
Telefona düşen not tüyler ürperticiydi. Sonun başlangıcındayız. Bundan sonrası yok!
Ne demekti sonun başlangıcı? Sabahtan beri hissettiği huzursuzluğun kaynağı sonunda belli olmuştu, bu adam hiç pes etmez miydi? Şu an saçlarını tutam tutam yolası vardı ama ortalık yerde yapamıyordu. Canından can kopuyordu ama dişlerini sıkıyordu. Ne zaman bitecekti bu işkence? Artık hiçbir şey umurunda değildi ne olacaksa olsun inceldiği yerden kopsundu.
"Korkak herif, yüreğin yetiyorsa karşıma çık!"
Gözleri yuvasından fırlayacak kadar büyümüştü.
Çevrimiçi...
"Merak etme, istediğini sana vereceğim."
Göğsünün üstünde hissettiği baskı nefesini kesecek kadar güçlüydü. Yoksa artık kalbi bunca ezayı kaldıramıyor muydu? "İlkem abla!" omzuna değen elle irkildi. Nasılda unutmuştu genç kızın varlığını. "Neyin var?"
Bu arada ders zili de çalmaya başlamıştı, "Yok bir şeyim, biraz başım döndü."
"Bana tutun seni evine götüreyim." Eve gitmek işte bu katiyen olmazdı. Şimdi bir de annesine hesap vermek istemiyordu. Madem sona gelmişlerdi boş yere kimseyi üzmenin gereği yoktu. "Ben iyiyim derse girmem lazım."
Suskunluk silahını kuşandı onların da dili sustu.
İki kadın kendi sınıflarına doğru sessizce yürüdüler. Sorun yokmuş gibi yaptı, "Sonra görüşürüz!" derken.
Hayatın sinsi yüzüyle henüz tanışmayan genç kız, anında değişiklik gösterdi: "İlkem abla Sude abla gelince bize de getir. Annem görsün gelin adayını, bakarsın beğenir."
Zaten psikolojisi alt üst olmuştu bir de genç kızla uğraşmak onu cidden yoruyordu. "Tamam, Songül, getiririm."
"Hadi hoşça kal o zaman," dedi havalı havalı kendi sınıfına giderken. Onun saf görüntüsü zihnini sıfırladı ve içinden havanı sevsinler, diye geçirdi.
&&&
Gergin geçen bir gün yerini kopkoyu bir geceye devretmeye hazırlanıyordu. Mütevazı bir akşam yemeğinden sonra Zarife Hanım, üçlü koltuklardan birine uzandı. Her zaman yemeğin üzerine biraz uzanır şekerleme uykusu çekerdi. Annesinin huzur içinde uyuduğunu görünce iç geçirdi. Arif, gelmese annesi Ömür'ü evlendirmek istemezse her şey yolunda gidecekti ama maalesef hiçbir şey yolunda gitmiyordu. Tabii bir de sapkın ruhlu adam vardı onu da göz ardı etmemek lazımdı. Açıkçası korkuyordu yine o eski günlere dönmekten...
"Anne yemeğin üstüne iyi gider bir kahve yapsam içer miyiz?"
Yarı uykulu gözlerin bir kere açıp kapattı, bu evet anlamına geliyordu. Anne kız yemeğin üzerine bol köpüklü kahvelerini içtiler. Kahve Zarife Hanım'ın uykusunu dağıtmıştı zaten televizyon dizisi de başlamıştı.
Sabah huzurunu kaçıran mesaj canını sıkmıştı ama arkadaşından bir haber alamamak ve belirsizlik daha da çok canını sıkıyordu. Arasa mıydı acaba?
Kalp kalbe karşı derler ya, tam masanın üzerindeki telefona uzanıyordu ki çalan telefon yüreğini hoplattı. Neyse ki ekranda gördüğü isim yüzünü güldürdü. "Sude!"
"Uyuyor muydun yoksa?"
Uyumak ve genç kadın şimdilik bu iki faktör ondan uzaktı. "Ne uyuması kızım ya? Sen ne yaptın, izin alabildin mi?"
Karşı taraftan gelen ses kısıldı. "Sen arayınca izin alabilmek için ne diller döktüm müdüre bilemezsin."
Oturduğu yerden doğruldu sırtını dikleştirdi, "Alamadım deme sakın."
"Maalesef sadece iki günlüğüne izin alabildim. Zaten hafta sonuna denk geliyor toplam dört günlüğüne geliyorum, zaman kazanmak için gece yola çıkıyorum sabah erkenden oradayım."
Bir şeyler iyiye gidiyor olabilir miydi? Sonunda Sude geliyordu. "Bu gece sevinçten uyumam artık ben."
"Yok, arkadaşım sen yat uyu yalnız iyi bir kahvaltı isterim onu söyleyeyim."
"Kızım sen gel de istediğin kahvaltı olsun!"
Onun ikilem yaşayan ruhu bataklığa düşen bir canlı gibi çırpınıyordu. Bir tarafı arkadaşı geleceği için seviniyordu ama diğer tarafı buruktu. Bakalım Sude, derdini anlatmaya yanaşacak mıydı? Anlatsa bile Ömür, nasıl bir tepki verecekti. O gece sabaha kadar dualar etti... Sude, anlatmayı kabul etsin Ömür, aşkının sınavını verebilsin, diye.
Onu anlıyordu. Bir kadının anne olamayacağını bilmesi kadar kötü bir duygu yoktur yeryüzünde. Tabii bu işin başka boyutları da vardı, çevre baskısı gibi. Asıl eşleri yoran bu çevre baskısıydı. Sude, bütün bunları baştan biliyordu ve onun için evliliğe yanaşmıyordu. Kim bili belki de onların aşkının gücü bu sorunun üstesinden gelirdi, sabırla bekleyip göreceklerdi sonucu.
Gece boyu uyumayınca uykusuzluğun faturası olarak göz çevresi kırmızı balon şişmişti ve uykusuzluktan başı dönüyordu artık. Gün aymış nihayet kapı zili çalmaya başlamıştı. Yataktan fırladığı gibi kapıya koştu. Gördüğü manzara içler acısıydı. Sabahın sert soğuğunu yiyen Sude, koyu renk trençkotunun içine büzüşmüş, dudakları kuruyup çatlamış neredeyse titremekten dişleri birbirine vuruyordu. "Sağ salim geldin şükür, hadi soğukta daha fazla bekleme de geç içeriye." Öyle ki soğuktan burun ucu bile kızarmıştı. Salona geçtiler ve sarılıp öpüştüler. Soba sönmüştü ama içerisi hala sıcacıktı.
"Acil olan neydi kızım ya, kış günü beni yollara düşürecek kadar?" Zarife Hanım, onların sesine uyanmış yarı kapalı gözleri şaşı bakıyordu: "Hayırdır kızım, ne oluyor sabahın köründe? Aa, Sude kızım gelmiş! Aşk olsun insan geleceğini söylemez mi ya?"
Annesine tatlı tatlı gülümsedi. "Ne yapayım anne söylersem kaygılanır uyumazdın ben de onun için söylemedim."
Sude, hiç vakit kaybetmeden Zarife Hanım'a sarıldı. "Kızım senin elin yüzün buz gibi olmuş ben hemen sobayı yakayım," diyerek salondan ayrıldı. İlkem'in gözleri sanayiliğine duvardaki saatte kaydı. "Ben de kahvaltı hazırlayayım anca hazırlar yeriz derse de geç kalmamış olurum."
Sude, "Ben de geleyim," dedi ama İlkem, onun teklifini kabul etmedi. Sen yorgunsun otur dinlen biraz deyip odadan çıktı. Nasıl olsa birazdan anlatacakları onu yeterince gerip üzecekti. Önce ona iyi bir kahvaltı hazırlamalıydı ki biraz moral toplasın. Tavada kaşarlı patates yaptı. Onun yanında soğansız yeşilbiber ve domatesten oluşan menemen yaptı. Köy tereyağı ile petekli balı da vardı. Zeytin peynir Allah, ne verdiyse hazırladı. Zarife Hanım da sobayı iyice harlamış içerisi sıcacık olmuştu. Harlı yanan sobanın üstüne fokur fokur kaynayan çaydanlığın sümeğinden çıkan buhar odanın içerisine yayılıyor kış gününe ayrı bir hava katıyordu.
Arada bir Sude'nin gözleri arkadaşı ile çakışıyor içten içe sorular soruyordu. Sude'nin bakışlarını görmezden geliyordu genç öğretmen çünkü kahvaltı başında tatlarının kaçmasını istemiyordu. "Ben hazırlanayım yoksa derse geç kalacağım," diyerek masa başından kalktı. Onun hiçbir şey söylemeden masadan kalktığını gören Sude, anlamlı bir bakış attı.
Peşinden Sude'de kalktı ve koridorda arkasından yetişti. "Bana bakar mısın bir? Sen beni bilmem kaç kilometre yerden çağırıyorsun ve hiçbir şey söylemden derse mi gireceksin?"
Uzanıp ellerini tutarken hafifçe gülümsedi. "Önce mutlaka girmem gereken birkaç dersim var sonra gidip müdürden izin almam gerekecek. Siz ikiniz biraz takıldın ben birkaç saate buradayım. "Peki, madem öyle diyorsan öyle olsun ama sakın geç kalayım deme yoksa affetmem."
Evden çıkıp okulun bahçesine adım attı ama düşünce yoğunluğu sarmıştı tüm benliğini. Akşama plan yapması lazımdı çocukları organize etmesi lazımdı onun aklındaki izin almak falan değildi plan yapmak için çıkmıştı evden. İlk işi Songül'ün yanına gitmek oldu. "Günaydın Songül," deyip kolundan tuttuğu gibi sakin bir köşeye çekti.
Zavallı Songül, neler olduğuna bir anlam veremeyerek şaşkınlıkla etrafına bakınamaya başladı. Kısık ama diksiyonu düzgün bir ses tonlamasıyla tane tane konuştu. "Songül, seninle konuşmam lazım." Songül, hemen moda girdi. Uyanık kız ne de olsa. "Ne oldu İlkem abla?"
Sağına soluna bakındı çevresinde kimsenin olmadığını kanaat getirince, "Sude geldi plan yapmamız lazım!"
Entrikacı kızlar iş başındaydı ama onların niyeti halisti. "Sen iste ben ne istiyorsan onu yapmaya hazırım!"
İki kadın aşkın hizmetkârı olmuşları ve bu uğurda her yolu mubah sayıyorlardı. Sözler dudaklarından dökülmeden önce düşünür gibi yaparak gözleri yukarı aşağı hareketlendi. "Sen Ömür'ü ara ve Sude'nin geldiğini duyur gerisi bende zaten. Eminin onun geldiğini duyar duymaz beni arayacaktır. Ondan sonrasını ben hallederim fakat hemen ara. Benim şimdi izin alıp eve gitmem lazım."
"Tamam, ben hiç vakit kaybetmeden abimi ararım. Yalnız sen eve geçerken ben de geleyim."
Telefonu sessize aldı ve sınıfına döndü çünkü Ömür'den haber gelmeden müdürden izin almak istemiyordu. Songül sözünü tutmuştu çünkü çok geçmeden sessizde olan telefon titremeye başladı. "Ben şimdi dersteyim sana geri dönüş yaparım," amacı dersini bölmemekti.
Saliseler dakikaları vurmuş dakikalar hızla geçip gitmişti. Beklenen an gelmiş teneffüs zili çalmıştı. Songül ile koridorda karşılaştı. Hiç konuşmadan telefonu göstererek abisiyle görüşeceğinin sinyali verdi. Genç kız da başparmağını göstererek okeyledi. Ömür, zaten tetikte bekliyordu. Birinci çalış ve açılan telefon. "Merhaba İlkem hocam, rahatsız ediyorum kusura bakma ama şey Songül, haber verdi de Sude gelmiş sanırım."
Genç öğretmen, hiç oralı değilmiş gibi sakince "Evet, doğru Songül'e söylemiştim. Bu sabah geldi, bize gel görüşelim istersen."
Sesindeki sevinç yumağı bariz bir şekilde hissediliyordu. Onların aşkının mimarı olmak genç kadını onurlandırıyordu amma velakin önemli olan bunu başarabilmekti. "Benim daha iyi bir fikrim var eğer kabul ederseniz dört arkadaş birlikte akşam yemeğine çıkalım."
Sonuç mükemmeldi bundan daha iyisi olamazdı. Yemek işi aradığı fırsatı ayağına getirmişti." İyi düşünmüşsün arkadaşım zaten çoktandır bir araya gelip görüşemedik."
İlkem, her şeyi tesadüfmüş gibi ayarlamaya çalışıyordu. "Tamamdır İlkem hocam. Hocam hayırsız çıktın sen nişanlını da görmeye gelmiyorsun. Benim sayemde siz de görüşmüş olursunuz." Ömür, espri yapmıştı ama bir an boş bulunup gerçek sanmıştı genç kadın. Sol tarafından bir sızı yayıldı ayak parmaklarından çıktı. "Ömür, yapma böyle bayat espriler gören görmeyen de gerçek sanacak. He he he gülüştüler.
Güler tabii ne de olsa sevgilin geldi, diye geçirdi içinden. Buluşma işini halletmişti sıra müdürden izin alıp eve dönmeye gelmişti. Müdürden izin alıp eve dönerken Songül'ü de aradı ve eve buyur etti. Sude müstakbel görümcesini karşısında görünce pek bir mutlu oldu. Arkadaşının mutluluğu hiç şüphesiz genç öğretmeni de mutlu ediyordu ama biraz sonra bu mutluluğun bozulmasından endişe duyuyordu. "Ben yokken neler yaptınız?" bu soru arkadaşı içindi.
Üçlü koltuğun sol köşesine oturup arkasına yaslandı ve sağ bacağını sol baldırının üstüne attı. Sol elini sağ baldırının üzerine salık bıraktı ve boşta klan sağ eliyle havada bir hayali bir daire çizdi. "Neler yapmadık ki, önce okkalı birer kahve içtik sonra Zarife teyzeciğim kahve falıma baktı."
İlkem, arkadaşıyla karşı karşıya gelecek konuma oturdu ama o arkadaşı kadar rahat değildi ve haddinden fazla gergindi. "Zarife'ciğim kıskandım şimdi sen fal bakmasını bilir miydin?"
Kızının sorusunu cevaplamak isterken göz kapakları süzüldü baygın bir bakışa büründü. Alayvari bir üslup kullanarak sözcükleri şekillendirdi. "Aman kızım Sude, abartıyor işte. Ben fal bakmasından ne anlarım maksat sohbet muhabbet olsun."
Sağ bacağını sol baldırının üzerinden aldı oturuşunu öne doğru çekti, "Öyle diyorsun ama falım da kısmet çıktı." He he he gülüştüler.
Konu başka mecralara çekildi. "Sude abla, hoş geldin! Nasılsın İyi misin? Sude'nin gözleri parlıyordu Songül'e konuşurken, "İyiyim... İlkem, özlemiş çağırdı bende geldim işte."
"İyi ettin Sude abla, bir akşam mutlaka bize de beklerim."
Arkasından çevrilen entrikadan habersiz olan genç kız, bütün iyi niyetliye, "Nasip olursa gelmeye çalışırım." dedi. Konuşmayı yarıda keserek bakışları duvar saatine kaydı ve anında ayağa kalktı. "Kusura bakmayın benim kalkmam lazım ders saatim geldi. Hadi bana müsaade," deyip salon kapısından çıkıp giderken, "bak tekrar söylüyorum mutlaka bizde bekliyorum."
Songül'ü kapıya kadar uğurlayan Zarife Hanım, salonun kapısından başını uzatarak, "Kızlar ben mutfağa geçiyorum ocakta yemek var siz keyfinize bakın," dedi.
Sude, bu durumu fırsata çevirerek arkadaşını kolundan tuttuğu gibi diğer odalardan birine götürdü ve arkasından kapıyı sıkıca kapattı. Büyüleyici güzellikteki gözleri fazlasıyla büyümüştü. "İlkem, neler olduğunu bana da anlatacak mısın artık?"
Yutağını zorlayan sözcükler diline dökülmemek için inat ediyordu, yutkundu. Arkadaşının zorlandığını görünce gözlerindeki büyü yerini endişeye bıraktı. İçine sinmeyen bir şeyler vardı ve bu onun ruhunu taciz ediyordu. "Yolunda gitmeyen bir şey mi var İlkem?"
Evet, anlatmak istiyordu istemesine ama nasıl anlatacağını bilemiyordu. Bazen hepimiz bunu yaşarız konuya nasıl gireceğimizi bilmez ya da konuyu toparlamaktan korkarız ya işte öyle bir şeydi İlkem'in yaşadığı. Aslında en iyi çözüm temas, yani hissetmek ve hissettirmek. Bu her zaman işe yarar. Kişiler arasına iletişimi sağlar. Uzanıp ellerini tuttu, ten teması işe yarardı ama göz teması da mühimdi. Sıkkın bir bakış onun büyülü gözlerine huzura kavuştu. "Ömür'ün annesi kız bulmuş onunla evlendirmek istiyormuş. Songül'den öğrendim."
Tek bir kelime bütün duygularını anlatacak yetideydi. "Ya?" avuçlarındaki elleri gevşedi ve iki yanlarına düştü.
Körpe bedeni ayakta duramaz oldu ve sallanmaya başladı. Görüntü renk değiştirdi ve kapkara bir renge büründü. Şimdi her yer her şey katran karasıydı. Omuzlarından kavradı birkaç adımda tek kişilik yatağın üstüne oturttu. Gözlerine bakmaya devam etti kendi gözlerinden güç alsın istiyordu. "Ömür istemiyormuş ama annesi illa kızla bir görüş ne kaybedersin diyormuş. Bilirsin Ömür, annesini bir başka sever."
Zaten karakter olarak sulu göz biriydi. Şimdi gözleri bulutlanmış yağmak için bahane arıyordu. "Bilmez miyim?"
Sicim gibi bir sızıntı göz pınarlarından yanağına doğru süzüldü. "Sever ama seni ondan daha çok sever. Sen onun hayatının aşkısın. Benim anlatmak istediğim Ömür zor durumda." Kalp
Kalp şeklindeki biçimli dudakları dışa doğru sarktı, "O da benim ilk ve son aşkım ama..."
Hiddetlenerek ayağa kalktı ve arkadaşına arkasını döndü, ne yapsa kendini tutamıyordu artık. Onu sarsıp kendine getirmeliydi. Bunu için duygusallığı bir tarafa bırakması gerekiyordu. "Yeter artık Sude, kendine gelmelisin. Bu işin aması falan kalmadı. Ben seni bunun için çağırdım. Görmüyor musun kızım Ömür, ellerinin arasına kayıp gidiyor. Sen ona gerçeği anlatmadıkça aşkınız yarım kalacak. Kendine ve ona bir şans vermelisin."
Bu kez onun da sesinin tonu yükselmişti. "Söyler misin bana anlatınca ne değişecek? Öğrendi an bırakıp gidecek. Öylede böylede gidecek."
Genç öğretmen, gardını düşürdü daha yumuşak bir sesle, "Ömür, geldiğini kız kardeşinden öğrenmiş. Geldiğini öğrenince çocuk hemen beni aradı, ben de gel görüşelim, dedim. O da ben akşam yemeği ayarladım hep birlikte yemek yiyelim, dedi."
Sude, düşmanca bakıyordu, "Sen de kabul ettin öyle mi?" diye sorarken.
İçinden ya sabır çekti ve öne doğru bir adım atarak arkadaşının karşısına dikildi. "Kabul etmeyip de ne yapacaktım? Ayrıca Songül, haber etmeseydi bile ben zaten geldiğini haber edecektim. Bu düğüm bu akşam çözülecek Sude Hanım!"
Sude'yi zor durumda bıraktığını biliyordu ama başka alternatif yol yoktu. Buruk bakışları tuzlu yaşlar döküyor o da narin parmak uçları ile gözlerinin kuruluyordu. Kollarını kocaman açtı, "Sarılmak istersen her zaman yanındayım arkadaşım, seni seviyorum."
Hantallaşmış bedenini oturduğu yerden kaldırdı harabeye dönmüş ruhunu topladı ve arkadaşına sımsıkı sarıldı. Sarıldıkça duygulandı, duygulandıkça kendini bıraktı. Şimdi ağlıyordu göğsünü yarıp dışarı çıkmak için feryat eden suskunluğu onu hıçkırıklara boğuyordu.
Ağlamak duyguların dışa vurumu değil miydi? O da ağlamalıydı ağlasın ki, göğüs kafesinde tutsak ettiği öksüz duyguları dışa vursun, dışa vursun ki özgürlüğüne kavuşsun.
Aralık ayının bir gündüzünü daha tarihe not düşmüşlerdi. Sude'yi bugün için ruhen hazırlamak kolay olmamıştı ama erteleyip durduğu günün bir gün geleceğini o da biliyordu.
Sude, akşam yemeği için en yakın arkadaşı tarafından harılanmıştı. Mevsim kış olduğundan, mevsime uygun kıyafetler seçtiler. Pudra pembesi romantik duruşlu bir elbise giydi, elbisenin beline ayakkabısıyla uyumlu ince bir kemer taktı. Saçlarını dağınık bir topuz yaptı zaten hafif lüle saçları vardı. Yanaklarına gülkurusu bir allık dudaklarına aynı tonda ruj sürdü. Omuzlarına kendi trençkotunu attı.
Onlar erkenden hazırlanıp biri nişanlısını diğeri sevgilisini beklemeye başladılar. Şaka tabii sahte nişanlıdan söz ediyorum. Sonunda beklenen an geldi. Sude, kapıdan havalı bir şekilde çıkarken genç âşık gözlerini sevgilisinden alamıyordu. Ömür'ün gözleri mutluluktan parlarken Sude, biraz durgun ve hüzünlüydü. Hüzünlü olması normaldi çünkü bu akşam hayatının en zor konuşmasını yapacaktı. Açık konuşmak gerekirse Sude'nin bu hali ona büyüleyici bir hava katıyordu.
Sude, arabanın sağ ön koltuğuna geçerken İlkem, patron gibi arka koltuğa geçip oturdu. Bizim karizmalar kıralı büyülenmiş gibiydi yol boyunca prensesine kaçamak bakışlar atıp durdu. Gerçi onların kalpleri erosun okuyla çoktan vurulmuştu.
Kasaba küçük bir yerdi o nedenle mesafeler kısaydı, gideceğiniz yere kısa süre içinde gidebiliyordunuz. Ömür, arabayı mekânın önünde uygun bir yere park etti kızların kapılarını nezaketle açtı. "Önce kadınlar!" Hakkını yemem lazım centilmen bir adamdı. İçeri geçtiklerinde Rüzgâr da oradaydı. İlkem, ondaki değişikliği hemen fark etmişti, nedense bu gece o da çok şık giyinmişti. Yoksa ona mı öyle gelmişti.
Çiftler karşılıklı oturdular masaya. Selamlaşmanın ardından görevli garsonu çağırdılar. Ömür, yemek organizasyonunu ayarlayan kişi olarak, "Arkadaşlar siparişleri ben veriyorum, buranın özel menüsünden," hiç kimse itiraz etmedi. Yemekler gecikmeden geldi, hem sohbet ediyor hem ağırdan alarak yemek yiyorlardı. Rüzgâr'ın parmağındaki yüzüğü fark eden genç kız, "Aa, yüzük?" diye sordu.
Genç adam, işi şakaya vurarak, "Yoksa sen duymadın mı, bu ikisi nişanlandı."
"Ay inanmıyorum!" derken şaşkınlık belirtisi olarak el parmaklarını dudaklarına bastırdı. "Aşk olsun İlkem, senden bunu beklemezdim hani biz arkadaştan da öte dosttuk?"
Genç öğretmen, sahte nişanlısına bakıp muzipçe gülümsedi. "Sana sürpriz yapmak istedim arkadaşım, bilirsin ben her zaman sürprizlere açığım."
Sude'nin şekilli dudakları büzülürken, kıvrık kirpikli göz kapakları birkaç kez üst üste kapanıp açıldı. Bu işin sürprizi olur mu, nişanlanıyorsun ve bunu benden saklıyorsun?"
İlkem, gülmemek için kendini zor tutuyordu. Cidden saftı arkadaşı herkesi kendi gibi bilecek hin fikirli olmayacak kadar saf ve temiz kalpli. "Ben senin haberin olmadan nişanlanır mıyım?"
Sevgilisine dönüp onu çiğ çiğ yiyecekmiş gibi baktıktan sonra esaslı bir kahır salladı. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?"
Genç adam, daha fazla sevgili fırçası yemek istemediği için iki elini birden havaya kaldırdı. "Tamam, teslim oluyorum... Sadece neşemiz yerine gelsin diye minik bir şaka yapmak istedim, lafı daha fazla uzatmanın anlamı yok, yani sandığın gibi nişan olayı yok. Arif meselesini bertaraf etmek için seçtiğimiz bir yol bu."
Kaş yapayım derken göz çıkarmak, deyimi tam olarak şimdi hayata geçiyordu. "Ha bir de Arif'le ilgili mesele var? O da bende yok. Ben de sizi dost bilirdim her şeyi benden saklamışsınız?"
İşler sarpa sarmaya başlayınca İlkem, olaya el koymak zorunda kaldı. Oysa ne için gelmişlerdi konu nereye taşınmıştı. "Canım arkadaşım, ortada saklı gizli bir şey yok. Arif, benimle tekrar barışmak istiyor o nedenle tayinini buraya aldırmış. Biz de yalandan nişanlandık fikrinden vazgeçirmek için."
"Bizim eniştedeki aşka bak sen, sırf senin için tayinini buraya aldırmış öyle mi?
Umursamadığını anlatmak ister gibi göz devirdi. Masanın üzerindeki parmakları ritmik hareketlerle tempo tutarken, burun kıvırdı, "Ne aşkı canım, onunki takıntı o da biliyor benim ona dönmeyeceğimi ama diretiyor işte!"
Genç kadın, lafının nerelere çekileceğini bilmeden konuşmuştu ama hata ettiğini çok geç anlayacaktı. "Bak gördün mü Sude Hanım, insanlar aşkı için neler yapıyorlar?"
Genç adam, eline geçen kozu kendi lehine çevirmekte pek mahir davranmıştı. Genç çiftin yanından ayrılma zamanı gelmişti. Öğretmen Hanım, partnerinin gözüne bakıp kaşıyla gözüyle kalk işareti yaptı. "Arkadaşlar sohbet muhabbet derken çok fazla yemişim şiştim vallahi. Ben biraz çıkıp yürümek istiyorum."
Genç adam, manzarayı çakmıştı, "Ben de size eşlik edeyim hocam!"
Mekândan çıktılar ve küçük adımlar atarak yürümeye başladılar...
"Arkadaşım hava soğuk biliyorum aslında çok da yemedim ama biliyorsun bizimkiler zor bir araya geliyorlar biraz baş başa kalsınlar istedim. Seni de bu soğukta mecbur peşimden sürükledim, lütfen kusuruma bakma."
İkili birbirine uyumlu adımlar atıyorlardı. Her adım onların geleceğine vurulmuş perçinlerdi belki de kim bile bilir. "Ne kusuru İlkem, ben de sıkılmıştım aslında açık hava iyi geldi. Kapalı alanlarda nefes alamıyorum daralıyorum."
Hiç düşünmeden arkadaşça koluna girdi, genç adamın vücut sıcaklığını teninde hissedebiliyordu. "Birlikte yürüyelim mi?"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.04k Okunma |
630 Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |