
Hepinize selam ballarım...
Ben yine geldim.
Nasılsınız, iyi misiniz? Umarım iyisinizdir, umarım hayatınızda her şey yolundadır. Eğer değilseniz de umarım bu bölüm biraz da olsa sizi mutlu eder ya da keyfinizi yerine getirir.
Çok uzatmadan her zamanki gibi yazdığım şeyleri yazıyorum. Başlamadan yıldızımıza basma hatırlatmamı ve okumaktan deli gibi keyif aldığım yorumlarınızı çekinmeden yazmanızı beklediğimi de yazıyorum.
(İşten geç çıkınca geç kaldım, özürler dilerim. Ve burada smut kısmı atlanıldı, haberiniz ola...)
Yazım yanlışlarım olursa affınıza sığınıyorum.
Keyifli okumalar diliyorum...
***
***
"Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar.
Ya bir insan yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir."
***
MİT başkanı Uygar kendi çapında alarm vermişti. Tıpkı Ahsen'de olduğu gibi Mete'nin de bilgileri ulaşılmaz hale gelecekti. Sadri'ye bu kozu vermeyecekti, en azından şimdi korurdu Ahsen ve Mete'yi. "Ne kendisi, ne kızı, ne karısı... Her şeyi engelleyin. Sonunda dönmüş İstanbul'a, sakin ilerleyeceğiz, hala kolay lokma değil."
"Giderse peki başkan?" Soner bir yandan Mete'nin kimliğini kapalı bir dosyaya alıyor, bir yandan da içinde biriken merakı soruyordu. Ahsen'i tanıyordu, Mete'yi de. Şimdi öğrendiği yeni bir şey vardı, Ahsen'in amcasının aranan biri olduğu.
Uygar en başından beri biliyordu, yıllar önce düşmüştü peşine ama yakalayamıyordu. Şimdi fırsat ayağına gelmişti. "Gitmeyecek. O buraya geldiyse gitmek için gelmemiştir, kaçar ama yine dönüp dolaşacağı yer artık burası."
Aylin'in dediği sözler geldi aklına. "Elimden gelen bu, biz yan yana bile gelmiyoruz, ne derse yapıyorum ama işe yaramıyor. Çekilmek istiyorum, kızımı koruyamıyorum." İzin vermemişti Uygar.
"Başkan bu adamdan Dide'nin haberi var mı?" Soner yine bir soru yöneltti.
"Hayır. Ne amcasının bir terörist olduğunu, ne babasını da dolduran kişinin o olduğunu, ne de annesinin MİT'e çalıştığını bilmiyor." O an sert bakışları Soner'e döndü. "Ben söylemeden de bilmeyecek!"
Soner'in gözleri büyüdü, yutkunmaya çalıştı. Yeni öğrendiği bu büyük bilgiyi nasıl içinde tutabileceğini düşünüyordu. Dua ediyordu içinden, "En azından başkan söyleyene kadar onunla görevim olmasın." bu bilgiyle onun yüzüne bakamazdı. Bir şeylerin olması gerektiği gibi değil de yanlış ilerlediğini düşünüyordu ama bunu Uygar'a söyleyemedi.
"Diğerleri de bilmiyor, sen ve ben." Sır saklamak onun için zor değildi ama bu başkaydı, beklenmedikti. Aylin'in MİT'e çalıştığını aklının ucuna getirmezdi. Aklına takılan bir şey vardı, dayanamadı, sordu. "Neden korunmadı?"
Uygar bir bakış attı, konuşmayacak gibiydi ama bir anda konuştu. "Beklenmedikti, Ali'nin Aylin'e zarar vermesi düşük bir ihtimaldi, biz Sadri'den bekliyorduk."
"Saçmalık!" dedi Soner içinden. Kendi kendine konuluyor sinirleniyordu. "Her şeyi madem biliyordum, evde Ali'nin zarar verdiği kızı ye korumadın o zaman!" Kafasının içinde dönüp duran tonla şey vardı, kimse başkanı benimseyip bir baba gibi görmemişti, ama bunun onun verdiği soğuk disiplinden dolayı olduğunu düşünüyorlardı. Soner'in fikri şimdi değişmişti. Ahsen'i istihbarattan ayrılmasına rağmen zorla geri çağırmasını, görevin ağırlığını hatırladı. Uygar'la tartışan tek üye Ahsen'di. Çünkü bırakmıştı ama hala çağırılıyordu. Uygar zorluyordu.
"Dide peki?" Uygar anlamamış gibi baktı, sorunun tam olarak ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Soner düzeltti sorusunu. "Yani Aylin Hanım çalışıyorsa Dide'den de haberiniz vardır, babasının durumunu bilmiyor muydunuz? Yardım etmediniz mi?"
Biliyordu, hatta Aylin'in bunun için kabul ettiğini de biliyordu. Vaadi Dide'yi korumak uğruna verilmiş bir savaştı Aylin'inki. Uygar bunu sağlayacağını söylemişti ama evin içine karışmamıştı. Aylin her olayda Uygar'la bu işin olmayacağını söyleyip duruyordu. Demir'i bulacağını, ona söyleyeceğini, ondan yardım isteyeceğini söyleyip duruyordu ama aldığı tek cevap 'Demir çoktan yeni bir hayata karıştı, o bir asker bunu gerçekten istiyor musun? Asıl hedef zaten o, onu erkenden bulup bitirsinler istiyor musun? Gerçekten soruyorum, evet dersen yapacağım.' Önce oyununu oynuyor onu bu soru aşamasına getirmeden ikna ediyordu, sonra sanki gerçekten onun istediğini yapacakmış gibi fikrini soruyordu.
Aldığı cevap her seferinde istediği oluyordu. Aylin'i kendisi için çalışmaya devam edecek şekilde işlerini yapmaya devam ediyordu. Sadri ile Aylin'in arasında yapılan farklı işler vardı. Aylin, Sadri'yi görmezdi ama işlerini yapardı, MİT için, ailesi için, bazen eve geç gelirdi, yetişemezdi kızına, son gün Dide'nin, Mete'nin ona yetişemediği gibi. Bu Aylin için sadece bir kez olmuştu...
O yıllarca geç kalmanın sonucunda nefesini alıyordu, ama çocukların bir geç kalışı onu bitirmişti. Ali yıllarca türlü uğraşlarla bitiremediği kızının hayatını, bir gün anlık gelen bir sinirle öldürdüğü eşiyle almıştı. Dide o gün ölmüştü işte.
Tüm bu düşünceler kafasında dönüp durmuştu Uygar'ın. "Bilmiyordum." diye yalan söyledi. Toplantı odasında Soner'i yalnız bırakıp kendi odasına geçmişti. "Her şeyi bilen MİT bunu bilmiyor, yeme beni." Soner'in sessiz kızgınlığını duymadı.
Odasında duran kilitli dolaplara gitti, bir tanesinin önünde durdu, üçüncü dolap, en üst soldan üçüncü... Şifresini girdi, açılan kapağın ucunu tutup açtı. İçinde duran mektuplara baktı. Aylin'in evinde bulunan, Dide'ye, Mete'ye, Demir'e hatta bir tane Ali'ye bile yazdığı mektup vardı. Uygar'ın elindeydi.
Sadece birkaç tanesi eksilmişti, çoktan ulaşan Ahsen'in evindeki mektuplar da bu dolaptan çıkmıştı. Ahsen'i o hiç bilmediği Aylin'in çektiği çocukluk fotoğrafları da buradaydı.
***
AHSEN DİDE YÜCEL
Amacımız sabah herkesten erken kalkmaktı, abimi tanıyordum, kafasına takacaktı rüyamı, belki de dikilecekti kapıma. Uyanıp saate bakmadan yanıma baktım, Sarp'ı göremeyince garip hissettim. Habersiz gittiği içindi belki bu hissim, telefonuma baktım mesaj varmı diye.
🖤: Abin kapıya gelmişti, balkonundan odama geçtim güzelim. Şu anda abinle aşağıdayız. GÜNAYDIN.
Biliyordum. Onun yokluğunu hissetmek ne kadar üzse de bu mesaj beni kendime getirmeye yetmişti. Yataktan çıktım. Bugün biraz işimiz vardı. Azra'nın gelinlik provasına ben de yanında gidecek sonra da Sarp'la birlikte düğün için ikimiz de bir şeyler bakmaya gidecektik. Dolu kıyafetim vardı ama kız kardeşim bir kere evleniyordu. Onun için ben de özenli durmak istiyordum. Sarp... O zaten pek alışık olmadığı takım elbiselerimden sadece iki tanesine sahipti, sık giymediği için her ne kadar gerek duymasa da o da kardeşinin düğünü için iyi görünmek zorundaydı.
Mesajı gördüğümü ama cevap vermediğimi anlamış olacak ki yeni bir mesaj geldi.
🖤: Geliyor musun? Kahvaltı tabağını hazırlayabilirim?
BEN: Geliyorum ama ben hallederim. Kimler var?
🖤: Herkes.
Üstümü giyinip aşağıya indim. Sarp'ın olduğu yere baktım, bir yanında hiç tanımadığım, tahminimce onun akrabaları olan çevresi diğer yanında boş kalmasın diye oturduğuna emin olduğum babam ve peşi sıra tim dizilmişti.
Yanlarına gitmeden önce kendime kahvaltı tabağımı hazırladım. Sırada bir kişi daha vardı; Gökhan. "Sen de uykucusun benim gibi?" Yanına gittim. Kendine tabak hazırlıyor denmezdi, olduğu yerde durup sadece bala bakıyordu. "Gökhan?"
Beklemiyormuş gibi, dalgınlığını bozmuşum gibi hafif sıçramayla döndü bana. "Savcım?"
"Neyi bekliyorsun?" Yanına gidip minik minik tabakların doldurulduğu ballardan birini alıp Gökhan'ın tabağına koydum. "Alsana oğlum."
"Savcım benim alerjim var." Bu bilgiyi söylerken tabağında duran bala baktı. Geri alacaktım ama durdurdu. "Kalsın savcım, yemem ama kalsın." Anlamadım amacını. Baktım tabak bomboştu yalnızca benim bıraktığım minik bir kase bal vardı.
"Doldursana oğlum, aç mı kalacaksın?" Elinden çekip aldım tabağını. Kendi tabağımı kenara koyup onun için tabağı doldurdum. Alperen de ilk tanıştığımızda biraz geride kalırdı ama Gökhan farklıydı. Ne olursa olsun Alperen benim korumam olarak atanmıştı, devlete göre temizdi. Gökhan'ın kendini böyle hissetmediğinin farkındaydım.
Olabildiğince doldurdum. Onu az çok tanıyordum. Bala alerjisi olduğunu bilmiyordum ama peyniri sevmediğini biliyordum. Çaktırmadan balı çekip bıraktım, açılan boşluğu börekle doldurdum. Alperen de o da ıspanaklı böreği severlerdi. Dolu tabakla döndüm. "Al bakalım. Bak orada çay var, koş kap."
Elimden aldığı tabağı inceledi bir süre, çok geçmeden başını sallayıp hızlıca çay almaya gitti. Durdu. "Size de alayım mı savcım?"
Başımı salladım. Ağzımı açacaktım ki konuştu. "Demli savcım biliyorum." Gülümseyip başımı salladım.
Kendi tabağıma geçtim. Dolu masaya ilerlediğimde Sarp'la göz göze geldim. Sırasıyla diğer herkesle, son gidince göze daha fazla batıyordu insan. Bana yer açacak gibi biraz aranıyordu, kaşlarımı kaldırıp Gökhan'ın yanına geçtim, oturdum.
Sessiz bir fısıltı çıktı. "Sağ olum savcım. İlk kez... Biri ilk kez benim için bir tabak hazırladı, sadece sevdiklerimle dolu olan bir tabak..." Gökhan'a döndüm. Anlamıştım şimdi.
Gülümsedim. "Tatildeyiz, şu an savcılık yapmıyorum. Dide abla demen daha iyi."
Belli belirsiz gözlerinde parlayan ışığa baktım, minik tebessümle başını eğdi. "Tamam Dide abla." Kahvaltısını yemeye başladı.
"Çay için teşekkürler." Başını eğip ricasını etti. İçimde ona karşı tuttuğum o ağır bilgi vardı. Tutturacağını biliyordum, annesinin mezarı tam olarak hazır değildi. Ne kadar zorlansam da tuttum çenemi. Hiç anne olmamıştım, nasıl bir histir hiçbir fikrim yoktu ama garipti ki Gökhan da Alperen de aramızda sadece 5-6 yaş olmasına rağmen çocuk gibi geliyordu gözüme.
Bazen haylaz, yaramaz ama içinde kötü niyetin olmadığı çocuklar. Hata yapan, yapmaktan korkan, yapınca benden utanan koca çocuklardı. Onunla ilk tanıştığımda hiç de çocuk değildi gözümde, tam dövülecek birisiydi, babasının yanına gittiğimde yaptığı asabilik de keza aynı duyguyu hissettirmişti ama tüm bunlar bittiğinde, onu oradan çekip aldığımda, yanıma bir suçlu gibi değil de bir insan olarak geldiğinde, bana üniversite okumak istiyorum dediğinde değişmişti. Gerçi değişen o değildi, bulunduğu mekan onu normale çevirmişti. Babasından gördüğü muameleden sonra sıradan bir insanın onun için iyi bir şey düşünmesine güvenmemesi normaldi ama aşmıştık bunu da.
Kahvaltı yaparken arada gözlerim Sarp'a değiyordu. Onun gözleri benden hiç çekilmiyordu. Güneş vuruyordu gözlerine, kısık kısık bakıyordu, gülümsedim.
Yakışıklı bir beydi, iyi kapmıştım. Onun da dudaklarının kıvrıldığını görünce gülüşüm büyüdü, bakışlarımı kaçırdım. Onun kadar cesur değildim, belki dışarıdan görüldüğünde onun daha çok sevdiği düşünülebilirdi ama öyle değildi. Benim için kalbimde büyük bir yer kaplıyordu, ona yaslanacağımı, ona güveneceğimi, kendimi tamamen şüphesiz ona bırakacağımı, onu istediğimi bir ben biliyordum bir de o. Seviyordum onu, hem de hiç tahmin edemeyeceğim kadar çok...
***
"Aslan Uğur!" Gardiyan koğuşa yüksek sesiyle giriş yapmıştı. "Hadi!"
Aslan topladığı eşyalarıyla İskender'e baktı. Elinde çantası dolu, üstünde Alperen'in onun için aldığı gömlek vardı. "Dua et... Dua et efendi gibi durmaya söz verdim. Biraz kafam atsaydı, burada kalmak için kararlı olsaydım daha çok görecektin beni." İlerledi. Koğuşta onunla vedalaşmak için dizilen adamlarla görüştü, İskender'in karşısına dikildi. "Oğlum burada, oğlun burada, ben buradayım. Benim yatağıma geç, o aptal soyuk duvara ölene kadar bak!"
Alnını alnına sertçe bastırdı. "Burada güç yok, devlet sana hatırlatacak! İşlediğin suçlar yakana öyle bir yapışıyor ki, insan o duvara baktıkça düşünüyor. Günlerin artık ölene kadar burada geçecek. Aldığın her nefesi herkes bilecek, son nefesini burada alacağını, ya da vereceğini bileceksin. Allah kurtarmasın İskender." Alnını çekti. "Çürü burada. O oğlunun ahı vursun yüreğinden, Neslihan'ın değil senin sızlasın kemiklerin. Çektiğin her nefes batsın ciğerine, ölmekten beter ol da sürün. Her gün dua et öleyim diye ama öldürmesin seni Allah. Bakma ölüm kötü diye, ölüm; ölene kurtuluş, kalana ölüm."
Kendi suçunda geldi aklına, yaptığı eski işler, suçun küçüğü büyüğü yoktu ama devlet bir şey biçiyordu sana. Bazen hak ettiğin, bazen hak ettiğinden az, bazen fazla... Yatmıştı Aslan. Söylediği gibi bakmıştı o yatağının yanındaki soyuk duvara. Kaybettiği yıllara, vefat eden eşine, oğluna üzüldü pek çok kez. İskender'den daha rahattı içi ama. Oğluna vurmamıştı, incitmemişti, kullanmamıştı ya da vefat eden eşinin nefesini o kesmemişti. Keseni kesmişti. Buradan çıkınca oğlunun yüzüne bakabileceği için, eşinin mezarına gidebileceği için mutluydu.
Duruşma sonuçlanmıştı, Ahsen'i görmeyi bekliyordu ama görememişti. Başka bir savcının hazırladığı iddianameyle tahliye edilmişti Aslan. Girerken alınan eşyaları uzun bir aradan sonra dosya poşetinden çıktı. Bir kemer, kimlik, cüzdan, telefon... Tüm eşyalarını almış yanında onun dosyasını taşıyan gardiyanla çıkışa ilerledi. İsim taramasından geçti. O koca kapıdan çıktı. Alperen'i bekliyordu ama onu karşılayan başka biriydi. "Aslan Bey?"
"Benim. Yabancı Bey?"
Toprak komiser gülümsedi. "Ben Toprak.
Başkomiserim. Sizi almak için geldim savcım rica etti."
"Savcın oğlumu çok mu çalıştırıyor? Oğlum beni almaya gelemedi mi?" Arabaya ilerledi. Ciddi bir söylemde söylememişti bunu ama Alperen'i merak ediyordu.
"Yok onlar İstanbul'a gittiler. Savcım izinde, arkadaşının düğünü için. Alperen de gitti."
"Alperen ne diye gitti?"
"O da davetli düğüne. Hep beraber gittiler, tim, savcım, oğlunuz..." Aslan'ın gittiği yer belliydi ama onun haberi yoktu. Alperen'in buradaki evini ilk kez görecekti, oğlunun kendine ait ilk eviydi. Bir apartmanda durdu araba.
"Burası mı?"
"Evet, lojmana da yakın. Bir sorun olursa bana ulaşırsın." Alperen'in evinin anahtarını uzattı. "Onlar bir haftaya anca gelirler."
"Şu şey nerede peki?" Toprak başkomiser Aslan'a baktı. "Gökhan zibidisi de yanlarında mı?"
Başını salladı Toprak. "Savcım o ikisini de aldı yanına. Zaten Alperen'le Gökhan aynı evde kalıyorlar."
"Allah Allah?" Anahtarı kaptı. "Sağ ol." Anahtarı gösterip bekledi.
"Hee... Dördüncü kat, 15 numara." Aslan edindiği bilgiyle, elinde bir çanta eşyasıyla binaya ilerledi. İçeriye girdi. Evden içeriye attığı adımdan itibaren suratı yumuşadı, güldü. Salona ilerledi, dağınık bir düzeni vardı. Çok eşya yoktu, bir masa vardı kenarda. Dört sandalyeli, ikili koltuk, iki tekli koltuk, yerde öylesine 'var' denilsin diye bir halı, bir minik tv ünitesi vardı. Sade evde dekor olarak kullanılan dört çerçeve vardı.
Alperen ve annesi Meryem vardı; Meryem gençti, Alperen minicik, annesinin kucağında yanağı annesinin yanağına dayanmış sırıtıyordu. Diğer çerçeveye baktı, ailesi vardı Aslan'ın; Alperen tam fotoğrafın ortasında, yine eski bir fotoğraf, Aslan kucağında Meryem'i taşıyordu, Alperen kameraya karşı kollarını açmış kocaman gülümsüyordu.
"Seni özledim... Hep özlüyorum meleğim..." Parmağı Meryem'i buldu. Güzel bir kadındı Meryem, orta boylarda, kumral bir kadındı, birbirlerini çok severek evlenmişlerdi. Aslan resmen tapardı Meryem'e. Alperen mutlu bir evliliğin isteyerek yapılmış çocuğuydu.
Gözleri doldu. Cebinden çıkardı asıl resmi. Yıllar boyunca içerde bile yanında eksik etmediği tek fotoğraf vardı, Meryem'in gelinlikler içinde en güzel gülümsediği o küçük fotoğraf kağıdı. Biraz yıpranmıştı ama Meryem hala aynı güzellikte duruyordu. Diğer çerçevelere geçti, ikisi de aynı zamanlarda çekilmiş fotoğraflardı. Ahsen vardı fotoğraflarda, birinde yalnızca Alperen'le birlikte bir pastanın başında, eli Alperen'in omzunda, muma üflerken. Diğeri yine aynı yerden herkesle birlikte oldukları fotoğraftı. Alperen'e baktı uzun uzun. Mutluydu. Eski fotoğraflarındaki gibi aynı gülümseme vardı suratında.
Oğlunun yalnız olmadığını anlamıştı, sevindi. Onun içeriye girmesine sebep olan savcının oğluna kol kanat gerdiğinin farkındaydı. Alperen'in İstanbul'a Ahsen'i korumak için değil de özel olarak davet edilmesini açıkça görüyordu. Artık iç içe yaşıyorlardı, hep beraber. Aslan'ın kirli çevresinden çoktan temizlenmiş, etrafındaki düzgün insanların içinde düzgün biri olarak devam etmeyi başarmıştı oğlu.
***
"Bu çok güzel oldu." Aynur gelinini gelinlik içinde görmüştü. Azra aynadan kendine baktı, sıra sıra gezdi gözleri, Aynur, annesi Beste, bir de Ahsen'de.
En son Ahsen'de durdu. "Sence?"
Ahsen sadece parlayan gözleriyle koca bir tebessüm ediyordu. "Kusursuz... Çok güzelsin." Azra'nın yıllar önce kurduğu o hayal gerçekleşmişti. Gelinlik denerken yanında Ahsen de vardı.
Yine döndü aynaya, kendi de beğenmişti. Uzun kabarık bir gelinlikti, göğüs kısmında yer yer taşlar vardı, kollarında ince uzun dantel eldivenleri. Ahsen'in dediği gibi kusursuz görünüyordu.
Beste bir köşede kızını izliyordu, bu an her annenin görmesi gerektiği bir andı. Sessizce süzüldü gözyaşları, kısa bir an Ahsen'e baktı. Ne kadar anne gibi kucak açsa da gerçeği gibi olmuyordu, olmayacaktı.
Aynur da fark etti durumu, kimseye bir şey demedi, sessizce ilerledi Ahsen'in yanına. Fısıldadı Ahsen'e doğru. "İçimden bir ses senin de gelinlikli halini göreceğimi söylüyor..." Gülümsemeyle baktı Ahsen'e. Ahsen'in yaşadığını çok ani öğrenmişlerdi, kazadan haberleri ise hiç yoktu. Yaşanan olayların hepsini saklamışlardı çünkü Sarp biliyordu, öğrenirseler çıkıp gelirlerdi, fazla kalabalık fazla sorumluluktu.
Ne diyeceğini bilemedi Ahsen. Sadece bakmakla yetindi. Aynur'un eli Ahsen'in omzuna çıktı, okşadı bir anne edasıyla. "Öldü dediklerinde üzülmüştük, Sarp'ı da biliyorum. Bana söylemedi ilişkinizi ama anladım. Birbirinize sahip çıkıyorsanız, mutluysanız ben de mutluyum kızım."
"Daha çok oğlunuz bana sahip çıkıyor ama sağ olun..." Biraz geri planda kalmış gibiydi. "Mutluyum. Umarım o da mutludur."
"Erkeğin biraz daha ağır basması gerekiyor. Bırak yapsın bizim uşak. O da onu seviyordur, insan sevmediği şeye ne kadar katlanmak istese de katlanamaz. Sarp sevmediği bir şeyi öldürseler yapmaz. Oğlumu tanırım ben, hiç görmediğim kadar fazla parlıyor gözleri." Durakladı, içtenlikle sıktı Ahsen'in omzundaki elini, biraz kendine yaklaştırdı. "Sen de öylesin... Senin de ilk tanıdığım gibi değil gözlerin, seninkiler de daha bi canlı bakıyor."
"Oğlunuzu seviyorum. Onun da beni sevdiğini biliyorum. Ondan ayrılmak gibi bir niyetim yok, ama bazen insana bazı şeyler ağır gelebilir, bazen insanlar sevdiği şeyleri sevmekten sıkılabilir, ben de kendimi biliyorum, ben sıkılmam ama o sıkılırsa kendimde tutmak için zorlamam oğlunuzu." Ahsen ciddiyetini belli etse de geleceği göremediğini ve nelerin olup biteceğinin belli olmadan bu kadar ciddi bir konuşmanın asıl cevabını vermek istemişti.
'Kazayı bilmiyor.' dedi kendi kendine. Öldü denildiğinde oğlunun üzüldüğünü söylemişti Aynur, biliyordu zaten Ahsen. Üstüne onun yüzünden bir kaza geçirmişti Sarp, yine üzmüştü mesela. 'Bunları bilse yine beni ister mi?' diye düşündü.
"Aşk bu... İnsan sevdiği için gözünü kırpmadan canını verir. Sarp biraz gariptir, çabuk parlar ama herkes için yardım eder. Yüreği temizdir seni sevdiyse sonuna kadar gider. Sıkılmaz, yorulmaz, darılmaz. Sadece tek bir şey bekler, sevgi. Bunun karşılığında yapmayacağı şey yoktur. Ayrıca bana siz de deme, Aynur teyze dersin, sonra bakarsın Aynur anne dersin. Bir şey de ama hanım, siz deme."
Onaylar bir halde başını eğdi, hafifçe salladı. Sessizce Azra'ya bakmaya devam etti. Aynur'un eli hala omzundaydı, rahatsız hissetmedi. O öylece dururken Aynur da elini hala Ahsen'in omzunda tutuyor Azra'yı gülümseyerek izliyordu.
SARP: İşiniz bitti mi? Almaya geleyim mi?
AHSEN: Bitti, olur gel.
Ahsen yanında duran Aynur'a döndü. "Sarp almaya gelecek..." Aynur gülümseyerek başını salladı.
Azra gelinliğini çıkarmak için uğraşırken Aynur diğer gelinliklere göz atıyordu, Beste kızına yardım ediyordu, Ahsen sadece bekliyordu. "Ahsen?" Aynur sesine döndü. Aynur elinde bir gelinlikle Ahsen'e bakıyordu. "Denemek ister misin? Baksana çok güzel, sen de bir dene..."
Aklının ucunda yoktu denemek. Hayal bile etmemişti. İstemiyordu şimdi de giymeyi. "Zamanım değil..." dedi kibarca reddetti. "Ama güzelmiş, yakışacağını düşündüğünüz... düşündüğün için teşekkür ederim." Aynur bir şey demeden gelinliği yerine koydu. Bir şey demiyordu çünkü az çok tahmin ediyordu; ilerleyen zamanda sadece Ahsen'in de zamanı gelecekti, bu kez gelinliği deneyen Ahsen olacaktı, Aynur yine olacaktı.
SARP: Geldim.
"Sarp gelmiş, her şeyiniz hazırsa çıkalım mı?" Hepsi birden çıkıp kapının önünde duran arabaya ilerledi. Ahsen arkaya ilerlerken Aynur durdurdu. "Öne geç sen kızım."
"Yok siz oturun." İkisi de binmemişti, Sarp camı indirdi. Ahsen'e baktı, yanına çağırıyordu. "Neyi bekliyoruz?" diye seslendi.
Aynur, Ahsen binmemişken kendini arkaya attı. Bir ön kalmıştı boşta, sessiz sessiz bindi Ahsen öne.
"Hallettiniz mi?" Sarp'ın sesine herkes onaylı bir mırıltı çıkarttı. Aynur arkada rahattı, konuşuyorlardı. Sarp, Ahsen'e bakıp göz kırptı. "Sen de baktın mı?"
"Neye?" Sessiz çıktı Ahsen'in sesi.
"Gelinliklere..." Arkadakiler sessizleşti. Ahsen başını iki yana salladı. Aynur konuştu. "Tek bir yere bakılmaz zaten. İstesin ben her yere giderim onunla gelinlik bakmaya."
Sarp sırıttı, Ahsen'in yanakları kızardı. "Doruk'un damatlığı patladı." dedi birden.
"Ne? Nasıl becerdi?" Azra bir anda öne eğildi.
"Ceketinin koluyla, pantolonu. Haylaz haylaz tepindi cart diye yırtıldı valla. Sökülmüş, dikilecek. Bir şey olmaz nazar çıktı nazar." Beste arkada çoktan gülmeye başlamışken, Aynur oğlunun haylazlığını sorguluyor, Azra zaten tüm bu telaşın içinde herhangi bir olaya karşı beynini yakıyordu.
"Halbuki uslu olan oğlum Doruk'tu..." Aynur bunu söylediği an Sarp hariç herkes gülmeye başladı. Ahsen'e alınır gibi baktı.
Otele geldiklerinde diğerleri inerken Ahsen inmedi. Sarp camdan bakan annesine döndü. "Biz kendimize bakınacağız bir şeyler." Bir cevap beklemeden sürdü arabayı. "Bir tanem?"
Ahsen döndü. "Efendim?"
"Niye sessizleştin?" İçinde bir merak vardı, sanki bilmediği bir şey var gibi hissediyordu. "Bir şey mi oldu?"
"Bir şey olmadı. Annene kazayı söylemedin değil mi?" Sarp başını iki yana salladı. "Beni kabul etmeyecekler... Haklılar."
"O ne demek Dide? Kim seni ne diye kabul etmeyecek? Annem bir şey mi dedi?" Sarp'in içindeki merak artarak yanına bir duyguyu daha ekliyordu; şüphe.
"Demedi, hiçbir şey demedi hem de. Ama bilmediği için demedi belki de. Annen senin benim yüzümden yaralandığını bilse ister mi ki beni?" Kendini kabul ettirememekten korkuyordu şimdi de. Sarp'ı itmişti ama olmamıştı, şimdi bağlanmışken bırakmak zorunda kalır diye korkuyordu.
"Güzelim bilerek söylemedim, öğrendikleri an geleceklerdi, ortalık karışıktı, istersen söyleyelim, onları boşuna endişelendirmemek için söylemedim. Annemin de babamın da seni istememesi mümkün değil, ki olsa bile ben seni bırakır mıyım hiç? Dide... Seni her şeyden, herkesten çok seviyorum, senin için bir saniye bile düşünmeden canımı veririm, sana kim laf ederse karşıma alırım. Annem seni seviyor eminim, hatta benden bile çok sevdiğini düşünüyorum arada." Uzandı Ahsen'e, boynuna değdi sıcak dudakları. "Annem senin için fazla endişelenir, senin için söylemedim, şu Pamir olayını. İstersen şimdi iner konuşurum bir tanem. Ama duysa eminim kaza da benim yaram da sana olan endişesinden fazla olmaz. Annemin iyi bir kayınvalide olduğunu düşünüyorum..." Bir kez daha öptü.
"Söyleme zaten..." Çok duyulsun istemiyordum. Pamir'i sadece o bilsin isterken zaten çoğu kişi öğrenmişti, daha fazla öğrenilsin istemiyordum. Zaten gereksiz birisiydi.
"Tamam güzelim." Hiçbir şey demedi, sadece arabayı sürdü. "Benim bir yerde çok hızlı bir işim var onu halledeyim." Bir yerde durdu, arabadan inip gözden kayboldu. Çok geçmeden geri geldiğinde elinde bir minik kutu vardı.
"O ne?" Ahsen bir kutuya bir Sarp'a bakarken Sarp sadece kutuyu açmakla uğraşıyordu. Kutunun içinden bir analog kamera çıktı, kuruluydu, çok sürmedi Sarp açıp denemek için dönüp Ahsen'in fotoğrafını çekti. "Ne yaptın ya? Öyle aniden çekilir mi Sarp?"
Sarp gülerek fotoğrafa baktı. "Fıstık gibi çıkmışsın." Ahsen'e gösterdi.
"Nereden çıktı bu?" Kameraya bakıyordu.
"Sen demedin mi benim pek fotoğrafım yok, çocukluk fotoğrafım bile yok. Bol bol çekeceğim senin fotoğraflarını. Yarın bir gün çocuklarımız soracak, 'anne gençliğinde nasıldın?' diye, ben de bunları göstereceğim." Kamerayı kendine çekti. "Gülümse..." Ahsen çaresizce gülümsedi, bir fotoğraf daha çekti Sarp.
"Çocuklarımızı meraklandıracak kadar yaşlanacağım o zaman? Ben de fotoğrafları gösterince söylenirim 'babanız benim ömrümü yemeden önce böyleydim' diye." Elini uzattı. "Ver bir de ben seni çekeyim." Kamerayı aldı. "Gülümse bakalım haşin surat." Sarp'ı çekti. "Güneş gözlüğünü çıkar, yeşillerin gözüksün." Bir kez daha çekti. Kamerayı Sarp'a uzattı.
"Bir öpücük ver bana." Ahsen'e uzanıp öpmesini bekledi. Ahsen onu öperken bir fotoğraf daha aldı. "Artık gidebiliriz."
***
“Şunu al işte” Karşısında çocuklar vardı Sadri’nin. Kıvırcık saçlı minik bir kızı gösteriyordu.
“Tamamdır Sadri Bey.” Sadri’nin adamı beklemeden ilerledi sevgi evine. Güvenliğe gelince durdu. O sert ifadesi tamamen kayboldu adamın, gülümseyerek konuştu. “Hayırlı bir iş için konuşmaya gelmiştim.”
“Ne gibi hayırlı bir iş beyefendi?” Güvenlik adamı baştan aşağı süzdü.
“Müdürünüz burada mı? Konuşmak isterim.”
“Dışarıya bağlı bir kurum değiliz, hayır işine de gerek yok.” Güvenlik, adamın pahalı takım elbiselerini görünce para yardımı yapacağını düşünmüştü. “Sağ olun. İhtiyacımız yok.”
Adam gitmedi. “Müdürle konuşma şansım yok mu hiç?”
Güvenlik telefonuyla Sude’yi aradı. “Üstünüzü aramam gerekiyor, ancak bu şekilde alabilirim sizi içeriye.” Adamın üstünü aradı, bir şey bulamadı. “Geçin.” İçeride olan başka bir güvenlik geldi Sadri’nin adamının yanına. O eşlik etti içeriye, Sude’nin odasına kadar götürdü, içeriye girmedi ama kapıda bekledi.
Sude masadan baktı adama, bir kez de o süzdü adamı. “Buyurun, müdürü benim buranın.”
“Ben hayırlı bir şey için gelmiştim, lafı pek uzatmayı sevmem konuya gireyim. Benim sağlık sorunlarım nedeniyle çocuk yapmam mümkün değil, hayatım boyunca en büyük hayalim de baba olmak, biyolojik olarak bu mümkün olmuyor ama bir çocuk sahiplenmeyi çok isterim.”
“Bizim çocuklarımız bakıma muhtaç değil, onların her türlü sorunlarını zaten en iyi şekilde giderip ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Anlayacağınız bizde evlat edinme programı yok. Burası özel bir kurum, çocuklar kendi ayaklarının üstünde duracağı zaman, ayrılma kararlarını verdiklerinde ancak o şekil, kendi kararlarıyla çıkarlar. Onların zaten bir evi var. İlginiz için teşekkürler. Başka yurtlarda bunlara gerçekten ihtiyacı olan bir sürü çocuk var, oralarla konuşup bir çocuğun gerçekten yuvası olabilirsiniz. Bizim çocuklarımızın buna ihtiyacı yok, gerçekten ihtiyacı olan bir çocuğa bunu yapmak çok daha hoş olur.”
Adam hafifçe başını iki yana sallamıştı. “Buradan bir çocuk almak istemiştim, seçmiştim bile aslında.” Adam bunu deyince Sude sinirlendi. “Hangi çocuğumuz?” diye sordu. “Kıvırcık saçlı minik kız, şu pembe kıyafetli olan.”
“Bir de kız…” Sude’nin ses tonu değişti. “Kusura bakmayın bir çocuğu sahiplenmek öyle kolay değil. İstediğinizi seçip alıp gitmeniz mümkün değil. Ev ortamınıza, çocuğun uygun şartlarda büyüyebileceği bir yaşam standartınız olduğuna, maaşınıza, sizin ailenize, geçmişinize, psikolojik durumunuza bakılıyor. Benim size verecek çocuğum yok, naçizane tavsiyem bence sizin çocuk sahiplenmek için yeterince olgunluğunuz da yok o yüzden acele etmeyin.” Elini kaldırıp kapıyı gösterdi. “Sağlıklı günler. Allah akıl fikir versin, sizin gibilerden korusun.” mırıldandı.
Adam bir kez daha konuşmaya çalıştı ama ağzını açmaya fırsat kalmamıştı. “Çıkabilirsiniz demek istedim, eğer bunu bile anlamadıysanız bence önce kendi hayatınızı nasıl devam ettireceğiniz konusunda bir yardım alın. Değil bir çocuğa kendinize bile bakamazsınız bu şekilde. İyi günler.” Kapıya ilerledi kapıyı açtı, güvenliğe bakması yetti. Güvenlik girip adamı çekip çıkarttı, çocuklardan uzak tuta tuta attı sevgi evinden.
Sude’nin ilk haber verdiği kişi Taylan olmuştu.
***
“Kim bu lan!” Ekrandaki isme bakıyordu Taylan. Detaylara indi. “Sadri Korkmaz…” Bu ismi aradı. “Sadri Korkmaz!” O an anlamış gibi bir sesi vardı. “Dide’nin amcası bu adam.” Sadri’nin diğer bilgilerine, sicil kaydına, aranan biri olduğuna baktı. Yanında Soner vardı. “Ne konuşuyorsun lan kendi kendine?”
“Bizim sevgi evine Dide’nin amcası adamını göndermiş. Çocuk sahiplenecekmiş sözde.” Hala ekrana bakıyordu, kafası karışmıştı.
“Dide’nin amcası mı? Amcası? Babasının kardeşi? Korkmaz?” Soner aklındaki bilgiyle aydınlandı.
“Evet eşek. Sadri Korkmaz. Dide baba tarafıyla görüşmüyor ki ne alaka bu adam? Ayrıca bu adam aranıyor. Uygar başkanla konuşayım.” Taylan elinde telefonuyla oturduğu yerden kalktı. Önce Uygar’la mı konuşacaktı yoksa Dide’yi mi arayacaktı bilemedi.
“Dur lan.” Soner tuttu Taylan’ı. “Uygar başkana söylemeyelim.” Uygar’ın bu konuda olan fikri biraz garipti Soner’e göre. Şimdi bunu söylemenin mantıklı olup olmadığını bilemedi. Dide’ye de söyleyemezdi çünkü Dide de amcasını bilmiyordu. “Bence Dide’ye de haber verme.”
“Niye?”
“Çıkalım anlatacağım.” Soner hala Taylan’ı tutuyordu. “Telefonlar kalsın burada.” Birlikte dışarı çıktılar.
“Anlat ne anlatacaksın?”
“Şu Sadri terörle bağlantılıymış, Dide bilmiyor. Uygar başkan yıllardır onu arıyormuş zaten de bir şeyler var karışık olan, henüz tam anlamadım ama Uygar başkana da pek güvenmek istemiyorum.”
“Şunu düzgün anlatacak mısın?”
“Oğlum sene bilmem kaç, bizim Dide’nin annesi MİT’tenmiş. Kadın öldü, Uygar istese korurdu, Dide’yi de o çöplükten kurtarırdı. Uygar başkanın bir tavrı var zaten yanlışlıkla öğrendim de söylemek zorunda kaldı. Dide ne annesinin istihbarattan olduğunu, ne de amcasının terörle bağlantısını bilmiyormuş, Uygar başkan ‘ben söylemeden öğrenmeyecek’ dedi. Bir tuhaf halleri var, ses tonu değişti koruyamadın mı deyince. Bir boklar var ama çözemedim. Anlayacağın bu olayı ne Dide’ye söyle ne de Uygar başkana. Sevgi evine birkaç adam koyarız.”
“Kafam karıştı Aylin teyze MİT’ten miymiş?” Soner başını sallayarak onayladı. “Sadri terörist?” Soner başını salladı. “Dide’nin hiçbir şeyden haberi yok?” Yine başını salladı. “Uygar başkandan bok kokusu geliyor.” Soner bu kez başını çok hızlı salladı. “Anladım.”
“Şükür.”
***
AHSEN DİDE YÜCEL
“Bu nasıl?” Sarp’ın elindeki dolu elbiselerin yanına bir tane daha elbise eklenecekti sanırım, durmadan elbise alıp duruyordu. “Aldım bile.”
“Sarp hepsini denersem biteriz. Bırak yarısını, bir tane elbise alacağım sadece.” dediğimi pek dinlemiyordu, elbise çeşitleri bitsin diye dua etmekten başka çarem yoktu sanırım. “Sarp!”
“Geldim. Hadi geç kabine de dene şunları.” Birlikte kabine ilerlediğimizde içeriye yığdığı elbiselere baktım. Çok fazlaydı. “Hepsini görmek istiyorum, bekliyorum.” Kabinin perdesini çekti.
Önce siyah elbiseleri denedim. Hepsine tek tek baktı ama karar vermek zordu, hepsini beğeniyordu. “Bu şekilde devam edemeyiz Sarp. Seç hadi birini, hepsine güzel diyorsun.”
“Ee hepsi güzel oluyor Dide. Sen şu saten olanı denesene bi.” İçeriye ittirdi yine.
“Giydim ama açma, gelsene bi içeri.” Göğsümden üst kısmı bağlamalıydı, yardıma ihtiyacım vardı. Ellerimle önümü tuttuğum an Sarp girdi. “Bağlar mısın?”
“Bağlamam mı?” Dünden razı gibi bir hali vardı, parmakları elbiseyle ilgilenirken gözü aynadaydı. Göz kırptım, güldü. Beklediğim şey oldu, boynumdan öpüp çenesini omzuma yasladı, bir süre aynadan bizi izledi. “Güzel oldun yine…” İç çekti, bir öpücük daha geldi, kulağımın arkasına kadar çıktı. “Ben fena sarhoş oluyorum… Bağımlı oldum, senkolik oldum.” Kabin büyüktü, elimden tutup döndürdü, durduğum an eli belime dolanıp kendisine çekti beni, kulağıma eğildi. “Bu elbiseyi kesinlikle alıyoruz.” Gülümsedim. “Dön şimdi arkanı çözeyim.” Arkamı döndüm. “Bu elbiseyi o gün tamamen çıkaracağım, ben yapacağım bunu.”
Ne dediğini anlamamak mümkün değildi, amacını da anlamıştım. Belli ettim anladığımı. “O zaman asıl konumuza dönelim, düğün için bakıyoruz ya elbiselere?”
“Biliyorum sevgilim. Sen devam et denemeye.” Çıktı. Üstümden çıkarttığım saten elbiseyi kenara ayırdım. Diğerlerini de denedim, en sonunda bir kırmızı elbisede karar kılmıştık, nihayet çıkmıştım kabinden. Kasaya ilerlediğimiz an Sarp hızlıca ödeyip elinde paketle tuttu elimden, çıktık. Sıra ondaydı.
Takım elbiselerin olduğu bir mağaza bulunca kendimizi içeri attık. Bir kadın bize yaklaştığı an Sarp konuştu. “Biz bakıyoruz teşekkürler.” Bana döndü. “Henüz ölmek için çok gencim…”
Güldüm. “Ağzımı bile açmadım.”
“Biliyorum.”
“Biz adı geçenlerin pek çoğuyla rakip bile değiliz…” Yanağına uzanıp öptüm. “Şaka şaka. Ama aferin, bağışladım. Canını.”
“Sağ olun efendim.”
Onun için birkaç tane takım elbise seçtim. Pek böyle giyinmeyi sevmiyordu, mırın kırın etti her seçtiğime. “Bunları deneyeceksin.”
“Damat ben değilim Dide Hanım hatırlatayım da…”
“Biliyoruz Sarp Bey, kardeşin evleniyor, üniforma giyemezsin. Zibidi gibi dolaşma ortalıkta, bunlardan birini alacağız. Gömleğin var mı senin?” Bir de gömlek seçtim.
Kadın konuştu. “Bence beyefendiye XL olur.” Kaşlarım havalandı. “Biliyorum beyefendinin bedenini sağ olun. Öyle bakmayla olmuyor.” Sarp’ı süzmüştü, devamı da vardı.
Sarp’ı tutup kabine ittim. “Giy çabuk şunları.” Perdeyi tamamen çekip tuttum. İçeriden gelen sesini duydum, bir şeyi düşürüp küfretmişti. “Ne oldu?”
“Bir şey yok!” Hızlı cevap vermişti.
“Yırttın mı takımı yoksa?”
“Saçmalama.” Perdeyi açıp beni içeri çekti. “Nasıl olmuş bak?” Baştan aşağı süzdüm, hakkımdı. Fena yakışıklıydı, dudağımı büzüp başımı salladım. “Fena değil.” Beklediği tepkim bu değildi, suratını astı. “Fena değil mi?”
“İyi işte.”
“Bir de şu hanımlara sorayım nasıl olmuş diye?” Kaşları havalandı. Göstermeyeceğini biliyordum ama ufak bir panik sardı içimi. “Yakışıklı olmuşsun.” sesim kısıktı. “Anlamadım?” diye sorunca sesimi biraz daha yükselttim. “Vay be! Çok iyi olmuşsun. Fena bir şey bu!” dedim, abartıyla söylediğimi sanıyordu ama yanılıyordu, gerçekten çok fena olmuştu.
“Yemin et.” Sırıtmaya başladı, istediği cevap buydu.
“Valla, yemin ederim. Dön bi bakayım şöyle sana.” Gömleğinin üstünü ilikledim. “Artistlik yapma, kapa şu böğrünü.”
“Hızlıca deneyeyim diye yaptım Dide…” Kendine baktı, alışmaya çalışıyor gibiydi. Güldüm. “Alıyor muyuz bunu?”
“Alıyoruz tabii ki.” dedim hemen. “Savcı olsaydın bunları hep giyecektin, o kadar erkek savcı gördüm hiçbiri şöyle taşımamıştır takımı.” Göğsü kabardı.
“Arada senin için giyerim, ayıpsın.”
Kabinin dışına çıkıp üstünü giyinmesini bekledim. Takımı da ben ona almak istedim, haberi olmadan onu biraz oyalayıp takımı aldım.
“Ne yaptın?”
“Aldım senin için.”
“Sebep?”
“İçimden geldi. Üstünde paralansın sevgilim. Belki bunu ben çıkarırsam, çıkarırken parçalarsam ya da koparırsam, sökersem en azından içim rahat olur, öyle düşün.”
***
“Nereye boyle?” Sarp hazırlanmış beklerken babaannesinin yanındaydı, sorgu başlamıştı.
“Bizimkilerle oturacağız babaanne.” Tim, Azra’nın arkadaşları, Ahsen’in arkadaşları ve Doruk’un arkadaşları toplanıp Hamit Amca’nın yerinde oturacaklardı.
“Biz de ha boyle burada oturalım oldu?”
“Babaanne senin ne işin var gençlerle, içki içmezsin ki? Hem biz yürüyerek gideceğiz, sen yolun yarısında söylenmeye başlarsın.”
“Ula ne biçim konuşaysun benumle? Ben hepinizu yatiririm yere.” Sarp başka bir tarafa dönünce Havva Hanım da döndü. “Bu kadun kim?”
Sarp bir başkasından bahsettiğini düşünerek cevapladı. “Ben ilgilenmiyorum babaanne.”
“Madem ilgilenmeyusun ne diye bakaysun?” Sarp o an babaannesine döndü. “Kim ula bu kadun? Vuruldun mi bir o yöne bakaysun?” Ahsen’i inceledi Havva Hanım. “Boyi da uzun, sevdalandun mu konuş artuk?”
“O mu?” Durakladı Sarp, Ahsen’e baktı uzun uzun. “O yeni gelin say sen onu, alacağım o kızı babaanne.”
“Kime?”
“Kime olacak kendime alacağım! Başkasına verilir mi bu nimet, ben yazıldım ona.” Babaanesine döndü. “Beğendin ama değil mi? Sen de alamadın gözünü. Çok güzel değil mi babaanne?”
“Beğendum. Bakti mi bu sana?”
“Babaanne öyle bir konuşuyorsun ki yakışıklı değilmişim gibi, baktı tabii bana.”
“Senin işini biliyor değil mi?” Başını salladı Sarp. “O nerede yaşıyor?”
“O da Diyarbakır’da. Savcı.” Havva Hanım’ın kaşları havalandı. “Albayımın kızı.” Ağzı açıldı Havva Hanım’ın, içli içli mırıldandı. “İşimiz yaş desene…”
Sarp kalktı, Havva Hanım’ı öptü. “Ben kaçar, sen de dedemle takıl. Kızma adama ama, öptüm fıstık.”
“Hayde oradan, ne takilayim onunla!” Ayağını yere vurdu, biraz sinirli bir kişiliği vardı, konuşma tarzı öyleydi ama içinde kötülük yoktu. Bu konuşmanın altında yatan şakayı Sarp anlıyordu. Gülerek uzaklaştı.
***
“Komutanım bana bir bardak daha rakı doldurur musunuz?” Ruhi elindeki bardağı sırıtarak uzattı Sarp’a. Sarp bardağı almak yerine rakı şişesini uzattı Ruhi’ye. “Eyvallah komutanım.” Sessizce doldurdu bardağını, o an diğerleri döndü Ruhi’ye hepsi aynı anda konuştu. “Bize de doldursana be!” Sarp bu durumu önceden sezip vermişti Ruhi’ye. Şişe elden ele geçip bitti.
“Sen içecek misin güzelim, doldurayım mı sana rakı?” Sarp eğilmiş Dide’nin kulağına konuşuyordu. “Olur canım.” Herkes daha yeni başlamıştı, ayıktı.
Bir süre sonra artık mekanda sadece onlar kalmışken Hamit amca da katıldı yanlarına, küçük Sarp da. Ruhi içeriden elinde sazla geldi. “Saz çalışıyor mu Hamit amca?”
Herkes güldü. “Çalışıyor oğlum, mikrofonu da var istediğin müziği aratıyorsun kendisi çalıyor.” Ediz elinden çekti sazı. Hamit amca gülerek başını salladı. “Çalacaksanız çalın.”
“Biz değil usta, bizim dertli çalacak.” Ediz’den Mert’e, Mert’ten Kıraç’a geçmişti saz. Kıraç yanında duran, bir eli çenesinde diğeri bardakta boş bakan Onat’a uzattı. “Al dertli. Çal bir şeyler.” Onat çok sorgulamadı, sazı alıp aklına gelen türküyü çaldı. Herkes sessizce sadece Onat’a bakıyordu.
“Bir ay doğar ilk akşamdan geceden, neydem neydem geceden,” Onat’ın derdi rakıdan büyümüştü, sesine vurdu. “Şavkı vurur pencereden bacadan,” Herkes sessizce sazdan ve Onat’ın ağzından çıkan sesi dinliyordu.
“Uykusuz mu kaldın dünkü geceden, neydem neydem geceden,” Aklında tek bir kişi vardı, anlam yüklediği. “Uyan uyan yar sinene sar beni…” Daha tanımıyordu bile Çağla’yı. Bir görmüş, bir dalaşmış, bir sesini duymuştu sadece. Bir daha göremedi diyeydi belki de sitemi, belki ona değil onu bir daha karşılaştırmayan kadereydi. “Madem soysuz göynün bende yoğudu neydem neydem yoğudu,” Çağla’ya duyurur gibiydi. “Niye doğru yoldan şaşırdın beni, dağlar haramı açma yaramı perişanım ben.”
Ege sessizce Dide’ye baktı. Onun da çakır keyif bir hali vardı, isterse söylerdi. Hamit Amca anladı. “Ver oğlum, sazı ver Dide’ye.” Saz dolandı yıllar önceki sahibini buldu.
“Ben mi çalayım?” Saza baktı. “Ne çalayım?”
“Çal işte Kıvırcık Ali’den bir şeyler savcım.” Alperen herkese birer rakı daha doldurdu.
Ahsen biraz bekledi, sazı hatırlamaya çalıştı, çalmayı denedi, önce yavaş yavaş vurdu tellere. Alıştı, çalmaya başladı. Herkesin baktığı kişi değişmişti, Ahsen’e döndüler. Sarp yanında duran sevdiğine baktı, Ahsen’i ilk kez böyle görüyordu.
Ahsen biraz utandı, Onat başladı destek için. “Gün akşama döndü gülüm bir selam sal sabah olsun,” Ahsen gülümseyerek eşlik etti Onat’a. Sarp dibinde duran Ahsen’in sesini daha çok duyuyordu. “Gökte bulut yandı gülüm bir selam sal sabah olsun. Bir selam sal güneş doğsun, bir selam sal yüzüm gülsün.”
Diğerleri de katıldı. “Benim türküm başka türkü, söylüyorum aşka türkü,” Bir Türk’ün en değerli hazinesi, ağıdı, sevdasıydı türkü. Masada oturan dertlinin sesiydi. Onat minik aşk acısına, Ahsen geçmişine, diğerleri en ufak sızısına dertlenmişti. Anlık güzel duygulardı bunlar, türküyle dile gelip söyleniyordu. Farklı yürekten yazılmış, aynı acıyı yaşayan onca yüreğin en güzel aynasıydı.
Masa türküyle biraz çöküp oyun havasıyla yükselmişti. Az önce içli olan yürekler şimdi de coşuyordu. "Ata kuleden at beni, gülüm aman aman aman," Ruhi'yle Mete yolun ortasına çıkmış oynuyordu. "İn aşağı tut beni, in aşağı tut beni."
Ahsen'in artık ayık tarafı pek yoktu. Birkaç kişi ayrılmıştı aralarından, Sarp eğildi Ahsen'e. "Güzelim?"
"Benim o?" Ahsen cevapladı.
Kısa bir kahkaha çıktı Sarp'ın ağzından. Sarp iyi durumdaydı. "Biz de kalkalım mı artık?"
Ahsen bir şeyler söyledi ama Onat'ın yüksek sesinden duyulmadı, Onat da kalkmış Mete'yle Ruhi'nin yanına gidiyordu. "Çayır biçiyom çayır yanıyom cayır cayır, çayır biçiyom çayır yanıyom cayır cayır." Çiftetelli atarak geçti yola. Ruhi'yle Mete de katıldı. "O kırmızı yanaktan, o kiraz dudaklardan benim payımı ayır. Hoptek!"
"Dide? Gidelim güzelim." Kaldırdı Ahsen'i. Ayakta durabiliyor mu diye baktı, durabiliyordu, iyi durumdaydı. Yürüttü.
"Nereye gidiyoruz?" Bu sefer götüren taraf Sarp, merak eden taraf Ahsen'di.
"İstediğin bir yer var mı?"
"Bilmem, birlikte olduktan sonra fark eder mi ki?" Sarp başını iki yana salladı, adımları hızlanınca Ahsen şaşırdı. "Koşuyor muyuz?"
"Hayır, hızlı yürüyoruz."
"Neden ki?"
"Bilmem, bir anlığına öyle oldu." Yavaşladılar. Sarp yavaşça Ahsen'i süzdü. "Bence senin uykun var."
"Bence benim uykum... Yok." Bir ara ayağı takıldı, sendeledi, Sarp'a tutundu. Daha fazla yürümedi, artık Sarp'ın kucağındaydı, ayaklarını salladı keyifle. "Otelde yanındaki kadın kimdi?"
"Babaannem."
"Sanırım benden nefret ediyor."
"O niye?"
"Çok sinirli bakıyordu." Havva Hanım'ın taklidini yaparak kaşlarını çattı. "Böyle baktı bana."
Güldü Sarp. "O hep öyledir ama seni sevdi." Havva Hanım'ın huyunu biliyordu Sarp, kimse bakarsa baksın iki kaşının arasındaki o çizginin hep belirgin olduğunu bilirdi.
"Nereden biliyorsun?" Ahsen pek inanmış değildi.
"Biri de bana öyle bakıyor ama beni sevdiğini biliyorum çünkü?" Sarp Ahsen'den bahsetse de Ahsen o an bunu anlamamıştı. "Yaa? Kim bakıyor sana öyle, kim seviyor seni?" Yükselen Ahsen'in kaşları çatıldı.
"Sensin o güzelim. Şu an tam olarak öyle bakıyorsun ama beni sevdiğini biliyorum." Sarp'ın bu söylemi üstüne Ahsen'in kaşları gevşeyip normal haline döndü. Anlar gibi 'heee' dediğinde başını Sarp'ın omzuna yasladı.
***
AHSEN DİDE KORKMAZ
Kucağında içtiğim rakının sarhoşluğuyla yaslanıyordum ona, fazla cesurdum şu an, aklımdan geçenleri susturmak, tutmak zorluyordu beni. Kucağında kıpırdanıp dururken onun dokunuşunu üstümde hissetmek hele de bu haldeyken biraz fazla etkiliyordu. Çok konuşmaya başlamıştım, içimden konuştum sandığım ne varsa dilimin döndüğünü biliyordum, neyse ki bunun farkındaydım ama durduramıyordum.
Dudaklarımı yaladım, gözlerimin önünde Sarp’ın yüzü vardı, dudaklarına baktım. Sessizce asansöre binmeyi bekledim. Asansöre binip kapının kapanmasıyla dudağına yapıştım. Maalesef bu bizim apartmanın asansörü gibi yavaş değildi, hızlı gelmiştik, ayrıldık.
“Çok çabuk geldik!” Başımı geriye atıp söylendim. “Öpüşe-” Sarp’ın eli ağzımı kapattı, susturulmaya gerçekten ihtiyacım vardı. Susmak isteyip de elimde olmaması çok zor bir durumdu. Öperek susturmasını tercih ederdim ama odaya henüz gelmemiştik. Bir eli belimden, diğeri kalçamın altından sıkıca tutmuş kendisine yaslıyordu.
Uzun bacaklarıyla adımları zaten hızlı atarken benim heyecanım da artıyordu. Onun benim ne yapacağımdan haberi yok muydu yoksa bu düşüncemi de sesli söyleyip sinyali vermiş miydim bilmiyordum. Bu gece ikimiz de uzun zamandır istediğimiz şeyi alacaktık, umarım bölünmeden.
Odanın kapısına baktım, onun odasıydı. Beni tek eliyle tuttu, elini cebine atıp kapının kartını aradı. “Sikeyim…” Sesini duyunca ona baktım. “Ne oldu?”
“Kart… Burada değil, öbüründe.” Elimi cebine attım, karta ulaşmak için cebin dibine inmeye çalıştım, kumaş pantolonunun arasından elime değen şeyin ne olduğu anladım, aynı anda Sarp’ın görmediği ama hissettiği an çıkardığı boğuk sesini duydum. Kartı aldım, ona uzattım.
Titreyen eliyle kartı kapıp kapıyı açtı, içeriye hızlı girdik.
Her şey yavaş yavaş ilerledi, beni tanıdı, vücudumu bana alıştırdı, hazırladı. Sadece onun yaptıklarına uyuyordum. İşler ilerlemeye başlamıştı, kendini bana alıştırdığını ve hazır olduğumu hissettiği an oldu her şey... İkimiz de o anın keyfini çıkardık, kendi vücudumuzun hak ettiği bu geceyi yaşamasına izin verdik. Gece sonunda yorulduğumuzun farkında olarak bir süre uzandık sadece, ikimiz de aynı anda duşa girdik.
Duştan çıktığımızda o sadece iç çamaşırını giyerken bana bir tişört verdi. Başka hiçbir şeye ihtiyacım yok gibiydi. Elbise gibi olan tişörtüne baktım. Saçlarımı havluyla kuruttu, taradı. Yatağın üstünde kirlenen çarşafı kaldırıp bir köşeye koydu, uzandı benimle aynı anda. Arkamdan sarılıp sırtımı kendi göğsüne yasladı. Çenesi başımın hemen üstünde dururken elleri çoktan tişörtün alında girmiş tenime dokunuyordu. “Gece ağrın olursa, uyanır uyuyamazsan, içkiden başın ağrırsa, miden bulanırsa… Kısaca bir şey olursa uyandır beni bir tanem.” Saçlarımdan öptü. “İyi geceler.” Eli karnımı okşadı.
“İyi geceler.” dedim içli içli. Ben de ona sarılmak istiyordum, önümü ona döndüm. Kollarımı ona doladım, kulağım göğsünde hala hızlı atan kalbini dinledim. Hayatımın en unutulmaz gecesini, hata yapmadığımdan emin olduğum gerçekten yapmak istediğim ve beni sevdiğine emin olduğum biriyle geçirmek başıma gelen en güzel şanslardan biriydi. Yaşamak istemediğim zamanlara inat olan tüm yıllara bedeldi Sarp'la sadece bir an yaşamak. Onunla konuşmak, onunla bir şeyler paylaşmak hoştu ama bugünkü şeyler işin gerçek anlamda en alevli parçasıydı.
Şu an arasında durmak için tüm hayatımı feda edebileceğim kollarda uyumak, bu gece herhangi bir kabus görmeyeceğimden emin şekilde uykuya dalmak en huzurlu şeydi. Bir evim yok derdim, olmaz derdim, tek başıma çok eve çıktım, çok tek kaldım ama benim evim varmış anlamıştım; iki kol, bir gövde, içinde sana bağlı bir kalp olduğunu bilmek, bu yere sonsuz rahatlıkla yaslanabilmekti doğru olan his, Sarp benim evimdi, sahibi olmaktan en keyif aldığım şeydi kalbi. Ve benim kalbimin sahibi olmasını en çok istediğim kişiydi Sarp. Tüm bu durum içinde sakinleştiğim ses uykuya dalmamı sağlamıştı; hala hızlı, sesli atan kalbi...
***
BÖLÜM SONU…
NASIL BULDUNUZ, UMARIM BEĞENMİŞSİNİZDİR?
Şimdiden oy ve yorumlarınız için çok teşekkür ederim, iki hafta sonra görüşürüz.
Kendinize iyi bakınnn.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 29.83k Okunma |
2.84k Oy |
0 Takip |
31 Bölümlü Kitap |