18. Bölüm

14| Layemut

Nathalie Pall
nathaliepall

BEN GELDİM YİNEE
Hepiniz hoş geldiniz...

Nasılsınız, iyi misiniz? Umarım iyisinizdir ve her şey yolundadır.

*
Bolu yangını hakkında çok üzgünüm, kaybettiğimiz her bir canın acısı hala içimde bir yara. Artık ülkenin haline her gün şaşırıyorum, açıkçası daha çok üzülüyorum. Umudumu yitirmeyeyim diyorum ama bu imkansıza yakın.

Dışarıya çıkınca tehlikedeyiz. Evde kalınca deprem tehlikesi, bir yere gidince yangın tehlikesi. Hepsinin sebebi ihmal olunca üzülüyor insan.

Suçlular dışarıda, deprem bölgesinde yapılan evlerin malzemeleri eksik, gittiğimiz yerde kaldığımız odada yangın alarmları çalışmıyor, bindiğimiz asansörlerin denetimleri yapılmıyor. İnsanlar kendi çıkarları yüzünden insanları satmanın peşinde.
Çok üzgünüm gerçekten.

Ben globale kendi ülkemdeki kötülükleri duyurmak zorunda olmak istemiyorum. Ben başarımı duyurmak istiyorum. Başarımız, ülkemin ne kadar güzel bir yer olduğunu göstermek istiyorum.

Tarih okuyorum, diğer ülkelerin bizim hakkımızda geçmişte ne düşündüklerini görüyorum. Şimdiye bakıyorum, üzülüyorum. Biz birbirimize ihanet ediyoruz. Buna üzülüyorum.

***
 

Umarım bu bölüm hoşunuza gider, yazım yanlışlarım olursa şimdiden özür dilerim.
Satırlar arasına bol bol yorumlarınızı bekliyor olacağım ballarım.
Başlamadan yıldıza basalım mı?

Keyifli okumalar diliyorum.

***

***               "Hem yarayım hem bıçak!


***
"Hem yarayım hem bıçak!
...Hem kurban, hem cellat."

 

 

31 Aralık/ İstanbul
AHSEN DİDE KORKMAZ

 

Arabada Sarp'la geçen muhabbetten sonra söyleyemediklerim içimde yüktü. Ne olduğunu ya da olacağını arabadayken kestirememiştim ama gördüğüm kişi bana olayların nasıl şekil alacağına dair bir fikir oluşturmuştu.

Taylan'ı görmek beklenmedikti, onun gelişi de büyük bir şeyin olacağının açığını veriyordu. Tanımıyor gibi yaptım, biletleri verip gittiğinde de benimle uçağa bineceğini biliyordum.

Oturduğum koltuğun yanına bir anda oturan Taylan'a baktım. "Özledin mi beni?" Özlemiştim ama onu görmek için bir şeylerin yolunda gitmemesi gerekiyordu, o yüzden gülümseyemedim.

"Özledim." Durumun o da farkındaydı, o da sessiz kaldı. Yolculuk boyunca konuşmadı. Zaten konuşsa da kafamda farklı şeyler vardı, dinleyemezdim. Üç yıl olmuştu bu işleri yapmayalı, bir istihbarattan görev gelmeyeli.

İçimdeki garip hissi de anlamlandıramadım. Normalde düşüncesiz bir şekilde her şeyi onaylar, yapardım. Şimdi İstanbul'a geliyor olmak bana zor gelmişti. Hâlbuki buradan gitmeden önce buraya dönmek için can atıyordum. Dönüyordum işte, istediğim gibi süresi belli olmayan bir şekilde. Ama kafam burada değildi.

İstanbul'a inmiştik. "Sen iyi misin?" Taylan yeniden konuşmaya karar vermişti. İki saat sessiz kalmak onun için zordu, iyi bile dayanmıştı.

"İyiyim Taylan. Sen nasılsın?"

O kadar inanmayarak söylemiştim ki iyi olmadığıma ben de emindim. Bunu o da anlamıştı, iyiyim deyip iyi olmadığımı. O yüzden susarak yanımda ilerlemeyi tercih ediyordu.

Gelmek için can attığım İstanbul'a gelmiştim ama şimdi de dönmek istiyordum.

Taylan önüme geçti, herkesten aykırı bir yere ilerlediğimizde bizim için beklenen arabaya bindik. "Bana anlat..."

"İskender'e haber yolladık. Seni tarif ettik." Suratıma baktı. "Sarı saçlı, renkli gözlü, kısa boylu..." Ben de ne özellik varsa tersi söylenmişti.

Yüzümü buruşturdum. "Sebebi ne bunların? Yani niye ben? Artık ben yokum biliyorsunuz."

"Şimdi iş senin işinmiş ya canım, bize bu olaylara hakim biri lazımdı. Acil bir iş çünkü Dide. Ayrıca İtalyanca bilen birini bu kadar acil bulup bir de olaylara adapte olmasını beklemek geç olacaktı. İşte de iyisin kara panterim." Göz devirdim. "Paslandın mı yoksa?" Cevap vermedim yine. "Paslansan çoktan ölürdün diye düşünerek paslanmadığın kanaatine vardım."

"Sus artık Taylan. Allah'ın adını andım sus." Sustu. Dertli bir nefes verdim.

"Konuşmaya korkuyorum da sesin niye böyle isteksiz? Daha görevin asıl kısmını söylemedim bile." Taylan'a döndü gözlerim. Tek kaşım havalandı.

"Ne bu asıl kısım?" Asıl kısım ne olabilir diye düşündüm.

"Öleceksin." Rahatça çıkardı ağzından baklayı.

Güldüm. "Komiksin."

Ama o gülmüyordu. "Ciddiyim. Ölü göstereceğiz seni. İskender'in mal için anlaştığı adam şu an İtalya İstihbaratı yakalamış. Aciliyet bu, İskender'e haberi gitmeden biz halledeceğiz."

"Bunun için ben neden ölüyorum?" Adam rolüne giremeyeceğime göre ve bu mal ticareti sırasında benim bir engelim de olamayacağına göre bu görevin amacını çözmeye çalışıyordum.

"Adamın kızı; Vittoria. Adam kızını çoğu yerlere kendi gitmemek için gönderiyormuş. Buraya gelecek kişi belli Dide. Kimliğin hazırlandı. Senin ölmen konusuna gelince de adam kafayı sana takmış durumda. Yakalamamız için İskender'in işini yapması gerekiyor, işini yapması için de kafasından seni kaldırması gerekiyor."

İki kez. Tam iki kez kendimi öldürmek için o kadar yoğun bir istekle uğraşmıştım ki, sonunu düşünmemiştim, düşünmeyi de düşünmeyeceğimi umuyordum. Geçmişte olsam yine düşünmezdim ama şimdi geriye bakıyordum. Abim yıkılacaktı, arkadaşlarım...

Ama geride düşündüğüm kişilerin toplamı beni öldürmek isteyen kişi sayısını geçmiyordu. Aklıma gelen yeni bir isimle telefonumu istemeyerek çıkardım. Sarp'a, İstanbul'a varınca haber vereceğime söz vermiştim. Mesaj attım.1

"Görev tahminince ne kadar sürer?" Kısaysa abime söylemek istemedim. İçinin en çok yanacağı kişi o olacaktı, biliyordum. Kısaysa hiçbir şey söylemeyecektim.

"İskender'e bağlı..." deyince bir belirsizliğin olması daha da sinirlendirdi beni. Belirsiz görevin on gün sürmesi belli bir yıldan daha sinir bozucu oluyordu. "Telefonla yarına kadar işini bitir." Kolyeme baktı. "Kolyene de görev bitene kadar veda edeceksin." Benim için ne kadar değerli olduğunu biliyordu.

"Nasıl öldüreceksiniz?" Kendi ölümümü kendi içimde konuşmuştum ama bunu biriyle konuşmak rahatsız ediciydi.

"Bir arabada olduğun haberiyle. İşleri az çok biliyorsun. Ani olur, hızlı bir şekilde yapıp kaçarlar. Öldüğünden emin olmak için mezarına giderler. İskender'in çoğu pis işi var ama kanıt lazım..." Suratına bakmaya devam ettim. O an mesaj geldi.

SARP: Tamamdır, bir şey olursa yaz dersem şimdi ne dersin?

Gülümsedim, cevap verdim. Taylan konuşmaya devam etti. "İzleyeceksin zaten." Suratım düştü. Olacak şeyleri yazamayacaktım Sarp'a. Bir kişiyi daha geride üzerek bırakacaktım. Bu, muhtemel bir sonun provası gibiydi. Birine bağlanmamak da, yanıma almamak da, az kişiyle yetinmeyi bilmek de bunun bir nedeniydi. Diğer bir neden de artık güven duygumun sarsılmasıydı.

Madem sarsıldın ne diye böyle hissediyorsun?

İç sesim başlamadan susturdum. İçime attıklarımın fazlalığı sonsuz bir soru yağmuruna tutardı beni. Bunu da ilgilenmediğim tüm o sorunların yanına attım. "Eve gideceğim." Her şey ayarlanmıştı, başlangıç hazırdı, son bana göre ilerleyecekti.

"En sevmediğin takımlarını çıkar." Taylan'a baktım. "İstanbul'a gelen bir savcı değilsin, burada çalışan bir savcısını Ahsen savcım." Evime geldiğimizde Taylan da benimle birlikte geldi. Ev eskisi kadar dolu değildi.

"Ortalığı batırma, hazırlanıp çıkarız." Mutfağa ilerlediğini gördüm. "Bir bok yok, aranma." Burada yaşamadığım için bulabileceği bir yiyecek olduğunu düşünmüyordum.

"Abur cubur dolabın öyle demiyor ama?" Odama ilerledim. "Yiyorum!"

"Yeme desem yine yersin zaten, ne konuşuyorsun Taylan." Feda edeceğim bir takım seçtim, öleceğim günün kombini yaptım. Birini öldürmek, ölü gösterip yaşatmaya çalışmaktan daha kolaydı. Beni öldürdüğünü sanan adamın yanında yaşamaya çalışmak da beni zorlayacaktı.

"Seninkilere tembih edilecek, cenazene gelmesinler diye." Almam gerekenleri aldım, bırakmam gerekenleri bıraktım. Odadan çıkıp Taylan'ın yanına gittim.

"Benimki-ler?" Benimkiler diye bir şey yoktu. Tembih konusuna gelecek olursak Taylan'ın da buna pek inanamadığını görebiliyordum. "Abimi biliyorsun Taylan. Toprağın altında olsa çıkar yine gelir." O an hiç istemediğim empati yine belirdi içimde. Yıkılacaktı abim. "Birini ayarlayın, madem İskender cenazeme gelecek kadar cesur, abimin peşinde biri olsun."

Güçsüz değildi ama düşeceğine emindim. Kendini korumayı düşünmeden atacaktı adımlarını. Yine ben, yine beni öldürmek için gelen biri, ve yine benim için endişeyle kendini yiyip bitirecek bir abi. Taylan başını salladı. "Hazır mısın?"

"Çıkalım." Arkama bakmadan evden çıktım. "Kimler var?"

"Mutlu, Çağla, Soner, ben, sen, diğerleri..." Ekip kalabalıktı. "Bir mafyanın kızı olarak İtalya'dan buraya geliyorsun. Kalabalık olmamız gerekiyor. Sevkiyat günü var, bir de bağış gecesi." Bir şey demedim. En azından birinin kızı rolündeydik.


















***
















 

Aslan Uğur ekipler tarafından yattığı yerden çıkarılmıştı. Alperen'in babasının çıktığından haberi yoktu. Aslan Uğur da muhbirlik için Diyarbakır'da ayarlanmış bir evde başında bekleyen dört polisle birlikte destek verecekti. "Oğlum beni görmeye gelirse ne yapacaksınız?" diye sordu adamlara.

"Görüş sağlanmayacak." diyen net sese kaşlarını kaldırdı. "Konumuz oğlun değil." Polise başını salladı. Ahsen ile görev boyunca iletişime geçebilecek tek kişi olacaktı.

"Görevden bana da bahsedin o zaman?" Ahsen'in ölü olarak gösterileceğinden henüz onun da haberi yoktu.

"İskender, savcıyı öldürdükten sonra ne yapabilir? Nereye gidebilir? Bildiklerini bize ileteceksin. Görev bitene kadar burada sana sorulan her bir soruya dürüstçe cevap vereceksin."

Polislere baktı Aslan. "Savcı büyük lokma demektir. Biz genelde devletin elinde devlete saygısızlık yapmayız. Racon farklıdır. İskender eğer savcıyı öldürürse burada durmaz, yerin altına girer." durdu. "Ama mezarına kısa bir süre bile olsa gider, eğer savcıyı ölür gösterecekseniz onun öldüğünden emin olmak için gider bakar."

Söylediği sözlerin ne anlama geldiğini herkes anlamıştı. İskender'i ellerinden kaçırmamak için yapmaları gereken şey mezarlıkta bir avcı tutmaktı. Polis konuştu. "Kimse bir anda ortadan kaybolmayı bu kadar hızlı başaramaz Aslan. Bize detay ver."

"Buradan gidemez zaten. Sevkiyatı var, sevkiyatı bırakıp gitmez onu tanıyorum. Yerin altına girer derken de oldukça ciddiydim. İskender'i bulmanız gereken yer yerin üstü değil altı. O kadar parayı boşuna kazanmadı. Size evinin yerini söylerim." Hatırlaması gerekiyordu, söylenen sözlerin geri dönüşü yoktu. Aslan'ın ağzından çıkan kelimelerin doğru olması iki taraf adına şarttı. Aslan da yanlış bir bilgi vermek istemiyordu.

"Gerardo Marcella'yı tanıyor musun?" diye sordu polislerden biri. Tanıyordu, polisler de Aslan'ın bu ismi tanıdığı biliyordu. Soru değildi sanki, bir hatırlatmaydı bu.

"İtalya'dan bir iş adamı, bizim gibi. Sağlam biri. Sevkiyat ortağı o mu?" Polisler başını sallayınca Aslan konuşmaya devam etti. "İskender'in buradan çıkması imkansız, en azından sevkiyat bitene kadar." Gerardo denen adamın önemli olduğunu biliyordu Aslan ve İskender'in bu ortaklıktan çekilemeyecek kadar korkak olduğunu da ama aklına başka bir şey geldi. "Oğlu... Oğlunu yine ortaya atabilir ama." Gökhan'ın her şeye sürüklenmesinin ve yem olmasının farkındaydı Aslan.

"Bize bildirilen sevkiyat rotaları bunlar. Adamı savcı aldı. İskender değiştirir mi değiştirmez mi?" Aslan'ın önüne düşen kağıtta Birol'un bahsettiği sevkiyat rotaları vardı.

"İstese de yapamaz. Anladığım kadarıyla savcıyı saklayacaksınız ama yine zamanı yok. Yeni rota oluşturmak kolay uygulamak zor. Risk altında olduğunun farkındadır." Aslan kağıda dikkatlice baktı. Rota değişemezdi.

"Bize İskender'in saklı dünyasının haritasını çıkarmaya başla o zaman Aslan Uğur." diyen polise başını salladı.

İskender'in kendi üzerine yapmadığı birçok mekanı vardı. Bu mekanları hiç bilinmedik kişilerin üstüne yapmıştı ki bunlar sıradan insanlardı. Birçok kişinin bilgisine ulaşmak çok kolaydı. Rastgele seçtiği onca kişiyi onların haberleri olmadan kendi işlerine alet etmişti. Otopark, depo, fabrika hepsinin altında bir tünel. Şehirden uzakta ev demeye bin şahit bir malikane. Kimse bilmezdi, eve gidenler bulmazdı, İskender bulur getirtirdi.

"Kimi görevlendirdiyseniz iyi olmak zorunda. İskender, yanında duran oğluna kıyacak adam, gönderdiğiniz kişiden şüphe duyarsa ne olacağını biliyorsunuz. Oğluna da dikkat edin, İskender ondan kolay vazgeçer. Ortaya çıkan İskender yerine Gökhan Atay olursa bilin ki İskender olayı çözmüş çoktan toz olmuştur." Aslan'ın uyarısı netti. İskender ile zamanında omuz omuza durmuşlardı. İskender'in nasıl biri olduğunu en çok o bilirdi. İskender'i, İskender'den bile daha iyi tanırdı. Vazgeçeceklerinden, korkacaklarından emin olduğu şeyleri söylemekten çekinmedi.

Polisler Aslan'ın her kelimesini dinlerken zaten İskender konusunda gereken önlemi alıyorlardı. "Görev süresince gerektiği zaman savcıyla konuşacaksın. Bir bilgi olduğu an önce bize bildireceksin. İstediğin her an onunla konuşamazsın, telefon bizde kalacak. Sana gerekli durumlarda verdiğimiz telefon ile sadece görüşme yapacaksın ve olabildiğince kısa tutacaksın. Eğer senin bir hatan yüzünden savcıya bir şey olursa sen de kendi sonunu biliyorsundur, değil mi Aslan Uğur?"

Aslan'ın duyduğu detayla gözleri kısıldı. Başını anlamaz bir ifadeyle salladı. "Oraya gönderdiğiniz kişi savcı mı?" Polisler cevap vermedi ama bakışları bir cevap niteliğindeydi. Evet diyordu her birinin gözleri. "Siz iyi misiniz?"

"Öldürdüğünü sanacak Aslan. Devletin işine karışma!"

"Ya öldürdüğü savcının kim olduğunu gerçekten öğrenirse?" Aklına savcının korumalığını yapan oğlu geldi. "Oğlum? O da mı gidecek? Onu gönderemezsiniz, İskender oğlumu biliyor."

"Onu gönderdiğimiz falan yok. Sen durumun ciddiyetinin farkında değilsin sanırım Aslan, istihbarattan bahsediyoruz. Sen sadece sana ihtiyacımız olunca konuşacaksın." Aslan'ın susması gerektiğini vurgulamışlardı ama Aslan'ın içinde bir tarafı rahatlarken diğer tarafı endişeliydi. Oğlu gitmiyor diye mutluydu ama savcının görevlendirilmesine karşıydı.

"Çok riskli..." diyebildi sadece. Konuşacak bol bol kelimesi vardı. İçinde büyük bir endişe ile sıralanacak itirazları yutmak zorunda kaldı, dilinden çıkmadı kelimeler ama içinde yankılandı.

"Aslan, herkes işini yapacak." Başsavcının bu durumdan haberi vardı. Ahsen'i gönderebilecek tek kişiydi. Aslan'ı çıkaran da oydu.









***








 

"Savcı Ahsen Dide Korkmaz'ı bulduk İskender Bey." Cenk sanki büyük piyango sahibi gibi mutluydu. Olmalıydı da. Aylardır izine rastlanmamış savcıyı bulmak büyük işti. İskender'in gözdesi olduğunu biliyordu, şimdi bu haberle değerinin daha da artacağının farkındaydı.

Onlara tarif edilmiş bir kadın vardı. Cenk tarif edilen sarışın, renkli gözlü, kısa boylu kadını görmemişti. Sadece bildiği tek şey Ahsen Dide Korkmaz'ın burada bir savcı olduğu, ve ona tarif edildiği gibi gözüktüğüydü.

İskender ile Cenk baş başalardı. Altay yanlarındayken İskender işlerini pek konuşmazdı. Sadece avukatlık konularında gerektiği gibi konuşuyordu Altay'la. Güveni vardı ama en güvenilir kişi değildi Altay.

"Nerede?" İskender'in gözleri parlamakla yanmak arasındaydı. Önemli bir haberdi bu onun için. Bilgilerinin onda olduğunu düşünüyordu, Emre'nin konuştuğu savcının Ahsen olduğunu sanıyordu. Onu ortadan kaldırmak sırlarını azaltmaya yarayacaktı.

"Adliyedeymiş. Görmedim henüz ama dosyasına savcının baktığı adam konuştu. Adam elimizde İskender Bey." Kapı açıldı, Cenk'in tutup içeriye çektiği adam İstihbarattandı, İskender'in haberi yoktu.

"Kim bu?" Cenk'in yanındaki adamı süzdü.

Cenk tuttuğu adamı dürttü. "Konuş."

"Adım Fatih, niye buradayım bilmiyorum. Sizi tanımıyorum bile." Adam korkar gibi bir tavır sergiliyordu.

"Konuştuğun savcı yüzünden buradasın. Anlat bana onu." İskender'in tek bir bakışıyla Cenk yanında tuttuğu adamı koltuklardan birine oturttu.

"Sarı kısa saçları vardı, kısa bir kadındı. Mavi gözlü sanırım o kadar dikkatli bakmadım." Sustu.

"Adı... Savcının adına dikkatli baktın mı?" İskender'i ilgilendiren asıl soru buydu.

Başını salladı. "Ahsen Dide Korkmaz!" Adam net bir cevap verdi. Sanki görüntüsünden emin değil ama adından çok eminmiş gibi. "İfademi verdiğim savcı oydu."

"Sen ne diye ifade verdin savcıya?" İskender karşısında oturan adamın meziyetini merak etmişti.

"Trafik kazası için ifade verdim sadece." Adamın herhangi bir kirli işi olmadığını duyunca tek bir hareketle kovdu odasından.

İskender, geri dönen Cenk'e baktı. "En erken ne zamansa o zaman bitirin. Sır biriktirmeyi sevmem."

"İşi bitirdikten sonra burada kalmayacağız. Kararsızım." Büyük bir iş yaptığının farkındaydı. Risk alıyordu, her zamanki gibi... "Ama bunu yapmazsam da savcı benim sırlarımla yaşayacak." Karar vermeye çalıştı. "Gökhan nerede?"

"Evde değil İskender Bey, çağırayım mı?" Cenk'in söylediklerine göre başını iki yana salladı İskender. Şu an Gökhan'a ihtiyacı yoktu.

"Bulun savcıyı, bitirin şu işi!" Kararı kısa sürede netleşmişti. "Sevkiyata kadar saklanmam gerekiyor, fabrikayı açın, yaşanabilir bir yere çevirin. Gerardo da oraya gelecek." Cenk başını sallayarak İskender'in odasından çıktı.

Odada yalnız kalan İskender kimseye belli etmediği endişesini içinde yaşıyordu. Güvendiği tek adamına yaptırıyordu tüm işlerini. Oğluna da, Altay'a da bilgi vermiyordu. Altay durumu, Gökhan ise savcının arandığını bile bilmiyordu. Aranan savcıyı gören kişiydi, adını ve nasıl göründüğünü bilen biriydi Gökhan.

Eve gelen Gökhan içeride olan kalabalığa şaşırdı. "Hayırdır savaşta mıyız?"

Altay da kaşlarını çattı. Gökhan'ın yanına ilerledi. "Bir şey mi oldu?"

"Herkesle birlikte öğrenirsiniz..." diyen Cenk işini yapmak için ilerledi. Evden çıktı.
















***













 

İstihbarat toplanmıştı. Bir koca ev hazırlanmıştı. Mutlu, Ahsen'in yanına geldi. "Telefonunu, kolyeni, kısacası yanında taşıdığın neyin varsa verme zamanı." Taylan Ahsen'e yeni bir telefon uzattı. "Bitene kadar bu var. Sadece bizim numaralarımız var, Aslan denen adam ve başsavcı var bir de."

Ahsen kendi telefonunu verdi. Kullandığı çantasını verdi. Sıra kolyesine geldiğinde Mutlu konuştu. "Üstünde taşıyamazsın ama yanında taşı istersen, kayboldu deriz?" Ahsen başını iki yana salladı.

"Boynumdan çıkarırsam kaybederim, onu abime verin." Her şeyi Ahsen yerine saklayan kişiydi Mete. Onda durması daha mantıklıydı. Onu takmadıktan sonra yanında tutmanın bir mantığı yoktu. İstemeye istemeye kolyeyi çıkarıp Mutlu'ya verdi.

Ahsen'in eline yeni kimlik geçti. İtalya Vatandaşlık kartı; Vittoria Marcella. "Giyinip geliyorum, sonra da çıkarız." Ahsen odasına çıktı.

Arkasından bakan iki kişi vardı; Mutlu ve Taylan. Taylan konuştu. "Bu görev normalden kısa sürer gibi..." Mutlu da Taylan'ı onaylayan bir mırıltı çıkarttı. Herkes toplanmıştı, Ahsen'in tanıdığı Çağla ve Soner de aralarındaydı. Kalabalığı oluşturacak diğer istihbarat ajanları da, Taylan, Mutlu, Çağla ve Soner de Ahsen'i koruma görevindeydi.

Herkesin toplandığı yer aynıydı. Birbirinden farklı araçlar adliyenin önünde duruyordu. İskender'in belirlediği araç belliydi, ama içinde Ahsen yoktu.

Planda en güçlü fikir patlayıcı olmasıydı ama İskender'in adamları araç ne kadar açık hedefte olsa da yaklaşamıyorlardı. Araç da içindeki de dokunulmazdı. Emirin yerine getirilmesi için hızlı olunması gerekiyordu. Taylan yaklaşan plakasız iki aracı gördü. "İskender'in adamları da geldiğine göre balık oltaya gelmiş demektir."

Ahsen sessizce onun olduğu bilinen arabaya bakıyordu, arka camdan gözüken bir mankenin sarı saçlarını görüyordu. O olmadığını biliyordu, farklı bir arabada uzakta izliyor olduğunun farkındaydı ama parçalanmaya başlamış camların sesini duyuyormuş gibi hissetmenin önüne geçmemişti. Bedenen orada olmasa da niyet o yöndeydi.

İskender'in adamları bir kez sıkmamışlardı. Arabanın tuzla buz olmasını istedi Ahsen. Kendini kötü hissetti. Plakasız iki aracın rahatça uzaklaşışını izledi. Kimse peşine düşmedi. Ahsen'in gözleri delik deşik olan arabaya döndü, beklediler. Etrafta duran seslere, adliye civarında çıkan bir saldırıya polisler ne sürede geleceklerdi.

Yola baktı, arabalar trafikte akmaya devam ediyordu. İlerleyen arabalar geridekileri ileriye taşıyordu. İskender kaçmıştı. Bekledi yine de. On yedi dakika sonra gelen polisler arabanın etrafını sarmıştı. Gidenin yanındalardı, kaçanı bulma peşine düşmek için geç kalınmışken istihbarat polislere durumu açıklarken Taylan arabayı sürdü. "Teknik olarak ölüsün..."

Ahsen göz devirdi. "İtalyanca sövmemi istemiyorsan sus Taylan." Ölmeyi dileyen birinin öldüğünü hissettirmek Ahsen'i garip bir şekilde kötü hissettirmişti. Belki de hala yaşıyor olduğu içindi, belki de bambaşka bir sebep vardı.

"Paydos, yarını bekleyeceğiz şimdi de." Çağla arkadan konuştu. "Eşya işlerini hallettiniz mi?" Mutlu başını salladı. Ahsen'in seçtiği takım boşa sıkılmış kurşunlarla delinmişti, gereken ölü süsü her şeye eklenmişti.

"Şu Gerardo olayının üstünden geçelim." diyen Ahsen'e hepsi başını salladı.

Taylan , Ahsen ile uğraşmaya çalıştı. "Bence sen artık İtalyanca konuşmaya başla." diyen Taylan'a sinirlendi Ahsen. "Stai spingendo la tua possibilità di vivere, Taylan."

Bence yaşamak için şansını zorluyorsun Taylan.

"Non mi faresti questo." Taylan da İtalyanca karılık vermişti.

Bana bunu yapmazsın.

"İskender'in yanında olmadığımız sürece Türkçe kullanacağım Taylan. Sana sövmek için en iyi dil ana dilim. Oldukça zengin bir dilimiz var biliyorsun."

İstihbaratın ayarladığı o geniş malikaneye gelmişlerdi. Toplantı odasını andıran bir odada herkes vardı. Otuz sandalyenin otuzu da doluydu, herkesin önünde kendi görevinin yazdığı bir dosya bulunuyordu.

Ahsen'in önünde de kendi görevi hakkında bilgiler vardı.

*

VITTORIA MARCELLA

26 yaş - 03.08.1997
Baba adı: Gerardo Marcella
Anne adı: Alda Marcella

Gerardo Marcella: İtalya'nın en güçlü ikinci örgüt lideri.
57 yaş
(Gerardo'nun fotoğrafı)
-Uyuşturucu ve silah kaçakçılığı

*

Gerardo'nun yapmış olduğu ticari faaliyetler, Vittoria'nın hangi faaliyetlere katıldığı, neler yaptığı dosyanın içinde detaylıca anlatılmıştı. Herkes kendi dosyasını okudu.

Taylan- Tarık (Tercüman)
Mutlu- Matteo
Çağla- Cecilia
Soner- Salvatore

Herkes odadan çıktı. Aynı evin içinde yarına kadar ezberlenmesi gereken ne varsa ezberlenmişti. Süresi belli olmayan, duruma göre şekil alan tehlikeli bir görev başlıyordu.













***













 

2 Ocak 2024

Sabahın erken saatlerinde Ahsen'in odasının kapısı çaldı. "Girebilirsin." İçeriye giren Mutlu, Ahsen'e baktı.

"Abin gelmiş, yalnız değil." Ahsen kaşlarını çattı. Leyla ve Duru'nun burada olmaması gerekiyordu. "Baya kalabalıklar Dide. Leyle ve Duru değil. Askerler de var, evindeler."

"Ne demek evindeler?" Evinin bulunabilme ihtimalini göze alarak abisine sinirlenmiş, kalabalığa şaşırmıştı.

"Eski evin..." Ahsen'in kaşları havalandı. Herkesin oraya neden gittiğini anlayamadı. O eve çıktığı günden beri girmemişti, Mete'nin de girmek istemeyeceğini düşünüyordu. Şaşırdı. Herkesin de Ahsen'in eski evini görmesini istemiyordu.

Yataktan kalktı. "Bana giyinmem için izin ver." Gözlerini ovuşturdu. Kendi bulunduğu tehlikenin içine ailesini bulaştırmamak bunca zamandır yaptığı tek başarıydı. Ölü gözüküp yaktığı insanları tehlikeye atmak ve bunun asılında da yaşıyor olmak sinirlendirdi Ahsen'i. Üstünü giyinip odadan çıktı. "Abim için birini ayarladınız mı?" diye sordu Mutlu'ya. Gerçek olacak bir cenaze töreni istemiyordu.

Mutlu başını salladı. "Ayarlandı ama evine gelen diğerleri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim." Bu sefer başını sallayan Ahsen olmuştu. Kendi kafasına göre herkesi korumak için birilerini gönderemeyeceğini biliyordu. Mutlu, Ahsen'i hazırlanmış görünce konuştu. "Sen nereye?"

"Dışarı..." Kapıya doğru yürüdü.

Kendi odasından Taylan ceketini giydi. "İyi ben de geliyorum." Ahsen reddetmedi.

"Siz ikiniz nereye gidiyorsunuz?" diyen yeni biri de Çağla'ydı.

Ahsen ve Taylan aynı şeyi söyledi. "Dışarıya." Kapıyı açınca Taylan arkasına bakmadan konuştu. "Şu çelenk işini ayarlarız hem, iki üç saate geliriz." Kapıyı çekti, kapattı.

Ahsen elini Taylan'a uzattı. Arabanın anahtarları Ahsen'e geçti. "Yine bana kaldın." diye söylenen Taylan'a güldü Ahsen.

"Görünmez olan sadece ikimiziz çünkü." Kendi geçmişinden bahsederken Taylan'ı da araya kattı. Taylan'ın de geçmişi görünmezlikle geçmişti, hatta onunki direkt öyle başlamıştı. Yetiştirme yurdunda büyümüştü Taylan.

"Öyleyiz." Taylan artık bu durumu üzülerek değil bir avantaj olarak biliyordu. Kimliğini sadece bilmesi gerekenler biliyordu. Gerçek anlamda görünmezliği yaşıyordu. Görevden göreve değişen isimlerle yaşıyordu. "Gidelim bakalım şu büyüdüğün eve..."




***




 

Ahsen eski evinin yolunu ne kadar unutmak istese de unutmamıştı. Arabayı sokağa sokmadı, sokağa herkesin gireceği yerden de girmeyecekti. "Çöplüğüme hoş geldin Taylan." Ara yerlerden girdi. Mete'nin bile bilmediği köşelerden geçiyordu Ahsen'in özel rotası. Bu yolları bulmak kolay olmamıştı ama bazen annesinin onun acılarını dindirmek için gönderdiği çeşit çeşit kursların bitimi akşamı buluyordu. Eve gelirken bu yollardan gelmek babasıyla karşılaşma ihtimalini imkansıza düşürüyordu. Bu yolu bilen Ahsen dışında sadece bir kişi vardı; Ege.

Bazen Ahsen her ne kadar tek dönmek istese de Ege, Ahsen'i bu yollardan onunla geçerek ezberlemiş evine kadar bırakıyordu.

"Bu yolları sen mi açtın kızım?" Taylan aralardan geçmekte zorlanıyordu.

Ahsen de artık büyümüştü ona da ince küçük yerlerden geçmek zor geliyordu. "Sence ben açmış olsam bu kadar küçük mü açardım." Yollara sövdü. "Bu kadar dar mıydı lan bu yol?" İki duvarın arasından sıkışarak geçti. "Dikkat et Taylan, ya da burada kal?"

Taylan arkasına baktı. "Burada kalamam, geldiğimiz hiçbir yeri bilmiyorum. Labirent gibi lan burası." İki duvara sıkışarak geçmeye çalıştı. "Kaburgalarım kırılacak..." Zorlanarak geçti. "Geri dönüşte de buradan mı geçeceğiz?" Nefes nefese kalmıştı.

"Evet." Ahsen ilerlemeye devam etti.

"Sikeyim." diyerek mırıldanan Taylan da Ahsen'i takip etmeye devam etti. "Dide buralarda fare var." Az önce gözünün önünden geçen büyük fareyi izledi.

"Normal olan bu zaten Taylan, onların alanından geçiyoruz." Ahsen yolun sonunda açıklığa çıkmış evini görüyordu.

"Dide?"

"Ne?"

"Biraz ilerlesene ben kaldım burada!" Ahsen ilerleyerek Taylan'ın da dar alandan geniş alana çıkmasını sağladı. "Sikerim dönüşte ben normal yoldan gelirim. Sen dön buradan."

"Mantıklı. Senin sesini tekrar çekmek eziyet olurdu zaten." Evinin önündeki arabalara takıldı gözü. Kendi arabası da duruyordu. "Kim gelmiş olabilir ki bu kadar?" Büyük arabaları gördü.

Hemen yanında duran Taylan da gözünü kısarak eve bakıyordu. "Hangisi senin evin?"

"Ahşap beyaz..." Ahsen hala evine dışarıdan bakıyordu. Açılan kapıya baktı, abisini ağlarken gördüğü an içi yandı. Ahsen'in de gözleri dolmaya başlamıştı. Peşinden gelen diğer kişiye takıldı gözleri, Demir'i gördü.

"O abin, öbürü kim?" Taylan da Ahsen'in ailesini tanıyordu.

"Albay." dedi Ahsen sadece.

Demir ve Mete'ni sarıldıklarını gördü ikisi de. Taylan şaşırdı. "Yakının mı?" diye sordu.

"Hayır." Ahsen de şaşırmıştı. Abisinin albay ile tanışmadığını biliyordu. Mete'in Demir'e sarılmasını tuhaf buldu. "Ben de seninle birlikte izliyorum bana soru sorma Taylan."

Sonra evden çıkan herkesi gördü. Herkes buradaydı, bir kişiyi aradı gözleri ama o yoktu. Burada değildi. Arabalar evden tek tek ayrıldı. "Gidiyor muyuz artık?"

"Sen sokaktan çık arabaya geç ben geliyorum." Anahtarı Taylan'a uzattı. Taylan sokaktan çıkarken Ahsen dönmeden biraz daha bekledi. Belki evin içinden Sarp da çıkar dedi ama beklediği olmadı. Sarp evde değildi, gelmemişti. Morali bozuldu.

Düşük bir suratla geldiği yoldan arabaya geri döndü. Çoktan arabaya binmiş Taylan'ın yanına bindi. "Bir şey mi oldu?" Taylan, Ahsen'in değişen suratına baktı.

Ahsen kafasını iki yana salladı. Yine aşkı kendi kafasında fazla abartmaya başlamıştı. Morali bozulsa da çabuk toparlandı. En azından fazla bağlanmadan bunun farkına varıyor olmaktan faydalandı. Çok şey bekliyordu belki de...

Arabayı süren bu kez Taylan'dı. "Kahvaltı yapalım mı?"

Ahsen cevapsız bir şekilde yola baktı. Dalgındı.

Taylan eve götürmeden önce bir kafenin önünde durdu. "Hadi gel bir şeyler yiyelim." Ahsen sessizce arabadan indi, sadece Taylan'ın yanında duruyordu.

"Ne yersin?" Taylan konuşmaya çalışsa da Ahsen'in gözü masadaydı. Kafasında dönen farklı şeylerle meşguldü beyni. Bir şey yemek de istemiyordu zaten. "Aç değil misin?"

"Aç değilim." Boşluğa bakmaya devam ettiği sırada genç bir çocuğun masalarına gelişini gördü. Her şey normalken gözleri isimliğe takıldı. Taylan siparişini söylediğinde Ahsen hala isimliğe bakıyordu. 'Sarp' ismi çocuğun gitmesiyle gözünün önünden gitmişti.

Arkadan çıkan bağırış seslerini duydu Ahsen. Taylan da aynı anda arka tarafa döndü. Az önce sipariş için gelen garsona arka tarafta bağırıldığını duyuyorlardı.

"Abi ben molamı ne zaman yapacağım?" diyen Sarp'ın etrafı kalabalıktı.

"İşini bitirince koçum. Siparişleri ver, boşları topla, masaları temizle." Kafe her geçen dakika doluyordu.

"Abi hepsini ben yaparsam saat kalmıyor?" Adamlardan biri ittirerek genci içeriye attı. Sarp sessizce boş masaların üstündeki bulaşıkları aldı, içeriye girdi. Bir süre sonra Taylan'ın siparişini getiren kişi yine aynı genç olmuştu.

Ahsen yine gelen isimliğe takıldı. Genç buna da endişelendi. "Yanlış bir şey mi yaptım?" Şikayet için isminin ezberlendiğini düşünüyordu.

Ahsen başını iki yana salladı. "Kaç yaşındasın?" diye sordu Sarp'a.

"On yedi..."

"Çalışmak istediğin için mi çalışıyorsun yoksa çalışmak zorunda olduğun için mi?" Enerjisi bitmiş Sarp'a bakmaya devam etti.

"Çalışmak zorunda olduğum için." Sarp arkaya döndü. Birazdan sırf burada konuşarak zaman geçirdiği için de azar yiyecekti.

"Yaptıkları suç biliyorsun." dedi Ahsen ama aynı anda Sarp da konuştu. "Yapacak bir şey yok. Paraya ihtiyacım var, çalışmak zorundayım."

"Eminim ki bizim gördüğümüzden daha çok şey yapıyorlar?" Sarp buna cevap olarak gözlerini kırptı. Ahsen bir kağıt çıkarıp bir numara yazdı. "Bu numarayı ara, avukat. İki gün sonra ara ama. Çocukluk arkadaşın verdi dersin, ama sana verdiğim tarih olarak bugünü söyleme. Beş ay önce verdi de tamam mı?"

"Benim avukata verecek param yok ki." Kağıda uzanmadı.

"Amaç da o zaten. Senden para almayacak emin ol. Ara durumu anlat sadece." Sarp başını sallayınca Ahsen yeniden konuştu. "Beş ay önce..." Sarp bu uyarıya da başını salladı. "Kameralar çalışıyor mu?"

"Çalışıyor." Azra gelirse kamera kayıtlarını da inceletirdi. Ahsen bu cevap üzerine Taylan ile göz göze geldi. Bugünün silinmesi gerekiyordu. En azından burayı gören kamera kaydı. Taylan masadan kalktı.

"Sen bu siparişleri paket yapıp bize hesapla birlikte getirebilir misin?" Sarp sorgulamadan siparişi geri götürdü. Kısa bir süre sonra paketle ve hesap cüzdanıyla geldi. Ahsen hesabı ödedi. "Bahşişler havuz sistemi mi?"

"Yok abla." Ahsen hesabın yanına bahşiş bıraktı.

"Cebine koy söyleme o zaman bunu." Masadan kalktı. "Biz ne zaman görüştük Sarp?"

"Beş ay önce abla." Bir şeyler olduğunu anlamıştı ama sorgulamadı Sarp. Ahsen'in dediğini yapacaktı.

"Avukata de ki, arkadaşınız hakkımı alabileceğimi söyledi. Buradaki olayları anlatırsın. Kolay gelsin." Ahsen, Taylan gelmeden kafeden çıktı.

Taylan kamera kaydını silmek için uğraşıyordu. Bugünün kaydını silmek için Ahsen'in kafeden çıkmasını bekliyordu. Ahsen kafeden çıktığı an Ahsen'in geçtiği yerlerin kaydını sildi. Çalışanları çeken içerideki kameranın kapalı olduğunu fark etti, orayı kayıt altına alan kamerayı açtı.

Çok oyalanmadan o da kafeden çıktı. "Sürekli ortalığa karışma." diyen Taylan, Ahsen'in yanındaydı. "Anlıyorum ortada haksızlık var ama kendini açığa çıkarma."

"İskender dışında kimseden gizlenmeme gerek yok Taylan. Azra ölmediğimi bilmesin diye sildin kayıtları yoksa bir sorun yok."

Yol boyunca ikisi de sessizdi. Ahsen'in aklında hala buraya gelmesini istemediği ama herkes gelmişken göremediği o kişi vardı.
















***
















 

İskender bulunduğu yeri değiştirmişti. Herkes de onunla beraberdi. Altay da Gökhan da ne olduğunu anlamamıştı. Gökhan merak etmiyordu ama Altay merak ediyordu. "Sıkıntı mı çıktı?" diye sordu Altay ama İskender'in mutlu yüzünden sıkıntı olmadığını anlamıştı.

"Şu savcı... Yalan değilmiş, gerçekten varmış." İskender'in sesi çok keyifli çıkıyordu.

"Buldunuz mu?" İçten içe endişeli olan Altay sesinden bir şeyleri belli etmemeye çalışıyordu. Bilinmezlik etrafında büyük bir panik yaratmıştı.

"Ortadan kaldırdık bile. Bir şey olursa seninle işimiz var Altay. Ne kadar iyi olduğunu şu saatten sonra kanıtlamak zorundasın." İskender oturduğu koltukta yayıldı.

Altay yutkundu. Ne ara olduğunu düşündü. Bu adamlar emin olmasalar bile birinin canını almak için çok düşünmeyen kişilerdi. Gökhan da şaşkındı. "Ne savcısı? Şimdi de savcı mı öldürdünüz?"

İskender sadece oğluna baktı, Gökhan sustu. Cenk içeriye girdi. "Ortalık sakin, gidecek misiniz?"

"Gideceğim." İskender oturduğu yerden kalktı. Altay da onunla beraber kalktı. "Sen de mi geleceksin?" diye sordu.

"Gelebilir miyim?" Emin olmak istedi. İskender omuz silkti. Bu umurunda olmadığını söyleme şekliydi. Gökhan oturduğu yerden kalkmadı, babasının yanında vakit geçirmek istemiyordu.

Cenk, Feriköy Mezarlığı'na götürdü İskender ve Altay'ı. Geldikleri mezarlığı görünce Altay'ın içi daha da sıkıldı. Ahsen'in annesinin burada olduğunu biliyordu, Ahsen'in öldüğünü düşünüyordu. Araba mezarın içine kadar girdi, Cenk, İskender adına çoktan bir çelenk koymuştu.

Mezarın dışında İskender'in adamları bekliyordu.

Altay için duygularını gizlemek hiçbir zaman zor olmamıştı ama şu an bu durumda, önünde Ahsen'in mezarı duruyorken gizlemek zordu. Zorlandığı belliydi ama İskender'in odağı tamamen mezar taşındaki yazıdaydı.

"Annesi mi bu kadın?" Yandaki mezar taşına takıldı gözleri. Soyadlarının aynı olmasıyla kaşlarını çattı. Cenk dudaklarını büzerek cevapladı. "Sanırım İskender Bey."

Mezarlığın ikinci kapısından üç siyah araba girdi. Ahsen'in mezarının önünde durunca İskender'in adamları arabaya döndüler. İskender'in çevresine etten bir duvar örülmüştü. Arabadan inen takım elbiseli adamların elinde de bir çelenk vardı. İtalyanca yazılmış bir yazı vardı. "Anni dopo, finalmente morì e la tortura di questa vita finì.'

Mezarın başına koyulan çelengin ardından Taylan kendi arabasından indi. "Silahlarınızı indirin."

"Hayırdır?" Cenk hala adamlarına silahlarını indirmesi için bir şey söylememişti. İskender hala adamlarının içindeydi.

"İskender Bey'in beklediği kişi geldi de ondan." Taylan'ın açtığı kapıdan Ahsen indi. Altay'ın gözleri büyüdü.

İskender önündeki adamları ittirerek Ahsen'e baktı. "Beklediğim bir kadın olsaydı haberim olurdu."

Bu sözleri Taylan, İtalyanca olarak Ahsen'e çevirmişti. Ahsen yaklaşarak İskender'in karşısına dikildi. "Non ti aspettavi Gerardo?"

İskender ne dediğini anlamadı ama duyduğu ismi anlamıştı. "Ne diyor?"

"'Gerardo'yu beklemiyor muydun?' diyor." İskender Taylan'ın sözleri üzerine Ahsen'i süzdü.

"Gerardo yaşlı bir adam değil miydi en son?" Taylan yine Ahsen'e zaten anladığı şeyleri İtalyanca olarak anlatıyordu.

Ahsen gülerek konuştu. "Ha mandato sua figlia, non vuoi?"

"Kızını gönderdi, istemez misin diyor." Taylan'ın çevirdiği cümleyle İskender'in suratında sinsi bir gülüş oluştu. Şüpheci olan süzme alıcı gözüyle süzmeye dönüşünce konuştu. "İsterim." İskender elini Ahsen'e uzattı. "İskender."

"Lo so. Vittoria." Ahsen de ona uzanan eli tuttu. Taylan konuştu. "İsminizi biliyor. Kendisi Vittoria. Gerardo Marcella'nın kızı." İskender, Ahsen'e gülümsemeye devam etti. Ahsen de aynı karşılığı verdi. Gözleri İskender'in yanındaki adamlara baktı. Altay'ı gördü ama kısa süre tuttu bakışlarını.

Ahsen'le göz göze gelen Altay derin, rahat bir nefes verdi.

İskender, süzdüğü Ahsen'e bakarak konuştu. "Gerardo neden kızını gönderdi? Ve siz neden mezarlıktasınız?"

"Il lavoro di mio padre è impegnativo, non sono nuovo. Era appropriato che venissi. Non è stato difficile per me sapere che eri qui." Ahsen ona çevirilmiş soruyu cevapladı. Taylan, İskender'e döndü. "'Babamın işleri yoğun, bu işlerde yeni değilim. Benim gelmem uygundu. Senin burada olduğunu bilmek benim için zor olmadı.' Erken gelmesi için Gerardo Bey gönderdi."

İskender başını salladı. Taylan yeni bir soru gelmeden İskender'in merakını giderdi. "Erken geldi ama konuşulan tarihte sizinle yeniden buluşacak." Ahsen girdi araya. "Ci sono molte persone che scappano, noi prendiamo il nostro lavoro in sicurezza. Che ne dici, il mattiniero viaggia."

"Kaçan çok olduğu için işlerini sağlamak almak istediğini söylüyor. Erken kalkan yol alır demeye getiriyor."

İskender konuştu. "O nasıl isterse öyle olsun. İstediği zaman, istediği şeyi veririm." Taylan bunu Ahsen'e sinirli bir şekilde çevirdi, aralara küfür de ekledi, İskender anlamıyordu. Ahsen başını sallayıp kıza bir süre mezara baktı, annesinin mezarına da akıp arabasına bindi.

Arabaya biner binmez Taylan sinirden küfür etmeye başlamıştı. "Orospu çocuğunu gördün mü? Gözleriyle yiyecekti seni."

"Neyse ki onu yemek için geldim. Bas gidelim Taylan." Mezarlıktan çıktıklarında koltuğa yaslandı Ahsen. İlerlediklerinde karşılarına çıkan kırmızı ışıkla durdular. Camdan bakan Ahsen zambakları gördü, aklına gelen kişiyle başı ağrımaya başlamışken elde duran zambakları tutan adama çıktı gözleri. Sarp'ı gördü.

Cama yapışacak kadar yakındı, Sarp'a bakıyordu. Üzgündü, Sarp'ın da üzgün olduğunu görüyordu. Elinde çiçekler vardı ama Sarp'ın yürüyecek hali yok gibi ağır ağır adımladığını görünce Ahsen'in üstüne büyük bir ağırlık çöktü.

"Birini mi gördün?" Mutlu, Ahsen'in camdan dışarıya gözleri dolu dolu baktığını görünce endişelendi.

Ahsen soruya cevap vermedi. "İskender gitti mi?" diye sordu, Arka cama baktı. Mutlu elindeki telefonla birilerine yazdı. Yeşil yandı, yavaş yavaş yürüyen Sarp'ı geçti Ahsen, Mutlu'ya döndü. "Gitti mi İskender mezarlıktan?"

"Bekle soruyorum." Mutlu telefonuna bakıyordu, mesaj bekliyordu. Mesaj geldi. "Gitmiş."

"Ben ineceğim o zaman." diye konuştu. Çok uzaklaşmadan inmek istiyordu. Sarp'ı izlemek istiyordu.

"Neden?"

"Annemin yanına gideceğim." diye konuştu Ahsen. Sarp'tan bahsetmedi.

"Bekle mezarlık boş mu?" Mutlu yine telefona döndü.

"Gerek yok, tanıdık birini görürsem gitmem." Taylan dikiz aynasından Ahsen'e baktı. Mutlu'ya döndü. Ne yapacağını soruyordu gözleriyle.

"Taylan sen de git yanında." Taylan arabayı sağa çekti, Ahsen ile birlikte indiler.

"Uzakta indik." Ahsen'in endişesi Sarp'ı kaçırmaktı. Onun geldiğini görünce tüm düşünceleri boşluğa düşmüştü ama onu bu halde ilk kez görüyordu. Sarp'ı daha önce hiç böyle, bitmiş bir halde görmemişti.

"Dide başka bir şey var, ne yapıyoruz bari bana söyle." Taylan da hızlı hızlı yürüyen Ahsen'e yetişmeye çalışıyordu.

Mezarlığa giren Ahsen onu tanıyan görevliye tanınmamak için saklanarak geçmişti. Mezarının başına gittiği an Sarp orada değildi. "Sikeyim! Kaçırdım." Gördüğü tek şey parçalanmış iki çelenkti. Sarp'ın sinirden parçaladığını tahmin etmişti. Mezarlıktan çıkmaya çalıştı, kapı yerine duvardan atlayacaklardı. "Gel burada kamera yok."

"Niye atlıyoruz?" Duvara tırmanmış Ahsen'e baktı. Yerler kardı, duvar buzluydu. "Dide annen için gelmedik mi?"

Ahsen çoktan dışarıya atlamıştı, üstünü silkeledi, kirlenmiş üstünü kabanıyla örttü. Yola baktı, Sarp'ı gördüğü an gözleri parladı. "Çabuk in bana yetiş." Sarp'ı kaçırmamak için peşine gitti.

Taylan da duvardan çıkıp Ahsen'in yanına yetişti. O da Sarp'ı gördü. "Havaalanındaki adam değil mi? Koruman mıydı? Onu mu takip ediyoruz?"

"Korumam falan değil. Sen gelmek zorunda değilsin." Sarp'ın girdiği mekana baktı uzaktan. Sarp çıkana kadar bekledi. Onunla beraber Taylan da bekledi.

Sarp çıktığında artık daha da kötüydü. Elindeki kavanoza baktı Ahsen. "O ne?" diye mırıldandı kendi kendine. Uzakta olduğu için içinde ne olduğunu anlamıyordu.

Sarp'ın sarhoş olduğunu anlamıştı, yürüyüşleri sarsaktı. Bütün bu duruma sebep olan kişi olarak kendini suçlayan Ahsen abisini, Sarp'ı, onun için üzülen herkesi üzdüğü için suçlu hissediyordu. Canı yanıyordu, yanına gitmek istiyordu ama gidemediği için de sinirleniyordu.

Uzaktan sevmenin zorluğunu tatmıştı ilk defa, zordu. Sevmemişti bu duyguyu. Onun için ölümü planlayan herkese öfkeliydi. Babası, eski sevgilisi, iş içinde olan herkes, şimdi de İskender. Üzülen sadece kendisi olsa bu kadar koymazdı ona ama etrafına baktığı herkesi de üzüyordu. Karşısında dağ gibi adamın yıkılmak üzere, eğik duruşunu görmek parçalıyordu içini. Abisinin yıllardır süren gözyaşları geldi aklına. Yarasına tuz basılıyordu her seferinde.

Bağırış seslerine dönemedi, gözleri sadece Sarp'taydı ama Sarp bağırış seslerine gidiyordu. Ahsen de adım adım yaklaştı Sarp'a. Ona gözükmediğine emin olduğu biz uzaklıkta izledi Sarp'ı. Tartışan ikilinin arasına girip erkekle tartışan Sarp'ı izledi.

Sarp'a adamdan söylenen söz ağır bir sözdü. Bu lafı ucunda değen kişinin kendisi olduğunu biliyordu. Sarp'ın ona söylediği itiraf hala tazeydi. Sevildiğini biliyordu, yanıldım sanmıştı, Sarp gelmedi sanmıştı ama bu konuda yanılmıştı Ahsen. Sarp onu bırakmamıştı, İstanbul'a gelmişti, üzgündü, görebiliyordu. Bu laftan sonra Sarp'ın sinirini bilen Ahsen'in önleyebileceği bir durum yoktu.

Adamı yere serişini izledi. "Ne oluyor ben olayları anlamıyorum?" Taylan da izliyordu Sarp'ı. Sarp uzaklaşmaya başlayınca Ahsen peşine, hatta yanına gitmek istedi ama yapamazdı. Yerde duran adama baktı. Zaten içinde tuttuğu sinirini zor tutuyordu, adam da konuşunca iyice sinirlendi. "Kimi şikayet edeceksin?" Küfürlü bir cevap alınca içindeki sinirini sardığı duvar çatlamaya başlamıştı.

Ahsen de dayanamadı, sinirini çıkaracağı kişi olarak bu adamı seçmişti. Yerden yeni yeni kalkmış adamın ayakta kalma süresinin yeterince uzun olduğunu düşünen Ahsen adamın karın boşluğuna tekme atarak ileriye sürüklenişini izledi. Adam yeniden yerdeydi. Adama yaklaştı. "Siktirin miktirin duymaktan pek haz etmem. Ayrıca şikayet işini unut yoksa kafana yiyeceğin darbeyle tüm hayatını silerim o kafandan."

"Sen kimsin amına koyayım?"

Duyduğu şey yine bir küfür olmuşken bu sefer de yerde duran elini gördü. Adamın elini ezmeye başladığında boş sokakta sadece dört kişi bu inlemeyi duyuyordu; Adam, sevgilisi, Ahsen ve Taylan. "Ben az önce ne dedim sana?"

Cevap inlemeydi. "O değil! Başka bir şey dedim." Adamın yutkunuşunu izledi, hala eline bastırıyordu ayağıyla.

"Tamam tamam küfretmeyeceğim dur artık." Ahsen, adamın eline verdiği basıncı hafifletti. Ayağını hala elin üstünde tutuyordu.

"Seni sadece uyarıyorum o adamı şikayet etsen de bir bok değişmeyecek. Ayrıca beni de öyle." Adamın sevgilisine döndü. "Ben burada değildim," adama döndü ardından. "Siz de beni bilmiyorsunuz, görmediniz?" Bundan emin olduğu sırada ayağını çekti. Zaten tanınacak kadar açık gözükmüyordu, kış ayında sıkı giyiniyor olmak saklanmak için idealdi. Hiç tanımadığın birine tek seferlik gözükmek hatırlanmayı zorlaştırırdı. Sokağın karanlık olması da bu işi destekler nitelikteydi.

Adamın sevgilisini taksiye bindirdikten sonra artık ortalıkta Sarp yoktu. Taylan'ın yanına ilerledi. Adam hala aynı yerdeydi. "Rahatladın mı biraz?" Taylan, Ahsen'in geldiği andan beri gergin olduğunun farkındaydı.

"Rahatlamadım Taylan. Kes sesini o yüzden." Hala rahatlamamıştı. Görev bitene kadar da rahatlayacağını düşünmüyordu.

Taylan'ı susturmayı denedi. "Ne dedim ben şimdi?"

Ahsen ofladı, sıkılmıştı. "Sıkıldım."

Taylan hatırlatması gereken şeyi Ahsen'e hatırlattı. "İşimiz bu?"

"Benim işim artık bu değil ve hiç bu şekilde de olmadı." İstihbarata görev yapmıyordu artık Ahsen, bunca zamandır yaptığı görevlerin hiçbir de bu kadar ağır olmamıştı.

Taylan da bunun farkındaydı ama o da sadece bildiğini yapıyordu. "Daha yeni başladık..."

Bu durumun farkındaydı Ahsen, yeni başlamışlardı, hemen bitecek kadar kısa da sürmeyecekti. Başını salladı, daha fazla konuşmak istemiyordu çünkü şu an sadece ağlamak geliyordu içinden.

***

Eve girer girmez Ahsen odasına çıktı. Evdeki herkes şaşkındı, onların yanında olan Taylan'a baktılar. "Sanırım bu görev sandığımızdan daha kıza sürecek."

Mutlu kaşlarını çatarak konuştu. "Neden?"

Cevap gecikmedi, ama Taylan'dan değildi. Ahsen'in odasından gelen sesler bir cevap olmuştu. Mutlu ayağa kalkınca Taylan elini uzattı. "Geldiğinden beri böyle, bırak biraz rahatlasın. Kolay değil. Bir şeyler var belli ki."

Yukarıdan gelen sesler fazlaydı, kimse hiçbir şey yapmadı. Seslerin bitmesini beklediler.
















***
















 

AHSEN DİDE KORKMAZ

İçimde biriktirdiğim tüm duygular artık taşmak üzereydi. Eve kadar kendimi tutmak için sıktım. Gördüğüm şeyler hoş şeyler değildi. Ölmediğimi bilsem de nasıl öldürüldüğümü görmüştüm, benim için yapılmış bir mezarlık görmüştüm. Beni öldürdüğünü düşünen adamın beni öldürdüğüne ne kadar mutlu olduğunu görmüştüm. Ailem dediklerimin üzüntülerini görmüştüm. Bir adamın benim için yıkıldığını izlemiştim.

Hoşuma gitmemişti. Üzmek üzülmek kadar kolay gelmemişti bana. Eve girer girmez odaya çıktım. Aynayla karşılaştığım an kendimden nefret ettim. Gördüğüm görüntü bir kadındı, bendim ama benim için verilen kararlar hep aynıydı. Kişiler hep değişiyordu ama sonuç hep aynıydı. Hepsinin tek bir amacı vardı; beni öldürmek. Milletin gözüne bu kadar battığımı bilmiyordum. Neden olduğunu da...

Aynadaki kendime baktım, bir şey aradım. Benim göremediğim ama öldürülmeyi hak ettiğim bir kusur aradım kendimde. Bulamadım, kördüm belki de?

"Ne kadar büyük bir sorunsun sen Dide? Ahsen oldun hala sorunsun?" Aynayı parçaladım. Göründüm artık kırıktı. Adımda mı bir lanet vardı?

Aynı bedene Vittoria adını verince beni öldürmek isteyen o adam sanki onun olmamı istiyor gibiydi. Bana hazırlanmış odaya baktım, dönüp dolaştığım, en sonunda geldiğim yer hep aynıydı. Bir oda... Bir oda kime zarar verip aynı anda koruyabilirdi ki?

Görev de yapmak istemiyordum, işimi de yapmak istemiyordum. Sadece boş boş yatıp dinlenmek istiyordum. Bu bana görülmüş bir iş değildi ama. Mutlu olmam sadece kişiler tarafından değil evren tarafından da elimden alınıyordu. Kafamın içinde artık taşıyamayacağım kadar fazla düşünce silsilesi vardı. Kırık aynaya baktım. İçimde yaşadığım büyük duygularım sadece içimi yıkmıştı. Dışım hala aynıydı, kimsenin anlamamasının sebebi her zaman bu soğuk ifadeye sahip olmamdı.

Artık benim de çökmem gerekiyordu ama çökmem için de bana izin verilmesini beklemem gerekiyordu. Benim çöküşüm sadece beni etkilemiyordu çünkü, ben çökünce denge bozuluyordu sanki. Odamı dağıtmıştım, normalde bu dağınıklığı hiç yapmaz ve hoşlanmazdım ama hiçbir şeyi kaldırmadan ve düzeltmeden, hiç yapmadığım kirli kıyafetlerimle yatağa yattım.

Odamın kapısı bir süre sonra çaldı. Cevap vermesem de kapı açıldı, gelenin Çağla olduğunu gördüm. "Dide? İyi misin?" Odanın hali tam olarak nasıl olduğumu anlatıyordu. Hiçbir parça eskisi gibi değildi, parçalanmış ya da çatlaktı. Dağınıklık beynimden toplu bir haldeydi.

Yatağımın diğer kısmı çöktü. "Sorun ne?"

Dudaklarım titredi. "Yorgunum Çağla. Uyuyacağım."

Çağla sesini çıkartmadan başını salladı ama yanımdan da ayrılmıyordu. Uyumak gibi bir planım olmasa da bahaneyle gözlerimi kapattım. Uyumam sanmıştım ama yanılmıştım. Yorgunluğum bana karşı savaş açmıştı, dirensem de uykum kazanmıştı.



















***



















 

Herkesin işleri çağırıyordu. Ölüm kimseye uğramadıktan sonra kalanların acısını dinlemiyordu hayat. Yaşamak için herkesin hayat mücadelesi devam ediyordu. Timin gitmesi gereken bir görevi vardı. Diyarbakır'a dönüş Ahsen'siz olacaktı. Sarp'ın gitmeye gönlü yoktu, Doruk'a döndü. "Görevden dönünce bana rapor hazırlar mısın?"

Doruk, Sarp'a baktı. "Ne raporu abi?"

"Bir süre askerlikten uzaklaştırmak için Doruk. Ben hemen bırakamam onu." İstanbul'u normalde sevmezdi, kalabalık hoşuna gitmezdi Sarp'ın. Hala sevmiyordu, küçük şehir Ahsen'i kaybettiği yerdi ama Ahsen'in artık burada oluşuyla yıkıldı nefreti. Yıkılmak zorunda kaldı hatta.4

Diyarbakır'ı artık eskisi gibi görmeyeceğinin farkındaydı. Alt katının artık boş olduğunun farkındaydı, apartmana girerken bakacağı bir kat yoktu artık. Balkona çıkınca Ahsen'in olup olmadığını anlayacağı bir araba aramayacaktı otoparkta. Alması gereken bir cevap kalmamıştı, toprak verdiğini geri alıyordu. Erken almıştı, Sarp için bu daha erkendi. Ahsen'i tam olarak tanıma fırsatını yakalayamamıştı. Onun hakkında bildiği şeylerin sadece acı olması hatırlayacağı şeylerin acısını büyütecekti.

Doruk'tan bir onay bekledi. "Rapor yazacaksın, ben yine geleceğim buraya." Doruk'a zorla bunu onaylattı. Arabasına yürüdü.

Doruk'un asıl endişesi başlıyordu; dönüş yolu... "Abi? Biz de seninle gelelim." Yanında birileri olunca tehlikeye atmaz diye düşünüyordu Doruk. Eve hep beraber dönmelerini istiyordu.

"Beni yalnız bırak Doruk. Merak etme kendimi öldürmem." Arabaya bindi, Doruk'u da anne ve babasını da beklemeden gitti.

Herkes geldiği gibi geri dönüyordu, geldikleri yere döneceklerdi.




***




 

Demir döner dönmez geldiği yere dönmeyen, onun isteğiyle buraya gelen adama nefretle baktı. Dün sıktığı boğazın mosmor olduğunu görünce keyiflendi.

"Hoş geldin Ali. Yolculuğun nasıldı umarım rahat rahat gelmişsindir." sessiz kalan Ali'nin yanına iyice yaklaştı Demir. Her yaklaşmada daha da büzüşen Ali sadece korkuyla bakıyordu ona doğru sağlam, dik ve ağır gelen adama.

"Korktun mu? Nasılmış, nasıl hissettiriyormuş gücünün yetemediği biri karşısında hiçbir şey yapamamak?" Yine sessizdi Ali çünkü dili tutulmuştu. Onu nereden tanıdığını bilmezken üstelik ailesini bile tanıması Ali'yi germeye yetmişken bir de ne boklar yediğini de biliyordu bu adam. Aylin'e yaşattığı şeyleri biliyordu, Ahsen'in neler yaşadığından henüz bihaberdi.

Ahsen de kurcalıyordu aklını, eğer Mete'nin dediği gibi Aylin, Ali'nin yanına hamile olarak döndüyse Ahsen, Demir'in kızıydı.

"Bu yüzden buradasın. Yaşattıklarını her bir zerresine kadar yaşayasın diye. Ve ben bunun için elimden gelen her şeyi yapacağım. Keyfine bak." İyice dibine girmişti Demir artık Ali'nin.

"Şimdi neler yaptın bana anlat da aynısını sana yapayım, yoksa ben öğrenene kadar bu iş uzar gider." Demir'in elleri tekrar Ali'ni boğazını buldu. Bir süre sıktı ve suratı tamamen morarana kadar bekledi. Son anda bıraktığında yine aynı şey oldu. Ali yana devrilip elleriyle acıyan boğazını sıkarak bir yandan da nefes almaya çalışıyor ve öksürüyordu.

Ali'den hiçbir cevap gelmeyince yine konuştu Demir. "İyi ben öğrenirim o zaman. Öğrendiklerimi de tek tek sende denerim Ali." Ali'nin tutulduğu yerden çıktı.

Timin yanına gitti. Kimseye hiçbir duygusunu belli etmeden konuştu. İşinin başındaydı yeniden. Herkesin suratı hala asıkken konuşmak zorundaydı. "Fırat işine devam edeceksiniz. Gittiğiniz yerlere yeniden gideceksiniz. Fırat elinde ne varsa oraya geri taşıtmış, her şeyi alıp döneceksiniz."

"Bu görevden sonra komutanım?" Mert herkesin sormak istediği şeyi sormuştu. Tim, İskender'i de bulmak istiyordu. Bunun için bir görev bekliyordu.

Demir anlamıştı. "İstihbaratın işi, bizim değil. Bizim işin içine girmemiz istenmiyor." İstihbarat yasaklamıştı askeri görevi. İşleri planlanmıştı, bozulmaması için timin işe girmemesi gerekiyordu.

Sarp alacağı raporla yapmayı planladığı şeyleri düşünüyordu. Demir'den çıkan sesle herkes kendine geldi. "Sizi de toprağa vermek gibi bir niyetim yok, aklınızı başınıza alın. Toprağın altında değil, dağın tepesinde lazımsınız bize!" Her bir askeri evladı gibiydi. Bir bayrağa sarılı tabut görmeye daha hazır değildi.
















***
















 

Bir evde tutulan Aslan cezaevindeki görüş yerine getirilmişti. Görüş sağlanmayacaktı normalde ama Alperen'in anlamaması için son kez bir görüş yapılacaktı. Bunun son olduğunu söyleyecek kişi de Aslan olacaktı. Alperen çoktan gelmiş babasını bekliyordu.

Kapıdan Aslan UĞUR girdiği an gözyaşlarını salan Alperen babasına koştu. "Baba!" dediğinde Aslan'ın iki eli de çoktan oğlunu kendine çekmiş sıkıca sarıyordu. "Oğlum!" Aslan oğlunun neden böyle olduğunu biliyordu. Ahsen'in ölmediğini biliyordu, o yüzden üzülmüyordu. Karşısında duran oğlunun haliyle anlamıştı ki savcı, oğlu için değerli biriydi.

"Ne oldu? Ne bu halin senin? Niye ağlıyorsun karşımda?" Sorusuna cevap almak için kollarını tuttu Alperen'in, kendinde uzaklaştırdı yüzünü görmek için. Alperen gözyaşları akarken sandalyeye geçti, ardından da hemen karşısına oturan babasına baktı. Genelde ağlamazdı, özellikle de babasının yanında. Ama bu koruma işinde başarılı olmamanın ve Ahsen'in ölümündeki suçluluğun ağırlığı Alperen'e fazla gelmişti. Eziliyordu.

"Savcı, o öldü baba." Alperen'in bir hayli buruk çıkan sesine karşılık Aslan gayet normal ve rahat bir tonla "Biliyorum." dediğinde Alperen'in kaşları çatılmıştı.

"Onu İskender'in adamları öldürmüş baba!" dedi babasının yüzünde biraz da olsun tepki görmek için. Ama Aslan yine aynı rahatlığını bozmadı. "Onu da biliyorum oğlum."

"Baba neden tepkisizsin, savcı öldü diyorum?" Babasından bu rahatlığı beklemeyen Alperen oldukça sinirlenmişti. Elini sertçe masaya vurdu. Bu babasının önünde asla yaptığı bir şey değildi. Hatta değil babası herhangi birinin yanında bu denli sinirli gözükmek hoşuna gitmediği için kendini korumak ya da işi gereği birilerini korumak dışında oldukça sakin biriydi Alperen. Babası bu tavrı karşısında ufak çaplı bir şoka uğrasa da bir kez daha görerek emin oldu Ahsen savcının oğlunda önemli bir yere sahip olduğunu.

"Sana diyorum baba! Bu kadar mı acımasız oldun? O kadın benim için seni buraya getirdi, her geldiğimde, her istediğimde seninle görüşmeme izin verdi, senin can güvenliğin için seni en güvenli koğuşa aldı. Sen içerideyken bana neler dediler neler yaptılar. Kendi başıma bir şeyler yapmaya, bir yerlere gelmeye uğraştım. Ezildim ben baba sen yoktun ama o oğluna sahip çıktı ilk defa biri beni senden daha fazla savunup korudu ve sen oğlunun ve kendinin hayatını kurtaran o kişi öldü dediğimde bu tepkiyi mi veriyorsun?" Ayağa kalktı birden. İçindeki tüm kinini babasına karşı kustuğunda bunu yaptığına şaşkındı. Ama dediklerinde tek bir yanlış olmadığı için içi rahattı.

"Otur şuraya. Madem sen konuştun benim de konuşmama izin ver." Ne kadar kızgın olsa da oturdu o sandalyeye tekrardan. "Ne diyeceksin baba. Ağzından çıkacak tek bir kelimende eğer sinirlenirsem çeker giderim. Bir daha da ziyaretine falan gelmem. Zaten buraya her istediğinde giremiyor insanlar sen de biliyorsun bunca zaman beni buraya seninle konuşmak için sokan kişi de oydu. Umursamadığın kişi. Nankörsün sen baba."

"Bitti mi?" diyen Aslan hala sakindi lakin bir tık sinirlenmemek elinde değildi. Az önce oğlu ilk defa ona sesini yükseltmiş, bağırmış hatta az daha zorlasa belki vuracaktı bile.

"Bitmedi! Ne diyeceğin umurumda değil, madem muhbirliği seçtin ve savcı da öldü bana anlatacaksın. Bana İskender'i nasıl yakalayacağımı söyleyeceksin baba." İskender hakkında en ufak bir bilgi bile işine yarayacaktı ve bunun için gelinmesi gereken en doğru adresin babası olduğunu biliyordu. Babası ile İskender her ne kadar düşman sayılsa da zamanında ikisi de henüz işlerin başında değil de küçük bir adamken aynı kişi tarafından yönetilen iki arkadaştı. Hatta ikisi de kendi işlerinin

"Saçma sapan konuşma Alperen, ne yapacaksın onca adamın içine tek başına mı dalacaksın. Yeni bir savcı atarlar o ilgilenir uzun sürmez. Kafana göre iş yapma." Oğlunun canını tehlikeye atmasını istemiyordu ama eğer gerçekten savcı ölmüş olsaydı oğluna bilgi verirdi. Gerçeği bildiği için oğlunun canını tehlikeye sokmaması gerekiyordu bu yüzden anlatmayacaktı. Ayrıca savcının işini de baltalamak oğlunu onun başına bela etmek de mantıklı bir hareket olmayacaktı.

"Sen ne diyorsun ya? Ben geberiyordum geberiyordum. Senin haberin yok tabii. İskender'in oğlu yolumu kesti, dövdürdü lan beni adamlarına öldüreceklerdi az kalsın. Kim girdi o kadar adamın içine tek başına biliyor musun baba? Dide abla girdi. Beni oradan çıkartmasaydı oğlun yoktu. Her gün benimle beraber, bana nasılsın diye soran, beni merak eden kişiydi o baba. Bunca yıllık babamsın savcımla geçirdiğim üç aya değmezmişsin" Ağır konuşuyordu Alperen, kendini kaptırmıştı ama bunları merak eden Aslan susturmadı oğlunu. Merak ediyordu gerçek hislerini. "Senin keyfin yerindeydi tabii, tüm pislikleri üstüme yığıp gittin. Nasıl rahat mıydı savcımın sana hazırlattığı koğuş. Ulan sen geberme diye seni düşündüğü, yaptığı şeye bak. İnsan gerçekten babasını seçemiyormuş. Şu an Dide ablayı daha iyi anlıyorum. Biliyor musun hep şükretmiştim beni seven bir babam var diye ama sen beni sevmiyormuşsun baba. Sen içeriye girdiğin an beni sormayı bıraktın çünkü dışarıda birinin senin ayak işlerini yapması gerekiyordu. Bana vurmadın evet ama bana o kadar ağır bir iş bıraktın, o kadar ağır bir isim yapıştırdın ki, ne kadar söküp atmak için uğraşsam da yapamıyorum. Müsaadenle bilgi vermeyeceksen gidiyorum. Sen de artık yeni savcınla başka bir koğuşa geçersin umarım orada çürüyüp gidersin baba."1

Aslan'ın cevap vermesine müsaade etmeden kalktı, bir daha oturmamak üzere kalktı ve kapıdan bir hışımla çıktı. Aslan yediği lafları sindirmeye çalışıyordu ama bu zordu. Onu sevmediğini düşünüyordu Alperen ama yanılıyordu. Sevgisini içinde yaşayanlardandı Aslan. Söylemez ama hissettirirdi, duyduklarına göre hissettirmeyi de becerememişti. Oğluna yıktığı ismin ağırlığının farkındaydı ama işleri geriye alamıyordu. Elinde toparlayabileceği tek bir şans vardı, muhbir olmak da kolay bir karar olmamıştı. Bunu da Alperen için yapıyordu. Oğlunun onun burada ölmesini istediğini duyması da Aslan'ı yıkmıştı. Bir babanın evladından duymak istemeyeceği ne varsa az önce oğlunun ağzından duymuştu Aslan.

Ahsen'in oğluna sahip çıktığını duymak içindeki tek rahatlıktı. Kendisinden ötürü belki nefreti Alperen'e de yansır diye düşünüyordu sürekli. Bilerek tehlikeli işlere sokar da Alperen'i dener diye düşünüp durmuştu ama Ahsen hiçbirini yapmamıştı. Oğlunun anlatışına göre sadece savcı olmaktan çıkmış bir abla olmuştu Ahsen ona. Bunun ne anlama geldiğini biliyordu Aslan. Oğlunu durdurmak zor olacaktı.

Yeni savcı atanabilirdi o da biliyordu ama burada işi yoktu Alperen'in artık. Tek bir işi vardı o da savcıyı, bir zamandan sonra ona abla olan Dide ablasını korumaktı. O artık olmayacağına göre Alperen'i burada tutan hiçbir şey kalmamıştı. Zaten İstanbul'da kesilmesi gereken bir hesap vardı. En azından bunu yapmaya borçlu hissediyordu. Evine doğru yola koyuldu tüm eşyalarını toplayıp kimseye bir şey demeden çıktı ve İstanbul'a doğru yol aldı. Zaten haber verecek bile kimsesi yoktu bir babası vardı bir de Dide ablası ama artık ikisi de geçmiş zamanla anılan kelimelerdi. Sonuna hep "-dı,-di" eki getirilecek kelimeler... Babasını da gözden çıkartmış gibiydi.
















***
















 

Geride kalanlar geride bıraktıkları işlerini yapmaya devam ediyordu. Alperen'in bir işi yoktu artık, İstanbul'a gitmeye kararlıydı.

Tim göreve gitmişti, Sarp'ın herkesten ayrı planı vardı, hala detaylarını kendi kendine düşünüyordu.

Doruk işini yapmaya devam ediyordu, yine birilerinin hayatını kurtarmak için canla başla çalışıyordu.

Ali, Demir'in elindeydi. Demir ne yapacağını düşünmek için hastaneye gelmişti. Doruk'u buldu, yanına ilerledi. "Albayım? Bir şey mi oldu?"

Aylin'e zarar veren birinin çocuklarına da zarar verebileceğini biliyordu Demir. Ahsen'in de Ali'den şiddet gördüğüne emindi ama bunun ne kadar fazla olduğunu bilmiyordu. "Bana birinin hastane geçmişi lazım Doruk." dedi.

"Tabii. Kimin?" Doruk elinden geldiğince yardımcı olmak istiyordu. Azra da Doruk'un yanına gelince Demir, Azra'ya baktı. Hemen ardından yeniden Doruk'a döndü. "Ahsen'in..."

Azra ilk konuşulan muhabbetleri duymamıştı. "Bir şey mi oldu yine?" diye sordu Demir'in ağzından çıkan isim yüzünden.

"Hastane kayıtları lazım."

"Albayım verebilirim ama veremem." Doruk'un söylediği şeyi Azra anlamıştı.

"O ne demek?" Ama demir anlamamıştı.

"Yani ne zamandan itibaren ve ne zamana kadar görmek istiyorsunuz? Hepsini vermem mümkün değil." On üç yıllık kaydı çıkarması mümkün değildi.

"Ne zamandan ne zamana kadar var bu kayıtlar?" Demir'in içini büyük bir endişe sardı.

Doruk konuşacakken Azra girdi araya. "On üç yıl. On üç yıllık kayıt, hepsini görmeniz mümkün değil." Ahsen'in o on üç yılında vardı Azra. Aklına her geldiğinde içi sıkılıyordu.

"On üç yılın hepsi dolu mu?" diye şüpheyle sordu Demir.

"Hemen hemen." Doruk aklına gelen kayıtların sıklığını hatırlıyordu.

"Bu...?" gerisini söyleyemedi Demir.

Azra konuştu, artık saklaması gereken kişi yoktu. Doruk Ahsen'den yalanları duysa da bunların babasından dolayı olduğunun farkındaydı. "Babası. Babasının yaptıkları." dedi. Ali'ye olan siniri diriydi.

Demir'in çenesi gerildi, dişlerini sıkmaya başladı. On üç yıllık hastane kaydının hepsinin sebebinin Ali olması öfkelendirdi. "Parça parça çıkar o zaman Doruk. Hepsini istiyorum." Ali'ye vereceği cezaların hepsini bilmek istiyordu.

Nasıl hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Gerçek bir evladını olduğunu öğrenmek güzel olurdu ama onu kaybettikten sonra öğrenmek hiç bilmemiş olmaktan daha acı vericiydi. Onu tanıma fırsatı olmamıştı, büyüyüşünü izleyememişti. Yanında olamamıştı. Üstelik on üç yıllık bir acısının olduğunu öğrenmişti. Tüm bunlara nasıl dayanacağını bilmiyordu. Kimseye de bunu belli edememenin verdiği sızı büyüktü.

Baba olamadan baba olmanın ve bunu hiçbir zaman hissedemeyecek olmanın ağır acısı vardı. Tüm acıların yanında dünyanın en büyük acısı olarak bilinen evlat acısını da yaşıyor olmak Demir'i bitirecek bir nedendi.
2

***
BÖLÜM SONU...

Nasıl buldunuz? Umarım beğenmişsinizdir.

Kendinize çok çok dikkat edin olur mu?
Sizi seviyorum.

Oy ve yorum atan herkese şimdiden çok teşekkür ederim.

 

Bölüm : 24.01.2025 23:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...