*****
Herkes dinlenme odasında oturuyor, çay, kahve içiyordu. Yiğit, deniz, aras, melike, barış.
Barış yatağına uzanmış hem telefonla ilgileniyor, hem çayını yudumluyordu.
Melike, aras, yiğit ve denizde masada oturmuş çaylarını yudumluyordu. Melike elindeki kahveyi masaya bıraktı.
"Deniz çayın soğudu, hayırdır sen çok severdin çayı ne oldu? "
Deniz söylediklerini duymadı bile. Şuanda düşünmesi gereken başka şeyler vardı. Mesela hastanede gördüğü sarı saçlı kız. Adı neydi aceba? Yada kaç yaşındaydı? Kimdi? Bunları düşünürken yiğit yavaşça kulağına yaklaşıp birden bağırdı.
"Sana sesleniyoruz yarım saattir oğlum. Hayırdır, leyla mı oldun?" dedi aras da gülerek.
"Ne leylası yav? Leyla değil onun adı"
Herkes gülüşünü durdurup denize bakmaya başladı. Hatta barış bile başını eğip denize baktı.
Deniz söylediği şeyin sonradan farkına varmış gibi başını kaldırıp bakmaya başladı tek tek.
"Kim lan söylesene" dedi yiğit elini denizin ensesine koyarak.
"Bu gün ben hastaneye gittim ya"
"Hah işte ben orda, ahsen bacının odasında bir kız gördüm böyle sarı saçlı bir kızdı. Adı neydi unuttum ahsen bacı seslenmişti de " dedi düşünür gibi.
Ooo diye sesler yükseldi birden. Deniz utançla başını kaldırıp sinirli gözlerle bakmaya başladı.
"Oğlum kim bilir kimdi? Ahsenin evinde iki tane kız kalıyor biri efe kaanın soktuğu kız, biri de fulya" dedi barış da sohbete dahil olup.
"Ne biliyim abicim işte. Kız çok güzeldi" dedi hülyalı hülyalı.
"Bir daha görür müyüm aceba? "
Melike masadaki eline dostça vurdu.
"Nasibinde varsa döner dolaşır sana gelir denizcim merak etme " dedi gülümseyerek.
"Değilse şansına küs" dedi arasda eğlenen bir tavırla. Deniz bu duruma üzülürken diğerleri de sohbetlerine geri döndü.
*****
Akşam saat altı buçuğa gelirken gözlerimi zorla da olsa araladım. O kadar yorulmuş ve üşümüştüm ki orda, bu saate kadar uyumuştum. Uyandığımda serumum yenilenmişti, odada kimse yoktu ve oda loştu.
Yavaşça yerimde doğruldum. Saat kaçta çıkacaktım aceba? Bacağımın sızısı biraz azalmıştı uyuduğumdan dolayı.
Şimdi ben, beni biliyordum. Yerimde duramazdım. Ya ayağa kalkacaktım, yada birini çağıracaktım. Ne yapsam diye düşünürken masadaki peçete kutusunu aldım ve kapıya doğru fırlattım.
Kapıya çarpan kutu ses yaparak yere düştü. Bir dakika boyunca kimse gelmedi, ardından kapı yavaşça açıldı ve içeri rümeysa girdi.
Rümeysa yavaşça içeri girdi. Ardından kapıyı kapattı. Yaklaşıp yatağın yanındaki koltuğa oturdu.
"Yok rümo iyiyim. Panik yapma artık"
"Fulyayla özge birazdan gelir. "
"Yok sıkılmadım da yalnız kalınca ne konuşacağımı bilemiyorum" dedi. Ben bu durumu iyi biliyordu.
"Biliyorum. Soru sorulursa konuşuyorsun, sorulmazsa soracak soru arıyorsun. Rahat bırak kendini. Konuşacak bir şey olursa konuşuruz zaten" dedim gülümseyip.
Ardından kapı bir daha çalındı ve içeri batur girdi.
Başımı salladım. Koridordan geçen bir hemşireyi durdurup çağırdı. Hemşire gelip serumu çıkardı ve gitti.
"Sen koridorda bekle, ben üzerimi değiştireyim"
Başını sallayıp çıktı. Rümeysanın yardımı ile siyah İspanyol paça pantolonu ve çizgili kazağı üzerime giyindim. Kapşonlum yoktu, nerdeydi bilmiyorum. Yavaş adımlarla dışarı çıktık.
Bir kolumda batur, bir kolumda rümeysa yavaşça dışarı çıktık. Akşam soğuğu bastırmış, heryeri sis esir altına almıştı. Arabanın ön koltuğuna geçip oturdum. Rümeysa da arkaya geçti ve batur da yana geçip arabayı çalıştırdı.
Ben akıp giden yolu seyrederken, batur uzanıp radyoyu açtı bu sessiz havayı dağıtmak için. Radyodan açtığı için müziğin ortası çalmaya başlamıştı.
Ben sendeyim. Olsana sen benim herşeyim. Bir nefesim, ensendeyim. Bakma dışarı, ben içerdeyim.
Aynı nakaratlar çalmaya devam etti ve müzik bitti. Bu ara sıkça duyduğum bir müzikti ve çok da güzeldi. Gelecek olan müziği heyecanla bekledim. Akan yolu izlerken müzik dinlemeyi çok seviyordum.
Önce melodi çalındı ardından ses duyuldu.
Sardım seni tatlım bırakmam herşeyim oldun. dinle nabzım hiç usanmaz yavaş atmaz seni gördüğü yerde. İnanma bir rivayet uğruna bizi yakma böyle. Senden başka yok ki kimse kör olsun baksa bu gözler.
Çok güzel bir müzikti bu da. Elimde olsa telefonumu çıkartır storilik video çekerdim. Ama telefonum yoktu. Bu zamana kadar da aklıma hiç gelmemişti zaten. Neyseydi.
Kaç tane müzik değişti bilmiyorum. Ben hayallere dalmış öylece yola bakarak geçirdim zamanımı. Eve geldiğimizde batur kenara çekip indi. Kapıyı açmış, bir adım atmıştım ki beni kucağına alıp ilerlemeye başladı.
Rümeysa da kapıları kapatıp peşimizden geliyordu.
"Yorulma. Zaten seviyorsun kucakta gezmeyi"
Utançla batura döndüm. O ne demekti öyle? Söylediği şey yanlış anlaşılmaya münasip bir laftı.
"Ne diyorsun sen ya? İndir beni! "
"Fesatlaşma. Ne demek istediğimi anladın. Küçükken de kucağına al diye zorla oyun oynatırdın bana"
"Olsun. Yine de bir daha böyle şeyler söyleme"
"Tamam söylemem" dedi gülümseyerek. Gözlerimi devirdim. Asansör vardı fakat arızalı diye kullanılmıyordu. Merdivenlere ilerleyip üç kat yukarı çıktı ve 14. Numaraya gelince beni indirip zile bastı.
"Komutanım hoş geldiniz buyurun"
"Sağol özge. Ben gideyim, ahsen de yatıp dinlensin"
"Rümeysa sen içeri geçer misin? Baturla konuşup geliyorum bende"
Başını sallayıp rümeysa ile içeri geçti ve kapıyı aralık bırakarak uzaklaştılar. Batur beni dinliyordu.
"Batuş İstanbul'a ne zaman gidicez?"
Derin bir nefes aldı ve verdi.
"Albayla konuşmadım daha ahsen. Önce bir iyileş, ayağının üzerine doğru dürüst bas ondan sonra bakarız. Hem gidip hemen gelemeyiz, bizim orda falan kalırız. Bir haftalık izin alırım anca o şekilde gidebiliriz"
"Ama o zaman benim raporum biter"
Gözleri dudaklarıma kaydı, sonra yavaşça gülümsedi.
"Alırız merak etme. Hadi gir içeri de dinlen hemen"
Göz kırpıp arkasını döndü ve merdivenlerden inip gözden kayboldu. Bende arkamı dönüp içeriye girdim. Önce özgenin yaptığı köfteyi yedik, sonra biraz televizyon izledik ve saat on'a gelirken odalarımıza geçip uyku modunu aldık.
Uyuduğum için uykum yoktu. Ne yapsam diye düşünürken masamın üzerindeki telefonumu gördüm. Gülümseyerek uzanıp aldım ve kurcalamaya başladım.
Biraz video izledim, emaile mssajlarıma ve sosyal medyaya baktım. Canım sıkılınca telefonu bırakıp uykuya daldım.
*****
Derin bir nefes aldım. Karşımızda yine bir mağara vardı ve içinde de Volkan'la topal. Bunların işini bitirmeliydik artık.
Topal kardeşinin ölümüne hiç üzülmemiş, intikam almaya çıkmamıştı. Çünkü zaten istediği de buydu, ondan kurtulmak. Taht savaşları kendilerini ilgilendirirdi bizi değil. Ama onlar kendi içinde, iç savaş çıkartınca birbirine giriyorlar, bu da işimize geliyordu.
"Ne diyorsunuz komutanım? " diye bana seslendi deniz kulaklıktan.
"Komutanım yarım saattir konuşuyoruz ya. Operasyondan sonra yemek organize ediyoruz. Siz ne diyorsunuz? "
Ofladım. Birde bunların bitmek bilmez organizasyonları vardı. Benim işim vardı gidemezdim.
"Ben yokum, kendiniz halledin"
"O zaman bizde gitmiyoruz " dedi yiğit. Timden birkaç yakınma sesi geldi.
"Oğlum işim var var benim. İstanbul'a gidicem "
"Napacanız komutanım İstanbul'da?" diye sordu bu seferde deniz merakla. Başımı arkaya çevirip ters ters bakmaya başladım.
"Komutanım hareketlilik var" diye seslendi melike.
Dürbünden baktığımda topalla volkan mağaradan konuşarak çıkıyordu.
"İndirebildiğinizi indirin. Kaçmalarına izin yok. Mermileri bitsin, bitsin ki elimize düşsünler"
Herkes onayladı. Volkanın işi de burada bitecekti. Kaçarken vuruldu derdik artık.
İlk atışı ben yaptım. Topalın önündeki adamı kafasından vurunca herkes panikle sağa sola kaçmaya başladı. Tim de ateş edip açık hedef olanları indirdi. Bulunduğumuz konum çok yüksekti. Biraz daha insek mayınlı bölgeye girebilirdik.
İndirdiğimizi indirecek, indiremediğimizi mayınlı tarlanın etrafından dolanarak alacaktık. Herkes içeri kaçıp saklandı. Ateş ediyorduk ama bekleme ateşiydi bu.
Bu mağara gizli sığınaklarıydı. Bu yüzden buraya cephane çok fazla gelmiyordu kimse bulamasın diye. Gelenler de mağaradaki adamlardan geliyordu. Bir istihbaratçımız çoban kılığında buralarda gezmiş, öyle bulmuştu burayı. Volkanı da görünce hemen haber vermişti karargaha.
Yaklaşık bir saatlik bir çatışmanın ardından mermileri bitti. Sesler azalmıştı artık.
"Barış sen burda kal. Dışarı çıkan olursa ateş et ki biz oraya varana kadar kimse kaçmasın. Volkan bize sağ lazım. Topal da. Kaçarlarsa gebert gitsin"
Başını salladı ve onayladı. Soyisimlerini iki türlü kullanırdım. Ya sinirli ve emir verir tonda olduğumda, ya da isimleriyle seslenmek istemediğimde.
Yiğit, deniz aras ve ben dikkatli bir şekilde aşağı indik. Alt taraf mayınlı bölgeydi. Adamlar kimse giremesin diye mayınlamıştı burayı. Küçük bir tarlaydı ama yine de tehlikeliydi.
"Herkes dikkatli olsun. Birinizin başına bir şey gelirse yakarım çıranızı"
Dikkatli adımlarla ilerlemeye devam ettim. Hepsi de sırayla arkamdan geliyordu. Yavaş yavaş sona yaklaşırken, denizden hihhh diye bir ses duyuldu. Dönüp arkamıza baktıpımızda olduğu yerde kımıldamadan bekliyordu.
"Gelsene oğlum ne duruyorsun? Adamlar görecek" yiğit eliyle gel işareti yaptı.
"Gelemem kardeşim. Komutanım kusura bakmayın ağzıma da etmeyin ama ben galiba mayına bastım"
"İyi bok yedin" dedi yiğit elini başına atıp. Sakin olmalıydık. Panik yapmak kimseye fayda vermezdi.
"Tamam sakin. Şimdi deniz bizi bekleye bilir misin? Adamları halledip gelelim. Seni kurtarmayla uğraşırsak açık hedef oluruz"
"Tamam komutanım. Dayanırım ben beklerim sizi"
"Tamam. Yiğit sen yanında dur"
En sonunda onu da geride bırakıp mağaraya doğru ilerledik. Barışın olduğu taraftan bir silah ateşlendi. Dönüp baktığımda barış okey işareti yapıyordu. Gülümsedim. Bu yol temiz demekti.
İlerlemeye devam ettik. Bir taşın arkasına saklanıp bağırdım.
"İÇERDEKİLER EĞER 5 SANİYE İÇİNDE DIŞARI ÇIKMAZSANIZ BULUNDUĞUNUZ MAĞARA İMHA EDİLECEK! HEMEN ÇIKIN VE TESLİM OLUN"
Ses gelmedi tabiki. Bir kaç dakika bekledim. Bir adam elinde bıçakla dışarı çıktı koşarak ve üzerimize doğru gelmeye başladı.
"Komutanım ne yapıyor bu? " dedi aras anlamaz gibi.
"Galiba üzerimize geliyor" dedim bende.
"Elinde bıçakla? Üstelik bizim silahlarımız varken? "
"Öyle " dedim ve silahı kaldırıp ateş ettim. Adam daha yanımıza ulaşamadan olduğu yere yığıldı. İçeriden başka kimse çıkmadı.
"TEKRAR EDİYORUM. ÇIKMAZSANIZ MAĞARA İMHA EDİLECEK"
Yine ses gelmedi. Benden günah gitti diyerek ön cebimdeki bombayı çıkartıp pimini çektim ve içeri doğru savurdum. Yüksek bir patlama sesi ile heryer yankılandı. Ayağa kalkıp yavaş ve temkinli adımlarla içeri ilerledik.
Heryer toz duman olmuştu ama görebildiğimiz kadarıyla burada kimse yoktu. Bir kaç kişi bombadan dolayı yaralanmış bir kaç kişi de ölmüştü. Yaralı olanları da indirip ilerlemeye devam ettik. Mağaranın içi genişti baya.
Sola döndüğümde oda gibi bir yer karşıladı beni. Koltuk, masa, sandalye ve bayrak diye astıkları çapul vardı. Çekip söktüm onu duvardan ve ayaklarımın altında ezdim.
Hiç kimse yoktu burda. Nereye kaçmışlardı? Üstelik gözcü barış varken?
"Barış biz aşağı inerken dışarı çıkan oldu mu? " diye seslendim kulaklıktan.
"Hayır komutanım çıkan olmadı" dedi. Nasıl kimse yoktu o zaman?
"Komutanım kimse yok" dedi aras da. Derin bir nefes aldım. Masayı sinirle itip yere devirdiğimde bir tıkırtı sesi geldi. Masanın altındaki halıyı kaldırdığımda ise tahta bir kapak.
Silahı önümde tutarak kapağı yavaşça kaldırdım. Önce bir merdiven göründü, ardından topal, volkan ve bir adam daha.
"Vay vay vay! Burda kimler varmış? "
Kulaklığa dokundum gözlerimi onlardan ayırmadan.
Kapağı iyice açtım ve doğruldum.
Önce topal çıktı, sonra diğer adam ve volkan. Çok sinirli bakıyordu. Sanki bir şey yapacak gibi.
"Atın silahları" içlerinde zaten mermi yoktu bir şey yapamazlardı ama ne olur ne olmazdı. Sırayla bıraktılar. İçeri yiğit girdi
"Naber volkan? Seni buralarda görmek de varmış nasipte"
"Ben sana ne dedim? Elime düşme, ayağını kaydırırım bir daha kalkamazsın demedim mi? "
Hiç konuşmuyor, öylece bakıyordu.
Sırayla yattılar. Elimizde olan plastik kelepçe ile iyice bağladık ellerini. Herkes birer adam alarak çıkışa ilerledi. Denizin yanından geçerken durduk bir kaç dakika.
"Deniz şunları yukarıya teslim edelim geliyoruz. Az daha dayan koçum"
"Emredersiniz komutanım. Ama biraz acele edin. Stresten altıma kaçıracağım"
"Tamam tamam. Birazdan geliyorum. "
Geldiğimiz yerleri takip ederek yukarı çıktık. Melike ve barışa adamları bırakıp yiğitle tekrar aşağı indik. Barışa da o sıra albaya haber vermesini ve helikopter göndermesini söyledim.
Denizin yanına geldiğimizde yiğit bana denizin ağırlığında bir taş getirdi. Ben bıçakla önce etrafını temizledim ve yavaşça denize telkin verdim.
"Üç deyince ayağını çekeceksin tamam mı? "
"Ne? " bocalasa da hemen ayağını kaldırdı ve yiğit taşı yerine koydu. Derin bir nefes bıraktık hepimiz de.
"Ohh allahıma çok şükür. Sağolun komutanım. Bu günde ölmedik"
"İyi iyi hadi gidelim biran önce. "
Deniz yiğitle şakalaşırken dikkatlice yukarı çıktık ve helikopter alanına doğru ilerledik. Bu görevi de başarı ile tamamlamıştık. Artık kafam rahat İstanbul'a gidebilirdim.
*****
Üç gün geçmişti. Bu süre zarfında bacağım biraz daha iyi olmuş, yüzümdeki yaralar kaybolmuştu nerdeyse. Batur göreve gideceğini, dönünce İstanbul'a gidebileceğimizi söylemiş, yanıma götüreceğim bir şey varsa hazırlamam gerektiğini belirtmişti.
Bende küçük bir çantaya bir kaç kışlık kıyafet, pijama, kişisel eşyalarım ve makyaj malzemelerimi koymuş bekliyordum. Batur birazdan beni alacaktı ve İstanbul'a gidecektik. Üzerime uzun salaş ve beyaz bir kazak giydim. Altıma da buz mavisi bir kot pantolon ve askeri botlarımı da giyip hazırlandım.
Atkımı ve eldivenlerimi de unutmadım tabi. Ne olur ne olmaz diyerek. Telefonuma gelen "aşağı ın hadi" mesajı ile kızlarla vedalaşıp aşağıya indim.
İstanbul'a uçakla gidecektik fakat orada bize araba lazım olur diye batur araba kiralayacaktı. Sonuçta orda bir hafta kalacaktık öyle değil mi? Sürekli evde oturarak zaman geçiremezdik.
Arabaya binip yola çıktık. Havaalanına geldiğimizde arabayı park edip indik. Bizimle beraber barış da gelmişti sonrasında arabayı götürmek için.
Onunla da vedalaşıp bekleme alanına ilerledik. Yol boyunca ikimiz de konuşmamıştık. Ben eski anılarımın depreşeceğinden dolayı stresliydim. Ama nereye kadar kaçacaktım ki zaten. Eninde sonunda oraya gitmem gerekiyordu.
Anneme dair, batuşa dair herşey oradaydı. Saatimiz geldiğinde uçağa geçtik. Stresim artarken, batur elini ellerimin üzerine koyup beni sakinleştirmek ister gibi gülümsedi. Gözlerimi sıkıca kapattım ve uçak ilerleyip yavaşça kalkış yaptı.
Bundan sonra gördüklerim ve göreceklerim bana iyi gelmeyecekti biliyordum ama geri dönemezdim.
Uçak havaya kalktıktan yarım saat sonra mayıştığımı hissediyordum. Gözlerim kapanıyor, başım yana düşüyordu. En sonunda batur başımı tutup omzuna yasladı. Bunu bekliyormuşum gibi gözlerimi kapattım ve kendimi uykuya bıraktım.
*****
bir sonraki bölümde görüşmek üzere hoşçakalın
Okur Yorumları | Yorum Ekle |