28. Bölüm

Şerli Gece B.26.

My lore
my_lore

Uzun bir aradan sonra tekrar bir araya gelmek harika. Sizlerden ayrı kalmaya dayanamadım. Bilgisayarım bozuktu. Bende telefondan yazdım bölümü. Umarım beğenerek okursunuz.

Sizlerden isteğim bölüm hakkında yorumlar bırakmanız. Biliyorsunuz kitabı yeniden düzenliyorum. Ek bölümler yazıyorum. Sizlerin yorumlarıyla yeni yazacağım bölümler şekillenecek.

Okumaya başlamadan önce yıldızı patlatın. Kendinizden İzler bırakın. Seviliyorsunuz. Şaşırtın Beni.

🌿🌿🌿

Karı koca ayrılmaya karar verdiği zaman, arşıâlâ sarsılırmış öfkesinin gazabından...

 

"Asiye!" diye haykıran sesin tınısı taş duvarlı evin bütün yapı taşlarında yankılanmıştı. Bu haykırış hayra alamet değildi. Bu haykırışın içinde nefret ve öfke vardı. Bu haykırış alelade bir serzeniş değildi; ruhlara hükmeden ve kalpleri susturup atışını yavaşlatacak olan çığlığın sesiydi.

 

Helalinin sesindeki hükümranlık Asiye'nin kalbinde yer buldu. Ürperdi kalbinin her bir dokusu. Yaman'ın sesindeki öfke, dizlerinin bağının çözülmesine neden oldu. İçinden hayırdır inşallah, diye geçirdi. Gideli tam yedi gün olmuştu. Neden eve adımını atar atmaz "Asiye!" diye en yüksek perdeden seslenerek çağırmıştı anlayamadı.

 

Asiye, aklından geçen soruları savuşturarak sofaya çıktı ve ellerini suçlu bir çocuk gibi önünde birleştirdi. "Buyur!" dedi.

 

Yaman'ın öfkenin esaretine teslim olmuş yüzü renkten renge giriyor, bu öfkenin kıvılcımları nefrete dönüşerek gözlerine yansıyordu. Gözlerindeki nefretle Asiye'ye bakarken, "Sen ne yaptın Asiye?" diye sordu.

 

Asiye, ne yaptığını bilmiyordu, dolayısıyla da bu bilinmezlik onun ruhuna sirayet ediyor oradan da yol bulup kalbine korku olarak düşüyordu.

 

Titrek bir ses tonuyla, "Ben ne yapmışım?" diye soruya soruyla karşılık verdi.

 

Bu akşam Yaman'ın ruhu şerliydi, çünkü bu şerri ona birileri dayatmıştı. Birilerine de bir başkası. Yani şeytanın ta kendisi dayatmıştı. Fidan'ın kararmış ruhuna vesveseler üflemiş daha da kararmasına vesile olmuştu. İnsanoğlu yanılgıya düşmeye görsün. Onun tek yoldaşı şeytanın şerri olur.. Ee, onunda işi bu, ademoğlunu yoldan çıkarmak ve cehenneme odun olarak yollamak.

 

"Sen" dedi "utanmıyor musun çocuk yaşta birine iftira atmaya? Sırf benden intikam almak için bu iffetsizliği nasıl yaptın?"

 

Asiye, "Ben" diyecek oldu sonra vazgeçti, çünkü içinde kopan fırtınaları dışarıya yansıtmamaya çalışıyordu. Kalbi çarpıyor, ama yüzünde taş kesilmiş bir suskunluk vardı. "Ne dersen de, dinlemez" diye fısıldıyordu iç sesi. "Şimdi konuşursan ateşe benzin dökersin. Sus Asiye, sus. Belki fırtına diner."

 

"Madem bana misilleme yapıyorsun. Senin bu evde işin yok artık... "

 

Asiye, ne olup bittiğini algılamaya çalışıyordu ama buna fırsat bile bulamadan üçüncü şok dalgası yankılandı kulaklarında. "Her şey buraya kadar. Buradan sonrası yok!"

 

Bu sırada Seyyid Efendi, maaile kapı önüne dizilmiş ne olduğunu öğrenmeye çalışıyordu. Şaşkın gözler bir Yaman'a bir Asiye'ye bakıyordu. Yalnız Asiye'nin babası Yaman'ın son sözlerini duyduğunda başından aşağı kaynar sular dökülmüştü. "Her şey buraya kadar."

 

Yaman kızının üstüne kuma getirdiğinde sırf kızı gebe diye gönülsüz göndermişti koca evine. Yoksa zinhar geri göndermezdi. İçine doğmuş gibi uzun zaman sonra Asiye'nin ahvalini merak etmiş ve görmeye gelmişti. Yaman gelmezden önce güler yüzle karşılamış her şey yolunda görünüyordu; fakat Yaman, gelir gelmez akşamın alacasına damgasını vurmuştu.

 

Kayınbaba Ömer, son duyduklarını teyit için olsa gerek bir adım öne çıkarak Yaman'ın karşısına cansız bir heykel gibi dikildi ve işaret parmağını Yaman'a doğru sallayarak göğsüne vurmaya başladı. "Sen biraz önce her şey buraya kadar mı dedin? Sebep? Bana geçerli bir sebep söyle. Yoksa senin anandan emdiğin sütü burnundan getiririm. Sizi bana sayıyla mı vergiler? İllallah ettim vallahi illallah ettim."

 

Asiye, fırtınanın dinmesini beklerken olmuyor fırtına bir türlü dinmiyordu. Bu kez de babası ateşi körüklüyordu.

 

Biraz önce Yaman, kapının eşiğine dikilmiş Asiye'ye hesap sorarken şimdi tam tersini yaşıyordu. Kayınbabası ondan hesap soruyordu. Yaman, kayın-babasının öfkesini yutkunarak kontrol etmeye çalışıyordu. Bu arada da bacısının kulağına fısıldadığı sözler beyninde dönüp duruyordu: 'Asiye, çocuk yaştaki kayınıma iftira attı...' Bu cümle, onun gururunu, onurunu delik deşik ediyordu. Gururu, Yaman için ekmekten, sudan daha kıymetliydi.

 

Ömer, damadının gözlerinin içine bakarak bir cevap beklerken Yaman'ın zihninde eski günler cirit atıyordu. Asiye'yi ilk gördüğü gün, elini tutmadan sadece gözleriyle sözleştiği an... Zehra'yı kaçırarak üstüne kuma olarak getirdiğinde Asiye'nin gözlerinde gördüğü yangın... Hep biriktirdiği, ama dile getirmediği sözler şimdi kalbinde kor olmuştu.

 

"Konuşsana be adam. Biraz önce yaralı bir aslan gibi kükrüyordun?"

 

Kayın-babasının sesiyle geçmişin yükünü omuzlarından atıp kendini toparladı Yaman.

"Kızına sor. Üstüne evlendim diye yokluğumda olmadık işler çevirmiş!"

 

"Yaman, diline sahip ol. Benim kızımın namusuna laf eden önce benimle uğraşır."

 

Sessizlik... Taş gibi ağır, buz gibi soğuk bir sessizlik.

 

"Söyle Asiye, suçun neymiş?"

 

"Bana kara çalıyorlar baba. Yaman'a yalan söylemişler."

 

Başını hışımla Asiye'ye çeviren Yaman, "Sen sus. Sakın suçunu örtbas etmeye çalışma. Ben duyacağımı duydum. "Seni boşuyorum Asiye!"

 

Yaman'ın ağzından dökülen fütursuz sözler Asiye'nin yüreğine ok olup saplanırken, babası ellerini dua eder gibi havaya kaldırarak, "Şükürler olsun" dedi. "Sonunda sizin esaretinizden kurtuldu kızım. Bugün benim için düğün bayram. Yalnız bu iş burada kalmayacak. Kızıma iftira atıyorsanız eğer bunun hesabını sorarım sizden!" Ömer, kızının boşandığıa sevinirken boşamak için gösterilen sebep onu kahrı perişan ediyordu, çünkü kararmış ruhu gözlerinden okunuyordu.

 

Edibe kadının kulaklarını sağır eden hiçbir zaman duymak istemeyeceği kelimelerin oğlunun dudakları arasından bile isteye döküldüğünü duyduğunda ellerini böğrüne koydu ve oğlunun karşısına dikildi. "Toprak başına olsun! Köpoğlusu anlamadan dinlemeden sen ne yaptın?" Kadının sesindeki düzlem öfkeden çok hayalkıklığı taşıyordu.

 

Yaman, anasının hiddetinden nasibini almıştı ama iş işten çoktan geçmişti zira her şey bir anda olup bitmiş ve son söz söylenmişti. Bağırıp çağırmanın tenkitler yağdırmanın bir hükmü yoktu artık.

 

Bütün bunlar yaşanırken Seyyid Efendi, akşam namazını eda ediyordu. Namaz bitince o da sofaya çıktı. "Neler oluyor burada?" diye sormadı adeta kükredi. Hiç kimse bir cevap vermedi sadece anası oğluna olan hıncını göstermek ister gibi yanıtladı hayat yoldaşının sorusunu.

 

"Ne olacak, oğlun Asiye'yi boşadı."

 

Babanın gazabından gözleri yaşarırken iki elini birden yukarı kaldırarak havaya doğru açtı. "Tengri canını ala. Sen adam olmazsın. Sen boyu uzun bir ahmaksın. Boy pos dediğin devede de var ama o da bir eşeğin peşine düşüp yolunu buluyor!"

 

Seyyid, ak saçlı, geniş omuzlu, yılların tecrübesiyle ağırlaşmış bir adamdı. O konuştu mu köy susar, o baktı mı gözler yere inerdi. Oğlu Yaman'ın yaptığına şahit olduğunda derin bir nefes aldı.

 

"Bire gafil. Öfken gözünü kör etmiş senin. İşin aslını bilmeden hüküm vermek töreye de dine de sığmaz. Bacının sözüyle avradına kıydın. Yazıklar olsun sana. Ben sana hiçbir şey ögretememişim."

 

Yaman'ın gözleri bir anlık boşluğa daldı, ama gururu dizginleri bırakmıyordu.

"Baba, bacım boşuna yalan söyler mi? Böyle bir iftirayı neden atsın? Benim içim yanıyor! Onurum çiğneniyor!"

 

Seyyid'in sesi ikinci kez gök gibi gürledi: "Onur öfkeyle korunmaz oğul! İnsafla korunur. Eğer masum birine iftira atarsan, asıl o zaman onursuz olursun!"

 

Suskun bir şekilde baba oğulun atışmasını dinleyen Ömer, aklından geçeni diline döktüğünde sözleri taş kadar ağırdı. "Size söylüyorum. Benim sözüm nettir. Kızımı alırım. Torunlar kalır. Kızımı zelil eden bir adamın çocuklarına bakacak değilim."

 

Babasının sözleri Asiye'nin yüreğini delip geçmişti. Hemen gözleri çocuklarına kaymıştı. "Baba, ne olur onları da al" demek istedi ama dili tutuldu. Çünkü içindeki çığlık boğazına düğümlenmişti. Çünkü babası baştan kesmişti. Sen gel çocukları istemem, diye.

 

Bu arada Yaman, dişlerini sıkarak öne çıktı. "Al, götür kızını. Sen almak istesen de çocuklarımı ben sana vermem zaten. Onlar benim soyum, benim kanım!"

 

Onlar konuşuyordu ama Asiye olduğu yere yığılıp kalmıştı. Bu yaşadığı bambaşka bir şeydi. Üstüne kuma geldiğinde bile bu kadar canı yanmamıştı. Üstelik haklıyken haksız duruma düşmüştü. Asiye'nin bu sefer gözünden bir damla yaş bile akmıyordu çünkü göz pınarları kurumuştu.

 

Asiye'nin yerinde olmak... Hayattan silinmek gibiydi. Bir gecede her şeyiniz elinizden alınıyordu. Bütün haklarınız, çocuklarınız, kocanız, itibarınız ve iffetiniz kısacası her şeyiniz. Üstelik burası köylük bir yerdi. Küçük bir fısıltı bütün köye haber olur ve rezil rüsva olurdunuz. Bu da yetmezmiş gibi herkes birer yargıç kesilirdi başınıza.

 

Asiye, ucu görünmeyen bir tünelin içinde ışığı aradığından şu an elinden alınmış hiçbir şeyi düşünemiyordu. Bakışları bir noktaya sabitlenmiş sedece boş gözlerle bakıyordu. Ev ahalisi desen her biri kuytu bir köşeye sinmiş elleri kolları bağlanmış gibi öylece oturuyorlardı.

 

Asiye, arada bir yaşam belirtisi olarak derin bir iç çekiyor lakin hiç kimsenin varlığını etrafında hissetmiyordu.

 

Kapkaranlık acılarla harmanlanmış bu gece çok şeyler fısıldıyordu kulaklara. Belliydi bu gece dram üstüne dram yaşanacaktı. İçinden geçtikleri zaman herkesin diline ket vurmuş ne yapacaklarını bilmeden sus pus bekleşiyorlardı. Gece yarısını bir geçe kadın, bitkin bir şekilde ayağa kalktı. Bu gece onun yükü herkesin yükünden daha ağırdı. Bu gece utancı yaşıyordu. Bu gece mahcubiyeti yaşıyordu. Bu gece haram geceydi. Bu gece onun kabusuydu...

 

Gülistan gelinin kulağına eğildi fısıltıyla bir şeyler konuştu. "Asiye'nin üstünü başını topla."

Kaynanası "Asiye'nin" dedi Gülistan gelinin vücuduna bir ürperti yayıldı. Bu ne yaman ateşti böyle, insanın içini yakıp kavuruyordu.

 

Asiye nasıl dayanacaktı bunca çileye? Onun çocukları vardı. Onlara ne olacaktı? Bütün bunlar fikrinden geçerken özü daha fazla dayanamadı ve gözlerine yaş olarak düştü. Burnunu çekerek tülbendinin uç kısmıyla gözlerini kurularken

göz ucuyla Asiye'ye baktı fakat neden ağlamıyordu? Kendisi bile bağıra çağıra ağlamak isterken Asiye, neden ağlamıyordu? İçinden kaderi değiştiren görümcesine lanet okudu... Senin sonun cehennem ateşi...

 

Asiye'nin içine düşen yangın özünü yakıp kül etmiş gözyaşlarını kurumuştu. İçinde çağlayıp akan yaşam pınarları kurumuş yaşama sevincini öldürmüştü. Ondandı şimdi yana yakıla derdine ağıt yakmadığı. Ondandı her şeye kayıtsız kalışı. Gün dönüp üstüne düşen bu rehavet kalktığında feryadı arşı alaya çıkardı o başkaydı. Şikayet ederdi suçluları yargının sahibine ama şimdi bütün algıları kapalıydı.

 

Gülistan gelin Asiye'nin ahşaptan sandığını açtı çokta fazla olmayan birkaç parça kıyafetlerini toparlayıp bir bohça yaptı. Elindeki bohçayı getirip Edibe kadının önüne usulca bıraktı.

 

Edibe, bohçayı aldı ve Asiye'nin kıyına oturdu. "Biliyorum derdin büyük ama bu ev sana haramdır artık. Baba evine gideceksin. Hadi kalk hazırlan. Baban götürmek için seni bekliyor."

 

Cümle içinde "baba evi" geçtiğinde Asiye, sıtmaya tutulmuş gibi titremeye başladı. Saatler önce özü kurumuş göz yaşı dökemiyordu ama gerçeğin yüzüne bir tokat gibi çarpılması ölü hücrelerini hayata döndürmüş akmayan yaşları sağanak olup akmaya başlamıştı.

 

Bu işin sonu baba eviydi onu biliyordu. Peki, babasına neyi nasıl anlatacaktı? Her şeyi babasına anlatsa bile babası anlar mıydı derdinden? Yoksa kocası gibi babası da "Sen bunu hak ettin Asiye. Sen utanmadan iffetine leke sürdün," der miydi?

 

Şu anada bütün dünyayı ateşe veresi vardı ama neden yapamıyordu? Elini kolunu bağlayan neydi?

 

Asiye, çaresizlik içinde ayağa kalktı fakat ayağa kalkar kalkmaz anında başı döndü ve sendeledi. Sendeleyince yakınındaki taş duvara tutundu. Kalbi gibi bu evin taş duvarları da buz gibi soğuktu.

 

Onu ayakta tutan ve kalbini ısıtan tek varlık şu anda uymakta olan çocuklarıydı. Onlara doğru yöneldi. Asiye üç dört yaşına gelmiş kızına sarıldı kokladı öptü. Onu bıraktı daha yaşını doldurmamış kızını kucağına aldı. Onu da öptü kokusunu içine çekti; sanki son görüşüymüş gibi...

 

Babasının eli eline uzandı, "Kalk, Asiye" dedi. "Bu ev senin zindanın olmuş. Kalk gidelim. Kaderin nereye yazıldıysa orada yeşerirsin."

 

Asiye ağır ağır ayağa kalktı fakat siyah çekik gözleri hâlâ çocuklarının üzerindeydi. Bir kez daha. İçinden, "Allah'ım, bana sabır ver" diye geçirdi, çünkü çocuklarını bırakmak, ruhunun yarısını orada bırakmak gibiydi.

 

Edibe kadın, "Asiye, çocuklar için üzülme. Birkaç gün geçsin, ortalık durulsun, ben onları sana getiririm. İstersen istediğin kadar yanında kalırlar..."

 

Kaynanası verdiği sözde durursa, babası çocuklarının kendi evinde kalmasına izin verirse hayattan başka bir şey istemezdi.

 

Yüreği sızlaya sızlaya Asiye babasının ardında düşüp yürürken, sofranın sonuna geldiğinde gözleri çocuklarına son kez takıldı, dudakları kıpırdadı, ama ses çıkmadı. Sadece kalbinde yankılanan bir dua kaldı: "Allah'ım, onları koru."

 

Babası önde Asiye, arkada gecenin ahına boyun eğerek düştüler yola. Gülistan ağladı. Ezel-tene çiçekleri ağladı. Arşıâlâ gazabından bütün yıldızları söndürdü. Ay, geceye küstü. Güneş doğar mıydı yeniden, kararmış kalpleri ısıtmak için orası cevapsız bir bilmeceydi...

 

Onlar gittikten sonra Seyyid Efendi derin bir iç çekti ve oğluna baktı.

"Yaman, beni iyi dinle. Eğer bacının sözlerine kanıp masumun birinin kanına girdiysen, bil ki sen benim evladım olmaktan çıkarsın. O vakit benim değil, şeytanın yol arkadaşı olursun."

 

Bu söz, Yaman'ın kalbine bir hançer gibi saplandı. Yüzü öfke ve acı arasında gerildi. Yumruklarını sıktı ama konuşmadı. Sanki boğazına görünmez bir ip dolanmıştı.

 

Kapılar kapandığında içeride sadece Yaman'ın öfkesinin yankısı kaldı. Taş duvarlar, bu sahneye şahitlik eden sessiz mezar taşları gibi suskun kaldı.

 

Evin dışında ise gökyüzü kararmış, ay doğmuştu. Asiye, babasının yanında yürürken ay ışığı simasını üzerine vuruyor, gözyaşsız ama acı dolu yüzünü aydınlatıyordu. Köyün taş sokakları, sanki onun acısını ezbere biliyor gibi sessizdi.

 

O gece köyün kaderine yeni bir düğüm atılmıştı. Yaman'ın öfkesi, Asiye'nin çaresizliği, Ömer'in kararlılığı, Seyyid'in ağır sözü... Hepsi tarihe not düşülen bir geceydi.

Ve herkes biliyordu: Bu iş burada bitmeyecekti.

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 27.09.2025 17:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...