O gece dinlenmek ve beslenmek istese de Llyod'u kırmadı. Xana, Llyod uyuyana kadar gün boyunca Camila ile neler yaptıklarını dinledi. Yaptığı origami şekillerini gösterdi, yapılışını öğrendi. Camila'nın hep bir çocuk sahibi olmak istediğini biliyordu. Eskiden tüm gününü çocukların seveceği hobileri öğrenmeye çalışarak geçirdiği günleri hatırladı. Camila'dan başkasına güvenemezdi; emindi, Llyod emin ellerdeydi.
Gecenin sonunda ikili geceyi beraber kanepede yatarak geçirdi.
Seth'in ne zaman kapısında biteceğinden habersiz sabahın erken saatlerinde uyanmış, evin içerisinde dolanıp duruyordu. Geçirdiği sürede Camila'yı arayıp tekrardan Llyod'a bakıp bakamayacağını sormuştu. Hiç şüphesiz, Camila da kabul etmişti. Theo'nun telefonuna ise ulaşılamıyordu.
"İşleri biraz yoğun," demişti Camila, "Telafi edecektir."
Oysa konuşması lazımdı Theo'yla. Konuşup durumunu anlatması lazımdı. Haberdar etmeli, fikrini almalıydı. Yardımına ihtiyacı vardı. Fakat şu an ona ulaşamıyor olması, içini kemiren bu garip, tanıdık, minik canavarı tekrar hissetmesini sağlıyordu, stresi.
Gözleri yavaşça bıçak bloğuna kaydı. Xana'yı dışarıdan izleyen biri, kesinlikle içinde bir savaş verdiğini anlayabilirdi. Durduğu yerde kıpır kıpırdı. Bir süre sonra bakışlarını kaçırmasıyla derin bir iç çekti. Savaş sona ermiş, bu kadar yardıma muhtaç hissettiği için kendisine sinirlenmekten öteye geçememişti.
Beklenen an geldi ve kapı tıklandı. İçindeki sinir ve stresi baskılamaya çalışan Xana, bunun günü mahvetmemesini umarak kapıya yöneldi.
Kapıyı açtığı gibi karşılaştığı manzara dün sabahkinden farklı değildi. Yalnızca üstündeki boğazlı, yerini resmi beyaz bir gömleğe bırakmıştı. Daha fazla özen göstererek hazırlandığı barizdi.
İçeri girmeyeceğini belli edercesine kapıda dikildi. Xana'nın çıkmasını bekliyordu.
Xana, Llyod'a Camila'nın kısa bir süre içerisinde burada olacağını ve beklemesini gerektiğini tembihledikten sonra Seth ile beraber evin önündeki arabaya ilerledi.
Ön koltuğa oturmadan hemen önce, oturacağı koltuğun arabadaki diğer koltuklardan farklı olarak kılıf geçirilmiş olduğunu görünce yüzü düştü. Yine de belli ettirmeden koltuktaki yerini aldı.
Yolculukları esnasında oluşan sessizliği Xana bozdu, "Seth," dedi monoton bir sesle.
"Prosedürleri biliyorum, ama bahanelere sığınmandan hoşlanmadım."
"Bana ne denildiyse onu yaptım," dedi Seth. Soruyu oldukça kendinden emin cevaplamıştı.
"Biliyorum, yine de dürüstlüğünü yeğlerdim."
Seth dönüş yaptığı esnada bir süre sessiz kaldı. Düşündü, şu an soracağı sorular belki de kafasındaki boşlukları doldurmasına yardımcı olurdu.
Bıçak bloğunun arkasında bir buton var," dedi Seth, sanki sıradan bir şeyden bahseder gibi. "Panik butonu değil mi, kime bağlı?"
Xana, dürüstlükle ilgili yaptığı konuşmasına lanet ederek cevabı istemeye istemeye ağzında geveledi.
“Polise olacak hali yok,” dedi huzursuzca. "Bir arkadaşıma.”
Seth ise bahsettiği kişinin, çocuğa bakıcılık yapan kadın olduğunu düşünerek bu konu üzerinde daha fazla durmadı.
"Ya perde arkası?" diye sordu ikinci merakını.
Xana evin yapısından kaynaklı olan bu merakı normal karşıladı.
"Oraya da bakmam gerek." Xana böylesine emrivaki bir tavra ancak "Tabii," diyerek cevap verebildi. Ardından konuyu değiştirmek adına farklı bir soru yöneltti,
"Peki ellerin?" Ne Seth'in duymayı beklediği ne de Xana'nın yüksek sesle dile getirmek istediği bir soruydu bu. Fakat bir kere çıkmıştı ağızdan.
Xana'nın gözleri Seth'in direksiyondaki ellerine kenetlendi. Geçmişin tahrişliği, keskin bir şekilde işlemişti izlerini.
Xana'nın konuyu daha fazla uzatmamasını umarak, "İyileşiyor," diyebildi usulca. Xana, kendi ellerine bakmaktan çekindiğini fark etti.
"Eskide kalmış küçük bir alışkanlık. İyileşiyor, dediğim gibi." Son cümlesini oldukça baskın bir tavırla ifade ettiğini düşündü.
Ellerini istese ufak bir operasyonla eski haline getirtebileceğini biliyordu Xana. Yapmamasının ardındaki nedeni az da olsa tahmin edebiliyordu.
Geleceğe ibret olmasını istiyordu belki de.
Ardından Xana, şoföre birkaç soru daha yöneltti. Havadan sudan olan boş sorulardı bunlar, asıl sormak istediği sorulara geçmeden ortamı hazırlamak için kullandığı boş sorular.
Seth, Xana'nın sandığının aksine cüsseli bir aptal değildi ve şu an onun ne yapmaya çalıştığını çok iyi biliyordu.
"İçini kemiren bir şeyler var," diye atıldı Seth soruların ortasında.
Xana bakışlarını camdan dışarıya kaçırdı.
"İçimi kemirenler, senin tasmana sahipler," demek istedi. Fakat Seth ile kurmaya çalıştığı güven ağını zedelemek istemiyordu.
"Görüşeceğimiz adamı merak ediyorum..." dedi. "...Ve nasıl bir görüşme olacağını."
"İnsanlar ona Noc diyor. Bir nevi Lotus'u Lotus yapanın o olduğu hakkında söylentiler var. Bu yüzden genel bölgede oldukça saygı gören birisi..."
Bir süre sonra Seth'in kelimeleri, Xana'nın zihninde yavaş yavaş bulanmaya, anlaşılmamaya başladı. Ne kadar sarf edilen kelimeleri kavramsallaştırmaya çalışsa da başaramıyordu. Seth'in kelimeleri onu boğuyordu sanki.
Dünya gözleri önünde eğilip bükülürken refleks olarak ellerini bacaklarının altına sakladı. Titrediklerini hissediyordu.
Birkaç saniyelik süren bu işkence bir anda kesildi. Görüşü daha net, duyuları daha keskin oldu.
Seth farkında varmamış olacak ki bilgi yağmuruna devam ediyordu.
"...Yani oldukça geniş birisi."
xxx
"Oldukça geniş birisi," diye kendi kendisine Seth'in cümlesini tekrarladı Xana, kafasını çevirip baktığı duvarı boydan boya kaplayan portreye doğru.
Tablodaki adamın yüzünden daha çok vücudunun büyüklüğü dikkat çekiyordu. Güçlü, muazzam büyüklükteki tabloyu dolduran adamın keskin ve öfkeli bakışları kararlı ifadesiyle birleşiyor, bakan kişiye hem saygı hem de ürperti veriyordu.
Seth ve Xana'nın önünde sabırla dikildikleri ahşap kapı nihayetinde açılınca Xana irkilip önüne döndü.
Daha binaya girmeden Seth, kendisine soru yöneltilmediği taktirde konuşmamasını, bütün konuşmayı ona bırakması gerektiğinin tembihini daha sessiz bir tonda Xana'ya hatırlatarak içeri girdi.
Ofis, genişliğiyle kasvetli bir tezat oluşturuyordu. Havanın aydınlık olmasına inat, oda karanlığa gömülüydü. Hemen önlerine çıkan oldukça uzun ofis masasının arkasında tabloda gördüğü iri yarı adam, başka bir adam ile kendi aralarında sessiz bir konuşma gerçekleştiriliyordu.
Ayakta duran adam, Noc'un yanında minyatür gibi kalıyordu.
Ne odanın boğukluğu ne de Noc'un anormal cüssesi dikkatini çekmişti Xana'nın. Karanlığı delen loş, mor bir ışık... Gözlerini devasa bir silindir fanusa çevirdi. Fanusun içinde renk renk egzotik çiçekler, ortamı adeta büyülü bir atmosfere bürüyordu.
"Seth evladım, hoş geldin!" Noc'un tok ve boğuk sesi havayı doldurdu. Sesi, odayı bir sarsıntı gibi dolaşırken, sanki boğazını temizlese bile geçmeyecek bir ağırlık taşıyordu.
Seth ellerini yavaşça karın hizasında birleştirerek önce saygısını gösterdi. Ardından başıyla ufak bir reverans yaptı.
Noc'un gözleri bir Seth'e, bir Xana'ya gidip geldi. En sonunda Seth'i göz hapsine alarak sordu,
"Baban nasıl?" Seth gelen bu soru üzerine kısa bir süre duraksadı.
"Her zamanki gibi efendim," diyerek soruyu hızlıca geçti.
Noc önce devasa parmaklarıyla tuttuğu minicik elektronik sigarasını ciğerlerini yararcasına içine çekti. Sonrasında yanında sabırsızca bekleyen adamı tanıtmak için yavaşça elini kaldırdı.
"Seth, bu Bay Fuji. Girdiğiniz garajın sahibi."
Fuji'nin sabırsızca konuşmaya atılma girişimi, Noc'un sakin ama otoriter bir el hareketiyle yarıda kaldı. Sessizliği bozan tek şey Fuji'nin sıktığı çenesinden çıkan ince gıcırtıydı.
"Zorla girmemişsiniz, çalıp çırpmamış, etrafı yakıp yıkmamışsınız..." Noc, masasına bağlı saydam bir mini monitörden kafasını kaldırıp Seth'e baktı.
"O zaman söyle, benim bölgemde, çalışanımın deposunda Æther'ın işi neydi? Seth!" Yumuşak başlayan konuşma git gide yükselince Noc adeta bir hayvan gibi kükredi. Xana refleksif olarak bir adım geriye kaçmıştı. Ancak Seth'in duruşunda herhangi bir değişiklik olmadı.
"Efendim, deponun size bağlı olduğunu bilseydim-"
"Geveleme evlat! Soruyu cevapla."
Noc'un kaşları çatıldı, "Ne çocuğu?"
"N.U.S.T.'un 1C8.03:24 numaralı kayıp kargosu efendim. Küçük bir kız çocuğu."
"Saçmalık!" Gürleyen sesi odayı tekrar doldurdu. Bir an durup sigarasını çekti.
"Şirket kargosu... Benim bölgemde..."
Yanındaki Fuji'ye döndü. Yüzündeki öfke ve hayal kırıklığı barizdi.
"Bana bu işte bir parmağın olmadığını söyle, Narobu."
Narobu Fuji, kendisine bir savunma yapmak için ağzını açtı fakat tek tük kelimelerden öteye geçemedi. Hızlı hızlı yükselip alçalan göğsü ve alnında birikmiş boncuk boncuk ter damlaları onu çoktan ele vermişti.
"Sen ne yaptığının farkında mısın ulan?"
"Ama efendim, Davin-" Noc elini sertçe masaya vurarak Fuji'yi susturdu, ardından kendi devam etti:
"Benim karşımda bir cesedin başarısız haylazlığını kendine kalkan etme sakın!"
Fuji'nin sessiz kalışı, Noc'un sinirini daha da yükseltti. Sonunda, "Çık dışarı!" diye bağırdı.
Fuji, mümkün olan en hızlı şekilde ofisten çıkarken Noc derin bir nefes aldı.
"Şimdi anlat, evlat. Nedir bu çocuk meselesi?"
Kelimelerle birlikte ağzından yayılan sigara dumanı odanın içerisinde yavaş yavaş kayboldu.
Seth, herhangi bir duygu yansıtmamaya dikkat ederek, "N.U.S.T.'un kayıp kargosu efendim," diye tekrarladı.
" Æther'in emriyle kızı güvence altına almak için soruşturmayı biz yürütüyoruz."
Noc, dikkatli ve vezin bir şekilde Seth'i dinledi. Çatık kaşları bir saniye bile gevşememişti. Fakat Seth, Noc'un istediği cevabın bu olmadığını biliyordu. Konuşmasına fırsat vermeden devam etti:
"Davin adında bir ara bulucunun bilgisayarına erişerek edindiğimiz konum, bizi sizin garajınıza getirdi. Çocuk orada değildi. Fakat bir süredir orada tutulduğuna dair kanıtları gördük."
"Davin nasıldı?" diye sordu Noc.
"Orada değildi efendim. Sadece bilgisayarı." Seth'in duraksamasız hazır cevabı sanki önceden çalışılmış gibi oldukça kesindi.
"Davin'i N.U.S.T. öldürdü," dedi Noc.
Xana huzursuzca kıpırdandı. Çoğu yerde araya girmeyi çok istemişti. Lakin dudaklarını bile aralayamamıştı. Şimdi ise Davin'in yerde kanlar içinde yattığı görüntü gözlerinin önünden gitmiyordu. Noc o sıra devam etti:
"Birkaç gün önce bana bir teklifle geldi. Bir şirket kargosu hakkında. Kendince bir kurnazlık için. İzin vermedim. Beni dinlemediği cesedini sikim sonik bir gece kulübünün arka çöplüğünden toplarken öğrendim." Ağzında dolandırdığı elektronik sigarasını masaya bıraktı.
"Yazık oldu, iyi bir ara bulucuydu." Noc, ara bulucusuna olan saygısından mütevellit bir süre sessizliğini korudu.
"Minnettarım Seth. Umarım aradığınızı bulursunuz. Çıkabilirsin." Şahsına gelen emirle nihayet bir harekette bulunan Seth, Xana'yı da peşinden sürüklemeye çalışınca, "Kız kalsın," dedi Noc. Seth'in bakışları tenis maçı izler gibi ikisi arasında gidip geldi. Emri ikiletmeden ofisten çıkış yaptı.
Seth'in gidişini izleyen Xana geri yerine döndü fakat eli ayağı ayrı oynuyordu. Elinin yeniden titremesinden korkarak arkasına doğru saklamaya çalıştı. Huzursuzluk, karnını sarmaya başlamıştı. Her geçen saniye, onu daha da güvensiz hissettiriyordu.
"Sakin ol, başın belada değil," diye söze başladı Noc. Fakat Xana'da bir değişim olmadı.
Xana'nın içine işleyen stres, korkusunu daha da derinleştiriyordu. Titrememek için kolunu sıkıca kavrayarak kendini kontrol etmeye çalıştı.
Zihninde tarıyor tarıyor ama asla Noc gibi bir adamı anılarının içerisinde bulamıyordu. Daha derine inmeliydi belki de fakat tabutunun üstüne attığı toprağı eşelemek istemiyordu.
"Beni hatırlayamamış olman çok normal," diye devam etti. Xana, adamın doğrulmasıyla ayağı kalkacağını düşündü fakat tiz bir ses ile hali hazırda oturduğu sandalyesi hareketlenmeye, yavaş yavaş onu saklayan ofis masasından ayrılmaya başladı.
"O zamanlar daha gençtim. Daha toy, daha zayıf. Beni sömürenlere hayranlık duyacak kadar aptal..."
Ofis masasını ardında bırakan Noc, uysal hareketlerle Xana'ya doğru döndü. Bacakları tombul olmasına rağmen vücuduna oranla o kadar zayıftı ki yıllarca bu uzuvlarını harekete geçirmediği anlaşılabiliyordu.
Bunca orantısızlığın arasında Xana'nın dikkatini cezbeden nokta, sandalyesinin kenarına spiral şekilde dolandırılmış kırmızı renkteki ince borulardı. Borunun bir ucu oturan kişiye, diğeri ise yan tarafta bulunan birden çok torbaya bağlıydı. Fakat Xana'nın da fark ettiği bir terslik vardı.
Borulardaki kan adama gitmiyor, ondan çıkıyordu. Beslenmiyordu. Besliyordu.
Yutkunma refleksine karşı koyamayan Xana için saatler geçmiş gibi olsa da Noc o sıra sadece cümlesini devam ettirebilmek için nefes almıştı.
"...Ama ben seni hatırlıyorum Skye."
Karnında oluşan yumru, Xana'ya nefes aldırtmamaya başlıyor, içten içe ona rahatsızlık veriyordu.
"Beni ihbar edecek misiniz?" diye sordu. İçinde yaşanan fırtınaları dışa vurmamaya özen gösteriyordu. Bir zamanlar kendisini arayan adamların görüntüleri zihninin bir köşesinde aniden belirmeye başlayınca derin bir iç çekti ve kendisini sakinleştirmeye çalıştı. Aynı Theo’nun dediği gibi.
"Hayır, hayır tabi ki," dedi Noc. "Aksine, sana teşekkür edeceğim."
Neler hissedeceğini bilememek Xana'yı o kadar zorluyordu ki bulunduğu yer onun için dedikleri cehennemden farksızdı. Noc, Xana'nın arkasında saklamaya çalıştığı ellerinden birini nazikçe tuttu ve avuçlarının içine aldı.
Xana'yı peşinden sürükleyerek, ışığın içeri girmesini engelleyen kapalı panjurların önüne kadar ilerledi. Sandalyesine bağlı birkaç düğme yardımıyla panjurlar yavaş yavaş aralandı. Karanlığa alışan gözleri tatlı bir yanmadan sonra netliğine kavuştu. Tam önünde Lotus'un meydanı, devasa ve olağanüstü hologramik bir ağaçla kendisini karşılamıştı. Bütün meydanı kucaklıyormuş gibi açılıp yayılan dalları ve rüzgarla dökülüyormuş izlenimi verilen tos pembe yaprakları daha zeminle buluşamadan kaybolup gidiyordu. Xana karşısındaki görüntüyü 'bir kez bile olsa görülmeye değer' olarak nitelendirirken Noc'un yüzündeki gururlu ifade git gide büyüyordu.
"Ikarus'un çöküşten sonra her şeyin benim için daha kötü olacağını düşündüm. Sana duyduğum kin beni yataklarda yatırmadı. Tekrar yürüyebilmek, işimin başına dönebilmek... Gözümdeki perdenin düşebilmesi için nice hatalar yaptım, kararlar aldım. Hayatta ilerledikçe ettiğim lanetler, lütuflara dönüştü. Birkaç kırık insanın toplanıp türettiği ufak bir fikirden... Şimdi şuraya bak, konumuma, durduğum yere bak!.."
Xana yan gözle hem Noc'a bakıyor hem de dinliyordu.
"...Bir çöküş olmadı, hep bir kurtuluştu. Bunu anca şimdi görebiliyorum." Gözleri ışıl ışıl parlayan adamın hikayesine devam etmek istediği belliydi fakat etmedi. Avucunun içinde minicik kalan Xana'nın eli kontrolsüz bir titremeye kurban gitmişti. Bu reflekse tanık olan Noc'un kaşları çatıldı.
"Elin titriyor yavrum, kendine iyi bakmıyor musun?" Sordu babacan bir edayla. Beslenme durumdan bahsediyordu belli ki.
"Sanmıyorum." Teknik kontrollerini Theo yapardı. Bu yüzden sabah ona ulaşmak için cebelense de başaramamıştı. Belki de dediği gibi teknik bir sorundu. Son kontrolünün üstünden epey bir zaman geçmişti.
"Ya anı engelleyici, kullanıyor musun?" Xana başını iki yana salladı.
"Yaramaz," diye onayladıktan sonra “Varsa da çıkarmanı öneririm.” Noc sandalyesini döndürüp ofis masasına doğru ilerlerken devam etti, "Çekirdek sistemin reddediyordur." Arka tarafta bulunan küçük çekmeceden bir kartvizit çıkardı ve Xana'ya uzattı.
"Yakın bir dostum. Beraber Ikarus'un biyoteknoloji bölümünde çalışırdık. Kromunun mimarisi ona aittir..." dedi sırtını işaret ederek.
"...Eğer sorun beslenmende veya parçalarında değilse içinde bir yerlerdedir. Bazen sadece konuşmak iyi gelir." Kartın üzerinde işlenmiş metalik kabartmada doğu kesiminde bir kilisenin adresi yazıyordu.
"Sana ondan zarar gelmez. Bizzat kefilimdir. Rahat olabilirsin."
"Gerek duyacağımı sanmıyorum ama sağolun," dedi Xana. Geldi geleli çekingenliğini üzerinden atamamıştı. Yine de kartviziti cebine yerleştirdi.
"Merakımı mahzur gör Skye ama..." Noc cümlesini bitiremeden Xana lafına atıldı.
"Xana diyin, lütfen." Noc normalde sözünün kesilmesi saygısızlık olarak görür, nefret ederdi fakat bu sefer bir nebze görmezden gelecekti.
"...Xana. Æther ile olan bağlantın nedir?" Bıraktığı yerden geri aldığını sigarasını derin derin çekerken cevabı merakla beklemeye koyuldu. Xana, geçmişinden ötürü Noc'un neden böyle bir soru sorduğunu tahmin edebiliyordu.
"Ortak bir hedef için geçici bir işbirliği, fazlası değil."
"Çocuk diye tahmin ediyorum." Xana istemsizce onaylayınca Noc, sigarasından derin bir iç daha çekti.
"Yanındaki oğlan, Seth. İyi çocuktur. Seni korur, kovlar, ne gerekiyorsa yapar fakat..." Noc bir sır vermek istermişçesine Xana'ya doğru eğildi.
"...Tasması sıkıdır. Önceliği olmaz, görev adamıdır. Æther'ın bir dediğini iki etmez. Yanında ne konuştuğuna nasıl davrandığına dikkat etmeni öneririm. Çünkü Seth bir şey bilirse, Æther'da bilir."
Tekrardan doğrularak iyice sandalyesine yaslandı. "Sana verebileceğim nasihatim budur. Isha!" Noc, arka tarafa doğru seslendiği sırada herhangi bir kapı sesi duyulmadan genç bir kız Xana'nın yanında bitiverdi.
"Efendim." Emir bekleyen bir tavırla dikildi. Dalgalı siyah saçlarının arasından neon mürekkeple çizilmiş sarı dövmeleri boyun kısmından parlıyor, dikkat çekiyordu. Elinde özenle sarılmış beyaz bir paket tutuyordu.
"Xana'ya numaranı iletir misin kızım? Olur da çocuk hakkında bir duyum alırsam bilgilendireceğimden emin olabilirsin. Fazla entrikaya giremem ama senin için bunu yaparım."
Noc'un direktifi üzerine Xana'nın operatörüne bir numara eklendi. Göz ucuyla kızın mavi mavi parıldayan gözlerine baktı.
Torbaların sahibi buymuş, diye geçirdi için Xana. Ardından kız elindeki paketi Xana'ya uzattı.
"Bunu da Seth'e ver. Benim adıma iletsin." Bu isteği kıza değil aksine Xana içindi.
"Artık çıkabilirsin," dedi Noc.
Elindeki paketi sıkı sıkı kavrayan Xana, "Teşekkür ederim," dedi ve arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi.
"...Ve Xana..." Noc'un seslenişi Xana'yı durdurdu ama arkasına dönmedi.
"Sen güneş değilsin, kendini cezalandırma." Önünde durduğu kapı yana kayarak açıldı ve Xana tek kelime etmeden dışarı çıktı.
Hızlı hızlı koridorları geçerek çıkışın olduğu yere yürüyorlardı. Seth tek kelime dahi etmese de sesli ve orantısız nefes alışı gerginliğini gizleyemiyordu.
"Meraktan ölüyorsun, değil mi?" diye sordu Xana.
Binadan çıkıp araca geri bindiklerinde Xana elindeki paketini Seth'in üstüne bıraktı.
"Noc kendisi için bir teslimat yapmanı istedi." Seth kısa bir süre paketin üstüne işlenmiş adrese baktı. Ardından aracı çalıştırdı.
Xana hemen aklındaki soru işaretlerine cevap aramak istercesine sordu, "Noc, Davin'i N.U.S.T.'un öldürdüğünü düşünüyor, nasıl bu kadar emin söyleyebilir?"
"Çünkü Davin'i N.U.S.T. öldürdü," diye yanıtladı Seth.
"En azından bir N.U.S.T. silahı."
"Şirketinin global bir silah satışçısı ve sen başka şirketlerin silahlarını mı kullanıyorsun?" dedi dalgaya alarak.
Æther, ülkedeki çoğu yüksek teknoloji silahının üretimini yapmış, pazarlamış ve pazar ağlarının büyük kısmını kendi kontrolünde tutmayı başarmış bir şirketti. Ülkenin tamamını savaş alanına çevirebilecek kadar büyük bir güce sahipken, diğer şirketlere kıyasla daha barışçıl bir politika izlemesi, Xana'yı hep güldürürdü.
"Siz ne konuştunuz?" Xana bu sorunun ne zaman geleceğini merak ediyordu.
"Çok eskiden bir tanışıklığımız çıktı, geçmişi yad ettik sadece," dedi.
"Öncesinde tanıyormuş gibi değildin."
"Ne garip değil mi? Zaman çoğu şeyi affetmiyor." Xana gözlerini pencerenin manzarasından ayırmayarak cevapladı. Seth ise gelen cevaptan hoşnutsuz bir homurdanma ile kaldı.
Geçip gittikleri harabe gibi sokaklar, yıkık dökük evler, çöp dolu caddeler tekin bir yer hissiyatından çok uzaktı. Bir süre Seth, diğerlerine nazaran daha derli toplu bir evin önünde aracı durdurdu ve Xana'ya araçta kalmasını söyleyerek paketle beraber dışarı çıktı.
Dakikalar birbirini kovalarken Xana sokak arasına bakan penceresinden bir silüetin araca doğru yaklaştığını fark etti. Silüet yaklaştıkça daha da belirginleşmeye ve hızlanmaya başlamıştı. Topallayarak ne kadar hızlı koşabiliyorsa o kadar hızlı bir şekilde arabaya çarptı. Sarı dağınık saçlarının ucundan kan damlıyordu. Alt dudağını ve çene bölgesini kaplayan her alanı kan içindeydi.
"Aç kapıyı! Ne olur aç kapıyı!" diye bağırıyordu. Ama korku içinde değildi, arzuya boğulmuştu. Xana'nın içinde olduğunu düşündüğü şeyi arzuluyordu. Damarlarında kan aktığını düşünüyordu. Belki de birkaç dakika daha yaşamasına olanak sağlayacak olan o taze kanın... Xana anlamıştı. Adamın gözleri mavi ile turuncu arasında yanıp yanıp sönüyordu. Zavallı terk edilmiş Mekanik. Arızalıydı, ölüyordu.
Camı kırmaya çalışan ellerindeki ritimsiz titremeleri gördü. Parmaklarını paslanmış gibi zar zor ve kitlene kitlene hareket ettiriyordu. Kafası yana doğru seğiriyordu. Aracın sağlamlığı Xana'yı güvende tutuyordu, fiziksel olarak. Xana bütün bedenini diğer kapıya neredeyse yapıştırmıştı. Mekaniklerin açtıktan delirdiklerini biliyordu ama buna ilk şahit oluşuydu.
"Yardım et bana! Sadece birazcık, ölmek istemiyorum! Lütfen, lütfen!" Adamın bağırışları çığlıklara dönüşüyordu. Adamın yüzünden cama geçen kan lekeleri o kadar yoğun olmaya başlamıştı ki Xana artık adamın yüzünü tam olarak seçemiyordu.
Xana bir Mekanikten bu kadar kan çıkmasını tek bir nedene bağlamıştı. Kan kendisine ait değildi. Nefes alış verişi git gide hızlanmaya, çevresindeki sesler boğuklaşmaya başladı. Adamın ağzının açıldığını görüyor ama tiz bir çınlama dışında herhangi bir şey duymuyordu. Kafasını ellerinin arasında aldı.
"Dur," diye bir kelime döküldü dudaklarından. Fısıltı gibi çıkan bu sesin maalesef duyulması mümkün değildi.
Xana bir süre sonra kafasını kaldırıp tekrar cama baktığında artık kanların arasında adamı göremiyordu. Hemen ardında da aracın kapısı açıldı.
"Xana?" Karşısında duran Seth'in sesi bi' hayli dağınık ve yankılı geliyordu. Tepki vermek istiyor ama başaramıyordu.
"Xana, iyi misin?" Xana güç bela başını salladı. Seth ise araca binmeden önce yere doğru bir bakış attı ve binerek motoru çalıştırdı.
Sokakların griliğinden uzaklaştıkça Xana rahatlamaya başladı. Nefesi düzene girmişti ve sesleri daha net şekilde seçebiliyordu.
"Daha iyi misin?" Diye sordu Seth, Xana'ya bakabilmek için hızını epey bi' düşürmüştü.
"İyiyim," diye cevapladı Xana, "Araca giremedi."
Xana'nın sesi o kadar kesik çıkıyordu ki sanki boğazı konuşmasına izin vermiyordu.
"Siktiğimin şişkosu," diye bir mırıltı duydu. Ardından daha yüksek bir sesle,
"Seni evine götüreyim," dedi Seth.
"Hayır, beni başka bir yere götürmeni istiyorum."
xxx
Xana'nın tarif ettiği konuma geldiklerinde araç durdu ve Xana araçtan inerken Seth sordu,
"Evet, teşekkür ederim," dedi pencereye doğru.
"Sonra görüşürüz, sanırım," diye ekledi. Arkasını dönüp yürümeye başladığında ne Seth'den bir yanıt geldi ne de aracın sesini duydu.
Xana'nın tarif ettiği konum, küçük bir sanayinin hemen yanında, seyrek yerleşimden kalan birkaç büyük yapıdan ibaretti. Binaların yüzeyleri, çatlamış beton ve neon tabelaların solmuş izleriyle kaplıydı. Havayı yakan ozon kokusu, uzaklardaki jeneratörlerin monoton uğultusuna karışıyordu. Xana binalardan bir tanesinin önünde durdu.
Yalnız başına olduğunu teyit ettikten sonra operatörünü açarak Theo'yu aradı. Birbiri ardına tekrarlanan çağrı sesi, sesli mesaja düşene kadar ısrarla çaldı.
"Acaba bir ihtimal atölyende olabilir misin diye aramıştım ama... Ben şu an kapının önündeyim. Mesajımı alırsan buraya gelebilir mis-? Ah..."
Sesli mesajın kesilme sesiyle cümlesini tamamlayamasa da büyük bir kısmını göndermişti. Ağırlaşan bedenini kapının yanındaki soğuk metal duvara yaslayarak beklemeye başladı.
Sadece birkaç dakika sonra kafasında tınlayan bildirim sesiyle gelen mesaja baktı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |