25. Bölüm

Katil Olurum - 23-

My lore
my_lore

Bayram şekeri olarak sizlere yeni bölümle geldim. Keyifle okuyun 💝💝💝

Etkileşim için bölüme oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen. Kitabın listelerde yükselmesi adına bu gerekli.

Etkileşim ne kadar yüksek olursa bölümler o kadar hızlı gelir.

Bu bölüm 20 beğeni 20 yorum sınırı koyuyorum. Kolaya geçeceğimizi düşünüyorum

🌿🌿🌿

Arsızdır bazı ruhlar, ne ar vardır ne hayâ. Gamsızdır bazı ruhlar, kendi nefsinden başkasını düşünmez; hep ben hep ben der. Hiç düşünmez bazı ruhlar; eylemlerinin önünü arkasını ve yaptığının kime kaça mal olacağını. Umarsız çünkü bencil ruhları.

Gün gelir dağ-taş ağlar insanoğlunun bencil nefsine ama onlar aldırmaz. Hesapları vardır zira kör nefislerini doyurmak yaşamı ucuza kapatmak gibi. Tınmazlar ağlayan gözlerin yaşını. Koydukları hedefte sadece kendi nefisleri vardı. Onlar günü kurtarmayı severler...

 

Asiye, ne yaparsa yapsın yaşadığı akla ziyan anları bir türlü kafasının içinden söküp atamıyor Enes’in sözleri aklına her düştüğünde kan beynine sıçrıyor öfkenden deliye dönüyordu. Yok, bu böyle olmayacaktı eğer birilerine söylemez daha fazla içinde tutarsa orta yerinden çat diye çatlayacaktı.

Beklemeye başladı birileri gelsin de anlatayım diye. Sonra zihni berraklaştıkça söyleyip söylememek arasında gitti geldi. Birilerine söylerse rahatlayacaktı biliyordu ama kime söyleyecekti daha doğrusu kime güvenecekti. Bu evde ne olursa olsun bir tek kişiye güveniyordu Güllü…

Asiye’de konuyu ilk fırsatta eltisi Güllü’ye açtı. Esasına Asiye’nin yapmak istediği şey, içindeki tufanı şimdilik dindirip mesele hakkında neler yapması gerektiğini danışıp eltisinden fikir almaktı, zira tek başına hareket ederse olası bir inkâr karşısında yalnız kalabilirdi.

İki kadın konu hakkında ne yapmaları gerektiğinin üstünden defalarca geçtiler. Sonunda bir karara vardılar. Yapılması gereken belliydi; olayı görümceye anlatmak ve ondan kayınını dizginlemesini istemek.

 

Güllü kesin bir dille, "Asiye, git her şeyi görümceye anlat o hayâsız kayınına mukayyet olsun. İyicene de tembihlemeyi unutma. Enes, ahlaksızı bir daha bu eve ayak basmasın.” dedi.

Asiye, gözlerini olduğundan daha fazla açarak içinden geçeni diline dökerken sebze doğradığı bıçağı ileri geri sallıyordu. “Bundan sonra o çocuk bu eve gelirse yemin içerim katili ben olurum!”

Asiye’nin bu kadar kendinden emin konuşması Enes’in normal yollarla bir daha evlerine gelemeyeceğine ihtimal vermemesinden kaynaklıydı.

 

Olay anına geri dönecek olursak eğer Enes, engebeli yolda bayır aşağı koşar adım yürüyor, bir taraftan da yengesi Fidan'a nasıl bir yalan uyduracağını düşünüyordu. Hızlı yürümekten nefes nefese kalmıştı. Soluklamak isteyince durup ellerini dizlerine dayayarak titreyen bacaklarına destek verdikten sonra nefesini yeniledi.

Nefesini yenileyince kıt beynine kan hücum etti ve zavallı aklı çalışmaya başladı. Gülümsedi kendi kendine; yine sivri aklı günü kurtarmıştı. Eve vardığında yengesi Fidan'ın alık bakışları karşıladı onu. "Bacı bakma bana öyle. Unu aldım aceleyle eve doğru yürürken ayağım taşa takıldı ve tökezledim. Ben tökezleyince elimdeki un kabı yere düştü sonrada bayır aşağı tangır tungur yuvarlandı. Gördüğün gibi üstüm başım hep un oldu işte.”

 

Enes’in anlattıklarıyla yaptığı birbirini tutmazken Fidan, şaşırmış bir şekilde bakmaya devam ediyordu. "Hani un dökülmüştü, o zaman elindeki un neci?"

İnandırıcılığı kesinleşmiş yalanına içten içe gülümserken Enes, konuşmaya başlamada önce bir fırt burnunu çekti. "Ne yapayım elim boş gelmemek için komşudan aldım. Sakın geri vermeyi unutma. Komşuya ödünç dedim. Bacım yarına geri verecekmiş, dedim.”

 

Fidan, inandı Enes’in yalanına. İnanmayıp da ne yapacaktı ki, yengesine ayaküstü söylediği yalana neredeyse kendisi bile inanmıştı.

Son yaşanan olayın ardından tam iki gün geçmiş fakat Fidan, cephesinden daha doğrusu Enes, cephesinden hiçbir şekilde ses seda çıkmamıştı. Asiye, cephesine gelecek olursak eğer onlarda görümcesine gidip olayı aktarmak için özellikle Asiye’nin sakinleşmesini bekliyorlardı.

İki gündür işten güçten fırsat bulup da anası gile gidememişti Fidan. Bugün akşam yemeklerini erkenden yemişler evde pek iş güçte kalmamıştı. Görmeyeli anasını da pek özlemişti. "Hadi kalkın anam gillere akşam oturmasına gidelim. Elinizi biraz çabuk tutun da hava iyice kararmadan gidelim," dedi eşini ve çocuklarını zaman konusunda uyaran Fidan.

Asiye, iki gün evvel yaşadığı olayın tesirinden hala kurtulmamış boş bir beyinle dolanıp duruyordu ortalıkta. Tam oturma odasından çıkıp misafir odasına geçiyordu ki, merdivenden gelen seslere kulak kabarttı. Fidan ve ailesini ahşap merdivenin basamaklarına tırmanırken buldu. Bunu hiç yadırgamadı Asiye, çünkü görümcesi Fidan, iki gündür gelmiyordu. Gelmekte geç bile kalmıştı.

Fidan, önde çocukları ve kocası arkada merdiven bitimine gelmişlerdi ama nefes nefese de kalmışlardı. Belli ki merdiven çıkmak onları yormuştu. Fidan da herifi de pek de genç sayılmazdı artık otuz-beş yaşı çoktan arkalarında bırakmışlardı.

Asiye, merdivenden son çıkan kişiyi görmesiyle kan beynine sıçramıştı. Yok, artık bu kadarı da yüzsüzlüktü. Bu çocuk hangi yüzle bu eve ayak basmış, karşısına çıkmaya nasıl cüret edebilmişti? Gözlerinin yanlış gördüğüne güman gelip bir kereliğine kapatıp açtı fakat açtığındı sırıtık bir yüzle tekrardan karşılaştı. Bu ani gelişen olay karşısında Asiye ne yapacağını bilemezken iradesizce ellerini yumruk yapıp dişlerini sıkmaya başladı.

"Hoş geldiniz bacı!" diyerek görmecesine şirinlik yapan Zehra'nın sesiyle kendine geldi.

Enes, denen kendini bilmez ırz düşmanını görünce iyi ki içinden konuşmuş sesli bir şey söylememişti. Kabul ediyordu Zehra’da bir kadındı ama onun kumasıydı. İhtimal vermese de başına gelenler onun sevinmesine neden olabilirdi. Zehra'nın başına aynısı gelse kendisi sevinemezdi ama Zehra'dan emin olamıyordu işte.

Sıkıntıdan boncuk boncuk terleyen alnını beyaz tülbendinin uç kısmıyla sildi Asiye. İçinden geçirdiklerini belki duyulur endişesiyle dizginlemek isterken dudaklarını sıkıca yumdu Asiye. Şerefsiz mahlûk, ahlaksız soytarı, ırz düşmanı, şimdi ben sana dünyanın kaç bucak olduğunu gösterirdim göstermesine ama şükret evin içi kalabalık.

Öfkesini bastırmak adına ortamdan uzaklaşmak isteyen Asiye, doğruca ortak kullanılan mutfak ve oturma odası hatta yatak odası olarak kullandıkları bölüme geçti. Bir köşeye çekilmiş küçük kızını doyurmaya çalışan Güllü, eltisini kızgın bir boğa gibi burnundan solur görünce sormadan edemedi. "Ne oldu Asiye bacı, niye bu kadar öfkelisin?"

 

"Şerefsizin çocuğu, utanıp sıkılmadan elini kolunu sallaya sallaya geldiği yetmezmiş gibi bir de geçip başköşeye oturdu. Kör şeytan diyor, bilmem neyin çocuğunu git milletin içinde evire çevir döv, sonrada def et gitsin."

 

"Asiye bacım, biraz sakin ol. Bunu yaparsan kendi elinle kendini rezil edersin. Bak yüzsüze hiç kimseden çekinmesi var mı? Eğer çekinmiş olsaydı tekrar cesaret gösterip bu eve gelebilir miydi? Belli ki ar damarı çatlamış bu çocuğun. Sen bugün sabret yarın git görümceye anlat her şeyi."

 

Güllü, bir taraftan eltisine akıl veriyordu ama diğer taraftan iki kadın olacaklar konusunda kaygılıyı. Onların korkusu; olası şikâyet durumunda Asiye’ye inanmayıp herkesin Fidan, tarafını tutacak olma endişesiydi. Fidan, onların kızıydı ve böylesine bir olayın dillenmesi durumunda kızlarının adının açık edilmesini istemeyeceklerdi. Tahminlerin ışığında yol alınacak olursa eğer karşı tarafın cepheleneceği kesindi, çünkü insanoğlu bencildi Asiye’de onların gözünde elkızıydı…

Olası senaryo gerçekleşirse Zehra, kime taraf olurdu? Hiç kuşkusuz Asiye'nin ayağının kayması onun işine gelecekti. Büyük olasılıkla aranızda; ben olsaydım bunu yapmazdım hemcinsime sahip çıkardım diyenler olacaktır ama unutmayın ki, insanoğlunun kendi nefsini kayıracağı gün gibi aşikâr…

 

Millet cümbür cemaat yiyip içerek muhabbetin dibine vururken Asiye, başım ağrıyor diyerek misafir odasına geçmedi. Görümce Fidan, nedenini sormuş olsa da Asiye'nin üzerine fazla düşen olmadı. Tabii bunda Güllü gelinin büyük payı vardı.

Güllü, elinden geldiğince her bir hizmetlerini görmüş Asiye'nin yokluğunu aratmamıştı çünkü...

 

Ertesi sabah el ayak çekilince soluğu görümcesinde alan Asiye, gece boyu uyumamış bu hınçla taş merdivenin basamaklarını birer ikişer atlayarak çıkmıştı. Görümce Fidan, gelinleri Asiye'yi karşısında soluk soluğa görünce şaşırmış olsa da hiç oralı olmadı, zira dün geceden kalma küskünlüğü vardı. Hem doğru dürüst hoş geldiniz dememiş hem de başım ağrıyor bahanesiyle yanlarına bile gelmemişti; gelinleri Asiye'nin kendisiyle bir derdi vardı ama nedenini anlayamamıştı.

İçsel söyleşisinden sıyrılıp gerçek dünyaya intikal eden görümce içindeki buğz duygusundan ötürü Asiye’nin yüzüne bile bakmadan, “Hoş geldin Asiye!” dedi.

Görümcesinin tavrı karşısında misilleme yaparak kendinden ödün vermeyen Asiye, aynısıyla karşılık verdi. "Hoş bulduk bacı!"

 

Fidan, sıradanlığı bozmayarak yine isteksiz bir üslupla Asiye’nin yüzüne bakmadan konuştuğunda, “Kapıda kaldın buyur içeriye geç!” dedi.

“Yok, geçmeyeyim burası iyi!” derken Asiye, taş merdivenlerin hemen bitiminde küçük bir alan vardı sofa niyetinde kullandıkları. Oraya konumlanmış tahtaları birbiriyle uyumsuz gelişigüzel çakılı sedirin üzerine oturdu.

“Başının ağrısı geçti mi Asiye?” Fidan, ruhunda yaşadığı birikintiyi Asiye’nin yüzüne vururken sesinin ayarında bariz bir öfke vardı.

 

"Yok, geçmedi. Benim baş ağrımın ilacı sende bacı!" Asiye, hiç çekinmeden meramını dile getirmek isterken neyle karşılaşacağını bilmediğinden ister istemez biraz tedirgindi.

 

Baş ağrımın ilacı sende…

 

Asiye’nin kullandığı kinaye yüklü kelimeler Fidan’ın kafasında karmaşa yaratmış düşünüp zaman kaybetmemek adına mesele her neyse açıklığa kavuşturmak istemişti. "Başım dişim ağrıyor deyip bahanelerin arkasına saklanacağına neyse karın ağrın söyle de kurtul Asiye?”

 

Önündeki engeller kalktığına göre artık her bir şeyi bütün çıplaklığıyla anlatabilirdi. Asiye, olanı biteni bir çırpıda anlatırken, "Söyle o kayının olacak puşta gözüme görünmesin. Öyle hiçbir şey yokmuş gibi tekrar gelip karşıma dikilmesin; eğer bunu yapacak olursa vallahi gözünün yaşına bakmam katili olurum!” dedi.

 

Ne var ki görümcenin tepkisi şiddetli olmuştu. "Asiye, utanmıyor musun, çocuk yaştaki birine iftira atmaya? Söylediklerini duymamış olayım. Bana söyledin yanılıp yazılıp da bir başkasının yanında konuşma. Hem kimse sana inanmaz hem de rezil rüsva olduğunla kalırsın, demedi deme!”

 

Haklıyken haksız duruma düşmek böyle bir sancı olsa gerekti, lakin hakkını savunmak inandığın yolda yürümek bir başkasının seni haksız çıkarma çabasıyla boy ölçüşemezdi bile. Güneş’i balçıkla sıvayamazsın. Görmece Fidan, yaşanan olayı ne kadar örtbas etmeye çalışırsa çalışsın bilmiyordu ki, gerçek her zaman gün yüzüne çıkmaya mecburdur. Fidan’ın inkârcı ve suçlayıcı tutumuna karşılık Asiye, hiddetle ayağa kalktı. "Bacı ben sana söyleyeceğimi söyledim üstüme düşeni yaptım. Bundan sonra olacaklardan ben sorumlu değilim bilmiş olasın.” dedi.

 

 

Bölüm : 30.03.2025 16:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...