43. Bölüm

Hayatla Rulet B-43.

My lore
my_lore

Selam!

Finalden bir önceki bölümle biz geldik.

Nasılsınız Temas ailesi?

Keyifli okumalar!

Finali merak ediyorsanız oy verip yorum bırakmayı unutmayın lütfen.

📖📖📖

Katran karasına boyandı gecenin matemi. Göğün göğsünden koptu bütün yıldızlar. Taş kesilirken kadının kalbi, sağ elini sol göğsünün üstüne kuvvetlice bastırdı. Soluksuz ciğerleri kaburgaları arasında sıkışıp kalmış dalından kopan yaprak misali savruluyordu varlığı. İlk defa ateşin oduna yanmıyordu fani bedeni, bu kaçıncı vaveylaydı semaya yükselen...

 

Başını usulca çevirdi omzunun üstünden arkasına doğru baktı. "Arif!" kadının tiz çığlığı fezaya yükseldi. "Arif, dur yapma!"

 

Genç adam, kendi hayatıyla rulet oynuyordu. Biraz önce genç kadının etekleri dibine diz çöken adam şimdi ayağa kalkmış avına odaklanan bir aslan gibi ve soğuk metalin namlusunu başına dayamıştı. "Arif, lütfen yapma!"

 

Kaybedenler zümresine katılmıştı adam, ruhsuz bakışlarında hiçliğin yolculuğu vardı. Kadın adım atmak şöyle dursun olduğu yerden bir milim kımıldayamıyordu bile. Yanlış adım atmaktan ve yanlış anlaşılmaktan ödü kopuyordu. Ellerini uzattı, "Bırak o silahı bunun çözüm olmadığını sende biliyorsun."

 

"Sen yoksan benim yaşamamın bir anlamı yok!"

 

Birinci adım ikinci adımı ikinci adım üçüncü adımı tetikledi. Genç kadın ayaklarını yerde sürüyerek ona yaklaşmaya çalışıyordu. "Kahretsin bunu bana yapamazsın. Sırtıma bir de vicdan azabı yükleyemezsin. Buna hakkın yok. Hani beni seviyordun?"

 

Tepkisiz bakışları boşlukta geziniyordu. "Neye yarar ki sen beni sevmiyorsun!"

 

Bir adımlık mesafe kalmıştı aralarında. "Bak geldim bırak artık elindekini."

 

Bir ölüyü andıran donuk bakışlar kadının ağlak gözlerine değdi. "Ben çocuk değilim!" Anlık bir kargaşa kulakları sağır eden bir patlama ve elleri yüzüne kapaklanarak çığlık atan bir kadın.

 

Geceye kan kokusu egemen kılınmış kırmızı elbiseye kan kokusu sinmişti. İsyankâr bir beden yatıyordu çimenler üstünde onu kucaklayan kadın ağıtlar yakıyordu gidişine. Genç adamın yarı baygın gözleri hafifçe aralanırken, "Beni bırakma!" deyip bir daha hiç açılmadı.

 

"Lütfen gitme, lütfen gitme!" Kadın kucağındaki cansız bedeni beşikte sallar gibi sallıyordu. Şuursuzdu, etrafında olup biteni ne duyuyor ne görüyordu.

 

&&&

 

Bulanık fulü bir görüntü hâsıl oldu gözleri üzerindeki perde kalkınca. Hissettiği tek şey kolundaki hafif sızıydı. Gitgide görüntü berraklaştı ve bilinci yavaş yavaş açılmaya başladı. Kırmızı elbisesi hala üzerindeydi ve koluna bir serum bağlanmıştı. Odanın kapısı yarı açıktı. Başucunda oturan ise annesinden başkası değildi. "Anne, ne oldu bana?"

 

Zarife Hanım, suskundu. Aralık kapıdan beyaz forma giymiş bir hemşire girdi peşinden iki polis. "Hastamız kendine gelmiş. Sormak istediklerinizi sorabilirsiniz." İlkem'in bakışları sus pus oturan annesine kaydı. "Hanımefendi size sormak istediklerimiz var, eski eşinizi siz mi vurdunuz?"

 

İlkem, bir süre düşünür gibi yaptı ama hafızası bomboştu. "Ben bilmiyorum. Arif, vuruldu mu?" Yatağından kalkıp doğrulmak istedi ama başarılı olamadı çünkü diğer eli yatağa kelepçelenmişti. "Bu da ne demek oluyor, beni neden kelepçelediniz?"

 

Hemşire girdi araya, "Sanırım hastamızın tam manasıyla bilinci açılmadı; daha sonra sorgulasanız."

 

"Kızım biraz sakin olur musun? Korkacak bir şey yok, tedbir amaçlı taktılar kelepçeyi bileğine."

 

Hemşire seruma sakinleştirici ilaç kattı İlkem'in gözleri tekrar kapandı. Arkadaşları hastanedeydi ama onları içeri almıyorlardı. Arif, yoğun bakımdaydı olayın tek zanlısı ise İlkem Öğretmedi. Onun için İlkem, gözetim altındaydı.

 

Bir müddet sonra ilacın etkisi geçince genç öğretmen yeniden gözlerini açtı. Bilinci de yerine gelmişti. "Anne, ben neden burada tutuluyorum? Yoksa Arif'e bir şey mi oldu? Benim tek hatırladığım onun kendi kafasına silah dayadığı fakat ondan sonrasını hatırlamıyorum."

 

"Güzel kızım sıkma canını. Arif, yaşıyor ama yoğun bakımda. Biz dua edelim de ölmesin. Yoksa..."

 

Panikleyen genç kadın, yattığı yerden doğruldu, "Yoksa ne anne?"

 

Zarife Hanım'ın gergin olduğu yüzünü kaşımaya başlamasından belli oluyordu. Ağlak gözleri tekrar buğulanırken dudakları titriyordu. "Görgü şahitleri varmış. Birkaç kişi seni onunla birlikte görmüş."

 

Annesi doğru söylüyordu onunla birlikteydi hatta onu kendisi çağırmıştı bahçeye. "Ben katil değilim anne!"

 

Yastığın üstüne yayılan siyah saçlarının her telini ayrı okşadı. "Biliyorum kızım, değilsin. Yalnız bunu onlar bilmiyor. Mecbur Arif, kendine gelene kadar bekleyeceğiz."

 

İlkem Öğretmeni eza dolu günlerin beklediği şimdiden belli olmuştu. Tabii ya bir de düğün vardı; kendisi yüzünden onca emek zayi olmuştu. Üstelik her karesine emek vererek inşa ettiği düğünü yine kendi eliyle bir tekmede yıkmıştı. Aralık kapı tıklatıldı iki polis eşliğinde arkadaşları girdi içeriye. Sarılıp koklaştılar. "Özür dilerim, düğününüz benim yüzümden mahvoldu."

 

Yatağın kenarına oturan Sude, uzanıp ellerini tuttu, "Canım benim bu senin suçun değil ki, olacağı varmış." Acı çektiği ellerinin sıcaklığından ve ter içinde kaldığından belli oluyordu. Göz harelerine düşen kederi bir tarafa bırakırken sertçe yutkundu. "Sadece düğün biraz erken bitti." Kelimeler ervahından doğarken hiç de öyle demiyordu, yalın ayak çöl ateşinde yanmış kızgın kumlara basan biri gibi acı içinde kıvranıyordu. "Tekrar özür dilerim!" derken arkadaşını ellerini biraz daha sıktı.

 

"Görüş buraya kadar. Hanımefendiyi gözetim altına tutmak için karakola götürmemiz gerekiyor."

 

Kanının donduğu kalbinin durduğu andı. Bitmeyecek miydi çilesi? Biri bitmeden diğeri başlıyordu. Öyle çok sıkmıştı ki kendini dişlerini alt dudağına geçirmiş kanayan dudağından ağız boşluğuna ılık kan tadı yayılmıştı. "Sakın kendini bırakma, biz her şeyi halledeceğiz. Sadece Arif'in kendine gelmesini bekliyoruz." Kapıdan çıkarken bu sözleri ömür sarf etmişti. Kapandı kara gözleri sustu konuşan dili.

 

&&&

 

Tamı tamına iki hafta bir suçlu gibi gözetim altında kaldı, defalarca sorguya çekildi. Bir an geldi; onu ben öldürdüm tetiği ben çektim alın atın beni kodese dememek için kendini zor tuttu. Arif, ikinci haftanın sonunda kendine gelmiş ve olayı bütün çıplaklığıyla anlatmıştı. Eski eşim bana geri dönmediği için intihar etmek istedim. Kendime zarar vermemi istemediği için silahı elimden almak istedi işte o sırada silah ateş aldı ve ben göğsümden vuruldum. Bütün suç benim. Silah da benim, diye ifade verdi.

 

Bu beladan kurtulmuştu ama gözaltında kaldığı sürece ruhu derin yaralar almıştı. Zaten düğün öncesi bir hafta izin almıştı daha sonra da yarıyıl tatili girmişti araya. Yaşadıkları okul hayatına yansımadığı için mutlu olmuştu çünkü öğrencileri üzerinde kötü intiba bırakmak istemiyordu.

 

Stresli günlerin ardından sıradan hayatlarına geri dönmüşlerdi. Zarife Hanım, televizyonda dizi seyrederken İlkem, mesajlarına bakınıyordu. Kahır dolu bir mesaj ilgisini çekmişti. Mesaj iki gün öncesine aitti.

 

"Ben sensiz olacaksam senin yüzüne hasret kalacaksam giderim buralardan!"

 

Telefonuna kayıtlı bir numara olmadığı için mesajın kimden geldiğini bilmiyordu ama sözlerin sahibini tahmin edebiliyordu. Bu Arif'ten başkası değildi. Cevap yazıp yazmamakta tereddüt yaşadı. Alt belleğinde yankılanan bir ses hala onu seviyorsun diye taciz ederken aklı hayır olmaz o iş bitti diyordu.

 

Buraya gelirken bir umuda sarılarak gelmişti ama olmadığını görünce gidiyordu besbelli. Genç kadının viraneye dönmüş anıları ruhunu velveleye verince, "Üzgünüm!" diye yazdı. İki dakika sonra cevap gelmişti, "Canını yakmak istemedim!"

 

"Canım o kadar çok yandı ki, artık acıları hissetmiyor."

 

"Bundan sonra yokum, canını yakan da olmayacak!"

 

Her kelime genç kadını cehennem ateşine atıyordu. "Olmayan can yanmaz zaten. Benim ruhum çoktan öldü."

 

"Sana mutluluklar diliyorum, ben yarın gidiyorum buralardan. Niyetim senin canını yakmak değildi, sadece bir umuda tutunup gelmiştim buraya; geldiğim gibi de gidiyorum. Şunu bilmeni istiyorum sen benim ilk ve sonum olacaksın. Seni ömür boyu seveceğim!"

 

Genç kadın bu satırları okudukça kalbindeki çığlıklara gem vuramıyor bağıra çağıra ağlamak istiyordu.

 

"Gidiyorum işte kendimle birlikte bana ait olan kalbini de alıp gidiyorum."

 

"Al götür bende bana ait bir şey kalmadı zaten. Ona kalbime iyi bak."

 

Son sözler söylenmiş buruk bir ayrılık gerçekleşmişti. Arif, nolur arkadaş kalalım diye yalvarsa da genç öğretmen bizden arkadaş olmaz demişti.

 

İlkem eski eşi Arif ile sonunda yollarını tamamen ayırmıştı. Her zaman nefrete bulaşmazdı ayrılıklar bazen severekte ayrılabilirsiniz. Onlar gaflete düşmenin ayrılığını yaşamışlardı.

 

İki eski eş yollarını ayırmıştı ayırmasına ama onlarla birlikte yollarını ayıran bir kişi daha vardı. Songül... Yaşanan elim olaydan dolayı sürekli kendini suçluyor her defasında İlkem'den özür diliyordu. Hâlbuki bu olayın en masum kişisi Songül'dü. Onun Arif'in niyetini anlaması mümkün değildi çünkü.

 

İlkem'in gözaltı sürecinde sık sık onu görmeye gidiyor her defasında, "Abla ben işgüzarlık yapıp Arif'i düğüne çağırmasaydım şimdi sen burada olmayacaktın. Ben aptalın tekiyim ciddi söylüyorum ben bir aptalım. Bağır çağır kır dök ama senin suçun yok deme bana. Ben getirdim onu sana. Ona inanıp arkadaşlık kurmasaydım bütün bunlar yaşanmayacaktı."

 

"Songül, yedin bitirdin kendini lütfen kendini suçlamayı bırak artık. Yakında benim suçsuz olduğum ortaya çıkacak ve ben buradan çıkacağım."

 

"Hala komada yatıyormuş ama..."

 

"Sen hiç üzülme Songül'üm benim bildiğim Arif, güçlüdür bunu da atlatır!"

 

"Ya atlatamazsa abla!"

 

Hem kendi derdi hem de Songül'ün hezeyanlarıyla uğraşmaktan helak olmuştu İlkem. "Umut edelim de atlatsın. Sen şimdi git. Beni de merak etme."

 

"Tamam," derken dudakları büzük büzüktü. "Abla bu bana ders olsun. Bir daha yeterince tanımdan hiç kimseyle arkadaşlık kurmayacağım. Ben şimdi gidiyorum," derken duraksadı ve "abla rica ediyorum bizimkilerin bu konudan haberi olmasın?"

 

"Songül'üm kaç defa söyledim yine söylüyorum. Bu ikimizin sırrı aramızda kalacak."

 

Boş bakışlarını İlkem'in yüzünde gezdirirken dudaklarını dişliyordu. Sanki çok önemli bir sırrı daha vardı da konuşmaya çekiniyor gibiydi. "Peki, Arif söyler mi? Sana yaşadıklarından sonra ben ona güvenmiyorum."

 

"Songül, dua edelimde iyileşsin. Sana söz iyileşir ve ayağa kalkarsa bizzat kendim ondan kimseye söylememesini isteyeceğim."

 

O gün Songül, içi rahat bir şekilde İlkem'in yanından ayrılmıştı. Arif, uzun sayılabilecek bir hastane süreci yaşamıştı. Kendine gelir gelmez de sorguya alınmış her şeyi itiraf ederek İlkem'i özgürlüğüne kavuşmuştu.

 

Ömür ve Sude...

 

Onlar evleneli neredeyse bir ay olmuştu. Mecburiyetlerin ışığında herkes kaldığı yerden yaşamaya devam ediyordu. Birinci ders ikinci ders üçüncü ders derken İlkem, tekrara düşmekten bunalmış biraz dinlenebilmek için kendini okulun bahçesine atmıştı.

 

Boş bir bank bulup oturmuştu ki uzun süredir ilgilenmediği manevi kızı Fatma ilişti gözüne. Genç öğretmen kendi dertleriyle hemhal olurken zavallı kızı unutmuştu. Tabii bunda okulun tatile girmesinin de büyük payı vardı.

 

Fatma, bir köşeye çekilmiş sessiz sesiz ağlıyordu. Hayır, ağlamıyor sanki gözlerinden kanlı yaş döküyordu. İlkem, hiç beklemeden yerinden kalktı ve hemen yanına gitti. "Fatma kızım neyin var?" diye sorarken dizlerini kırıp onun boy seviyesine inmişti bile.

 

Onunla göz teması kurmak için çenesinin altından tutarak yere eğik başını hafifçe yukarı kaldırdı. Genç öğretmen manevi kızıyla göz tapması kurduğunda onun gözlerinde gördüğü acıyla kalbine binlerce ok birden saplandı. Neler oluyordu? Onun gözlerine vuran acının sebebi neydi? "Tatlım söyler misin bana neyin?"

 

Fatma konuşmuyordu veya konuşamıyordu fakat minicik yüreğinin atış sesini duyabiliyordu öğretmeni. İlkem, öğrencisini konuşturmaya çalışırken yanlarına başka bir kız öğrenci geldi. "Öğretmenim, Fatma'nın annesi kardeşine doğum yaparken öldü. Fatma onun için ağlıyor."

 

İlkem, ani gelişen bu haber karşısında neye uğradığını şaşırdı. Tek yapabildiği, "Fatma!" diye bir çığlık atmak oldu. Teselliye muhtaç minicik bedeni şefkatli kollarıyla sarıp sarmalarken saçlarına öpücükler kondurdu. "Güzelim benim. Kıyamam sanan!"

 

Öğretmeni onu sakinleştirip teselli etmeye çalışıyordu ama Fatma hala içli içli ağlıyordu. Küçük kızın elinden tutup biraz önce kalktığı banka götürüp birlikte oturdular. "Güzel kızım, ağla artık. Geçecek inan bana geçecek!"

 

Küçük gözyaşlarını koluna silerek kurutmaya çalışırken, "Öğretmenim annem yok ya, yeni doğan kardeşim çok ağlıyor. Ben onun için ağlıyorum."

 

Fatma'nın sözleri genç öğretmenin yüreğini dağlamıştı. "Kızım sen beni burada bekle. Ben birazdan geri geleceğim. İlkem ani bir karala müdür odasına gitti ve öğrencisinin durumun anlattı. Onun tek amacı küçük kızın derdine çare olmaktı.

 

Öğrencisinin ezbere bildiği evine geldiğinde doğal olarak sessizlik ve matemle karşılaştı. İnsanlar suskundu ama bağıra çağıra ağlayarak annesini isteyen biri vardı; yeni doğan bebek...

 

Kapı önünde Fatma'nın babasıyla karşılaşıp başsağlığı diledi. Zavallı adam başına geleni metanetle karşılıyor ve söyleyecek söz bulamıyordu.

 

"Bana düşen bir şey olursa yapmaya hazırım, bunu bilmenizi isterim."

 

"Çok sağ olun öğretmen hanım. Fatma kızıma mukayyet olun bana yeter!"

 

"Bebek, ona kim bakıyor? Fatma sürekli ağladığını söylemişti." Bunları konuşurken İlkem'in boğazı kurumuş adeta yutkunmakta zorluk çekiyordu.

 

"Bilmem konu komşu ilgileniyor olmalı." Genç adam eşinin kaybetmenin verdiği matemle bebeğin varlığından bihaber gibi görünüyordu. Onlar konuşurken Fatma, güç almak ister gibi öğretmeninin eteğinin ucundan sımsıkı tutmuş bir babasına bir İlkem'e bakıyordu. "Ben görebilir miyim bebeği?"

 

"Kızım öğretmen hanıma bebeği göster!" İlkem, şimdilik bilmiyordu ama annesiz kalmış bebek birçok yaraya merhem olacaktı. Belki de onu bebeğe çeken tılsım bu yüzdendi.

 

Bebeğin olduğu odaya girdiklerinde tombul yanaklı kadının biri bebeği susturmak için olsa gerek sürekli beşiğini salıyordu. Üstelik beşik sallamaktan yorgun düştüğü çıplak gözle bile fark edilebiliyordu. "Bebeği görebilir miyim?"

 

Kadın ne alaka der gibi İlkem'e bakmaya başlamıştı. Fatma, bir atmaca kuşu gibi öne doğru atılarak kadının elini beşikten çekti. "Öğretmenim o benin, kardeşimi görmek istiyor."

 

Kadın eğildi beşikten bebeği çıkardı ve İlkem Öğretmenin kucağına bıraktı. "Ne yediriyorsunuz bebeğe?"

 

Kadın çokbilmiş pozlarına girerek, "El kadar bebeye ne yedirelim öğretmen hanım, ağladıkça şekerli su veriyoruz!"

 

İlkem, bebeği kucağına alır almaz ateşler içinde yandığını minicik dudaklının ağlamaktan kurduğunu gördü. "Bu çocuğun ateşi var görmüyor musunuz? Üstelik iyice sarıp sarmalamış-sınız şükredin de havale geçirmemiş çocuk."

 

Fatma'nın şaşkın bakışların altında gelişiyordu her şey. "Öğretmenim yoksa annem gibi kardeşimde mi ölecek?"

 

Küçük kızın annesini kaybetmekle yaşadığı hezeyan şimdi kardeşini kaybetme korkusuna dönüşmüştü. "Tatlım gel benle. Kardeşinin ölmesine izin vermeyeceğim!" İlkem boyundan büyük laflar ettiğini biliyordu ama manevi kızının bir daha üzülmesini istemiyordu çünkü ruhunun ikinci kez yaşayacağı travmayı kaldıramayacağını düşünüyordu.

 

Genç öğretmen kararlı adımlarla çıktı metruk görünümlü evin oturma odasından. Kime gideceğini çok iyi biliyordu. Bu arada bebeğin ağlamaları iniltiye benzer çıkmaya başlamıştı. "Fatma kızım, hemen babanı çağır gelsin!"

 

Matemli adam kızının elinden tutarak İlkem'in yanına gelirken; bu kez bakışlarında bariz bir öfke vardı. "Buyur öğretmen hanım!" derken yine ne istiyorsunuz der gibi bakıyordu.

 

"Bebeğin durumu çok kötü ve yüksek ateşi var eğer izin verirseniz hastaneye götürüp birkaç gün ben bakmak istiyorum."

 

Matemi boynuna kolye gibi asmıştı adam ve hiçbir şey umurunda değilmiş gibi çehresine umursamazlık yükledi. "Siz bilirsiniz. Benim bebekle ilgilenecek halim yok zaten."

 

Bu son sözlerden sonra bebeği aldığı gibi önce hastaneye sonra evlerine götürdü İlkem. Bir bebeğe gerekli olacak her şeyi almış annesiyle birlikte bakmaya başlamışlardı. Gün gün daha iyi gidiyor ve büyüyordu annesinden mahrum kalmış bebek. Bu süreçte arkadaşları da elinden geldiğince bebeği sahiplenmişler ve gereksinimlerin karşılamışlardı. Hele içlerinden biri vardı ki gün aşırı geliyor saatlerce bebekle vakit geçiriyordu.

 

&&&

 

Saatler günlere günler aylara evrildi. Evrim gerçekleşirken aradan bir buçuk aya geçmişti. Bebeğin babası özlediği zaman gelip görüyor çocuğunu keyfinin yerinde olduğunu gördüğü için elleşmiyordu. Bu süreçte Fatma hem okulunu aksatmıyor hem de kardeşini hemen hemen her gün görüyordu. Küçük kız kendi dünyasına mutluydu.

 

Yorucu bir günün akşamında yine bebek sevmeye gelmişlerdi üç arkadaş. "Sude, biliyor musun olanları?" İlkem arkadaşına bu soruyu sorarken hüzün yağmuruna yakalanmıştı göz bebekleri.

 

"Hayır, bilmiyorum ama senin neyin var, pek bi' düşüncelisin?"

 

Sude'nin kucağındaki isimsiz bebeği göstererek bakışlarıyla, "Sanırım bebeği bizden alacaklar."

 

Sude, farkında olmadan kendi bebeğini elinden alacaklarmış gibi sımsıkı sarılmıştı isimsiz bebeğe. "Kim, babası mı?"

 

"Yok, babasına kalsa bir ömür bizim bakmamıza izin verir ama babası değil. Biliyorsunuz adamın başka çocukları da var, akrabaları kendi aralarında bir karar almışlar. Bebeğin babasını evlendirmek istiyorlarmış çocukları mağdur olmasın, diye. Üstelik kızı da bulmuşlar fakat kız diyormuş ki; diğer çocukları büyük ben onlara bakarım ama küçük bebeğe bakmam onu yurda versinler diyormuş."

 

Sude, bebeği göğsüne bastırak severken, "Bebeğim sen bizi bırakıp gidecek misin?"

 

İlkem'in bebek hakkında bazı düşünceleri vardı şimdi bunu dile getirmek için tuzak sorular soruyordu arkadaşına. "Biz istemezsek gitmez..!"

 

Sude, arkadaşının sözlerinden bir şey anlamamış gibi kaşlarını çatarken, "Nasıl yani?" diye sordu.

 

"Bana kalsa onu evlat edinirim hatta Fatma'yı da. Fatma zaten benim manevi kızım ama evli olmadığım için evlat edinme şansım maalesef yok..."

 

Sessizlik hüküm kurarken bireyler arasında bakışlar aynı anda birbirinin yüzünde gezdi...

 

"Hayatım evli değilsin ama evlenme şansın var. Bak hazırda nişanlın var!"

 

Sude'nin belki de bilerek yaptığı gafın üzerine Rüzgâr'ın yüzü kıpkırmızı oldu. Genç adam utanmıştı. "Unutma sahte nişanlı!"

 

"Bende onu diyorum sahte bir nikâh her şeyi çözer." İlkem'in niyeti bambaşkayken söz dönüp dolaşıp kendini vurmuştu.

 

"Canım arkadaşım, beni bir tarafa bırak istersen. Bu bek sizin şansınız olabilir."

 

Ömür, oturduğu yerden doğrulurken Sude'nin bakışları kocasının bakışlarına değdi. "Bu nasıl olacak ki? Ömür'ün ailesi ne der bu işe?"

 

Ömür, her zamanki olgunlukla eşinin sözünü balla keserken, "Aşkım sen bu bebeği istiyor musun onu söyle bana?" Saklısı gizlisi yoktu genç adamın zira biricik aşkının bebeği nasıl sarıp sarmaladığını görebiliyordu.

 

"Sizinkilere sorun olmayacaksa hayatta en çok istediğim şeyin bir bebek sahibi olmak olduğunu biliyorsun aşkım!"

 

Ömür, oturduğu yerden kalktı ve eşine sımsıkı sarıldı; şimdiden mutlu bir aile tablosu çizmişlerdi bile. "Sen bizimkileri dert etme hayatım, ben onlarla konuşurum. Hemen yarın bebeğin babasıyla görüşmeye gidiyorum ve işlemeleri başlatıyorum."

 

İlkem, istediğini almıştı. Her ne kadar bebeğin evlerinden gideceği üzüntüsünü yaşasa bile.

 

 

Bölüm : 31.08.2025 20:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...