22. Bölüm

21.

Ay
mylavanta_5

Yeni bölüm alarmı

keyifli okumalar

oy bırakmayı unutmayın

*****

Gözlerim zorlukla açıldı. Önce beyaz tavan karşıladı beni, ardından bir hastane odası. Yerimde zorla doğrulmaya çalıştım. Bacağım sızlayınca başımı oraya çevirdim.

Vurulduğum bacağım sarılmış, sızlıyordu. Üzerimde mavi bir hastane önlüğü vardı. Kapı iki kez tıklatıldı, zor çıkan sesim ile gel diye seslendim.

İçeri yavaşça fulya girdi.

"Kuzum nasılsın? "

"Biraz daha iyiyim" dedim gülümsemeye çalışarak. Dudağım da sızlamıştı. Patlayan dudağımın ne halde olduğunu bilmiyordum ama inşallah kötü değilimdir diye geçirdim içimden.

"Çok korkuttun bizi"

Fulya yanıma yaklaşıp elimi sıkıca kavradı. Gülümseyerek bakıyordu gözlerime.

"İyiyim korkma. Rümeysayla özge nerde? "

Önce bir arkasına baktı, ardından bana döndü.

"Özge kantine indi su almak için, rümeysa da koridorda. Uyandın mı diye bakmaya geldim ben"

Başımı salladım. Batur nerdeydi aceba? Onunla konuşmak, sormak istediğim şeyler vardı. Kapı bir kez daha tıklatılınca ikimizde oraya döndük. Batur yavaşça içeri girdi.

"Gelebilir miyim? "

Fulya ya döndüm.

"Fulya bizi biraz yalnız bırakır mısın?"

"Elbette" diyerek elimi bıraktı ve çıktı. Batur yanıma gelip yatağın boştaki kısmına beni göreceği şekilde oturdu.

"Ahsen"

"Herşeyi anlat bana! "

Sesim biraz sert çıkmıştı. Başıma gelenlerin sorumlusu batur muydu bilmek istiyordum. Ondan mesaj gelmişti ve ben dışarı çıkınca kaçırılmıştım.

"Bak sana mesaj geldiğinde ben uyuyordum. Biri benim telefonumdan sana mesaj atmış. O gün çok yorgundum ve kapıyı kilitlemeyi unutup uyumuşum. Bunu fırsat bilmiş telefonumu kullanmışlar. Kışlada bir hain vardı ahsen"

Duyduklarıma inanmak güçtü. Bir insan neden asker kılığında içlerinde hainlik yapardı ki? Buna vatan hainliği denirdi.

"Bulundu mu? "

Batura döndüm soran gözlerimle birlikte.

"Bulundu, Volkan. Ama kaçtı heryerde aranıyor"

"Volkan mı? "

"Evet ahsen. Sana ondan uzak durmanı söylemiştim. Senin iki seferdir kaçırılmana o yardım etmiş"

Bunu en başından anlamam lazımdı. Bir asker ne olursa olsun silahını yanından ayırmaz, sivillere zarar gelmesini engeller ve mutlaka bir çözüm yolu bulurdu. Volkan hiçbir şey yapmamıştı.

"Ben... Ne diyeceğimi bilmiyorum"

Elini uzatıp yüzümü avuçlarının içine aldı.

"Bir şey demene gerek yok. İyi ol yeter. Bacağın nasıl? "

Başımı eğip bacağıma baktım. Üzerinde battaniye vardı.

"Biraz daha iyi. Sızlıyor ama aşırı değil"

O an aklıma ben mağaradayken yağan kar geldi. Aceba hâlâ kalkmamış mıydı?

"Batur "

"Söyle güzelim"

Söylediği şeyle afallasam da hemen toparladım.

"Iıı şey... Kar hâlâ duruyor mu? "

Önce pencereye baktı ve ayağa kalktı. Camın önüne geçip dışarı baktıktan sonra bana dönüp başını salladı.

"Bakmak ister misin? "

Bende onaylar gibi başımı salladım. Yanıma gelip yavaşça battaniyeyi kaldırdı ve bacağıma dikkat ederek koluma girip beni de kaldırdı. Dikkatli adımlarla pencerenin önüne geldik.

Heryer bembeyaz örtüyle örtülmüş gibiydi. Heryerde kar vardı. Bahçe'nin önündeki çam ağaçları bile karla kaplıydı. Yüzümde hafif bir tebessüm belirdi. Eğer bacağım yaralı olmasaydı dışarı çıkıp karla oynardım. Kaç yaşımda olursam olayım kar en sevdiğim şeydi.

Kapı çalınıp açıldı. Arkamıza döndüğümüzde hemşire elinde bir tepsi ile bize doğru yaklaştı.

"Lütfen ayağa kalkıp kendinizi yormayın hanımefendi. Kahvaltınızı getirdim, afiyet olsun"

Tepsiyi bırakıp çıktı. Batur kolumdan tutup dikkatli bir şekilde yatağa oturttu. Tepside bir koca dilim peynir, altı, yedi tane zeytin, iki tane küçük bir kutuda çikolata, reçel ve bal vardı. Birde tereyağ, ekmek domates ve salatalık.

Hastane yemeklerinden nefret ederdim. Tamam belki bunu da bulamayanlar vardı ama daha iyisi olabilirdi. Batur ekmeği alıp içini açtı ve içine biraz peynir, biraz domates ve salatalık koydu, kapatıp bana uzattı.

İçecek olarak sadece su vardı. Çay bile koymamışlardı.

"Canım istemiyor" dedim elini yavaşça iterek.

"Saçmalama da al hadi. Güçten düşersin. Hem sen seversin bunu, küçükken de yiyorduk"

Eskilere gittim. Küçükken aç kaldığımızda batuşlara giderdik, annesi evde olmazdı bizde yiyecek bir şey bulamayınca domates, peynir ve salatalığı dürüm yapar yerdik. O zaman çok lezzetli gelirdi ama şuan hiç leziz durmuyordu.

Belki de lezzet almamızın sırrı tarifte değildi, biz küçükken bize leziz geliyordu.

"Evet yerdik ama şimdi istemiyorum. Küçüklükte kaldı o"

"Yapma pamuk şeker. Hadi ye biraz"

Kıkırdadım.

"Pamuk şeker mi? "

O da güldü bu halime. Ne zaman bir şeyi yaptırmak istese pamuk şeker diye seslenirdi bana. Annem bana bir oyuncak ayı getirmişti çalıştığı evden. Koşarak batuşun yanına gitmiş isim bulmak istediğimi söylemiştim. O da ayı pembe diye pamuk şeker olsun demişti.

O günden sonra benim lakabım da ayımın ismi de pamuk şeker kalmıştı. O ayım neredeydi bilmiyorum. Aceba eski evimize gitsem eşyalarımı bulur muydum? Sonuçta o ev hâlâ babamındı. Ve kimse yaşamıyordu. Anahtarı Nermin teyzedeydi. içimde bir heves belirdi.

"Batuş? "

"Yine ne var? "

Göz devirip bir şaplak yapıştırdım koluna

"Senden bir şey isteyecektim. İstemiyorum"

Güldü bu söylediğime ufak bir kahkaha atarak.

"Söyle hadi söyle "

Hiç naz yapamayacaktım çünkü çok istiyordum gitmeyi.

"Ben eski evimize gitmek istiyorum"

Gülüşü yüzünde dondu. Yavaşça soldu ve kayboldu.

"Ahsen... "

"Yaa hemen hayır deme lütfen. Benim çocukluğum orda, o evdeki eşyalarımı almak istiyorum"

"Anlıyorum ama oraya gitmek sadece senin üzülmene yol açar başka bir şeye yaramaz"

"Biliyorum ama yanımda sen olursan hiçbir şey olmaz. Lütfen batuş lütfen"

Elini tutup gülümsedim. Derin bir nefes çekti içine ve gözlerini kapattı. Bir kaç saniye daha bekledikten sonra gözünü açıp bana döndü.

"Tamam ama önce iyileş. Bende albaydan yıllık izin alayım öyle gidelim"

Hevesle başımı salladım.

"Tamam olur söz " sevinçle batuşa sarıldım ve yanağından öptüm. Yaptığım şey bilinçli bir şey değildi. Hani bir çocuğu çok seversiniz, o sizi güldürür de onu yemek istersiniz ya, bu da öyle bir şeydi işte.

Yüzüm yanmaya başlarken hemen kendimi geri çekip başımı eğdim.

"Bak bu iki oluyor bir daha yaparsan affetmem ona göre"

Başımı kaldırıp batura bakmaya başladım. Ne demek istiyordu yani?

İmdadımıza sağolsun ki özge yetişti. Kapıyı çalıp rümeysa ile içeri girdiler. Özge kısa sarı saçlarını olabildiğince bağlamış, kot pantolon ve çizgili bir kazak giymişti.

Rümeysa da kışlık bir elbise giymiş, saçlarını açık bırakmıştı. İkisi de gülümseyerek bana yaklaştı. İlk konuşan rümeysa oldu.

"Ahsen nasıl oldun? "

"İyiyim merak etmeyin"

Elimi uzatıp ikisinin de elini kavradım.

"Ben anlamıştım zaten senin güçlü bir kız olduğunu" dedi özge göz kırparak. Bende gülümsedim onlara içten bir şekilde.

Sonra içeri kapıyı çalmadan deniz girdi.

"Komutanım istediklerinizi getir... "

Önce batura, sonra bana ve en sonda özgeye baktı ve bakışları özge de takılı kaldı. Ne istemişti aceba batur? Soran bakışlarımı batura çevirdim. Ayağa kalkıp denize yaklaştı ve elindeki poşeti alıp bana doğru ilerledi. Deniz hâlâ ayakta, özgeye baka kalmış şekilde bekliyordu.

Özge önüne dönmüş, o da poşetten ne çıkacak diye bekliyordu. Batur poşeti açıp içinden birkaç kıyafet çıkarttı.

"Çocukları senin eve gönderecektim ama kızlar burda, anahtar da yok diye mağazaya gönderdim"

İçinden kışlık koyu yeşil bir kazak çıktı, elini poşete daldırıp bir tane de ıspanyol paça siyah pantolon çıkarttı. Mağarada vurulmuş, darp edilmiştim. Kıyafetlerim berbat olmuştu muhtemelen.

"Teşekkür ederim"

Elimi kıyafetlere uzattığımda özge hemen sözü devraldı.

"Bedenini nasıl bildin? Ya olmazsa?"

Bende merakla batura döndüm.

"Benim göz kararım çok iyidir merak etme"

Bana baktı bir şeyleri ölçmek ister gibi.

"53 kilo, 167 boy. Olsa olsa 38 beden olurdu"

Düşüncelerine şaşırdım. Evet 38 beden giyiyordum ama 53 kilo değildim.

"Hayır ben 53 kilo değilim, 50 kiloyum"

"Ne fark eder? Sonuçta 38 mi giyiyorsun 38 giyiyorsun"

Haklıydı tabi. Biz birbirimize bakarken özgeden "olmuşsunuz siz" lafı geldi kulağımıza. İkimizde ona "o ne demek " bakışları atarken bu sefer de efe kaanın sesi duyuldu.

"Komutanım bu niye donmuş? "

Bu sefer de tüm bakışlar efe kaan ve denize döndü. Deniz öylece özgeye bakıyordu. Geldiğinde donduğu hali gibi eli havada.

Batur ayağa kalkıp denize yaklaştı ve ufak bir tokat attı.

"Lan iyi misin? "

Batur'un vuruşuyla kendine gelip dikleşti.

"Ko.. Komutanım iyiyim iyi. Turp gibiyim" dedi gülümseyip.

"İyi. Hadi biz çıkalım." bana döndü.

"Akşama çıkıyorsun, ben gelip seni alırım. Haberleşiriz istanbul işini de"

Başımı salladım sadece. Onlar da çıkıp gitti. Özge yanıma oturup hayırdır der gibi baktı.

"Fulya nerde? "

"Bürodan çağırmışlar hemen çıkmak zorunda kaldı. Ne iş istanbul falan? "

Başımı eğip ellerimle oynamaya başladım.

"Biliyorsunuz biz istanbulluyuz. Annem öldükten sonra hiç gitmedim oraya, şimdi de gidip orda kalan eşyalarımı almak istiyorum" dedim başımı kaldırmadan. Sanki gideceğim diye bana kızacaklar diye hissediyordum ama öyle olmadı.

"Emin misin? Oraya gitmek seni üzebilir"

"Biliyorum ama gitmek ve yüzleşmek istiyorum" dedim başımı kaldırıp.

"Ben bir lavaboya gideyim" diyerek çıktı rümeysa koşar gibi. Arkasından anlamaz gözlerle bakmaya başladık. Sonra özge aman neyse der gibi bana döndü ve kolumu sıvazlamaya başladı.

"Korkamayın yanımda batur da olacak"

Geçmişimi onlarla da paylaştığım için endişe ediyorlardı. Kimseden saklayacak bir şeyim yoktu zaten. Anlatmıştım herşeyi. Annemi, babamı, Baturu, Batur'un ailesini. Batur'un annesi nermin teyzeye kızmışlardı ama kızmaları gereksizdi.

Mecbur kalmasa bırakmazdı beni. Elinde büyümüştüm çünkü. Biraz daha oturduk, hemşire gelip son kez serum taktı ve ben uyumak için uzandım. Özge de rümeysanın burada olduğunu, kendinin işe gitmesi gerektiğini söyleyerek çıktı.

*****

Batur ahsenin yanında kalması için birini görevlendirecekti. Bu görevi işi olmadığını söyleyen efe kaan devraldı. Barış, yiğit, aras, melike kışladaydı. Efe kaan ve deniz Batur'un istediklerini getirmişti. Deniz de kalmak istemiş ama batur izin vermemişti. Onlar kışlaya çıkarken efe kaan da kantine indi bir şeyler almak için.

Rümeysa koridorda efe kaanı görmüş hemen peşinden o da inmişti. Efe kaan bir şeyler almak için kasaya yaklaşırken, o da boştaki masalardan birine oturup beklemeye başladı.

O sıra da bir ses rümeysa ya seslendi.

"Oturabilir miyim? "

Rümeysa karşısındaki adama şaşkınca bakmaya başladı. Karşısına oturmasını istediği kişi bu değildi.

"Şey.. Bilmem"

Kendine sinir oldu o an. Kimseye hayır diyememesi sinir bozucuydu.

"Oturuyorum o zaman" dedi adam ve oturdu. Sarışın bir adamdı. Gözleri de yeşil gibiydi. Rümeysa utançla başını eğdi. Kimdi bu adam? Neden oturmuştu masasına ki?

"Çınar ben"

Elini uzattı tanışmak için, ama rümeysa başını kaldırıp baktı ve sadece ismini söyledi. Elini sıkmadı.

"Rümeysa"

"Çok güzelmiş ismin. Hasta yakını falan mısın? "

"Evet. Ahsen hasta"

Adam ne bilsin ahseni dedi kendi kendine.

"Ahsen? Yıldıray mı? "

Başını salladı usulca.

"Hıhıı evet"

Stresten karnına ağrı giriyordu artık. Biran önce kalkmalıydı adam burdan. Efe kaan da o sırada bir çay ve bir kaç çikolata aldı kendine. En sevdiği çikolata browniydi. Gülümseyerek arkasını dönmüştü ki karşısında rümeysa ile oturan adamı görünce olduğu yerde kaldı.

İçinde bir sinir dalgası büyüdü yavaş yavaş. Adam gülümseyerek rümeysaya bir şeyler anlatıyordu. Eline kaynar çay dökülene kadar farketmedi karton bardağı sıktığını. Yüzünü buruşturarak bardağı kasanın üzerindeki cam tezgaha koydu ve onlara doğru ilerledi.

Yanmış olan elini birden masaya koymasıyla çınar ve rümeysa sıçradı.

"Rümeysa? "

Rümeysa önce konulan ele, ardından da efe kaana döndü.

"Eline ne oldu? " panikle ayağa kalktı. Efe kaan bakışlarını adamdan çekip rümeysaya döndü.

"Çay döküldü önemli değil. Sen ne yapıyorsun burda? "

"Ben seni bekliyordum, beyfendi oturdu yanıma tanıştık öyle" dedi ne diyeceğini bilemez bir şekilde. Seni bekliyordum lafı efe kaanı şaşırtmıştı.

"Ben rahatsız ettiysem özür dilerim" diyerek ayağa kalktı çınar. Efe kaan yan bir bakış atıp önüne, rümeysaya döndü. Kıvırcık saçları önüne dökülmüştü. Utanıyor olmalıydı. Yanan elini usulca uzattı ve saçlarını kulağının arkasına verdi. Bu hareket rümeysanın daha fazla utanmasına sebep oldu.

"Eliniz kötüyse bir krem falan sürelim" dedi yandaki adam. Galiba doktor veya hemşireydi. Üzerinde önlük falan yoktu ama.

"İyi bir şey yok. Hadi rümeysa gidelim yukarı"

Rümeysa başını sallayıp ayağa kalktı ama çınar uzanıp kolundan tutarak durdurdu. İkisinin de bakışları rümeysanın kolundaki ele döndü.

"Tanıştığıma memnun oldum. Eğer rahatsız ettiysem özür dilerim"

Rümeysa adama garip bir şekilde bakıp ne diyeceğini bilemezken, efe kaan adamın tuttuğu koluna uzandı ve elini tutup çıkışa doğru ilerledi.

Yukarı çıkalım demişti ama rümeysa ile beraber dışarı, bahçeye çıktılar. Rümeysanın üzerinde montu yoktu. Kapıya çıktığı an üşümeye başlamıştı.

"Dur nereye? " diye isyan etmeye çalışsa da efe kaan hastanenin yan tarafına götürüp sırtını duvara yaslamasını sağladı ve önüne geçti.

"Napıyorsun rümeysa? "

Rümeysa anlamaz gözlerle bakmaya devam etti.

"Ne yaptım? Ben seni beklerken... "

"Ne işin var elin adamlarıyla? "

Rümeysanın sözü yarıda kaldı. Anında kaşlarını çattı.

"Ne diyorsun sen ya? Benim ne işim olacak tanımadığım adamla? "

"Bende sana onu soruyorum, ne işin var! "

Rümeysa da yavaş yavaş sinirleniyordu. Hiçbir şey söylemeden yanından geçip gidecekti ama efe kaan elini duvara koyarak buna engel oldu.

"Nereye? "

"Çekil gideceğim"

"Bak rümeysa ben başına bir şey gelmesin diye uğraşıyorum... "

"Çekil efe! "

İkisi de öylece birbirine bakmaya başladı. Bir dakika mı iki dakikamı bilinmez ama uzun süre bakıştılar.

"Bir daha söyle? "

Rümeysa önüne dönüp ellerini efe kaanın göğsüne koyup itti.

"Çekil dedim sana"

Efe kaan da ellerini rümeysanın ellerinin üzerine koydu ve kendisi ile beraber onu da çekti. Bu hareket ile ikisi de bir iki adım ilerledi.

"Napıyorsun? "

"Efe değil, Efe kaan! "

Ellerini çekip geri çekildi.

"Ne farkı var? Neden bu kadar takılıyorsun buna bu kadar? "

Derin bir nefes aldı ve üzerindeki siyah montu çıkartıp rümeysanın omuzlarına bıraktı. Hiç çekinmedi rümeysa çünkü çok üşüyordu.

"Otur da anlatıyım"

Kenardaki banklara doğru ilerlediler ve oturdular. Ağzından nefes aldıkça dumanlar çıkıyordu.

"Benim annemle babam kaza ile öldüler, bir de ikizimi kaybettim. "

"Hihh başın sağolsun. Ben bilmiyordum" dedi rümeysa başını eğip.

"Sağol. Benim normalde ismim efe, kimlikte de öyle. Ama kaldığım yetimhanede bana anne gibi davranan bir öğretmenim, beni çok sevdiği için bir isim de o koymak istedi. Bana sanki annemmiş gibi davranıyordu. Kaan ismini koydu, ölen çocuğunun ismiymiş. O günden sonra efe kaan kaldı ismim. Kaan ismi söylenmediğinde o anneme, pardon öğretmenime ihanet gibi hissediyorum"

Rümeysa hiçbir şey söyleyemiyordu. Neye şaşıracağını şaşmıştı. Efe kaanın annesinin, babasının ve ikizinin ölmesine mi? Öğretmeninin ona annesi gibi davranıp isim vermesine mi? Yoksa ölen çocuğunun ismini vermesine mi?

Üzülmüştü bu duruma. Onun da annesi ve babası öldürülmüştü. Tek başına yaşamıştı bir yıl boyunca. Amcası ve dayısı kabul etmemişti onu. Kimsesizlik ne demek en iyi o anlamış, tanımıştı.

"Ben üzgünüm bilmiyordum gerçekten. "

Derin bir nefes aldı. Burnuna Efe kaanın montundan yayılan parfüm kokusu doldu. Tarçın ve odunsu bir kokuydu ve çok güzel geliyordu.

"Önemli değil. Nerden bilecektin ki zaten? "

Kısa bir süre sessiz kaldılar. Ardından rümeysa ayağa kalktı.

"İçeri geçelim mi? Sende üşüme benim yüzümden"

Efe kaan da ayağa kalktı ve elini rümeysaya uzattı. Rümeysa önce eline, ardından gözlerine baktı bir süre. En sonunda o da elini uzattı ve elleri buluştu. Rümeysanın soğuktan üşümüş elleri, efe kaanın sıcak elleri arasında kayboldu.1

*****

Bölüm sonu

bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın.

 

Bölüm : 03.12.2024 11:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...