
🖇️Herkese selamlar, nasılsınız görüşmeyeli?
🖇️Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur, keyifli okumalar dilerim...
🖇️Satır arası yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen...
Özel Bölüm.2
"Kamera kayıtları ifadeyi doğruluyor. Hasan Bey'i öldüren gerçekten ortağı Hüseyin Bey savcım." Cenk'in cümlesiyle birlikte başımı salladım belli belirsiz. Kamera kayıtları her şeyi ortaya çıkarmıştı. Hüseyin Bey'in ağlayışları, yakarışları belli ki ya vicdan azabındandı ya da rolünü iyi oynuyordu. Ancak bunu yaparken sokağın köşesindeki apartmanın gizli kamerasından haberi yoktu muhtemelen.
"İddianameyi hazırlıyorum, Hüseyin'i alıp getirin." dediğimde Cenk onayladı. "Emredersiniz savcım."
Cenk'in odadan çıkmasıyla birlikte sırtımı koltuğun arkasına yaslayarak derin bir nefes verdim. Bilgisayar ekranından dosyayı açıp iddianameyi yazmaya başladım. Bir sokaktaki iş yerinde ceset bulunmuştu. Ortağı haber vermişti bu olayı. Bugün öğreniyorduk ki kendisi yapmıştı.
İddianameyi yazıp ekranı kapattığım sırada kapının çalındığını duydum. "Girin." Verdiğim komutla birlikte kapı açıldığında elinde çiçek buketiyle içeri giren oğlumu görmek bana da sürpriz olmuştu. Babasıyla aynı giyinmişlerdi, beyaz gömlek, siyah pantolon... Zaten Poyraz, Pamir’in kopyası sayılırdı. Ela gözleri, yüzü aynı babasıydı. Benden sadece kumrallığı almıştı.
Oturduğum yerden anında ayağa kalkarken yüzüme kocaman bir gülümseme oluştu. “Bebeğim?"
Kollarımı açıp Poyraz’a doğru eğildiğimde elindeki çiçek buketini hemen arkasında dikilen babasına verdikten sonra koşarak bana doğru geldi ve kollarımın arasına girdi. "Hoş geldin birtanem." Oğlumu sıkıca sararken tatlı sesini işittim. "Sabah yoktun anne, seni çok özledim." Kollarını boynuma sıkıca dolarken karşılık verdim. "Bende seni özledim..."
Sabah Poyraz uyanmadan çıkmıştım evden. Cenk arayıp görüntüleri söylediğinde hafta sonu olsa dahi gelmiştim. İşimi bitirip Poyraz uyanmadan eve dönerim diye düşünmüştüm ama yanılmıştım.
Bedenlerimiz birbirinden ayrıldığında onun boyunda kalmaya devam ederek konuştum. "Kahvaltını yaptın mı?" Poyraz hızla başını salladı. "Yaptım."
"Aferin sana." dediğimde Pamir’in mırıltısını duydum. "Tek özleyen Poyraz değildi ama..." Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde güldüm. Elinde çiçek buketiyle kapıda dikilmeye devam ediyordu. Poyraz benim babasına baktığımı fark ettiğinde o da ona doğru döndü. "En çok ben özledim ama."
"Kim diyormuş onu?" Pamir ona karşı gelirken Poyraz hafifçe kaşlarını çattı. "Ben özledim, annem o benim." Diyerek bacağıma doğru sarıldığında Pamir omuz silkti. "Benim de karım." Birbirleriyle inatlaşmayı çok seviyorlardı. Özellikle Pamir, oğlunu sinirlendirmeye bayılıyordu. "Ya anne!" Poyraz ağlamaklı bir biçimde bana bakarken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Bende sizi özledim..." dedim ikisine de bakarak. Bakışlarım Pamir’in elindeki çiçeklere takıldığında Poyraz yanımdan ayrılıp babasına doğru ilerledi. Çiçeği alıp bana doğru geldiğinde elindeki çiçeği uzattı. "Anne bu babamla ikimizden sana." dediğinde hafifçe kaşlarımı çatıp baktım Pamir’e.
Bugün onun günü; babalar günüydü. Bizim hediye almamız gerekiyordu ona, ki hediyesi hazırdı da. Ancak o bana almıştı. Çiçeği elime aldığımda üzerindeki notu okudum. "Beni baba yapan kadın, iyi ki varsın."
Not anında gözlerimin dolmasına neden olurken Pamir’e baktım başımı omzuma doğru eğip. Düşüncesi, yaptığı jest o kadar anlamlıydı ki. "Pamir..." diye mırıldandığımda gözlerini kapatıp açtı ne dediğimi anladığını belirtircesine. "Beğendin mi anne?" Poyraz gözlerini kırpıştırarak bana bakarken başımı salladım. "Beğenmez olur muyum? Bayıldım. Teşekkür ederim..." Diyerek saçlarını okşarken kapı çalındı.
"Girin." dediğimde kapı açıldı ve Cenk göründü. Bakışları benden yanı başımdaki Poyraz’a kaydığında yüzündeki büyük gülümsemeyle konuştu. “Ooo küçük Arslanda buradaymış. Hoş geldin yakışıklı.”
“Hoş buldum Cenk dayı.” Poyraz tebessümle ona bakarken Cenk, Pamir’e doğru baktı. “Seni gördüğüm iyi oldu Pamir, babalar günün kutlu olsun.” İçten bir şekilde söylediği cümle ile Pamir gülümsedi. “Sağ olasın, darısı başına inşallah.”
Cenk inşallah dercesine tebessüm ederken ikisine doğru bakmaya devam ettim. İlk günleri hatırlıyordum da ikisi sürekli birbiriyle uğraşırlardı. Pamir’in Cenk’i kıskandığı anları unutamıyordum asla. Komik günlerdi. Ancak şimdi çok iyi anlaşıyorlardı. Gerçi onca sene geçmişti nasıl anlaşmasınlardı. Hepimiz birer aile olmuştuk.
Cenk’te kendi ailesini kurmuştu. Gözde ile ilişkileri tekrar başlamıştı. Her ne kadar Cenk’in fedakârlık yaptığı bir ilişki de olsa Gözde de bencilliğini anlayarak kendini düzeltmişti ve bu ilişkilerinin başlangıcı olmuştu. Birbirlerini sevdikten sonra zaten her türlü şeyin üstesinden gelirlerdi. Sevgi böyle bir şeydi.
“Savcım isteğinizi yerine getirdik, onu haber vermek için gelmiştim ben.” Cenk bana doğru baktığında onayladım. “Tamamdır. Yarın ifadeyi hallederiz.” Dedikten sonra Poyraz’a ardından da Pamir’e doğru baktım. “Hadi o zaman çıkalım.”
Beni onayladıklarında üçümüzde odadan çıktık. Cenk’e doğru bakarak ekledim. “Yarın görüşürüz komiserim.” Dediğimde Cenk başını salladı. “Görüşürüz savcım.”
Poyraz’ın elini tutup adliye koridorlarında ilerlerken bize selam veren herkese baş selamı vermeyi ihmal etmedim. Poyraz’ın küçüklüğü burada geçmiş sayılırdı, gerçi hala küçüktü ancak 2 yaşına bastığı andan itibaren benimle buralara gelmeye başlamıştı. Yanlış anlaşılmasın onu yanımda getirmemiştim sürekli. Sadece acil çıkan işlerden dolayı getirmek durumunda kaldığım anlar olmuştu.
Bahçedeki Pamir’in aracına ilerlerken Pamir bana hitaben konuştu. “Aracını aldırtırım ben.” Başımı sallayarak onu onaylarken aklımdaki fikri dile getirdim. “Bugünün şerefine babamızı bir yemeğe çıkarmak isterim, ne dersiniz Pamir Bey?” dediğimde Pamir güldü. “Seve seve Devrim Hanım.”
Poyraz’ı arka koltuğa oturttuktan sonra kendimde ön yolcu koltuğuna geçip oturdum. Pamir’in arabayı çalıştırmasıyla birlikte yolculuğumuz başladı. Araba yavaşça ilerliyordu. Güneş, ince ince bulutların ardından sızıyor, asfaltın üzerine altın çizgiler çiziyordu. Poyraz arkada ayaklarını sallaya sallaya camdan dışarı bakıyor, gözlerini kocaman açmış etrafı inceliyordu.
“Anne?” bana doğru seslenen minicik sesle karşılık verdim. “Efendim canımın içi?”
“Sen küçükken de böyle güzel miydin?” Gülümsememi tutamadım sorusuyla. Başımı çevirip ona baktım. O kadar ciddi duruyordu ki sanki az sonra çıkıp ifade alacaktı sanki. “Bilmem ki, babana sormak lazım.” Dediğimde Poyraz gözlerini kocaman araladı. “Nasıl yani? Babam senin küçüklüğünü biliyor mu?”
Başımı çevirip Pamir’e baktım. Gülümsüyordu. Ancak daha sonra moda girerek ciddi bir tonda konuştu. “Gördüm tabii. Hiç unutmuyorum altı aylık falandı sanırım, küçücüktü yani. Bende sen gibiydim.” Derken Poyraz’a baktı. Poyraz ilgiyle dinliyordu onu. “Tulum giymişti, yanakları kocamandı... ve hiç durmadan ağlıyordu.”
“Pamiiir!” dedim hemen ama gülüşümü tutamıyordum. “O zamanlar bile çok netti kişiliği.” diye devam etti Pamir. Bana doğru bakıp göz kırptı. “Adalet istemese de hakkını arıyordu.”
Poyraz’ın yüzünde tarifsiz bir hayranlık oluştu babasının sözleriyle. “Vaaay... Sen küçücükken tanımışsın annemi!” Sonra hemen ekledi. “Peki ta o zaman mı aşık oldun ona?”
Pamir boğazını temizlerken başını iki yana salladı. “Hayır. O zamanlar sadece bebekti. Ama galiba ilk o zaman ‘Bu kız büyüyünce başımıza bela olacak’ demiştim.” Dediğinde alaycı bir öfkeyle baktım ona. “Sen ne cüretle bir savcıya ‘bela’ dersin?”
Pamir’e yüzümdeki gülüşle bakarken o da bana baktı keyifle. Şu hallerimiz öyle hoşuma gidiyordu ki. O sırada Poyraz konuştu tekrar. “Baba, gerçekten anneme ‘bela’ mı dedin?”
Pamir gülümseyerek aynadan göz göze geldi onunla. “Ama tatlı bela dedim. En güzelinden.”
Bense gözlerimi devirdim. “Düzeltmelerle kurtulmaya çalışıyor gördün mü?”
Pamir bu tepkime gülerken Poyraz konuştu. “Ben de bebekken kimi görsem hemen karar vereceğim…” dedikten sonra ekledi. “Bende Ece’nin bebekliğini gördüm.” Diye kendini sorgularken gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdım.
Ece ve Ege, Sinem ile Hakan’ın ikizleriydi. İki yıl önce doğmuşlardı. Öyle güzel bebeklerdi ki hayran olmamak çok zordu. İkisi de kıvırcık sarıya dönük saça sahipti, babalarından mavi gözleri almışlardı. Minyatür bir bebek gibilerdi.
Pamir kahkahayla karışık konuştu. “Sakın bunu Hakan amcanın yanında dile getirme.” Dediğinde Poyraz dudak büzdü. Böyle bir şey olma ihtimalinde bile neler olacağını kestiremiyordum. “Büyüyünce karar verirsin bebeğim.” Diyerek Poyraz’a bakarken o iki koltuğun arasından bacaklarını sokarak başını benim koltuğumun kenarına yasladı.
“İnsanlar büyüdüğünde evlenir değil mi?” dediğinde Pamir onayladı. “Evet, büyüyünce eline mesleğini aldığında sevdiğin kadınla evleneceksin sende.”
“Umarım annem gibi biriyle evlenirim.” Cümlesiyle gözlerim anında dolarken başımı çevirip ona doğru baktım. O kadar saf, o kadar içten söylemişti ki kalbimin en derin yerinde bir şey kıpırdadı. Hani biri sana beklenmedik anda sarılırdı ya, işte öyle bir şeydi.
Hiç hazırlıklı olmadığım ama sanki hep ihtiyacım olan bir cümle gibiydi.
Başımı yavaşça ona çevirdim. Minicik yüzü, yanaklarındaki tatlı kırmızılık. Gözlerinde o çocuklara özgü sonsuz inanç vardı. Poyraz’ın bu büyümüşte küçülmüş halleri beni bazen hem gülümsetiyor hem de ağlatacak kadar duygulandırıyordu. Daha dört yaşını yeni bitirecekti ama konuşurken sanki kalbini açıp elime koyuyordu.
“Benim gibi biri mi?” diye fısıldadığımda başını salladı. “Evet… Hem çok güzelsin hem sürekli bana sarılıyorsun hem de köfte yapıyorsun.” Dediğinde tüm duygusallığım uçtu gitti anında. Sesli bir şekilde gülerken bunun nereden aklına geldiğini sorguladım. Gerçekten çocukları anlaması zordu.
“Köfte önemli tabii.” Dedi Pamir’de aynı benim gibi sesli bir biçimde gülerken. Poyraz ise gülmemize bozulmuş olacak ki mırıldandı. “Çok seviyorum ama.”
“O zaman köfte yapması en önemli kriter.” Pamir alaylı bir şekilde konuşurken Poyraz kaşlarını çattı. “Baba ya!”
“Köfte yiyebileceğimiz bir yere gidelim o halde.” Diye araya girdiğimde Poyraz hevesle başını salladı ve ellerini birbirine vurdu. “Gidelim gidelim.”
“Emir anlaşılmıştır savcım.” Pamir bana doğru bakıp göz kırptığında, kalbim pır pır etmeye başladı. O basit hareket bile içimde bir sıcaklık dalgası yaratıyordu. Onunla yaşadığım her an, hayatın karmaşasında bir sığınak gibiydi.
Arabanın motorunun hafif uğultusu, dışardaki şehir telaşı, hepsi arka plandaydı artık. Çünkü içimde bu küçük ailenin tatlı gürültüsü yükseliyordu.
Poyraz’ın heyecanı, çocuk masumiyeti, gözlerindeki o saf mutluluk… Beni her defasında şaşırtıyordu. Küçük adam, bütün dünyayı kucaklayacak kadar geniş yüreğiyle bazen çok ağır meseleleri bile kolaylaştırıyordu.
Düşünüyordum da ne garipti hayat. Bir zamanlar adaletin soğuk duvarları arasında davalar içinde kaybolmuş ben şimdi oğlumun minik cümlelerinde, gülüşünde, sesinde yeniden ısınıyordum.
Yıllar önce bu arabada aynı bu şekilde o şoför koltuğundayken ben yanında otururken hayallerinden bahsetmişti bana. Bir kız, bir erkek evladın hayalini kurduğunu anlatmıştı. Bense hiç umursamamıştım çünkü hayal kurmuyordum o sıralar. Ama şimdi o hayali birlikte yaşıyorduk ve birlikte hayaller kuruyorduk.
Kendi küçük dünyamda onlarla sevgiyle dolu bir yuvaya sahip olmak hayal edebileceğimden bile güzeldi. Bazen ağır geliyordu, evet. Ama böyle anlar o ağırlığı bile alıp götürüyordu.
Arabanın camından dışarı baktım. Öğlen güneşi tepede parıldıyordu ve ben ailemle yine huzuru en derinlerimde hissediyordum…
*****
Öğle yemeğini aynı enerjiyle, güzel sohbetle yedikten sonra eve gelmiştik. Poyraz biraz parkta oynadıktan sonra eve çıkmıştık. Pamir onu banyoya sokmuş banyo yapmasına yardımcı olurken bende Pamir’in hediyesini hazırlamıştım. Ben hazırlık yaparken Pamir’le Poyraz duştan çıkmış ve odada oyun oynamaya başlamışlardı.
Poyraz’a hamile olduğumu öğrenmem acı bir olay neticesinde gerçekleşmişti ve Pamir’e o çok istediği bebeğin haberini bir hastane odasında, hasta yatağında vermek zorunda kalmıştım. Hiç düşünmediğim, belli bir süre istemediğim bir şeyin olması beni hayal kırıklığına uğratmıştı, çok korkutmuştu. Ama süreci çok güzel geçirmiştik ve canımdan bile çok sevdiğim oğlumuz dünyaya gelmişti.
Şimdi farklıydı. Bile bile korunmayı bırakmıştım ve bir çocuğumuzun daha olmasını istemiştim. Allah kısmet etmişti. Bu sefer bir hastane odasında değil de babalar gününde bu hediyeyi vereceğim için çok mutluydum. Pamir’inde mutlu olacağından çok emindim bu sürpriz karşısında.
Annelik... Ne garip bir kelimeydi. İçine ne kadar çok duygu sığdırabiliyordu. Su gibi sabırlı olmayı, dağ gibi güçlü kalmayı, kuş gibi hafiflemeyi, bazen de toprak gibi susmayı öğretiyordu insana. Poyraz’la birlikte, içimdeki kadını değil, içimdeki evi keşfetmiştim. Şimdi o evin bir konuğu daha olacaktı. Bu sefer korku değil, huzur vardı içimde. Bu sefer yalnızlık değil, birlik hissi büyüyordu içimde.
Bu sefer hiçbir şeyden kaçmıyordum. Aksine, bu mucizenin kalbine doğru yürürken yanımda Pamir’in sıcak elleri, gözlerimin önünde Poyraz’ın gülüşü, içimde ise yeni bir canın sessiz yankısı vardı. Her şey tam da olması gerektiği gibiydi.
Ayak sesleri koridorda yankılanırken dikkatim Poyraz’ın sesiyle dağıldı. “Tamam. Paket yüklendi. Hedefe gidiyoruz!” Poyraz’ın emir verir tarzdaki sesini Pamir’in tiyatral sesi takip etti. “Bu görev çok tehlikeli, Ajan P! Düşman seni izliyor olabilir. Dikkatli ol!”
Gülümsedim. Ajan P elbette Poyrazdı. Adımlarımı yavaşlatıp yatak odasından salona doğru ilerledim. Kapı eşiğinde durdum sessizce. İçerisi… resmen bir savaş alanıydı.
Yastıklar siper yapılmış, battaniyeler çadır gibi koltuklara asılmıştı. Ortalık renkli toplarla, oyuncak kılıçlarla, köpükten mermilerle doluydu.
Poyraz sırt çantasına bir oyuncak koymuş hızla koşuyordu. Pamir de elinde oyuncak telsizle peşinden gidiyor ama tabii “bilerek” yavaş kalıyordu. İstemsizce bu hallerine gülerken içim sıcacık oldu. Pamir’in Poyraz’la çocuk olan halini seviyordum.
“Yakalayamayacaksın beni Komutan!” diye bağırdı Poyraz gülerek. “Çünkü ben en hızlıyıım!” Poyraz heyecanla bağırıp kaçarken Pamir sahte öfkeyle karşılık verdi. “Göreceğiz bakalım kim hızlı ajan P!”
O anda Poyraz aniden yön değiştirdi ama ayağı oyuncak bir arabaya takıldı ve tam yere kapaklanırken Pamir hızla belinden kavrayıp düşüşünü engelledi. Yüzünde sırıtış oluşurken konuştu. “Yakalandın Ajan P!”
“Hayır! Hayır yakalanmadım!” Poyraz, babasının ellerinden kurtulmaya çalışırken Pamir onu sıkıca tuttu ve battaniyenin üzerine yavaşça yatırdı. “Şimdi seni sorguya alacağım.”
Poyraz duyduğu cümlelere gözlerini kocaman açarken sanki gerçekten korkuyormuş gibi mırıldandı. “Hayır… Hayır yapma baba lütfen!”
Ama Pamir çoktan ellerini kollarına doğru uzatmıştı ve koltuk altlarından gıdıklamaya başlamıştı bile. “Hayır!” diye itiraz eden Poyraz bir yandan da kahkahalar atarken benim de gülüşüm büyüdü. Pamir’de halinden memnun bir şekilde gıdıklarken Poyraz çırpındı. “Tamam teslim oldum! Paket senin olsun!”
“Bu kadar çabuk mu pes ediyorsun?” derken daha da fazla gıdıklamaya başladı Pamir. Poyraz’ın gülüşleri daha da artarken Pamir yüzündeki gülüşle konuştu. “Görevden kaçmanın cezası budur. Her ajanın başına gelir!”
Bu evdeki en tatlı savaş buydu. Kazanmak yoktu çünkü kaybetmek de kahkahayla ödüllendiriliyordu. Ve en çok da Pamir’in yüzündeki o saf neşeyi izlemek… Onun oğluna bakarken içtenlikle mutlu olduğunu görmek, kelimelerle anlatılmazdı.
Bir süre sonra Pamir gıdıklamayı bırakır gibi olduğunda Poyraz yerinden kalktı. Enerjisi hiç bitmiyordu. Yerde diz çökmüş bir şekilde duran babasının boynuna kollarını dolayıp onu yere indirmeye çalışırken Pamir sanki bunu Poyraz başarmışçasına geriye doğru bıraktı kendini.
“Yendin beni küçük asker.” Pamir mırıldanırken Poyraz azıcık yorulmuş olacak ki babasının üzerine uzanıp küçük başını göğsüne yasladı. “Çok güçlüsün baba, neredeyse beni yeniyordun.” Derken yorgunlukla mırıldandı.
Pamir kıkırtı şeklinde onun söylediğine gülerken elini Poyraz’ın saçlarına yaslayarak sevdi. Poyraz’ın nefesi sakinleşmeye başlamıştı. Pamir’in göğsünde gözleri yarı kapalı yatarken, hâlâ dudaklarının kenarında bir gülümseme vardı. Benimse kapıdan usulca onlara bakarken içim o kadar tuhaf bir huzurla dolmuştu ki anlatamazdım.
Pamir elini hâlâ Poyraz’ın saçlarında gezdiriyordu. Küçük beden göğsünde uzanmış, nefesi yavaş yavaş sakinleşmişti. Ama merakı dinmemişti. “Baba…” diye fısıldadı bu kez başını hafifçe kaldırarak.
“Efendim aslanım?” Pamir ilgiyle onun küçük yüzüne bakarken Poyraz merakla mırıldandı. “Sen hep böyle güçlü müydün, yoksa asker olunca mı oldun?” Pamir gülümsedi bir an için. Gözlerini tavana çevirirken mırıldandı. “Bilmem... Güçlü olmak ne demek önce onu konuşalım.”
Poyraz hemen başını kaldırdı, yüzü ciddiyetle doldu. “Mesela böyle kimse seni yenemiyorsa güçlüsündür. Hem de herkesi koruyabiliyorsan. Sen ikisini de yapabiliyorsun.” Pamir ilgiyle onu dinlerken son cümlesiyle gülümsedi. Elini Poyraz’ın yanağına götürüp yumuşacık teninde baş parmağını gezdirip yanağını okşadı. “Doğru söylüyorsun ama güç sadece bunlar değildir oğlum. Bazen korktuğunu söylemek, birini özlediğini anlatmak en cesur şeydir. Herkes yapamaz ve bu da güçtür.”
Poyraz babasına merakla bakarken dediklerini sorguluyordu muhtemelen. Ancak ne demek istediğini biraz daha büyüyünce anlayacaktı. Gerçek güç bedenin sahip olduklarının yanında Pamir’in söyledikleri gibi şeylerdi de.
Poyraz biraz düşündü ve sonra hafifçe kaşlarını çattı. “Ama baba, korkmak kötü değil mi? Korkunca neden güçlü olunuyor?”
Pamir gülümseyerek içtenlikle, yumuşak bir şekilde baktı ona doğru. “Korkmak kötü değildir. Hatta insan olmanın bir parçasıdır. Ama korktuğunu kabul etmek ve onunla yüzleşmek, işte o zaman güçlüsün demektir. Asker olmak da tam olarak bunu gerektirir.”
Pamir bir an başını eğdi, gözleri oğlunun gözlerine takıldı. “Ben asker oldum çünkü korkan insanlar vardı. Onların da yalnız olmadıklarını hissetmelerini istedim.” Poyraz’ın dudakları büzüldü, sonra fısıldadı babasına doğru. “Sen bizim yanımızdasın hep. O yüzden biz hiç korkmuyoruz.”
Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu o an. Kapının eşiğinde duruyordum ama nefesimi bile tutmuştum. Gözlerim anında dolarken sevgiyle baktım ikisine doğru. Ben bunları hissederken Pamir neler hissetmişti kim bilir bu cümlelerle.
Pamir, Poyraz’ın alnına yavaşça bir öpücük kondurdu. “Ben ömrüm yettiğince her zaman sizin yanınızda olacağım.” Dediğinde yutkunamadım. Ömrüm yettiğince… Poyraz bunu anlamak için çok küçüktü ama ben anlamıştım ve nefesim kesilmişti. İçimde her daim olan o korku yeniden gün yüzüne çıkmıştı.
“Ama sen de unutma, bazen güçlü olmak sadece sarılmakla olur.” Diyerek ortamdaki ağır havayı dağıttı Pamir. Poyraz kıkırdadı. “O zaman ben çok güçlüyüm. Çünkü sana her gün sarılıyorum.”
Pamir gülmeye başladı ve başını salladıktan sonra kollarını açtı. “Hadi o zaman, gücünü göster bakalım küçük adam.” Poyraz gülerek başını babasının göğsünden kaldırıp boynuna atladı. Pamir anında onun belini sararken ikisinin gülüşleri, kocaman bir mutluluk gibi yayıldı odaya.
Poyraz, babasının güçlü göğsüne sığınmış, gözleri ağırlaşmaya başlamıştı. Minik nefesi, Pamir’in ritmine uyum sağlamış; huzur ve güven odayı sarmıştı. O an, zamanın yavaşladığını hissettim. Hayatın en saf anlarından biriydi bu.
Poyraz’ın yumuşak omuzları hafifçe inip kalkarken küçücük bedeninde kocaman bir huzur vardı. Babasının kolları arasında uykuya dalmak sevdiği şeylerden biriydi. Pamir’in göreve gittiği anlar geldi aklıma. İkisinin birbirinden ayrılırken ki halleri mesela. Poyraz ondan ayrılmayı hiç istemez, küçük elleri babasının kolunu sıkıca tutardı. “Baba, nereye gidiyorsun? Ben de gelmek istiyorum.” derdi her seferinde. Pamir ise kalbinde buruk bir sevgiyle ona sarılır “Yakında döneceğim, aslanım,” derdi.
O anlarda aralarındaki bağın ne kadar derin olduğunu görürdüm, kelimeler yetmezdi anlatmaya. Şimdi ise bu sessiz an, o endişeleri unutturan bir sığınak olmuştu. Poyraz, babasının kollarında güvenle uyuyordu. Her ne kadar büyüse de o minik kalbinin en çok ihtiyaç duyduğu şey, babasının yanında olmasıydı. Ve Pamir, görevlerin ve yükümlülüklerin çok ötesinde sadece bir asker değil, oğlunun sarsılmaz dayanağıydı.
Pamir yavaşça kalktı Poyraz’ı yatağına götürmek için. Tam o anda, göz göze geldik. Söyleyecek sözcükler yoktu aramızda sadece gözlerimizden dökülen duygular vardı. Onun gözlerindeki sevgi, derinlik ve minnettarlık, benim hissettiklerimi kelimelerden çok daha güçlü anlattı. İçimizde biriken sessizliği paylaştık, anladık birbirimizi.
O an, bu küçük ailenin ne denli kıymetli ve kırılgan olduğunu bir kez daha hissettim. Ve biliyordum ki, her zorluğun arasında böyle anlar bizi ayakta tutan gerçek güçtü.
Pamir salondan çıkıp Poyraz’ın odasına ilerlerken bende odamıza doğru ilerledim. Poyraz uyandığında salondaki oyuncaklarını toplardı. Bu şekilde alıştırmıştım. O yüzden ben dokunmuyordum, Pamir’i de bu şekilde tembihlemiştim.
Odada gergin bir biçimde beklerken kalbim yerimden çıkacak gibiydi. Bir an önce hediyesini vermek istiyordum. Pamir sanki zihnimi okumuşçasına odaya girdiğinde merakla baktı bana doğru. “Güzelim, ne yapıyorsun burada?”
“Seni bekliyordum.” Dediğimde manidar bir biçimde baktı bana doğru. “Hmm.” Diyerek yanıma adımladıktan sonra ellerini belime sararak bedenlerimizi birbirine yasladı. Bana böyle yaklaştığında zaman hep biraz yavaşlarmış gibi gelirdi. Kalbim göğsümde değil, sanki onun avuçlarının içindeydi. Göğsüne yaslanmışken saçlarımın arasına gömülür gibi nefes aldı.
Başını hafifçe kaldırıp gözlerini gözlerime kilitledi. Bu sefer bakışlarında bir çekingenlik yoktu. “Gün boyu içimde tuttum.” dedi usulca. “Yanınızda Poyraz varken… Sana sarılmayı bile özlüyorum.”
Gülümsedim ama bu gülümsemenin ardında derin bir özlem vardı. Elimi yüzüne uzattım, parmaklarım yanağının kenarında gezinirken gözleri yavaşça kapandı. “Artık uyudu, istediğimiz kadar sarılabiliriz.” dedim sessizce.
Gözlerini yeniden bana çevirdi. Dudaklarının kıyısı titredi hafifçe, sonra hiçbir şey söylemeden eğildi ve dudakları dudaklarımı buldu. Öyle nazikti ki ilk teması… sanki hâlâ izin istiyor gibiydi. Ama izin istemesine gerek yoktu. Onun yakınlığı, en tanıdık şeydi artık. Öpüşmemiz derinleştiğinde göğsümdeki boşluk doldu, içimdeki o kırılgan sessizlik şefkatle sarıldı.
Dudaklarımız birbirinden ayrıldıktan sonra uzanıp alnımı öptü. Elini belimde tutarken diğer eliyle saçlarımı geriye itti. “Babamla geçirdiğimiz babalar günlerinde hep şaşırırdım… Ona büyük hediyeler almazdık. Bazen sadece birlikte yemek yerdik, bazen de evde otururduk. Ama o her seferinde dünyanın en mutlu adamı gibi gülümserdi. Şimdi anlıyorum sebebini. Sevdiğin yanındaysa, evladın gözünün önündeyse, başka hiçbir şeye ihtiyaç kalmıyor. En güzel hediye buymuş.”
Sözleri boğazımda bir yumru gibi kaldı. Ne cevap vereceğimi bilemeden sadece yüzüne baktım. Gözlerinde geçmişin anılarıyla bugünün minnettarlığı bir arada parlıyordu. İçim titredi. Konuşmaya kalksam, ağlayacak gibiydim. Pamir bunu fark etmişçesine, beni daha sıkı sardı. Başımı göğsüne yasladım, kalbinin ritmini dinledim. O güçlü, sakin atışlar içimi dinginleştiriyordu.
“Seninle aile olmak… Bunu anlatacak kelime bulamıyorum.” diye fısıldadı saçlarımın arasına. “Poyraz’la göz göze geldiğim her an, hayatımda doğru bir şey yaptığımı hissediyorum.”
Başımı göğsünden kaldırdığımda kalbim göğüs kafesime sığmıyor gibiydi. Parmak uçlarımda gezinen o ürkek heyecan, kelimelere dönüşmek için sıraya girmişti. Ama ne söylersem söyleyeyim, anlatamayacaktım tam olarak içimde taşıdığım mucizeyi, onunla paylaşmanın ne demek olduğunu… Bu öyle bir andı ki, zaman durmalıydı sanki. Soluklar yavaşlamalı, dünya bizim etrafımızda susmalıydı.
“Pamir.” dedim, gözlerinin içine bakarak. “Sana bir hediyem var.”
Başını hafif yana eğdi. Kaşlarının arasında beliren merak, o tanıdık sıcaklıkla birleşti. Küçük bir gülümseme oluştu dudaklarında. “Sizin varlığınız zaten en büyük hediye, daha ne olabilir ki?”
Gülümsedim. Konuşsaydım ağlayacak gibiydim çünkü. Komodine doğru ilerleyip üzerindeki hediye paketini alarak tekrar Pamir’e yaklaştım. Paket çok küçük görünüyordu ama ağırlığı o an evren kadar büyüktü içimde. Pamir içinde öyle olacaktı.
Pamir paketi aldı. Yavaşça, neredeyse kutsal bir şeye dokunur gibi dikkatli açtı. Önce kurdeleyi çözdü, sonra kutunun kapağını kaldırdı. Gözleri ilk anda yalnızca zıbına takıldı. Sade beyaz kumaş… Ama anlamı dünyalara bedeldi.
O an kelimeler bitti.
Pamir’in yüz ifadesi, sanki zamanın bir noktasında asılı kaldı. Duygular, bakışına hücum etti. Şaşkınlıkla karışık bir hayranlık… ardından gözlerini hızla bana çevirdi. Göz bebekleri büyümüştü. Dudakları aralandı ama hiçbir şey diyemedi. Yutkundu, boğazı kurumuş gibiydi.
“Artık babası olacağın iki kişi var…” derken sesimin titremesine engel olamadım. Pamir’in yüzü, aniden ağırlığını hissettiğim o kelimelerle dondu. Gözlerindeki parlaklık, bir anda derin bir sessizliğe dönüştü. Ellerini hafifçe titreyerek zıbına dokundurdu, parmak uçları minik kumaşın üzerindeydi ama onun taşıdığı anlamın ağırlığını tüm benliğiyle hissediyordu sanki.
“Devrim…” dedi sonunda. Sesi kısık, çatlak ama öylesine derindi ki kalbime işledi. Bakışları karnıma doğru düştüğünde gözbebeklerinin titreyişine şahit oldum. Bende ondan farklı değildim, ağlamak üzereydim. “Gerçekten mi?” diye sorguladığında güldüm. Onun için yine sürpriz olmuştu ama bu sefer benim için sürpriz değildi.
Başımı salladığımda güldü çocuksu bir mutlulukla. Elindeki kutuyu yatağa bırakırken hiç beklemediğim anda belimden kavrayarak beni havaya kaldırdı. Pamir’in kollarında yükselirken gözleri ışıl ışıldı, yüzündeki çocukça sevinç tüm yorgunluklarını ve sıkıntılarını unutturan bir neşe dalgası gibiydi. Kahkahaları odayı doldururken sanki içinden fışkıran mutluluğu kontrol edemiyordu. Beni kollarının arasında döndürürken benim kahkahalarımda eşlik etti onunkilere.
Yavaşça yere doğru indirdikten sonra elleriyle yüzümü avuçladı. “Hayatımda aldığım en güzel hediyeyi ikinci kez veriyorsun bana.” Derken sesinde minnet ve tarifsiz bir sevinç vardı. Heyecanını görmemek imkansızdı. Uzanarak dudağıma, yanağıma, alnıma, kısacası yüzümün her yerine dudaklarını bastırıp öperken gülüşüme engel olamadım.
Sonra bir an duraksayıp bakışlarını karnıma indirdi tekrardan. Önümde çömelip karnımla aynı hizaya geldiğinde derin bir nefes aldı ve ellerini nazikçe karnıma koydu. Ardından üzerimdeki tişörtü hafifçe kaldırıp dudaklarını henüz dümdüz olan karnıma bastırdı. Pamir’in dudakları tenime değdiğinde, içimde tarifsiz bir sıcaklık yayıldı. O küçük, nazik dokunuş sanki tüm evreni kucaklayan bir sevgiyle doluydu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes alırken yüzünde beliren huzur ve şefkat, o anın kutsallığını her kelimeden daha iyi anlatıyordu.
Karnımdaki minik hayatla kurduğu bu ilk bağ, onun babalığının en saf ve güçlü yansımasıydı. “Hayatımıza hoş geldin babacım.” Dudaklarından dökülen o küçük cümle, kalbime bıçak gibi saplandı. Gözlerim doldu, nefesim kesildi. Elimi saçlarına yaslarken hafifçe başını kaldırıp göz göze gelmemizi sağladı.
O bakışlarda, kelimelerin anlatamayacağı bir duygu seli vardı. Sözcüklere dökemediği kelimeler gözyaşı olarak gözlerine hücum etmişti. Diz çöktüğü yerden kalkarken yanağına doğru süzülen gözyaşına uzandım ve hızlıca temizledim.
“Seni öyle çok seviyorum ki.” Derken hisleri kalbinden taşarcasına derindendi sesi. Kollarını bedenime sararken burnunu saçlarımın arasına sokarak devam etti sözlerine. “Bana bu anı tekrar yaşattığın için ne kadar teşekkür etsem az.” Derken sesindeki minnet ve şefkat dalgası kalbimi sardı.
Kollarımı bedenine daha sıkı sararken karşılık verdim aynı içtenlikle. “Bende seni çok seviyorum.”
Birbirimize sarılmaya devam ederken Pamir benden ayrılarak merakla baktı yüzüme doğru. “Doktora gittin değil mi? Her şey yolunda.” Endişeli gözlerle gözlerime bakarken içini rahatlatmak istercesine gülümsedim. “Her şey yolunda merak etme, hiçbir sorun yok. 5 haftalıkmış henüz.”
“5 haftalık…” diye beni tekrar ettiğinde başımı salladım. Gittiği bir aylık operasyonun dönüşünden önce kesmiştim korunmayı sürprizim için. Pamir bir an için kendini sorgularken sorularına cevap olmak istercesine konuştum. “Bu sefer ben istedim bir bebeğimizin daha olmasını, sende istiyordun. O yüzden sürpriz olsun istedim.”
Bu cümleyle birlikte gözbebeklerinde bir yumuşama oldu. Dudakları hafifçe kıvrıldı ama o gülümsemenin içinde çok daha fazlası vardı: minnettarlık, sevgi, hayranlık ve tarifsiz bir bağlılık. Elim avuçlarının arasına aldığında parmakları titriyordu hafifçe. Sanki o küçücük haberi avuçlarında tutuyordu da düşürmekten korkuyordu.
“Nasıl istemem?” dedi usulca. Sesindeki o kısıklık kalbime işledi. “Senden bir parçam daha olacak…” gözlerime derin derin bakarken iç çekti. “Ben bu hayatta zaten bir senin sevdiğin adam olmayı çok sevdim bir de baba olmayı, şimdi hem sevdiğim kadınlayım hem de ikinci kez baba oluyorum. Daha güzel bir hediye daha alamazdım.” O cümlelerini söylerken aynı anda gözlerim doldu. Onun gözleri de benimkinden farklı değildi. Ama o gözyaşı acıdan değildi, mutluluktandı.
“İlkinde çok şey öğrendim. Ama şimdi bilerek, anlayarak, daha çok hissederek yaşayacağım bu süreci. Sana daha iyi bir eş, daha sabırlı bir arkadaş, daha hazır bir baba olacağım. Söz veriyorum.” Derken yanağımı sevdi. Yanağımı avuç içine yaslayarak gözlerinin en derinine baktım. “Sen zaten çok iyi bir babasın. Çocuklarımız senin gibi bir babaları olduğu için çok şanslılar.”
“Ve senin gibi anneleri olduğu içinde.” Diye ekledi Pamir. Elini karnıma götürerek nazikçe dokundu. “Burada atan minicik kalp… seni seçtiği için şanslı. Tıpkı Poyraz gibi. Tıpkı benim gibi.” Cümlesi içime büyük bir sıcaklığın yayılmasına neden olurken elimi elinin üzerine yasladım. “Tıpkı benim gibi…” dedim aynı onun cümlesiyle.
Pamir’in yüzünde hevesli bir tebessüm oluştuğunda gözlerinde gördüğüm o ifadeyle içim sıcacık oldu. Ardından sözlerime ekleme yaptım. “Bir sonraki kontrol 3 hafta sonra, o zaman kalp atışlarını daha net duyacağımızı söyledi doktor. Birlikte gideriz değil mi?”
“Bu anı asla kaçırmak istemem, burada olursam mutlaka birlikte gideriz.” Dediğinde burukça baktım gözlerine. Her zaman böyle bir ihtimal vardı ama şu an o ihtimalleri düşünüp bu anı gölgelemek istemiyordum. O yüzden tekrar konuştum. “Henüz kimseye söylemeyelim olur mu? En azından üç aylık olsun, o zaman söyleyelim.”
Pamir elleriyle yüzümü avuçlarken başını salladı. “Sen nasıl istersen güzel karım.” Dediğinde tebessümle baktım yüzüne. İçten içe korkuyordum, Poyraz’da yaşadığımız düşük tehlikesini bu bebeğimizde de yaşamak istemiyordum. O yüzden en azından üç aylık olup risk geçtiğinde söylemeyi istiyordum ki Pamir’de bunu anlamıştı. Onun da bu konuda tedirgin olduğunu biliyordum.
“Bence bu sefer kız olacak…” diyerek dikkatimi çeken Pamir ile gülüşüm büyüdü. “Öyle mi hissediyorsun yoksa öyle mi istiyorsun?”
“Hem öyle hissediyorum hem öyle olmasını istiyorum.” Dedikten sonra yanlış anlamaya mahal vermemek adına ekledi. “Erkek olursa yine çok severim, senden olan bir parçayı nasıl sevmem ki ben. Ama işte bu sefer farklı hissediyorum.” Dediğinde elimi yanağına yaslayarak yüzünü sevdim. “Henüz erken ama bilmiyorum, bende bu sefer kız gibi hissediyorum.”
“Geçen sefer bilmiştin.” Dediğinde iç çektim. Ne kadar hızlı geçmişti zaman. Poyraz dört yaşını doldurmuştu çoktan, beş yaşına girecekti. Şimdi yeni bir heyecan başlıyordu hayatımızda. “Belki bu seferde bilirim, kim bilir?” dedim zafer kazanmışçasına.
Ardından ekledim. “Poyraz ne tepki verir sence?” Bu konu aklımı kurcalıyordu biraz. Kardeşi olmasını ister miydi bilmiyordum. Bize hiç kardeşinin olmasını istediğini söylememişti. Halinden memnundu sanki. Pamir birkaç saniye duraksayıp cevap verdi soruma. “Başta istemeyebilir ama kardeşini çok sever ben eminim bundan. Ben bile kardeşimin olmasını çok istediğim halde doğduğunda kıskançlık yapmışım, Bora’da eminim öyledir. Zamanla onu benimser. Kıskançlıklar olur ama biz üstesinden geliriz.”
Biraz olsun içim rahatlarken konuştum. “Biz nelerin üstesinden geldik, bunun mu gelemeyeceğiz diyorsun yani?” dediğimde Pamir sesli bir biçimde güldü. Beni kendine çekip şakağımı öperken onayladı. “Aynen öyle diyorum. Hele bir sağlıkla doğsun da bebeğimiz her şey hallolur.” Derken avuç içini karnıma yasladı. Elimi elinin üzerine yaslayıp iç geçirdim.
Haklıydı, her şey zamanla hallolurdu. Biz birlikte olduktan sonra her şeyi hallederdik…
*****
Akşam yemeğinden sonra abimlere gelmiştik çaya. Bugün onun içinde özel bir gündü. İlk defa babalar gününü yaşıyordu ve ben onun bu ilkini yüz yüze kutlamak istemiştim. Işık’ın bizi çaya davet etmesi de güzel denk gelmişti. Evden içeri adımımı atar atmaz sıkıca sarılıp tebrik etmiştim. Düşündükçe duygulanıyordum, biz ne zaman büyümüştük de şimdi birbirimizin anneler gününü ve babalar gününü kutluyorduk.
Yaklaşık 3 yıl önce evlenmişlerdi abim ile Işık. Sinem ve Hakan’ın düğününden sonra onların da nişanı yapılmıştı. Sonra arayı açmadan düğünü de yapmıştık. Onun da hayatının aşkını bulup bir yuva kurması o kadar güzeldi ki. Kaldı ki Işık çok iyi bir insandı ve abimi tekrardan böyle güldürüp hayata döndürdüğü içinde ayrı minnettardım ona.
Yaklaşık 4 ay önce almıştık abimin baba oluş haberini. O kadar duygulanmıştık ki babamla. Annemin yanımızda olmayışıyla duygusallığımız daha da artsa da abimin baba oluşundaki sevinci bu duygusallığı alıp götürmüştü. Bana gönül defterini kapattığını söyleyen adam baba olacağının sevinciyle yanıp tutuşuyordu.
“Neler yapmışsın böyle.” Diyerek tezgâha bakarken Işık omuz silkti. “Bir şey yapmadım canım.” Bir şey yapmadığım dediği şeyle tezgâh dolmuştu. Sitemle ona doğru baktığımda karşılık verdim. “Aşk olsun yani, kendini çok yormuşsun. Bu zamanlarda insan çok yoruluyor, bir de bunlarla uğraşmışsın.”
6 aylık olmuştu yeğenim. Ayrıca cinsiyetinin de erkek olduğunu öğrenmiştik. Bu iş en çok Poyraz’ı sevindirmişti. Ege ile oynuyordu ama yine de kendi kuzeninin olması onu daha çok mutlu etmişti.
“Bora yardım etti, ben yapmadım ki hepsini.” Dediğinde gülümsedim. Abimin hakkını yiyemezdim bu konuda. “Bora beyin marifetli olduğunu unutmuşum.” Dediğimde Işık güldü. “Benden marifetli gerçekten.”
Başımı sallarken burukça baktım ona doğru. “Annemin hakkını yiyemem bu konuda. O erkek diye hiçbir şeye elini sürdürmemezlik yapmadı. Bana ne yaptırıyorsa ona da yaptırıyordu. Akşam yemeklerinde masayı toplatırdı mesela benimle. Abimde itiraz etmezdi. Sonra annemi izlerdik o bir şeyler yaparken. İkimizde bir şeyler kapmışız.” Şimdi bende Poyraz’ı öyle yetiştirmeye çalışıyordum çünkü olması gereken buydu. Hayat müşterekti.
“Ahu anne gerçekten çok düşünceli bir kadınmış, Bora’yı da seni de tanıdıkça daha iyi anladım bunu. Mekânı cennet olsun.” Dediğinde iç çekerek gülümsedim. “Âmin.” Ardından konuyu değiştirerek konuştum. “Çayları ben götüreyim, tabakları da alırız arkasından. Hadi gel içeri geçelim.”
Işık beni onaylarken çay tepsisini alıp mutfaktan çıktım. Salona girmeden Pamir’in sesini duydum. “Vur aslanım, hadi Poyraz at bana.” Playstation açmışlar maç yapıyorlardı. Daha Poyraz doğmadan kurdukları hayal şimdi gerçekleşiyordu. Işıkla birbirimize bakıp gülerken salona girdim.
Çayları servis edeceğim sırada Poyraz’ın önünde gördüğüm cips paketiyle birlikte elimdeki tepsiyi masaya bıraktım. Cips yemesi yasaktı. Çok fazla yediğinde kabarıyordu ve bu hafta zaten yemişti. “Pamir.” Diyerek kocama doğru baktığımda dudaklarını birbirine bastırıp mırıldandı. “Yakalandık…”
“Poyraz.” Diyerek oğluma baktığımda bakışlarını ekrandan çekmeden konuştu. “Güzelim annem.” Kurduğu cümleyle çatılı olan kaşlarım gevşerken kendimi gülmemeye zorladım. Pamir ve abimin hitabıyla kendisi de alışmıştı buna ve kendince bir tamlama kurmuştu. Özellikle kızdığım zamanlarda bunu söyleyip beni yumuşatmayı iyi biliyordu beyefendi.
“Devrim, ben aldım. Kızma güzelim.” Abim araya girdiğinde elimi belime yasladım. “Abi dokunduğunu biliyorsun.” Dediğimde abim mırıldandı. “Kıyamadım aslan parçama. Canı çok çekmiş.”
Dayı yeğen bazen beni çıldırtacak şeyler yapıyorlardı. Başımı iki yana sallarken Işık konuştu. “Aferin sana Bora, anneyle oğul arasına girilmez.” Dediğinde abim bu sefer ona baktı. “Öyle söyleme kalbim, dayı olmak çok zor bir bilsen. Kıyamıyorsun el kadar çocuğa.”
“Belli oldu biz bu konuda çok tartışırız seninle.” Dedi Işık ona doğru. Abim elindeki oyun kolunu bırakıp Işık’ın yanına ilerledi. Elindeki tabağı alıp yanağından makas alarak karşılık verdi. “Tartışmayız, tartışırsak da ben senin gönlünü almasını bilirim.” Dedikten sonra uzanarak yanağını öptü. Işık bu hamlelerle gülüp başını başka tarafa çevirirken mutlulukla baktım ikisine.
Sonra kendi meselem aklıma geldiğinde Pamir’e baktım. O da çoktan ayaklanmıştı. “Kızma birtanem, çok yemedi zaten.” Dedikten sonra cips paketini kaldırdı. Ardından da getirdiğim çay tepsisini alarak başıyla kanepeyi işaret etti. “Otursana sen.”
O meşhur hamilelik dönemi başlamıştı. Pamir’in her hareketimden bir mana çıkartacağı, sürekli endişeli olacağı o dönemler… Yine de seviyordum bu durumu. Ekstra ilgi hoşuma gitmese de hoşuma giden yerleri de vardı elbette.
Pamir çayları dağıttıktan sonra abimle birlikte mutfağa gidip hazır olan diğer tabakları da alarak yanımıza geldi. Poyraz masaya oturmuş hazırlanan tabaktan bir şeyler yerken bizde sohbet etmeye devam ettik.
“Eee başladı mı heyecan?” Pamir çayından içerken bir abime bir de Işık’a doğru baktı. Abim hızla başını salladı. “Başlamaz mı? Gerçi ben onun varlığını öğrendiğim anda heyecanlanmaya başladım ama şimdi doğum yaklaşınca gerçeklik yüzüme yüzüme vurdu.” Diyerek elini Işık’ın karnına doğru yasladı. Işık gülümseyerek elini abimin elinin üzerine yaslarken konuştu. “Hem heyecan hem de bir şey bilmemenin vermiş olduğu korku var bende.”
Haklıydı, aynılarını bende yaşamıştım. “İlk başta evet korku oluyor ama insanın destekçisi yanında olduğunda korku da uçup gidiyor zamanla.” Derken Pamir’e doğru baktım. İlk zamanlar bizde çok korkmuştuk bazı şeylerden ama sonra alışmıştık. Bakıldığında şimdi ikinci bebeğimize aynı şeyleri hissedecektik ama biraz daha rahat olacağımız bir gerçekti.
“İnşallah bakalım, hayırlısıyla bir doğsun da.” Dedi abim iç çekerek. O da tedirgindi. Bu dönemlerde baba adaylarında böyle gerginlikler, tedirginlikler oluyordu. Pamir’den biliyordum.
“Ellerine sağlık bu arada Işık, çok zahmet etmişsin.” Pamir tabağındaki salatadan yerken Işık’a baktı. Işık ise başını iki yana salladı. “Çoğunu Bora yaptı zaten, ben pek bir şey yapmadım.” Derken abimin yaptığı kaş göz hareketiyle gülüşümü tutamadım.
“Demek sen yaptın kayınço.” Pamir keyifle sırıtırken ekledi. “Tarifini verirsin artık.”
“Dalga geçme Pamir Efendi.” Dedi abim alaylı bir gülüşle. Ardından ekledi. “Karımı yoracağıma pasta da yaparım börekte.” Işık hayranlıkla abime bakarken benim de içim sevgi doldu. Böyle düşünceli adamlara sahip olduğumuz için şanslıydık.
Pamir küçük bir tebessüm ederken karşılık verdi. “Bir şey demiyorum zaten. Ellerinize sağlık. Poyraz bak dayın sen seviyorsun diye börek yapmış.” Diyerek Poyraz’a seslendiğinde Poyraz tabaktan başını kaldırıp dayısına doğru baktı. “Biliyor musun dayı, annem anlatmıştı ben karnındayken canı poğaça çekmiş annemin. Babam yapmış.”
“Öyle miymiş aslanım?” Abim tek kaşını kaldırırken Poyraz’a oradan da Pamir’e doğru baktı. Pamir ise gayet rahat bir tavırla elini oturduğum kanepenin arkasına yaslayarak konuştu. “E sen söyledin karımı yoracağıma pasta da yaparım börekte diye. Bende öyle yaptım.”
Abim bir an için ne diyeceğini bulamayıp duraksadığında dudaklarından dökülen cümleyle şaşırdım. “Helal lan sana.”
Pamir’de şaşırmış olacak ki elini kalbine yaslayarak bana doğru baktı. “Güzelim doğru söyle ben ölüyor muyum?” dediğinde bacağını dürtükledim. “Allah korusun.” O sırada Işık gülerek baktı bize. “Bende yanlış duydum sandım bir an.”
“Bizde doğru iş yapan tebrik edilir.” Dedi abim alayla.
Gülerek tabağımdakilerden yerken tekrardan Poyraz’ın sesini duydum. “Yenge, bebek ne zaman gelecek?” dediğinde Işık elini karnına yaslayarak okşadı. “Biraz daha var yengecim ama az kaldı. Şimdi o karnımda büyüyor.” Diye nazikçe konuştuğunda Poyraz’ın gözleri aralandı. “Karnında mı? Nasıl büyüyor?”
Oturduğu yerden merakla kalkıp Işık’ın yanına ilerlerken Işık, Poyraz’ın elini tutarak karnına yasladı. “Bak burada.” Dediğinde Poyraz birkaç saniye anlamaya çalıştı. Ardından muhtemelen bebek tekmelemiş olacak ki gözlerini kocaman açıp elini çekti. “Hareket etti! O senin içinde mi gerçekten? Ama oraya nasıl girdi o!?”
“Bebekler orada büyür ve doğar bebeğim. Sende öyleydin ve şimdi bak yanımızdasın. Kocaman oldun.” Diyerek Poyraz’a bakarken o hayretle bana bakmaya devam etti. Ardından Işık’a dönerek konuştu. “O büyüdüğünde ya karnın patlarsa?”
Duyduğum cümleyle boğazıma takılan kahkahamı zor yuttum. Işık gülerek Poyraz’a bakarken abim onu kucağına doğru çekip yanağını öptü. “Şuna bak şuna neler diyor.”
“Anne, ben doktor mu olsam?” Poyraz dayısının kucağından bana doğru bakarken başımı salladım. “Ol oğlum.” Dediğimde Poyraz dudak büzdü. “Ama sadece oyuncak bebeklere bakıcam. Gerçek bebekler ağlıyor, ben sevmem.”
Cümlesiyle bir an yutkunamadım. Bakışlarım Pamir’e kaydığında onun da bir an duraksadığını gördüm. Poyraz’ın henüz kardeşinden haberi yoktu. Abimin ve Işık’ın yanında, Poyraz’ın gerçek bebeklere dair korkusu ve çekingenliği bize gelecekte karşılaşacağımız zorlukların ipuçlarını vermişti. Henüz anlamlandıramadığım o his, tedirginlik olarak içime yerleşmişti.
Pamir elimi nazikçe tutarken kaşlarını hafifçe çatarak “Sorun yok,” dercesine bana güven verici bir bakış fırlattı. O an, kelimeler boğazımda düğümlendi; ne söyleyeceğimi, nasıl rahatlayacağımı bilemedim. İçimde hem sevgi hem de endişe vardı; Poyraz’ın küçücük dünyasında yaşanacak değişiklikler, bizim için ne kadar büyük bir yolculuk olacaktı acaba?
“Ee haftaya gidiyor muyuz pikniğe?” Abim ortamın havasını değiştirmek istercesine konuşurken bakışları bizim üzerimizdeydi. İkimizin duraksamasından bir şeyler olduğunu sezmişti sanki.
“Bizimkiler dünden hazırlar, ne zamandır denk gelmiyor diye söyleniyorlardı.” Diye karşılık verdi Pamir. Tüm tim ve aileleri olarak yazın belli zamanlarda pikniğe gidiyorduk. İşlerimizin arasında bir günü ailemize, sevdiklerimize ayırmak hepimize iyi geliyordu. “Yine konuşuruz yarın.” Diyerek Pamir’i onayladı abim.
Muhtemelen bir sonraki hafta sonu gitmeyi kararlaştırırdık. İlk gittiğimiz piknik dün gibi aklımdaydı. Şimdi ailemiz kalabalıklaşmıştı ve öyle daha keyifli oluyordu her şey. Eğleneceğimizden hiç şüphem yoktu…
◔◔◔
Piknik alanına vardığımızda emniyet kemerini çözerek aracımdan indim. Poyrazla Pamir benden önce davranıp çoktan bagaja doğru ilerlemişlerdi. Poyraz başına şapkasını takmış, koltuk altına futbol topunu almış piknik alanına doğru ilerlemeye başlamıştı bile.
Bagaja yaklaşıp sepeti alacağım sırada Pamir’in sesini işittim. “Ne yapıyorsun? Sakın aklından bile geçirme.” Derken uzanıp sepeti aldı. Ardından başıyla bagajda duran birkaç poşeti işaret etti. “Onları alabilirsin istiyorsan.”
“Başladık diyorsun yani.” Dediğimde Pamir başını omzuna doğru eğdi. “Öyle diyorum.” Dediğinde uzanarak poşetleri aldım. Pamir bagajı kapatırken bende piknik alanına doğru ilerlemeye başladım.
Neredeyse herkes gelmişti. Seray abla ile Ahsen çoktan masanın başına geçip salatayı yapmaya koyulmuşlardı. Azra ile Hira’da onlara yardım ediyorlardı. Onlar da çok büyümüştü. O bıcır bıcır halleri hala devam ediyordu ama küçüklük hallerinden çok farklılaşmışlardı. Sinem, Ece ile Ege’nin yüzlerine güneş kremi sürmekle meşguldü. Dilek, Ahsen ile Kürşat’ın oğulları Doruk’u kucağına almıştı ve Taner’de hayranlıkla onu izliyordu. Neva, Yiğit’in yanında çayın başındaydı.
Hepimiz neredeyse hayatımızı kurmuştuk. Neva ve Yiğit iki yıl önce sade bir nikahla evlenmişlerdi. Dilek ile Taner ise nişanlanmışlardı. Bir tek Soner kalmıştı aralarında bekar olarak ancak onda da bir şeyler olduğunu hepimiz biliyorduk. Elindeki telefona gömülüp gülümsemesinden belliydi.
Abim, Işık’ı hazırladığı hamağa oturtmuş kalkmaması için tembihliyordu. Hakan ve Ahmet abi mangalın başına geçmişlerdi. Bir tek Burçe ile Batuhan yoktu henüz.
“Hoş geldiniz.” Sinem’in neşeli sesiyle birlikte dikkatim dağılırken Sinem Poyraz’a ilerleyerek konuştu. “Teyzeye bir öpücük yok mu yakışıklı?” Poyraz direkt olarak Sinem’in yanına gidip onu öperken Sinem konuşmaya devam etti. “Oh özlemişim seni yakışıklım benim.”
Elimdeki poşetleri masaya bırakırken annesinin yanında dikilen ikizlere, Ece ve Ege’ye baktım. “E hani siz beni özlemediniz mi?” diyerek kollarımı açarken ikisi de koşturarak yanıma geldi. Yere doğru çömelip ikisine de sarılırken yanaklarından birer birer öptüm.
Ardından oynamaları için üçünü baş başa bırakarak Seray ablaların yanına doğru ilerledim. Yan yana duran Hira ve Azra’nın ortasına geçip kollarımı omuzlarına atarken konuştum. “Sizden naber fıstıklar?”
“Ne olsun Devrim yenge, tatilin tadını çıkarıyoruz.” Azra sevinçli bir şekilde konuşurken Hira onu onayladı. “Çok sıkılmıştık ama nihayet bitti.” Onların cümlelerine gülerek karşılık verirken Seray abla konuştu. “Ne oldu bu çocuklara anlamıyorum küçükken severlerdi okulu, şimdi bitsin diye gözlerinin içine bakıyorlar.”
“Okul sevilir mi be Seray abla?” dedi Ahsen hemen. Ardından ekledi. “Haklı çocuklar.” Derken Azra ile Hira’ya bakarak göz kırptı. İkili hemen kıkırdarken kollarımı onlardan çekerek konuştum. “Çoktan hazırlamaya başlamışsınız, bende şunları doğrayayım.”
Salata için getirilen malzemeleri doğramaya başladığımda yaklaşan araba sesiyle bakışlarım Batuhan’ın arabasına takıldı. Burçe arabadan inerken Batuhan’da bagajdan poşetleri alarak elini Burçe’ye uzattı. İkisi el ele gelirken gülümsedim. Onları da evlendirmiştik. Biraz ağrılı bir süreç olsa da onların ilişkisi de evlilikle sonuçlanmıştı.
Burçe savcılık sınavını kazandıktan sonra düğünlerini yapmıştık. Düğünde her kız evinde olduğu gibi hüzün baskın olmuştu. Hele ki Pamir kuşak merasiminden sonra daha da bir duygulanmıştı. Yine de kardeşinin mutluluğuyla mutlu olmuştu ama aynısını isteme günü için söylemek mümkün değildi…
Flaschback
“Pamir, Poyraz’ı alsana iki dakika hayatım.” Poyraz’ı emzirdikten sonra üzerimi düzelterek odadan çıktım ve salondaki kocama doğru seslendim. Evde büyük bir gerginlik söz konusuydu. Bakışlarım Pamir’i ararken salondan çıkan abim ile tekrar konuştum. “Pamir nerede?” dediğimde abim sırıttı. “Kendisi gelinden daha stresli olduğu için balkonda. Duymamıştır seni. Sen ver paşamı bana.”
Poyraz’ı abime doğru uzattıktan sonra meraklı bir şekilde balkona ilerledim. Balkondaki demirlere elini yaslamış dışarıyı izleyen Pamir’i gördüğümde konuştum. “Sevgilim, sen ne yapıyorsun Allah aşkına burada?”
Pamir sesimle birlikte bana doğru bakarken beyaz gömleğinin yakalarını çekiştirdi. “Damadı bekliyorum, ne yapacağım?” diyerek göz devirdi. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken mırıldandım. “Kuşlar stresli olduğun için burada olduğunu söyledi ama.” Dediğimde Pamir gözlerini kısarak baktı yüzüme. “Bora değil mi, ona da eğlence çıktı.”
Ona doğru yaklaşıp ellerimi gömleğinin yakalarına yasladığımda o da belimi kavradı. “Bu kadar stres olacak ne var, onlar kızı isteyecek bizde vereceğiz.” Dediğimde Pamir kaşlarını çattı. “Ne kadar kolay söylüyorsun öyle?” dedikten sonra iç çekerek ekledi. “Bora’ya hak vereceğimi hiç düşünmezdim.”
“Abim bunu duysaydı keşke, zevkten dört köşe olurdu.” Dediğimde Pamir alayla konuştu. “O zaten zevkten dört köşe şu an. Sen hiç merak etme.”
Dakikalar sonra misafirler geldiğinde herkes salona dizilmişti. Burçe’nin isteme merasimi için bizim evde toplanmıştık. Biraz zor sığmıştık ama neticede sığılmıştı. Batuhan’ın anne ve babası Suzan Hanım ve Kemal Bey, hemen Halide hanım ve Serhat babanın karşısında oturuyorlardı. Tim üyeleri ve onların yakınları olarak bizler de buradaydık.
“Gerim gerim gerildim. Kendi istememde böyle hissetmemiştim.” Sinem kulağıma fısıldadığında dudaklarımı birbirine bastırarak fısıldadım. “Bende.”
“Eee Batuhan daha daha nasılsın?” Pamir’in sorusuyla birlikte Batuhan utangaç bir şekilde baktı Pamir’e doğru. “İyiyim ko-“duraksadıktan sonra tekrar konuştu. “İyiyim abi. Sen nasılsın?” dediğinde Pamir omuz silkti. “İyi diyelim iyi olsun.”
Herkes birbirine bakarken bu gergin havanın ne zaman dağılacağını sorguladım kendi kendime. Abim sanki bunu kendi üstlenmiş gibi konuştu. “Batuhan, Pamir’in en sevdiği askeridir. Şimdi kardeşini verirken gözü hiç arkada kalmayacaktır.” Kaş göz işareti yaparak Pamir’e bakarken Pamir ters bir ifadeyle baktı abime.
“Aşk olsun komutanım, Batuhan mı en sevdiğiniz? Alacağınız olsun.” Yiğit tripli bir şekilde konuşurken Pamir gözlerini kapatarak sabır çekti içinden. O sırada Hakan girdi araya. “Çok sever, öyle çok sever ki tuvaleti bile diş fırçasıyla temizletti.”
“Ne?” Suzan hanım şaşkınlıkla oğluna ardından Pamir’e bakarken Batuhan mırıldandı. “Hepsi gerekli olan şeylerdi, severek yaptım. Eğitim gibi düşün anne.” Ama bunu istemeyerek söylediği o kadar belliydi ki. Bir yandan Pamir’e bakıyordu bir yandan da annesine durumu anlatmaya çalışıyordu. Bizimkilere de eğlence çıkmıştı bu durumdan.
“Yani anlayacağınız Pamir çok mutlu kardeşiyle Batuhan için.” Hakan tekrar konuştuğunda Pamir bu sefer tersçe ona baktı. “Durun bakalım, hemen moda girdiniz sizde. Bir kızı bin kişi ister bir kişi alır sonuçta.” dedi Pamir ağır ağır, bakışları odanın tam ortasında Batuhan’a kilitlenmişti.
O anda Batuhan’ın yüzü yavaş yavaş solmaya başladı. Önce hafifçe donuklaştı, sonra adeta bir fırçayla üzerine beyaz boya sürülmüş gibi bembeyaz oldu. Dudakları titreyerek hafifçe aralandı ama çıkacak kelimeyi tutmaya çalışıyordu.
“Yüzükten önce canı çıktı çocuğun.” Işık’ın cümlesiyle gülmemek için kendimi zorlarken Işık ekledi. “Serum taksam kurtarır gibi, ne dersiniz?” Sinem bıyık altından gülerek ekledi. “Sen malzemeleri hazırlamaya başla.”
“Yani…” dedi Batuhan duraksayarak. Bir an ne diyeceğini bilemedi. Burçe’ye baktı bir an için. Burçe dudaklarını büzmüş Batuhan’a bakarken Batuhan devam ettirdi sözlerini. “Yani benimdir inşallah o bir kişi.” Batuhan’ın bu cümlesine karşılık Pamir keskin gözlerini ondan ayırmadı.
“Hayır oğlum, sen beş yüz doksan sekizincisin. Kurayla sen çıktın.” Soner’in cümlesiyle elimi ağzıma kapatıp gülüşümü saklarken başımı eğdim. Ancak onları bu durumdan kurtarmam gerektiğinin de bilincindeydim.
“O zaman kahveleri yapalım biz, nasıl içersiniz?” diyerek oturduğum yerden kalkarken Halide Hanım bu anı bekliyormuş gibi onayladı beni. “Hah bin yaşa kızım, kahveler tabi ya.” Herkes ortamdan gerilmişti ve ne yapacağını şaşırmıştı.
Suzan Hanım ve Kemal beyin nasıl içtiğini öğrenip mutfağa girdiğimizde gülüşümü tutmadım bu sefer. Gerçekten çok komik bir haldeydik. “Kıyamam Batuhan nasıl renkten renge giriyor.” Sinem gülerken Burçe sitemle konuştu. “Ya dalga geçmesenize, size de eğlence çıktı. Zevk alıyorsunuz resmen.” Dedikten sonra bana doğru baktı. “Yenge ya, abim bir sorun çıkartacakmış gibi davranıyor.”
Yapar mı öyle şey der gibi gözlerime bakarken tebessüm ettim. “Merak etme, her şey güzel olacak.” Dedikten sonra ekledim. “Hadi kahveleri yap sen. İçerideki havayı dağıtalım.”
Burçe kahveleri yapmaya başlarken bende hazır olan bardaklara su doldurmaya başladım. Burçe kahveleri yaparken Işık konuştu. “Tuz atıyor muyuz?” Burçe ona doğru bakarken dudaklarını büzdü. “Kıyamam ki ben ona. Zaten ne yolları aşıp geldik atmayalım.” Dediğinde Sinem karşılık verdi. “Haklı ama keyfi de çıkmaz öyle sanki.”
“Çıkmayıversin Sinem abla ya, zaten stresten titriyorum.” Burçe’nin titreyen ellerine bakarken elimi koluna yasladım. “Hadi sen bir elini yüzünü yıkayıp gel, kahveleri biz götürürüz. Sende Batuhan’ınkini alıp gelirsin.” Dediğimde Burçe beni onayladı.
O mutfaktan çıkarken bende hazır olan kahveleri fincanlara koydum. Kalabalık olduğumuz için üçümüz birer tepsi alıp mutfaktan çıktık. Batuhan’ın kahvesi tekli tepsideydi. İçeri girdiğimizde ilk dikkatimi çeken Pamir’in burada olmamasıydı. Yine de umursamadan kahveleri dağıtıp yerime geçerken Pamir’de yanımdaki yerini aldı.
“Neredeydin?” diye kulağına doğru fısıldadığımda karşılık verdi. “Poyraz ağlıyor gibi geldi, ona baktım. Ama mışıl mışıl uyuyor.” Dediğinde küçük bir tebessüm ettim. Pamir’de o görüntüye benim gibi içi gidermiş gibi gülümserken Burçe girdi elinde kahve tepsisiyle.
Batuhan’ın önüne tepsiyi koyarken aralarında bir bakışma gerçekleşti. Ardından Burçe yerine geçerek oturdu. Herkes kahvesini yudumlarken bakışlar Batuhan’ın üzerineydi ancak Burçe tuz atmadığı için bakışları biraz boşunaydı.
Ya da biz öyle sanıyorduk. Çünkü Batuhan kahveyi içtiği anda yüzünü buruşturdu. Yutkunmaya çalışırken gözlerini kapattı. Sanki biraz sonra içtiği şeyi çıkaracakmış gibi dururken Burçe, Sinem, Işık ve ben birbirimize baktık. Bir şey katmamıştık ki.
O sırada abim mırıldandı. “Hayırdır tuzlu mu geldi aslanım?” İmalı bir şekilde konuşurken Batuhan ağzındakini yutmuş olacak ki genzini temizledi. “Tuz mu limon mu, tam anlamadım.”
“Hem tuz hem limon, yarasın.” Pamir’in verdiği cevapla şaşkınca ona doğru bakarken Pamir keyifle sırıttı ve kahveyi işaret etti. “Burçe’nin elinden zehir olsa içmez misin?”
“Abi.” Burçe itiraz ederken Pamir ona bakmadı bile. Bakışları tamamen Batuhan’daydı. Sanki “Bu işin altından kalkabilecek misin?” diye sınar gibiydi. Batuhan, yüzünde hem çaresizlik hem de kararlılık karışımı bir ifade ile mırıldandı. “İçerim…” Beklemeden kahveyi dikerken içim acıdı.
Burçe yüzünü buruşturup bakarken Halide hanım Pamir’e doğru konuştu. “Oğlum ne yapıyorsun sen?” Kaş göz işareti yaparak konuştuğunda Pamir omuz silkti. “Hepimiz içtik o tuzlu kahveleri ya da acı lokumları yedik. Ne yapıyormuşum?” İmalı bir şekilde abime bakarken abim sırıttı. Pamir’in o hali aklına gelmiş olmalıydı.
Pamir devam etti sözlerine. “Hem hayat sadece tatlı değil neticede, acısıyla, ekşisiyle var olan bir şey. İlişkilerde öyle, şimdiden alışsın.” Kendince yaptığı açıklamayla birlikte Kemal bey güldü. “Pamir oğlum doğru söylüyor, zamanında hepimiz içtik. Batuhan’da içsin. Bir kere olan bir şey neticede.”
“Kemal ne diyorsun sen?” Suzan hanım eşine çıkışırken oğluna baktı üzüntüyle. Ardından su bardağını uzatarak su içmesini sağladı.
Kemal bey kahvelerin içilmesiyle birlikte söz girdi. “Madem kahvelerimizi içtik o zaman gelelim asıl meselemize.” Derken Serhat babama baktı. Serhat babam yerinde toparlanırken Kemal bey devam etti sözlerine. “Allah’ın emri peygamberin kavliyle kızımız Burçe’yi, oğlumuz Batuhan’a istiyoruz.”
Ortamda bir sessizlik olurken Serhat babam genzini temizleyerek konuştu. “Batuhan sevdiğimiz bir evladımız, saygılı, efendi. Ama ben çocuklarımın da düşüncesini önemserim. O yüzden onlara da sormak istiyorum. Burçe.” Diyerek ilk kızına baktığında Burçe heyecanla baktı babasına doğru. Başını belli belirsiz sallarken cevap verdi. “İstiyorum baba.”
O an Batuhan’ın derin bir nefes verdiğini görürken Serhat babam burukça baktı kızına. Ardından bakışları Pamir’e kaydı. “Oğlum, sen ne diyorsun bu işe? Batuhan’ı bizden daha iyi tanıyorsun.” Dediğinde Pamir iç çekti.
Yerinde doğrularak direkt olarak Batuhan’a baktı. Öyle bir bakıştı ki bir an sorun çıkartacak sandım. Batuhan neredeyse yerinde titreyecek duruma gelmişti, Burçe ağlamaklı gözlerle bakıyordu abisine. Pamir o sırada bakışlarını yumuşatarak konuşmaya başladı.
“Batuhan’ı buradaki herkesten daha iyi anlıyorum. Hem komutanı olarak hem bir abisi olarak yaşadığı her bir duyguyu biliyorum. Onun yaşadığı her zorluk, her endişe, her heyecan benim de içimde bir yerlerde var. Çünkü onunla sadece savaş alanlarında değil, hayatın her anında beraber yürüdüm. Onun cesaretini, kararlılığını ama aynı zamanda kalbindeki kırılganlığı da gördüm.”
Pamir’in sesi biraz daha yumuşadı, gözlerinde abilik sıcaklığı belirdi. Herkes nefesini tutmuş onu dinliyordu. “Batuhan’ın bu kararı kolay vermediğini biliyorum. Aşk, bazen en büyük savaş gibidir; planlanmaz, beklenmez ama içinden çıkılmaz bir hal alabilir. Aynılarını yaşadım.” Derken bana doğru baktı. İstemsizce gözlerim dolarken dizlerinin üzerinde duran eline elimi yasladım. Pamir benim elimi kavrayıp gözlerimin içine baktıktan sonra tekrar Batuhan’a döndü.
“Burçe kırılgandır, narindir. Görünüşte güçlü durur ama içinde ince bir yumuşaklık saklar. Onun bu hassasiyeti, aslında en büyük gücüdür. Çünkü yüreğiyle hisseder, kalbiyle anlar. Bu yüzden bazen korkabilir, bazen çekinebilir; ama sevdiğine olan inancı, bütün endişelerini yener.” Derken kardeşine doğru baktı sevgiyle. Burçe’nin gözleri doldu, dudakları hafifçe titredi. Birkaç saniye içinde gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.
Eliyle hızla onları temizlerken abisine baktı tebessümle. Pamir ona tebessüm ettikten sonra tekrar Batuhan’a bakarak konuştu. “İkinizin bu anlamda birbirini tamamlayacağından şüphem yok, geç kalmış olsan da karşıma geçip kararlarının arkasında durman bendeki yerini zaten sağlamlaştırmıştı. Umarım hep bu şekilde birbirinizin arkasında, yanında, her anında birlikte olursunuz.”
Pamir her ne kadar burukta olsa ikisine de tebessümle baktı. Bu kadar anlamlı şeyler söyleyeceğini biliyordum zaten. Kıyamazdı asla kardeşine. İlk başta öğrendiği zaman elbet zorluk çekmiştik ama şimdi o da farkındaydı aşk her şeyi yenerdi.
“O zaman hayırlı olsun.” Kemal bey sevinçle konuşurken Suzan Hanım ekledi. “Yüzükleri takalım o halde.”
Herkes ayağa kalkarken masanın üzerindeki nişan tepsisini alarak Burçe ve Batuhan’ın yanına geçtim. Yüzükleri Serhat babam takacaktı. İlk önce kızının parmağına yüzüğü geçirdikten sonra Batuhan’ın parmağına yüzüğü taktı ve kırmızı kurdeleyi kesmeden önce konuştu. “Hep mutlu olun, elleriniz hiç ayrılmasın inşallah.”
Kurdelenin kesilmesiyle herkes alkışlarken Batuhan nazikçe Burçe’nin yüzünü avuçlarının arasına alarak alnını öptü. Alkış sesleri daha da artarken tebessümle izledim onları. Mutlu olmayı çok hak ediyorlardı.
Pamir’e doğru baktım sonra. O an yüzünde karmaşık duyguların bir arada dans ettiğini gördüm. Ağırbaşlı duruşunun arkasında bir burukluk vardı; sanki içinde, hem sevgiyle büyüttüğü bu ailenin yeni bir döneme adım attığını kabullenmenin hüznü, hem de gururun tatlı bir karışımı vardı. Tebessüm ederek Burçe ile Batuhan’a bakarken bakışları bana kaydı ve gülüşü daha da büyüdü.
Ardından dikkati, Burçe’nin ona doğru yaklaşmasıyla dağıldı. Kardeşiyle arasında kelimelerden çok daha fazlasını anlatan bir bağ vardı; yılların getirdiği güven, sevgi ve bazen sözcüklere dökülemeyen anlayış… İkisi birbirine sıkıca sarılırken Pamir’in koruyucu kollarında Burçe sanki çocukluğuna, o neşeli, kırılgan ama bir o kadar da cesur günlerine dönüyordu.
O an gözlerim doldu, içimde hem bir mutluluk hem de tarifsiz bir huzur yükseldi. Çünkü biliyordum ki, bu sarılış sadece bir kardeşliğin değil; aynı zamanda hayatın zorluklarına birlikte göğüs geren, omuz omuza duran iki ruhun sessiz bir sözleşmesiydi.
Ben nişanlanırken, abimle benzer anları yaşamıştık; o güçlü, koruyucu bakışlar, sessiz destekler ve kalpten gelen sessiz dualar… Pamir ve Burçe’nin arasında öyle bir bağ vardı ki, kelimelere gerek kalmadan her şey anlaşılıyordu. Orada o an, sadece iki insan değil; hayatın tüm sınavlarında birbirine sığınan iki kardeş duruyordu. Ve bu bağ ne mesafelerle ne zamanla ne de zorluklarla kopacak gibi değildi.
Flaschback Son
“Hele şükür gelebildiniz Batuhan bey, mangal hazır etler yok.” Yiğit hafif sinirli bir şekilde söylenirken Batuhan karşılık verdi. “Geldik işte Yiğido, patlama.”
Batuhan mangalın başına ilerlerken Burçe bizim yanımıza doğru geldi. “Hoş geldiniz.” Yanaklarımızı birbirine değdirerek selamlaştık. “Hoş bulduk.” Burçe benden sonra herkesle selamlaştıktan sonra yardım etmeye koyuldu.
O sırada Işık yanımıza geldiğinde konuştum. “Yengecim sen şöyle otur.” Diyerek bankı işaret ederken Işık göz devirdi. “Otur otur sıkıldım yahu.” Masadakiler olarak gülerken Dilek ona karşılık verdi. “Sen sıkılmış olabilirsin ama Bora abinin bakışları öyle söylemiyor.” Dediğinde Işık geriye doğru dönerek abime baktı.
Abimle göz göze geldiklerinde aralarında sözsüz bir bakışma geçti. Işık derin bir nefes vererek otururken mırıldandı. “Şu çocuk hayırlısıyla bir doğsun, başka çocuk istemiyorum gerçekten.”
Gülerek Işık’a bakarken Neva konuştu. “Seray ablayla Sinem o işi bir kerede hallettiler. Öylesi daha mı iyi acaba?” dediğinde Sinem başını iki yana salladı. “Gel bir de bize sor. Biri bir kolumda diğeri diğer kolumda, öyle zordu ki.”
“Büyüyünce unutuyorsun da onları büyütmek ayrı emek. O yaşımda saçlarımda aklar çıkmıştı.” Seray abla Sinem’i onaylarcasına konuştuğunda gülümseyerek dinledim ikisini. Eminim çok zordu. Seray ablaya şahit olamamıştım ancak Sinem’in her anına şahittim. Doğumdan itibaren her an onlar için çok zorlu geçmişti.
“Tabii gözünüz korkmasın.” Diye devam etti Seray abla. Neva’ya, Dilek’e ve Burçe’ye baktıktan sonra tekrar konuştu. “Bakımları zor olsa da canımız onlar bizim. Çok güzel bir duygu.”
“Kısmet bakalım.” Dedi Neva küçük bir tebessümle.
“Hadi aslanım, at topu!” Pamir’in sesiyle dikkatim dağılırken bakışlarımı onlara çevirdim. Poyraz, Batuhan ve Soner üçlü bir şekilde topla oynuyorlardı. Pamir dışarıdan tezahürat yapıyordu. Doruk’ta Ege’de henüz küçük oldukları için topla oynayamıyordu bu yüzden Poyraz timdekilerle oynayabiliyordu ancak.
Poyraz topu sürerek kaleye doğru attığında Batuhan’ın hemen kenarından geçip top kaleye girdi. “Gol be! Gol!” Poyraz koşarak babasına gittiğinde Pamir onu koltuk altlarından tutuk kaldırdı. “Aslanım benim.”
Onları gülerek izlerken Hakan’ın sesini işittim. “Ulan Pamir, gelsene buraya! Kitledin bize mangalı kendin maç izliyorsun!”
“Bora dünden hazırdı mangala, pişiriyor işte.” Diyerek abime doğru baktı Pamir. Abimde ona bakarken göz devirdi. Ardından elindeki mangal yelpazesini sallamaya başladı.
“Pamir abimle Bora abim her zamanki gibi.” Dedi Burçe gülerek. Işık onayladı. “Onların en sevdiği aktivite bu, böyle zevk alıyorlar hayattan.” Işık’a katılırcasına gülerken ekledim. “Dua et Pamir Batuhan’a bulaşmıyor.”
“Aman sustum ben.” Dedi Burçe hızla. Ardından soluklanan yeğenine doğru ilerlemeye başladı. “Halacım, gel bakayım bana.” Diyerek kollarını açarken Poyraz koşarak halasına ilerleyip kollarının arasına girdi. Burçe onu kucağına alıp yanağını öperken Poyraz’ın Batuhan’a doğru dil çıkardığını gördüm.
“Poyraz, ne yapıyorsun oğlum.” Diye uyardığımda Poyraz hareketini düzeltti. O sırada Batuhan’ın mırıltısını işittim. “Hep Pamir abi öğretiyor bunları biliyorum. Resmen çocuk benden nefret ediyor.” Onun sitemli sesine karşılık Pamir Batuhan’a doğru seslendi. “Duyuyorum.”
Burçe, Poyraz’ı kucağından indirirken abisine doğru konuştu. “Haksız değil şimdi abi yani.” Dediğinde Pamir, Poyraz’ın omzuna elini yaslayarak konuştu. “Çocuk kimi seveceğine kendi karar veriyor ben ne diyeyim.” Dediğinde yanlarına ilerledim ve araya girdim. “Unutma benim de bir yeğenim olacak, o zaman sende bozulmayacaksın hayatım.”
Pamir bunu daha yeni fark ediyormuş gibi bir an için duraksadığında abimden laf gecikmedi. “Etme bulma dünyası be damat.”
Hepimiz abimin söylediğine gülerken işlerimizin başına geçtik tekrardan. Mangalın kokusu yayıldıkça karınlarımız da açlık marşı çalmaya başlamıştı. Pamir, Hakan ile Ahmet abiden mangalı devralmıştı ve Batuhan’la mangalın başında el ele çalışmaya çalışıyorlardı. Tabii el ele dediğime bakmayın, Batuhan etleri diziyor, Pamir ara ara çeviriyor, arada da Batuhan’ı “çok pişirme, kurutuyorsun” diye uyarıyordu.
Bizde bu sırada masaya getirdiklerimizi diziyorduk. Masamız resmen minyatür bir ziyafet sofrası gibiydi. Dilek’in getirdiği kısır hâlâ sıcaktı, Seray ablanın zeytinyağlı sarmaları milimetrik dizilmişti. Işık’ların getirdiği içecekler masanın başındaki yerini almıştı. Benim ve Neva’nın yaptığı mezeler masaya özenle yerleştirilmişti. Sinem’de ekmekleri hazırlıyordu.
Yemek zamanı geldiğinde Pamir elinde maşa, suratında aşırı ciddiyetle etleri dağıtmaya başladı. “Bu iyi pişmiş bak, size veriyorum.” Diyerek Işık’ın tabağına koyduktan sonra diğerini de benimkine bıraktı. Ardından diğerlerini dağıtırken ekledi. “Batuhan sağ olsun biraz kurutmuş ama.”
Batuhan’a takılmadan edemezken Batuhan başını iki yana salladı ve iç çekti. Pamir etleri dağıtıp benim yanıma geçtiğinde herkes yemeğe başladı. O sırada Neva çatalını bırakıp konuştu. “Yani bu etler güzel olmuş ama şu közde biberleri kim yakmış böyle? Kömür gibi.” Diyerek çatalıyla kaldırdığında Pamir hemen Bora abime baktı. “Bak işte, ben dedim sana başında dur diye.”
Abim, gözlerini devire devire cevap verdi. “Kardeşim, ben sana bir şey dersem, ‘Bora çok karışıyorsun’ diyorsun. Karışmazsam suç bende, anlamadım ki ben bu işin kuralını.” Sıkıntıyla şikayet ederken Taner karşılık verdi. “Boş ver Bora abi, sen bildiğini yap.”
“Taner’in Bora sevdası beni bitiriyor.” Soner’in cümlesiyle birlikte abim Taner’e bakarak göz kırptı. “Kıskanmayın kıskanmayın.”
Gülerek ikisine bakarken Pamir’in bana doğru eğildiğini hissettim. “Biraz daha vereyim mi sana? Bak şuna uzanamıyorsun.” Diyerek sarma tabağını önüme doğru uzattı. Çok sevdiğim için birkaç parça alıp tabağıma koydum ve yemeye başladım.
Pamir benden sonra diğer tarafında oturan Poyraz’a dönerek baktı. Poyraz kendine ekmek arası hazırlamış gayet rahat bir şekilde yiyordu.
“Biz ne zaman şu aşamaya geçeceğiz acaba?” Sinem Poyraz’a baktıktan sonra bir de yanındaki oğluna baktı. Daha küçük olduğu için kendisi yiyemiyordu. “O da büyüyecek annesi.” Dedim hemen Ege’ye bakarak. Sinem iç çekti. “İnşallah be Devrim.”
Tam o sırada Hakan’ın sesini işittim. “Lan!” Neye bu kadar tepki verdiğini anlamaya çalışırken Poyraz’a baktığını görerek bende Poyraz’a baktım. Poyraz yanında oturan Ece’nin dudağının kenarına bulaşan ayran lekesini siliyordu peçeteyle. Ama o kadar itinayla yapıyordu ki bunu sanki karşısındaki kırılacak bir şeydi.
Hakan’ın "Lan!" çıkışına rağmen Poyraz hiç istifini bozmadı. Aksine, peçeteyi biraz daha dikkatli tutup son lekeyi de aldıktan sonra hafifçe gülümsedi. “Tamam oldu.” dedikten sonra da peçeteyi usulca masanın kenarına koydu.
Masadaki herkes bir anlığına sessizleşmişti. Pamir ile gülümseyerek göz göze geldiğimizde Poyraz’ın arabada söyledikleri gelmişti ikimizin aklına da. Sinem önce şaşkın şaşkın Poyraz’a, sonra Ece’ye baktı. Ece hiçbir şey olmamış gibi ayranını içmeye devam ediyordu. Olayın farkında bile değil gibiydi.
Hakan ise hâlâ olayın şokundaydı sanki. Kıskançlık damarları kabarmıştı. “Poyraz, ne yapıyorsun oğlum sen?” dediğinde Poyraz gayet sakin bir şekilde minik omuzlarını kaldırdı. “Yüzü kirlenmişti. Annem öyle olunca hemen sil diyor.”
Masadan bir “Ayyyy…” dalgası yükseldi. Işık elini kalbine götürdü, başını yana eğdi. “Bu çocuk beni öldürecek.” Dediğinde Dilek aynı şekilde karşılık verdi. “Poyraz doğru yoldasın yengecim.”
Burçe dudaklarını ısırarak güldü. “Şunun yaptığı harekete bak. Düğün videosuna koyarız artık.”
“Ne düğünü, saçmalamayın.” Dedi Hakan hırsla. Burçe’ye kaş göz hareketi yaparken Batuhan araya girdi. “Şimdi kusura bakma Hakan abi ama düğün videolarına koysak herkes erir biter.”
Masadan bir “Ayyy Batuhan!” dalgası daha yükseldi. Neva hemen destek verdi. “Vallahi ben ilk ağlayan olurum. Müzik eşliğinde yavaş çekimde gösteririz o sahneyi, fonda da bir Sezen Aksu çalar...”
Pamir başını salladı, bir yandan Poyraz’a bakıyor bir yandan gülüyordu gururlu bir baba edasıyla. “Bak şimdi ben de tarafsız kalamayacağım, bizim oğlanın tarzı var. Yani centilmenliğin kitabını yazmış gibi.”
Hakan yüzünü ellerinin arasına aldı, resmen hayatının film fragmanını yaşıyor gibiydi.
“Allah aşkına yapmayın ya… Daha çocuk bunlar. Küçücük! Ne düğünü ne videosu? Bu kadar da abartılmaz ki!”
Ben gülerek araya girdim. “Hakan, bak sinirlenme ama çocuk sevdiği kızın peçeteyle ayran lekesini silmiş. Bu sahne Netflix’e dizi olur. Hatta bir sezonluk hikâye çıkar.” Üstüne giderek konuşurken Işık kahkaha attı. “Bölüm 1: ‘Ayran ve Kalpler’… Başrolde: Poyraz, Ece ve Hakan’ın panik atakları.”
Sinem sessizce kızı Ece’ye baktı. Ece hiçbir şeyden habersiz, pipetiyle ayranını karıştırıyordu hâlâ. Sonra eşine dönüp sakin bir tonla konuştu “Hayatım, rahatla biraz. Biraz da gülümse be adam. Bak çocuklar büyüyor, anılar birikiyor... Ne güzel bir şey bu.”
Hakan gözü seğirerek baktı Sinem’e. “Benim zaten çocuk büyütürken içim dışıma çıktı. Şimdi bir de evlilik planı konuşuluyor, iki yaşında daha!”
“Plan değil, fragman,” dedim. “Asıl film 20 yıl sonra vizyona girer, merak etme.” Bu sefer masada daha büyük bir kahkaha tufanı döndü. Ahmet abi, Pamir’e bakarak ekledi. “Pamir’deki gururu görüyor musunuz? Nasıl belli ama Poyraz’ın onun oğlu olduğu.”
“Ahmet abi sende olmasan kimse takdir etmeyecek beni.” Pamir gururla Ahmet abiye bakarken bende güldüm. O sırada Yiğit ekledi. “Bakın, ben şahidim bu sahne gönüllere işledi. Hatta isterseniz Poyraz için YouTube kanalı açarız. ‘Minik Centilmen: Bölüm 1 – Ayran Lekesi ve Romantizm’.”
“Bölüm 2 de Ece’nin peçeteyle karşılık verdiği an olur.” dedi Burçe kahkahasını tutamadan.
Poyraz’da Ece’de ne olduğunu pek anlamayıp bize bakarlarken biz Hakan’ı sinir etmek uğruna aklımıza gelen her senaryoyu yazıyorduk. O da her seferinde daha da sinir oluyordu.
Yemek faslı bittiğinde hepimiz daha gölgeli bir alana çekildik. Güneş yavaştan batıya süzülmeye başlamıştı, rüzgâr ise çimenlerin üzerinden tatlı tatlı esiyordu. Karnımız doymuş, gülmekten yanak kaslarımız tutulmuştu ama belli ki kimsenin kalkmaya niyeti yoktu.
Seray abla semaverden sıcak çayları doldururken Sinem’de tatlıları da masaya yerleştiriyordu. Elmalı kurabiyeler, browni dilimleri, Ahmet abinin “klasik baba işi” dediği kare çikolatalı kek, Burçe’nin marketten alıp “Ben yaptım sayılır” diye sunduğu cheesecake… Ortalık tatlı kokusuyla dolmuştu.
“Azra! Hira!” diye seslendi Seray abla. “Tatlı zamanı!” İkizler ne tarafta oynuyorlardı bilmiyorum ama saniyesinde geldiler. Koşarken bile senkronlardı. Tatlı bir tebessümle onları izlerken Ahmet abinin sesini duydum. “Çocuklara 'tatlı' deyince roket gibi geliyorlar. Ama ‘ödev’ dediğimizde odalarından gelmeleri 40 dakika.”
“Yazık napsınlar, ödevler hiç bitmiyor ki.” Dedi Neva. Ardından ekledi. “Gerçi öğrenmeleri için veriyoruz ama bazen sıkılıyorlar.” Bir öğretmen edasında konuşurken Yiğit güldü. “E o zaman sizde az verin.” Yiğit’in lafı masada kısa bir kahkaha dalgası yarattı. Neva, hafif yan bakarak kaşlarını kaldırdı. “Yani gerekiyor ki veriyoruz hayatım, sizin erlere verdiğiniz eğitimler gibi.”
Burçe, çayından bir yudum aldıktan sonra lafa karıştı. “Ben çocukken sırf ödev yapmamak için pencereye baka baka ağlardım. Bir keresinde annem gerçekten acıdı, defteri alıp kendi yazdı.” Dilek, Burçe’ye döndü o sırada. “Eğitimde anne desteği. Bizim literatürde bu ‘ağlatarak çözüm üretmek’ diye geçiyor.”
Taner başını salladı. Hem ciddi hem de buruk bir şekilde konuştu. “Strateji önemli. Ben de annemi ‘sen daha güzel yazıyorsun’ diye pohpohlardım, alırdı kalemi hemen.” Dediğinde herkes güldü. O sırada Batuhan ekledi. “Ben annemin el yazısını taklit etmeyi öğrenmiştim. Hiç gerek kalmadan imzalı ödevleri geçiyordum.”
“Sakın çocuklara bunları öğretmeyin.” Dedim hızla. Ardından ekledim. “Poyraz bana öyle gelse asla yazmam. Onun görevi sonuçta.” Dediğimde Pamir kolunu omzuma atarak beni kendine çekti ve aynı anda konuştu. “Savcı Hanım son noktayı koydu.”
“Savcı demişken yenge ben sana geçen haftaki davayı soracaktım. Adliyede konuşuluyordu.” Burçe’nin cümlesiyle birlikte Batuhan mırıldandı. “Eyvahlar olsun iki savcı bir araya gelmemeliydi.”
“Pazartesi günü odama gel, bir kahve ısmarlayayım sana. Anlatırım.” Diye Burçe’ye doğru göz kırptım. O da beni onaylarcasına başını salladı.
“Ben sana söyledim oğlum, Burçe Devrim gibi savcı olursa yanarsın dedim. Sende inadıma yapar gibi gurur duyarım dedin.” Pamir o günleri hatırlatırcasına konuşurken Batuhan hayranlıkla Burçe’ye baktı. “Gurur duyuyorum zaten. Hem de çok duyuyorum.” Diyerek Burçe’yi kendisine çekip şakağını öptü.
Pamir gözlerini kısmış ikisine bakarken abim Pamir’i dürttü. “Nasıl damat, anlıyor musun beni şimdi?” dediğinde Işık mırıldandı. “Boracığım yangına körükle gitme hayatım.” Dediğinde abim yönünü Işık’a çevirerek onu kolunun altına çekti ve sarıldı.
Sinem’de Hakan’ın başına omzuna yaslarken konuştu. “Ne güzel, böyle anlar insanı gerçekten bir arada tutuyor. Bazen kavgalar, tartışmalar oluyor ama onlar da bir yandan renk katıyor, bir şeyler öğrenmemizi sağlıyor.”
Neva çayından bir yudum alarak onayladı Sinem’i. “Aynen öyle.” Yiğit’te beklemeden girdi o sırada sohbete. “En iyi kavga edenler en uzun süre birlikte kalır.’ Diye bir şey duydum ben. Bence o yüzden hepimiz uzun ömürlüyüz.”
Herkes güldü Yiğit’in cümlesine. Dilek ise ekledi. “Yani evlilik sırları bunlar demek.” Dedikten sonra Taner’e baktı. “Bak, öğrenmemiz gereken çok şey var.” Dediğinde Taner’de onu kendine çekerek göğsüne yaslanmasını sağladı. “Öğreniriz güzelim, öğreniriz.”
“Her şey için sabır gerekiyor.” Dedi Ahsen. Sonra Kürşat’a doğru baktı. En çok onlar öğrenmişti sabır ne demek. Belli bir süre çocukları olmamıştı. Umudu kestikleri anda öğrenmişlerdi Ahsen’in hamile olduğunu ve şimdi çok tatlı bir oğulları olmuştu.
Ahmet abi onayladı onları. “Benim için en zor olan şey sabırdı. Çocuklar büyürken sabretmek… Yalan yok bazen sabrımı sınadılar ama sonunda her şey yerine oturdu.” Seray abla hafifçe gözlerini kısıp ekledi. “Sabır… Bazı şeyler için en kıymetli erdem. Ama o kadar da kolay değil tabii.”
Ben girdim araya bu sefer. “Evet, hele hele çocuklar olunca sabır iki katına çıkıyor. Ama bir yandan da onları izlemek, gelişimlerini görmek tarifsiz bir mutluluk.” Derken elimi karnıma sarmamak için zor tuttum. Bu sabrı tekrar depolamamız gerekiyordu Pamir ile. Pamir bana bakıp gülümserken başımı omzuna yasladım huzurla.
Abim gülerek konuştu. “Bizi korkutuyorsunuz.” Dedikten sonra ekledi. “Hele de çocukları olmayan çiftlerimizi daha çok.” Dediğinde direkt konuştum. “Korkmayın, çok güzel duygular bunlar.”
Sohbet yavaş yavaş derinleşirken, hayatın getirdiklerinden, umutlardan ve aile olmanın anlamından konuştuk. Çocukların oyun sesleri yükselirken, biz yetişkinler için zaman adeta durmuştu. O akşam, sadece bir piknik değil, yılların dostluğu, sevgi ve dayanışmasının kutlamasıydı aslında. Ve kimse bunu başka türlü istemezdi.
Sırtımı Pamir’e daha çok yaslayıp başımı gökyüzüne çevirerek derin bir nefes aldım. Çocukların kahkahaları hâlâ havadaydı, güneş batıya doğru eğilirken ağaçların arasından süzülen turuncu ışık, sanki bu anı mühürlemek ister gibiydi. Göz ucuyla etrafımdaki insanlara baktım. Her biriyle ayrı ayrı anılarım vardı. Kimini yıllardır tanıyordum, kimileri sonradan katılmıştı hayatımıza ama artık hepsi, bir bütünün parçalarıydı. Birlikte ağlamış, birlikte gülmüş, birbirimizin omzunda durmaya alışmıştık.
O gün masada konuşulanlar, edilen şakalar, içilen çaylar, o sıcacık göz teması, bana bir şeyi bir kez daha hatırlatmıştı. Kan bağı değil, kalp bağı kuranlar gerçekten aile oluyordu. Ve biz tam da buyduk.
Bölüm Sonu
‣‣‣ 27 Temmuz Devrim ve Pamir’in evlilik yıldönümü… Özel bölümü bu özel günde paylaşmak istedim. Umarım severek okumuşsunuzdur, ben çok severek yazdım.
‣‣‣ Nasıldı Devrim ve Pamir sahneleri?
‣‣‣ Poyraz’ı sevdiniz mi? Aynı babası gibi diyebilir miyiz? Tabii annesine benzeyen özellikleri de var elbet.
‣‣‣ Flaschback sahnesi nasıldı, Batuhan ve Burçe’nin istemesini okumak istersiniz diye düşündüm…
‣‣‣ Timle olan sahne nasıldı? Umarım hoşunuza gitmiştir…
‣‣‣ Özel bölüm isteklerinizden aldığım cevaplarla hazırlamaya gayret ettim bölümü. Yan çiftler için istekler vardı, onların ayrı ayrı olduğu bir özel bölüm istenmişti. Fakat bunu zaten finalde okumuştuk. O yüzden ayrı ayrı yazmaktansa hepsinin bir arada olduğu ve ne durumda olduklarını görebileceğimiz bir sahne yazmayı tercih ettim.
Direkt sahne isteyen çok az kişi vardı, aslında ben sorarken nasıl sahneler istiyorsunuz sorusunu kastetmiştim, gelen cevaplar Devrim-Pamir sahnesi olsun, işte Burçe-Batuhan olsun gibi geldi. Direkt sahne isteği gelmedi. Bende kafama göre yaptım o yüzden😊
İstek olan bir sahne vardı ki temelini attık bu bölümde. Diğer özel bölümde o isteğinizi okuyacağız inşallah. Bu bölümde olmayan sahneleri de diğer özel bölümde yazacağım hiç merak etmeyin.
Dava sahneleri isteyen okuyucularımda vardı, açıkçası bende yazmak isterim çünkü çok özlediğimi fark ettim ama kitap boyunca da davalarla çok ilgilenen bir kesim yoktu. Bu yüzden kararsızım, sizde fikirlerinizi belirtirseniz sevinirim.
Diğer bölümde görüşmek üzere, desteklerinizi bekliyorum…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 190.46k Okunma |
13.85k Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |