
Hatırlatma
Evet, Asya'nın konuşmasını hatırlamıştım. Bu kez doğum tarihlerini okuyarak yol almaya başladım. Tek tek her mezar yazısını inceliyordum. Nedenini anlayamadığım bir şekilde gözüm hiçbir şey seçemez olmuştu. Tam o sırada arka tarafımdan omzuma dokunan bir elin darbesiyle irkildim.
🚖🚖🚖
Sonuç olarak insan etten kemikten yaratılmış bir varlıktı ve benim buna bir itirazım yoktu. Üstelik akıllı da bir varlıktı. Peki, ben aklımı peynir ekmekle mi yemiştim de hava karardığı halde bunun farkına varamamıştım. Bende diyorum yazılar neden bulanık görünüyor.
Yaşadığım kafa karışıklığı aklımı başımdan almış dalıp gitmiştim işte, dolayısıyla da etrafımda olup bitenden bir haberim. Ondandı omzuma dokunan elin darbesiyle irkilerek korkmam. Neye uğradığını anlayamayan ben ani bir hareketle arkama dönmüştüm.
"Kimsin ve bu saatte burada ne arıyorsun?" Sorgulayıcı sesin tınısında buralar benden sorulur der gibi sahiplenici bir etki vardı.
Başımla beraber eş zamanlı olarak vücudumun tamamını arkama döndüm. "Ben bir mezarı arıyordum, zamanın nasıl geçtiğini fark edememişim," diye cevap verdim.
Asya'yı sor bu sabah buraya gelmiş mi, diye kendini paralıyordu iç sesim.
Mezarlık bekçisi olduğunu tahmin ettiğim adam, "Tanıdık biri miydi?" diye sordu.
Şimdi ne diyecektim adama, tanıdığım biri desem yalan söylemiş olacaktım. Oysa benim yalanla hiç işim olmazdı. En iyisi doğruyu olduğu gibi söylemekti. "Yok, bir arkadaşın tanıdığı olur," diye cevap verdim.
"Erken saatte gelmen lazımdı bu saatten sonra zor bulursun!" dedi yüzüme doğru el fenerini tutarak. El fenerinin ışığı gözlerimin kamaşmasına neden olmuştu. "Şunu bir çekerseniz gözlerimden," diye yakındım.
İsteğimi geri çevirmeyip el fenerini yüzümden çekip kendi önüne doğru tuttu. "Adı Abdullah." dedim.
"Adı Abdullah olan o kadar çok insan yatıyor ki burada. Aile kütüğünü bilmeden bulamazsın. Hem bu saatten sonra buraları pek tekin olmaz, elini çabuk tutup gidersen iyi olur." dedi.
Gözlerimi etrafta gezdirdim. Havaya büyük bir sükunet hâkimdi. İçimin ürpertisini baskılayıp havadaki ıssızlığın sesini dinledim. Garip geldi bana. Sessizce bir köşede yatan insanların sükuneti neden korkmamıza neden oluyordu? Biz insanlar farkında olmadan ne kadar çok alışmıştık kulakları sağır eden gürültülü seslere. Oysa sessizlik korkunun sesi değil, huzurun sesi değil miydi?
Hangi ara canavarlaşmış dev seslere yenik düşmüştü dinginliğin huzurlu sesi? Kimi aş, iş, der geçer. Kiminin ruhu çoktan teslim olmuştur azı dişili canavarın pençesine de hareketlilik sever. İnsan ruhunun huzurdan beslendiğini bir bilselerdi belki de çoğunluk kuytu köşelerde ve sessiz dağ başlarında yaşamayı seçerdi.
Kendimle söyleşiyi yarıda kesip sol kolumdaki saate bakarken 'eyvah' diye geçirdim içimden, çünkü işime geç kalmıştım.
Tokalaşmak için elimi uzattım önceden tahmin ettiğim sonradan mezarlık bekçisi olduğunu öğrendiğim adama. "Maalesef ben aradığımı bulamadım. Malum aradığım mezarı bulayım derken dalgınlıkla havanın karardığının da farkına varamamışım. Şimdi de acilen gitmem lazım. Yoksa işime geç kalacağım. Sizi de daha fazla meşgul etmek istemem." dedim
Bana sorarsanız mezarlıktan değil mezarlık bekçisinden korkmak gerekirdi. Adamın sıska bir vücudu, uzun ince bir yüzü, vardı. Zayıflıktan göz çevresi halkalanmış, çukura gömülmüş gibi duran gözleri çipil çipil bakıyordu. Yanına yakınlaştığınız zaman vücuduna sinmiş keskin sigara kokusu, insanın burun deliklerini yakmaya yetiyor da artıyordu bile...
"Bu sabah koyu kızıl saçları olan bir kız geldi mi buraya?" diye sormadan duramadım. Yüzüne yerleştirdiği düşünüyormuş mimiği onu daha da çekilmez kılıyordu. Onun kıvrılan dudaklarına bakınca insanın bir daha dudaklarını kıvırmayası geliyordu. Zayıf kuru omzunu silkerken gözüme öcü gibi göründü doğrusu.
Tabii bunda elindeki el fenerinin büyük katkısı vardı. Arada bir feneri kendi yüzüne doğru tutuyor, fenerin yaydığı ışık ise yüzünde değişik şekiller oluşturuyordu.
Annem yaramazlık yaptığımızda "uslu durmazsanız sizi öcülere veririm" derdi. Çocukluk işte şeklini şemailini bilmediğimiz bir öcüden korkardık. Garip. Galiba kendi öcümüzü kendimiz hayal etmemizi istiyordu annem, öcüyü bize korku materyali gibi sunarken.
Boğuk bir ses tonlamasıyla konuşurken, "Yok, ben kimseyi görmedim!" diye cevap verdi.
Bekçinin cevabı damarlarımdaki kanın çekilmesine neden olmuştu. Asya, gerçekten bu mezarlığa gelmemiş olabilir miydi?
İyi ama bu nasıl olurdu? Ben tam bu mezarlığın kapısında bırakmıştım onu...
İç sesim bu kez bana acımış olacak ki, keşke mezarlığa girip girmediğini bekleyip kendi gözlerinle görseydin, dedi.
Ne olursa olsun ben onun varlığına inanıyordum... Tamam, varlığım varlığına inanıyordu ama ruhum onu delicesine arzuluyordu. Çokça mezarlığa geliş nedenim ruhumu sakinleştirmek istememden kaynaklıydı.
Bu yalancı içgüdüne fazla bel bağlama Evrim. Her hissettiğine de inanma. Gerçekler detaylarda gizlidir.
İç sesimin hatırlattığı son cümle, beni yüreğimden tutup dokuz virgül şiddetinde sarsmıştı...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.91k Okunma |
558 Oy |
0 Takip |
91 Bölümlü Kitap |