33. Bölüm

Barut Kokusu B.31.

My lore
my_lore

Merhabalar!

Nasılsınız bakalım?

Umarım iyisinizdir.

Güzel bir bölümle geldim.

Keyifle okuyun.

Bölüm sınırı. Beğeni 20. Yorum 20. Kısa sürede sınırı geçeceğimizi düşünüyorum.

Bir önceki bölümlerin sınırlarını da dolduralım lütfen.

🌿🌿🌿

 

Toprağa karışan barut kokusu henüz dağılmamıştı.

Yaman'ın alnına dayanan tabancanın ucundan yükselen duman, sabah ayazında ince bir çizgi gibi havaya süzülürken, üç adamın kaderi o sisin içinde bir anlığına asılı kaldı.

 

Cuma'nın parmağı tetiğe istemsizce basmıştı.

Fakat mermi Yaman'a değil, Yaman'ın hemen yanındaki toprağa saplanmıştı.

Sanki kader, o an bir parmak ucu kadar geri çekilmişti.

 

"Cuma!" diye gürleyen ses, adamın içindeki öfke karanlığını yarıp geçmişti.

Bu ses, yılların ağırlığını, bir babanın hem otoritesini hem merhametini taşıyordu.

 

Ömer...

Cuma'nın babası.

 

Yaşlı adam, değneğini toprağa sertçe vura vura yaklaşırken nefesi buğulanıyor, öfkeyle hafif titriyordu.

Sabahın ayazı yüzüne işlemişti ama titreten ayaz değil; sesinin içindeki kırgınlık ve korkuydu.

 

"Ne ediyorsun sen?" diye haykırdı Ömer.

"Ne ediyorsun da kendi soyumuza leke sürüyorsun?!"

 

Cuma, elindeki tabancayı hâlâ sıkı sıkıya tutuyor, gözleri Yaman'dan bir an bile ayrılmıyordu.

Öyle ki tetiğe yeniden basacak bir ademoğluna benziyordu.

 

Yaman, dehşetle nefes alırken geri geri adım attı.

Ömer'in gelişi onun için bir kurtuluş muydu yoksa yeni bir hesap mı, henüz bilemiyordu.

 

Ömer sert adımlarla yaklaştı ve bastonunu Cuma'nın elindeki tabancaya vurdu.

 

"İndir şunu!"

 

Cuma'nın eli bir an titredi, ama bırakmadı.

 

"Baba," dedi dişleri kenetlenmiş hâlde, "bu adam bacımın yüreğini yaktı. Nasıl olur da..."

 

Ömer bastonunu bu kez Cuma'nın göğsüne doğru itti.

 

"Senin bacının acısı büyük diye, sen katil mi olacaksın?!

Kızım diye toprağa düşen torunuma ağıt yakarken bir evlat daha mı gömeyim ben?!"

 

Bu söz...

Cuma'yı yerle yeksan etmişti.

 

Babası kendisiyle ilk kez böyle konuşuyordu.

İlk kez gözlerinin içine böyle bakıyordu.

 

Cuma hiçbir şey diyememenin ağırlığını omuzlarında taşırken başını önüne düşürdü.

Göğsü inip kalktı; nefesi sanki ciğerlerine değil, acısına doluyordu.

 

Oğlu alamadığı intikamın ahını hücrelerinde hissederken Ömer, konuşmasına kaldığı yerden devam etti.

 

"Bana sabahın köründe gelip silah aldığını söylemediler mi sanırsın?

Senin arkadaşın kendi ayaklarıyla gelip söyledi!

'Ömer ağam,' dedi... 'Cuma yanlış bir işe kalkışacak, silahı elinden alın. Günaha girmesin.'

Ben de koştum geldim.

Oğlumu toprağa düşmüş görünce ne yaparım diye..."

 

Cuma'nın gözleri yaşardığında,

ilk kez tabancanın kabzasını tutan elleri gevşedi.

 

Yaman ise bir adım geri çekildi, ama hâlâ gözlerinde korkunun emareleri geziniyordu.

 

Ömer, fırsattan istifade Cuma'nın elindeki silahı tuttu ve bileğinden sıyırarak aldı.

Sonra da tabancayı toprağa fırlatıp üstüne bastı.

 

"Bizde kan davası yok!" dedi yüksek bir sesle.

"Bizde hesabı kul değil, kulun sahibi sorar!"

 

Yaman duydukları karşısında başını hafifçe önüne eğdi.

Bir yandan minnet, bir yandan utanç taşıyordu yüzünde ama konuşamadı.

 

Ömer bu kez Yaman'a döndü yönünü.

 

"Sen de hiç sevinme!" dedi.

"Ettiğin yanlışın hesabı bir gün senden çıkacak ama öldürülerek değil. Gün gelecek vicdanın hesap soracak senden. Onun için seni vicdanınla başbaşa bırakıyorum..."

 

Sonra geri dönüp Cuma'nın omzuna bastırdı elini.

 

"Yürü!

Bacının yanına gideceğiz.

Bir evlat toprağa düşmüşken, bir evlat daha düşmez!

Ben sağ olduğum sürece..."

 

Babası gitmeleri için Cuma'yı iteklerken Cuma, olduğu yerde durdu ve gözlerini kısarak Yaman'a bakmaya başladı.

 

Bu bakışta artık ölüm yoktu, ama bedduanın gölgesi vardı.

 

Sonra başını önüne çevirdi ve babasının ardından yürüdü.

 

Yaman olduğu yere çöktü kaldı.

Eliyle alnını silerken soğuk ter avucuna doldu.

Biraz önce ölümün nefesi alnına değmişti. Bu hiç hesapta yoktu.

 

---

 

Cuma ve Ömer köye doğru yürürken, rüzgâr birden yön değiştirdi; sanki sabahın soğuğu bile onların öfkesinden ürküyor gibiydi.

 

Ömer konuşmuyor, değneğiyle toprağı her vuruşunda acısını bastırıyordu.

Cuma ise gözlerini yolun taşlarına dikmiş, boğazında düğümlenen öfkeyi yutmaya çalışıyordu.

 

"Baba..." dedi Cuma, sesi boğuk çıkmıştı.

"Sen... sen yetişemeseydin... Yaman şimdi ölmüştü."

 

Ömer başını çevirmeden yürümeye devam etti.

 

"Biliyorum," dedi.

"Seni oradan çekmeseydim, bacının acısı seni kör edecekti.

Evlat acısı insanı akılsız eder, evlat...

Seni suçlamam."

 

Cuma derin bir nefes alıp verdi.

 

"Baba... kız... daha küçücüktü..."

 

Ömer'in sesi kırıldı ve duygusal bir akışa indi.

 

"Biliyorum... Beni taştan mı sanırsın... Ben acımı her nefeste

yüreğimde taşıyorum..."

 

İkisi de konuşamadı bir süre.

 

Sonunda Ömer, ağır adımlarını sakince durdurdu.

 

"Cuma...

Şimdi yapman gereken, bacının yanında dimdik durmak.

Onun yüreği senden önce parçalandı.

Gidip de aman bilmem kim ne demiş de yuvası dağılmış diye hayıflanma...

Bunların hesabı er geç çıkar ortaya."

 

Cuma başını kaldırıp babasından tarafa baktığında, gözlerinde karanlık değil, artık daha sert bir kararlılık vardı.

 

"Yaman bu işten sıyrılmayacak," dedi.

"Yalnız benim elimle değil."

 

Ömer'in omzu hafifçe düştü, rahatlamış gibiydi.

 

"İşte böyle," dedi.

"Benim bildiğim adamlık budur."

 

---

 

Cuma ile Ömer eve vardığında kapının önünde yuva kuran kadınların fısıldaşması durmuş, herkes birbirine bakar olmuştu.

 

Asiye ise ortalıkta görünmüyordu. Muhtemelen içerideydi.

 

Yüzü solmuş, gözleri kurumuş, ama bakışları boşluğa kazınmış halde yatağının ucunda oturuyordu.

 

Cuma içeri girer girmez, bacısının dizinin dibine çöktü.

 

"Asiye..." dedi yumuşak bir sesle.

"Ben geldim. Buradayım bacım."

 

Asiye başını kaldırmadan kendi kendine konuşur gibi acısını diline döküyordu.

 

"Götürdüler. Kızımı götürdüler Cuma...

Toprağın altına koydular..."

 

Cuma'nın kalbi hiç olmadığı kadar sızladı.

 

"Ben yanındayım bacım," dedi.

"Sen ağla, ben beklerim. Sen sus, ben konuşurum.

Kim ne yaptıysa ortaya çıkacak.

Bundan sonra seni bir daha kimse incitmeyecek."

 

"Cuma..." dedi, ilk kez gözlerini kaldırarak.

"Babam... beni affeder mi?"

 

Ömer içeri girdiğinde kızına baktı. Onun son sözlerini duymuştu.

O an adamın yüzündeki çizgiler daha da derinleşti.

 

"Kızım," dedi, Asiye'nin yanına oturarak.

"Sen affedilecek bir şey yapmadın ki...

Senin günahın yok.

Günah, seni ağlatanlarda..."

 

Asiye hıçkırarak ağlamaya başladı.

 

"Ben... ben kızımı koruyamadım..."

 

Ömer ilk defa uzanıp kızının ellerini tuttu.

 

"Sen elinden geleni yaptın.

Gerisini Allah'a bırakacaksın."

 

---

 

Evde acı ağırdı, ama artık öfke körlüğü yoktu.

Cuma'nın intikam ateşi sönmemişti, sadece şekil değiştirmişti.

 

Yaman ölmemişti, ama hayatı bundan sonra hiç kolay olmayacaktı.

 

Belki de köylü, üç kişinin sınandığı o sabahı uzun yıllar unutmayacaktı.

 

🌿🌿🌿

 

Harlı kayanın çocukları, zamanı peşine takmış tıngır-mıngır sürüklüyordu. Bir varmış bir yokmuş misali. İçinden geçtikleri zaman ışık hızıyla ilerlerken Asiye'den sonra bizim aile ikinci kaybını vermişti. Bu kaybın üzerinden tam iki koca yıl geçmişti. Gün gün gül gibi solan anasından ayrı düşmüş Havva bebekte unutulup gitmişti. Onun hastalığı belki de anasızlıktı. Onun koynunda uyuyamamaktı. Ya da yeterince bakım görmemişti.

 

Geçip giden zaman zarfında Asiye'nin anası vefat etmiş yerine üvey ana gelmişti.

 

Üvey ana, yani anasının yerine gelen kadın cazgırın tekiydi. Asiye'yi kapısında bir köle gibi kullanmaktan çekinmiyordu. Bu da yetmezmiş gibi Asiye'nin eşinden ayrılmış bir kadın oluşunu sürekli başına kalkıyordu.

 

"İyi olsan kocan üzerine kuma getirmezdi. İyi olsan kocan seni boşamazdı" gibi gibi akla ziyan suçlamalar. Asiye'ye bile isteye dünyayı dar ediyordu. Peki, Asiye, bütün bunların altında kalıyor muydu? Tabii ki hayır...

 

Tabiatı gereği Asiye, haksızlığa boyun eğmeyen güçlü karakterde bir kadındı ama gelin görün ki, güçlü bir karaktere sahip olmak bazen hiçbir işe yaramıyordu...

 

Üvey anasına karşı durduğunda babası üzülüyor, ses etmese kendisi zarar görüyordu, "Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık" hesabı.

 

"Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş" derler ya?

 

Sıkıntılı günler birbiri ardına gelip geçerken, genç bir adam Asiye'ye talip çıkmıştı. Şimdiye kadar anasının hastalığını bahane edip evlenmek istemeyen Asiye, üvey ananın eziyetlerine daha fazla dayanamayarak kendisine talip çıkan gençle evlenmeyi kabul etmişti. Büyük ihtimalle üvey ananın isteği de buydu. Onu yıldırıp kapı dışarı etmek.

 

Asiye ile evlenmek isteyen genç adam, komşu köyde yaşıyordu ve iyi yürekli bir insandı. Sanki Asiye'nin imdat çığlığını duymuş da ona ödül olarak gönderilmişti. Kız isteme nikah falan derken kısa zaman içinde alıp götürmüştü Asiye'yi evine.

 

Bu kadar iyi bir insandı da neden bekâr biriyle evlenmemiş diye soracak olursanız eğer adamın tek eksiği babasının olmayışı ve kardeşlerine kendisinin bakıyor oluşuydu. Herkesin yuvasını kurayım diye uğraş verdiği için kendisi en sona kalmıştı.

 

🌿🌿🌿

 

Öte taraftan Yaman bir yanlışa düşüp Asiye'nin ardından Havva bebeği de kaybedince bir süre kendi içinde pişmanlıklar yaşamıştı ama gerçeği hiçbir zaman öğrenemedi. Belki gerçekten Asiye'nin suçsuz olduğunu bilseydi her şey çok daha farklı gelişecekti. Nitekim Asiye'nin başına gelen yıkım emin olun başkalarının başına katbekat fazlasıyla gelirdi.

 

Başlarına geleceği bildikleri için hiç kimse Yaman'ın karşısına çıkıp da gerçeği söyleme cesareti gösteremedi. Güllü kaynana tarafından susturuldu. Fidan, kardeşinin karşısına çıkıp Asiye'ye veryansın etmişti ama onun tek derdi kendi kıç....ı kurtarmaktı. Kardeşinin bu kadar ileri gideceğini hiç düşünmemişti. Şimdi o da pişmanlıklar içinde kıvranıyordu lakin bu nafile bir pişmanlıktı, çünkü kendi günahlarının bedelini Asiye, ödemişti.

 

Yoksa Yaman inançlı bir insandı. Hiç kimseye bile isteye zarar vermezdi. Onun tek zaafı kadınlara düşkünlüğü veya kendi ruh eşini arıyor olmasıydı.

 

Sonuç olarak "taş kalpli" bir adam değildi. Asiye'nin evlendiğini duyunca şehirdeki iş yerine çekip gitmiş haftalarca eve gelmemişti. Kendini bir çeşit inzivaya çekmişti. Bu zaman zarfında günlerce düşünüp taşınmış ve bir karara varmıştı. Kendi çapında radikal bir karar almıştı almasına ama bu kararın sonuçları bütün aileyi ilgilendiriyordu.

 

🌿🌿🌿

 

Sıcak bir yaz akşamının ılık esintisi, akşam sofrası başına oturmuş çalakaşık yemek yiyenlerin yüzlerini yalayıp geçiyordu. Yaman hem önündeki sahandan yemek yiyor hem de kafası içinde döndürüp durduğu düşünceleri toparlamaya uğraşıyordu. Uzun zamandır düşüncelerini kimselere sorup danışmaz olmuştu ama bu kez farklıydı, çünkü konu babasını da ilgilendiriyordu.

 

Hem babası her zaman doğruyu düşünür doğru yolu gösterirdi. Babasına sormadan onun onayını almadan bu aldığı köklü kararı hayata geçiremezdi. Kafasından geçen soruları bir araya topladı ve sıraya dizdi. Babasını kızdırmak istemiyordu zira kızarsa anında resti çeker kurduğu hayalde puf diye yok olurdu.

 

"Ihım..." diye bir ses çıkararak boğazını temizler gibi yaptı, hem de etrafındakilerin dikkatini kendi üzerine çekmekti amacı.

 

"Şıhım" dedi babasının yüzüne bakarak "şehirdeki iş iyi gelir getiriyor ama gidip gelmek bizi bir hayli yoruyor." Yorgunluk bir bahaneydi. Yaman'ın asıl amacı bu yerleşkeden çekip gitmekti, çünkü son yıllarda hiç de iyi şeyler yaşamamıştı.

 

Seyyit Efendi, gözlerini kısarak oğluna bakmaya başladı. Belli ki oğlunun bu sözlerinin altında bir şeyler yatıyordu. "Ee, bu işi isteyen sendin şimdi ne oldu da zoruna gitmeye başladı?" diye sordu.

 

"Şıhım, iş yapmak değil benim zoruma giden, gidip gelmek yorucu oluyor."

 

"Tengri canını almaya senin! O işi kurarken bilmiyor muydun şehrin uzak olduğunu? Gidip gelmenin yorucu olacağını. Önceden hesap kitap yapmazsan olacağı buydu işte? Ne olacak, bir atım otun vardı onu da attın kurtuldun. Sen bu işten sıkıldım desene bana?"

 

"Olay senin düşündüğün gibi değil şıhım. Biraz birikmiş paramız var. Bu parayla bizim nahiyeden bir arazi satın alalım diyorum. İki dönümlük bir arazi buldum. Yarın sabah seninle gidip bakalım o araziye. Beğenirsen alalım o araziyi."

 

Seyyit, bu yerleşkeden ayrılmak istemiyordu ki? Onun için oğlunun fikirlerinin hiçbir ehemmiyeti yoktu. "Beğenmezsem ne olacak?" diye sordu.

 

"Yapma böyle şıhım. Bak benim Hatçe ile birlikte üç çocuğum var. Efe'nin de var iki çocuk. Bizim bu evde toplam iki odamız var. Sen ve anam mutfakta yatıyorsunuz."

 

Babası yüzünü buruşturarak konuşmaya başladı. "Sen istiyorsan git lakin ben buradan ayrılmam!" dedi kesin bir dille. Edibe kadın koca yeşil gözlerini fazlasıyla açarak kocasına dik dik bakmaya başladı. "Bana sorarsan çocuk doğru konuşuyor. Eskisi gibi değiliz Seyyit, aile genişledi. Bu duruma bir hâl çaresi bulmak lazım. Bak Yaman'ım ne güzel düşünmüş. Hemen olmaz diyeceğine bir düşün derim ben."

 

Yaman anasının onayını almıştı. Biliyordu ki anası bir işe olur derse o iş olurdu. Keyiflendi düşlediği yaşamı hayata geçireceği için.

 

"Baba, arazinin bir köşesine iş yeri için kocaman bir bina yaparız, diğer köşesinde ise geniş bir ev yaparız. Herkesin ayrı bir odası banyosu olur. Misafir için geniş bir salon yaparız. Misafir ayrı bir kapıdan girer kadınlar ve çocuklar ayrı bir kapıdan. Kimse kimseyi rahatsız etmez," dedi derken de gözleri düşlediği yaşama doğru yol alıyordu...

 

Oğlu anlatırken Seyyit, pür dikkat onu dinliyordu. Konuştuğu şeylerde doğruluk payı yok değildi. İki oda yedi çocuk kendilerine yatacak yer kalmamıştı evlerinde. Küçücük mutfağa bir yer döşeği seriyorlar orada uyuyorlardı. İki adımlık bu mutfakta yatmak çok rahatsız ediciydi. Kendilerine ait bir odaya sahip olmak kim bilir ne güzel olurdu. Bir sürü kitapları vardı nereye koyacağını bilmediği. Kendi odam olursa bir raf çakarım kitaplarımı oraya koyarım, diye geçirdi içinden. Oğlunun düşleri onu da alıp götürmüştü.

 

Seyyit Efendi, kurduğu düşlerden sıyrılırken kendiliğinden dile geldi sözler, "Olur, olmazsa yarın gider bakarız. Ne yalan söyleyeyim, şimdiye kadar aldığın en doğru karar bu olsa gerek..." dedi.

 

Babası oğluna "olur" demişti ama bir tarafı mutluyken diğer tarafı buruktu.

 

Etrafına bakınırken, hüzün dolu gözleri evin her bir taşını yokladı. Bu evin her bir karesinde kendi ellerinin izleri vardı. Harcını kendi elleriyle karmıştı. Belli ki zor olacaktı; bu evden doğup büyüdüğü bu yerleşkeden ayrılmak ama el mecbur katlanacaktı.

 

Ezeltene kokulu dağlara vurgundu adam. "Ölüm de dirim de bu topraklara ait," der dururdu hep.

 

Seyyit, öyle der dururdu amma çoğu zaman hesap Bağdat'tan geri dönerdi... İnsanoğlunun naçiz bedeninin yatacağı toprak, sahibinin kalbine görünmez zincirlerle bağlıdır. Kişi istemese de bahaneler zinciri alıp getirir onu asıl mekanına. Sen ne kadar plan kurarsan kur, insanın tercihleri doğrultusunda kaderin yazgısı değişmeye meyillidir biraz...

 

 

Bölüm : 21.11.2025 19:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...