Selâm temas ailesi nasılsın bakalım. Bayram şekeri olarak yeni bölüm yükledim. Bol bol yorum ve beğeni bekliyorum
Çalkantılı geçen hafta sonu yerini tekdüzeliğe terk etmişti. Bazen tekdüze diye yakındığımız yaşamımız keşke hep yerli yerinde kalsa. Öbür türlüsü insanı yoruyor yıpratıyor ve ömründen ömür çalıyor. Onun tekdüze yaşamının en nadide parçası ise öğrencileriydi. En azından öğrencileri özel yaşamındaki olumsuzlukları alıp götürüyor ona can suyu oluyordu. "İyi ki varsınız benim yeryüzü meleklerim," diye geçirdi içinden. İyi ki varlardı yeryüzünde masum kalmış tek varlıklardı onlar.
İlkem, teselliye muhtaç ruhunu öğrencilerinin varlığıyla teselli etmeye çalışırken dalmıştı. Okulun yedi basamaklı merdivenlerini ağır aksak çıkıyordu ki omzuna dokunan el darbesiyle başını hızla arkaya çevirdi. Yalnızlık çeken ruhuna iyi gelecek tek varlık karşısında duruyor ona melül melül bakıyordu. Yüzüne kocaman bir tebessüm yayıldı. Onu karşısında görmeyi hiç beklemiyordu doğrusu. İlk şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra "Songül, senin ne işin var bizim okulda?" diye sordu.
Genç öğretmen, gözlerine inanamıyordu. Uçarı Songül, gitmiş yerine hanım hanımcık bir kız gelmişti. Üzerine giydiği lacivert tayyör onu olduğundan daha olgun gösteriyordu.
İki eliyle sıkıca kavradığı kol çantasını göbeğinin tam altına gelecek şekilde tutuyordu. Koyu kahve gözleri hafifçe kısıldı, "İlkem abla, çalışmaya karar verdim. Evde oturup koca beklemek istemiyorum," derken.
Görünüşü değişmişti ama Songül aynı Songül'dü. "Hayırdır Songül'üm?"
Önünde tuttuğu kol çantasını bu kez omzuna astı ve çantanın sapıyla oynamaya başladı. "Ömür abim, vekil öğretmenlik için Milli Eğitime başvuru yapmıştı. Sizin okuldan biri askere gitmiş beni de onun yerine vekil öğretmen olarak işe aldılar ve işte buradayım." İki genç öğretmen sarılıp öpüştüler. "Tebrik ederim, Songül'cüğüm!" dedi İlkem.
Songül, bütün samimiyetiyle genç kadına sarılırken, "Teşekkür ederim İlkem abla, zaten çoktandır görüşemiyorduk hem böylelikle daha sık görüşürüz artık." dedi.
"Kesinlikle öyle olacak. Songül'cüğüm çalışmaya karar vererek en doğrusunu yapmışsın." İlkem, bu esnada sol kolunun bileğine gevşek olarak takılı saatine baktı. "Canım benim, ders saati başlamak üzere şimdi ben gidiyorum teneffüste görüşürüz, olur mu? Ha, unutmadan söyleyeyim öğle arası bize geçelim sakın bir yere kaybolma. Bugün bendesin hem böylelikle annemi de görmüş olursun. Eminim senin çalışmaya başladığını duyunca annem de çok sevinecektir."
İlkem'in teklifi karşısında genç kızın yüzü kızarmıştı, "İlk günden ayıp olmaz mı İlkem abla?" diye sorduğunda.
İlkem, "Olmaz olmaz," diyerek konuyu geçiştirmek istedi çünkü biraz daha oyalanırsa derse geç kalacaktı.
Songül, sözü yüzünde bir kızdı ama en iyisini o yapıyordu. Bazen vurdumduymaz olup hayatı bir pula satacaksın, bak gör o zaman dert tasa kalıyor mu?
Songül, onların renksiz ve solgun hayatlarına dâhil olmuş yaşamlarına resmen renk katmıştı lakin o talihsiz güne kadar...
İlk karşılaştıkları andan itibaren genç kızın yüzünün biraz somurtkan olduğunu fark etmişti İlkem, ama ders zili çaldığı için nedenini sorma fırsatı bulamamıştı. Onun bu hallerine hiç alışkın değildi, mutlaka bir sebebi vardı. Genç öğretmen, ders saati boyunca Songül'ün yüzünün neden düşük olduğunu merak etmiş açıkçası teneffüs zilinin çalmasını sabırsızlıkla beklemişti.
Teneffüs zili çalınca doğruca öğretmenler odasına gitti fakat Songül, orada yoktu. İlk aklına gelen yer onun ders işlediği sınıf oldu, hiç vakit kaybetmeden sınıfa gitti. Genç kız, teneffüs saati olmasına rağmen dışarı çıkmamış hâlâ masanın başında oturuyordu. Bakışları dalgındı ve hayali bir noktaya sabitlenmişti. Kapıyı tıklatıp "gel" sesini beklemeden girdi içeri İlkem. "Merhaba güzellik bu ne hal?" diye sordu.
Soğuk ve ruhsuz bakışlarını sabitlediği yerden aldı ve genç kadının üzerine bıraktı. "Merhaba İlkem abla!" derken bile sesinin tınısında aciziyet vardı.
"Neden moralin bozuk Songül, teneffüse de çıkmamışsın. İnan bana seni gördüğüm andan itibaren merak içindeyim. Takdir edesin ki, seni böyle görmeye alışık değilim ben."
Bakışları tekrar dalından düştü ve bu kez yüzüne bambaşka bir duygu yerleşti. Sanki söyleyeceği şey, kendisinden çok genç öğretmeni ilgilendiriyor gibiydi. Sert bir yutkunuşun ardından dolgun alt dudağını üst dudağı ile birleşti ve sıkıca birbirine bastırdı. "Şey, benim canım çok sıkkın," dedikten sonra bakışları yan tarafındaki pencereye kaydı. "Abim..."
İlkem, düşünme gereği bile duymadan bir avazda, "Ne oldu ağabeyine?" diye sordu.
"Yok, ağabeyime bir şey olmadı da annem..."
Önlerindeki masaya doğru eğildi gazabını genç kızın yüzüne kusacakmış gibi yaparak yüzüne sert bir bakış attı. Peşinden sağ eli yumruk olduğunda masaya indi. "Şimdi orta yerimden çatlayacağım Songül, ağabeyine bir şey olmadıysa annene ne oldu?"
Keskin ve öfkeli bakışların gazabından kurutulmak adına konuşmak zorunda kaldı ama bu kez göz çeperleri kızarmıştı Songül'ün. "Bizim akrabalardan kız bulmuş annem. Bu sebepten dolayı abimi sıkıştırıp duruyor."
Biraz önce duydukları genç kadının bedeninin kaskatı kesilmesine neden olmuştu. Bakışlarındaki gazap saf değiştirmiş ve tek bir noktada asılı kalmıştı. İçinden geçtiği anda tutuklu kalan zihni birbiri ardına ateş ediyor, ateşin çıkardığı yangın topyekûn ortalığı kasıp kavuruyordu. Kuruyan dudakları arasından üç kelime zor bela çıkmıştı. "Sadede gel Songül." Sorunun hiddeti kendi içerisinde gizliydi.
Çekingendi harelerine yansıyan cevaplar, "Yani annem abime kız bulmuş!"
"İlkem Abla, hepimiz biliyoruz abimin Sude ablayı sevdiğini. Sude abla ise abime bir cevap vermiyor. Böyle giderse abim annemin bulduğu kızla evlenebilir, diyorum çünkü annem abime çok fazla baskı yapıyor, diyorum. Ben çok iyi biliyorum abim annemi kırmaz. Geçen akşam annemle tartıştık. Neden abimin üstüne fazla gidiyorsun. Onu üzüyorsun, dedim. Ömür Ağabeyimin sevdiği var, dedim. Ne dese beğenirsin; varsa onu gelin getirsin bana yoksa benim gelin adayım hazır diyor."
Boğazına düğümlenen yumrular ne kadar yutkunsa boğazından aşağıya inmiyordu. Savunmasız bedeni koca dişli bir canavarın ağız boşluğunda çiğneniyordu. Sude ile konuşmuştu bir kere daha konuşsa bir etkisi olur muydu, bilmiyordu. Onların aşklarının ömrü buraya kadar mıydı yani? Hayır, hayır buna izin vermeyecekti. Ne olursa olsun arkadaşının yitip gitmesine aşkının ölmesine izin vermeyecekti. "Üzülme Songül, bakarız bir çaresine!"
Genç kızın, düşünmek ve ondan sonra konuşmak gibi huyu yoktu zira aklından ne geçiyorsa pat diye söyleyiverirdi. "Bakarız da nasıl? Bak ben diyorum ki, sen Sude ablayla bir konuşsan abimin evlenme teklifini kabul etse. Gerçi neden kabul etmediğini de anlamış değilim ama neyse. Yani hepimiz biliyoruz onun da abimi sevdiğini."
Genç öğretmenin içinden geçenler diline vuramazken içli bir nefes bıraktı. Nasıl söylerdi ki, arkadaşının yürek yangınını. "Tamam, canım, sen anneni biraz oyala. Ben Sude ile konuşmaya çalışayım. Umarım onu evlenmeye ikna edebilirim."
Songül, ellerini havaya kaldırdı ve avuç içlerini yukarı gelecek şekilde tutarak, "Ay inşallah ikna edersin İlkem abla!" dedi.
İçinden geçenler dışa vurdugunda kendi kendine gülümsedi İlkem. Ay, bende iyice entrikacı oldum çıktım ha, önce Arif'e sonra Ömür'ün annesine. Eyvahlar olsun benim uslanmaz aklıma. Kızım sen hiç akıllanmayacak mısın?
Bazen şartlar insanın önüne ket vuramıyor diline vuramadığı gibi. İlkem, istemese de istemediği olayların içine çekiliyordu ama bu kez bile isteye olaya bizzat kendisi müdahil olmuştu. İki gencin yaşamlarına müdahale edilmesinden hiç hoşlanmamıştı çünkü.
O gün akşamın olmasını iple çekti geçmek bilmeyen dakikalara inat. Akşam yemeğinden sonra annesi çekyatın üzerine uzanıp şekerleme yaparken İlkem, kendi odasına çekildi. Telefonun tuşlarına hızlı hızlı basıp "Alo!" dedi.
Karşıdaki ses; "Ay, inanmıyorum tam olarak şimdi benim aklımdan da sen geçiyordun." dedi.
Söyleyecek çok sözü vardı ama bazılarını sonraya bıraktı. "Öyle diyorsun ama gittin gideli ne arayıp ne soruyorsun benim hayırsız arkadaşım."
Kendisini topa tutan arkadaşının ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. "Canım benim çok haklısın arayıp soramadım ama babam rahatsızlandı. Bu aralar onunla ilgilendim, üstüne bir de iş güç eklenince biliyorum hepten boşladım seni."
Fırsat ayağına gelmişti şimdi lafı gediğine koymanın tam sırasıydı. "Hiç bahanelerin arkasına sığınma, lamı cimi yok ilk fırsatta bu ilgisizliğini telafi ediyorsun. Peki, öğretmenim nasıl şimdi, daha iyi mi?
Sude, arkadaşını elbette özlemişti amma velakin inkâr edilemez bir gerçek daha vardı ki sevdiğinin kokusu burnunda tutuyordu. "Babam iyi ama artık yaşlandı tabii. Böbreklerinde sorun vardı biraz düzeldi."
İyi haberi almak onu daha da kamçılamıştı. "Canım, çok geçmiş olsun. Babana geçmiş olsun dileklerimi ilet ve benden dolayı ellerinden öp; ayrıca en kısa süre içinde buraya geliyorsun hem de acil."
"Acil" sözcüğü genç kızın kalbine ok olup saplanmıştı. Neden acil gelmesi gerekiyordu, arkadaşını tanımasa önemsemezdi ama çok iyi tanıyordu. Cidden acil bir durum olmasa gel demezdi. Bu işi netliğe kavuşturmak lazımdı onun içinse taktiğe. "Canım bana gel diyorsun da sen neden gelmiyorsun? Hem bu vesile ile babamı da görmüş olursun."
Sude, anlaşılan durumun vahametini henüz kavrayamamıştı o zaman genç öğretmene düşen de bunu ona anlatmaktı. "Ben gelemem ama senin mutlaka gelmen lazım, kızım acil kelimesi seni yeterince bilgilendirmedi mi, bir de kalkmış ağız yokluyorsun."
Kelimeler harese dikeni olmuş genç kızın dilini dimağını parçalamıştı. Şimdi parçalanan yerlerden ılık ılık tuzlu kan tadı alıyordu. Aldığı kan kokusunu bastırmak için yutkundu, bir daha bir daha yutkundu. "N-neden mutlaka gelmem gerekiyor, birine bir şey mi oldu yoksa?"
İlkem, istediğini almak üzereydi onun duygularını biraz daha kamçılamak gerekiyordu. "Telefonda anlatamam yüz yüze konuşmamız lazım. Yalnız ne kadar erken gelirsen o kadar iyi."
Körpe bedeni terden sırılsıklam olmuştu. Kesin sevdiği adamın başına bir şey gelmişti. Bunu düşünmek bile boynuna yağlı bir urganın geçirilmesine yetmişti. Boynuna geçirilen yağlı urgan boğazını sıktıkça nefesi kesiliyor ciğerleri soluksuz kalıyordu. Sendeleyerek ayağa kalktı elini otomatikman boğazına götürdü. Sözcükler havaya karışmadan önce harflerin çengeli boğazına saplanıyor sonra bir bütünü oluşturarak kelimeye dönüşüyordu. "Hayat memat meselesi gibi konuşuyorsun İlkem."
Hayatta zafere giden her yol mubah mıydı? Bazen bu yolu dener insan çünkü bu yol ona en doğru yolmuş gibi gelir. "Sen öyle say ve hemen gel Sude."
Sesi boğazına kaçmış ve artık çıkmamak için inat ediyordu. "Tamam. Ben otobüs biletlerine bakayım sonra sana ne zaman geleceğimi haber veririm."
Sude, harekete geçmezse Ömür, ellerinin arasından kayıp gidecekti. Onlar gibi birbirini seven ve bekleyen birileri daha yoktu belki ama her aşk gibi onların da arasında derin uçurumlar vardı. Evlenseler bile mutlu olabilirler miydi, bunu şimdiden kestirmek kolay değildi. Evlilik bağı aralarındaki derin uçurumu doldurur muydu, bilinmez. Belki üçüncü şahıslar araya girmezse muhtemelen kendi sorunlarını kendileri çözerdi. Tabii girmezse ama şimdiden üçüncü şahıs aralarına girmişti bile; kayınvalide faktörü olarak. İlkem'in kendi kendine sorduğu soruların haddi hesabı yoktu.
Engelli sorular beynini aç bir kurt gibi kemirdikçe gece boyu yatağın içinde döndü durdu ilkem. Üstelik sabah ders işlemesi gerekiyordu. Uykusuzluktan içmeden sarhoş gibiydi, boşu boşuna yatmanın bir anlamı yoktu. Henüz vakit erken olsa da ağırdan alarak yataktan kalktı ve yatağın tam ortasına bağdaş kurarak oturdu. Elyaf dolgulu yorganı çekiştirerek kucağına topladı ve iki koluyla yumuşacık dokusuna sarıldı. Uykusuz gözleri biber gibi yanıyordu.
Oflayarak göz kapaklarını birkaç kez kapatıp açtı. Bütün bunlarla başa çıkmanın bir tek yolu vardı...
Orta şekerli bir kupa kahve...
Madem çaresi vardı hemen kalıp işlemi yürürlüğe koymalıydı. Yorganı üzerinden yana doğru attı kalçasını kaydırarak yatağın kenarına geldi. Esmer sütün gibi bacaklarını aşağı salındırdı. Sonbahar mevsimi görevini tamamlamış akışı aralık ayna devretmişti. Fikir yorgunuydu zihni uykusuzluk da cabası. Uyuşuk ayaklarına pufuduk terliklerini giydi yatağın ayakucunda duran hırkasını üzerine aldı. Hantal adımlar atarak kapıya kadar geldi ve hiç sorgulamadan bir hamlede açtı kapıyı.
Önce mutfağa geçip kahvesini yaptı ve ses çıkarmamaya özen göstererek oturma odasına geçti. Kömür sobası sönmüştü ama odanın ısısı iyiydi. Pencere önüne konumlanmış üçlü koltuğu seçti oturmak için, perdenin bir ucunu hafifçe yana kaydırdı. Şimdi okulun bahçesinin bir kısmını rahatlıkla görebiliyordu. Kahvesinden aldığı her yudum midesine inerken uyku mahmuru gözleri biraz daha aralanıyor ve kendine geliyordu. Okulun bahçesini seyrederken gözüne ilk çarpan gür yapraklarıyla kendine kocaman bir alan açmış olan avukat ağacı oldu.
Gün ağarmaya başlamış bu arada Zarife Hanım da uyanmıştı. Kızını kendisinden önce uyanmış görünce haliyle çok şaşırdı. "Yine ne oldu kızım, erkencisin?"
"Sana da günaydın Zarife'ciğim selam sabah yok mu? Uyuyamadım kendimi toparlamak için de bir kahve yaptım, istersen sana da yapayım."
Bir gözünü kapatıp diğer gözüyle duvardaki saate baktı. "Yok, kızım, aç karnına benim mideme dokunuyor. Madem kalkmışsın ben de gidip kahvaltı hazırlayayım bari."
Son yudum kahvesini içti İlkem. "Tamam, anne, ben de birazdan yardım gelirim."
Saliselerin ardından annesine yardıma gitmek için ayağa kalktı ama tam o esnada hayali bir gölge çarptı gözüne. Cama biraz daha yaklaştı. Yok bir şey yoktu. Peki, ama biraz önceki görüntü neydi, yanlış görmüş olabilir miydi?
"İlkem kızım, ben kahvaltıyı hazırlarım. İstersen sen kendini hazırla." Mutfaktan gelen annesinin sesiyle bakışlarını pencereden çekti. Her şey uykusuzluktan olmalıydı. Muhtemelen hayal görmüştü. Zarife Hanım, sen kendini hazırla demişti ama bir kupa kahve içmesine rağmen hâlâ bedeni hantaldı. Canı okula gitmek istemiyordu fakat mecburiyetler kendisinden bir adım öndeydi. Gitmek zorundaydı. Gitmeliydi. İşini savsaklamak istemiyordu.
Bu sabah vücut aurası düşüktü. Ne giyeceğini düşünmek bile istemiyordu. Gardırobun kapağını açtı gözüne kestirdiği ilk kıyafeti seçti. Malum havalar iyice soğumaya başlamıştı mevsimlik bir şeyler işini görürdü o da öyle yaptı. Saçlarını özensizce toplayıp toka ile tutturdu. Siyah bir pantolon üzerine triko bir kazak giydi.
Kahvaltı masasına oturduğunda okula gitmek için hazırdı. Bu arada Zarife Hanım, kızının her hareketini takip ediyordu, daha fazla dayanamayıp sordu. "İlkem kızım, neyin var? Hâlâ kendine gelememiş görünüyorsun?"
Ne cevap verecekti şimdi, daha doğrusu neyi nasıl anlatacaktı. "Bir nedeni yok anne, biraz kitap okudum ondan sonra uykum kaçtı."
İnanmak artık ona göre değildi. Kızına güvenmediği içi değil onu korumak istediği içindi. Onca yaşanandan sonra boş vermişlik yapamazdı zira annelik içgüdüleri buna izin vermiyordu. "Benim bildiğim kitap okumak uyku getir ama bakıyorum sende aksi tesir göstermiş." Sözcüklerin her hecesinde ima vardı.
"Sanırım anne!" diyerek fazla üstelemedi. Hemen masa başında kalkıp üçlü koltuğun üstüne bıraktığı çantasını aldı ve oturma odasının kapısında çıktı. Tam kapıdan çıkarken ders zili çaldı. Oyalanmadan doğruca kendi sınıfına geçti. Bugün içinde hiç de yabancısı olmadığı garip hisler vardı.
Sıkkın dakikalar geçip gitmiş teneffüs zili de çalmıştı. İstediği tek şey varlığını bir an önce açık havaya atmak ciğerlerine bol bol temiz hava çekmekti. Belki böylelikle kendine gelir ruhunu boğan sıkıntı da dağılırdı.
Birbiriyle uyumlu ritmik adımlar atarak üzerine çöreklenen kötü enerjiden kurtulmak için yürüyordu. "İlkem abla!" sesiyle başını arkasına çevirdi. "Sude abla ile görüşebildin mi?"
Boş bir bankı gösterdi, "Gel canım şöyle oturalım." Boş banka oturdular aralarında elli santimlik bir mesafe vardı. "Evet, Songül, görüştüm!"
Songül'ün hevesli çıkan sesi bendini aşmış sel gibi çağlıyordu. "Ee, ne dedi?" Genç kız, gençliğin verdiği toylukla sabırsızdı ama bu konu da mühimdi. Göz kapakları kapanıp açılarak zihnini güncelledi. "Bak canım, bu mesele telefonda konuşulacak kadar basit bir mesele değil. Biraz sabırlı olmalısın."
Songül sabır gösterirdi göstermesine ama anne hanım, acele ediyordu. Genç kızın bütün telaşı bundandı. "Sude'yi buraya çağırdım gelsin hep birlikte konuşur görüşürüz.
Mahzun gözlerle genç kızı süzerken İlkem’in içinde deli taylar tepişiyordu. Sude'nin neden abinle evlenmek istemediğini bir bilsen belki sende onu gelin olarak istemezdin. Seni bırak gerçeği öğrendiğinde abin onu isteyecek mi bakalım. Bu abinin sınavı güzelim. Göreceğiz bakalım abin ne kadar seviyormuş Sude'yi.
"İlkem abla, ne oldu daldın gittin?"
"Sude, abla gelirse inşallah evlenirler."
Tek kelimelik bir cenap durumun vahametini özetliyordu. "İnşallah!"
Sonu belli olmaya bir mecraya atılmak gibiydi onların aşkları. Bilinmezlik mührünü vurmuştu onların aşklarına. Konuştukça içi sıkılıyordu en iyisi Sude, gelene kadar konuyu kapatmaktı. Üstelik ruhuna baskı uygulayan zihin yorgunluğu canına okuyordu.
"Ee Songül, sende ne var ne yok? Sevgili durumları falan? Beklenmedik soru onun utandırdı ama utancı kısa sürdü, "Yok vallahi keşke olsaydı ama yok. Eğer beni seven biri çıksaydı karşıma Sude abla gibi hiç nazlanmazdım."
İlkem, sinirle ayağa kalktı. Hiçbir şey göründüğü gibi değildi işte. "Tatlım, belki Sude, nazlanmıyordur. Eminim onun da kendince geçerli sebepleri vardır. Öyle bilip bilmeden konuşmamak lazım, değil mi?"
Genç kız, kırdığı potun nihayet farkına varmıştı hemen ayağa kalktı. "Ben sevenler kavuşsun istiyorum yoksa annem gelin torun diye ortalığı iyice karıştıracak. Sen onun inadını bilmiyorsun."
Songül, torun demiş asıl meseleye parmak basmıştı. "Tabii bir de torun meselesi var?" dedi dudakları arasından arsızca çıkan kıkırtıya engel olamayarak. "Ben anlamıyorum ebeveynlerin bu torun sevdasını?"
Yürümeye başladılar. "İlkem abla, annem diyor ki; torun evlatlardan daha kıymetli. Büyük abimin bir tane çocuğu var ondan öyle konuşuyor." Torun sevdalısı bir kayınvalide vardı karşılarında ve işleri gitgide zorlaşıyordu. Kalbine yayılan huzursuzluk da devam ediyordu. Sanki ruhu karanlığa doğru çekiliyordu kapkara zifiri bir karanlığa. Sağ elinde tuttuğu telefon titreşimdeydi ve titreyip duruyordu. "Affedersin Songül, bakmam lazım."
Kadının kopkoyu geceden de koyu bir renk sızlattı göz beklerini...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
11.57k Okunma |
370 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |