi aile üyelerine karşı da. Adnan beylere de bir saygısızlık yapmamıştı. Sadece ağızlarının payını vermişti. Bugüne kadar elbette. Yine de onu suçlayamazdım, benim aksime sinirini bu şekilde göstermişti.
Konuyu kapatmak adına hevesle konuştum. “Göktuğ çok tatlıydı değil mi?” dediğimde Boran gülümsedi. “Çok tatlıydı.” Babam olacak o adam yüzünden yeğenimin sevincini yaşayamamıştım. Boran elini ceketinin cebine sokarak telefonunu çıkarttıktan sonra birkaç yere tıklayarak ekranı bana uzattı.
Telefona baktığımda Göktuğ ile kendimi görmem şaşırmama neden oldu. “Ne zaman çektin bunu?” diye şaşkınca konuşurken telefonu elime aldım. Çektiğini hiç fark etmemiştim. Gerçi o an tüm odağım yeğenimde olduğu için fark etmemem çok normaldi. “Güzel görünüyordunuz.” Dediğinde bakışlarımı Boran’a çevirdim. Elini ensesine doğru atıp orayı ovuştururken ekledi. “Yani yeğenini ilk defa kucağına almıştın, hatıra olsun istedim.”
“Teşekkür ederim.” Dedim gülümseyerek. Boran bir karşılık vermedi buna. Telefonu tekrardan ona uzattığımda alarak fotoğrafı bana gönderdi.
Ona bakmayı bırakıp tekrardan manzaraya bakarken artık kendimi daha iyi hissediyordum. Babamın sözleri hala canımı yakıyordu, kalbimi kırıyordu evet ama umursamamaya çalışacaktım. Söylediği sözleri asla unutmayacaktım ve tabii ki Boran’ın desteğini…
◔◔◔
Sabah erkenden uyanmıştım. Uyandığımda henüz Boran uyuyordu. Bir süre onun uyuyan yüzünü izleyerek vakit geçirmiştim. Dün ki desteği o kadar güzeldi ki anlatamazdım. Dünden sonra aramızdakiler aynı olmayacaktı bunu biliyordum zaten olsun da istemiyordum. Belki aptallıktı yaptığım ama en azından bana bu denli iyi davranan adamı kırmak istemiyordum. O yüzden bir arkadaş gibi günlerimizi geçirip birbirimizin hayatını kolaylaştırmayı düşünüyordum. En azından boşanana kadar. Hareketleri bana olan ilk günkü davranışların üzerini çiziyordu.
Erken uyandığım için dedemin mezarına gitmek istemiştim. Bu yüzden yanıma Mert’i almamıştım. Kapıda görevli korumalar itiraz edecek gibi olmuştu umursamamıştım. Saat erkendi ve gideceğim yer yakındı. Mezarlıktan sonra da dün Boran’ın mahvolan gömleğini telafi etmek için bilinen erkek kıyafeti satan mağazalardan birine uğrayacaktım.
Planladığım gibi ilk önce dedemin mezarını ziyaret etmiş onunla konuşup cevap vermeyeceğini bile bile dertleşmiştim. Şimdi yanımda olmasına en ihtiyacım olan kişiydi kendisi. Ama ne yazık ki yoktu. İşin garip tarafı sanki yardıma ihtiyacım olacağını bilerek bana Boran’ı övmesi ve Boran’a da ayrı bir ricada bulunmasıydı. Tabii bir rica bunları yapmasını pek mantıklı kılmıyordu ama düşünmek istemiyordum.
Saat ilerlerken rahattım, sabahtan şirkete gitmeyecektim. İlk önce ofise uğrayacaktım. Orada yapmam gereken birkaç şey vardı. Sonrasında şirkete geçecektim.
Boran için erkek mağazasına girip dün pislettiğim gömleğe benzer beyaz bir gömlek bakındım. Giydiği gömlek genelde bedenini sarıyordu. Dün banyoya attığında XL olduğunu gördüğüm için seçtiğim gömleğin bedenine dikkat ederek aldım. Ardından vitrinde dikkatimi çeken lacivert kruvaze ceketi ve onun kumaş pantolonunu da satın alarak mağazadan çıktım. Boran’a bu ceket çok yakışıyordu.
Arabama binerek eve gitmek için yola koyulduğumda telefonumun çaldığını gördüm. Arabaya bağlı olduğu için direkt olarak açtım. Arayan Boran’dı. “Efendim?” dediğimde Boran’ın sinirli sesini duydum. “Mert’i almadan gitmek ne demek oluyor İnci? Dünden sonra bir şeyleri hallettik sanmıştım.”
“Bir sakin olur musun?” dedim anlayışla. Ardından ekledim. “Dedeme gittim, orada yalnız olmak istedim. Şimdi geliyorum eve, sen çıktın mı?” dediğimde Boran’ın burnundan sert bir nefes verdiğini duydum. “Çıkmadım, seni bekliyorum. Eve gelince konuşacağız. İlla bana Mert’i kovdurtacaksın.”
Tahammülsüz bir şekilde konuşmasıyla birlikte kaşlarım çatıldı. “Sakın yapma böyle bir şey! Çocuğun bir suçu yok. Geliyorum ben.”
“Var suçu, peşinden ayrılma diyorum ayrılıyor.” Sıkıntıyla konuşurken iç geçirdim. “Sakin ol, geliyorum. Çocuğa bir şey söyleme.”
Kırmızı ışıkta durmak için frene bastığımda arabanın yavaşlamamasıyla birlikte kalbimin ağzımda attığını hissettim. Tekrar deneyerek tüm gücümle frene bastığımda yine yavaşlamaya dair bir şey görmeyince panik bir halde konuştum. “Boran frenler tutmuyor!”
“Ne?” Boran şaşkın bir sesle konuşurken araç tüm hızıyla gitmeye devam ediyordu. “Frenler tutmuyor!” Bir kez daha can havliyle konuştuğumda elim ayağım birbirine girmişti bile…
Bölüm Sonu
‣‣‣ Bölümü nasıl buldunuz beğendiniz mi?
‣‣‣ İnci başta Boran’dan kaçıyordu ama sonra fena tutuldu. Nasıldı İnci ve Boran sahneleri?
‣‣‣ İnci ve babası arasında olan diyalog hakkında ne düşünüyorsunuz? Adnan beyi seviyor musunuz? Boran ile sahnesi nasıldı, hak etti mi olanları?
‣‣‣ Ufak bir şirket toplantı kesiti okuduk, pek fazla bilgim yok. Yanlışlarım olabilir. Haberiniz olsun:)
‣‣‣ Bölüm Sonu hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce İnci’ye ne olacak?
Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |