
Hava kızıl şafak rengi ipek bir elbise gibi yayılıyordu altın rengi kumların üstüne. sahil boyunca sabırla dalgaları kucaklayan kumlar fazlasıyla sessizdi. Kıyının hafif dalga sesleriyle kuşatılmıştı etrafım. Elimde en sevdiğim içki, Diğer parmaklarımın arasında tuttuğum bitmeye yakın sigaram vardı. o geceden sonra.. O geceden sonra Taehyung'u yurda bıraktığım anda kendimi buraya atmıştım. Düşünmekten kendimi alamıyordum. Sabaha kadar burada durmuştum.. Kötülüğün taç yaprakları benim hayatıma hangi türden dokunmuştu bilmiyorum. Rüzgar saçlarımı savururken uykulu gözlerimi aldırmamaya çalıştım. Bu dünya benden ölümüne nefret ediyordu ve ben yaşarken intihar ediyordum. Her seferinde içtiğim çayın tatsız tadına, yediğim yemeğin zehrini iliklerimde hissediyordum.
Küçücük çocuk olduğum zamanları hatırlayabilmek isterdim. Ben neyi göremiyordum? Çocukluğumdan kalan anıları travmalarım yüzünden hatırlayamıyordum. Küllerin arasında kalan kişilerin yüzlerini bile hatırlamıyordum.. Ama düşünüyorum da başka şansım yoktu.. Kafayı bulunca hafızamda oluşan hayallere tutunan insandım ben. Elimin arasındaki bitmiş sigarayı kumun üstünde söndürdüm.
Ben neyi unutmuş olabilirdim.. Benim sevdiğim bir insan olabilir miydi? İçimde yaşayan unutulmaya yüz tutmuş anılarım kimin peşinden koşmam gerektiğini bile bilmiyordu. Filmi geri sarmak isterdim ama küllerin arasından hiçbir şeyi sağ çıkaramazdım. Ben daha evimin yolunu bilmiyordum.. Yere oturmuş başka şansım olmadan kendimden geçiyordum. Derin nefeslerim bile hayata lanetlerini savuruyordu.. Gökyüzüne doğru uçan kuşlara kaydı gözüm. Kumun üstüne koyduğum içkimi bırakıp yalpalarak ayağa kalkmaya çalıştım. Dönen başım ve yalpalayarak yürüyen adımlarımla yavaş yavaş yürümeye başladım.
Adımlarım arabanın önüne geldiği gibi kendimi zorlukla sürücü koltuğuna attım. Zar zor bilincimi açık tutup zorlukla sürdüğüm arabayı sahil kenarından çekip buraya yakın olan otele doğru sürmeye başladım. Bu şehirde kaybolmak için sürdüğüm arabayı yolları ezberlerken bulmuştum. Otelin önüne geldiğim gibi yorgunluk içinde derin bir nefes aldım. Zaman mıydı tüm gücümü alan yoksa kendini karalayan ben miydim bunu yapan? Kendine gel Jungkook! Daha fazla bu şekilde yaşayamazsın.. Zihnin ne kadar bozuk olursa olsun toparlaman gerekiyor. Üzüntülerin, gölgenin ardında bıraktığın her şey illaki bir gün peşine düşecek.
Düşün! Sen hangi olaydan sonra bu hale gelmiştin? Yüzünü bütünlüğünle kaybettiğin an neler yaşanmıştı? Bu kadar üzüntünün ve öfkenin arasında ağlamaların neden dinmiyordu? Ben neden bu kadar zayıf bir insan olmuştum? İçimde sıcak bir cehennem alevi varken neden dilimde buz kütleleri tüm gücüyle yutuyordu beni?.. Acıdan ve hayata teslim olma vaatlerinin hepsi canı cehenneme! Gözlerimden damlayan damlalar yol olup üzüntümle aksın! Benim için neyin iyi olduğunu bilmiyordum. Bundan sonra tüm kartlarımı masanın üstüne serecektim. Hayatla adil olmayan bir oyun oynayacaktım! Bu kilise çanında şeytan karmasını ölümüne kullanacaktım! Bırak her şey yansın Jungkook.. Değer verdiğin kim kaldı ki? Beni sevmeleri bile bir hata olmalıydı..
Kendimi kırgınlık içinde arabadan çıkartıp otelin girişine yürümeye başladım. Arabanın anahtar düğmesine basıp kitleme sesi duyduğum anda anahtarı cebime attım. Otelin içine girdiğim anda resepsiyonist beni gördüğü gibi gözlerini devirmişti. Ahmak! Ben sanki sana meraklıydım. bir kere konuştuk diye yüz verdim sanıp sürekli numaramı isteyen kadın vermedim diye kin tutmuştu bana. Şimdi de sırf konuşmamak için bir oda ayarladığı anda anahtarı bana verdiği gibi kendi haline çekilmişti. Baygın bakışlarım onun bu suratsız halini bile umursamıyordu. Oda numaramı anahtar üstünden gördüğümde bildiğim bir oda olduğunu gördüğüm gibi adımlarım o odaya doğru yol aldı. Bıçak üstünde yürür gibi duvardan destek alarak zorlukla yürüdüm. Kapının anahtar deliğine binbir zorlukla soktuğum anahtarla kendimi zor attım odaya. Yatak beni görür görmez selam verirken gülümsedim. acayip yorgundum.
Hem uykusuz hemde akşamdan kalma olunca uyku ağır basmıştı. Üstümde olan içki kokusundan rahatsız olduğum için ilk önce banyo yapmanın daha mantıklı olacağını düşünüp üstümdeki gereksiz kıyafetlerden kurtuldum. Banyonun kapısını açıp küvetin suyunun ısısını ayarladığım gibi içinde birikmesini bekledim. Sabunu ve köpüğü ayarlayıp bedenimi yavaşça içine bıraktım. Yavaş yavaş mayışan bedenim kendini bırakırken inlememi içime bastıramadım. Bütün kaslarım gerilmişti ve bu keyfi her zaman yapamıyordum. Genelde beş dakika alacağım duşu bu sefer olabildiğince uzatmak istedim.
Göz kapaklarım ağırlaştıkça suyun sesi yankılandı kulaklarımda. Köpükler yavaşça sönüyordu, tıpkı içimdeki huzurun sabrını yitirmesi gibi. Bir an için her şey sessizleşti.
Küvetin içinde, kendi nefesimin yankısını dinlerken bir şey fark ettim… Su, tenimdeki sıcaklığı değil, sanki altımdaki zemini yakıyordu.
Köpüklerin arasından bir siluet belirdi. kendi yansımamdı belki ama o ben değildim. İçten kırık ama sert bakan o bakışlar gözlerimin içindeki kızıl damarları belli ediyordu.
Gözlerimin içinden bana bakan, daha derin, daha karanlık bir bakıştı.
> “Ne kadar kolay unuttun, değil mi?”
Sese irkildim. Kime ait olduğunu anlamaya çalışırken boğazımdan çıkan nefesin yönünü bile bulamadım.
> “Yine kaçıyorsun, Jungkook… Yoksa hâlâ kendine André demeye korkuyor musun?”
Damarlarımda bir sızı hissettim. Su, tenimi okşamak yerine yakmaya başladı.
> “Beni susturmakla biteceğini sandın.
Oysa ben senin en sessiz yerinde büyüyordum.
Hatırlamıyor musun? Senin intikamını ben aldım!”
Kulağımda yankılanan ses gittikçe daha netleşiyordu.
Vante'nin sesi… ama bu sefer bir fısıltı değil, bir hüküm gibiydi.
> “Senin titrediğin o gecede ben doğdum, sevgilim.
Sen ağlarken ben güldüm.
Sen sustuğunda ben konuştum.
Şimdi sıra bende.
Bundan sonra hem dostun.. Hemde düşmanın benim jungkook!''
Bedenimi suyun içinde doğrultmaya çalıştım, ama kaslarım sanki ona aitti artık. nefesimi ölümüne tutuyordum! sesi bedenimi yere sererken bu zehirli karanlık bana kendi çekimini gösteriyordu.. sıfıra inene kadar bütün günahlarını zihnime kazıyordu! Sanki aklımız bunca zaman birmiş gibi sözleri canımı yakıyordu!
Su, kulaklarımın dibine kadar yükselirken, kalbim bir anlığına sanki onunla atmaya başladı.
> “Sana bir hediye bırakmıştım, André…
Hatırlasana, o yakut kolye.
O kanla parlayan taş, senin yeminindi.”
Suyun altından bir şeyin parladığını gördüm. Elimi uzattım ve sıcak altın hissiyle ince ince kesilip dokunuşlarım titrerken tüm sevgimi verdiğim dolamaç, son tren gibi ellerimin arasında kayıyordu. ama bu, sadece bir yansıma değildi.
Kolyenin zinciri suyun kendi akıntısıyla bileğime dolandı.
> “Artık kaçmak yok.
Beni sen doğurdun, ben seni bitireceğim!”
Kafamı aniden sudan çıkardığımda gözlerim kararmıştı. Nefes nefeseydim. bedenimi derin bir uykudan uyanmış gibi bir hışımla suyun içinden çıkardım! rüya deyin.. bütün bu gördüğüm, hissettiğim ve duyduğum şeyler rüya olsun!
Banyonun aynasına baktım. korkularımdan kaçmak için baktığım aynada hayal kırıklığıyla korku arasında şafak kızıl rengini bana gösterdi. kendi yüzüm bana ait değildi. Ben bir voodo bebeği gibiydim!
Gözbebeklerim daralmış, ağzımın kenarında bir gülümseme vardı.
Vante kanımın her damlasından faydalanmak ister gibi gülüyordu.
Ve ben… sadece mutluluğu bulan bedenimde gizlenen kişiliğimi izliyordum.
aptalca gülümseyen gülünç bir beden..
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |