52. Bölüm

Senin Uğruna B.51.

My lore
my_lore

Hoş geldiniz ballarım!

Görüşlerinizi bildirmeyi bildirimleri açmayı unutmayın.

💬💬💬

Kontrol günü, hastanenin soğuk koridorlarında yürürken kayıt masasındaki hemşire başını kaldırdı.

 

“Gencer Bey, yeniden sizi burada görmek ne güzel,” dedi.

 

“Kontrole gelmiştim ama yoğun iş temposundan dolayı randevu alamadım. Bana bir kolaylık sağlarsanız sevinirim,” dedim.

 

Hemşire, bilgisayar ekranına saliselik bir odaklanmanın ardından, “Tamamdır. Bir hasta randevusunu onaylamamış. Onun yerine sizi alabilirim,” dedi.

 

Hemşire bilgisayardan başını kaldırıp yüzüme baktığında sıradan bir ses tonuyla öyle bir şey söyledi ki, kaşlarım bir anda havalanıp sonra dümdüz bir çizgiye dönüştü:

Kız arkadaşınız nasıllar? Gerçekten vefalı kızmış. Sen uykudayken sık sık gelip gitti. Takdir ettim doğrusu."

 

“Hangi arkadaşım?” dedim soğukça.

 

Kadın duraksadı. Belli ki bir terslik olduğunu anlamıştı. Sonra konuyu kısa kesmeye çalıştı.

“Hangi arkadaşın olacak, şu ünlü oyuncudan bahsediyorum.”

 

O anda içimde yeni bir kapı aralandı. Bu demek oluyordu ki Hande gerçekten buraya gelmişti. Hemşire bile biliyorsa, Onur’la Barut bunu neden benden saklamışlardı?

 

Koridorun ucunda yankılanan ayak sesleri, zihnimdeki uğultuya karışıyordu. İçimde bir boşluk açılmıştı sanki. Hemşirenin ağzından çıkan birkaç kelime, koca bir labirentin anahtarı olmuştu. Günlerdir çözemediğim soru işaretleri birer birer birleşmeye başlıyordu.

 

“Hande…” diye mırıldandım. İçe doğru kıvrık dudaklarımın arasından çıkan bu isim, soğuk duvarlara çarpıp yankılanmıştı.

 

Hemşire başını önüne eğmişti. “Ben birazdan sizi çağıracağım Gencer Bey,” diyerek dosya kâğıtlarını karıştırmaya başladı. Yalnız iş işten geçmişti; duyduğumu artık unutmam mümkün değildi.

 

İçli ve derin bir nefes aldım. Kalbim hızlanmıştı. Yoğun iş temposu, tedavi süreci, dostlarımın gizemli suskunluğu… Hepsi bir şeye işaret ediyordu: Gerçek saklanmıştı benden.

 

Bekleme salonuna geçtim. Plastik sandalyeler, ağır temizlik kokusu, telefona gömülmüş gençler… Hiçbirini görmüyordum. Benim aklımda sadece hemşirenin söylediği o sözler vardı:

Sen uyurken hep gelip gitti.

 

Gözlerimi kapadım. Baygınlık geçirdiğim zamandan sonraki haftaları hatırlamaya çalıştım. Sisli görüntüler, uykuyla uyanıklık arasında geçen anlamsız anılar… Bir ara elime dokunan sıcak bir teni, kulağıma fısıldanan kısık sesleri hatırlıyor gibiydim: “Güçlü ol ve dayan… geçecek… ben buradayım…” O zaman ayırt edememiştim ama şimdi zihnimde başka türlü yankılanmıştı.

 

“Hande miydi o?”

 

Telefonumu çıkarıp Onur’u aradım. İlkinde açmadı, ikinci arayışta bağlandı.

“Ne haber Gencer?” dedi rahat bir tavırla.

 

“Ben hastanedeyim. Sana bir şey soracağım.” dedim.

 

“Hastanede misin? Senin kontrolün vardı değil mi?”

 

“Bırak şimdi kontrolü. Bana doğruyu söyle Onur. Kutlama yemeğinde geçirdiğim baygınlıktan sonrası … yanımda kim vardı?”

 

Sesinde tereddüt hissettim. “Ne demek istiyorsun Gencer?”

 

“Ne dediğimi gayet iyi biliyorsun. Hemşire az önce bir şeyler söyledi. Benimle o günlerde birinin ilgilendiğini, başımdan ayrılmadığını. Yani Hande’den bahsetti.”

 

Sessizlik. Sadece nefesini duydum.

 

“Onur, sakın benden bir şey saklamış olmayasın.”

 

Boğazını temizledikten sonra konuşmaya başladı. “Gencer, bak… bazı şeyler senin iyileşmen için gizli kaldı. Biz böyle olmasının doğru olduğunu düşündük.”

 

“Benim adıma karar verme hakkını size kim verdi?” diye bağırdım. Bekleme salonundaki hastalar bana baktılar ama umurumda değildi.

 

“Hande geldi değil mi?”

 

Uzun bir sessizlikten sonra, sesi kısık ve itiraf eder gibiydi: “Evet. Geldi. Ama…”

 

Cümlesini tamamlamadan sustu.

 

“Ama ne Onur?” diye haykırdım.

 

“Bunu yüz yüze konuşsak daha iyi olur,” dedi ve telefonu kapattı.

 

Ekran kararınca içim tarifsiz bir öfkeyle doldu. Yumruğumu öyle bir sıktım ki, avuç içlerim terlemişti.

 

Muayeneye girdiğimde doktorun söylediklerini duymadım bile. Kan değerleri, röntgenler, reçete… Hepsi boştu. Tek düşündüğüm şey Hande’ye ulaşmaktı.

 

Hastaneden çıkar çıkmaz sosyal medyaya daldım. Hande’nin profilleri, haberler, magazin siteleri… Birkaç ay öncesine kadar her yerde olan kadın şimdi yoktu. Ortadan çekilmişti. En son yaşadığım kaza benzeri olaydan üç gün sonra, bir tiyatro oyununda görülmüş. Bu da demek oluyordu ki, Hande gerçekten hastaneye gelmişti.

 

Fakat sonra… ondan hiçbir iz kalmamıştı.

 

Günü tamamlayıp akşam eve vardığımda Barut’u aradım. Barut, daha ketumdu ama konuşacağımı düşündüm.

 

“Ne var aslanım?” dedi boğuk sesiyle.

 

“Barut, bana doğruyu söyle. Hande benim yanımda mıydı uyuduğum günlerde?”

 

Sessizlik. Sigarasını çektiğini hayal ettim.

 

“Bak kardeşim, bazı şeyleri bilmesen daha iyiydi.”

 

“Yeter artık! Hepinizden aynı cevabı alıyorum. Benim hayatımın tam ortasında olan bir olayı nasıl bilmemem daha iyi olabilir?”

 

Barut, beklenmedik bir yumuşaklıkla konuşmuştu hiç huyu olmadığı halde. “Gencer, dostum… onunla ilgili hikâye sandığın kadar basit değil. Sadece gelmedi, aynı zamanda senin için çok şey yaptı.”

 

“Ne demek bu?”

 

“Bunu telefonda anlatamam. Yarın akşam yanıma gel. Her şeyi yüz yüze konuşalım.”

 

Barut, telefonu kapattı, lakin benim zihnimde fırtınalar kopuyordu. “Senin için çok şey yaptı…” Bu sözün ardında ne vardı?

 

Gece boyunca uyuyamadım. Hande’nin yüzünü düşündüm. O ışıl ışıl bakan gözlerini… Ve herkesi büyüleyen halini. Ama böylesine ünlü bir kadının sessizce hastaneye gelip başucumda beklemesi, sonra ortadan kaybolması… sıradan değildi.

 

Sabaha karşı bir ihtimal zihnime düştü: Ya Hande hâlâ beni görmek istiyor ama engelleniyorsa? Ya dostlarım araya girdiyse?

 

Kendi kendime söz verdim: “Yarın gerçeği öğreneceğim. Ne olursa olsun.”

 

Ertesi akşam Barut’un evine gittim. Eski boyaları dökülmüş, ağır sigara kokan küçük bir daireydi. Kapıyı açtı, yorgun gözleriyle bana baktıktan sonra.

 

“Gel,” dedi.

 

İçeri girdim. Masanın üstünde yarısı içilmiş bira şişeleri, kül tablasında izmaritler vardı. Barut oturdu, derin bir nefes aldı.

 

“Gencer, biz sana yalan söylemedik. Sadece gerçeklerin tamamını söylemedik.”

 

“İkisi de aynı şey işte,” dedim.

 

“Hayır, çünkü gerçek çok ağırdı. O haldeyken kaldıramazdın.”

 

Sonra gözlerini kaçırarak devam etti:

“Hande geldi. Günlerce, haftalarca başucunda bekledi. Sen uyurken saçlarını okşadı, dualar etti. Doktorlara yalvardı, her şeyin en iyisi olsun diye uğraştı. Ama…”

 

Öne eğildim. “Ama ne?”

 

“Bu onun kariyerine mal oldu. Basın, paparaziler, menajerler… Hepsi Hende'nin orada olmasını istemedi. Hande’nin seninle olan bağını öğrenince baskılar başladı. Projeleri iptal edildi. Sponsorlar geri çekildi. Hande senin yanında kalmayı seçti, ama bunun bedelini ağır ödedi. Bana göre bütün bunlar Şehmuz'un başının altından çıktı. ”

 

Boğazım düğümlendi. “Yani… her şeyi benim için feda mı etti?”

 

Barut olumsuz anlamında başını sağa sola salladı. “Evet. Biz söylemedik, çünkü sen kendini suçlayacaktın. Henüz tam anlamıyla iyileşmeden bu yükü taşıyamazdın.”

 

Gözlerimden yaşlar aktı. Sessizce yüzümü ellerimle kapattım.

 

“Peki şimdi nerede? Hande nerede Barut?”

 

“Bilmiyoruz,” dedi. “Bir noktadan sonra kayboldu. Telefonunu kapattı, evini değiştirdi. Sanki dünyadan silindi. Belki de omuzlarına binen yükü daha fazla taşıyamadı.”

 

Hiç düşünmeden ayağa kalktım. Gözlerimde yeni bir kararlılık vardı. “O zaman Hande’yi ben bulacağım. Siz ne saklarsanız saklayın, hangi bedel olursa olsun… Ben onu bulacağım.”

 

Barut, yorgun ama saygılı bir ifadeyle bana bakmıştı. . “Bunu yapacağına emindim. Senin inadını biliyorum.”

 

Gece yarısına kadar düşündüm. Pencerenin önünde sigaramı içerken şehrin ışıklarına baktım. Bundan sonra tek bir hedefim vardı: Hande’yi bulmak.

 

Çünkü bazı cevaplar dostların ağzından duyulmazdı.

Bazı cevaplar sadece yürekten yüreğe geçerdi.

 

... Ve ben, o cevabı bulana kadar durmayacaktım.

 

 

Bölüm : 21.10.2025 20:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...