🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim.
🖇️ Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen...
9.Bölüm
Kırmızı ışıkta durmak için frene bastığımda arabanın yavaşlamamasıyla birlikte kalbimin ağzımda attığını hissettim. Tekrar deneyerek tüm gücümle frene bastığımda yine yavaşlamaya dair bir şey görmeyince panik bir halde konuştum. “Boran frenler tutmuyor!”
“Ne?” Boran şaşkın bir sesle konuşurken araç tüm hızıyla gitmeye devam ediyordu. “Frenler tutmuyor!” Bir kez daha can havliyle konuştuğumda elim ayağım birbirine girmişti bile. Otomatik vites olduğu için elimden bir şey de gelmiyordu. “Sakin ol. Neredesin?” Frene basmaya devam ederken hızla sorusuna cevap verdim. “Sizin eve yakınım, ışıkları geçtim şimdi. Boran trafik kalabalık!”
Korkuyordum, kendime bir şey olmasından değildi bu korku. Benim yüzümden birine bir şey olmasındandı. Direksiyonu düz tutmaya çalışıyordum ama önüme çıkabilecek herhangi bir arabadan da çok korkuyordum ya da ışıklarda duramayıp herhangi bir yayaya çarpmaktan.
Telefondan hışırtılar gelmeye başladı. Boran’ın hızlı hızlı alıp verdiği nefesleri duyuyordum. Sonra da arabanın kapanan kapısını. “Geliyorum, sakin olmaya çalış tamam mı güzelim. Sağda orman yoluna doğru bir sapa var, oraya gir. Rampa var. Araba yavaşlar orada. Geliyorum bende hemen.” Beni sakinleştirmeye çalışıyordu ama sesi epey gergindi. Şu an o kadar korkuyordum ki kullandığı hitabı bile kavrayamıyordum.
“Tamam.” Derken istediği gibi aracı sağa kırdım. Bahsettiği sapayı görerek aracı oraya yönlendirdim. Kırmızı ışık yanıyordu ancak durma gibi bir lüksüm yoktu. Aynalardan kontrol yaparken girdiğim ters şerit yüzünden bana doğru gelen aracı görmemle direksiyonu hızlı bir şekilde kırdım. Kornalar kulakları sağır edecek kadar artsa da umursamadım. Araca çarpmaktan kurtulmuştum ancak yaptığım ani manevra direksiyon hakimiyetini kaybetmeme neden olmuştu.
“İnci neler oluyor! Yaklaştım ben. Ne durumdasın?” Boran’ın endişeli sesi kulaklarıma dolsa da direksiyon hakimiyetini sağlamaya çalıştığım için cevap veremedim. Görüş açıma giren ağaca manevra yapmama vakit kalmadan çarparken direksiyona doğru savruldum. Başımı direksiyona çarptığım anda beynimde büyük bir zonklama olurken gözlerimi kapattım.
Elimi zonklayan başıma götürürken arabanın kapısı açıldı. Boran’ı görmeyi beklerken hiç tanımadığım bir yüzü görür gibi oldum. Bulanıktı her şey. “Hanımefendi iyi misiniz?” Ses uzaktan gelirken kendime gelmeye çalıştım. “Arabanın ön kaputundan dumanlar çıkıyor, çıkmanız lazım.” Kolumdan tutup dikkatle beni çıkartırken ne itiraz edebildim ne konuşabildim. Kendimi iyi hissetmiyordum.
Araçtan dışarı çıktığım an duman kokusuyla karışık temiz havayı solurken biraz daha kendime geldiğimi hissettim. Yanağıma doğru akan sıvıyı hissettiğimde elim direkt olarak oraya kaydı. Titreyen elimi görüş hizama getirdiğimde kan olduğunu görerek yüzümü buruşturdum. Arabanın hava yastığı nasıl çalışmamıştı?
Adamın beni arabadan uzaklaştırdığını fark ederken zihnim artık daha açıktı. “İnci!” Telaşla adımı seslenen tanıdığım sesi duyduğumda başımı geriye doğru çevirdim. Koruma ordusuyla etrafı kapatmış olan Boran’ı gördüğümde içimdeki sıkıntı biraz azalır gibi oldu. Olduğum yerde dikilirken koşar adımlarla yanıma doğru geldi. Elleri anında yüzümü avuçlarının arasına alırken dikkatle tüm vücudumu ve ardından yüzümü inceledi. “İyisin çok şükür.”
Rahatlamış bir nefes verirken bitkin bir halde baktım gözlerine. Boran birkaç saniye daha gözlerime baktıktan sonra elini enseme yaslayıp başımı göğsüyle buluşturduğunda şaşkınlıktan karşılık veremedim birkaç saniye. Ama sonra sanki en ihtiyacım olan şey buymuş gibi kollarımı beline sardım. Başını başıma yaslarken aldığı derin nefesle göğsü inip kalktı. “Aklımı çıkarttın.”
İtirafı karşısında dilim tutulur gibi olurken Boran bunu hiç umursamadan temasımızı kesip tekrardan eliyle yüzümü avuçladı. Baş parmağını kanayan yere doğru götürüp yüzünü buruştururken mırıldandı. “İyisin değil mi?” Kendi gözleriyle görmüştü iyi olduğumu ama inanmıyordu belli ki, benden duymak istiyordu. Başımı olumlu anlamda sallarken cevap verdim. “İyiyim, başım ağrıyor biraz.”
“Tamam, hastaneye gidiyoruz şimdi.” Boran ilgili gözlerle bana bakarken bakışları biraz gerimizde duran adama takıldı. Ellerini üzerimden çekerken adamın sesini işittik ikimizde. “Geçmiş olsun, ucuz atlattınız.” Teşekkür etmek için dudaklarımı araladığımda Boran benden önce davrandı. “Siz?” Sorgular bir biçimde adama bakarken adam eliyle biraz ileride park halinde duran aracını işaret etti. “Kazayı görünce yardım etmek istedim, yoldan geçiyordum.”
“Teşekkür ederim.” Nazik bir şekilde minnettarlığımı ifade ettim. O adam beni çıkarmasaydı ben ne yapacağımı bilemezdim orada. Boran adama elini uzatırken otoriter bir sesle konuştu. “Sağ olun.” Adam Boran’ın elini tutup sıkarken cevap verdi. “Ne demek, insanlık görevimiz. Ben gideyim.”
Adam başka bir şey söylemeden yanımızdan uzaklaşırken Boran’ın bakışları tekrardan beni buldu. Hala daha gergindi. Bakışları kanayan yarada oyalanırken elimi sıkıca kavrayarak arabaya doğru ilerletmeye başladı. Arabanın kapısını açıp beni ön koltuğa oturturken kendisi torpidoyu açtı. İlk dikkat ettiğim şey silah olmuştu ancak orada yoktu. Bakışlarım beline doğru kaydığında orada olduğunu gördüm. Boran ise torpidoda bulunan küçük bir çantadan gazlı bez paketi çıkartıp açtıktan sonra nazikçe kaşımın üzerine doğru bastırdı.
Acıdığı için yüzümü buruştururken Boran’da belli belirsiz yüzünü buruşturdu. Sanki benim acımı hissediyormuşçasına gözlerime bakarken bende ona bakmaya devam ettim. Boran elimi tutarak gazlı bezin üzerine yaslayarak işi bana devrederken kapıyı kapattı. Fatih’e yaklaşıp birkaç şey söyledikten sonra tekrardan arabaya yaklaşarak şoför koltuğuna geçti ve direkt olarak arabayı sürmeye başladı.
İkimizde sessizdik. Aklım başıma geldiği için düşüncelerde zihnime dolmaya başlamıştı. Araba yeniydi ve tüm bakımları tamamdı, frenlerinin tutmamasının imkânı yoktu. Bu da birinin frenleri boşalttığı ihtimalini akla getiriyordu. Arabam evdeydi, yani evde bir hain mi vardı? Ya da mezarlıkta mı halletmişlerdi? Yoksa gittiğim mağazanın önünde mi? Bunların hepsi bir soru işaretiydi.
Hastaneye geldiğimizde direkt olarak acil kısmına alınmıştım. İlk önce bir tomografi çekilmişti beyin travması ihtimali göz önüne alınarak. Şimdi de dikiş atılıyordu. Doktor dikişi bitirip gazlı bez yapıştırırken Boran’ın sesini duydum. “Her ihtimale karşı hastanede kalsa daha iyi olmaz mıydı?” Hayretle Boran’a doğru baktığımda o hiçbir şekilde bana bakmayıp direkt olarak doktora bakıyordu.
“Endişe etmeyin Boran bey, tomografi sonuçları temiz çıktı. Hastanede kalmasına gerek yok.” Doktor bey hafif güler bir sesle durumu anlatırken ekledi. “Ancak şiddetli baş ağrısı ve şuur bulanıklığından bahsettiniz İnci Hanım bu nedenle 24 saat kadar sürede uyumamanız daha iyi olur. Bu süreçte mide bulantısı, kusma, kol ve bacakta uyuşma, konuşmada kayıp gibi şeyler yaşarsanız hastaneye başvurmanız daha iyi olur.”
“Hemen başvururuz tabii.” Boran benden önce cevap verirken doktor bey konuştu. “Pansumanlarını aksatmayın, sabah ve akşam mutlaka yapın. Geçmiş olsun.”
“Teşekkür ederim.” Doktor yanımızdan ayrılırken oturduğum yerden ayağa kalkmak için hamle yapacağım sırada Boran kolumdan tutarak bana destek verdi. Çok mu evhamlıydı yoksa bana mı öyle geliyordu çözemiyordum. Bu kadar ilgi alakaya alışık değildim ben.
Acil kısmından birlikte çıkarken kapının önünde dikilen Mert ve Fatih’i gördüm. Onlarda endişeli gözlerle beni izliyordu. Mert mahcup bir şekilde bana bakarken sorun yok dercesine küçük bir tebessüm ettim. Suç onun değildi çünkü. Benimdi. Ben almamıştım onu yanıma. Alsaydım bir şey değişir miydi? Bir ihtimal değişirdi, benden daha sakin olurdu muhtemelen ve belki kaza yapmaz, bir şekilde arabayı durdururdu ya da ikimizde kaza geçirirdik. Bunun olması vicdanımı daha da rahatsız ederdi.
“Tüm adamları kapıya topla Fatih. Eve gittiğimizde hepsi kapının önünde olsun. Tek bir eksik bile istemiyorum.” Boran sert bir sesle emir verirken Fatih onayladı. “Emredersin abi.”
Birlikte araca bindiğimizde eve gitmek üzere yola koyulduk. Öğleyi geçmişti saat. Cihan aramıştı biz hastanedeyken. Evde bizi beklediklerini ve merak ettiklerini söylemişti.
“Sadece mezarlığa mı gittin?” Boran’ın sorusuyla birlikte düşüncelerimden sıyrıldım ve sorusuna cevap verdim. “Hayır, bir de mağazaya gittim. Bir şeyler almam gerekiyordu. ….” Marka ismini verdiğimde Boran belli belirsiz başını salladı. Hepsini araştırtacaktı anladığım kadarıyla. Aslında polise haber versek her şey daha kolay çözülebilirdi ama polisin adı bile geçmiyordu.
Kısa sürede eve ulaştığımızda kapının önündeki kalabalığı gördüm. Fatih emredileni yapmıştı belli ki. Kapım her zaman olduğu gibi açıldığında araçtan indim. Boran’da indikten sonra Fatih’in kulağına doğru eğilip bir şeyler fısıldadı. Fatih başını sallayarak yanımızdan uzaklaşırken herkeste bir sessizlik hakimdi. Koskocaman bahçede bir tek rüzgârın uğultusu duyuluyordu.
“İnci, geç sen içeriye.” Boran taviz vermeyeceğini belli edercesine konuşup bana döndüğünde istediğini yaparak kapıya doğru ilerledim. İçeri girdiğim anda Boran’ın ürkütücü ve tahammülsüz bir şekilde bağırdığını işittim. “Ben sizi öylece dikilin diye mi dizdim lan buraya!” Bakışlarımı geriye doğru çevirip onlara doğru baktım. Boran ellerini arkasında birleştirmiş bir ileri bir geri yürüyordu. Korumaların tamamı başlarını yere doğru eğmiş, önlerini saygıdan iliklemişti.
Daha fazla beklemeden kapıdan içeri girdim. Belli ki Boran’dan büyük bir azar yiyeceklerdi. Zaten bu kadar kalabalık korumanın ne işe yaradığını da anlamamıştım. Fatih ve Mert’i anlıyordum ama kalanları nedendi mesela? Bu kadarına gerek var mıydı? Bizim evin önünde de korumalar vardı. Onları da anlamıyordum. İş adamıydılar tamam ama koruma gerektirecek kadar düşmanları mı vardı? Bunu sorsam cevabını alamayacaktım muhtemelen.
“Yenge, iyi misin?” Koşar adımlarla yanıma doğru gelen Derin’in endişeli sesini duyduğumda düşüncelerimden sıyrıldım. Yanıma gelip bana sıkıca sarılırken bende ona karşılık verdim. “İyiyim.” Sarılıp birbirimizden ayrılırken Defne geldi aynı Derin gibi. Onunla da sarıldığımızda küçük bir tebessüm ettim. “Çok korktuk, hele abimi öyle panik bir şekilde evden çıkınca ne olduğunu anlamadık. İlk defa gördüm onu böyle.”
Boran’ın korktuğunu net bir şekilde anlamıştım. Frenlerin tutmadığını söylediğim ilk anda duyduğum korku ve panik dolu sesi, yanıma geldiği an bana sarılması, iyi olduğumu kendi gözleriyle görmesine rağmen endişesinin geçmiş olmaması, bunlar hep korkunun yarattığı şeylerdi.
“Çok acıyor mu başın?” Defne ilgiyle koluma girerken beni girişten salona doğru ilerletmeye başladı. “Acıyordu ama şimdi geçti.” Diye cevap verdiğimde hüzünle baktı gözlerime. Birlikte salona girdiğimizde içeride oturan Zümra Hanım ve Gülsüm hanımı gördüm. Zümra hanım beni görür görmez ayağa kalkarken yanıma doğru geldi. “İyi misin kızım?”
İlgiyle yüzüme bakarken başımı salladım. “İyiyim.” Zümra hanım yanımda dikilen kızlara bakarak konuştu. “Kızı niye çekiştirdiniz buraya, istirahat etmek ister belki.” Düşünceli bir şekilde konuşurken başımı iki yana salladım. “Sağ olun, biraz oturayım belki sonra.” Dediğimde Zümra Hanım anlayışla karşıladı beni. Ardından ekledi. “Boran nerede?”
“Dışarıda.” Dediğimde Derin mırıldandı. “Dışarıdakilerin neden toplandığı belli oldu.”
Boş olan kanepeye geçip oturduğumda Gülsüm hanımın sesini işittim. “Geçmiş olsun gelin hanım.” Bakışlarımı ona çevirip cevap verdim. “Sağ olun.”
“Nasıl oldu kızım? Boran apar topar çıkınca korktuk. Bir şey de söylemedi. Sonradan Cihan arayınca öğrendik.” Zümra hanım merakla bana bakarken başımı iki yana salladım. “Bende anlamadım ne olduğunu, frenler tutmadı birden. Arabalara çarpmamak için direksiyonu kırınca ağaca çarptım.” Diye açıklama yaptığımda Zümra Hanım yüzünü buruşturdu. “Allah korumuş. Verilmiş sadakan varmış.”
Öyleydi gerçekten. Bunu yapan kişi ölmemi isteyerek yapmıştı bu gerçekti ve düşününce çok korkunçtu. Ama kim niye benim ölmemi isterdi ki? Öldürememişti ve eğer gerçekten öldürmek istiyorsa bunun devamı gelecek demekti bu.
“Sabah sabah ne işin vardı onu sorgulamak gerek bence.” Gülsüm hanım kendi fikrini dile getirirken Zümra Hanım ters bir bakış attı ona doğru. “Sorgulamak bize düşmez Gülsüm.” Dediğinde Gülsüm hanım kaşlarını çattı. “Kusura bakma anne ama İnci geldiğinden beridir sınırlarımız bir bir aşılıyor. Evin belli kuralları vardı. Kimin nereye gittiğinden haberimiz olurdu, olmak zorundaydı. Benim kızım dışarı çıkarken haber vermek zorundaydı, sizin istemediğiniz yere gidemiyordu ama maşallah İnci Hanım istediği yere gidiyor. Sabah veya akşam fark etmiyor.”
“Gamze ile İnci bir değil Gülsüm. Gamze daha 19 yaşında, öğrenci. Elbette nereye gideceğini haber verecek. Derin’de öyle. Defne’de kocasına haber verdikten sonra istediği yere gidebilir. Kimse bu evde esir hayatı yaşamıyor. Sende öyle. İnci’ye özel değil bu durum. Sadece onun mesleği gereği biraz daha sınırları ve kuralları gevşetmesi gayet normal.” Zümra hanım anlayışlı bir biçimde konuşurken Gülsüm Hanım annesinin dediklerini umursamadı.
Geldiğimden beridir beni hiç sevmemişti. Bunun nedenini de çözememiştim. Sanki Derin’in yapmadığı görümceliği o üstlenmişti. Sorun yoktu ama bana ayrıcalık yapıldığını düşünmesi saçmaydı. Bir değildik. Onlar ev hanımıydı ve gidebilecekleri yerler belliydi. Belki alışveriş, arkadaşlarıyla buluşma gibi. Ama ben çalışıyordum. Derin ve Gamze ise dershaneye gidiyorlardı bildiğim kadarıyla. Yani kısıtlanan bir şey yoktu.
“Boran’a da hayret ediyorum, bu kadarına nasıl izin veriyor? Yeğenimin huyunu da değiştirmiş belli.” Gülsüm hanım söylenmeye devam ederken konuştum. “Pardon ama kimsenin huyunu değiştirdiğim falan yok, hepimiz kendi hayatımızı yaşıyoruz. Bu sizi neden rahatsız ediyor?”
Gülsüm hanım cevap vereceği sırada Boran’ın sert sesini duydum. “Karımın ne yaptığı beni ilgilendirir, hesap sormak size düşmez. İnci bu evin gelini, esiri değil. İstediğini istediği zaman yapar. Tıpkı sizin gibi. Bana haber veriyor mu? Veriyor. Bitti.” Kestirip atarcasına konuşup ağırlığını koyarken elini bana doğru uzattı. Tereddüt etmeden elimi avuçlarının arasına uzattığımda sıkıca kavradı.
“Çocuklar kahvaltı hazırlattım size mutfakta.” Zümra hanım ikimize doğru bakarken Boran başını salladı. Teşekkür edercesine Zümra hanıma bakarken gözlerini kırpıştırarak samimiyetini hissettirdi. Boran ile salondan çıktıktan sonra mutfağa ilerledik.
İçerideki hizmetliler bizim mutfağa gelmemizle çaylarımızı koyup bizi yalnız bırakırken iç çektim. Boran tabağına birkaç parça kahvaltılık alırken göz ucuyla bana baktı. “Hadi kahvaltını yap.” Bakışlarım masanın üzerinde gezinirken bir şey söylemedim. Pek iştahım yoktu.
Önümdeki çaydan bir yudum içip yere doğru bakarken Boran’ın tabağıma sigara böreği koyduğunu gördüm. “Seviyorsun diye hatırlıyorum.” Sorarcasına bana bakarken küçük bir tebessüm ettim. Kahvaltıda sadece kahvaltısını yaptığını düşünüyordum ama belli ki yanılmıştım. Benim yediklerime de dikkat etmişti. Şaşırtıyordu beni. “Seviyorum. Ama şu an canım istemiyor.”
“İlla sen yedir diyorsun yani?” dediğinde tek kaşımı kaldırdım. “Koskoca Boran Demirhanlı elleriyle birini besleyecek, inanmam. Hem de bir kadını.” Alaylı bir şekilde konuşurken Boran bana doğru baktı. “Sen bence Boran Demirhanlı’yı çok büyütüyorsun gözünde, normal bir adamım.” Dedikten sonra bakışlarını benden kaçırıp tabağına doğru çevirdi. “Hem de bir kadın dediğinde İnci Demirhanlı, karım.”
Gözlerimi kısarak yüzüne bakarken mırıldandım. “Dışarıdan gördüğümü söylüyorum.” Dedikten sonra ekledim. “Ayrıca sen bu evliliğe ne çabuk alıştın? Bazen şaşırıyorum biliyor musun sanki yıllarca evliymişsin gibi davranıyorsun.”
“Her işi mükemmel yapmaya çalışmakta benim ayıbım olsun.” Dedi söylediğime hitaben. Ardından çayından içerek tekrar konuştu. “Ayrıca merak ediyorsan daha önce evlenmedim. Yani alttan ima ile sormana gerek yok. Hatta bahsetmiştim hayatımda biri olmadı.” Diye laf dokundurduğunda omuz silktim. “Ne münasebet canım. Neden merak edeyim?”
“Tabi canım neden merak edesin, iki yabancıyız ya.” Boran çayından yudumlarken söylediği cümle içime işler gibi oldu. Onu merak etmemi mi istiyordu? Gerçekten garip davranıyordu. Hafifçe kaşımı çatıp yüzüne baktım. “Birbirimizi tanımamız gerekiyor, haklısın. İki hafta oldu. Ailen sevdiğin bir şeyi sorsa söyleyemem. Senin gibi dikkatli de değilim. Sadece Türk kahvesini sade içiyorsun onu biliyorum.”
Bu bilgiyi de birkaç kere akşam kahve içtiğimizde öğrenmiştim. Boran söylediğimi pek umursamayarak eline çatalımı alıp çatalı böreğe bastırdı ve bana doğru uzattı. “Bir şeyler ye, ilaç içeceksin.” Kırmayarak elindeki çatalı alırken ellerimiz birbirine değdi. İçime bir ürperti yayılırken yutkundum. “Beni böyle şımartırsan ben boşanınca bocalarım.” Deyip gülmeye çalıştım.
“Evlendiğimiz günden itibaren ağzında sadece bu söz var. Evliliğin getirdiği şeylerden ziyade sonunu düşünüyorsun. Bu kadar mı rahatsızsın benimle evli olmaktan?” Bundan rahatsızmış gibi konuşurken bir kez daha şaşırdım. Ben buna hiç dikkat etmiyordum ama onun içine oturmuştu sanırım. “Boran sen beni yanlış anladın.” Dedim hızla. Ardından ekledim. “Bu anlaşma zaten bunun için yapıldı diye ben, sonuçta bir gün birbirimizin hayatından çıkacağız. Birbirimize alışmayalım diye söyledim.”
Bir gün birbirimizin hayatından çıkmamız şu anda en olası şeydi bizim için. Bir amaç için birlikteydik. “O anlaşmaya sadık kalmadık ama.” Dediğinde kaşlarım çatıldı istemsizce. Anlamaya çalışırcasına bakarken Boran düşünceli bir şekilde başka bir yere doğru baktı ve cümlesini tamamladı. “Seni koruyacağım dedim, şu haline bak.” Derken gözüyle kaşımdaki bandajı işaret etti.
Bu olay başıma geldiğinde ben hiç Boran ile anlaşmamızı düşünmemiştim. “Saçmalama.” Dedim hızla. Ardından ekledim. “Sen bana koruma ayarladın, onu yanıma almayan bendim. Sen tedbirliydin ben kafama göre davrandım.” Kendini suçlamasını engellemek adına hızlıca cümlelerimi sıralarken Boran alayla gülümsedi. “Sorunda bu ya, seni hala daha ikna edememiş olmam. Tehlikenin farkında değilsin.”
“Tehlikenin ne olduğunu bilsem ona göre önlem alırım.” Dediğimde buna kendim bile inanmamıştım. Boran başını omzuna doğru eğip tek kaşını kaldırdı. “Bir şirketin başına geçtin, taliplisi çokken hem de. Şu an piyasaya göre iyi gidiyorsunuz, hatta artış yaşandı. Rakiplerin çok fazla. Bunun yanında Adnan Aral’ın kıymetlisi olarak düşünülüyorsun. Ayrıca benim karım olarak yani Demirhanlı Holding Ceo’sunun eşi olarak da dikkat çekiyorsun. Gözler tamamen senin üzerinde. Tehlike bu. Alınacak önlemi ben aldım sandım ama alamadım.”
Adnan Aral’ın kıymetlisi… Komikti. Ben bu hayatta kimsenin kıymetlisi değildim. Saydığı şeyler mantıklıydı, iş hayatına yeni girdiğim için bu tür tehlikeleri bilmiyordum. Bu yüzden bu konuda Boran’a güvenmiştim.
“O yüzden mı kapıda o kadar koruma var?” dedim merakla. Boran belli belirsiz başını salladı. “Evet.” Dedikten sonra direkt olarak gözlerime baktı. “İnci, bundan sonra tek başına bir yere gidemeyeceksin üzgünüm. Bir tek Mert yetmeyecek anlaşılan.” Dediğinde iç geçirdim. Birden fazla korumayla gezecektim yani.
Bir şey demeyerek çatalımdaki böreği ısırdım. Boran’ın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Bir şirketin yöneticisi olmak bu kadar zor muydu gerçekten? “Londra’daki hayatım hiç böyle değildi.” Diye mırıldanırken bakışlarımı Boran’a çevirdim. “Ben hep bu hayattan uzak büyüdüm, şimdi zor geliyor. Ayrıca komik yani Adnan bey ben ölsem zil takıp oynar. Ne kıymetlisi?”
Söylediğim şeyle duraksarken içimden bir şeyler akıp gitti. O yaptırmış olamazdı değil mi? Bu kadarına cüret edemezdi. “Boran?” sesim içime kaçarken duyacaklarımın ağırlığından korkarcasına baktım. “Yapmaz değil mi?” Boran kimi kastettiğimi anlarken yutkundu. Bakışlarım hareket eden âdem elmasından gözlerine kayarken bir cevap vermedi. Sessizlikte bir cevaptı ve bu cevap benim canımı çok yakmıştı.
İştahım tamamen kesilirken elimdeki çatalı bıraktım. İçim öyle büyük bir acıyla dolmuştu ki tarifi yoktu. Bu kadarını yapma ihtimali o kadar zoruma gitmişti ki anlatamazdım. Oturduğum yerden ayağa kalktım zorlukla. Gerçekle yüzleşmek neden bu kadar acı veriyordu ki?
Kendi düşüncelerime çekilmek için mutfaktan çıkarken aniden bileğimden kavradı o alıştığım sıcacık el. “İnci…” İsmimi seslenmesiyle birlikte bakışlarımı ona doğru çevirirken ekleme yaptı sözlerine. “Bu düşünceyle başa çıkmak için kaçma benden, bırak yanında olayım.” Dediğinde gözlerim dolmaya başladı istemsizce. Gözleri dolan gözlerimde oyalanırken dünkü gibi bir acı ifadesi geçti bakışlarından. “Ben acımla baş başa olmaya alışığım... Sen beni istesen de anlayamazsın ki. İnşallah hiç de anlamazsın.” Dedim içten bir biçimde.
Birbirimize bakarken mutfak kapısından aniden gelen sesle yanağıma doğru süzülen yaşı sildim. “Abi bir bakabilir misin?” Fatih, Boran’a hitaben konuşurken Boran bileğimi bırakarak iç geçirdi. “Geliyorum Fatih, geliyorum.” Sıkıntılı bir şekilde konuşurken başımla Fatih’e selam vererek asansöre doğru ilerledim.
Boran’ın odasına çıktıktan sonra nefes almak için balkona çıktım. Ellerimi demire yaslayarak derin birkaç nefes aldım. Ben daha içimde babam olacak o adama karşı nefretimi hazmedemezken Boranla nasıl paylaşacaktım ki? Ondandı kaçışım. Babam tarafından hiç sevilmemiştim, istenmemiştim ve belki de şimdi öldürülmek istenmiştim. Aile tarafından sevilen, saygı duyulan bir adamdı Boran. Bu ne demek anlayamazdı. Anlamasını da hiç istemezdim. Kimsenin bu acıyı tatmasını istemezdim çünkü başa çıkmak çok zordu. Her seferinde insana kendisini değersiz hissettiriyordu.
Bu değersizlik hissi de belli ki ben ölene kadar devam edecekti…
*****
Çoktan akşam olmuştu… Düşünürken vakit öyle hızlı geçiyordu ki bazen bende şaşırıyordum. Yine de aklımdaki sorulara bir cevap bulamamıştım. Bunu yapanın gerçekten babam olup olmadığına karar verememiştim. Somut bir delilim olmadan da inanmak istemiyordum. Çünkü bununla baş edemezdim. Babamın beni öldürmek istemesini hazmedemezdim.
Boran odaya gelmemişti. Bir kere balkondan dışarı bakarken denk gelmiştik. Bakışlarıyla iyi olup olmadığımı sorgulamıştı. İyi olduğuma emin olduğunda bakışlarını benden çekmişti. O bakışmamızdan hemen sonra odama Derin gelmişti elinde sütlü kahveyle. Laf arasında abisinin gönderdiğini kaçırmıştı. Yine de bu bile mutlu etmişti beni, önemsenmek… Güzel duyguydu.
Şimdiyse ailecek oturmuştuk ve tatlılarımızı sohbet eşliğinde salonda yiyorduk. Garipti, onlara aile diyebiliyordum. Belki de gerçekten aile olarak beni benimsedikleri içindi bu.
Düşüncelerim bacağımda hissettiğim dokunuşla dağıldığında bakışlarım bacağıma kaydı. Boran’ın elini dizime yakın bir kısımda gördüğümde hızla bakışlarımı ona çevirdim ne oluyor manasında. Boran ise başıyla babaannesini işaret etti. Tam o sırada Zümra hanımın sesini duydum. “İnci, dalgınsın kızım.”
Bakışlarımı Zümra hanıma çevirerek küçük bir tebessüm ettim. “Kusura bakmayın. Bir şey mi soracaktınız?” dediğimde başını iki yana salladı. “Yok yavrum, sadece başını merak ettim. Doktor bir şey söyledi mi? Keşke hastanede falan kalsaydın.”
“Herhangi bir sorun yokmuş, Boran sağ olsun her türlü tetkikin yapılmasını istedi.” Diyerek göz ucuyla ona bakarken Cihan’ın sesini duydum. “Karısına da kıyamazmış.” Cihan’ın cümlesi ile istemsiz utanırken Boran mırıldandı. “Bana diyene bakın, seni de biliyoruz Cihan Efendi. Defne’nin eline kıymık batsa hastaneye gidiyordun.”
Duyduğum cümle ile gülerken Defne mırıldandı utançla. “Kendi kazdığın kuyuya kendin düştün.”
Cihan ona göz kırparken Defne daha da utanarak başını eğdi. Cihan ise bu duruma güldükten sonra bakışlarını tekrardan bana doğru çevirdi. “Dün konuşamadık hiç, yeğenin doğmuş. Hayırlı olsun yengecim, nasıllar iyiler mi?” Başımı olumlu anlamda salladım, Göktuğ’u düşünmek bile içimde çiçekler açmasına neden olmuştu. “İyiler çok şükür, çok tatlı bir oğulları oldu.”
“Allah analı babalı büyütsün yavrum.” Dedi Zümra Hanım. Tebessümle ona bakarken cevap verdim. “Sağ olun.” Zümra hanım düşünceli bir sesle konuştu. “Dünürlerimiz olarak hayırlı olsun maksadında gitmek uygun olur aslında.” Diye tereddütle bana baktığında ne diyeceğimi bilemedim. Abimlerin arası pek iyi değildi, yengem çok mutlu olurdu, Serap Hanım ne derdi hiç bilmiyordum. Zaten gidecek olan Zümra Hanım ve ben olurduk muhtemelen.
“Yengeme haber veririm eğer gitmek isterseniz.” Dedim kararsız bir biçimde. Zümra hanım belli belirsiz başını salladı. “Birlikte gideriz o halde.”
Onu onayladığım sırada salonun kapısından Fatih’in sesini işittim. “Abi.” Bakışlarım oraya doğru döndüğünde Fatih’i görmeyi bekliyordum sadece ancak yanında dikilen abimi ve Güney’i görmek büyük bir şok yaşatmıştı bana. “Kardeşimi görmek için sizden izin mi alacağım?” Abim sinirli bir sesle Fatih’in yanından geçerken Boran başıyla Fatih’e işaret verdi. “Sorun yok aslanım, sen yerine dön.”
Oturduğum yerden ayağa kalkarken abimin bakışları direkt beni buldu. Salonda bulunan diğer herkes benim gibi kalkarken hem şaşkın hem mutlu hem buruk bir şekilde baktım abime doğru. Gözleri kaşımdaki bandajda oyalanırken yutkundu. Gözlerinde acının yaratmış olduğu parıltılar varken salondan içeri girdi ve kollarını açarak bana doğru geldi.
Bu hareketi tüm ipleri kopartırken gözlerim dolmaya başladı anında. Hiç beklemeden kollarının arasına girerken abim sıkıca sardı beni. “Güzelim benim.” Eliyle saçımı okşarken başımı omzuna doğru gömüp günler sonra sarılmamızın tadını çıkardım. Adım sesleri kulağıma dolarken başımı hafifçe kaldırdım. Abim hüzünle bana bakarken elini yanağıma getirerek yüzümü avuçlarının arasına aldı. “Aklım çıktı haberi aldığımda. Ah be İnci’m.”
İlgiyle yüzümün her yerini izlerken bandajın kenarına dudaklarını bastırdı. Gördüğüm ilgi kalbimin içine ekilmiş acı tohumlarını bir bir iyileştirirken abim tekrar konuştu. “Neden haber vermedin bize? Kaza geçirdiğini bile elin adamlarından duyduk. Geçmiş olsun diye aradılar.”
“Arasam açar mıydın?” dedim üzgün bir sesle. Abim cümlemle birlikte afallarken yutkundu. Açmazdı çünkü. Zaten ne diye arayacaktım ki? Boran her şeyimle ilgilenmişti. Abimin haberi olsa ondan farklı bir şey yapmayacaktı.
Abim söylediğim cümleyi sindirirken Güney’e doğru baktım. Abimin kollarından çıkıp ona doğru yaklaştım ve ona da sarıldım. “Bari bana haber verseydin be.” Acıyla karışık sitemle konuştuğunda kollarından çıkıp gözlerine baktım. “Boran halletti her şeyi, haber vermek endişelenmenize neden olurdu.” Dedim burukça. Güney dikkatle başımdaki bandaja bakarken merakla konuştu. “Ne dedi doktor, bir sorun var mı?”
“Bir problem yok, merak etmeyin.” Dedim hem abime hem Güney’e bakarak. Ardından ekledim. “Ayakta kalmayın, oturun.” Diyerek elimle koltukları işaret ettim. Abimle Güney karşılıklı olarak otururlarken bende Güney’in yanına oturdum. Bakışlarım abimdeyken başını yere doğru eğdiğini gördüm.
Birkaç saniye sessiz kaldığında Güney mırıldandı. “Ben çıkayım, siz konuşun.” Anlayışlı bir biçimde bana bakarken başımı salladım. Güney odadan çıkarken bakışlarım tekrardan abime doğru döndü. Bir şeyler söylemesini bekleyerek ona bakarken nihayet mırıldandı. “Çok korktum, sana bir şey oldu sandım.” Oturduğum yerden ayaklanıp yanındaki boşluğa ilerledim ve oturdum.
Bakışlarını bana çevirerek gözlerime bakarken pişmanlık parıltılarını gördüm gözlerinde. “Seninle son kez sarılamadığımızı, konuşamadığımızı düşünmek şurama öyle bir oturdu ki anlatamam.” Diyerek kalbine elini bastırırken iç çekti. “Evden nasıl çıktım anlamadım. Çok şükür iyisin.”
“İyiyim, endişe etme. Ufak bir dikiş atıldı o kadar.” Abim itinayla elini yanağıma yaklaştırıp bandaja dokunurken şükredercesine nefes verdi. Elini yüzümden çekerken gözlerime bakmaya devam etti. “Özür dilerim, aramıza soğukluk soktum, seni görmezden geldim. Çok üzgünüm. Beni bile arayamadın, şu durumda bile ailenin arkanda olmadığını hissettirdiğim için çok özür dilerim.”
Gözlerim dolarken bir şey söyleyemedim, zaten abimde devam etti sözlerine. “Çok kırılmıştım sana, duyduklarımla hayal kırıklığına uğramıştım, sinirlenmiştim. Tepkimi ayarlayamadım, nasıl davranacağımı bilemedim. Çok üzgünüm.” Pişmanlıkla konuşurken dikkatle izledim yüzünü. Gözleri pişmanlığını, samimiyetini net bir şekilde anlatıyordu. Burukça gülümseyerek baktım gözlerine. “Sorun değil.”
“Sorun, aslında çok büyük sorun. Bu kadar abartmamam gerekiyordu. Sevgini anlamam gerekiyordu.” Dediğinde bakışlarımı kaçırdım. Ona yalan söylemeyi hiç istemiyordum. Ama zaten çok fazla kişi biliyordu bunların bir oyun olduğunu. Ailelerimize söyleyemezdik. “Yapamadım, o an için bunu kabullenemedim İnci. Affet beni.” Derken elimi tuttu.
Kaçırdığım bakışlarımı tekrardan ona çevirdiğimde cevap verdim. “Affedilecek bir şey yok, ben olsam bende kırılırdım. Ama abi sende, babamda.” Deyip duraksadım ve hızla söylediğim kelimeyi düzelttim. “O adamda Boran’ı sevmiyordunuz. Onu seviyorum desem kabul etmeyecektiniz. Kaldı ki Adnan beyin direttiği şeyi de biliyorsun. Bahadır abiyle ilgili. En mantıklısı yıldırım nikahıyla evlenmekti. Size haber versek uzayacaktı. Boran’ın ailesinin de hiçbir şekilde haberi yoktu.”
“Şerefsiz herif, bir şeyler vardı zaten onda. Anlamıştım. Ama işte babamın ona çanak tutacağını beklemiyordum.” Dediğinde alaylı bir şekilde güldüm. “Abi sen o adamı hiç mi tanımıyorsun? Benim mutluluğum değil, kendi çıkarları önemli onun için.” Dediğimde abim iç geçirdi. Haklıydım, bu yüzden diyecek bir şeyi yoktu.
“Dün ne oldu?” merakla bana bakarken başımı iki yana sallayarak yere doğru eğdim. “Boş ver, bir şey olmadı. Her zamanki kavgalarımız.” Her zamanki kavgamızdı ama sondu. Bundan sonra benim için bitmişti. Yaptığı o hareketten sonra özellikle.
Abim beni daha fazla zorlamamak için susarken tanıdığım o sesi duydum. “Umarım aranızdaki sorunları halletmişsinizdir.” Boran kapıdan içeri girerken abim ters bir biçimde cevap verdi. “Aramızdaki sorunun seni ilgilendirdiğini düşünmüyorum.” Birbirlerine ters ters bakarlarken Boran’ın arkasından giren Güney ile bakışlarımız buluştu. O sırada Boran cevap verdi. “İnci’yi ilgilendiren her şey beni de ilgilendirir, bunu aklının bir köşesine yazsan çok iyi olur Egemen.” Kendini kabul ettirmek istercesine otoritesini korurken abim dişlerini sıkarak baktı ona doğru.
“Beyler Allah aşkına, başım ağrıyor zaten.” Diyerek ikisine de baktığımda Boran konuştu. “Ağrı kesicini aldın mı? Doktor içebileceğini söylemişti.” Abime takındığı tavrın aksine ılımlı bir sesle bana bakarken başımı salladım. “Aldım.” Boran beni onaylarken Güney’in dudaklarını birbirine bastırdığını gördüm ve tabii imalı bakışlarını. Aramızdakilerin oyun olduğunu bilmesine rağmen dalga geçmekten geri durmuyordu.
“Şimdi, en azından yarım saatliğine ateşkes ilan edebiliriz diye umuyorum. Kardeşin için.” Boran tekrardan sert bir sesle konuşup abime bakarken kendisi koltuğa oturdu. Güney eski yerine geçerken bende abimin yanında oturmaya devam ettim. “Hayırdır Boran Efendi? Ne ateşkesiymiş hayır olsun?” Abim dalga geçercesine konuşurken Boran tip tip baktı suratına. Daha doğrusu soğuk bir şekilde.
Odaya evde çalışan hizmetlilerden biri girip hepimize çay ikramı ve abimlere tatlı ikramı yapıp odadan çıktığında Boran konuştu. “Aral’ları sevmeyen, bildiğiniz bir düşmanınız var mı?” Bakışları direkt olarak abimdeyken abim mırıldandı. “Ne alaka?”
“Soru açık Egemen, bir daha sordurtma bana.” Boran üzerine bastıra bastıra konuşurken abim dişlerinin arasından cevap verdi. “Bende sana diyorum ki ne alaka? Sana ne bundan?” Boran aldığı cevapla yüzünü sıvazlarken sakin olmaya çalışarak cevap verdi. “Kardeşinin kazası yüzünden soruyorum gerizekalı.” Abime karşı kullandığı hitapla gözlerim büyürken abim ondan altta kalmayarak cevap verdi. “Doğru düzgün konuş lan benimle. Sensin gerizekalı. Adam akıllı cevap ver bana.”
“2/A’dan Boran ve Egemen’in kavgası bittiyse konuya dönebilir miyiz?” Göz devirerek ikisine bakarken abim bana doğru döndü, Boran ise ters bir ifadeyle bana bakarken söylediğime ikisi de bozulmuştu. Bir tek eğlenen Güney’di.
“Alacağın olsun İnci.” Abim sitemle bana bakarken Boran genzini temizledi ve dikkatleri üzerine çekti. “İnci’nin kazası planlıydı.” Dediği an ortamda ölüm sessizliği oluştu aniden. Abim ağzı açık bir şekilde bakakalırken Güney kaşlarını çattı. “Ondan soruyorum, düşmanınız var mı diye.” Boran açıklamasını yaparken abim mırıldandı. “Nasıl planlı?”
“Frenleri boşaltmışlar.” Diye cevap veren ben oldum bu sefer. Açıkçası Boran’ın abimlere bunu söylemesini beklemiyordum ama söylemişti. Bir yandan iyi olmuştu bu, ben bize düşman kim var bilmiyordum. Abim daha iyi bilirdi elbette. “Benden başka husumetli olduğunuz biri var mı?” Boran sorusunu yinelerken abim birkaç saniye kalakaldı. Duydukları ağır gelmiş olmalıydı. İlk önce bana da ağır gelmişti. Bile isteye öldürülmek istenmiştim ve bu ihtimal devam ediyordu.
"Korhanlar." Abimin ağzından çıkan kelimeyle Boran’a doğru baktım. Bakışlarımız birbiri ile buluşurken abim ekledi. "Aramızdaki husumet iki yıl önce başladı. Nedenini biliyorsundur." diye Boran’a baktığında kaşlarımı çattım. "Neymiş nedeni?" Sorgular bir biçimde üçüne de bakarken abim cevap vermedi, Güney zaten abimin yanında söylemezdi. Tek cevap verecek olan adama baktığımda benim isteğimi anlayarak genzini temizledi. "Kumar."
Şaşkınlık tüm bedenimi sararken ne diyeceğimi bilemedim. Ben hayatı gerçekten toz pembe görüyordum, bunu henüz anlamıştım. Babam ne işler karıştırıyordu?
"Korhanlar sırf bu yüzden buna cüret edemez... Beni karşılarına almak istemezler. Beni karşılarına alırlarsa olacakları bilirler." Kendinden emin bir şekilde abime bakarken omuz silkti abim. "Başka bildiğim yok."
"İyi, gidelim bakalım bir. Öğrenelim onlar mı yapmış, yoksa başkası mı?" dedi Boran kararlılıkla. Abim, Boran’a doğru bakarken mırıldandı. "Bende geleceğim." Boran bu cümleyle başını iki yana salladı. "Hayır. Sen sadece onlara gideceğimi sır olarak saklayacaksın." Birbirlerine dik dik bakarlarken araya girdim. "Aslında polise gitsek nasıl fikir?"
Bu sefer ikisinin bakışları da bana dönerken Boran konuştu. "Biz bir bulalım da gerekirse polise de teslim ederiz." Yani polise teslim edilmeyecek demekti bu kısaca benim anladığım kadarıyla. İç geçirerek ona doğru baktığımda bakışlarını benden kaçırarak başka tarafa çevirdi. Bende üzerinde durmadan Güney’e doğru baktım. Gözlerini kapatıp açıp beni rahatlatmak istercesine bakarken küçük bir tebessüm ettim.
Gerçekten sırf kumar meselesi yüzünden bir insanın canına kıymak istemiş olabilirler miydi? Neydi mesele? Parasını mı alamamıştı? Yenilmiş miydi? İnsan hayatı bu kadar ucuz muydu? Umarım bir an önce kimin yaptığını bulurduk ve bulduğumuz sonuç beni hayal kırıklığına uğratmazdı...
◔◔◔
Abim ve Güney saatler önce gitmişti. Bende odaya çıkmıştım bunu fırsat bilerek. Biraz odada oturmuştum. Boran gelir mi diye beklemiştim. Gelirse bu konu hakkında onunla konuşuruz diye düşünmüştüm. Babamdan şüphelendiğimizi abime söylememişti. Ama frenlerin boşaltıldığını söylemişti. Bu da abime güveniyor demekti sanırım. Ama gelmemişti.
Onun yerine Derin gelmişti ve bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sormuştu. Abisinin çalışma odasına olduğunu da ekleyerek odadan çıkmıştı.
Bense şimdi balkonda oturmuş evraklara bakıyordum. Güney sağ olsun dün Oya hanımdan istediğim evrakları alıp getirmişti. Daha 24 saatin bitmesine epey süre olduğu için vakit geçirmek üzere her fırsatı değerlendirmeye çalışıyordum. Elimi çeneme yaslamış en fazla giderin olduğu yeri işaretlerken iban numarasına doğru baktım. Bilinmeyen bir ibandı. Yani diğer ibanların tanımları vardı; şirketler, kişiler, maaşlar falan ama onda bir şey yazmıyordu.
Onu yuvarlak içine alırken aniden omuzlarımda hissettiğim sıcaklıkla irkildim. Omzumdan sırtımı ve kollarımı kapatacak şekilde şal örtülürken geriye doğru döndüm. Boran ile bakışlarımız buluşurken ellerini yavaşça üzerimden çekti. “Hasta olacaksın.” İlgili bir biçimde konuşurken kendimi garip hissetmekten alıkoyamadım. Beni bu denli düşünmesi hala daha şaşırtıyordu.
Bakışlarını benden çekip odaya tekrar girdiğinde arkasından baktım. Boran ise saniyeler içinde elinde iki kupa ile geri döndü. Bu sefer şaşkınlıkla ona bakarken kupalardan birini bana uzattı. Hiç beklemeden kupayı aldığımda filtre kahve olduğunu görerek küçük bir tebessüm ettim. “Teşekkür ederim.”
“Afiyet olsun.” Yanımdaki boşluğa otururken bakışları küçük masadaki kağıtlara doğru kaydı. “Boş durmuyoruz.” Derken bana doğru bakıp gözleriyle kağıtları işaret etti. Başımı sallarken cevap verdim. “Ne yapalım, sabaha kadar vaktim var.” Bir şey söylemezken bakışlarım üzerinde oyalanmaya devam etti. Boran ise mırıldandı. “Var mı yardım edebileceğim bir şey?”
Bakışlarımı ondan çekerek kağıtlara çevirdiğimde aklıma takılan şeyi sormak için biraz önce işaretleme yaptığım kâğıdı Boran’a uzattım. “Hiç bilinmeyen, açıklaması bulunmayan bir hesaba para aktarımı yapılması sence neden? Yani şirketlerde böyle şeyler olmuyordur değil mi?” Boran kâğıdı eline alıp dikkatle işaretlediğim yere bakarken kaşlarını çattı. “Normal şartlarda böyle bir şey yapılmaz. Bir açıklamanın olması zorunlu.”
Tahmin ettiğim gibiydi. Bu bilinmeyen hesabın kime ait olduğunu öğrenmemiz gerekiyordu. Güney hallederdi bunu benim için. “Doğru düşünmüşüm o halde, işe gittiğimde Oya hanıma bunu sorarım.” Dediğimde Boran belli belirsiz başını salladı. “Oya Hanım doğruyu söyleyecek mi sence?” Meraklı gözlerini bana doğru çevirdiğinde kaşlarım çatıldı. Boran ise açıklamak adına konuştu. “Daha doğrusu sence kim olduğunu biliyor mu?”
“Finans işlerinden o sorumlu bilmesi gerekli.” Dediğimde Boran başını iki yana salladı. “Zor bir ihtimal bu. Abinin de bileceğini sanmıyorum.” Dediğinde dudaklarımı büzdüm. “Güney araştırır o halde. Ben bilmiyorum ama o işleri biliyor.” Derken kâğıdı tekrar elime aldım ve masaya bıraktım. Boran kahvesinden içerken mırıldandı. “Güney’e çok güveniyorsun.”
Bunu sorgularcasına mı söylemişti, uyarırcasına mı tam anlamayarak gözlerine bakarken konuştum. “Bu hayatta beni anlayan tek insan o çünkü. Öz abim bile beni belli zamanlarda anlamıyor. Ama Güney her daim yanımda. Londra’dayken de öyleydi. Şimdi de öyle.” Boran gözlerime bakarken sessizce dinledi beni. Bir şey söylemeyerek bakışlarını başka tarafa çevirdiğinde yan profiline baktım.
Böyle kavga etmeden konuşmak garipti onunla. Biz tanıştığımız ilk andan beri birbirimize laf sokup tartışıyorduk ama şu iki günde durulmuştuk resmen. Özünde iyi bir insandı. Gerçek yüzünü yakınlarına gösteriyordu ve sanırım bende o yakınların arasına girmiştim. Ailesine davrandığı haliyle iş adamı hali çok başkaydı.
Kahvemden içerken hem baş başa olmamızı hem de kavga etmeden konuşabilmemizin hatırına konuştum. “Sana bir şey soracağım ama bana açık olmanı istiyorum.” Boran’ın bakışları anında bana dönerken başını salladı usul usul. Bense aklımdaki soru işaretlerinden birini dile getirdim. “Dedem sana ne yapmış olabilir ki benimle evlenecek kadar söylediklerini görev olarak edindin?”
Söylediğimle iç çekti. Cevap canını sıkıyordu sanırım. Yine de sormuştum ve cevabı almak istiyordum. Bakışlarını bana çevirdi usulca. “Öyle bir şey yaptı ki hayatımı kurtardı diyebilirim.” Dediğinde hafifçe kaşlarım çatıldı. Daha da merak ediyordum artık. Dikkatle onu dinlerken Boran başını kahve kupasına doğru çevirip konuşmaya devam etti. “Henüz üniversite okuduğum zamanlardı, İngiltere’den yeni dönmüştüm yaz tatili için. Dedem küçüklüğümden beri beni şirkete götürürdü. İşi o zamandan öğretti yani.”
Söylediği şey zihnimde başka sorular oluşturmuştu. Mesela kendi isteğiyle mi olmuştu bu? Yoksa dedesi zorla mı götürmüştü? Boran bu mesleği yapmak istemiş miydi? Bazen omuzlarındaki yük fazla gibi hissediyordum. O yüzden zihnimde onunla ilgili bu sorular istemsizce canlanmıştı.
“2.sınıfın yazıydı işte. Çağırdı. Oturttu masanın başına. Önüme kağıtları koydu. Bir ihale var. Şirket için çok önemli dedi. Bunu alırsak daha da büyüyeceğiz, alamazsak işler bozulacak.” Dedikten sonra duraksadı. Bakışları uzaklara doğru kayarken sanki o anı yine yaşıyormuş gibi bakıyordu gözleri. “Toplantılara katılmıştım onunla çok sık, şirketin nasıl yol izlediğini biliyordum, politikalarını falan kafamda oturtmuştum. Ama omuzlarıma öyle bir yük binmişti ki anlatamam. Yine de o deli cesareti işte, başarabilirim dedim.” Derken yüzünde alaylı bir gülümseme oluştu. “Batırdım.”
Hayretle ona bakarken onun da bakışları bana kaydı. “Gece gündüz çalıştım, uyku uyumadım hazırlanmak için. Her şey hazırlandı. Güzel bir teklif yapacağımızdan falan eminim. Reddedilmeyecek yani. Evrakları kontrol ettim heyecanla. Ama o kadar heyecanlıyım ki milyar ile milyonu karıştırdım.” Dediğinde dişlerimi dudaklarıma bastırdım. “Eyvah.” Diye mırıldanırken Boran sesli bir şekilde güldü. “Eyvah ki ne eyvah.”
Bakışları bende durmaya devam ederken sözlerine de devam etti. “Hiç fark etmedim, kimse fark etmedi. Babam zaten bakmazdı, dedem de görevi bana verdi. En yetkili benim. Katıldık ihaleye ve kazandık. Evrak elime bir geldi, o an her şey bitti dedim. Şirketin o kadar bütçesi yoktu. Benim hesabımda yoktu. Dedemden veya babamdan isteyemem yaptığım hatadan çok utanıyorum. O şirketin duvarları üzerime üzerime geldi o gün. Milyonlar kaybettik bir gün içinde. Başımı taşlara vurmak istiyorum o haldeyim ya da bir yerlerden kendimi atsam yeri.”
İlk defa bu kadar uzun konuştuğu için ilgiyle onu dinlerken Boran ara ara bana bakıyordu. “Çıktım şirketten sahil kenarına zor attım kendimi. Denize bakarak ne yapacağımı düşündüm saatlerce. Kredi mi alsak, birinden borç mu alsak o kadar çok soru vardı ki kafamda. Kaç saat geçti orada bilmiyorum ama hava kararmıştı, telefonum sürekli çalıyordu. Sonra yanıma biri geldi.”
“Dedem mi?” dedim aklımdakini dile getirerek. Boran bana doğru bakıp başını salladı. “Deden.” Ardından devam etti sözlerine. “Derdimi sordu, ilk başta bir cevap veremedim. Utandım. Zorla anlattırdı. Anlattım. Hiç düşünmedi cebinden çek kağıdını çıkartırken. Anında eksik olan milyonları verdi.” Minnettarlığı sesine yansıyordu. Nereden bakarsan bak dedem onun kariyerini ve şirketlerini kurtarmıştı. “O an nasıl rahatladım anlatamam, göğsümdeki ağrı, sırtımdaki yük azaldı. Nasıl teşekkür edeceğimi bilemedim. Ama o teşekkür istemedi zaten. Şirket kara geçtikçe de borcumu ödedim. Bu ikimizin arasında bir sır olarak kaldı, öyle de kalacak. Tabii şimdi sende biliyorsun.”
Bakışları bana doğru döndüğünde başımı sallayarak küçük bir tebessüm ettim. “Bu zamana kadar nasıl sakladıysan bundan sonra da öyle olacak, merak etme.” Dediğimde derin bakışlarla gözlerime baktı. “Biliyorum.” Bu cümle bana güvendiğini belirtiyordu.
Birbirimize bakarken Boran konuştu. “Benden bu zamana kadar hiçbir şey istemedi, dedemin arkadaşıymış gibi devam etti aramızdaki bağ ama benim için kıymeti çok büyük. Dedemin vefatından sonra elini üzerimden çekmedi, desteğini esirgemedi. Elinden geldiğince destek olmaya çalıştı.”
İlk defa onun ağzından bu kadar detaylı şeyler dinlediğim için gözümü kırpmadan ona bakıyordum. Bir yandan da kahvemi içiyordum. Dedemin bu kadar büyük bir şey yapmasını beklememiştim elbet. Ama dedemin yerinde olsam bende aynı şeyi yapardım bunu biliyordum.
Benim gibi kahvesinden bir yudum içtiğinde iç çekti. “Dedemin vefatıyla benim mezuniyetim aynı yıl çakıştı. Ben diplomamı aldıktan 2 ay sonra dedem vefat etti. Şirketin başına direkt ben geçtim. Babam geldi yanıma seni orada boşuna okutmadık dedi şirketin başına geçirdi. Kendisi uğraşmayı sevmezdi dedemin hastalığında mecbur idare etmişti. Cihan zaten istemiyordu, onun başka hayalleri vardı. Böylece şirketin başına geçtim. Sardun amca o zamanlar çok aradı. Para olsun, manevi destek olsun her türlü yardımı teklif etti. Teklif etmekle kalmayıp desteğini de gösterdi.”
Aslında tam tahmin ettiğim gibiydi. Boran kendi isteğiyle geçmemişti o koltuğa. Küçüklükten itibaren dedesi bunun için onu yetiştirmişti. Ona ne istediğini soran olmamıştı. En büyük torun olarak tüm yük onun sırtına binmişti, babası da destek olmamıştı. Boran’ın çevresine takındığı tavır onun koruma mekanizmasıydı. Kimseyle bir anda bağ kurmuyordu. Çünkü bağ kurduğu insanlar tarafından çok umursanmamıştı.
“Yani İnci, Sardun amca benden böyle bir ricada bulundu yıllar sonra. Torununa yardımcı olmamı, onu korumamı istedi. Bende onun emanetine en doğru şekilde sahip çıkmaya çalışıyorum.” Bana doğru bakarken dudaklarımı birbirine bastırdım. Cümleleri içimi acıtır gibi olmuştu. Mahcup hissetmeye başlamıştım. O yüzden aklımdan geçeni direkt olarak dilime döktüm. “Dedem istediği için omuzlarına bir yük daha binmesini kabullendin.”
Dedem bana söylemişti sana yük bırakıyorum diye ama Boran’a da bırakmıştı. Onu mecbur bırakmıştı bir nebze. Boran başını iki yana salladı biraz önce söylediğime karşılık. “Ben buna yük diye bakmıyorum.” Gözlerime uzun uzun baksa da ben onunla aynı fikirde değildim ne yazık ki. “Boran, eğer bir gün yüklerin ağır gelirse yani yaptığın bu iyilikten pişman olup altında eziliyormuş gibi hissedersen boşanmak istiyorum demen yeterli. Anlaşmamızda iki tarafın isteği, güvenlikten emin olma falan yazıyor ama umurumda değil.”
“Bunca söylediğimden kendine pay çıkarman gerçekten üzücü.” Dedi şikâyet edercesine. Ardından ekledi. “Söyledim, tek senin çıkarın için değildi bu evlilik. Benim de çıkarlarım vardı.”
“Evlenmemek için evlendin.” Dedim alayla. Boran bu söylediğime güldü. “Bakıldığında öyle ama baskıdan kurtuldum neticede.” Dedi geçiştirircesine. Orası öyleydi. O baskıdan kurtulmuştu, ben güvende sayılırdım. Her türlü çıkarımız vardı. Sessizleşirken kahvemden bir yudum daha içtim. Gerçekten iyi gelmişti. Zaten kahvenin her türlüsünü severdim.
Benim gibi Boran’da kahvesini içerken dayanamayarak konuştum. “Teşekkür ederim anlattığın için. Aranızda sırmış neticede.”
“Bu saatten sonra aramızda sır olması doğru olmazdı.” Dedi açık açık. Bu saatten sonra diye bahsettiği muhtemelen dündü. Dün ilk defa duygularımı ona açmıştım. Sadece kendi ailemiz arasında bilinen gerçekleri o da görmüştü, beni dinlemişti.
Dünü ve babamın bana zarar verme ihtimalini aklıma getirmemek için hızla konuyu değiştirdim. “Haftalar önceki Boran bunu bana sakince anlatıp konuştuğunu görse şaşkınlıktan ölürdü.” Alaylı bir şekilde söylediğim şeyle Boran bana doğru baktı düz bir şekilde. Tam olarak o günlere benzer bir biçimde bakıyordu. “Sende ne kinci çıktın arkadaş?” Şikâyet edercesine konuşurken istemsizce dudaklarım kıvrıldı. “Öyleyimdir huyum kurusun. Ayrıca kin tutmakta haklıyım, beni neyle suçladın sen çok iyi biliyorsun.”
Düz ifadesi yerini küçük bir gülümsemeye bıraktığında başını salladı. “Biliyorum. Ama beni de anla. Birden karşıma çıktın. Baban, abin hepsi bana düşman. Böyle düşünmem o an için normaldi.” Öyleydi. Bunu kabul ediyordum. Ben olsam bende öyle düşünebilirdim ama o an çok sinirlenmiştim. Ben bunları düşünürken Boran ekledi. “Sonuca odaklanmak lazım, sonuçta evlenme teklifi eden ben oldum.”
“Öyle oldu.” Dedim kabullenerek.
Tamamen sessizleştiğimizde etrafıma bakındım. Tam o sırada Boran’ın telefonunun çaldığını duydum. Boran cebinden telefonunu çıkarttığında ekrana bakarak bıkkın bir nefes verdi. Hiç beklemeden telefonu açarak konuştu. “Evraklar odamda Fatih, üzerinde bir seri numarası yazıyor. Onu çekip gönder bana.” Fatih cevap vermiş olacak ki tekrar konuştu. “Tamam, sonra hallederim.”
Başka bir şey söylemeden telefonu kapattığında mırıldandım. “Benim yüzümden işe de gidemedin.” Boran telefonu cebine koyarken hızla cevap verdi. “Kendini suçlamayı ne zaman bırakırsın?” diye çıkıştığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Bırakamazdım. Ben böyle büyümüştüm. Bırakamıyordum.
Sessizleştiğimde bana doğru döndü tamamen. Gözlerimin içine dikkatle bakarken yumuşak bir tınıyla konuştu. “Kalmak istemeseydim kalmazdım İnci. Yapmak istemediğim bir şeyi kimse bana yaptıramaz. Yani yanında kalmak isteyen, işe gitmek istemeyen bendim. Senin yüzünden değil, benim isteğim doğrultusunda bu böyle oldu. Anlaştık mı?”
Bunu bana anlatmak istercesine gözlerime bakarken başımı salladım usulca. Böyle bir açıklama iyi hissettirmişti.
Orada öylece sessizce kaç dakika oturmuştuk bilmiyordum ama kahvelerimiz bitmişti. Gözlerimiz ara ara birbirine kaymıştı, sonra da başka yerlere. Öylece gecenin sessizliği içinde kaybolmuştuk. İşin garip yani yanımdaki adamı bir daha görmeyeceğim diye kendimce bahaneler bulurken şimdi yan yana sessizlikte bile kendimi güvende hissetmemdi. Daha bugün sabah kaza geçirmiştim, kasıtlı olarak öldürülmek istendiğimi kavramıştım ama korkmuyordum.
“Hava soğudu, içeri girelim.” Boran’ın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldığımda oturduğum yerden ayaklandım. Sehpanın üzerinde duran evrakları alarak odaya ilerledim. Daha vaktim boldu.
Odadan içeri girdiğim an bakışlarım kapının hemen yanında duran siyah elbise poşetine takıldı. Arabanın bagajında kalmıştı ve benim tamamen aklımdan çıkmıştı. Odaya geldiğimde direkt balkona gittiğim için fark etmemiştim muhtemelen. Elimdekileri yatağın üzerine bıraktıktan sonra poşete doğru ilerleyip aldım. Hediye sahibine ulaşmalıydı.
Geriye doğru döndüğümde Boran’ın balkonu kapattığını ve perdeyi çektiğini gördüm. İşini bitirip bana doğru döndüğünde bakışlarımız buluştu. Fazla beklemeden ona doğru ilerledikten sonra elimdeki elbise poşetini uzattığımda afallayarak ilk önce bana ardından da poşete doğru baktı. “Bu senin için.” Diye açıklama yaptığımda poşeti eline aldı ve hiç beklemeden fermuarı çekerek içindekine baktı.
Dikkatle hareketlerini incelerken şaşırdığını hissedebiliyordum. “Dün gömleğin benim yüzümden kötü olmuştu.” Dünkü akan maskaramın beyaz gömleğine bulaştığını kastederek konuştuktan sonra bakışlarımı kaçırarak ekledim. “Genelde siyah giyiniyorsun biliyorum. Ama bence bu renk sana yakışır. Yani ben dedim diye şey yapma ama görünce sana yakışacağını düşündüm.”
Neden aldığımı bilmiyordum, ona neden bir şeyler yakıştırmaya başlamıştım, neden takım elbise gördüğümde aklıma o geliyordu bilmiyordum. Nedenini düşünmekte istemiyordum. O an içimden gelmişti almıştım ama şimdi Boran’ın sana ne diye bir tepki vermesinden çekiniyordum. İçten içe söylemeyeceğini biliyordum ama o tepki gelecekmiş gibi hissetmek alıştığım bir şeydi.
Hayatımda bir kere bunu yaşamıştım. İkisi de babam dediğim o adam yüzünden olmuştu. Biri doğum günündeydi, abim hediye alırken bende almıştım ve vermiştim büyük bir hevesle. Ama hevesim kursağımda kalmıştı. Benden bir şey istemediğini net bir şekilde söyleyip hediyeyi değersiz bir şeymiş gibi fırlattığında bir daha almamam gerektiğini kavramıştım ve böyle bir işe girişmemiştim. Ama o bakışların, tahammülsüzlüğün, aldığım hediyeye karşı bile gösterilmeyen o değeri kendime biçmiştim. Kabullenmiştim.
Ne abimden ne Güney’den ne dedemden ne de Bahadır denen o adamdan babamınki gibi bir tepki almamıştım ama bu hayatta en eksik olduğum kişi o olduğu için yaptığı hareket üzerimde etki bırakmıştı. Her defasında büyük bir strese düşmüştüm birine hediye alırken. Şimdi de aynı durumdaydım.
Takım elbiseyi poşetinden çıkartıp bakarken yüzünde küçük bir gülümseme gördüm. Nikah fotoğraflarımız çekilirken ki gibi yanağında bir çukur oluşurken bakışlarım ilk önce kıvrılan dudaklarına, sonra da gamzesine kaydı. Yutkunarak tepkisini beklerken Boran bakışlarını bana çevirdi. “Takım elbisenin modeli tam sevdiğim gibi.” Yumuşacık bir sesle dile getirdiği cümleyle üzerimde büyük bir rahatlama hissederken burnumdan nefes verdim. Biliyordum, hep bu tarz giyiyordu zaten.
“Teşekkür ederim İnci…” derken gözlerimin içine baktı. Gülümsemesi hala yüzündeyken ekledi. “Dünkü leke kuru temizlemede çıkardı ama çıkmasa bile hiç önemli değildi. Yine de bunu çok severek giyeceğime emin olabilirsin.” Kötü bir şey söylememesine minnettar bir biçimde bakarken bende küçük bir tebessüm ettim. “Güle güle giy.”
Ne diyeceğimi bilemeyerek ona bakarken o takım elbisenin askısını gardıroba takarak tekrar baktı takım elbiseye doğru. Bense yatağın üzerindeki evrakları alarak mırıldandım. “Ben salona gideyim, sen yarın işe gideceksin dinlen.” Diyerek kapıya yöneldiğimde bana yönelik konuşmasıyla adımlarım duraksadı. “Gitmene gerek yok. Çünkü uyumayacağım, senin iyi olduğundan emin olmam gerekiyor.”
“Bu kadarına gerçekten gerek yo-“ Ona karşı çıkmak üzere yüzümü dönerken sözümü kesti. “Gerek olduğu için değil içim o şekilde rahat edecek o yüzden.” Kararlı bir tonda söylediği cümle ile yutkundum. Hiç beklemediğim şeyler söylüyordu, hiç beklemediğim hareketler yapıyordu. İlk tanıştığım kişiyle şu an ki adam aynı mı diyordum mesela. Bu kadar düşünceli oluşuna alışmak zordu ilk zamanlarını bildiğimden dolayı.
Ben bir şey söylemeyip şaşkınca ona bakarken Boran konuştu. “Evraklara mı bakacaksın. Yatağa geçip rahat rahat bak.” Dediğinde kararsızca baktım. Boran ise ekledi. “Biraz dinlen, kanepede yatmak içinde inat etme bugün.” Son cümlelerini canından bezmiş bir ifadeyle söylediğinde istemsizce güldüm. “Kanepede yatmam neden rahatsız ediyor seni, zaten aynı yatakta yatmamız saçma olurdu.”
“Evet ama öyle rahat edemiyormuşsun gibi hissediyorum. Ayrıca kaç gün oldu, insan yemediğimi anlamış olman gerekiyordu.” Ciddi ciddi dile getirdiği şeyle birlikte gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Boran’da gülmemek için başka tarafa bakarken uzatmadan onayladım. “Tamam, bu seferlik dinleyeceğim seni.” Dediğimde iç çekti. “Bugünün tarihini bir yere not edeceğim.”
Ters bir biçimde suratına baktıktan sonra yatağın üzerine oturarak sırtımı başlığa yasladım. Boran ise benim yattığım kanepeye otururken telefonunu çıkardı. Onun kendi işiyle uğraştığın emin olduğumda bende evraklara bakmaya devam ettim.
Kötü bir gün geçirmiştim ama güzel de bir gün olmuştu. Abimle aramızdaki sorunları halletmenin rahatlığı üzerime çökmüştü, tabii bir de Boran’dan dedemle ilgili şeyleri öğrenmiştim. En azından meraklı olduğum konulardan biri hallolmuştu. Ancak çok büyük başka soru işaretlerimde vardı, onlardan birisi de beni öldürmek isteyenin kim olduğuydu…
Bölüm Sonu
‣‣‣ İnce ve Boran sahnesi nasıldı? Birbirlerine biraz daha açılmaya başladılar. Yavaş yavaş da alışacaklar.
‣‣‣ Sardun Bey ile Boran’ın neden birbirlerini sevdiğini de öğrendik bu bölümde. Tahmin ediyor muydunuz?
‣‣‣ İnci ve abisi barıştılar çok şükür. Sahneyi beğendiniz mi?
‣‣‣ Sizce İnci’ye bunu yapan kim? Tahminlerinizi bekliyorum.
Diğer bölümde görüşmek üzere, yorumlarınızı bekliyorum…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
22.17k Okunma |
3.54k Oy |
0 Takip |
33 Bölümlü Kitap |