30. Bölüm

25| Kabus

Nathalie Pall
nathaliepall

 

 

Hepinize selammm

Nasılsınız? Umarım iyisinizdir, değilsenizde umarım bu bölüm birazcık da olsa sizin yüzünde tebessüm oluşturur.

 

Kaldığımız yerden devam ediyoruzz...

 

Başlamadan bir minik isteğim olacak, yıldıza bassak ve bolca yorum yazsak olur mu? Yorumlar önceden boldu girip okuyordum şimdi çoook az gelmiş. 🥹🥺

Tabii siz okuyun, sevin yeter ama yorum yazarsanız okuyacağım...

 

Umarım beğeneceğiniz bir bölüm olur, yazım yanlışlarım için şimdiden affınıza sığınıyorum.

 

KEYİFLİ OKUMALAR 🤍

 

***

 

 

 

 

AHSEN DİDE YÜCEL

 

Aitlik hissinin anında içimi kapladığı o dört duvarla karşı karşıyaydık. Bu sefer tek değildim, yanımda sevdiğim adamla gelmiştim. Onun içinde yaşadığı hisler neydi, aynı mıydı bilmiyordum ama onun da heyecanını tuttuğum elden anlıyordum.

 

O koca kapılar açıldığında benim miniklerimin dışarıda güneşin keyfini çıkardıklarını görmüştüm. Tebessümüm kocaman bir gülümsemeye döndüğünde Sarp'a baktım. "Çoklar..."

 

"Çocukların olduğu yer dünyanın en güzel yeridir bir tanem. Onlar burayı en güzel yuvaya çevirmişler, ne kadar fazla o kadar iyi..." Onun adımları benden önce ilerledi, peşinde sürükler gibi ilerledim.

 

Sarp'ı tanımadılar ama Melek'in gözleri beni gördüğünde diğerlerine müjdeler gibi bağırdı. "Dide abla!" Tüm gözler bana değdi, Sarp'ta gezindi. Hepsi aynı anda bana koşturunca gülmeye başladım.

 

Etrafımız yarımız kadar miniklerle kapandı, hepsine aynı anda sarılmam mümkün değildi ama sevdiğim bir şey vardı; hepsi sevildiğini biliyor, darılmıyordu. "Benim ballarım!" Uzatabildiğim kadar uzattım ellerimi, uzanabildiğim kadar çocuklarımı sardım. Çok özlemiştim, büyümüşlerdi.

 

Kimi daha uzun, kimi daha tombul, kiminin saçı sarı, kiminin kahve, siyah... Burada hepsi kardeşti, hepsi benim gözümde aynıydı. Bizim sarılmamız uzun sürmüştü, Sarp'ın yanımızda bizi izlediğini fark ettim ama fark eden sadece ben değildim sanırım. Tüm gözler onda dolaştı.

 

Buraya girip çıkan kişiler belliydi, tanırlardı ama bu yüz yeniydi, benimle gelmişti. "Sen kimsin?" diyen Tuğrul'a baktı Sarp. Biraz temkinliydi, Sarp'ın karşısına o minik cüssesiyle dimdik dikildi.

 

Sarp ne diyeceğini bilemedi. Tuğrul'a verilecek hangi cevap onu tatmin eder bilmiyordu. Ben konuştum. "O benim erkek arkadaşım." Tuğrul'un kaşları havalandı, Sarp'ın etrafında döndü. "Taylan abim gibi mi yoksa sevgili mi?" Gerçekten büyümüşlerdi.

 

"Sen nereden biliyorsun sevgili kelimesini?" Diğer çocukların da kıkırdamasıyla onlar için başka bir duygunun komik olduğunu fark ettim. Tuğrul omzunu kaldırıp indirdi, ben devam ettim. "Taylan abin gibi değil. Sevgilim..."

 

Onlar için sevgili demek karı-koca demekti. Abimle Leyla, buranın müdiresi Sude Hanım'la eşi... Çift olarak bunları biliyorlardı. "Çocuğunuz var mı?" Tuğrul'un başı eğildi bana baktı.

 

"Var." dedim. Yanıma geldi sarıldı. "56 tane var... Çoook var benim çocuğum." Yanaklarından öptüm. Anlamıştı, kendi sayılarını biliyorlardı, suratında oluşan gülümseye güldüm.

 

"Siz hep Dide ablanıza mı sarılacaksınız? Prosedür böyle mi yoksa beni mi sevmediniz? Sizinle tanışmak için fazla heyecanlıyım." Sarp'ın sözünden sonra hepsi bana baktı, gözlerimde onları rahatlatacak bir şey arıyorlardı, belki bir onay. Gözlerimi kapatıp onayladım. Sıra Sarp'taydı, bu kez ben izleyecektim onu çocuklarla.

 

Onu çocukla gördüğüm tek an Duru'yla gördüğüm andı. Ben gördüğümde ikisi de pek tanışmıyorlardı ama şu an çocuklarla samimiyeti içimi ısıttı. Tuğrul pek vakit geçirmedi, yine yanımdaydı, diğerleri hala Sarp'la tanışırken benim yanımda oturuyordu. Çimlerdeydik. "Sen memnun değil misin?" diye sordum. Küçük eliyle omzumdan tutunuyordu. "Taylan abim geldi dün..."

 

"Yani?"

 

"Sen Taylan abimi sevmiyor musun?" Tuğrul olayları farklı düşünmüştü, şimdi belli oluyordu.

 

"Taylan abin benim için Mete abin gibi, sizin kardeşliğiniz gibi. Ama bu farklı balım..." durakladım, nasıl açıklarım tam kestiremedim. "Sarp benim için farklı bir yerde, kalbimde hepiniz için ayrı yerler var, Sarp abin de benim için ayrı bir yerde ve o yerde sadece o var."

 

"Aşık mı oldun?" Gülümsedim, işine geldiğinde çocuklar çoğu şeyi bilirlerdi. Cevapladım. "Aşık oldum." Çok aşıktım hem de. Hayatım boyunca bana hiç rastlamaz sandığım o duyguyu bu kadar içten yaşamak... Hoş bir duyguydu. Yıllardır varlığını bile hissetmediğim, orada olduğuna inanmadığım o kelebekler karnımdaydı, hissediyordum artık.

 

"Dide abla?"

 

"Bir tanem?"

 

Yere yattı, başını dizime yasladı. "Ben de büyüyünce aşık olacağım." Güldüm. O anları görmek için sabırsızlanıyordum.

 

Benim miniklerim büyüyecekti...

 

"Ama buradan gitmem mi gerekiyor?" Göz göze geldik. Saçlarıyla oynadım. "Nasıl yani miniğim?"

 

"Sen büyüksün, senin evin burası değil. Biz de mi böyle olacağız? Mete abim ve sen aynı yerde yaşamıyorsunuz. Biz de mi dağılacağız? Ben burayı seviyorum."

 

"Burası sizin ilk eviniz. Ben de minikken abimle aynı evde yaşıyordum." Duraksadım. Aynı ev ama denk gelemeyen yüzler. Aynı ev ama sınırları olan zamanlar. "İnsanlar büyüyünce artık kendi kendilerine hayatlarını devam ettirmeye hazır olurlar. Senin bu evin sana her zaman açık olacak ama emin ol sen de büyüyünce kendine ait bir evin olmasını isteyeceksin. Bu demek değil ki dağılacaksınız. Abimle hala konuşuyorum ya ben şaşkaloz!"

 

O da gülmüştü, yüzünü güldürmeyi başardığımda yanaklarını sıktım. Onlarla vakit geçirmeyi seviyordum. "Sen de günün birinde birini çok seveceksin, o kişi hayatında öyle büyük bir yer kaplayacak ki o zaman tüm zamanlarını onunla geçirmek isteyeceksin, onun yanında ayrılmak istemeyecek onun gittiği her yeri kabullenecek gibi hazır olacaksın. Ama şimdi hep beraber büyüdüğünüzü görmek istiyorum. Okula gittiğinizi, başarılarınızı bana heyecanlı heyecanlı anlattığınızı, kendi ayaklarınızın üstünde sapasağlam durduğunuzu görmek istiyorum." Tuğrul'la biz konuşurken diğer miniklerime baktım, ayal etmek zordu ama büyüdüklerini biliyordum. En son geldiğimde henüz tayinim bile çıkmamıştı, o zamandan bu yana çok büyümüşlerdi.

 

"Büyüdüm bile Dide abla. Sude ablam dedi ki büyümüşüm, üç santimetre daha büyüğüm. Ela saçlarımdan dedi ama valla saçlarımdaki santimetreleri çıktık." Dizimin dibinde rahattı. Attığı üç santimi bile bu kadar heyecanla anlatırken içim bir hoş oldu.

 

"Evet ama daha çok büyüyeceksin. Benden bile uzun olacaksın belki? Sonra ben yaşlanacağım, boyum da kısalır biraz. O zaman işte tam büyümüş olursun..."

 

"Sen yaşlanmıyorsun ki? Hep aynısın."

 

"Hemen yaşlanamam zaten, sen de hemen büyüme olur mu? Yavaş yavaş, tadını çıkar çocukluğunun. Acelemiz yok." Başını salladı, sanki büyüme durumu kendi elinde olan bir durummuş gibi bir anlığına gerçekten durduracağına ikna olmuştu.

 

Herkesin gözü bizdeyken Sarp'a döndüm. "Tanıştınız mı?" Başını salladığında çocuklar sırıtıyordu. "Hepsiyle." dedi. "Körebe oynamak istiyoruz, katılacak mısınız?" Tuğrul'a baktım, dizimden anında kalkmıştı, gülerek ben de yerden kalktım.

 

Oylum'un koşarak yanıma gelip uzattığı fulara baktım. "Yine ben mi ebeyim?" diye sordum. Ne zaman gelsem hep seyrek gelişim yüzünden azar yiyor ceza olarak oyunlarda ilk ebe seçiliyordum. Oylum sessizce başını iki yana sallayıp minik işaret parmağını Sarp'a uzatarak Sarp'ı gösterince keyiflendim. Sarp'a yanaştım. "Gel bakalım ebe." Arkasına geçtim. "Biraz eğilir misin canım?" Gözlerini bağlamadan bana döndü, kaşları havalandı. Ne zaman sevgi sözcükleri söylesem bu bakışı kapıyordum.

 

"Eğilirim güzelim." Eğilip onun gözünü rahatça bağlamam için bana yardımcı olunca gözlerini çok sıkmadan bağladım. Önüne geçtim. "Bu kaç?" Sorum biter bitmez konuştu. "Dört." dediği an elime baktım, doğruydu. "Doğru mu?"

 

Dişlerimin arasından mırıldanarak onayladım ama o gülüyordu. "Şu an dejavu yaşıyor gibiyim. Güzelim sen neden hep dört yapıyorsun bilmiyorum ama görmediğime emin olabilirsin." Sayımı değiştirdim, "Bu kaç?" yine bilirse diye bekliyordum, öyleyse ensesine bir tane geçirebilirdim. "Yedi...?" dediğinde kıkırdadım. Bir yaptığım parmağımı indirdim.

 

"Bilemedin." Anlamsız bu beni fazla mutlu etmişti. O an belki de bunu bilerek yanlış der diye düşündüm, ama öylece benim yönlendirmemi beklediğini görünce kıyamadım herifime. "Geçtin testi. Şimdi seni döndüreceğim tamam mı?" Başını salladı, ellerini kaldırıp beni tutmaya çalıştı. Ellerinden tuttum. "Dön dön, dön..." Miniklerime zaman tanıdım, hepsi kaçışıyordu.

 

Son bir tur da kendi kendine döndüğünde ben de onu bırakıp kaçıştım etrafa. Hepsinin minik elleri kıkırdamalarını susturmak için ağızlarını kapatmış, oldukları yere çökerek minicik yer kaplamış durumdalardı.

 

Sarp yavaş yavaş bize doğru yaklaşınca hepsi kaçmaya çalıştı. Buse'ye doğru yürürken baktım ki Buse kaçamıyor. Olduğum yerde ses çıkardım. Sarp yönünü bana dönüp bana yaklaşınca Tuğrul'u arkama aldım. Sarp bana çok yakındı artık. Arkamdaki Tuğrul'un tüm heyecanını üstümü çekiştirmesinden hissediyordum.

 

Sarp beni yakaladığı an kendine çekti. Sarıldı. Dudaklarını kulağımın dibinde hissettim. "Yakaladım seni... Ses çıkarmasan da bulurdum," nefesini çekti "Kokunu uzaktan bile alıyorum."

 

Çocukların karşısında olduğumuzu hatırladım. "Çocuklar var. Ebesin devam et, madem ben olduğumu anladın niye yakaladın beni?"

 

Güldüğünü gördüm. "Ne yapsaydım? Hile mi? Torpil mi istiyorsun sen?"

 

"Hayır tabii ki. Devam et." Üstümdeki çimleri silkeledim. Kenara çıktım. Sarp devam etti. Oyun dışında da olsam çocuklara yardım etmek için durmadan ses çıkarıyordum ama bir süre sonra bu işe yaramamıştı. Kulakları iyiydi, dikkatliydi. Çocukları tek tek bulması uzun sürmedi. Hayatım boyunca oynadığım en kısa süreli körebe buydu.

 

Çocuklar kısa sürse de keyifli görünüyordu. Sarp'ı sevmişlerdi. Rahatça Sarp'ın yanına gidip konuştuklarını gördükçe mutlu oldum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Otelde herkes vardı. Mete etrafına bakınıp kardeşini arıyordu, Ege duruma el atar gibi Mete'nin yanına ilerledi. "Daha gelmediler abi, Sarp'la, akşama anca gelirler, mesaj atmıştır baksana telefonuna."

 

Ege'nin lafından hemen sonra eli cebine gitti. Telefonuna baktığında gerçekten bir mesaj duruyordu. Kardeşindendi.

 

DİDE: Ben Sarp'layım. Merak etme. Akşama anca geliriz, dikkatli olurum.

 

Tek bir mesaj yetmişti, daha fazlasını atmaya gerek duymamıştı. Gereken detay belliydi. 'Sarp'layım' diyordu. Sorun yok demeye getiriyordu. Mete her ne kadar abilik kıskancıyla yaklaşsa da gördüğü isim onu da rahatlatmıştı.

 

Bir elinde tuttuğu kızına baktı, Ahsen'in yaşadığından hala bihaberdi Duru, öylece etrafa bakınıyordu. Nasıl açıklayacağını bilemedi, Leyla'ya baktı kısa bir an, yanlış anlar mı, bir beklentiye girer mi, Ahsen'e küser mi kestiremiyordu ikisi de.

 

Diğer bir tarafta Doruk'un aile tarafı otele giriş yapmıştı. Kalabalık bir ailelerdi, gelir gelmez sıcaklara sinirlenen babaannesi ortalıkta onu yatıştıracak bir şeyler arıyordu. Bulamadı. Dedesi geldi hemen yanına. İkili garip bir şekilde birbirlerine sataşarak anlaşıyorlardı. "Haydi diyirum da, güneş yakiyi buna da laf etma!" Dursun dede söylenmelere karşılık eşi Havva babaannenin kolunu kendi kolunun içine almış zorla götürmeye çalışıyordu.

 

"Sana mı diyirum ben! Oyle her şeye burnuni sokma, höykürme." O da söylense de Dursun dedenin adımlarını takip ediyordu. Yavaş yavaş resepsiyondan uzaklaştılar.

 

Diğer herkese karşı Duru vardı yalnız gibi duran. Buraya gelme sebebi olarak Azra'nın düğünü olduğunu biliyordu. Halasının en yakın arkadaşının düğünü... Ama halası yoktu, en azından o hala böyle biliyordu. Biraz yalnız hissetti kendini, hayatında hiç olmadığı kadar sessiz bir çocuğa dönüşmüştü, bulunduğu yerden rahatsız değildi ama keyif de almıyordu Tuttuğu iki elinde farkında değildi, taa ki etrafına bakarken elinde babasının koca elini tuttuğunu fark edene kadar. "Babaannemle halamın yanına gitmedik." Durum ona biraz tuhaf gelmişti çünkü bunca zamandır yolculuk ne zaman İstanbul olsa, ne için olursa olsun ilk gidilen yer mezarlık olurdu. Bu kez direkt buraya gelmeleri Duru için büyük bir atlayıştı.

 

Mete de farkındaydı, Leyla da ama bilerek gitmemişlerdi. O yan mezarın, Ahsen'in adına yapılmış mezarın yanına bile bile kızını götürmeyecekti. Bu minik yaşında zaten oluşacak olan kafa karışıklığını az çok tahmin ediyordu. "Gideceğiz ama şimdi değil, bugün değil miniğim." O da kendini annesinin yanına gitmediği için suçlu hissediyordu.

 

"Kaç gün kalacağız burada baba?" Ege'yi gördü o sırada. Göz kırptı Duru'ya. Duru sadece ufak bir tebessüm etti, anlıktı.

 

"Bir hafta buradayız miniğim. Azra ablanın düğünü için geldik ya? Merak etme eğleneceksin sen de, sıkılmayacaksın." Duru 'bir hafta'dan sonrasını dinlememişti. Alperen'i gördüğünde babasının elini bıraktı, ona koştu. "Alperen abi!"

 

"Duru?" Şaşırmıştı, kucağına atlayan Duru'yu kollarına aldı. Orda o kadar insan varken, Ege, Berkin, Zeynep bile dururken Duru sadece tek bir kişiye koşmuştu. İnsan bir bakıştan bazen çok şey anlardı, çocuklarda o saf durumu anlardı. Herkesin keyfi yerindeyken bir Alperen vardı Duru gibi; kafası karışık. Ona güvenebileceğini biliyordu, daha öncesinde çok oynamıştı Alperen'le.

 

"Gelmişsin..." Halasının koruması olduğunu biliyordu, o gidince Alperen'in de gideceğini düşünmüştü. Onu burada, bir de herkes dışında daha sakin görünce atmıştı kendini ona. Anlamsızdı, Duru bir anda taştı, başını Alperen'in omzuna gömüp ağlamaya başladı.

 

Mete koşturdu ilk, peşinden Leyla geldi Duru'nun yanına. "Miniğim?" Minik elini tutmaya çalıştı, kucağına almak ona bakmak istemişti ama Duru'nun parmakları Alperen'in gömleğini sıkı sıkı tutuyordu, gözleri tamamen kapanmış, yüzü Alperen'in omzuna saklanmıştı.

 

Alperen de anlamamıştı. Sadece şaşkındı. Mete'ye baktı öylece, aklına hiçbir neden gelmiyordu. Duru'nun Ahsen'in yaşadığını hala bilmediğini bilmiyordu. Tek bildiği bir şey vardı; birinin ona sığınıp rahatça ağlamasıydı. O birinin de sıradan biri olmamasıydı.

 

Ahsen, Alperen'i öyle içinden saymıştı ki sadece o değil onun çevresindeki herkes sayıyordu. Duru onun için de yeğendi, Mete onun için de abiydi, Leyla onun için de yengeydi. Duru'nun bunca kişi arasından onu seçip ona saklanmasını beklememişti ama. "Abi istersen ben konuşayım, sonra yanına getiririm? Merak etme..." Mete'nin cevabını bekliyordu.

 

Başını salladı. Sadece sessizce mırıldandı, "Bilmiyor." neyden bahsettiğini şu an anlamasa da anlayacaktı. Daha fazla beklemedi, son kez daha baktı Duru'ya, başı hala Alperen'in omzuna gömülü, saklı bir şekilde duruyordu. Yıkılmıştı ama bir şey diyemedi, kızının ağlamasına dayamıyordu, içi parçalanıyordu, ona değil de Alperen'e sığınmasına şaşırmıştı.

 

Alperen de ne yapacağını bilmiyordu. Teselli ettiği çok insan yoktu, biri Gökhan'dı ona da verdiği teselliler farklıydı. Bir çocuğa daha öne hiç teselli vermemişti, bu yaşadığı şey ilkti. Biraz çaresizce etrafına bakındı. "Bir yere gitmek ister misin? Ne yapalım?" sorusuna karşılık sessiz bir baş sallamayla cevap verdi Duru. Onun da aklında bir yer yoktu, o şu an kendince zaten bir yerdeydi.

 

Gökhan da geldiğinde Alperen'in kucağında Duru'yu görünce şaşırdı. "Ne oluyor lan?" Alperen tek eliyle çenesine vurdu. "Düzgün konuş lan. Savcımın yeğeni."

 

"Savcım ner-" devamını getiremedi Gökhan çünkü bir işaret vardı Alperen'in yüzünde. Duru görmüyordu ama Gökhan gördü. Sustu. Alperen anlamıştı Duru'nun neyi bilmediğini. Duru başını hafifçe kaldırdı, kendi yüzünü göstermeden Gökhan'a bakmaya çalıştı, daha önce hiç görmediği bu yüzü inceledi. Başını tamamen kaldırdı, elinin tersiyle gözlerini sildi. "Bu kim?" diye sordu.

 

"Gökhan ben... Halanın arkadaşı sayılırım, neden ağlıyorsun?"

 

"Sana ne. Halamın arkadaşı değilsin sen." Başını Alperen'e yasladı, kollarıyla Alperen'i sıkıca tutuyordu.

 

"Yalan söylemiyorum." Gökhan doğruya inansın diye Alperen'e bakış atınca Duru da Alperen'e döndü. Ona inanırdı. Alperen başını salladı. "Nereden tanıdın halamı?"

 

Gökhan aslında bir anda en başa dönecekti, Alperen' e yaptığı hatadan sonra Ahsen'in onu almasıyla başlayacaktı ki Alperen lafı aldı. "Bu abi çok kötü bir durumdayken halan onu kurtarmıştı."

 

"Aynen ben de o cümleyle bitirecektim." diye mırıldanan Gökhan'ı dinlemedi Duru. Gökhan'ı incelemekle, Alperen'i dinlemekle uğraşıyordu. Birden Alperen'e döndü. "Babam sana güvenir, izin verir, beni halamla babaannemin yanına götürür müsün?" O an Gökhan da Alperen de garip hissetti. Hayatın bundan ibaret olduğunu herkes bilirdi ama insan bir şeylerin kendi başına gelmesini kaldıramazdı. Ölümü tanıtma bir başkasının başına gelince kolaydı, ne zaman o ateş senin yakınına sıçrasa işte o zaman anlatamazdın ölümü ne kendine, ne de bir başkasına. Arada bir fark vardı şimdi gerçekler ve henüz saklanan bilinmeyenler. Duru hala halasının varlığını hissedemiyordu. Alperen biliyor ama sanki Duru'yla aynı duyguyu paylaşıyor gibiydi, Gökhan sadece o ana takılı kalmıştı, mezarlara gitmemişti. Annesinin mezarını bile bilmiyordu, o duygu bile yoktu, öyle büyük bir uçurumdu ona.

 

"Babanla henüz gitmediyseniz bir bildiği vardır. Belki uygun zamanı bekliyordur. Seni götürürdüm ama emin ol baban zaten her şeyi düşünmüştür. Eğer sen şu an bir yerdeysen orası senin olman gereken zamanda olduğun yerdir. Baban da annen de seni götürecek halanın yanına." Onu üzmek istemiyordu ama onun için karar veremezdi. Onun için düşünülmüş olan şeye saygı duyup Mete'nin sözünden çıkmayacaktı.

 

"Ama ben burada kalmak istemiyorum."

 

Bu kez Gökhan konuştu. "Bazen insanlar olmak istemedikleri yerlerde kalırlar. Uzun süre. Bence seninki uzun sürmeyecek ve bence zorunda olarak kaldığın yer o kadar da kötü değil." O da istemediği yerde uzun yıllar kalmıştı, babası için her şeyi yapmış, ölmek üzereydi. Onu korumak için çalışmıştı bu yaşına kadar, bilmiyordu onun için gelen kurtuluşun babasının sonunu getirecek kişide olduğunu. Koca istihbaratın görevi onlarca İskender'i yakalamakken Gökhan için kurtuluş operasyonu olmuştu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Savcımın şu arkadaşı yok mu ya?" Onat etrafına bakıp otelde düğüne gelen gelmeyen herkese bakıyordu, Çağla'yı arıyordu. İçinde kendine net bir şekilde 'ben aşığım' demiyordu ama garip bir şekilde İstanbul'da Çağla'yı arıyordu. Gıcık oluyordu ama bu duygunun sevemediği için olan bir gıcıklığa benzemediğinin farkındaydı. Hala aklındaydı o ilk görüntü, Çağla'yı terasta öylece kendinden emin bir şekilde tüfeğiyle görünce garipsemişti anlık.

 

"Savcımın düğünü mü bu ibne seni? Gözün kaydı gözün az dinlendir." Yunus biliyordu Onat'ın Çağla'yı aradığını, ki sadece o değil tüm tim biliyor eş durumundan eşler de öğreniyordu.

 

"İstanbul'da olması gerekiyor ya. Biliyorum ben. Görevde mi acaba?" Onat kendi kendine konuşup duruyordu. "Nasıl bulacağım ben o kadını ya!" Beyni yanmış gibi elini başına sertçe vurdu, alnını ovuşturdu, masaya dayadı başını. "Burası da yanıyor be!"

 

"Girelim dedim havuza. Oğlum adamlar bunun için otel seçmiş ya, ulan tatilimizi onların düğününe harcıyoruz diye geldik öyle sıcaktan kavrulup mal gibi havuza bakıyoruz. Ben gireceği kimse kusura bakmasın." Ilgaz eşine baktı. "Gel karıcım yüzelim." Oturduğu yerden kalkıp Sena'yı da tuttuğu gibi yanına çekti.

 

Ilgaz'ın kalkışı diğerlerini de etkiledi, hepsi tek tek bakıştı birbirleriyle. Masadan kalktıklarında hala masada başı dayalı oturan Onat kalmıştı. Ruhi bırakamadı Onat'ı. "Hadi kardeşim kafan alev alacak gir şu suya. Eridin be." Zorla kaldırmıştı.

 

Havuz pek dolu değildi, etrafta güneşlenenler vardı. Tim askeri kimliklerinden çıkıp deniz şortlarını giyip havuza girdiklerinde yılların emeğiyle oluşmuş vücutları çıkmıştı ortaya. Hepsi havuza girdiklerinde zaten havuz dolmuştu.

 

"Bana bak mal mal cıvıtmayın, rezil etmeyin bizi!" Mert'in sözüyle Ruhi durdu. "Duydun mu lan?"

 

"Lan ben ne yaptım şimdi?"

 

"Yapmadın diye uyarıyorum işte, yaparsan ben sana ne yaparım biliyorsun."

 

"Kardeşim iş dışındayım şu an beni eylemeyin. Git cıp cıp yüz hadi sen keyfine bak, tanımıyorum seni ben." Ruhi yavaş yavaş Mert'ten uzaklaştı. "İyi lan büyükmüş havuz." Kendi kendine yüzerken bir kadının onu süzdüğünü fark etti. İçinden gelen özgüven yükselmesiyle içten içten gülüyordu ama kadına pas vermedi. "Sporcu musun?" sorusuyla gülümsemeye başladı. Bir laf beklemişti ve gelmişti.

 

"Aynen." dedi mesleğini hemen söylemeden.

 

Kadın havuz dışından havuza atladı. "Uzun süre yapıyorsun sanırım?"

 

"Uzun süredir yapıyorum."

 

"Ne gibi şeyler yapıyorsun?"

 

"Ekstrem sporlar. Paraşüt, atıcılık, şınav, mekik araya serpiştiriyorum. Baya ekstrem yani, sen yapıyor musun?"

 

"Sayılır, senin kadar coşmuyorum. Pilates kafi. Arada da böyle yüzüyorum işte."

 

Mert, Ruhi'ye göz aterken konuşmayı görünce sırıttı. "İyi bari kendini de rezil edemez artık. Dönerken beynimizi sikmese bari."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

AHSEN DİDE YÜCEL

 

Çocukların yanından çıkmıştık, ben biraz yorulsam da Sarp gayet iyi durumdaydı. Yürümeye devam ettik. 'İstanbul'u bana sen gezdir.' demişti, gezdirmeye çalışıyordum. Aklıma gelen bir sürü şeyden biri daha üstteydi. "Acıktın mı?" Gözümün önünde duran o koca tabelaya baktım. Hamit amcanın yeri hala aynı tabelayla, aynı yazılarla duruyordu. Gülümsedim.

 

"Acıktım. Var mı aklında bir yer?" Sarp'ın sorduğu soruya sadece elini tutup çekiştirerek cevap vermeyi tercih ettim. "Ocakbaşına mı götürüyorsun beni?"

 

"Ocakbaşına değil sevgilim. Hamit Amca'nın Ocakbaşı'na götürüyorum seni." İçeri girdiğimizde gözüm ilk onu aradı, biraz kalabalıktı, masaya yetişmeye çalışan Sarp'ı gördüm önce. Küçük Sarp da buradaydı. Beni görünce gülümsedim. Hamit amcayı hala görebilmiş değildim ama bizim köşemize kaydı gözüm, boştu. "Gel buraya oturalım." Masaya geçtiğimizde masanın camının altında birkaç gazete haberi vardı. İnceledim, benim adımın geçmediği ama benim ölüm haberimin basın haberini bulup buraya koymuştu, dahası vardı, İskender'in yakalandığı haber de o sayfa bütün olarak koyulmuştu. Azra söylemişti benim öldüğümü, hala öyle biliniyordum, Hamit amcayı da üzmüştüm.

 

Masaya oturur oturmaz görmek için arandığım adam geldi. Yaşlanmıştı ama simasından hala eskisi gibi tanınıyordu. "Usta bizim menü duruyor mu?" dedim sessizce.

 

Anlayamadığını ifade edecek şekilde kaşlarını çattı, elindeki menüyü uzattı. "Menü burada, istediğiniz siparişi verin." dedi nazikçe.

 

İttirdim menüyü. "Azra'ya yapmışsın ama?" Ben biraz daha değişmiştim, büyüdüğümde giden o sessizliğim, suratımın sürekli yara alıp iz dolu olduğu halim yoktu, saçlarım da kıvırcık değildi, karşısına hep çıktığım öğrenci üniformalarım da yoktu, ölü bildiği birine benzetse bile ihtimal vermezdi, o da haklıydı.

 

"Anlamadım kızım kusura bakma? Sen ne istedin ben yapayım sana?"

 

"Nasıl isteyeceğim bilmiyorum... Kendimi sana nasıl hatırlatacağım onu da bilmiyorum, kızma bana." Benim ölümün yazdığı gazeteyi çıkardım masanın altından buruşturdum. "Ben ölmedim." Küçük Sarp geldi yanımıza. "O biliyordu Azra bilmiyordu. Özür dilerim." Sarılmak istedim. "Dide ben Hamit amca..." Oturduğum yerden kalktım.

 

Onu üzdüm mü yoksa sevindi mi anlayamadım, gözleri dolmuştu. Tuttuğu gibi çekti sarıldı. Yine o tanıdık koku vardı, sarıldım sıkıca. "Sadece işler biraz karıştı. Böyle olması gerekti."

 

"Belki tanırdım seni gülüşünden, ama ihtimal veremedim. Dedim ki benziyordur, Azra göstermişti seni, girdiğin an bilerek gelmedim yanına. Bunadım dedim." Hala süzülüyordu gözlerin yaşlar, hala ses tonu boğuk geliyordu. Ben ağlayarak defalarca kez gelmiştim basardı bağrına sustururdu beni, onu hiç ağlarken görmeyeceğime o kadar emindim ki şimdi onu böyle görünce kötü hissettim. Ağlatmakla ağlamak arasında çok fark vardı. Her insan farklıydı kimi ağlamayı kendine eziyet olarak görürdü ama bende işler tam tersiydi. Kendime gelen her acıyı acı vermeye tercih ederdim. Ben ağlardım sorun olmazdı, kör olana kadar ağlasam da birini ağlatmasam derdim kendime. Ama ne kadar istemesem de oluyordu bazı şeyler.

 

Hamit amca küçük Sarp'a döndü. "Eşek seni, neden söylemedin?"

 

"Usta ben de öldüğünü bilmiyordum..." Ben girdim araya. "Ben dedim kimseye hiçbir şey söyleme diye." Sırrımızı saklamayı başarmıştı, üstelik daha iyi durumdaydı. Burada azar yemeyeceğinden emindim. Gözler benim sevdiğim adama döndü. Tanıttım Sarp'a "Hamit amca ve küçük Sarp." O an iki Sarp da kafaları karışık bir şekilde baktılar bana. Küçük Sarp'a döndüm. "Kusura bakma ama erkek arkadaşımın adı da Sarp, sen küçük Sarp olarak kalacaksın benim kafamda."

 

Hamit amcanın kaşları havalandı. "Azra evleniyor, ondan bunu beklememe rağmen şaşırmışken senin bunu demen beni daha çok şaşırttı." Güldüm, kendisi benim erkekler hakkında olan tüm düşüncelerimi bilirdi. Pek hoş bakmazdım, erkeklere laf atmak günümün yarısından fazlasına sahipti.

 

Başımı salladım. "Evet biliyorum ama ne yapayım bırakmadı peşimi." Göz kırptım. "Azra'nın nişanlısının abisini kaptım Hamit amca." Güldü.

 

Kalabalık yavaş yavaş azalıyordu, burası genelde akşamları iş yapardı zaten. Kimseyi işinde meşgul etmek istemiyordum ama şu an Hamit amca da boştu. Sarp'a baktı. "Sen ne yapıyorsun oğlum? Benim kızlarım kıymetlidir, öyle anlık eğlence olmasın." Bana değdi gözleri. "Gerçi öyle olsa olmazdınız." Beni tanıyordu.

 

"Yok Hamit amca, benim niyetim ciddi." Garibim benim tarafımdan çok çekiyordu. Babam, abim zaten yeterince baskındı bu konuda. Ama hoşuma gitmiyor değildi. Ciddi olduğunu biliyordum ama duymak hoşuma gidiyordu.

 

"Askerliğini yaptın mı? Kaç yaşındasın?"

 

"30 oldum, askerim ben zaten Hamit amca." Mesleğini söylerken ayrı gururluydu, sadece onları izledim. Ben üstelememiştim ama önümüze gelen yemeklere baktım. Kokusu bile yetti yıllar öncesine gitmeme.

 

"Siz burada değildiniz ama değil mi? Hangi rüzgar attı sizi buraya?"

 

Yaşlanmış olabilirdi, zaten olmaması imkansızdı. "Küçük kızının davetiyesindeki tarihe bir hafta kaldı Hamit amca. Valla unutup gelmezsen kıyamet kopar biliyorsun. Hatırlatayım, daha da unutma."

 

"Aklımdaydı..." Konuyu geçiştirip bizi anlatmaya başlamıştı. Hamit amca ne kadar istekli anlatıyorsa Sarp da o kadar istekli dinliyordu. Ben ikisinin arasına girmiyor zaten Hamit amcanın ağzından çıkıp Sarp'ın kulağından giriyordum.

 

Çok geçmeden oradan da kalktık, benim okulumun önünden geçtik, arabaya geri yürüdük. Yorulmuştum bunu Sarp'ın anlamamasının imkanı yoktu. "Yol boyunca uyumadın, neden uyumadın onu da biliyorum. Kestirdim diyorsun ama elimi sıkıp sıkıp durdun arabada. Arabaya binmek istemiyorsun." Tam olarak öyle olmuştu. Sarp'a güveniyordum ama kaza benim yüzümden de olmamıştı, biri gelir de bize çarpar, ya da bir şey olur diye olan korkumu hala atlatabilmiş değildim. "Çok yürüdük bu yüzden, belinde ağrıyacak, belki de ağrıyor bana söylemiyorsun." Eğilim yüzünü gözümün önüne indirdi, bir cevap beklerken dudağından öptüm sadece.

 

"Ağrıyor mu belin?" Bir kez de o öptü dudağımdan, oradan boynuma geçti sonra döndü normale. O kadar ağrım yoktu ama bugün bu yürüyüşü abartmıştık, arabada da sürekli oturmak da ağrıtmıştı ama kırığın acısını hatırlayınca buna şükür ediyordum.

 

"Yok. İyiyim. Otele gidiyoruz zaten uyurum." Ama ondan önce asıl yapmam gereken bir şey vardı; Duru'yla konuşmak. Korkuyordum. İçimi en çok kemiren şey buydu; nasıl anlatacaktım? Ya da tüm bu anlattıklarımdan o ne anlayacaktı? Mezarlığın önünden geçtik yeniden, baktım dışarıdan, arabaya yaklaşmıştık. Yürürken bir adam önüne bakmadan hızlı hızlı ilerliyordu, bana çarpıp öylece geçip gitti. Yanımdaki Sarp'ın gerildiğini gördüm.

 

"Si-" Ağzını elimle kapattım, çekiştirmeye çalışsam da gelmiyordu ama onun öne atılmasını engelleyecek güçteydim. Gözleri uzaklaşan adamdaydı, ona baktığımda yanına üç beş adamın daha eklendiğini ama hala umursamazca geçip gittiklerini gördüm. Ben de sinirlenmiştim ama bir şey demedim. Adamlara kilitlenen Sarp'a döndüm. "Hadi gidelim artık." Şu an bir tartışmayı kaldıracak enerjim yoktu, adam da belli ki kendince güç sahibiydi, işimi de Sarp'ın gücünü de bu olaya dahil etmek istemedim. En önemlisi buraya tatile, eğlenmeye gelmiştik.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Sadri Bey, yok. Yani abinizi hala bulamadık, kimliğini de değiştirdiğimiz için araştırma yapmam mümkün değil. Sadece Diyarbakır'da arıyorlar, niye gitti belli değil." Adamları sokakta peşindeydi. Mezarlığın yanından geçerken Sadri bir kez daha baktı. "Ne boklar yedin? Ne yaptın bilmiyorum... Abim seni bulmak için buraya mı geldi, o piç Pamir'e mi gitti bilmiyorum. Ah bir elimde ölseydin, bir can çekişseydin, senin en sevdiğini bir elinden alsaydım, ben gebertseydim de öyle koysaydım seni toprağın altına." Bu sözlerin hepsi Ahsen'eydi. "Suratını da göremiyorum, bir boklar yemişsin. Ölmeden buldun mu babanı bari?" Dişlerini sıka sıka önden önden yürüdü, hiç dikkat etmeden ilerlerken bir çifte çarpıp geçti. Arkasından onun hakkında söylenen sözün yarıda kesildiğini duymuştu ama kelimenin ne olduğunu az çok tahmin edebiliyordu. İçinden söylendi. "Başka işin var Sadri, bırak boş ver."

 

Ali'nin hala bulunamamış olmasından çok belli belirsiz bir yerde, inşaatta bulunan telefonuna takılmıştı. Pamir ölmeden önce onu öldürüp bir yere mi atmıştı emin olamıyordu. Pamir ona verilen işi yapamayınca kendince bir önlem için bunu yapmış olabilir diye düşündü.

 

Tek temennisi abisini canlıyken bulmaktı. Tüm bu arada kalmış sırların hepsini kaçırdığı için sinirliydi. Ona göre her şeyi bilmesi gerekiyordu. Belki de abisi Ahsen'i bulmuştu hala İstanbul'daydı. Aklına gelen detayla adamlarına döndü. "Mete! Mete Korkmaz'ı bulun bana." Aylin'den ne kadar nefret etse de Ali'den olduğunu bildiği bir erkek çocuğunu sevecek kadar iğrenç bir kişiliği vardı. Mete'yi bulmalarını istiyordu ama bulunca ne yapacaklarını bilmiyordu.

 

Mete'nin kişiliğini biliyordu, bir şey sormaya kalkarsa kimin tarafını seçip konuşacağını biliyordu. Ali'den nefret ettiğini, Ahsen'i canından çok sevdiğini biliyordu. Gerekirse sert kullanırdı, çünkü Sadri böyle birisiydi. O çok sevdiği abisinin bile hayatını dağıtmak için çok düşünmemişti. Kendinden başka kimseyi önemsemezdi, kendi mutluluğu için acıyacağı kimse yoktu, evlatları da bu duruma dahildi.

 

Ahsen'in MİT tarafından korunup saklanan bilgisinden dolayı araştırmaların hepsi karşısında bomboş bir ekran vardı. Ne Sarp'a ulaşılıyordu, ne Ahsen'e, ne de Demir'e. Bir adamının koşturarak ona doğru geldiğini gördü. "Buldunuz mu Mete'yi?"

 

"Yok Sadri Bey ama başka bir şey bulduk." Elinde duran toprakla kirlenmiş çocuk resimleriyle süslenmiş karton çiçekler vardı, Sadri'ye uzattı. "Bu ne lan? Pis pis şeylerle kirletme elimi. Uzakta tut şunu çamur dolu."

 

"Sadri Bey, yazıya bakın. Aylin'in mezarlığından buldum, üstündeki yazıya bakın. 'Aylin'in Sevgi Evi' yazıyor bakın." O an çamur dinlemedi Sadri, adamının elinden çekti yazıya baktı. "Nerede burası?" dedi keyiflenerek.

 

Tüm bu keyifsiz kafa karışıklığının içinde yeni bir detay, hiç beklenmedik yerden gelen, karşısına çıkan o haber keyfini yerine getirmeye başlamıştı. "Benim bilmediğim hiçbir şey olamaz." Çocukların fotoğraflarına baktı, bir kız çocuğuna takıldı. "Saçlara bak!" Ahsen'e bakmıştı. Hemen geçti o çocuğu. "Oranın da yıkılışını izlemek istiyorum. Madem çok seviyorlar Aylin hanımı o zaman gönderelim yanlarına..." Buruşturup yere attı tüm kartondan çiçekleri, çocukların fotoğrafları yerlerdeydi.

 

Yerle bir ettiği küçük yuvanın inadına açılmış büyük bir yuvayı da yıkmak istiyordu. "Madem Aylin'in sevgisi çocuklarını öldürüyor, kimse bu çocukların yaşamasını bekleyemez." Yerle bir olması planlanan bir ev daha vardı, Sadri yine büyük oynuyordu. Üstelik bunu çok rahat yapıyordu. Kendisi de ne kadar vicdansız ve iğrenç bir kişiliğe sahip olduğunu biliyordu, tek fark bu huyunu sevip doğru olanın bu olduğunu düşünüyordu.

 

Küçücük çocukların anne ve baba sevgisi olmadan yaşamaya çalıştığı, kendilerine bir çatı bulduğu, sıcak yemekler yiyebilecekleri o yerin de yıkılması planlanıyordu, içindekilerle birlikte...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Alperen duyar duymaz söylemişti Ahsen'e. Kazım tamamlanmıştı, tam da söyledikleri yerden çıktı Gökhan'ın annesinin kemikleri, bir çınar ağacının dibindeydi kemikler. Dağınık değildi toplu duruyordu kemikler ama normal gömülmüş bir vücut gibi değil de daha çok saklar gibi, öylece atılmış, üstünkörü kapanıp üstüne ağaç dikilmiş gibiydi, ağacın kökleri kemikleri sarmıştı. Ne Ahsen ne de Alperen söylemek istemişti, dilleri varmıyordu. Gökhan durmadan tuttururdu 'Annemin mezarı nerede onu bile bilmiyorum.' diye. Annesinin bir mezarının bile olmadığını söyleyemezlerdi.

 

Ahsen İstanbul'daki emniyetle konuşuştu çoktan. Neslihan'ın kemiklerinin çıkarılıp bir mezarlığa gömülmesi için her şeyi ayarlamıştı. Gökhan'a hiçbir zaman bu gerçek detayı vermeyecekti. Neslihan için en güzel mezarlığın olmasını sağlamıştı.

 

İncelenmişti. Adli tıp kemiklerin her bir parçasını incelemiş eksik bir parça olup olmadığından emin olmuşlardı. Neslihan'ın kemikleri mezarlığa yerleşene kadar Gökhan'a söylenmeyecekti. Öğrendiğinde gideceği bir yer olmasını istemişlerdi. Bir mezarının olduğunu sadece yerini Gökhan'ın yeni öğrendiğini düşünmelerini sağlayacaklardı.

 

Ahsen her ne kadar sırları sevmese de bunca yıldır sürekli gittiği deponun arkasında bir ağacın dibinde annesinin olduğunu bilmesini istemiyordu. Gökhan sert biri olabilirdi ama yumuşak yanını gören Ahsen de Alperen de bunu kimsenin kaldıramayacağı gibi Gökhan'ın da kaldıramayacağını biliyorlardı. Kendini suçlayacağını, babasının karşısına çıkmadığı için kendini korkak gibi ilan edeceğini, ya da akıllarına bile gelmeyecek çok başka şeyleri yapacağını...

 

Depodan, İskender'in olduğu yerlerden uzak yerleri Ahsen biliyordu. Oralardan uzakta bir mezarlıktaydı Neslihan'ın yeri. Sadece Neslihan yazacaktı taşta. Çiçeklerle bezenecekti toprağı. Bir ağaca yoldaş olan kadının artık ebediyen kalacağı yerde de çiçekler açacaktı. Dünyada ondan parça olacak bir renk olacaktı. Başına onun da Aylin gibi kuşlar konacaktı, bir kelebek konacak gününü onunla geçirecekti, bir arı gelip onun toprağında açan çiçeği seçecekti. Toprak bir anlam kazanacaktı. Acımasızca kesilmiş nefesiyle nefes olacak bir neden sunacaktı. Oğluna sürekli geleceği bir durak olacaktı.

 

Neslihan artık kendine ait yere gidecek orada yatacaktı.

 

Neslihan artık bir sır gibi saklanmayacak, bulunmak istendiği zaman belli olan bir yerde onu ziyaret edenleri bekleyecek, karşılayacaktı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

AHSEN DİDE YÜCEL

 

Oteldeydik. İçeriye girer girmez sanki bunu hissetmiş gibi telefonumdan çıkan sese döndüm. Mesaj vardı.

 

ABİM: Senin odandayız, Duru da burada...

 

Kalbim daha hızlı attı. Çok özlemiştim, beni sevdiğini biliyordum ama tüm bu konuşma ters giderse ne olur diye düşünmekten streslendim. Bana kızacaktı, küsecekti. Ağzından çıkacak 'seni artık sevmiyorum' cümlesini duyarsam yıkılırdım, söylemese bile bunu görmek de bitirirdi beni. Resepsiyona Sarp'la yürüdüm.

 

Ben telefona dönmüşken onun sesini duydum. "Sarp Çağan Dinçer ve Ahsen Dide Korkmaz." Odalarımızı öğrenmeye çalışıyordu. Abime cevap vermedim, birazdan gidecektim odama.

 

Resepsiyondaki kadın Sarp'a döndü. "Sizinki 562, hanım efendinin adına oda yok." Şaşırmıştım. "Ahsen Dide Korkmaz mı dediniz? Ahsen Dide Yücel var." Bendim o, kimliğimde Yücel değil de Korkmaz yazıyordu ama burada Yücel olarak ayarlanmıştı.

 

"Doğru." dedi Sarp benim adıma. "563 numaralı oda da hanımefendinin. Hanımefendinin odasında birileri var, kartı abinize vermişler."

 

"Haberim var teşekkür ederim." Asansöre ilerledik. Sarp'ın gülüşüne takıldı gözlerim. "Ne oldu?"

 

"Bugün Doruk'u seviyorum."

 

"Sebep?"

 

"Odalarımızı yan yana ayarlamış kerata."

 

Ben de güldüm. "Gün bitince sevmeye başladın, sayılıyor mu? Bu saatten sonra görmez seni çocuk, abi değil misiniz hepiniz değişiksiniz." 12'ye bastım. "Benimki de odamda." Durakladım, kısık çıktı sesim. "Duru beni öğrenecek."

 

Elini omzumda hissettim, ses tonu yumuşaktı, boynumu öptü. "İçinden geçeni direkt anlat ona, biraz karışacak kafası ama bence anlar o seni. Seni ne kadar sevdiğini ben bile biliyorum. Konuştuk biz, o bana teselli verecek kadar anlıyor, şimdi de anlayacak..."

 

"Konuştunuz mu?" Başını salladı. "Ne zaman?"

 

"Sizdeyken, söz vermişsin, sana kızgındı. Ağlamamak için kızdığını biliyordum ben de bitiktim, o da bana destek oldu. Baya iyi anlaşıyoruz biz. İki güzelliğine de kendimi sevdirdiğim için abin benden nefret edecek ama olsun." Gülümsedi. "Bence anlayacak seni."

 

Asansörden indik, odaya giden uzun koridorda yürürken konuşmaya nasıl başlayacağımı düşünüyordum. Sarp'ın odasına geldiğimizde ben de durdum. "Sen ne yapacaksın?"

 

"Bizim aile aşağıdaymış, üstümü değiştirip iner onları görürüm, sen bana yaz ben gece gelir yanında uyurum." Dudağıma uzandı, öptü, ben odama geçene kadar kendi odasına girmedi, beni bekledi. "Bir şey olursa bana haber ver."

 

Başımı salladım. Kendi odamın kapısını çaldım. Kapı açıldığı an Duru'yu yatakta yatarken görmüştüm, yüzü yastığa gömülmüş kapıya bakmıyordu bile. İçeriye girdim, kenardan köşeden bakacağını biliyordum ama inatçıydı bu kez, bakmıyordu. Yanına gittim, sesimi çıkarmadım, elim sırtına gittiğinde o an sanki benim geldiğimi bilmiş gibi kafasını hızlıca kaldırıp bana baktı.

 

İkimiz de konuşmadık, bana kaşlarını çatıp bakar sanıyordum ama anında kollarıma atlayıp ağlamaya başladığını görünce başımı onun saçlarına gömdüm. "Özür dilerim miniğim." Beni o kadar sıkıyordu bırakırsa gideceğimi sanıyor gibi tutuyordu. Yüzüne bakmak istiyordum, özlemiştim. Ağlamasın istiyordum.

 

"Hala." dedi sonunda konuşarak, hıçkırıkları arasında. Kesik kesik konuşuyordu. Korkmamıştı. "Geri dönmüşsün, ben çok üzülmüştüm o yüzden mi geldin?"

 

İşlerin çok daha karışık olduğunu anladım. Benim ölmediğimi değil de ölüp geri döndüğümü düşünüyordu, bunun mümkün olduğuna inanmıştı kendince. Şu an İskender'e olan nefretim on kat daha da artmıştı. Kucağımda olan Duru'nun küçük elleriyle yüzümde geziniyordu. Gerçek olup olmadığımı kontrol ediyor, emin olmaya çalışıyordu. "Hala cennet nasıl bir yerdi? Babaannemi gördün mü? O neden gelmedi? Gelmek istemedi mi? Ben onu da istiyorum." En korktuğum şey buydu. Bu soruların cevabı benden nasıl hafif olacaktı.

 

"Ben melek olmadım hiç halacım. Cennete de gitmedim, babaanneni de görmedim. Ben hiç gitmedim. Ama size böyle söylemek zorunda olduğum bir işim vardı, özür dilerim." Bana bakışları değişti, kaşlarını çattı. "İşim karıştı, ben biraz kötü şeylerle uğraşmak zorunda kaldım. Neydi benim işim, ne diyordum sana hep?"

 

"Ben savcıyım, benim işim kötü olan insanların yaptıkları şeye karşı cezalarını almalarını sağlamak." Ona anlattığım şeyleri biliyordu. "Adalet yoksa da hala bir yolunu bulur, bazen zor yollar oluyor ama elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Benim işim bazı işlerden daha farklı, benim bulmaya çalıştığım kötü insanlar bazen benimle uğraşmak istiyorlar, bazen sizi de kendimi korumak için sizden saklanıyorum, bu kez de öyle oldu. Saklanmam gerekti, görünmez olmam gerekiyordu, ben gitmedim yani hiç, üzüldüğünü biliyorum, seni üzdüğüm için üzgünüm. Ama seni çok özledim biliyor musun? O kadar çok özledim ki hem de." Öptüm defalarca.

 

Kollarımda atıldı, yataktan indi, koşar adımla kapıya gitti. "Nereye?"

 

"Sarp abi... Ona da söyleyeceğim, o da çok üzülmüştü. Geldi mi baba Sarp abi de? Ona da söz vermişsin bana söyledi."

 

"Nerede olduğunu biliyor musun?" Abimin sorusuyla durdu Duru, başını iki yana sallayınca ben konuştum. "Yan odada ama aşağıya inmişti, geri geldi mi bilmiyorum." Duru koşup yan odaya, Sarp'ın odasına gitti, çok sürmedi, saniyeler içinde Duru tutup Sarp'ı benim odama getirmişti.

 

"Sarp abi bak! Halam gitmemiş, yaşıyormuş. Söz vermişti, tuttu, geri döndü işte." O ne kadar heyecanla anlatsa da Sarp zaten benim yaşadığımı biliyordu. Onu bozmadı, gülümseyerek başını salladı. "Sen halamı özlemedin mi?" diye sordu.

 

Sarp'ın gözleri bana değdi, benden abime kısa bir an geçti, tekrar döndü bana. "Özledim." dedi sessizce.

 

"Neden sarılmadın o zaman? Sarılmayacak mısın?" Abim cevapladı Duru'yu. "Ne sarılması kızım, tamam özlemiş, bitti bu kadar yeter işte." Sakin sakin durmaya çalışıyordu ama gözleri Sarp'la benim aramda gidip geliyordu. Duru'nun suratı düşmüştü, Sarp da abimi pek umursamadan yanıma gelip sarıldı bana. Biraz resmi bir sarılmaydı. "Tamam sarıldınız da, haydi bakalım." Durakladı, yine konuştu ama mırıldandı. "Yan odadasın zaten." diyerek inceden inceden içine kurt düşürüyor Sarp'a daha çok kuruluyordu.

 

Sarp'la sarılmayı bıraktık. "Duru miniğim, bu gece halanla uyumak ister misin?" İçine düşmüştü bir kere o kurt, Sarp'ın potansiyelini de az çok tahmin ediyordu. Sarp'ın gece çıkıp gelebilme ihtimalini kendi kafasında değerlendirmişti belli ki Duru'yu burada benimle yatırmaya çalışıyordu. Bir şey diyemedim, Duru da olanlardan habersizdi. "Olur! Yatarım olur!"

 

"Ben çıkayım o zaman?" Sarp'a döndüm, başı eğikti, sanırım birkaç saatliğine sevmeye fırsat verdiği kardeşinin sevgisini silecek kadar umutlarını yıkmıştı abim. Bir kardeş bizi birleştirmeye çalışırken bir abi de bizi ayırmaya çalışıyordu. Üstüne bir de abim "Çık çık." deyince şaşırdı.

 

"Oda benim ya bırak da ben konuşayım abi. Hadi siz de çıkın," Duru çoktan yatağa girmişti "Duru burada zaten abi uzatma hadi çık sen de." Sarp da çıkmak zorunda kalmıştı, abimi de çıkarttım odadan. Duru'ya döndüm. "Uyuyacak mısın şimdi?"

 

"Uyuyalım..." Başımı salladım, üstümü değiştirip yanına uzandım. Uzanır uzanmaz üstüme bir kitap fırlatıldı. Kitaba baktım 'Sindirella.' Bilmezdim prensesleri, hikayelerini ama Sarp'ın bana dediğini hatırladım. Görev sonu ayakkabım arkada kalınca demişti anlamamıştım, şimdi anlardım.

 

"Yani?" dedim.

 

"Okuyacaksın." dedi yanımda rahat rahat yatarken.

 

"Sen biliyorsun okumayı." Kitabı ona uzattım.

 

İttirdi. "Ben okuyana kadar sabah olur hala, oku sen lütfen. Küçüğüm ben uyuyacağım."

 

"Kitabı okumaya başla uykun gelir zaten miniğim, ayrıca okuyarak hızlanacaksın."

 

"Hala sen oku lütfen, akşamları okuyamıyorum birbirine giriyor her şey."

 

🖤: Uyuyunca gel?

 

BEN: İmkansız yanından kalktığım an anlar.

 

🖤: Ne diyeceğimi inan bilemiyorum Ahsen... Ama umuyorum ki sen anladın.

 

BEN: İyi geceler sevgilim...

 

Gelen mesaja bakarken telefonumu çekti Duru. "Kitap." Anlaşılmıştı. Bazen bana çektiği için söyleniyordum, inatçılığı fazlaydı.

 

Öksürdüm biraz, boğazımı temizledim. Ben de uykusuzluktan kafayı yemek üzereydim. "Bir varmış bir yokmuş, uzak mı uzak diyarların birinde Sindirella adında güzeller güzeli bir kız yaşarmış. Sindirella'nın annesi uzun zaman önce vefat ettiği için onu babası büyütmüş." Duraksadım. Benim de annem ölmüştü ama babam bize bakmaya tenezzül etmemişti çünkü annemi öldüren de asıl hedefi beni öldürmek olan babamdı, onun yaptığı tek şey kaçıp kendini kurtarmaktı.

 

"Hala ne oldu?" Durduğum an bana döndü.

 

"Hiç." dedim, kendi geçmişimi bir kenara ittirip okumaya devam ettim. Bir süre sonra saçmalıklar başlıyordu.

 

"Sindirella bahçede çok sevdiği kuşlarıyla konuşurken üvey annesi yanına gelmiş ve ona: "Bundan böyle yukarıda tavan arasında yaşayacaksın. Ev işlerinin hepsini sen yapacaksın. Bu kıyafetlerle evde dolaşmanı da istemiyorum." demiş. Sindirella ne diyeceğini ve ne yapacağını bilemediğinden, çaresizce söylenenleri yapmak zorunda kalmış. Odasındaki bütün eşyalarını toplayıp tavan arasına yerleşmiş ve o günden sonra evin bütün işlerini tek başına yapmaya başlamış." Kaşlarım çatıldı. Küçük çocukların bu tarz bir masalı okuma nedenlerinin ne olduğunu düşündüm, ne kadar mantıklıydı bu?

 

"Bu ne biçim masal! Hiç sevmedim daha güzel bir hikaye yok mu?" diye sordum Duru'ya bakarak, bırakma ihtimalimi merak ediyordum. Hemen şimdi kitabı kapatıp uyuyabilirdim.

 

"Tüm prenseslerin hikayesi böyle hala, prenses olmak için önce üzülmüş olmaları gerekiyor herhalde ben de anlamadım. Bir şey olmaz oku sen." Duru'nun bu bilmiş hallerini görünce gülmeye başladım. Sıkıntı yoktu. Baktım, benim anlattıklarımı atlatmış gibiydi ya da öyle davranıyordu bilmiyordum ama beni iyi idare etmişti. Yanaklarını dayanamayıp sıktığımda okumaya devam ettim. Duru'nun bu hikayeden etkilenmeyeceği belliydi.

 

"Sindirella panikle prensin elini bırakıp koşmaya başlamış. Sarayın merdivenlerinden inerken ayakkabısının teki ayağından çıkmış fakat geri dönüp alacak vakti bile yokmuş. Biraz uzaklaştığında saat 12'yi vurmuş ve üzerindeki her şey eski haline dönmüş. Prens sarayın dışına çıktığında merdivenlerde parlayan cam ayakkabıyı fark etmiş." Bir kez daha duraksadım, malum sahneye gelmiş miydik yoksa?

 

"Hala okumayı mı unuttun neden duruyorsun iki de bir." diye gülerek bana söylenen Duru'yu duymadım, tekrarladı. "Hala?"

 

"Efendim?" Duru'ya döndüm. Ama aklım hala Sarp ile yaşadığım ayakkabı muhabbetindeydi. "Tamam tamam devam ediyorum. Sen de uykum var dedin beni bayıltacaksın şimdi. Gir şu yatağa gözünü kapat, kulakların açık zaten duyarsın beni."

 

Güldü şebek. Sitem ettiğimde, kızdığımda bile güldürdüğüm kişiydi Duru. "İyi geceler halamm..." O da bunu bilerek kullanıyordu, beni biliyordu, ona söylediğim her şeyin ses tonumdan hangi anlama geldiğini biliyordu.

 

"Sana da miniğim." Biraz daha okumaya devam ettim, uyuduğunu gördüğüm an bıraktım kitabı, gözlerimi zor tutuyordum, hızlı daldım uykuya.

 

 

 

 

***

 

 

 

 

Bir el onun elini tuttuğunda kim olduğuna bakan Ahsen elini tutan Ela'yı görür. "Dide abla bir kardeş daha geldi."

 

Sevgi evinin bahçesinde heyecanla Ela tarafından çekiştirilir Ahsen. "Öyle mi?" diye sorar.

 

"Ama biraz uf olmuş, ağlıyor hep." Ahsen'in kaşları çatılır. Bu çatı içinde bir çocuğun ağlıyor olması onun için olmaması gereken en önemli şeydi. Hızlı adımlarla yeni gelen çocuğun etrafında doluşan diğer çocukların arasından geçti.

 

Gördüğü küçük çocukla yerinde donup kaldı. Bu küçük Dide'den başkası değildi. Minik suratı mosmor olmuş öylece bir köşede durdurulamaz bir şekilde ağlıyordu. "Baak ağlıyor işte, bir şey yap." diyen Ela'nın elini bıraktı.

 

Kendi küçüklüğüyle göz göze geldi Ahsen. "Dide!" dedi kendine içi yanarak bakarken. Küçük kızın gözlerinin içi parladı.

 

"Benim Dide. Beni tanıyor musun?" diye sordu küçük Dide kendine bakarak. Ahsen geçmişini biliyordu ama küçük Dide geleceğini bilmiyordu, hatta bir geleceğinin olacağını bile düşünmüyordu.

 

"Tanıyorum tabii. Benimle içeriye gelmek ister misin, orada sadece sen ve ben olacağız." diye devam ettirdi. Yalnız olacaklarını bilerek vurguladı çünkü ortada bir baba sorunu vardı. Ahsen'in küçük Dide'ye verdiği güvenle usulca ayağa kalkıp elinden tuttu.

 

Hala iç çekerek ağlayan Ahsen'in elini sıkıca tutan küçük Dide yanında kocaman kalan gençliğine baktı. "Nasıl geldin sen buraya?" diye sordu Ahsen.

 

"Kaçtım?" diyen kıza döndüğünde şaşırmıştı.

 

"Burayı nasıl buldun?" dedi bu sefer de. Bir elinde peçeteyle küçük Dide'nin gözyaşlarını silmeye başladı.

 

"Bilmiyorum kaçtım burayı görüp girdim. O dışarıda beni arıyor, annem gelene kadar burada kalabilir miyim?" dediğinde Ahsen'in içi parçalandı.

 

"Kalabilirsin, benim yanımda da kalabilirsin." dedi çaresizce. Rüya olduğunu bilmesi gerekirdi kendi küçüklüğünü görmek ve onunla konuşmak mümkün değildi ama rüya içine çektiği an her şeyi gerçek olarak görüyordu.

 

"Hep kalamam annem beni özler." dedi küçük Dide. Ahsen bakmaktan ileriye gidemedi. Morluklara neden olan şeyi biliyordu sadece bu seferki neydi onu bilmiyordu ama sormak da istemedi.

 

"Sana bir şey getirdim." diyen küçük Dide elinde bir mermi tutuyordu. Ahsen'e uzattı.

 

Kurşunu gören Ahsen'in kaşları çatıldı. "Bunu nereden buldun?" dediğinde küçük Dide'nin elinde kurşun tutmasını istemedi, hemen çekip elinden aldı.

 

"Babamın cebinden düştü. Onu duydum amca demiş ona." Küçük Dide bir şeyler anlatıyordu ama Ahsen anlamıyordu.

 

"Amca ne demiş ona?" diye devam soru sormaya devam etti.

 

"Kıyamet dedi, kıyamet gelecekmiş. Kurşun dedi sonra babama. Bir kurşun gerekiyormuş." Ahsen hala anlamıyordu. Geçmişinde böyle bir olayın olduğunu da bilmiyordu.

 

"Başka peki?" Kalbi hızlanan Ahsen'in, neden olduğunu bilmese de içinde kötü bir his vardı.

 

" 'Kurtulacak biri var, yalnızca biri. Kurşunu alan kişi kullanmasını bilirse kurtulacak' dedi amca." Ahsen eline aldığı kurşuna baktı. Patlamaya hazır kurşunu cebine attı.

 

"Sende kalsın, onu benim için saklar mısın?" diyen küçük Dide'ye zorla gülümsedi. Kıvırcık saçlarını okşayarak kendi küçüklüğüne hiç görmediği ama deliler gibi görmek istediği o şefkati bir kez olsun hissettirmek istedi.

 

Yaralarını temizledi, defalarca sevgi belirtisi olan her şeyi yaptı; sarıldı, öptü...

 

"Bende kalabilir, onu senin için saklayacağım. İhtiyacın olduğunda onu benden almaya gel. Sana onu geri vereceğim." dedi Ahsen.

 

"Annem geldi! Annem geldi!" diyen küçük Dide ayaklanınca Ahsen de ayaklandı. Uzun zaman olmuştu annesini görmeyeli, görmek istiyordu.

 

"Hadi seni annene götüreyim." Ahsen küçüklüğünün elini sıkıca kavradı. Bahçe kapısının dışında gördüğü kadınla gözleri doldu. Uzun zamandır annesini mutlu bir şekilde görmemişti. Çok gerçekçi olması da şu an derin bir mutluluk veriyordu.

 

Dide'yi almaya gelen Aylin, minik Dide'ye gülüyordu. İki elini açtığında Ahsen'in elinden küçük Dide'nin eli çekildi. Annesine koştu. Kendisinin yerine bile tercih ettiği el belliydi, o kendisini bile seçme ihtimalinin yanında annesi varsa annesine giderdi.

 

Ahsen de görmek istediği ama yüzleşmeye utandığı annesine doğru yavaş adımlarla ilerledi. "Merhaba!" diyen Aylin'e bakamadı Ahsen.

 

Bakışları yerde duruyordu ama cevap verdi. "Merhaba."

 

"Teşekkür ederim, gerçekten." Ahsen'in gözleri annesine değdi. Gülüyordu ama annesi onu bu halde hiç görmediği için tanımadığını biliyordu.

 

"Ne demek!" dedi Ahsen. Sonuç olarak Dide doğru yere gelmişti. Onun yeri annesinin yanıydı, sevgisiydi.

 

Geleceği yer hep Aylin'li bir yer olacaktı. Aylin'in yanı ya da Aylin'in Sevgi Evi.

 

Ahsen'in gözlerinin parlamadı uzun sürmedi. Biri vardı arkada, çok uzun olmasa da uzun boylu biraz kilolu bir adam vardı. Yüzü çok seçilmiyordu ama etrafa saçtığı enerji kötü olduğunu belli ediyordu.

 

"Bir sorun mu var?" diye soran Aylin'e döndü bakışları. İşaret parmağı kalkıp arkadaki adamı Aylin'e gösterdiğinde Aylin'in bakışları paniğe döndü.

 

"Onu tanıyor musun-uz?" diye sorduğunda Ahsen adama tekrar döndü.

 

"Dide gel miniğim! Tekrardan teşekkür ederim!" Aceleyle küçük Dide'yi kucaklayan Aylin hızlı adımlarla gözden kayboldu.

 

Ahsen peşinden gittiğinde atılan silah sesi tüm sokakta büyük bir ses çıkarttı. Oraya koştu, yerde yatan biri vardı.

 

Yanında minik bir kız ağlıyordu. Yerde yatan Aylin'di yanında ağlayan küçük kız da Dide...

 

"Dide!" diye bağırdı Ahsen. Annesi yerde küçüklüğü annesinin başındayken artık Ahsen de ağlıyordu. Adam yapmıştı ama kimdi bilmiyordu. Annesini babası öldürmüştü buradaki kimdi?

 

"Anne! Anne..." diyen küçük kızı çekti kendine. "Bakma! Bakma oraya!" dedi Ahsen.

 

Yine aynı adamı gördüğünde adam sadece bir kenardan onu izliyordu.

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

Duru'nun tüm bunların arasında şahit olduğu tek şey Ahsen'in sessiz çırpınışlarıydı. Duru panikle uyandırmaya çalışsa da pek işe yaramadı. Son kez daha deneyip salladı, uyandırmaya çalıştı. "Hala!" Uyanmayan halasını nasıl uyandıracağını bilmeden odadan çıktı, yan odaya koştu.

 

Sarp kapıyı açtığında uyku sersemi sadece önüne baktığı için boşluğu gördü. "Sarp abi! Halam uyanmıyor." Aşağıdan gelen sese eğdi başını. Halam kelimesini duyması yetti Sarp'a, uyku halinden çıkmış bir hışımla Duru'yu kucağına alıp Ahsen'in odasına daldı. Önce o da deneme istedi, Ahsen'i sarstı. "Dide! Uyan hadi." Ellerini yüzüne sardı, terlemişti, soğuktu suratı.

 

Duru bir kenarda eli kulaklarında bekliyordu. "Duru'cum korkma, bir şeyi yok halanın sadece çok uykusu gelmiş." Ahsen'e geri döndü, kucakladığı gibi lavabonun başına götürdü, suratına su çarptığı an uyandı Ahsen. Sarp'ı görür görmez şaşırdı. "Sarp?"

 

"İyi misin sen? Kabus mu görüyordun?" Hala ıslak olan elleriyle Ahsen'in yüzünü yıkıyordu. Duru'ya belli etmek istemese de o da panikti.

 

"İyiyim..." Kabus gördüğünü dile getirmedi cevabı ikisi de biliyordu. "Sen nasıl geldin?" İndi Sarp'ın kucağından içeri geçti.

 

"Duru geldi 'halam uyanmıyor' dedi, ben de koştum geldim."

 

Ahsen hemen gidip Duru'yu kucakladı. Ne zaman Duru'yla yatsa bu ihtimali düşünüyordu. Duru'nun onun bu hallerini görmesini, bilmesini istemiyordu ama öğrenmişti bugün Duru. "İyiyim halacım, korkma. Çok uykum vardı fazla derin uyumuşum. Duymadım seni."

 

"Ama uyurken titriyordun, seni salladım hiç uyanmadın."

 

"Ama uyandım bak, bir şeyim yok." Sarp'a baktı.

 

"Ben götürürüm Mete abinin yanına. Sen de bekle beni geleceğim." Duru'yu Sarp alıp odadan çıktı. Duru'yu Mete'nin odasına götürdü. Kapıyı çaldı. "Dide rüya görmüş, uyanmayınca Duru da biraz korktu."

 

"Dide nerede?" Mete'nin de gözleri kocaman açıldı, Duru'yu kucağına aldı.

 

"Odasında."

 

"Ne görmüş?"

 

"Bilmiyorum, yarın sorarsın anlatırsa anlatır Mete abi. İyi geceler." Çok uzatmadan hızlı adımlarla Ahsen'in odasına geri döndü. Ahsen'in yatakta uyanık bir şekilde uzandığını görünce kapıyı kapatıp yanına gitti, oturdu. "İyi misin?"

 

"İyiyim." Avcuna baktı Ahsen, o kurşunu o kadar sıkı tutmuştu ki tırnaklarının izi avcunun içindeydi. Ne gördüğünü anlatmak istemiyordu, ona göre kötü rüyaları anlatmak olma ihtimalini artırıyordu. Dile getirilen şeyler onu hep bulmuştu. "Ama ne gördün diye sormasan?"

 

"Sormam bir tanem. Ama yine böyle olmanı da istemiyorum. Duru'yu bıraktım abine, o da sordu, yarın sana sorar muhtemelen ben bir şey demedim ona." Sessizce yanında durarak destek oldu Ahsen'e. Uykusuzluğunu biliyordu kollarını sardı, kendi gövdesine yasladı Ahsen'i saçlarından öptü. "Uyu hadi. Bir yerin ağrıyor mu?"

 

"Ağrımıyor." Başını Sarp'ın göğsüne gömdü, gözlerini kapattı. Aynı rüyaya devam etmek ya da bunun gibi bir başkasını görmek istemiyordu ama uykusu o kadar çoktu ki dayanamadı. Bu rüyadan sonra uyumak hiç istemese de saniyeler içinde uykuya dalmıştı.

 

Sarp bir süre çenesi Ahsen'in başında bekledi, Ahsen'in düzenli aldığı nefes sesini bir süre dinledikten sonra o da iyice sarıldı Ahsen'e, kapattı gözlerini.

 

"Sarp?" Yine kendini zorlamış uykusunu bölmüştü Ahsen. Sarp hemen gözlerini açtı. "Güzelim."

 

"Biraz konuşsana..." Yine dalıyor gibiydi ama istemiyordu, Sarp'ın sesini duymaya çalışıyordu.

 

"Ne konuşayım bir tanem? Ne anlatayım sana?" Saçlarını okşadı.

 

"Saçlarımı okşama, uyuyasım geliyor." Gözleri hala kapalı ama bilincini uykuya kaptırmamak için cebelleşiyordu, mırıldanıyordu, sesi kısık ve yavaştı.

 

"Uyu bir tanem."

 

"İstemiyorum. Hep aynı şey..." Farkında olmadan kendi kendine anlatıyordu.

 

"Hep aynı ne güzelim?" Sarp hem konuşuyor hem de öğrenmeye çalışıyordu.

 

"Annem. Ali. Ben. Hep olan şeyler vardı, şimdi de hiç olmayan şeyler var... Annem bana hiç kızgın değil, Ali hep peşimde, benim küçüklüğüm sadece ağlıyor, şimdi de biri var..." Yutkunarak ara verdi, sonra devam etti. "Annemi bu sefer de o aldı benden. Küçüklüğüm de bunu yine gördü..." O an sanki gerçekten o kurşunu tutuyormuş gibi avcunu sıkıp Sarp'a uzattı. "Bu da var."

 

"Ne o?"

 

"Bak," Boş avcunu açtı. "Küçük Dide verdi, sakla dedi." Kurşunun ağırlığını hissediyordu avcunda. "Nerede saklayacağım? Bir yer bulur musun? Kimse bilmesin ama, sen ve ben bilelim sadece." Sarp'ın elinin içine koyar gibi yaptı. "Kaybetme tamam mı? O bana güvendi ben de sana güveniyorum."

 

Sarp bozmadı durumu. "Tamam. Ben saklarım onu, istediğin zaman da alırız tamam mı? Ben onu kimsenin bulamayacağı bir yere koyacağım."

 

"Ama bu almadı annemi, bu başka Sarp. Bu bize lazım..."

 

"Tamam güzelim. Bunu saklayacağım sen şimdi uyu tamam mı?" Uyuması için saçlarını okşamaya başladı, bugün yaptıklarını anlatıp kafasındakileri temizledi, Yavaş yavaş uykuya dalmasını izledi.

 

 

 

 

 

 

 

***

 

 

 

 

BÖLÜM SONU...

 

Nasıl buldunuz? Beğendiniz mi?

 

Umarım beğenmişsinizdir.

 

Oy ve yorumlarınız için çok teşekkür ederim, kendinize iyi bakın sizleri çok seviyorum...

Bölüm : 31.07.2025 13:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...