
Üzümlü Keklerim nasılsın bakalım?
Okumaya başladığın saati burara yaz.
Kitabı beğeniyorsanız eğer, arkadaşlarını buraya davet et...
Bu bölüm için oy sınırı 20. Yorum sınırı 20. Kısa sürede geçeceğimizi düşünüyorum.
Keyifli okumalar can okurlarım.
🌿🌿🌿
Köy, sabaha karşı nefesini tutmuş gibiydi.
Geceden kalan ayaz, toprağın yüzünü pütür pütür etmiş; evlerin bacalarından çıkan ince dumanlar gri bir tül gibi gökyüzüne karışmıştı. Tavukların henüz uyanmadığı, rüzgârın bile sesini kıstığı o saatlerde, sadece birkaç köpek havlaması gecenin sessizliğini yırtıyordu.
Asiye'nin baba evinin hemen yanında dere boyuna uzanan söğütler, seher vaktini soğuk bir ıslaklıkla karşılıyordu. Evlerin pencerelerinde perdelere yansıyan titrek lambalar, gecenin bitmeye yanaşmadığını hatırlatır gibiydi. Köyde her şey hâlâ karanlığın gölgesindeydi... tıpkı Asiye'nin yüreği gibi.
Asiye o gece çocuklarını görme günlerinden birindeydi.
Haftada bir gelirler, birkaç gün kalmasına izin verirler, sonra tekrar alıp götürürlerdi.
O birkaç gün, onun hayata tutunduğu tek daldı.
O gece küçük kızı, Asiye'nin koynunda uyuyordu. Kızın nefesi önce normaldi; çocuklara has o derin ve masum nefes. Yalnız gecenin üçüne doğru, çocuğun bedeni titremeye başladı. Asiye uykusundan sıyrılırken, küçük kızın teni elini yaktı.
"Kızım...?" dedi panikle.
Elini kızının alnına koyduğu anda irkildi, çünkü
ateş avuçlarını yaladı adeta.
Bir an nefesinin kesildiğini hissetti.
Yüreği boğazında atmaya başladı. Öyle ki, dizlerinin bağı çözülmüştü.
Sanki gecenin sessizliği birden delinmiş, bir başka dünya üzerlerine çökmüştü.
Hemen yatağından fırladı ve anasının yattığı odanın kapısına dayandı.
"Ana!" diye bağırdı. "Ana uyan! Kızım yanıyor!"
Eski ahşap kapılar gürültüyle açıldı.
Orta yaşlarındaki kadın yarı uykulu hâliyle Asiye'nin kaldığı odaya koştu. Gözleri kızına değil önce torununun rengine kaydı. Kadın, ömrünün yarısını çocuk büyütmeye harcamıştı; tecrübeli bir elin gölgesi vardı yüzünde.
Hele ki torunu söz konusuysa...
"Asiye, korkma." dedi hemen yatığın başına çökerek. "Kızım hemen ortalığı telaşa verme, çocuklarda ateş çoğu zaman olur."
"Bu kadar mı olur? Bak ana bak, elim yanıyor!"
"Tamam. Evham yapma. Söyledim ya çocuk bu, ateş yapar. Hele hele diş çıkarıyorsa..."
Asiye'nin elleri titriyordu.
Gözleri büyümüş, nefesi sıklaşmıştı.
Sanki bir an bile geç kalsa kızının nefesi kesilecek sanıyordu.
Asiye'nin anası hızla ılık su hazırladı.
Temiz bir bezi o suya batırdı, sıktı, küçük kızın alnına koydu.
Beyaz bez küçük kızın ateşle kızarmış alnında buhar çıkarmıştı.
"Asiye, sen çocuğun dişine bak." dedi kadın.
Asiye titreyen elleriyle kızının ağzını araladı.
Gördüğü manzara içini hem dağladı hem rahatlattı; küçük kızının damağı şişmiş azı dişi patlamak üzereydi.
"Asiye," dedi annesi yumuşak bir sesle, "Bak, bu diş ateşi. Korkma. Sabaha düşer."
Asiye'nin biraz olsun yüreği yumuşadı ama hâlâ 'küt küt' çarpıyordu.
"Elimde değil ana... Onlar bana emanet sayılır. Ya bir şey olursa...? Ödüm kopuyor... "
"Sus kızım!" dedi annesi sert ama koruyucu bir tonla. "Şeytan kulağına kurşun. Kızının bir şeyi yok. Sen dua et, başında bekle."
Asiye sabaha kadar kızının başında oturdu.
Elini çocuğun minik avuçlarına koydu, alnındaki bezi sürekli ıslattı, gözünü bir an olsun yumamadı.
Gecenin en uzun saati, sabaha en yakın olanıydı.
Kızın nefesi bazen hızlandı, bazen düştü.
Asiye her seferinde dondu kaldı.
Ta ki...
Sabahın ilk ışığı perdeye vurduğunda, küçük kız derin bir nefes alıp başını yana çevirene kadar.
Şakakları buğul buğul terlemiş küçük kızın ateşi sonunda düşmüştü.
Asiye'nin gözlerinden sicim gibi yaşlar üzüldü, ama bu kez rahatlamanın gözyaşıydı.
Asiye'nin anası sabah odaya girdiğinde, kızının kızını sardığını görünce derin bir iç çekti.
"Neyse," dedi. "Geçti çok şükür."
Yalnız evin içini dolduran bu geçici huzur, kaderin başka planları olduğunu gizleyemeyecekti.
Bu sadece yaklaşan fırtınanın sessiz uyarısıydı.
---
Günler birbirini kovalıyor zaman denen dönence hızla gelip geçiyordu.
Asiye ise çocuklarını düzenli olarak görüyordu.
Her gelişlerinde iki çocuk da sevinçle ona koşar, Asiye onların kokusunu içine çekerek hayata geri dönerdi.
Özellikle son günlerde küçük kızında bir şeyler dikkatini çekiyordu.
Sanki gün gün yüzü soluyor,
kolları inceliyordu.
Gözleri sürekli uykulu.
Gülüşü eski neşesini yitirmişti.
"Asiye evham yapma," diyordu anası. "Büyüyor çocuk."
Bir anne bilir.
Bir anne hisseder. Onu hesaba katmıyordu anası.
Asiye'nin içi sıkışıyordu, ama bunu dillendirecek cesareti yoktu.
Çünkü kızını geri verdiklerinde, yine kolları boş kalacaktı.
Söylese bile bir şey değişmeyecek diye düşünüyordu.
O sabah, evde kahvaltı hazırlanıyordu.
Ömer ocak başında ekmek kırıyor, anası zeytinleri sofraya koyuyordu. Asiye ise çocukların getirdiği mantarları sobanın yanında biriktiriyordu.
Mutfak kapısı bir anda hızla açıldı.
Sonra nefes nefese kalmış bir ses tırmaladı kulakları.
"Asiye abla! Asiye abla!"
Kapının önünde, eski komşularının on yaşlarındaki kızı duruyordu.
Saçları dağılmış, nefesi kesilmişti.
Gözleri kocaman açılmıştı.
"Asiye abla... kızın..."
Asiye cansız bir heykel gibi donup kalmış küçük kızın ne dediğini anlamaya çalışıyordu.
"Ne olmuş kızıma?"
Kız sert bir şekilde yutkundu. Ondan sonra dudakları titredi ve
gözlerinden yaşlar akmaya başladı.
"Asiye abla... kızın ölmüş. Koş yetiş..."
Asiye'nin elindeki bardak yere düştü.
Cam parçaları etrafa saçıldı.
Fakat o sadece bir uğultu duyuyordu.
"Sen... ne dedin sen...?"
Kız bu kez daha yüksek sesle hatta bağırır gibi konuşmuştu.
"Kızın ölmüş Asiye abla! Yetiş!"
Asiye soluksuz bir çığlık attı. Eli ayağı boşaldı ve
dizlerinin bağını çözdü. Yer küre ayağının altından çekilirken
başı hızla dönmeye başladı.
Yaşadığı kısa süreli şokun ardından. Hiç düşünmeden ayak yalın, başı açık dışarı fırladı.
Ömer arkasından koşmaya çalıştı lakin yetişemedi.
Asiye'nin yokuşu inerken nefesi kesildi ama aldırmadı. Saniye saniye görüş alanı daralıyor yollar bulanıyordu, fakat aldırmıyordu. Toprak yolda koşar adım ilerlerken ayak tabanlarını küçük taşlar kesiyordu ama acısını hissedemiyordu.
Yamanların evine vardığında...
Hayatı olduğu yerde durdu.
Seyyit, küçük kızını kucağına almış, tahta merdivenin başında duruyordu.
Üzerinde beyaz bir çarşaf.
Küçücük ayakları görünüyordu.
Asiye, çocuğunun solmuş yüzünü görür görmez dizleri çözülüp yere düştü.
Boğazından çıkan ses ne çığlıktı ne nefes.
Bir tür can veriş gibiydi.
"Yavrum... kızım... meleğim...!"
Kollarını uzattı ama çocuğa dokunamadı.
Nefesi kesildi.
Gözleri karardı.
Merdivenin ilk basamağına yığılıp kaldı.
Tam o sırada koşarak yetişen biri vardı.
Cuma...
Cuma, bacısını yerde görünce duramadı.
Onu hemen kollarına aldı.
"Sakin ol Asiye! Bacım! Kendine gel!"
Cuma konuşuyordu ama Asiye'nin içi çoktan karanlığa gömülmüştü.
Gözlerini tekrar açtığında, başucunda iki kişi vardı.
Cuma...
Edibe.
Asiye gözlerini açar açmaz dizlerinin üzerine kalktı.
"Nerede kızım? Onu bana verin. Kızımı bana verin!" diye bağırdı.
Edibe hıçkırarak yüzünü kapattı.
Cuma, bacısının omzunu tuttu.
"Asiye... sakin ol. Kızının yanına götüreceğim seni. Mezarlığa..."
"Asiye bayıldı yine," dedi Edibe korkuyla.
Cuma dişlerini sıktığında nefesi buz kesildi.
İşte o an gözlerini Edibe'ye dikti.
"Sana demedim mi?" dedi boğuk bir öfkeyle. "Bu çocukların başına bir şey gelirse... Evinizi başınıza yıkarım demedim mi?"
Edibe genç admın öfkesini görünce geri adım atmış ve susmuştu, çünkü korkusu yüzünden okunuyordu.
"Yaman için de söyledim! Eğer bacımın gözünde bir damla yaş görürsem onun eceli olurum. Önce namluyu onun alnına dayarım demedim mi?"
Seyyit' de duymuştu bu sözleri ama susmuştu.
Bu susuş, suçluluğun itirafı gibiydi.
Asiye'nin yeniden bayılacağını anlayan Cuma, onu kollarından tutup kaldırdı.
"Hadi bacım," dedi titreyen sesiyle. "Kızını göreceksin. Gel benimle."
Mezarlığa vardıklarında, köyün kadınları fısıldaşıyor, çocuklar uzaktan bakıyordu.
Asiye mezarın başına çöktü.
Toprak henüz tazeydi.
Elini sürünce sıcaklığını hissetti; kızı henüz yeni konmuştu.
Çığlığını gökyüzü bile geri yansıttı.
"Aaaahhh kızım! Hâlâ kokun üzerimdeyken...! Meleğim...! Beni bırakıp nereye gittin!"
Saatlerce ağladı.
Saçlarını yoldu.
Toprağı yumrukladı.
Cuma ona hiç dokunmadı.
Bıraktı ki bacısı içindeki tüm zehri döksün ve acının kabuğu çatlasın.
Güneş tepeye çıktığında bile ağlaması dinmedi Asiye'nin.
Köyün sessizliği artık başka bir sessizlikti, çünkü bir evden küçük bir çocuk eksilmişti.
Kim bilir, belki de bu eksik, iki ailenin kaderini parçalayacaktı.
---
Asiye'nin feryadı hâlâ kulaklarında çınlıyordu.
Cuma mezarlıktan döndüğünde artık ne acıyı ne kederi hissediyordu.
Sadece öfke.
Sadece hesap.
Bu işin arkasında kim varsa, kim bacısının yuvasını dağıttıysa, kim o küçücük çocuğun vebaline sebep olduysa... Hesap verecekti.
Cuma'nın gözünde hepsinin tek bir adı vardı.
Enes.
Bütün fitneyi o başlatmıştı.
Bacısının yuvasını yıkan zehri o serpmişti. Cuma artık beklemeyecekti.
"Önce onu konuşturacağım," dedi kendi kendine. "Sonra sıra Yaman'da."
Ertesi sabah gün doğmadan yola çıktı.
Enes tarlaya giderken tek başınaydı. Kimsenin olmadığı bir saat.
Kimsenin uğramadığı bir yol.
Cuma saklandığı yerden çıktı.
Elinde tabanca yoktu bu kez.
Yalnızca yumrukları ve içindeki öfke yeterdi.
"Enes!" diye kükredi.
Enes irkildi.
Kafasını çevirdiğinde Cuma'nın yüzündeki ifadeyi görünce dizlerinin bağı çözüldü.
"Ne... oldu Cuma?"
Cuma hiç cevap vermedi.
Yumruğu Enes'in yüzüne indi.
Enes yediği yumrukla yere düştü.
Cuma üzerine çöktü.
Yılların biriktiği öfkeyi yumruk yumruk çıkardı.
"Konuş!" dedi her vuruşta.
"Ne dedin Fidan bacına? Ne dedin de ikiniz bir olup iftira attınız? Neden bacımın yuvasını yıktınız?!"
Enes yüzü gözü kan içinde kıvranıyordu.
Nefesi kesiliyor, gözleri kararıyordu.
"Ben... ben kimseye bir şey demedim...! Yemin içerim demedim!"
Cuma bir yumruk daha attı.
"Yalan dilinize yuva yapmış sizin! Ben her şeyi biliyorum artık! Konuş!"
Enes sonunda diz çöktü.
Soluk soluğa, gözleri yaşlı, kanı toprağa karışmış halde
"Ben... bir şey söylemedim Cuma...
Fidan bacım kendi düşündüğüne inandı...
Bana gelip sorduğunda...
Ben de... onu doğruladım..."
"Ne duymuş da inanmamış Fidan bacın?"
Enes boğazına biriken kanı hafifçe yutkundu.
"Asiye beni şikayet etmiş Fidan bacıma. Bacım da Asiye'ye inanmamış. Enes'e iftira atıyorsun demiş. Sonra Yaman'a anlatmış her şeyi. Ben başka bir şey bilmiyorum."
Cuma dondu kaldı bir an.
"Yani her şey...
bir yalana mı dayanıyor. Nedense ben sana inanmadım Enes. Hadi öyle olduğunu kabul edelim." dedi ve Enes'in yakasından tuttuğu gibi gibi ayağa kaldırdı.
"Konuş! Asiye neden seni Fidan bacına şikayet etmiş, asıl sen bana onu anlat."
"Ben... ben bilmiyorum. Yemin içerim bilmiyorum."
Cuma'nın yüzünde artık merhamet diye bir şey yoktu.
"Seninle hesabım bitmedi." dedi Enes'e. "Benim şimdi başka birine hesap sormam gerekiyor. Sakın ola yoluma çıkma. Nasıl olsa gerçeği öğreneceğim. "
---
Köyün girişinde, kimsenin geçmediği ıssız bir yol vardı.
Günün en durgun saatiydi.
Gökyüzü gri, hava ağırdı.
Yaman, elini kolunu sallayarak yürürken birinin önüne çıktığını fark etti.
"Cuma... sen...?" dedi Yaman.
Cuma belindeki tabancayı ağır hareketlerle çıkarırken hiç titremeden, hiç düşünmeden, Yaman'ın alnına doğrulttu.
"Geldi hesap zamanı." Kelimeleri uzatarak konuşmuştu Cuma.
Yaman'ın yutkunuşu duyulmuştu.
"Ne yapıyorsun Cuma? Sen delirdin mi?"
"Bacımın canını yaktın.
Bir yalan uğruna yuvasını yıktın.
Küçücük kızın ölümünde senin de payın var.
Ölmeyi hak ettin sen."
Yaman nefes aldı, ama geri vermedi. Cuma'nın gözlerindeki öfke kıvılcımını görüyordu çünkü. Bu delibozuk adamın ne yapacağı belli olmazdı.
"Beni öldürünce ne geçecek eline?"
Cuma'nın sesi soğuk bir bıçak gibi keskindi.
"Önce içimin yangını soğuyacak. Sonra senin yapamadığın adalet sağlanacak."
Yaman ani bir parlamayla bağırarak konuşmaya başladı.
"Ben ne yaptıysam bildiğimi sandığım için yaptım!"
"Erkek adam başkasının sözüyle karısını boşamaz!" diye kesip attı Cuma.
"Bacım ne dediyse o doğrudur.
Senin bacın yalancı."
Cuma işaret parmağını tetiğe yaklaştırırken ekledi.
"Benim bacımın vebalini aldın."
Yaman'ın ister istemez sesi çatallanmıştı.
"Hangi gerçekten bahsediyorsun sen?"
Cuma'nın gözleri kadar sözleri de kararmıştı.
"Sana söylemeyeceğim, çünkü sen öğrenmeyi hak etmiyorsun."
Sözlerinin bitiminde tabanca Yaman'ın alnına dayayan Cuma,
"Şahadet getir Yaman." dedi.
Tam o sırada gök gürültüsünü andıran bir ses duyuldu.
"Cuma!"
Sesin yarattığı şaşkınlık hazırda bekleyen parmağın tetiğe basmasına neden olmuştu.
Bang!
Göğün göğsünü ikiye yaran bu ses, üç kişinin gözlerinde devleşip kasırga gibi esip geçti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.82k Okunma |
986 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |