
Uzun bir aradan sonra tekrar bir araya gelmek harika. Sizlerden ayrı kalmaya dayanamadım. Bilgisayarım bozuktu. Bende telefondan yazdım bölümü. Umarım beğenerek okursunuz.
Sizlerden isteğim bölüm hakkında yorumlar bırakmanız. Biliyorsunuz kitabı yeniden düzenliyorum. Ek bölümler yazıyorum. Sizlerin yorumlarıyla yeni yazacağım bölümler şekillenecek.
Oy sınırı 30. Yorum sınırı 50.
Kısa sürede aşacağımızı düşünüyorum.
🌿🌿🌿
Okumaya başlamadan önce yıldızı patlatın. Kendinizden İzler bırakın. Seviliyorsunuz. Şaşırtın Beni.
Ay, taş sokakların üzerinden yavaşça süzülüyor, köyün sessizliğini gümüş bir örtü gibi kaplıyordu. Sokak lambası yoktu; köy, geceyi karanlığın kollarına teslim etmişti. Asiye, babasının bir adım gerisinde ağır adımlarla yürüyordu; her adımı taşların üzerinde yankılanıyor, sessizlik ürkek bir melodiyi bozuyordu. Babasının evine dönüyordu, ama içindeki boşluk, taş duvarların soğukluğunu çoktan aşıp ruhuna ulaşmıştı.
Baba ocağına geldiğinde. İki kanatlı tahta kapının gıcırtısını bastırarak içeri girdi. Ev hâlâ tanıdık, hâlâ onun çocukluğunu, gençliğini ve ilk acılarını hatırlatan kokularla doluydu; kilimlerin kokusu, eski ahşap dolapların nemi, mutfaktan hafifçe gelen odun ve tütün karışımı koku… Fakat bu kokular, hiçbir sıcaklık getirmiyordu. Çünkü çocuklarının yokluğu, evin boş köşelerinde yankılanıyor, sessizlik göğsüne taş gibi oturuyordu.
Sedirin bir köşesine geçip oturdu ve başını yastığın kenarına yasladı. Gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Nefesinin ritmi, kalbinin çarpıntısıyla yarışıyordu. İçinde fırtınalar vardı; öfke, hüzün ve çaresizlik birbiriyle sarmalanmıştı. İçinden çocuklarım… diye geçirdi. Neden onları bırakmak zorunda kalmıştı. Oysa her şeyi onlarla birlikte olmak için yapmıştı. "Fidan... her şey senin başının altından çıktı. Bunu yanına bırakmayacağım." diye fısıltı halinde konuştu. Sesinin titremesi, boş odada yankılandı, boş duvara çarpıp geri döndü.
Ömer, kapının arkasında sessizce bekliyordu. Kızının dönüşü onu sevindirmişti, ama hiç konuşmamışlardı. Sadece karanlığın yoldaşlığı altında yürüyerek evlerine gelmişlerdi. “Kızım… geldin,” dedi yumuşak ama derin bir sesle. "Biliyorum yaşadıkların hiç kolay değil. Biraz zaman geçsin her şeye alışırsın."
Asiye, sessizce başını salladı, kelimeler boğazında düğümlenmişti. İçine oturan ağırlık, konuşmasına izin vermiyordu.
Ev, geçmişin ve hatıraların ağır yüküyle doluydu. Asiye, oturduğu sedirden kalktı küçük adımlar atarak pencerenin kenarına doğru yürüdü; taş duvarların dışındaki bahçeye baktı. Rüzgâr, kurumuş yaprakları savuruyor, gecenin sessizliğini hışırdatarak bozuyordu. Gözlerinde yaş yoktu; ama kalbinde fırtınalar kopuyordu.
---
Gece ilerledikçe Asiye’nin gözüne bir damla uyku girmemiş hâlâ uyanıktı. Yorganın altında otururken, sadece çocuklarının yüzleri aklına geliyordu. Onları kaybetmiş gibi hissetmek, ruhuna bir hançer gibi saplanıyordu. İçinde bir isyan vardı: hem adaletsizlik hem de çaresizlik… ve ardından gelen kıvılcım: “Bunu yapan Fidan… karşılığını vermeliyim... ”
Gözleri karanlığa alıştığında, evin sessizliği içinde kendi sesini duydu. Kalbinin ritmi, adeta dışarıya taşmak için direniyor gibiydi. İçinde öfke, pişmanlık ve korku birbirine karışmıştı.
Sabaha karşı henüz gün ağarmadan Asiye sessizce ayağa kalktı. Odadan çıkarken yavaşça etrafını dinledi; ev halkı hâlâ uykudaydı. Temkinli adımlarla taş merdivenlerden aşağı kata indi. Kiler olarak kullandıkları odanın kilitsiz kapısını açtı. Önce gözleri eylemini gerçekleştirmek için gerekli malzemeyi aradı. Bulduğunda pek sevindi. Geceyi aydınlatmak için kullandıkları lambanın yakıtı, gazyağı...
Kilerden çıkıp sokağa açılan tahta kapıya geldiğinde elinden geldiğince ses çıkarmamaya kapıyı gıcırdatmadan açmaya dikkat etti. Sokağa adım attığında derin bir nefes aldı. İlk engeli aşmıştı. Köyün dar ve taşlı sokaklarına ilerlemeye başladı. Her ihtimali düşünerek kıyıdan kıyıdan ilerliyordu. Hava soğuktu; gece rüzgârı vücudunu yalayıp geçiyor, yüzüne keskin bir şekilde çarpıyordu. Karanlık sokaklarda ilerlerken, kalbinde korku ile karışık cesaret birbirine karışıyordu.
Her adımı dikkatlice atıyordu fakat kafasında tekrar tekrar planlar dönüyordu. “Benim canımı yaktı. Fidan’ın da canı yanmalı. Yoksa bu acıyı bir ömür sırtımda kabur gibi taşırım.” Kendine verdiği söz, karanlıkta bir fener gibi parlıyordu.
Sokaklar boştu, sadece rüzgârın hışırtısı ve uzaktan gelen köpek sesleri vardı. Asiye, gölgesinin taş duvarlarda ilerleyişini izledi; kendi içindeki karanlıkla yüzleşiyordu. Her adımı, hem korkuyu hem de kararlılığı büyütüyordu.
---
Fidan’ın evi, köyün en yüksek duvarlı yapılarından biriydi. Taş duvarlar, zamanın ve rüzgârın aşındırdığı bir sertlikle yükseliyordu. Asiye, gölgeler arasında sessiz adımlarla ilerlerken kalbi göğsünde deli gibi atıyordu. Her taş, her çatlak, adeta planını biliyormuş gibi gözleri üzerindeymiş gibi hissettiriyordu.
Yüksek duvarlı evin devasa kapısı önüne geldiğinde durdu ve derin bir nefes aldı. Çift kanatlı tahta kapıyı itekledi ama açılmadı. Kapıdan girme şansını kaybedince evin arka cephesinde dolandı. Komşu evin bahçe duvarında yıkılmış bir gedik buldu. Oradan sıyrılıp Fidan’ın avlusuna geçti. Toprağın nemli kokusu ve samanın hafif rutubeti burnuna geldi. Asiye önce ahıra yöneldi. İçeride atlar ve inekler vardı; gözleri bir an için korkuyla doldu ama hemen onları güvenli bir yere avlunun uzak köşesine doğru sürdü. Hayvanları, ahırdan uzak bir köşeye doğru sürerken, kalbinin derinliklerinde bir sızı hissetmişti. Bu sadece bir öfke değil, aynı zamanda çaresizlikti.
Kolunun altında sakladığı gazyağı şişesini çıkardı ve dikkatlice ahır kapısının önüne boşalttı. Samanlık kapısına da aynı şekilde döktü. Elindeki kibrit kutusunu cebinden çıkardı. Ateşin yakınlaşacağı noktaları seçmek için birkaç saniye bekledi, nefesini tuttu, rüzgârın yönünü kontrol etti. Sonra yanan kibriti dikkatlice dökülen yakıta fırlattı.
Kızıl alevler yavaşça yükselmeye başlamıştı. Isı ve duman burun deliklerini yakarken Asiye bir adım geri çekildi ve duvara yaslandı. Gözleri, yanan ahırı izlerken öfke ile rahatlama arasında gidip geliyordu. Kendi kendine fısıldadı: “Benim gibi senin de canın yanacak Fidan… Sana vereceğim zarar belki bir nebzecik yüreğimin yangınını söndürecek, ama bu kezde vicdanım yara alacak, çünkü ben senin gibi değilim. Fidan...
Taş duvarların ardından adım sesleri duyuldu; kalp atışları, uzaktan gelen köpek havlamaları ve rüzgârın hışırtısı arasında kayboluyordu. Asiye, eğer birileri görürse bunun bedelinin ağır olacağını biliyordu, lakin içindeki yangın, mantığının sesini bastırıyordu.
---
Asiye, duyduğu adım seslerinin nereden geldiğini anlamaya çalışırken, tam o esnada kulaklarında tanıdık bir ses yankılandı.
“Asiye! Ne yaptın sen? Hemen buradan uzaklaş!"
Asiye irkildi ve yüzüne düşen dumanı eliyle sildi.
Cuma, nefes nefese yetişmişti. Gözleri korku ve öfke karışımıyla parlıyordu. “Asiye! Burada kalmaya devam edersen hayatın tehlikeye girecek. Seni görürlerse yangını çıkardığını anlarlar. İşte o zaman linç yersin."
Bu arada kız kardeşinin yaratığı izdihamı bastırmak zaiyati aza indirmek maksatlı, "Yangın var!" diye bağırdı Cuma. Bunu yapmak zorundaydı. O evin içinde hiçbir şeyden haberi olmayan masum insanlar ve hayvanlar vardı. Üstelik ne kız kardeşi ne de kendisi katil değildi. Sadece haksızlığa uğradıkları için öfkeliydiler.
“Hem kaçmamı mı istiyorsun hem de yangın var diye bağırıyorsun? Cuma, sen ne yapmaya çalışıyorsun?” diye yakındı Asiye...
Cuma, duvardan atlayarak Asiye’nin yanına ulaştı ve koluna yapıştı, gözlerinin içine bakarak konuştuğunda, “Biz katil değiliz... Senin intikamını almak benim işim, kızım. Sen ölümü göze alma, çünkü senin geride çocukların var. Hadi, gel, şimdi güvenli bir yere gidelim. Yangın kontrol edilemez bir hâl alabilir diye bağırdım. Bağırmak zorunda kaldım. Sırf senin başına bir hal gelmesin diye.
Asiye bir an durdu, gözleri alevlerle aydınlanan avluyu süzdü. İçinde bir tuhaflık vardı; hem rahatlama hem de öfke birbiriyle çatışıyordu. Sonra Cuma’ya baktı ve sessizce başını salladı. Cuma onu sıkıca tuttu ve hızla olay mahalinden uzaklaştırdı. Taş sokaklarda adımlarının sesi gecenin sessizliğiyle yarışıyordu.
Bu arada Asiye’nin aklından geçenler hızlı bir şekilde yol alıyordu. “Bu öfke bir ömür içimde taşınacak… Fidan’ın canı yanmalı, ama şimdi çocuklarım ve kendim için kaçmalıyım.”
Cuma'nın 'yangın var' sesini duyanlar uykusundan uyandı
ve ne olduğunu öğrenmek için dışarıya çıktı.
Yangını gören kovasını kaptı ve yardıma koştu. Fidan'ın evi zaten dere kıyısındaydı. İnsanlar ipten bir sıra oluşturup elden ele kovaları taşıyarak yangını büyümeden söndürmüştü.
---
Güneş, taşların arasından süzülüyor, evlerin çatılarında altın sarısı bir ışık bırakıyordu. Fidan, kahvaltısını yaparken aklında sürekli yangını kimin çıkardığı dönüyordu çünkü yangın kendiliğinden çıkmamıştı. Komşuları gazyağı şişesini bulmuştu. İster istemez Fidan'ın çinde şüphe vardı; üstelik yanan ahır, Fidan’ın kalbinde korku ve öfke yaratmıştı.
“Sen mi yaptın bunu Asiye?” diye geçirdi içinden. Bunu söylerken iç sesi bile titriyordu. Gözlerindeki öfke ise keskin bir bıçak gibiydi.
Başını soluna doğruu çevirdiğinde karşısında Asiye'yi gördü. "Senin ne işin var burada? Yoksa evimi sen mi yaktın? Asiye hiç konuşmuyor sadece gözleri Fidan’ı izliyordu, sessizlikle gelen soğukkanlılık, Fidan’ın öfkesini daha da büyüttü.
Fidan, önce gerçekten Asiye’nin orada oldugunu sandı çünkü yaşadığı tamamen hayal ürünüydü. Senin defterini dürecegim Asiye. Bekle yanına geliyorum. Evimi yakmak nasılmış oluyormuş göstereceğim sana. Şıllık seni...
Hiç vakit kaybetmeden ana ocağının yolunu tuttu Fidan. Herkes bir saat önce yanındaydı fakat yangını Asiye’nin çıkaracağı ihtimali aklının ucundan bile geçmemişti. Sonra düşündükçe bir gün öncesi yaptığını hatırladı. Yaman, belli ki Asiye'ye ayarı vermişti. Asiye’de öfkesini benden çıkardı. İçinden geçenler birbirine denk geldiğinde Fidan’ın gözleri önce şaşkınlıkla açıldı, sonra öfke ve hayalkırıklığı bir anda yerini karışık bir sessizliğe bıraktı.
Fidan, sonunda ana ocağına varmıştı. Üstü başı perişan yüzü gözü kapkara is içindeydi. Tahta merdivenin basamaklarını saniyeler içinde çıktı ve geniş sofaya ayak bastı. "Asiye!" var gücüyle bağırmıştı. Kadının sesi taş duvarlara çarparak yankılanırken, karşısına Edibe çıktı. "Yine ne oldu, Fidan, neyine sıkıldın? Konu komşuyu başımıza toplamak mı senin niyetin?"
"Asiye nerede? Benim karşıma o çıksın. Evimi başıma yıkmaya kalkışmak nasıl oluyormuş soracağım ona!"
Edibe, olabildiğince sakin kalmaya çalışarak, "Yaman, senin sayende Asiye'yi boşadı. Sen ne dedin de Yaman, hiç istemediği halde avradını boşaldı? Önce onun hesabını ver."
"Ben kimseye şer atmadım. Şer atan senin kıymetli gelinin Asiye... Madem hakkettiği yere gitti. Ben ona evimi yakmanın hesabını sorarım."
"Sakın bir delilik yapayım deme. Başına iş açarsın. Şimdi onlar bize karşı öfkeliler. Sana karşı daha da öfkeliler." dedi Edibe.
Sesleri duyan Seyyid, sofaya çıktığında Fidan'ın öfkesi ile karşılaştı. "Kim nereye gidiyor? Kimden hesap soracak?" diye sorarken sabahki yangının izlerini taşıyordu üstü başı.
"Emmi, evimi gelinin Asiye yaktı. Bunu adım gibi biliyorum. Başkası neden yaksın? Ben kimin tavuğuna kış demişim de evimi yakmaya kalkışsın?"
"Can yakarsan canın yanar. Sen Yaman’a yalan yanlış şeyler anlattın o da gelip avradını boşadı. Yeğenim, vebal aldın vebal. Benim bildiğim Asiye, iffetine düşkün arlı namuslu bir kadındı. Sen Yaman’a ne dedin de Asiye’nin ayağını kaydırdın? Şimdi var git evine dizini kır otur. Kimseye de bulaşma. Yoksa bununla kalmaz daha fazla canın yanar... "
"Benim vicdanım rahat. Kimseye şer atmadım. Asiye ne yaptıysa kendi kendine yaptı." Asiye’nin boşandığını öğrenen Fidan, ister istemez sarsılmıştı. Fakat evini yakan Asiye değilse bile onlardan birinin yaktığından emindi. Onca nasihat bir kulağından girdi diğer kulağından çıktı Fidan'ın...
İçinde biriken öfkeyi kusmak için ana evinden ayrıldı ve Asiye’nin baba evine yollandı...
---
Köyün taş sokakları güneşin ilk ışıklarıyla yavaş yavaş aydınlanıyordu. Sabahın serinliği, taşların arasından süzülen hafif bir rüzgârla birleşiyor, evlerin çatılarında kıpırdayan kırık kiremitleri sallıyordu. Fidan, öfke ve kararlılıkla Asiye’nin evine yürüyordu. İçinde bir kıvılcım vardı; bu kıvılcım hem öfke hem de şüpheydi. “Asiye… Sen mi yaptın bunu?” diye tekrar ediyordu kendi kendine.
Evin avlusuna açılan iki kanatlı tahta kapıyı çalmadan önce derin bir nefes aldı. Ellerini yumruk yaptı ve kapıyı kıracakmış gibi yumruklamaya başladı; birkaç saniye bekledi.Bu arada kalbi göğsünde delicesine atıyordu. Ses gelmeyince, kapıyı itekleyerek açtı ve içeri süzüldü.
O sırada Asiye, babası Ömer ve Cuma evin sofrasında duruyordu. Asiye ise onlardan ayrı duvarın kenarında sessizce duruyordu, gözleri hâlâ uykusuz geceden şişmişti ama yüzünde bir kararlılık vardı. Ömer, oğlunun sesinden bile daha güçlü bir sessizlikle Fidan’ı karşıladı.
Fidan bağıra çağıra taş basamaklı merdivenden ikinci kata çıktığında son basamakta durdu. Nefes nefeseydi.
“Sen… sen yaptın değil mi? Bu yangını çıkaran sensin, değil mi Asiye?”
Asiye, yavaşça ayağa kalktı ve babası Ömer’in arkasına çekildi. Fidan'ın karşısında renk vermemek için nefesini düzenlemeye çalıştı ve sessiz ama kararlı bir sesle cevap verdi:
“Ben çıkarmadım yangını. Hem neye dayanarak beni suçluyorsun? Ortada bir suç varsa bu suç bana ait değil. Yangın… benim elimden çıkmadı. Senin elinden çıktı. Bunu iyi düşün de öyle gel kapıma. "
Fidan öfkeyle öne doğru bir adım attı. “Yalan söylüyorsun! Bütün köy senin yaptığını düşünüyor. Sen çocuklarını kaybettin, kocanı kaybettin… Bu işi senden başkası yapmadı. Hem ben neyi düşünecekmişim? Kendi evimi ben mi yaktım?"
Cuma, ablasını korumak için bir adım öne çıktı. “Fidan, yeter artık! Mesnetsiz yere gelip bacımı suçlayamazsın! Bundan sonra bacıma gücün yetmez senin, çünkü yanında ben varım. Geldiğin gibi gitmesini bil, yoksa ben seni kapı dışarı etmesini bilirim. Ha, giderken Yaman gile uğra da onunla işimin bitmediğini söyle. Yaptıklarının hesabını er geç verecek bana!"
Ömer, ağır adımlarla araya girdi, iki kolunu da açarak konuşmaya başladı. “Fidan! Önce sakin ol. Öfke ile adalet aranmaz. Benim kızımın masum olduğunu senden iyi kimse bilmez. İçimizde huzur istiyorsak önce kalplerimizi temiz tutmalıyız. Senin kalbin kararmış, şimdi var git vicdanını temizle. Bize de bundan gayrı bulaşma. Bulaşacak olursan karşında beni bulursun. Yalnız ben Cuma'ya benzemem. Benim intikamın çetin olur.”
Fidan titredi, gözlerinde öfke ve korku karışımı bir denge vardı. Bir yandan, Asiye’nin gözlerindeki soğukkanlılık onu delirtiyordu; diğer yandan, Cuma ve Ömer’in kararlılığı onu geri çekmeye zorluyordu.
Kardeşinden ve babasından güç alan Asiye yavaşça Fidan’a doğru bir adım attı, gözlerinde hem acı hem de kararlılık vardı:
“Fidan, bak bana. Yaptığın her iftira, her yalan… benim canımı yaktı. Babamın dediği gibi senin kalbin kararmış. Sen ruhunu şeytana satmışsın, dilerim Allah'tan bu cihanda yüzün gülmesin. Bana yaşattığını oğlunda kızında yaşayasın.”
"Hem Suçlu hem güçlüsünüz. Bir de kalkmış bana akıl veriyorsunuz. Hepinizi Jandarmaya şikayet edeceğim. Görürsünüz siz!"
Cuma, hiddetle Fidan'ın karşısına dikildi. "Git... durma şikayet et. Geç bile kaldın. Yalnız sonunu iyi hesap et. Benim başka diyeceğim yok..."
Fidan, gözlerini yere indirdi. Nefesi hızlı ve düzensizdi. Öfke, korku ve utanç iç içe geçmişti. Birkaç saniye sessizce durdu; sonra, titreyen sesiyle fısıldadı:
“Ben… ben… bilmiyordum… Yangının bu kadar büyük olacağını… ben sadece….bana zarar gelmezsin diye anlattım Yaman'a. İş dallanıp budaklanmasın istedim. Asiye'yi tembihlerse susar. Olay kapanır diye düşündüm."
Cuma hafifçe Fidan’ın kolunu tuttu ve bedenini silkeledi."Sen şunun adına kendi kıçımı kurtarmak istedim desene? Bencil... Sen şeytanın ta kendisisin. Mümkünse bundan sonra yoluma çıkma! Senden tek isteğim bacıma kara çaldığın gibi akla! Sen aklamazsan ben aklamasını bilirim. Asiye şimdilik susuyor ama bir gün mutlak konuşacak. İşte o zaman kork benden!" deyip geriye doğru itekledi.
Ömer, ağır ve derin bir nefes aldı. “Oğlumu duydun Fidan. Başka diyeceğimiz yok. Eğer jandarma işin içine girerse yalnız seni değil hepinizi yakarım. Sözümde duracağımı iyi bilirsin. Şimdi yıkıl karşımdan da bize huzur ver!"
Fidan, başını önüne düşürüp yere bakmaya başladı, gözyaşlarını zorla tuttuğu iç çekişinden belli oluyordu. İçinde büyük bir boşluk vardı; hem istediğini alamama hem de suçlu duruma düşmesi. Bunların üstüne daha fazla giderse kaş yapmayıp derken göz çıkarabilirdi. Bunu asla istemezdi. Gerçeği Yaman öğrenirse hepten kaybederdi. Bazen kaybetmesini bilmeliydi. Yalnız karşı tarafa da yenilgiyi kaybettiğini hissttirmek olmazdı; akıllı olmalı aklını kullanmalıydı.
Asiye, bu sessizlik içinde, Cuma’nın yanına çekildi. Babasına baktı; gözlerinde hem yorgunluk hem de minnet vardı. Ömer, başını hafifçe salladı, sessiz bir onay verir gibi.
Uzun süren sessizliği Fidan'ın ayak sesleri bozdu. "Ben şimdi gidiyorum. Sanmayın ki davamdan vazgeçtim. Evimi kimin yaktığını mutlak bulacağım ve ona bedel ödeyeceğim."
Cuma'nın yüz hatlarına hafif bir tebessüm oturdu. "Benim sana tavsiyem bu işi fazla kurcalama. Yoksa sen zararlı çıkarsın."
"Konuşmak kolay. Senin evin yanmadı Cuma. Benim zararımı kim ödeyecek?"
"Yaptıklarına say. Ne yaparsın etme bulma dünyası!" Cuma'nın sözleri ders verici sesinin tonu alay eden cinstendi.
Fidan, arkasına baka baka gerisin geri dönerken, köyün taş sokaklarında sabah sessizliği hâlâ sürüyordu. Yangın sönmüştü lakin izleri ahşap ve taşlarda kalmıştı. Ama köyün üzerinde başka bir şey vardı: bir yüzleşme yaşanmış, öfke ve intikamın bir kısmı kontrol altına alınmıştı.
Asiye, Cuma ve Ömer, birlikte Fidan'ın arkasından avludan çıkıp onun gidişini izlerken, taş sokaklar sanki onların acısını, öfkelerini ve korkularını ezbere biliyormuş gibi sessizdi. Güneş, kırık kiremitlerin arasından süzülüyor, taş duvarları altın sarısına boyuyordu. Ve köy, yeni bir güne uyanıyordu; geriye kalan sadece dersler, kırılmış kalpler ve iyileşmeye başlayan yaralardı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.82k Okunma |
985 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |