39. Bölüm

Hera - 38-

My lore
my_lore

Selaaam...

Bölümler hız kesmeden gelmeye devam ediyor.

Satır arası yorumlarınızı görmek istiyordum.

Okumaya başlamadan önce ışıkları yakın

🚖🚖🚖

Hatırlatma

"Hera, hem bereket hem evlilik Tanrıçası öyle mi? İlk defa duyuyorum."

Asya, kendinden emin bir şekilde, "Tabii," diye cevap verdi.

Sormak istediğim şey delice bir meraktan ibaretti...

🚖🚖🚖

Her sorunun mutlak bir cevabı vardır ama Asya'da fazlası vardı...

 

"Asya, sen Hera'yı hiç gördün mü?"

 

Benimki sırf merak biraz da muziplikle ilgiliydi, çünkü bana göre bir Tanrıçayı görmek ihtimal dışıydı.

 

Kendinden emin bir şekilde, "Görmez olur muyum Evrim, gördüm tabii," dedi ve beni bir kez daha dumura uğrattı.

 

Tanrılar gözle görülebilen varlıklar mıdır ki, akla mantığa sığdıramadım doğrusu.

 

"Asya, inan bana anlamakta zorlanıyorum. Bir Tanrıçayı görmek o kadar kolay bir şey mi?"

 

"Elbette kolay bir şey değildir Evrim. Ben annem ve babamın sürekli Hera'yı öven masal tadında anlatımlarıyla büyüdüm. Annem Tanrıça Hera 'ya olan minnetini anlattıkça benim Hera' ya olan hayranlığım gün geçtikçe artıyordu."

 

"Nasıl bir hayranlıktır bu Asya, insan görmediği birine hayranlık duyabilir mi?" diye sordum. Saçmalıkta bir zirveydi bu ve benim buna inanmamı bekliyordu anlaşılan.

 

Başını sağa sola salladı, sallarken de güzel yüzü gülüyordu. "Hera'ya olan hayranlığım günbegün önüne geçilmez bir meraka dönüşmüştü. Bu yüzden sık sık evden kaçar ve Olympos Dağında yaşadığına inanılan Tanrıça Hera'yı arardım..."

 

Masal bu... Hem de içi akıl almaz saçmalıklarla dolu aptal bir masal Evrim, sakın inanma.

 

İç sesimin gazına gelip alt belleğimde yatan doğrulardan yola çıkarak aklımdan geçenleri yüzüne karşı söyleyiverdim. "Aramakla Tanrıça bulunur mu Asya, biraz gerçekçi mi olsak acaba?"

 

"Haklısın Evrim, bulunmaz bende bulamadım ama aradığım beni buldu." dedi. Sorduğum sorunun cevabını verdiğinde Asya'nın mutluluktan yüz hatlarına yerleşen aura bambaşka boyuttaydı.

 

Bense aldığım cevaba inanıp inanmamakta inanın zorluk çekiyordum. Bir Tanrı düşünün yaşadığı yer belli ve insanlarla muhatap oluyor. Oysa benim inandığım Tanrı, zamandan ve mekandan münezzehtir. Peki, nasıl oluyor da bir Tanrı isteyince bir insana görünebiliyor? İnanın bunu anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalıyor.

 

Evrim, bir dur dinlen. Senin halin hal değil. Bak kulağına fısıldıyorum bu kız kaçık, aman diyeyim suyuna git sabaha ne kaldı şunun şurasında.

 

Git başımdan diye savdım aklımın muhafızlarını.

 

"Sen Hera'yı değil Hera seni buldu öyle mi? Bu inanılmaz bir şey Asya. Peki, Hera, seni nasıl buldu?" diye sordum.

 

Ona inanmış görünmem Asya'yı fazlasıyla mutlu ettiği çıplak gözle bile görülebiliyordu çünkü yüzüne yayılan tebessüm iki katına çıkmıştı.

 

"Hera'yı aramak için Olympos Dağının sisli eteklerinde dolaşırken Evrim, genç bir çoban ile tanıştım. Yani ben onu çoban sanıyordum çünkü kılık kıyafeti, hali tavrı, öyleydi. Bana bir bakışı vardı adeta ruhuma işlerdi." Sözlerini yarıda kesip soğuktan kuruyan dudaklarını ıslattıktan sonra asıl can alıcı noktaya gelmiştik. "Biz birbirimize âşık olduk."

 

Biliyorum asırlar öncesini anlatıyordu Asya, lakin neden küçük çaplı bir sarsıntı yaşamıştım? Asya, aşktan söz ederken neden benim kalbimin tik takları hızlanıyordu? Yoksa aşk duygusunun esrarlı havası her yüreği esareti altına mı alırdı? Üstelik bana göre aşkın bir gözü kör diğeri şaşı bakardı; sağı solu belli olmazdı yani.

 

"Asya, aşık olduğun genç kimmiş?" diye sorarken bir his geldi göğsümün tam orta yerine çöreklendi.

 

"Evrim, kim olduğunu bende bilmiyordum Hera'nın kendisi gelip beni bulana kadar," dedi ve tıkanan nefesini derin bir soluk alarak yeniledi.

 

Asya'nın anlattıkları yine beni cazibesi altına almaya başlamıştı. Onu dinlemek çağlar ötesin taşımıştı genç ruhumu. Hakkını yemeyeyim anlattıkları cidden cezbediciydi.

 

"Asya, merakımı mahzur gör Olympos Dağı nerede?"

 

Asya, birkaç adım ileri geri yürüdü, üşüyen ellerini birbirine sürerek ısıtmaya çalıştı. Bütün bu eylemleri yaparken çizdiği görüntü bir şeyler düşündüğünü gösteriyordu. Konuşmaya başladığında tahmin ettiğim gibi bir bocalama süreci yaşamıştı. "Sana bunu nasıl anlatsam bilemiyorum Evrim, asırlarca yeryüzü çok çeşitli kavimlerce paylaşılmış. Bu zaman zarfında sınırlar çizilmiş sınırla bozulmuş. Olympos Dağı ise kuvvetle muhtemel Yunanistan sınırları içinde bulunuyor."

 

Asya'dan sonra ben de ellerimi birbirine sürerek ısıttım ama benim aklım hâlâ onun âşık olduğu gençte idi. "Ee, hâlâ âşık olduğun gencin kim olduğunu söylemedin, yoksa bu bir sır mı?" diye sordum...

 

Gülümsedi, gülümserken dudağının kenarında gamzeye benzer bir çukur oluştu. "Yok, sır değil Evrim. Benim nasıl bir kaderim varsa hep imkânsız aşklara tutundum. Herakles'sin annesi Alkmene'nin ikiz oğullarından birine âşık olmuşum. Senin anlayacağın Evrim, beni aileme armağan eden Tanrıça Hera, bu aşk yüzünden bana düşman kesilip sırtını dönmüştü."

 

Garip bir durum öyle değil mi? "Armağan ve düşman" Gül ve diken gibi birbirine dönük sırt.

 

Nefes alış verişim sıklaşmıştı konuya açıklık getirmek için aklımdan geçeni dilime dökmek isterken. "Neden düşman olmuş sana Tanrıça Hera, mutlak geçerli bir sebebi vardır?"

 

Sakın bana sende kendini iyice kaptırdın Evrim, diye sitem etmeyin. Asya'nın öyle bir aurası vardı ki, ya da anlattığı şeylerin mi demeliyim; bir vantuz gibi insanı içine çekiyordu. Sonuç olarak şansıma her gece ruhu göç yaşayan bir Asya, çıkmıyordu. Benim yerimde kim olsa çağlar ötesine ait savruk masalları dinlemek ister.

 

"Biliyor musun Evrim?" diye sordu.

 

 

Bölüm : 05.12.2024 23:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...