Ben geldim
Hepiniz hoş geldiniz.
Nasılsınız? Umarım iyisinizdir, umarım her şey yolundadır ve umarım salgın size de bulaşmamıştır. O kadar karışık geçti ki şu aralar hayatım, düzenim şaştı. Yazmak için zaman bulamadım. O yüzden geciktim.
Özür dilerim... 🥺
Ben size yeni bölüm getirdim, bu bölümde aslında iki seçenek vardı kafamda ya olayları devam ettirerek bir bölüm yazacak, sonra zaman atlaması olarak bir sonraki bölümü yazacaktım ya da bu bölümde zaman atlaması yapacaktım. Seçmek çok zamanımı almadı, o yüzden bu bölümde zaman atlaması olacağını belirtmek istiyorum.
Yazım yanlışlarım olursa şimdiden kusuruma bakmayın.
Satır aralarında bol bol yorumlarınızı bekliyorum, ben de sizin yazdıklarınızı okuyayım?
Başlamadan yıldıza da basalım mı?
Keyifli okumalar diliyorum, başlayalım.
***
"Ruhları birbirine bağlı insanlar var,
yürekleri mesafe kabul etmez."
***
Visal 🥀🌕
AHSEN DİDE KORKMAZ
Bir çift yeşil göz peşimi bırakmıyordu. Yine karşımdaydı, sessizce bana bakıyordu. Yemyeşildi, hafif sarılarla çevrili gözbebeği vardı, gerisi yeşilin tüm tonları. Sadece gözleri vardı ama kim olduğunu biliyordum. Gerçeklikten uzaktı çünkü konuşmaya çalışan sadece bendim. Cevap vermiyordu, onu küstürmüştüm sanırım.
"Sarp?" dedim. Karşımdaki gözlerde yeşiller azaldı, gözbebekleri büyüdü. Sarı, uzun kirpikleri süslüyordu çevresini. "Kızdın mı bana?"
Bir cevap yoktu, rahatsızdım. Yüzünün tamamını görmek istiyordum. O beni gözlerimden anlıyordu ama bu sorumun cevabını gözlerine bakarak anlayamıyordum. "Özür dilerim." Tuttuğum çoğu sözün ardından ona verdim ilk ve tek sözü tutamamış olduğum için özür dilemiştim.
Tüm yüzü karşıma çıktı, tüm bedeni ayakta, karşımda. Onu son gördüğüm gibi çökmüş hali değil, her zamanki hali gibi dikti. "Bekliyorum." dedi sadece. Gözleri sulandı. "Bekliyorum seni, ya da yanına gelmeyi."
"Söz verdim." dedim sadece. Dönmek istiyordum, evimde olmak istiyordum.
Tüm bu düşüncelerim arasında karşımdaki Sarp'ın gittiğini, onun yerine annemin karşımda olduğunu görmek şaşırttı. Uzun zaman olmuştu annemin yüzün bu denli detaylı göremeyeli. Gözlerim doldu. "Miniğim..." Uzun zaman sonra ilk kez bu kelime sahibinden çıktı, tekrar bana, benim için. Artık minik değildim. "Dide'm..." Artık Dide de değildim.
"Anne?" Ağzımdan çıkan kelime, söylenmemek üzere kapanmış o kilidi kırdı. Karşımdaki kadın annemdi, benim için canını veren kadın. Ben onun karşısında ezilirken o bana gülümsüyor yine tek bir bakışıyla bana tüm sevgisini aşılamaya çalışıyordu.2
"Annem." dedi naif sesi. Özlemiştim, çok özlemiştim. Sesini, yüzünü, gülümsemesini. Şimdi fark ediyordum, ben anneme benziyordum.
"Özür dilerim." Yıllarca sadece adının yazdığı taşa bile bakamadan söylemiştim ama bu seferki farklıydı.
"Dileme miniğim, özür dileme. Kötü düşünme, kötü olma. Şen ol, Dide ol. Ahsen olarak değil, Dide olarak güçlü ol." Ben annemin karşısında gülümseyemedim, o ne isterse yapmaya hazır olan ben bunu yapamadım.
Küçükken tek bir eli kaplardı tüm yanağımı, artık karşısına büyük bir kadın olarak çıkmıştım. İki eli yanaklarıma değince irkildim. Sanki gerçek gibiydi, annemi hissediyordum. Başını çevirdi bana. "Bu kim?" dedi, eliyle arkasını gösterdiğinde, parmağının ucunda gösterdiği şeye baktım. Sarp'ı kendi yatağıma bükülmüş, üzgün gördüm yeniden.
'Kim?' sorusuna ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Arkadaş demek gelmiyordu içimden ama tanıtacak başka sıfat da çıkmıyordu ağzımdan. İnsanlar arkadaşlarına aşık olmazdı, onun bana itiraf ettiği hislerin farkındaydım. "Sarp." dedim sadece, o da sadece yatağımda yatmaya devam ediyordu. "Anne ben dönmek istiyorum." dedim bir anda. Yola çıkmadan önce, bir an önce İstanbul'a dönmek istiyorum demiştim ama şimdi İstanbul'da kalmak istemiyordum. Ağlamaya başladım. "Anne, özür dilerim ama ben dönmek istiyorum. Evim orası özür dilerim. Dönmek istiyorum."
"Sen nereye ait olmak istiyorsan oraya git miniğim. Seni çeken şey zaten oradadır. Her şeyin bir amacı var. Git miniğim, istediğin yere git. Kimse tutmasın seni, izin verme. Nerede olmak istiyorsan, kimin yanında durmak istiyorsan orada dur." Parmakları, gözlerimdeki yaşları silmeye çalıştı. "Ağlama. Artık ağlama miniğim."
Sarp'a baktım, kaybolup gitmesini istemedim. Anneme geri döndüm. "İyi biri mi?" diye sordu. "Diğeri gibi mi?" diyerek devam ettiğinde başımı iki yana salladım.
"Değil... Sarp iyi ama ben değilim anne." Kızların kaderi annelerininkine mi benzerdi? Bana bıraktığı mektuplar geldi aklıma. "Anne, babam..." diyebildim sadece. "Mektup, okudum."
Bana sadece baktı. "Kim? Ali değil, başka biri. Seni bıraktı mı? Kötü biri miydi? Beni bıraktı mı?" Bir rüyanın içinde olduğumu biliyordum. Ne kadar gerçek gibi hissettirse de annemin böyle karşımda oluşu imkansızdı. Rüyaydı, benim bildiklerim dışında bir cevap olmayacaktı, benim kendi kafamda kurduğum cevaplar dışında bir cevap vermeyecekti.
"Büyüdün, geç oldu ama bulacaksınız." dedi sadece. Evet geç kalmıştı, çok geçti. Bulmak, hesap sormak istiyordum. Başına 'neden' kelimesini koyacağım tonla sorum olacaktı. Ali belki de benim onun kızı olmadığımı bildiği için bu denli nefret ediyordu benden. Ona baba kelimesini kullandığımda bu yüzden vurmaya devam ediyordu bana. O abime böyle değildi, sadece bana böyleydi. Abim ile babalarımız aynı mıydı peki? Bana baba olamayan Ali, abimin babası mıydı yoksa babası olmadığını mı bilmiyordu. Onun için yalnızca abim olduğunu biliyordum. Başına bırakılmış bir başka çocuk... Karısının ona bakmasını istediği başka bir çocuk... O çocuk bendim.
Ali beni sevmek zorunda mıydı? Hayır. Ama bu denli kötü davranması normal miydi? Hayır. Bencil bir adam iyi olamazdı. Ben bencil miyim? Evet mi hayır mı? Herkes için önemli olan kendisi değil miydi? "Bulmak istemiyorum." dedim. İyi ya da kötü olması umurumda değildi. İyiyse geçti, ben tüm her şeyi yaşamıştım. Yanımda değildi, bir katkısı olmazdı bu saatten sonra. Kötü olursa da zaten bulmanın bir anlamı yoktu. Zihnimde sadece tek bir baba profili vardı; abim. Başka bir baba görmek bilmek istemiyordum.
"Bulacaksın." dedi annem. "Şimdi git." Sarp'ı gösterdi. "Hayattasın, yanımda değil. Ben senin yanındayım, sen değil. Hayatta kalmanı istedim hep, bu hayatı yaşamanı. Git yaşa." Ellerini ellerimden çekti. "Ben yanındayken mutlu edemedim bari şimdi özgürlüğüne kavuşmuşken mutlu ol miniğim. Seni çok seviyorum, abini çok seviyorum. Benden özür dileme, bir gün anne olduğunda evlat kelimesinin ne anlama geldiğini, onun uğruna ne yapılacağını anlayacaksın. Hislerinden kaçma, sev, sevil." Saçlarımdan öptü, düz değildi, kendi halinde kıvır kıvırdı. Görünce mutlu oluyordu.
"Gidecek misin?" Hemen gitsin istemiyordum. Uzun zamandır görmüyordum.
"Ben hiç gitmedim ki, sabah doğan güneş gibi, akşam esen rüzgar gibi, yağan yağmur gibi yanındayım, dokunuyorum. Ben sensiz yapabilir miyim? Kafanı çevirdiğinde beni neye yakıştırırsan ben oyum miniğim. Sen iste yeter." Gözümün önünden silinmeye başladı annem. Toz gibi, un ufak oldu. Yok oldu yine ve ben yine karanlıktaydım. Koca bir boşlukta benimle birlikte karanlıkta duran Sarp'a ilerledim.
Ses etmeden yanına oturdum, yatağımda yatmaya devam ediyordu. Dokunmak istedim, ben buradayım demek istedim. Ne dokunabildim, ne de sesim ona duyuldu. Beni görmüyordu, hissetmiyordu, duymuyordu.
Gözlerimi açtım. Hala rüyada mıyım diye bakındım etrafıma ama değildi, gerçekten uyanmıştım. Kendi kendime söylendim. "Ali olsaydı çıkamazdın rüyadan, şimdi hemen çıktın." Erken kalkıyordum zaten ama bu fazla erken olmuştu, gece birdi.
Bir sonraki rüyamı biliyordum, yine Ali gelecekti. Her güzel şeyimin sonunda o vardı, bozup duruyordu. Uyumayacaktım. Yataktan çıkıp çantamı yatağa boşalttım, bir kalem aradım. Buldum da. Bir kağıt, bir kalem tuttu ellerim.
Benim hatırlayacağım şekilde çizmeye çalıştım. Annemi, unutmamak için ekledim her detayını, uzun zamandır bir şeyler çizmemiştim. Ama annemi kötü çizmem imkansızdı. Fotoğraflardan hatırlıyordum yüzünü de sesi silindi sanmıştım. Silinmemişti. Sürekli panik olan tonundan ayrı, nadir duyduğum naif sesini bile hatırlıyordum.
Bir başka kağıda da Sarp'ı çizmek istedim. Benim yatağımın üstünde yattığı gibi çizmeye çalıştım. İki resim vardı artık elimde, unutamayacağım bir rüyaydı. Birisi toprağın üstünden, diğeri altındaydı. Yan yana gelmeleri imkansızda ama yan yana tutuyordum onları. En büyük sıkıntı da ben ikisinin de yanında değildim.
İçeriden gelen seslerle kağıtları katlayıp çantama attım. Herkes hala uyanıktı, benim uyandığım saatte onlar uyumaya gidiyordu. Bugün sevkiyatı patlatacaktık, bir süre sessizlikle yanında kalmaya devam edecek, giden paraların çıkması için bir davet gecesi düzenleyecektik. İskender kaybettiği malları pek umursamazdı ama yanında malların sahibi olarak ben durunca para sorun olacaktı.
Biraz da onun ip üstünde yürümesi gerekiyordu. Biraz da onun acı çekmesi gerekiyordu. Telefonu çıkarttım. Bizimkilerin numaraları, başsavcımın numarası ve bir de Aslan'a ulaşacağım bir numara vardı. Aslan'la konuşacaktım. "Savcım." diyen sese konuştum. "Aslan'a verin telefonu."
"Tabii savcım." Arkadan gelen sesleri dinledim. "Kalk!" Uyuyordu sanırım. "Hayırdır, buradan da mı tahliye edildik, ne bu acele?" Aslan'ın polislerle konuşmaları geliyordu kulağıma. "Savcım aradı. Kalk."
Bir süre oluşan sessizlik sonunda Aslan'ın sesini duydum. "Savcı... İyi geceler."
"Günaydın Aslan. Beynin çalışmaya başladıysa konuşacağız."
"Ne istersen sor bana savcım."
"Bugün..." dedim sadece. Sevkiyat konusunu biliyordu. Tek bir kelime anlamasına yetmişti.
"Güzel bir gün. Sevkiyatın yerini tam olarak biliyorsan bana ihtiyaç duyduğun şey nedir?" Sadece tek bir soru soracaktım ona. Sevkiyatla alakası yoktu, sonrasıyla alakalıydı.
"İskender, malını malın sahibinin yanında yakalatırsa ne yapar?" Bu cevabı bilmem gerekiyordu, öğrenebilirdim ama bu iş için fazla geç olurdu. Onu benden iyi bilen birinden öğrenmem gerekiyordu. Davet gecesi ya da başka bir şey düşünmem gerekecekti.
"Sana rezil olmamak için elinden geleni yapar. Senden gizli yeni mal toplamaya çalışacaktır. Muhtemelen bir başkasına, ondan aşağıda olan birine borçlanacaktır. Bu onun için sorun da olmaz, sen gittikten sonra çöker o adamın üstüne alır her şeyini, eski durumuna devam eder. Sevkiyat sırasında onu orada yakalayın, neden sonrasını düşünüyorsun?" Yeni bir örgütle uğraşmak işleri gereksiz uzatacaktı.
"Olmaz... Başkalarını araya sokacaksak da bunu uzun süreli yapamayız. Onun her şeyi lazım bana, tüm taktikleri, tüm kirli işleri. Hepsini görmek, belgelemek istiyorum." Herhangi bir çatışmada içinde zarar görmesini istemeyeceğim biri vardı içlerinde. Altay abiyi de düşünmek zorundaydım.
"Tehlikeli." dedi. Farkındaydım ama her yol en az bu kadar tehlikeli olacaktı.
"Davet? Bağış gecesi falan yapmaz mı? Kara para aklamak bu şekilde daha kolay değil mi?" Bir gece olmak zorundaydı, bağış, sahte açık artırma, sahte iş anlaşmaları... "Eğer sevkiyatın benim değil de devletin eline geçtiğini görürsem bana itaat etmekten başka şansı yok. İskender'in iplerini tamamen benim elim alırsam, ne istersem yapmak zorunda kalır."
"Sevkiyatta giden paramı geri isteyeceğim, bir başka örgütle uğraşamam, zamanım kısıtlı. Siz bir gecede çok para kaldırıyorsunuz. İskender aptal olmadığına göre bunu yapmaktan başka bir seçenek bırakmayacağım ona. Geceyi ben ayarlayacağım." Her şeyi kafamda oturttum.
"İskender kabul etmeyebilir, o zaman ne yapacaksın?" Kabul etmemek gibi bir şansı yoktu, ki kabul etmek değil, ne istersem yapacağını düşünüyordum.
Telefonu kapatacağım sıra seslendi. "Savcım?" bir süre sessiz kaldı, onu dinlemeye devam ettim. "Alperen, İstanbul'da. İskender onu bulmamalı."
"Alperen neden burada? İtiraz edemedin mi, söz geçiremedin mi oğluna?" Düşündüğüm iki kişi vardı zaten, üçüncüsünün eklenmesiyle uğraşamazdım. Hele de Alperen'in İskender'in gözünde ne olduğunu bilerek uğraşmak zor olurdu. "Geri çağır o zaman!"
"Açmıyor telefonlarımı, son bir görüş ayarladınız, tartıştı benimle çıktı gitti."
"Sen durumun farkında mısın Aslan! Yanıma bilerek gönderilmemişti, biliniyordu. İskender, Alperen'i tanıyordu. İstanbul'dan Diyarbakır'a sırf Aslan'ın peşine gönderildiği adamların ardından Alperen'i burada bulurlarsa ne benim için ne de Alperen iyi olmazdı.
Bir şey olursa korumak için atılamazdım.
"Farkındayım. Farkındayım, söyledim ama şimdi telefonlarımı da açmıyor. Onu gördüğüm zaman ağzına s-" durdu ama ne dediğini anlamamak mümkün değildi. "Posta koydu gitti, anlayacağın aramız baya bozuk. Oğluma bir şey olmasın savcım, lütfen."
"Aslan Alperen çıkarsa karşıma sanırım sadece ona değil bana da, yanımdaki onca istihbarata da bir şey olacak. Neden biliyor musun? Oğluna laf geçiremedin diye. Kapat şu telefonu, Alperen'e ulaşmaya çalış." Telefon görüşmesini daha uzun tutmadım. Kapattım.
Bana bugün şimdiden başlamışken, herkese yeni bitmişken odadan çıktım. Yine dışarıya attım kendimi, koştum. Her şeyden kaçar gibi hiç durmadan koştum hem de. Artık mezarlığa kafama göre kapıdan giremiyordum, güvenlik beni tanıyordu. Her zaman atladığım duvardan girdim. Her günkü gibi ne kendi mezarıma ne de annemin mezarına yaklaşabildim.
Gece olmasının benim için iyi olacağını, bir fırsat olacağını düşünsem de yine doluydu başım. Üç kişinin sırtı vardı gözümün önünde; Zeynep, Berkin ve Ege. Annemle benim mezarının arasındalardı, öylece duruyorlardı. Beni mutlu edenleri yaşarken de, ölüyken de üzüyor olduğumun bir örneğiydi karşımdaki görüntüler. Ne varlığım onlara bir şey kattı, ne de yokluğum. Elimde olsa Azra gibi uzaklaşırdım ama elimde olmamıştı. Bırakmamışlardı beni. Ege sırf beni bırakmamak için bile üniversitemizi aynı yazmıştı.
Üçünün de baktığı yön değişince önümde duran bir yabancının mezarına döndüm ben de. Uyanık olan bir ölü bendim burada, gökyüzünde olamayan. Gök bana küsmüştü belli ki. Ya da Ali'nin kudreti o kadar büyüktü ki beni ne hayata sığdırmıştı ne de ölüme.
Beni gördüklerinin farkındaydım, gece vakti kendileri gibi buraya gelen birini görmemek ve sesi duymamak imkansızdı. Daha fazla kalmak istemedim, belki de yakalanmaktan korktum. Tek bildiğim şey ben burada ne kadar uzaktan çırpınırsam çırpınayım, göze batarsam eğer bu üç kişiye yakalanırdım. Beni tanıyorlardı, attığım adımı, en ufak hareketimi, çıkardığım saçma bir sesi...
Koca karanlığın içinden geçtim, tırmanmam gereken o küçük duvardan atladım. Benden uzak duran ama peşimden gelen iki adamı gördüm, bir şey demeden ilerlemeye devam ettim.
***
Görevden dönen tim evlerine dağılmıştı, Sarp'ın evden önce gittiği yer hastane olmuştu. Doruk'tan alacağı bir kağıt parçası için gelmişti, vakit kaybetmek istemiyordu. Kardeşini bulamadı, aradı. "Doruk neredesin? Evde misin?"
"Evde değilim abi, İstanbul'dayım. Azra'nın yanındayım." Sarp'ın ne zaman döneceğini bilmiyordu, sevdiği kadını yalnız başına uzaklarda bırakmak istememiş peşine gitmişti.
"Ne demek İstanbul'dayım Doruk? Bana söz verdin. Rapor ayarlayacaktın? Sen bile oradayken ben burada kalamam! O şehirde olması gereken kişi benim!" Hastanenin koridorunda bağırdı Sarp. Burada kaldığı her saniyeye lanet ediyordu. Görevin erken bitmesi için elinden heleni yapmıştı, onu İstanbul'a götürecek bir kağıt, rapor için sabırsızdı. Doruk'un bırakıp gitmesine sinirlendi.
"Sena sana istediğin raporu verecek abi, ben konuştum. Azra burada, sen nasıl uzak kalamıyorsan ben de ondan uzakta knu düşünmekten geberemem. Haklısın, özür dilerim ama istediğin rapor için Sena ile konuştum." Ilgaz'ın sevgilisi Sena'nın odasına ilerledi. Time belli etmek istemiyordu, ne diyeceğini de bilmiyordu.
'Birini sevdim ama o beni sevmiyordu, o gitti ben kaldım.' mı diyecekti? Böyle mi açıklanırdı, bilmiyordu.
Kısa bir nefes ardından kapıyı çaldı ve açtı. "Sarp, ben de seni bekliyordum. Dönmüşsünüz Ilgaz'la konuştum." Sena onunla konuşurken içeriye girdi.
"Ilgaz damlamasan benim raporumu halledelim o zaman?" Söyleme demeden söylemesini istemediğini belli etti Sarp. "Ne kadar verebilirsin?"
"Yıllık iznini kullanmak ister misin?" Sena rapor dışından konuşuyordu.
"Az. Bana ondan daha fazla gün lazım. Ne kadar verebilirsin?" İskender'di görevi. Kendi kendine bir görev belirlemişti. İskender'i alacaktı ya da geberdiğinden emin olacaktı.
"Tıbbi bir müdahale için sahte bir hastalık girmem gerekiyor. Bu ne kadar uygun? Doruk biraz durumları anlattı, yani İstanbul'a gitmek istediğini. Açıkçası gerisini ben anladım, onun için gidiyorsun. Ama Sarp emin ol senin kendini tehlikeye atmanı istemezdi." Sena ciddi ciddi karşısına Sarp'ı alıp konuştu. "Mental olarak iyi değilsin, açıkçası rapor kolay. Çünkü göreve bile bu şekilde gitmen mantıklı değil ama İstanbul... Bilmiyorum. Bu, bu şekilde mümkün değil gibi."
"Sorun değil ben iyiyim. Kendimi tehlikeye atmamamı istemezdi ama isteyecek bir durum yok artık ortada. Merak etme kendimi ölüme götürme fikrim İstanbul'dan alacağım şeyden sonra geliyor. Bana rapor lazım, ne kadar verebilirsen o kadar lazım." İstanbul'a ölüm olarak gidecekti. Kendine getirmeden önce ondan alan adamı getirecekti bu ölümü.
Kapı açıldı. Ilgaz gülümseyerek girdi. "Bir tanem..." Sarp'ı gördü. "Komutanım?" Ciddileşti.
Sena konuştu. "Canım birazdan girsen?" Ilgaz başını sallayarak odadan çıktı, kapıyı kapattı. Sena karşısındaki Sarp'a döndü. "Psikolojik olarak vereceğim bu raporu. Yalan iş yapmak istemiyorum. İzne ihtiyacın olduğuna eminim, farklı bir hastalık girsem de Demir Albay'ın inanmayacağını sen de biliyorsun. Bir ay. Sana en fazla bir ay verebilirim Sarp." Sarp başını salladı hemen.
Kısa bir sürede hazırladığı raporu imzaladı Sena. Sarp'a uzattı.
Kağıdı kaptığı gibi ayaklandı Sarp. "Teşekkür ederim."
Karşılık olarak Sena burukça gülümsedi. "Bir çiçek de benim adıma koy. Ve merak etme kimseye söylemem." Sarp öylece bakınca Sena konuşmaya devam etti. "Kadın kafası... Bazen fazla akıllı oluyor, anlıyor." Nasıl anladığını açıklama gereği duymuş gibiydi. "Bence o da seni sevdi."
"Ben pek bu konuya takılmıyorum. Takılamam da artık ama eğer hala burada olsaydı beni sevmemesini de umursamazdım." Tek taraflı sevgiyi, onu karşılıksız seveceğini söyleyen oydu. Takılmamıştı bu duruma, sevgisinin ikisine de yeteceğini düşünüyordu.
"Sana teselli diye söylemiyorum Sarp. Bence sevdi ama çekingen biriydi, inatçı. Kırılmaz değildi ama, eminim inadını kıracak tek kişi sen olurdun."
"Olurdum. -dum." Sekteye uğrayacak surat ifadesini tuttu. "Rapor için sağ ol." Odadan çıktı.
"Komutanım, iyi misiniz?" Ilgaz, Sarp'ı görünce ayaklandı. Elindeki katlı kağıdı gördü ama soramadı.
"İyiyim Ilgaz, görüşürüz." Başka bir şey söylemeden ilerledi koridorda. Hastaneden çıktı.
***
İstihbarat hazırdı, işin ilk önemli adımı geliyordu. Olaylar bu sevkiyattan sonra olaya göre seyir alacaktı. "Şunu atlatalım gerisi kolay." diyen Taylan'a baktı Ahsen.
"Aynen aynen, kaldı birkaç ay. Bu son görev benim için." Üstündeki kayıt cihazını güzelce sakladı.
"Bizden bu kadar sıkılacağın aklıma gelmezdi Dide." Taylan ilk kez Ahsen'in bu denli görevden kaçar gibi olduğunu, sıkıldığını görüyordu. Normal değildi.
"Sizden sıkıldığım falan yok, üç sene önce kapattığım defterler neden yine açılıyor. Ayrıca öldüm ben farkında mısınız? Abim ne halde kim bilir?" Daha dile getirmediği kişiler vardı aklında.
"Haklısın ama biliyorsun ki başkan biz değiliz. Karam Bey seni seçti." Mutlu'nun sözlerine 'biliyorum' dercesine başını salladı Ahsen.
"Amacını anlamıyorum. Bana teklifi veren oydu. Anlamadığım şey de bu zaten, İskender'i bu görev olmadan da yakalardım. Yakaladıktan sonra sorguda ne yaptıysa anlattırırdım." Bir süre sustu, sonra aklında bitmeyen kelimeleri yine dilinin ucuna helince yeniden konuşmaya başladı. "Görevden kaçmıyorum, ya da itaatsizlik etmiyorum. İstediğim asıl iş için bıraktım, işime ve evime geri dönmek istiyorum."
Taylan, Ahsen'e yaklaştı. "Görevim süresini kısaltma durumumuz olsa inan senden önce senin için ben yaparım bunu ama sen de biliyorsun durumu. En azından değişmeyecek bir şey için düşünmeyi bırak da zamanı kendine zehir etme." Kapıyı açtı, herkes çıktı, Ahsen de Taylan'a bakarak çıktı.
Biraz daha durulmuştu Ahsen. Taylan'ın ya da diğer arkadaşlarının haklı olduklarını biliyordu. O da kendinde olan bu değişik davranışa alışkın değildi. O da kendini tanımakta zorlanıyordu.
Beynini işine odaklamaya çalıştı. "Sayılı gün çabuk geçer Dide." Kulağına fısıldayan Çağla'ya baktı. "Sevgilin olduğunu bilmiyordum, gizliyorsun..."
Ahsen'in kaşları çatıldı. "Ne sevgilisi?"
"Odandaki resmi diyorum. İki kağıt vardı, Aylin teyze ve bir adam. Abin değildi, Ege değildi ya da Berkin. Sevgilin mi?" Ahsen kağıtları düşürdüğünün farkında değildi.
"Sevgilim falan değil Çağla." Hızlı bir cevaptı, doğru olduğu için beklemeden vermişti. Sevgilisi değildi.
"Aşıksın o zaman?" Ahsen'in insanlara uzak ve tepkisiz olduğunu biliyordu onu tanıyanlar. Çağla da biliyordu. Sarp'ın kim olduğundan emin değildi ama Ahsen için farklı biri olduğunun farkındaydı.
"Ağzın açılınca neden kapanmıyor ki? Bağırma. Aşkı- aşk- ayy aşık falan değilim. Çağla sus. Lütfen." Ahsen'in kekelediğini görünce güldü.
Bir eli Ahsen'in yanağına ilerledi. "Kızardın."
"Kızardım, kızdım, sinirlendim çünkü..."
"Bir şey demedim say, bu kıyağımı unutma çünkü susacağım. Ama... Sonra anlatacaksın." Ahsen cevap vermedi. "Ayy o da seni ölü biliyor." Bir an, fazla düşünmeye başladı.
"Susacaktın? Susacak mısın Çağla?"
Çağla eğlenceli bir ifadeyle gülümsedi. "Adı ne? Dide biraz konuş ya? Aşka tövbeli kadın aşık olmuş..."
"Yok adı falan. Sana dedim, aşık değilim." Ahsen saçlarını savurup kızaran yanaklarını sakladı.
Arabaya bindikleri an Mutlu konuştu. "Senin ağzın niye iki metre açık," Çağla'dan sonra Ahsen'e döndü. "Ve sen niye sindin koltuğa?"
Çağla ağzını açacakken Ahsen'in eli Çağla'nın ağzını kapattı. "Bir şey yok. Allah aşkına sür şu arabayı gidelim."
Araba ilerledi. İskender'in göndereceği mallar çoktan yük gemisine yüklenmişti. Ekiplere haber verilmiş, Ahsen aldığı konumları paylaşmıştı. Sahil güvenlikte olan dört ekip teknesi gemiyi kesmek için bekliyordu.
İstihbarat da tam olarak İskender'in yanında olarak sevkiyatın patladığını İskender'den öğrenmeyi bekleyecekti. Gerisinde oluşacak planlanacak bir para aklama gecesi fikrini atacaktı. İskender'in kendini bu geceye kadar ne kadar toparlayacağını bilmiyorlardı ama bunun arasına aylar gireceğini akıl ediyorlardı.
Arabalar bir süre sonra kapalı, gizli fabrikanın önündeydi. Artık kapıda beklemek için bir zaman yoktu. Anında açılan kapılardan tek tek tüm arabalar girdi. Polislerin onu bulamadığını, savcı durumunda baş şüpheli gözükmek için kulağına hiçbir bilgi gelmediğinden onun üstünde pek durulmadığını düşünüyordu.
Herkesten önce Ahsen indi arabadan. Buluşmalarda artık güven ilişkisi oluştuğundan Ahsen içeriye elini kolunu sallayarak giriyordu. İskender'in olan bu yer bir nevi Ahsen'in yeri gibi olmuştu. Evin her yerine, her odasına erişimi vardı. Girmediği tek yer yatak odalarıydı. İskender'in sakladığı her şeyin olduğu o kilitli odanın şifresi Ahsen'deydi. '239411' kapı yine açıldı. Sonraki sevkiyata sarkmış mallar duruyordu. Kaçak silahlar, çeşitli maddeler kasa kasa toplanmıştı. Topar topar paralar bir küpü oluşturmuş, paketliydi.
Hepsi anlaşılmış bir parçaydı, Gerardo içindi. Ahsen'in himayesindeydi. "Voglio il resto della merce al più presto possibile."
Bakışlar yine Taylan'ı buldu. Taylan çevirdi. "En kısa zamanda geri kalan malları da istediğini söylüyor İskender Bey." O da İskender'in saklı dünyasının bulunduğu odanın içindeydi. Geri kalan mallara bakıyordu. "Hepsini." Elleriyle tek tek gösterdi. "Malların hepsini istiyor."
"Anlıyorum. En kısa sürede gerisi de ülkesine ulaşacak. Fark edilmemek için tüm malları sıkıştıramam. Fark edilmemek ve yakalanmamak için farklı yüklerin arasına koydurdum malları. Önce onlar gitsin." Taylan, İskender'in dediklerini çevirir gibi farklı bir şekilde ama İtalyanca konuşuyordu.
Ahsen sahte bir sinirle kaşlarını çattı. Sesini yükselterek hararetle konuştu. "Non confondere i miei beni con quelli semplici!" İskender bu tepkiye şaşırdı. Ahsen'in ne dediğini anlamıyordu.
"Ne oldu? Yanlış mı çevirdin dediklerimi?" Biraz panik bir ifadeyle durdu ama otoritesini korumaya çalışıyordu.
"Hayır İskender Bey. Mallarının diğer basit yüklerle karıştırılmaması gerektiğini söyledi." Bu çevirinin karşısında İskender yutkunarak önce Taylan'a, hemen ardında Ahsen'e dönerek başını salladı.
"Endişelenmesine gerek yok. Her şeyi iyi planladım. Sorun çıkmayacak. En rahat şekilde alacak mallarını. O da sorun yaşamayacak." İskender, Ahsen'e gülümsedi. Yanına yaklaştı, tam karşısına geçip durdu. "Senin için de, benim için de en güvenilir yol bu." Ahsen'in gözlerinin içine bakarak konuştu. Anlamadığını düşünüyordu ama ona bakarak konuşuyordu.
Düşündüğü gibi de oldu, Ahsen sözlerin ardından Taylan'a döndü. İtalyanca konuştu. "Gözlerini oyacağım bu herifin."
Ahsen'den İtalyanca bir karşılık geldi. "Germe beni."
"Ne dedi?" diyen İskender'e döndü Taylan.
"Ebe-" Bir an sustu. "Ebe ni nam minis de dio." Ahsen gülmemek için, Taylan hepsini Türkçe aksanla birleşik bir şekilde söylememek için kendini zor tuttu.
"Size güveniyormuş İskender Bey." dedi yalan söyleyerek. İskender'in gülüşü büyüdü.
"Güzel..." Ahsen'e kurduğu cümlenin ardından kendi adamlarına döndü. "Gökhan'ı çağırın."
Adamlar birbirlerine baktılar. "İskender Bey Gökhan Bey yok."
"Ne demek yok?" Odadan çıkıp Gökhan'ın odasına ilerledi. Oda boştu. "Nerede bu?"
"İskender Bey yemekten sonra çıktı bir daha da gelmedi."
"Kimse yok muydu yanında, kaçırdınız mı yani?" Bunca zamandır yaşanan hiçbir olayda kaçmayan Gökhan'ın şimdi kaçmış olacağını düşünüyordu İskender.
"Siz kovunca biz de gitmedik peşinden, bize bir emir vermemiştiniz." Adamların sesleri kısık çıkıyordu.
"Lan ben biliyor muydum çıktığını? Bir boku da ben söylemeden yapın!" Gökhan'ın odasından bir hışımla çıkıp ana salona geçti. Aklında bir sürü düşünce vardı. Kendi sırları hakkında ufak bir panik vücudunu sarmıştı.
Adamlardan birinin telefonu çaldığında Ahsen ve diğerleri de ana salondaydı. Adam telefonu açtı, saniyeler sonra büyümüş gözlerle İskender'e bakıyordu. "İskender Bey mallar..."
"Ne oldu?" İskender kaşlarını çatmıştı.
"Nerede yakalamışlar, nasıl yakalamışlar?" Suratı kızarmış bir şekilde sesini yükseltmemek için çabalıyordu. Söylediklerinin Ahsen tarafından anlaşılmadığını düşünüp ona belli etmemek için ses tonunu düşük kullanıyordu.
İçten içe kızarmış, bir cevap için adamlarına bakıyordu. Adamlardan biri konuştu. "Yunanistan'a bile ulaşmadan. Deniz yolunda yakalanmış İskender Bey."
İskender kravatını gevşetip boynundan çıkarttı, yere fırlattı. Gömleğini üst iki düğmesini açtı. "Kim, kim söyledi." Aklına adamları geldi, aralarına yeni katılan Altay'ı düşündü ama sevkiyat bilgileri onda yoktu. Bir süre sonra aklına bir isim geldi. "Gökhan." Dişlerini sıktı. "Bulun, getirin onu!"
Taylan olayları anlayan taraf olarak rahatça İskender'e bakıyordu. İskender de bunu fark ettiğinde panik hali sürdü. "Durumu ben halledeceğim, bir şey söyleme."
"Söylemek zorundayım." Taylan'ın ona itaatsizliğine sinirlendi. Taylan'ın üstüne yürüdü. "Bana emir verecek kişi siz değilsiniz İskender Bey. Bunu da biliyorsunuz. Ben Vittoria için çalışıyorum, aksaklığı ve ilerleyen her şeyi ona bildirmek zorundayım. Ne olursa olsun." Taylan, Ahsen'e dönerek konuşmaya başladı.
Ahsen'de İskender'den daha sert bir tavır vardı. Naif ve sakin olmaktan çıkmıştı. Tamamen malını kaybeden ve anlaşması bozulan bir kadın haline gelmişti. Görev için ve kendi ölümü için içinde biriken öfkesini taşırmış, İskender'in karşısına dikilmişti. Bir eliyle İskender'in gömleğinin açılmış yakasını tuttu.
İskender'in adamlarından aynı anda silahlar Ahsen'e doğrulmuştu. Ahsen'in de arkasında duran istihbarat topluluğunun hedefinden silahlı ve hedefi Ahsen olan adamlar vardı.
Ahsen elini İskender'in yakasından çekmedi. "Dove sono le mie merci?"
"Anlamıyorum seni?" Ahsen'in ellerinden kurtulmaya çalışmıyordu. Taylan'a kaçamak bir bakış attı.
"Mallarının nerede olduğunu soruyor, neyi soracak başka?" Taylan'ın elindeki silahın namlusu İskender'e döndü.
"Açıkla o zaman, devlet el koydu? En kısa sürede ederi kadar parayı ona vereceğim." Sesi titremeye başladığı an konuşmayı kesti.
Taylan ile Ahsen konuştu. Ahsen yine İskender'e döndü. Tuttuğu yakayı sıkıştırdı. "Se volessi i soldi, non ti darei i soldi per i beni, non ti chiederei beni. Voglio tre volte il valore della merce. Il prima possibile!"
Taylan, İskender sormadan çevirdi. "İstediğim para olsaydı, sana para vermez senden mal istemezdim."
İskender araya girdi. "Sorunu çözmek için elimden geleni yapacağım."
Taylan da İskender'in sözünü kesti. "Tercümem daha bitmemişti aslında. Kendisi malların ederi ne kadarsa en kısa sürede o miktarın üç katını istiyor." İskender yutkunduğu an Taylan gülümsedi. "Bence sorun çözüldü gibi, dediğini yap!"
"700 milyon eurodan bahsediyoruz, bunu yapmam kısa sürmez. Bir avukatı ve bir savcıyı öldürttüm. Devlet benim yaptığımı biliyordur. Rahatça dolaşabileceğim bir zamanda değilim. Bunu nasıl yapabilirim sence?" Bunu yapamayacağına emin gibiydi.
Taylan, Ahsen'e durumu izah ettiğinde Ahsen daha çok sinirlendi. "Non mi interessano i tuoi crimini. Avresti dovuto pensarci prima di mangiare quella merda. Quello che voglio è abbastanza chiaro. Voglio i miei soldi, non importa come lo fai."
"İşlediğin suçlar umurumda değil. O boku yemeden önce düşünecektin. İstediğim oldukça net. Paramı istiyorum, nasıl yaparsan yap."
"Sikeyim böyle işi! 700 milyonu bulmam yıllarımı alır. Şu an bunu yapmam zor ama söz veriyorum vereceğim. Bana zamanı genişletsin." İskender tutuşmaya başlamıştı, tam olarak çaresiz ve ne yapacağını bilmez bir haldeydi.
Ahsen'in istediği şey olmuştu. Şimdi ona reddedemediği bir teklif sunacaktı. "Organizzare una notte, lasciare che il gioco girare nel mezzo. Impostare gioco d'azzardo e scommesse tavoli. Organizzare una raccolta fondi. Fare offshore, Spendere soldi." Sakinleşir gibi bir nefes alıp İskender'in yakasını bıraktı. Üstünü sertçe silkeleyip, gömleğini düzeltmeye çalıştı. "Ci sono molte idee."
"Bir gece düzenle, kumar ve bahis masaları olabilir, bağış gecesi olabilir ya da offshore hesaplardan para geçirebilirsin, bir sürü fikir var diyor."
"O zaman bir atılımda bulun İskender. Belki biz kumara girer parayı alırız. Sen taşaklı adamları camianda bulunduruyorsundur. Çağır masaya, alalım gidelim."
"Tamam tamam ama bana biraz zaman verin." Ahsen'den uzaklaştı. Adamları silahlarını indirdi. Hedefte olan kimse kalmamıştı, istihbarattakiler de silahlarını indirdi.
Ahsen zaman için mantıklı bir cevap düşündü. "Non più di due mesi."
"En fazla iki ay diyor. İki ay sonra para alamazsa sizi kökünden kurutur haberiniz olsun. İyi çalışın İskender Bey. Çağırdıklarınızı iyi seçin. Detaylar konusunda da bizi bilgilendirin." İstihbarat teker teker evden çıktı.
Arabaya binerken Ahsen, Altay'la karşılaştı. Yanında İskender'in adamı Cenk vardı. Ahsen parmağıyla Altay'ı gösterdi, durdurdu. "Vieni con noi."
"Ne diyor?" Cenk merak etmişti.
Taylan çevirmekten sıkıldığı için ofladı. "Yanındaki adamı istiyor, bizimle gelecek."
"Olmaz, İskender Bey'in avukatı. Onun haberi olmadan hiçbir yere gidemez."
"Git haber ver o zaman, bizimle geliyor."
"Sadece haber değil, izin gerek." Cenk kelimeleri tek tek bastırarak konuştu. "Ayrıca neden istiyorsunuz?"
"Sen çok takılma bu duruma. Adın neydi senin?" Taylan, Cenk'in omzuna sertçe vurdu.
"Cenk, patronuna haber ver. Avukat bizimle geliyor." İstihbarattan iki adam Altay'ı aldı. "İskender'in bize karşı çıkacak pek bir gücü, sesi kalmadı. Haber ver üzülmesin. Biz gittik, geliriz." Arabaların hepsi doldu, İskender'in bölgesinden çıktı.
Gökhan ellerindeydi ama onlarla birlikte kalmıyordu, Altay istihbaratın evine gelmişti. Altay'ın günlerdir anladığı ama cevabını Ahsen'den almadan rahatlamayacağı soru kapıdan girer girmez ağzından çıktı. "Kime çalışıyorsun?"
"Mit'e." Ahsen beklemeden cevap verdi. Kabanını çıkarıp salona girdi, koltuğa yayıldı. "Gel, her şeyi sor. Cevap vereceğim."
Altay yanındaki adamlara karşı Ahsen'in yanına yürüdü. "Öldün sandım, sonra çıkıp mezarına geldin. Şimdi de İskender'le iş yapıyorsun." Sinirlenmişti.
"Bana yaptığım iş hakkında bilgi vermene gerek yok Altay abi, soru sor dedim. Söylediğin cümlelerin gerçekliğini yaşayarak biliyorum zaten. Merak ettiğin bir şey var mı?" Ahsen de işlerin ciddiye bindiği an, eline aldığı otoritenin etkisiyle kendisini onun için tehlikeye atan Altay'ı oradan çekip çıkarmıştı.
"Ne zamandan beri ajansın?" Pek sorusu yoktu Altay'ın. Ahsen'in hain bir ajan olamayacağını biliyordu.
"Senin yanına girdiğinde iki yıldır bu işin içindeydim zaten. Bırakmıştım, hala da öyle." Bu cevaptan sonra Altay'ın havalanan kaşlarına karşılık cevap verdi. "Tek seferlik ve bu sefer son olduğunu temenni ettiğim bir görev."
"Bir işin varken neden başka bir mesleği seçtin?" Altay'ın bir sonraki merakı Ahsen'in neden bu işten devam etmediğiydi.
"Çünkü hukuk fakültesini kazanmıştım, istediğim buydu. Ben girmek istemedim bu işe, onlar beni buldular. Ayrıca fikrimi değiştirebilirim değil mi Altay abi?" Dediği gibi olmuştu. Ahsen henüz yirmi yaşındayken seçilmişti. Girmeden önce belirtmişti, asıl istediği şeyin bu olmadığını, olduğu zaman tası tarağı toplayıp bırakacağını. Anlaşmaya varılmıştı. Görevin hala geliyor olması anlaşmaya Uygar Bey'in uymadığını gösteriyordu.
"Öyle Ahsen. Ama hem ölü olup bu şekilde içeride olman ne kadar mantıklı? Sana bir şey yapar diye elim ayağım birbirine girdi. Rahat rahat inip arabadan mezarının başına geldin, elinde çelenkle geldin hem de?" Ahsen'in önce avukat olduğunu, daha sonra savcı olduğunu görmüştü ama istihbarat ajanı olduğunu bilmiyordu, onu bu şekilde hiç görmemişti. Görmeyi de hiç ummamıştı. Karışısında duran kadının rahat oluşu hoşuna gitse de endişesi eksilmiyordu.
"Altay abi, dediğin gibi yapıyorum işte. Yaptığım işi panik olmadan, rahatça yapıyorum. Böylece oluşacak ne kadar sorun varsa hepsini ortadan kaldırıyorum. Bana çok şey öğrettin, ama şimdi fazla yaşlı düşünüyorsun. Sanırım yaşlılık seni fazla yumuşattı."
Ahsen'e cevap olarak başını iki yana salladı. "Hala sertim, hala sinirli ve asabi biriyim, hala çekilmez biriyim ama sana karşı hep aynıyım. Sen geçen yılı unutuyorsun Ahsen. Ben sen ilk yanıma geldiğinde sana nasılsam hala öyleyim."
"İskender sorunu ortadan kalktı sayılır." Güzel haberi verdi Ahsen.
"Ne demek kalktı?" Cenk ile ayrı duruyordu Altay. İskender ile Ahsen yan yana geldiğinde yanlarında olamıyordu. Her şeyden bi haber, sonradan öğreniyordu her işi.
"Beni ve Emre'yi öldürdüğünü söyledi." O an aklına gelen üstündeki kayıt cihazını çıkarttı. "Kayıt altında." Kayıt cihazını kapatıp adamlardan birine verdi. "Sevkiyat patladı, emniyet yakaladı malları, devletin elinde mallar. Geride kalanlar İskender yakalandıktan sonra alınacak."
Çantasından not defterini çıkarıp kasanın şifresini unutmamak için yazdı. '239411' "En geç iki ay sonra İskender'in adını sileceğim. Eğer geceyi iyi adamlarla kaptırsak diğer aranan adamları da aradan çıkarabiliriz. Bu İskender'in sözünün geçtiği kişilere bağlı."
"İskender bunu kabul etti mi?"
"Kabul etmemek gibi bir seçimi yoktu. Sen hep ne derdin bana?" O an ikisi de aynı anda konuştu. "Eğer istediğin seçimin seçilme ihtimali düşükse, karşılığında güçlü bir seçenek varsa, güç sende değilse istemediğim tüm seçenekleri ortadan kaldır. Böylece istediğin ne varsa seni bulur, sanki karşısına daha güçlü hiçbir seçenek çıkamayacak kadar."
Altay gülümsedi. "Benden yapmamı istediğin bir şey var mı?"
Ahsen başını iki yana salladı. "Yanımdan ayrılma yeter. O piçin sana bir şey yapmasını istemiyorum. Ayrıca İskender oğlunu arıyor."
"Gökhan'dan bilecek her şeyi. Her işi başına yıktığı gibi. Muhtemelen ondan şüpheleniyor çünkü sevkiyatın başında durmasını istediği kişi oydu. Ne zaman bir yem kullansa onu seçiyor." Altay, Gökhan hakkında daha çok şey biliyordu. Ahsen uyuz olsa da Altay, Gökhan'a üzülüyordu. Ahsen'e benzetiyordu, hatta fazlasıyla. Gökhan fazla yıpranıyordu.
***
"Uygar ben de timimi göndermek istiyorum. İskender'in burada yargılanmasını istiyorum. Savcı buranın savcısıydı." Demir, İstihbarat Başkanı Uygar Güven'le konuşuyordu. Birbirlerini çok iyi olmasa da tanıyorlardı.
"Başka bir time ihtiyaç yok Demir. Benim kadrom yeterince iyi. Plan çok iyi işliyor, her şey bitmeye yakın. İskender'i parmağında oynatan bir ajanım var." Uygar'ın bahsettiği kişi Ahsen'di ama Demir'in bundan haberi yoktu.
"Timin sana köstek olmayacağını biliyorsun. Ben de göndermek istiyorum." Yanında olamadığı kızının intikamını almak istiyordu, İskender'i görmek istiyordu. Öldürmek istiyordu.
"Gereksiz risk, adamların bordo bereliler, neden saçma bir şey için tehlikeye atıyorsun onları Demir. Benimkiler İskender'e kendilerini fazlasıyla kanıtladılar. İçlerine sızdılar. Son iş kaldı, bağış gecesine senin timin ne diye girecek? İskender neden alsın içeriye senin adamlarını?"
"O almayacak, seninkiler alacak benimkileri. İskender'in kıydığı savcı benim kızım Uygar! Ve ben kızımı kaybettikten sonra öğrendim. O adamı almak en çok benim hakkım. Bir babasın, benden daha tecrübeli bir babasın hem de, empati kur." Demir dayanamayıp Ahsen'in onun kızı olduğunu söylemişti.
Bunu bilen Uygur şaşırmamıştı. Demir'in gerçeği öğrendiğini öğrenmişti ama bildiğini söylemedi. "İskender'i sana istihbarat getirecek Demir. Söz veriyorum. Ama her şeyi biz yapacağız."
Sinirlenip bir şey demeden telefonu kapattı Demir. Emniyeti aradı. "Aslan Uğur neredeyse konuşmak istiyorum."
Aslan'ın tanık korumada ve başka bir yerde, bir evde tutulduğunu öğrendikten sonra yanına gitti. Aslan ayağa kalkacakken eliyle durdurdu Aslan'ı. "Otur." Aslan otururken karşısına bir sandalye çekti. Polislerin onları yalnız bırakması için bir bakış attı, odada yalnız kaldıklarında konuştu. "İskender hakkında muhbirlik yaptığını ve şimdi de istihbarata İskender hakkında bilgi verdiğini biliyorum." Muhbirlik bilgisinin dışında istihbaratla iletişimde olduğunu bilmiyor ama düşünüyordu. Gerçeği öğrenmek için gerçeği biliyor gibi emin konuşması gerekiyordu, öyle yaptı.
"Ve?" Aslan işin gizliliğinin farkındaydı.
"İstihbarat da sana bilgi veriyordur yani? Bağış gecesinin tarihi nedir?" Demir'in istediği tek şey tarih ve nerede olduğuydu. Uygar kabul etse de etmese de bir şeyler yapacaktı.
"Bilmem." Aslan, Demir'in istediği, beklediği cevabı vermedi. Henüz o da nerede ve ne zaman olacağını bilmiyordu.
"Taşak mı geçiyorsun lan sen benimle! Bana tarihini, saatini ve nerede olacağını söyleyeceksin!"
"Bilmediğim bir şeyi nasıl söyleyebilirim? Haber gelir, ama henüz gelmedi. Ve ben bilmiyorum. Bilsem söylerdim, siz de askersiniz neden saklayayım." Ahsen'in oğlu yüzünden açığa çıkma durumunu, oğlunun başına bir şey geleceğini düşünüyordu. Demir'in bu isteğinin nedeninin oraya gitmek olduğunu anlamamak aptallık olurdu. Bilgiyi verdiği kişi bir asker olduğu için saklamak istemedi, orada fazladan timin olması herkes için daha iyi olacaktı.
"Öğrendiğin an bana bilgi vereceksin! İstanbul'da mı İskender?" Demir'in sorusunu Aslan başını sallayarak onayladı. Demir oturduğu sandalyeden kalktı, karargaha geri döndü.
***
Sarp küçük çantasını hazırlamıştı. Anne ve babası yoktu. Kardeşi çoktan ondan önce İstanbul'a gitmişti. Burada geçen saniyelerinin boş olduğunu düşünüyordu.
İstanbul'dan gelen içi toprak dolu kavanozu aldı, diğer elinde çantası vardı. İçinde birkaç kıyafet ve birkaç şiir kitabı vardı. Evden çıktı.
Arabasına binmeden önce gittiği yer lojmanın bahçesinde olan toprak alandı. Bir boşluk bulduğunda yere eğildi, toprağı kazdı. Ahsen'in mezarından aldığı toprak dolu kavanozu açtı, daha önce öylesine koyduğu söğüt ağacının fidanını kazdığı yere koyarak üstünü kavanozdaki toprakla kapattı.2
Söğüt ağacı yasın sembolüdür, dişi zerafetini ve ilkbaharı temsil eder. Ahsen'i bir toprağa gönderen Sarp'ın canlandırıp ağaca Ahsen'in toprağını vererek hala bu dünyada kalmasını ve bir ağaç kadar uzun ömürlü, güçlü ve kudretli olmasını sağlamıştı. Ahsen'e biçilen ömrün fazlasını yüklemişti.
Ahsen doğaya karışmıştı, çok çiçek vereceğine emindi ama İstanbul dışında da ikinci evinde bir toprağa karışmasını istedi. Bir anlam yüklemek, ona bakar gibi bakacak bir şey olsun istemişti. Söğüt ağacını, ona kavuşana kadar oyalandığı tüm hayatında büyütmek için elinden geleni yapacaktı.
İşini bitirdiği an arabasına bindi. Güvenliğin önünde durdu. "Ben gelene kadar ağaç fidanıma iyi bak Yavuz."
Sarp buradan gitmeden önce Demir'e vereceği rapor için karargaha uğradı. İçeriye girdiği an Demir'in kapısını çaldı, içeriden gelen 'Gir.' sesiyle odaya girdi. Demir'e selam verdi. "Komutanım sizinle bir şey konuşacaktım."
"Gel Sarp, ben de seninle bir şey konuşacağım."
Sarp, Demir'in gösterdiği koltuğa oturdu. Raporu vermeden önce Demir'i dinlemek istedi. Demir konuşmaya başladı. "İstihbarat işe karışmamızı istemiyor ama böylece oturmak istemiyorum."
"İskender'i almak için. İstihbarat bizim işin içine girmemizi istemiyor. Başlarında olan, işini iyi yapan kimse umurumda değil. İskender'i yakalamak için gizli göreve gitmenizi istiyorum. Ben gereken her şeyi ayarlayacağım. Bir haber bekliyorum, tarih ve mekan. O andan itibaren İskender'i almaya gideceksiniz. Tüm sorumluluk bende olacak, emir altındasınız." Sözünü bitirdi ama Sarp'tan bir cevap alamadı. "Sen ne konuşacaksın?"
Sarp elimdeki raporu Demir'in önüne katlı bir şekilde koydu. Demir kaşlarını çatarak kağıdı aldı. "Bu ne?" Kağıdı açtı. "Rapor mu? Bir ay?"
"Komutanım görev hakkında..." Demir sinirle Sarp'ın sözünü kesti. "En güvendiğim askerim görev anında karşıma raporla geliyor. Sana görevi anlattığım halde bana bu raporu vermekten çekinmedin bile Sarp. Bu izni kullanacaksın yani?"
"Size beklediğiniz haber gelene kadar. Yarın olursa yarın dönerim, bir ay sonra olursa bir ay sonra ama bu izne ihtiyacım var. İstediğiniz ve anlattığınız göreve katılacağım. Sadece katılana kadar ki zamana ihtiyacım var..." İskender'i en çok almak isteyenlerden biri de Sarp'tı. Başı bile çekmeye hazırdı ama o süre boyunca, gelecek bilgiyi burada beklemek istemiyordu.
Sarp bir şey demeden odadan çıktı. Karargahtan çıktı. Ediz'e mesaj attı. "İskender hakkında bir görev olursa bana haber ver." Arabasına bindi, düşünmeden gideceği yer için yola koyuldu.
***
7 HAFTA SONRA - İSTANBUL
Sarp İstanbul'da bir otelde kalıyordu. Gününün çoğunu Ahsen'in yanında geçiriyordu. Getirdiği şiir kitabının bir tanesini Ahsen'e okuyarak çoktan bitirmişti.
Ahsen'in sevdiği şairden bir şiire geldi sayfa; Attila İlhan...
gözlerimi kapasam
senin için bir mısra tasarlasam
bir renk düşünsem
başımı senin dizine koyduğumu uyuduğumu düşünsem
çocuğunmuşum gibi saçlarımı okşadığını
kocanmışım gibi yakama çiçek taktığını
bir yağmur şehrin bütün seslerini öldürse
sen ve ben günün yirmi dört saatini öldürsek
boğazlasak
ellerin göğsüme girse avuçlayıp kalbimi koparsa
sımsıcak
ben senin kanına girsem
kalbine kurulup otursam
Sonra bir başka şairden bir başka şiire geçti.
Verdiğin her kederin yüreğimde yeri var
Hangi kitabı açtıysam seni okudum yıllardır
Hangi aynaya baktıysam seni gördüm
Gel desen gelemem
Git desen gidemem
Öl desen kanım akmaz
Anladım seni sevmek yüce bir şey
Anladım seni sevmek Tanrı'ya yaklaşmak gibi
Her gün onlarca şiir okuyordu mezara karşı. Her geldiğinde bir zambak bir gül vardı elinde. Biri Aylin'e biri Ahsen'ine.
Bir mesaj sesi böldü sessizliği. Mesaj gelecek tek kişiydi, telefonunu eline aldı.
Ediz: Biz tim ile İstanbul'a geliyoruz. Albayım size haber vermemi istedi. Yarın İskender'in organizasyonu var. Adınız Simon. Gelince size detayları anlatacağım komutanım.
"Geleceğim Ahsen. Muhtemelen yarın gelemeyeceğim, göremeyeceğim seni ama sonraki gün geleceğim. Telafi edeceğim." Oturduğu yerden kalktı, mezarlıktan çıktı.
Birkaç dakika sonra Alperen geldi mezarlığa. O da babası ve İskender dışında bulabileceği adamı bulmuş İskender'in, gittiği adamı çağırdığı daveti öğrenmişti.
O da yarınki davete gitmeden önce Ahsen'in yanına uğramıştı. Her gün uğrayamıyordu Alperen, haftada bir uğramaya çalışıyordu. Bu kez haftada iki olmuştu. "Savcım..." O da elinde çiçeklerle gelmişti ama gelen çiçekler zambak değildi.
Onun elindekiler mor menekşelerdi. Sarp'ın getirdiği her gün çoğalıp artan zambakların yanına yerleştirdi getirdiği menekşeleri. "Bir koruma olarak bu şekilde bir ziyareti hiç düşünmemiştim. Amacım sizi yaşatmaktı, olmadı. Sanırım bu işler için fazla beceriksizim. Ama deniyorum. Korumayı düşündüğüm başka bir isim yok, işimi düzgün yapamadım, yeni birine de ihtiyacım yok ya da yeni birinin bana. En azından İskender için denemek istiyorum kendimi. Siz olmasaydınız oğlu tarafından geberecektim, siz babası tarafından gittiniz. Babasının karşısında olması gereken olarak gideceğim bu kez. Son ya da değil bilmiyorum ama başım sadece sizin yanınızda yere bakıyor..."
Mezar taşındaki isme baktı. "Özür dilerim." Fazla kalmazdı. Her seferinde aynıya yakın konuşmalar yapardı, başını kaldırmadan konuşur, son anda yine başını kaldırmadan yazıya bakar sonra da giderdi mezarlıktan.
İstanbul'un Ahsen'e bir anne ve bir baba borcu vardı. Diyarbakır bir baba borcunu ödeyecekti, anne gelmeyecekti ama ömrünün sonunu geçirebileceği bir aşk ve arkadaşlık vermişti. Kabul edip etmemek, borcu sayıp saymamak Ahsen'e kalmıştı.
***
AHSEN DİDE KORKMAZ
İskender hala oğlu Gökhan'ı arıyordu. Bulamamıştı, biz de vermiyorduk ama sonlara yaklaşmışken düşündüm. "Gökhan'ı salın, yanında bizden biri olsun ama. Bulsun babası."
Dediğim anında oldu. Gökhan bulunduğu durumdan rahatken ona istediği rahatlığın fazla uzun sürdüğünü belirterek durumunu sonlandırdım. Gökhan'ın anında güvendiği iki adamının Gökhan'ın yanına gittiğinin haberi geldi.
Bu akşam olacak olan gece için çok beklemiştik. İki aya yakındır bekliyorduk. İskender'in işi halletmesi için uzun bir zaman isteği vardı ama iki ay sınırı yüzünden iki aya yakın bir zamanda anca oturmuştu plan.
Her durumdan haberimiz olduğu için, mekanın içinde çalışanlar, kamera sistemlerinin başında olan adamlar, gece boyunca oluşacak kara para aklamak için ne kadar iş olacaksa hepsinin sunumunu yapan adamlar istihbarattandı. Düşündüğümüz gibi olmuştu, gün sonunda sadece İskender'i almakla kalmayacaktık. Camiada olan güçlü adamları da yakalamak için kalabalık bir ekiptik.
Altay abi gelmeyecekti, onun bu karmaşaya girmesini istemiyordum. İskender'in özel konukları gelmeye başlamıştı, her şey görüntülerle birlikte haber veriliyordu. İçeride silahlar vardı, silahlı gizlenmiş adamlarımız.
"Beklenen gün geldi. Çabuk geçti mi?" Taylan gülümseyerek yanıma yaklaştı.
"Geçti demek isterdim ama geçmedi. Neyse konuşmayalım." Derin bir nefes aldım. "Son gün. Son görev. İskender için büyük son..."
Herkes şık bir şekilde giyinmişti. Taylan'ın smokinine baktım. "Yakışmış."
"Yakışır tabii, bana yakışmayacak da kime yakışacak?" Hepimiz Taylan'a güldük. Kendini fazla beğeniyordu. Berkin'e benziyordu, anlaşmamız zor olmamıştı.
Çağla ve ben de siyah bir elbise giymiştik.
***
SARP ÇAĞAN DİNÇER
Tim geldiğinde gereken ne varsa yanlarında getirmişlerdi. Sorumluluk tamamen Demir albayla olduğu için bizim risk aldığımız bir durum yoktu. Yapmamız gereken şeyi kısa sürede yapıp İskender ile geri dönmemiz isteniyordu.
Uzun sürmüştü, bir aylık iznim de görevden gelmeyen haberle uzamıştı. Demir albayım kızgındı ama görevde olmamı istemesinden anladığım kadarıyla aramızdaki durum o kadar da kötü değildi.
Bir ev ayarlanmıştı, hepimiz bir aradaydık. Onat, Mert ve ben kardeş olarak gidecektik. Ruhi ve Yunus kardeş olarak farklı bir örgütten gibi olacaktı. Ilgaz, Kıraç ve Ulaş da bir başka gruptu. Hepimiz aynı işi yapan kişiler olacaktık. Takım elbiselerimizi giyerken daha şimdiden darlanmaya başlamıştım. Fazla sıkışıyordum içinde, rahat değildim.
Biz İskender'in özel isteği değildik ama gereken yerde, bulduğumuz ilk kapıdan içeriye sızacak bir kalabalığın arasında oturacaktık. İskender'i tanımamız işin bize gönderilmiş bir fotoğrafı açık bir şekilde masada dururken her gördüğümde içimdeki nefret büyüyordu.
Davet yerine geldiğimizde zaman aralıklarıyla geldik üç grup. İçerisi daha dolmamıştı. Dışarıda Ediz bir arabanın içinde silahlarımızı tutuyor dışarıdan gelenleri haber veriyordu. Oturduğumuz ayrı masalardan kulağımızda kulaklıkla haberleşebilirdik. Bizim yapacak çok önemli bir işimiz yoktu. Ortalığı karıştıracak olan istihbarat olacaktı işler sona yaklaştığında onlar diğerleriyle ilgilenirken biz de İskender'i kaçıracaktık. Madem bu işi bize bırakmadılar, bizim ilgilenmemizi engellediler başlarına bir şey gelecek olursa da biz ilgilenmeyecektik.
"İçeriye İskender ve adamları giriyor komutanım. Bunlar onlar." kulaklıktan konuşan Ediz'i onayladık. İçeriye girip iki yan masamıza oturan İskender bizim oturduğumuz masaya baktı. Bir sıkıntı çıkar umuduyla sakin durduk ama İskender tanınmamış olmamıza fazla takılmadı. Önüne döndü.
Peşi sıra masalar dolmaya başladı. Çoğu yabancı davetlerin ortak anlaştığı İngilizceyle konuşuyorlardı. Biz Fransız takılıyorduk. Kulaklıktan yine bir ses geldi. "Komutanım sanırım bu gelenler de istihbarattan. Arka taraf araba doldu."
Kısık sesle konuştum. "Kaç kişiler?" Bilgiye ihtiyacım vardı.
"Komutanım daha inmediler ben size haber veririm girmeden." Bir süre sessizlik oldu. Ardından kulaklarımız patlayacak şekilde yüksek sesle "Çok! Komutanım... Başta beş kişi var ama arkası kalabalık..."
Ani sese sinirlendim. "Tamam oğlum sakin ol!" bağırarak cevap verdiği için hepimiz çaktırmadan kapıya döndük. Kapıdan giren ilk kişiye takıldı gözüm, uzun boylu bir kadındı. Oydu, Ahsen'di. Daha bu sabah gittiğim mezara aylar önce gömerken içimin parçalandığı, kalbimin defalarca kez darbe aldığı, öldü diye bittiğim kadın kapıdan içeriye girdi.
Üstündeki elbisesinden gözüken teninde tek bir kurşun izi yoktu. Ölü gibi solgun bir teni yoktu. Canlı kanlı, ağır ağır girdi kapıdan.
İstihbarattandı, sahte bir ölümdü. O ölmemişti ama geride kalan ben ölü gibiydim.
Beni görmemişti, hiçbirimizi görmemiş tamamen bir kişiye odaklanmış yürüyordu. Gözleri sadece İskender'deydi. Onun yanına gitti.
Yanımdan Mert fısıldayarak "Ben delirdim mi bilmiyorum ama rahmetliyi görüyorum komutanım. Siz de görüyorum deyin tek delirmiş olmayayım."
Cevap veremedim ama gördüğü kişiyi ben de görüyordum. Ne o delirmişti ne de ben hayal görüyordum. Yanında duran adamın siması geldi gözümün önüne. Havaalanında gördüğüm adamdı, adından emin değildim. Tayfur, Tayyar... Ahsen'e bileti veren adam oydu.
Ben hala ona bakarken onun gözleri her yerde gezdi, beni görmediğini düşündüğüm an göz göze geldik. Bir daha hiç göremeyeceğimi düşündüğüm kahveler beni gördü. Gözlerim yanıyordu, dolacaktı ama bakışlarımı ondan çekemedim.
Bende takılı kalan gözleri kısa bir süre sonra kesildi. İskender'in yanına oturdu. Sırtı bana dönüktü.
"Bu gerçek mi? Sanırım ben de delirdim." Ruhi de olayın şokunu yaşıyordu. "İstihbarattandı yani? Başından beri? Biz gömdük ama?" Onat konuştu.
"Görmedik ama... Onu ölü olarak hiç görmedik. İzin vermediler, bu yüzdenmiş." diye mırıldandım. Ediz'in neden bu kadar bağırdığını tüm tim anlamıştık, sebebine bakıyorduk hala.
Yandan gelen İskender'i sesini duydum. "Bir sorun mu var biri seni rahatsız mı etti?" Ahsen'e bakarak konuşuyordu. Tanımıyordu Ahsen'i. Öldürdüğü kadına bakmamış mıydı?
Ahsen'in yanındaki tanıdık ama bilinmez adam başka bir dilden Ahsen'e konuştu. "Hai un problema? Qualcuno ti ha infastidito?" İtalyancaydı ama ne dediğini bilmiyordum.
Ahsen de yanındaki adama o dilden cevap verdi. "No, non c'è problema. Mi stavo solo guardando intorno."
"Sorun yok sadece etrafa bakınıyorum dedi." başını salladı İskender. Birbirlerine bakıp gülümsediklerinde zaten rahatsız eden kravat sanki boğazımı sıkıyordu. Gömlek sinirden şiştikçe bedenimi daha da zorluyor her an patlayacak gibi oluyordu. Şu an yüzümün kızardığına da emindim.
İskender'in eli Ahsen'e değdi, parmağıyla bir yerleri gösteriyordu. "Alperen de buraya geliyor komutanım." Kapıya döndüğüm an Alperen de girdi içeriye.
O da Ahsen için buraya gelmişti bunu biliyorduk ama meğerse Ahsen zaten işi su altından yürüterek bizi ayakta uyutmuştu. Bir yanım büyük bir sevinç yaşarken öbür yanım sinirliydi.
Alperen'i tanıyan kişiler yalnız biz değildik. İskender saçma bir sevinçle ayağa kalkıp Alperen'i çekti kendine. "Alperen'cim, baban da gelsin çok isterdim. Hangi rüzgar attı seni benim kucağıma."
Alperen cevap vermedi. O da görülmesi inkansız olacak şeyi görmüştü. Şaşkındı. İskender'in sert tutuşuna karşılık vermeden masalarına oturtuldu.
Dış kapılar kapandı. Bir süre sonra bir şarkı çalmaya başladı, sıra sıra çiftler kalkıp ortaya doluştu. İçeride ayarlanmış bir gazeteci bağış gecesi olduğuna ikna etmek için dans edenlerin fotoğraflarını çekiyordu.
Ahsen'e döndüm. İskender dans için elini uzatmışken o yanındaki adamla kalktı. Kısa bir an yine kesişti gözlerimiz ama o ilerledi.
Onunla konuşmam gerekiyordu ama pek mümkün değildi. Bulacağım tek fırsat şu an olabilirdi. Oturan bir kadın gördüğüm an kalktım masadan. Dansa kaldırıp Ahsen ve dans ettiği adamın yanına ilerledim. Adama döndüm. "Changeons de partenaires." Dansa kaldırdığım kadını adama gönderdim. Bir cevap beklemeden Ahsen'in elini tuttum. Diğer elim çıplak beline değdiği an bir kez daha yaşıyor olduğu gerçeği çarptı suratıma. Bir ölü bedeni olamayacak kadar sıcaktı teni.
"Che cazzo ci fai qui?" diye konuştuğunda anlamadım. Fransızca karşılık verdim. "Je ne comprends pas l'italien." (İtalyanca bilmiyorum.)
"Alors je parle français. Que faites-vous là?" (O zaman ben Fransızca konuşurum, burada ne işin var?)
"Fısıldayarak Türkçe konuşabilirsin bence, çünkü ben inanmakta ve anlamakta oldukça zorlandığım bir andayım Ahsen. Bana sorduğun soruyu sana soramıyorum bile ben, biz seni gömdük farkında mısın?" Çok söylenecek şey vardı ama kulağımda olan kulaklıktan her şeyi tim duyabiliyordu. Sustum.
"Burada olduğuma göre nasıl olduğunu anlayabilirsin. Burada olmamanız gerekiyordu."
"Ahsen şu sikik durum bittikten sonra lütfen bana mantıklı bir açıklama yap."
"Işıklar söndüğü an arka kapıdan çıkın." Ne dediğini anlamadım. "Işıklar tamamen söndüğünde barın orada, sağda bir kapı var. Oradan dışarı çıkın. Sonra da uzaklaşın. Anladın mı Sarp?"
"Ne ışığı Ahsen. Ben ne diyorum sen ne diyorsun? Işık sönünce sen nerede kalacaksın?"
"Burada. İşimi yapacağım. Bak özür dilerim, farkındayım şu an çok karışık kafanız ama emin ol ben de bunu istemedim. Aylardır sıkıldım. Bitirmeme izin ver. Dışarı çıkın. Söz geleceğim." Yine bir söz vermişti. Gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini artık kestiremiyordum. "Alperen'i de alın."
Şarkı bittiği an elimi bıraktı, yanımdan uzaklaşıp yine oturduğu masaya ilerledi.
Açık arttırma için müzeye ait olduğunu düşündüğümüz kaçak eşyalar salonun ortasında sıralandı.
Karapara aklamak isteyen kişi, açık arttırmaya el sanatları ile ilgili ürünler veya eski özel heykeller koyacaktı. Bu eserlerin değeri ve gerçekliği zor belirlenirdi. Satıştan önce buradaki aklayıcıların hepsi aklanmak için biriyle anlaşmış bir miktar para verirdi. Aklayıcı sanat eserini açık arttırmayla anlaştığı kişiye satıyordu. Böylelikle eserleri satan aklayıcı, satış karşılığında aklayacağı parayı alır ve bu parayı da kendine müzayede tarafından kendine ödetirdi. Satıştan hemen sonra satın alınan eserler geri verilir ve komisyonu alınırdı. Aklayıcı, karaparayı sanat eseri satışından elde etmiş gibi göstererek parayı kolayca aklamış olurdu.
Sanat eserlerinin ticareti az denetlenirdi. Bu malların tespiti ve değerlerinin belirlenmesi çok zor olduğundan sıkça kullanılan aklama yöntemlerinden biriydi.
İskender bunu Ahsen'le beraber yapıyordu, dakikalar içinde Ahsen 89 milyon almıştı. Büyük paralar dönmeye devam ediyordu. Diğer davetliler de katıldı. Biz masadayken bir anda ışıklar gitti. Kulaklığa konuştum. "Alperen'i alın çıkın. Ediz'in yanına gidin."
"Dışarıda polisler yolu kapatmış komutanım, bir sürü ekip içeriye girmeye hazırlanıyor." Ediz dışarıda olanları bize aktarmaya devam ederken tim Alperen'i alıp çıktı.
Karanlık hala sürdüğünde ben bekliyordum. Bir anda kolumu tutan şeye döndüm. "Çık dışarı Sarp. Kapının önünde bekle en geç iki dakikaya kapıda olacağım." Kapıya ilerlemeye çalışırken Ediz'in sesi geldi. Bazıları arka kapıdan kaçıyor komutanım. "Onat'ı çatıya çıkaracağım." Karanlıkta fark edilmediğimiz için Onat tüfeğini alıp asansöre ilerledi. Ahsen'in bekle dediği kapıda bekliyordum. "Kaç kapı var burada?"
***
"Onat nasıl bu kadar hızlı çıkıp kuruldun?" Ediz kaçan adamların birkaçının vurulduğunu izledi. Sanki adam seçerek sıkılıyordu.
"Ben değilim." Onat asansörden yeni inmiş çatıya çıkmıştı. Siyah elbiseli bir kadının aşağıya ateş ettiğini gördü. "Kimsin sen?" Silahını Çağla'ya doğrulttu.
Çağla arkasından gelen sese dönüp silahını Onat'a tuttu. "MİT. Sen kimsin? Ölmek mi istiyorsun?"
"Hayır! Özel kuvvetlerdenim. İskender için geldik." Onat, Çağla'nın MİT'ten olduğunu duyunca silahını Çağla'dan çekmişti, inanmıştı çünkü Ahsen'le kapıdan girdiğini hatırlıyordu. Ama Çağla Onat'a inanmamıştı.
Onat'ın üstüne yürüdü, silahını hala indirmemişti. "Bize bir bilgi gelmedi? Ben nereden bileceğim doğru söylediğini?"
"Şu halde sana nasıl inandırabilirim? Elimi cebime atsam vuracak gibisin. İndir şu silahı."
Onat'ın söylediği şeye karşı 'cıkladı' Onat'a tekme atıp yere serdi. Çömeldi. "Hangi cebinde?"
"Sağ arka?" Onat elini arkada atmaya yeltenecekken Çağla durdurdu. "Ben alırım."
"Mahremime dokunmana gerek yok. Ben veririm." Elini arka cebine atıp askeri kimliğini çıkarttı. "İnandın mı şimdi şüpheci MİT?"2
"İnandım, şimdi def ol git. İn aşağıya, binayı terk et."
"Başka bir şey yok? Zaten bunu bile yapabileceğine şüpheliyim." Onat kalkıp Çağla'nın dediğine inat tüfeğini kurmaya geçti. "Aptal mısın? İş bitti." Onat aşağıya dürbünüyle baktı. Aşağısı sessizdi.
"Aferin, becermişsin vurmayı." Onat toparlanıp aşağıya ilerledi.
Çağla'da toparlanmıştı. Onat'ın bindiği asansöre binmedi, öbürüne binip aşağıya indi.
***
Ahsen ışıkları söndüğü an kendini adamlarının arasına alacağını bildiği İskender'in yanında ayrılmadı. Kaçmasına izin vermeden İskender'i tutup dışarıya, ekibe kendi elleriyle attı. İçeride olup biten her şeyi görmek için geri döndü, Sarp'ın içeride olduğunu öğrendiği an onu da dışarıya çıkması için zorladı.
İçerideki ışıklar yeniden her yeri aydınlatmaya başladığı an sessizce içeride olan tüm istihbarat, garson ve organizasyonun içinde olan tüm herkes ne kadar sicili kabarık, iş adamı adı altında örgütten olan varsa yakalamıştı.
İskender'in hiç olmadık yerden çıkan adamları polislerden almaya çalışırken attığım adımın önünde bir beden Ahsen'e duvar oldu. Sarp, Ahsen'i arkasında tutarken İskender'in yakalanmayan, gizli gizli etrafa dağıttığı adamları polislere savaş açmaya çalışıyordu.
"Sarp kaçıracaklar!" Ahsen, İskender'in kaçma durumuna karşı panikti. Sar yüzünden ilerleyemiyordu.
Sarp başını iki yana salladı. "İskender'i Alperen aldı. Alperen'in yanında. O arabada değil."
"Demir albayım dedi, İskender bizimle geliyor, Diyarbakır'a." Uygar'ın planı da bu yöndeydi, Erkin başsavcının haberi olduğunu ve en başından beri İskender'in Diyarbakır'da yargılanacağını biliyordu. İstihbaratta bunu biliyordu ama İskender'i teslim edecekleri yer önce Ankara'da olan merkezleriydi.
Ahsen, Taylan'a baktı. "Bu doğru mu?"
"Uygar Bey henüz haber vermedi." O an telefon çaldı.
Sarp, Taylan'a sertçe bakarak konuştu. "Şimdi verecek işte." Ahsen'e döndü. "Hadi gidelim." Ahsen'in elini tutup çekiştirdi.
"Sarp yavaş, ayrıca ben sizinle gelemem. Belki bitmedi işim."
"Bitti işin, işin İskender değil miydi?" Başını salladı Ahsen, Sarp konuşmaya devam etti. "Tamam işte İskender bizde şu an. Yani işin bitmediyse bile bizimle geleceksin."
Ahsen hızlı hızlı yürümeye çalışırken bir anda durdu. "Siktir." Sarp hala çekiştiriyordu ama Ahsen gelmiyordu. "Ahse-"
Ahsen sinirlendi. "Kolumu koparacaksın." Ayakkabısının topuğu yerdeki ızgaraya sıkışmıştı. "Çıkmıyor işte!" Ayakkabısının bağcığını çözdü, ayağından çıkartarak çekmeyi deneyecekti. Deneyemedi. Sarp, Ahsen'i kucaklayarak omzuna attı. "Sarp! Sarp! İndir beni! Ayakkabım kaldı!"
"Derdimiz ayakkabı mı?" Sarp Ahsen'i indirmeden yürümeye devam etti.
Ahsen ayakkabısından uzaklaşıyordu. "Evet! İndir beni!" Sarp'ın kucağından inmek için çırpındı.
"Çırpınma, düşersin." Ahsen'i düşürecek gibi yaptı.
"Pisli herif!" Sarp'ın pantolonuna tutundu. "Düzgün taşı beni, çuval mı taşıyorsun?" Arkalarından gelen Mert'i gördü. "Mert! Ayakkabım!" Eliyle ızgarada duran tek ayakkabısını gösterdi. "Al lütfen!"
Sarp oflayınca Ahsen iyice sinirlendi. "İndir beni Sarp." Bağırdı. "Bir de ofluyorsun, sanki ben dedim sana beni taşı diye! İndir!"
"Sana oflamadım Ahsen." İndirmedi.
"Kulaklık! Kulaklık yüzünden konuşamıyorum Ahsen. Biraz bekle olur mu?" Sarp'ın kulağındaki kulaklık hala olduğu yerde duruyordu. Bu yüzden Ahsen'e istediği gibi konuşamıyordu, merak ettiği soruları soramıyordu.
"İndir beni Sarp!" Ahsen inmek için yeniden çırpınmaya başladı.
"Ayağında ayakkabın yok, bir şey batacak ayağına! Dur işte geldik arabaya."
Ahsen yine arkasına bağırdı. "Mert!"
"Komutanım. Yettim komutanım yettim." Elinde ayakkabıyla sonunda gelmişti.
"Getirdim. Savcım valla biraz ezildi ama yenisini alırız sorun yok. Kaç numaraymış? YUH! 40 yazıyor."1
"Yuh mu? 1.83 birinden kaç bekliyordun Mert 36 mı?"
"Pardon savcım. Haklısınız abarttım."
Ahsen sinirle Mert'in elinden ayakkabısını çekip aldı. "Görmeyeli uyuzlaşmışsınız."
Sarp kulağındaki kulaklığı çıkarıp Mert'e verdi. "Bunun aynısından alıyorsun Mert tamam mı?" Ayakkabıdan bahsediyordu. "Bak, markasına iyi bak."
"Alırız komutanım ayıp ediyorsunuz?"
Ahsen gülümsedi. "Alır mısın?"
Sarp daha fazla detay verdi. "Biraz pahalı takılıyor savcı ama."
"Olsun savcım yaşıyor ya gerisi teferruat." Mert'in söylediğine karşılık Ahsen, dudaklarını büzerek kafasını salladı, şaşırdı.
"Ne kadardır ki?" diye sorduğunda Sarp da Mert de Ahsen'e bakıyordu. "4 mü?" dediğinde kafasını iki yana salladı. Mert yutkundu. "5?" Yine iki yana salladı. "Son olarak tahmin ediyorum 6?"
"15-20 falan var herhâlde." dediğinde gözleri yuvasından çıkarmış gibi büyüdüğünde Ahsen güldü.
"Eee alıyor musun?" dediğinde Mert elini ensesine atıp kaşımaya başladı. "Yaani savcım ben bi bakayım ona göre size haber veririm. Oldu ben gideyim." Sarp ve Ahsen'in yanında hızla ayrıldığında Ahsen hala Sarp'ın kucağındaydı.
"Bir gelemedik arabaya?" Telefonu Çaldı Ahsen'in.
"Açma, gerek yok. İş ile ilgili bir sıkıntı yok." Sarp'ın sözünü dinleyerek Ahsen telefonu açmadı., Sarp şaşırdı.
"İlk defa. İlk defa benim dediğim bir şeyi ikiletmeden gayet normal bir tepkiyle yaptığın için şaşırdım."
"Sana da ne yapsam yaranamıyorum. İndir beni hadi yürüyeceğim."
"Ne yapsan yaranamıyor musun?" Ahsen buna cevap olarak kafasını sallayınca Sarp devam etti konuşmaya. "Ahsen öldün diye delirdim ben, karşımda durup nefes alman yetiyormuş ne yaranamaması?"
Kulaklık çıkmıştı, Sarp rahat rahat konuşmaya başlayınca Ahsen bundan kaçmaya çalıştı. "Tamam hadi bırak beni Sarp. Sıkıldım."
"Bırakmıyorum geldik arabaya zaten. Bu saatten sonra benden az önceki söylediğin şeyi isteme çünkü bu saatten sonra seni bırakacağımı hiç sanmıyorum."
"Ne biçim konuşuyorsun? Kaçırıyorsun şu an bıraksana."
"Kaçırıyorum seni savcım. Pardon Vittoria diyecektim."
"Görevdi görev. Hani senin de yaptığın."
"Yaa sen ne anlatıyorsun, senin benim istihbarattan olduğumu bile bilmemen gerekiyordu."
"Benden hiçbir şeyini saklama Ahsen. Bir daha bırakıp da gitme, beni kendinden de uzaklaştırma."
"Bunları konuşmak istemiyorum."
"Konuşacağız. O dans olayını da unutmadım. O lavuk kimdi Tayfur mu?"
"Taylan. Onun adı Taylan ve çok yakın arkadaşım."
"Evet. Ya sana ne demeli ben en azından yakın arkadaşımla, görev arkadaşımla iş için konuşmak amacıyla kalktım dansa. Sen kimle kalktın tanıyor muydun o kadını?"
"Yoo." dediğinde kıskanıldığını anlayan Sarp'ın dudakları muzipçe kıvrıldığında Ahsen sustu. "Kıskandın mı?"
"Ne kıskanacağım be seni! Bana ne kiminle ne yaparsan yap."
"Tabii tabii. Rahatsın tabii, senden başkasına gitmeyeceğimi biliyorsun." Sarp arabaya geldiklerinde kapıp açtı.
Konuyu kapattı Ahsen. "Şükür geldik arabaya." Sarp yere eğildi. "Ne yapıyorsun?"
"Ayakkabını giydiriyorum." Ayakkabıyı eline alarak Ahsen'in ayağını tuttu.
"Çocuk değilim, ben giyerim." Sarp Ahsen'i dinlemedi. Ahsen'in ayakkabısını giydirdi.
"Yapma yaa. Sen ayakkabıyı bırakınca ben seni Cindirella sandım. Müsaade edersen ayakkabını giydirmem gerek. Sanırım prens böyle yapıyordu. Doğru mu?"
"İzlemedim de okumadım da Sarp. Şimdi geçiricem tekmeyi rahat bırak beni."
"Sana daha rahat yok. Sen rahat olunca benden kaçıyorsun."
"Beni geri bırak konuştuk bitti. Hadi!"
"Önce seni başka bir yere götüreceğim sonra da eşyalarını alman gereken yere. Arabada eşyalarını almayı bekleyip Diyarbakır'a götüreceğim. Benim yanıma. Evine. İşine geri götüreceğim."
"Sen çok gıcık biri olmuşsun."
"Öyle olmak zorunda kaldım anca böyle dinliyorsun."
"Çok isterim..."
2
***
Sarp gideceği yere gelmişti Ahsen de yoldan tanımıştı zaten nereye gideceklerini. Gecenin bir yarısı geldikleri yer belliydi. Mezarlık.
Sessizce içeriye girdi ikisi de. Aylin'in mezarının önünde durdular. Sabah Sarp'ın koyduğu çiçek hala yerindeydi. Çiçeğe gözü takılan Ahsen eline aldı çiçeği. "Bunu kim koymuş ki?" derken çiçeği inceliyordu.
Sarp beklemedi verdi cevabını. "Ben. Sabah geldiğimde koydum. Bir sana, bir annene." Az önce sinirli ters olan Ahsen buraya adımını atar atmaz yumuşamıştı. Sarp'a döndü Ahsen, yüzünde gülümsemesiyle. "Teşekkür ederim."
İçi ısındı Sarp'ında bu gülümseme karşısında "Her zaman." dedi sadece. Biraz vakit geçirdiler Aylin'in mezarının başında. Sonra Ahsen kendi sahte mezarına baktı. Görmediği çiçekle suratı düştü ama belli edemedi.
Sarp da yanına geldiğinde o da göremediği çiçek yüzünden sinirlendi. "Lan yine mi gitmiş?"
"Ne gitmiş?" Çiçek ile ilgili sormak isteyip soramadığı o sorunun cevabıydı belki o yüzden sormuştu bu soruyu da.
"Çiçek ya. Aynısından sana da almıştım geldim sabah koydum, şerefsiz mavi kuş aldı götürdü." bunu diyen Sarp üzgün olsa da yanında Ahsen gülmeye başlamıştı. "Eee kuşu mu döveceksin bu yüzden? Bir şey olmaz alsın, zaten mezarın içi boş."
"Ben boş olduğunu bilmiyordum Ahsen Hanım. Gittim bir tane daha aldım yine getirdim koydum. Şimdi bakıyorum yine yok." Derin kahkahalara dönüştü Ahsen'in minik gülüşü. Ahsen gülerken Sarp da yanında Ahsen'e dalmış gülüşünü izliyordu, fark etmeden Sarp'ın da gamzeleri belli olacak şekilde ortaya çıkmıştı.
İkisi de gülüyordu, biri yaşanan olaya gülerken diğeri onun gülüşünün ne kadar güzel olduğuna.
"Hadi gidelim artık." dediğinde kafasını salladı Sarp. Karar verecek kişi olarak görmüyordu kendini. Annesi burada olan Ahsen'di, sık sık gelemediğini de biliyordu, doyasıya özlem gidermesi için ne kadar durmak isterse Ahsen'in yanında o kadar duracaktı. Gidelim derse gidecek, kalalım derse kalacaktı.
Üzerinde hala elbisesi vardı, ayağında topuklusu, omuzlarında da Sarp'ın ceketi. Beraber geldikleri yolu geri yürüdüler. Sarp, Ahsen'i kaldığı eve götürdü dediği gibi arabada bekledi. Ahsen eşyalarını topladı, üstünü değiştirip odadan çıktı, evdeki arkadaşlarına baktı. Birbirleriyle vedalaştılar. Herkes birbirine sarıldı. Ve hepsi aynı anda evi boşalttı. Altay sabahtan çıkmıştı bu evden o da kendi evindeydi artık.
Herkes birbirine son bir defa daha baktı. "Görüşeceğiz." dedi Taylan. "Görüşeceğiz." dedi hepsi. Kapının önünde ona bakan Sarp'ın yanına gitti. Elindeki çantaları alan Sarp bagaja yerleştirirken Ahsen çoktan arabaya binmişti.
Çağla gülümseyerek bakıyordu Ahsen'e. Sarp'ı resimden tanımıştı. Sırıtarak Ahsen'e el salladı.
Yol boyunca Sarp arabayı sürerken Ahsen yavaş yavaş kapanan gözlerini tutamadı. Derin bir uykuya daldığında Sarp'ın içinde huzur vardı, soracağı soruları sonraya saklamıştı. Ölmediğini öğrendiği, varlığını yanında hissettiği, dönüp her baktığında canlı gördüğü, sessizce nefes alıp veren Ahsen'i vardı. Yanındaydı, güvende.
***
Aylar sonra Askeri Lojmanın kapıları mutlu bir Sarp'a ve geri dönen Ahsen'e açılmıştı. Arabayı park ettikten sonra kucağına aldığı hala uyuyan Ahsen'i apartmandan içeriye soktu. Ahsen'in bir eli Sarp'ın gömleğini sıkıca tutarken asansöre bu şekilde sığamayacaklarını anlayan Sarp, kucağında uyuyan Ahsen'i sıkıca tutmaya devam ederek uyanmasın diye de ağır ağır çıktı merdivenleri.
6. kata değil de 7. kata geldi. Ahsen'in evinin anahtarı albaydaydı hala. Abisine verecekti birkaç gün sonra ama buna gerek kalmamıştı. Evin sahibi geri dönmüştü. Ne babası bildiği adamın burada olduğundan habersiz ne de albayım dediği kişinin babası olduğundan habersiz. Her gece giren baba kabusları bu gece yoktu ama gerçekler yakında ortaya çıktığında kabusları gerçek mi olacaktı.
Odasına götürdü Sarp. Yatağının üzerinde hala Ahsen'in yastığı duruyordu. Usulca bıraktı Ahsen'i yatağına. Üzerini örttükten sonra bir süre izledi özlediği yüzü. Odadan çıktı elinde bir battaniyeyle salondaki koltuklardan birine yattı orada aylar sonra ilk kez rahat bir uykuya daldı.
Ahsen'de tıpkı rüyasında gördüğü gibi uyuyordu. Sarp'ı kendi odasında yatağında uyurken görmüşken gerçekte Sarp'ın odasında, yatağında ilk kez babasını görmediği bir uyku uyuyordu...
2
***
BÖLÜM SONU!
Nasıl buldunuz? Umarım beğenmişsinizdir.
Bu wattpad'in kaydetme sorunu yüzünden ben mahvoldum gerçekten. İnternetten mi uygulamadan mı bilmiyorum.
Oy ve yorumlarınız için şimdiden teşekkür ederim. Sizleri seviyorum kendinize çok iyi bakın ballarım. 🥰😘
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
24.61k Okunma |
2.4k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |