
Hepinize selamm!
Uzun zaman oldu farkındayım özür dilerim bu kadar geç kaldığım için ama WhatsApp grubuna anlattığım gibi bir trafik kazası geçirmiştik erkek arkadaşımla. İkimiz de şu an iyiyiz, okulum girdi araya, ev, biraz da benim psikolojim bu süreçte fazlaca gidip geldi. Kendime ayırabileceğim zamanlar çok kısıtlıydı, hala da öyle ama bu artık herkesin sorunu yani herkes zaman bulmakta zorlanıyor. O yüzden uzunca zamandır buralarda yoktum ya da başka yerlerde. Umarım telafi edebilirim bu bölümle. Tekrardan özür dilerim.
Siz nasılsınız? Umarım iyisinizdir, umarım her şey yolundadır ve bu bölüm de biraz olsun sizi mutlu edecektir. Size iyi okumalar diliyorum. Yazım yanlışlarım için şimdiden kusuruma bakmayın.
Oy ve yorumlarınızı bekliyorumm!!!
***
***
SARP ÇAĞAN DİNÇER
Uyanmazdım normalde ama uyandım gece. Hava hala karanlıktı, odada dışarıdan süzen şehrin ışığı biraz girip görüşümü açıyordu. Yanımdaki bedene baktım. İki büklüm etmiş kendini, bana doğru dönmüş gövdeme gizlenir gibi yatıyordu. Zülüfü dökülmüştü yüzüne, sıcacık elleri bana dokunuyordu.
Ellerimle düzelttim saçlarını, her şekilde onu görmek ayrı histi bende. Uyurken izlemek en güzeliydi. Bu başkaydı işte; gözleri kapalı, bana yaslı, kabus görmediğine emin olduğum şeklindeydi. Bir şey düşünmek zorunda değildi, yapması gereken tek şey yanımda güvenle yatıp, uyumasıydı. Uzanıp öptüm saçlarından.
Üstündeki örtü açılmıştı. Üzerinde sadece benim tişörtüm vardı, kıvrılmış açmıştı vücudunu. Elimi sardım beline, kendime çektim iyice. Hayatım boyunca ilk kez yaşadığım bir andı dün gece. Dide'ye karşı hissettiğim duygular her şeyden farklıydı. Daha önceki yaşadığım ilişkimi düşündüm, benzer duygular değildi. Aşkın bambaşka bir şey olduğunu anlıyordu kalp. Onun bir bakışı, dudaklarının arasından çıkan bir kelime bile içimi eritiyordu. Benim eksik yarım oydu, tamamlayan tek kişiydi.
Yatakta biraz kımıldandığında yüzünü izledim. Biraz buruşturmuştu yüzünü, elim karnına gitti, kasıklarına. Parmaklarım usulca gezindi, ağrısı olduğundan emindim ama birliktelikten mi yoksa kırılan kemiği miydi bilemiyordum. "Dide..." Sessizce söyledim ismini. Cevap vermedi. Bir kez daha mırıldandım. "Güzelim?"
"Hmm?" Bana karşılık mırıldandı.
"Ağrın mı var senin?" Soruma cevap vermek yerine elimi tutup kasıklarına kadar ilerletti. Ağrıyan yerine getirdi elimi. "Burası mı?" Parmaklarımla yavaş yavaş masaj yaptım.
Başını sallayışını izledim. "Belin?" Başını iki yana salladı. Bacağının birini üstüme atıp iyice sarılınca gülümsedim. Yanımda varlığını hissettiğim her an içimdeki sevgi katlanarak büyüyordu. Yapısı gereği biraz uzak tutardı kendini ama ne zaman isteyerek bana sığınsa, sarılsa hep daha mutlu olurdum. O sevgisini belli etmediğini sanardı ama ben beni ne kadar çok sevdiğini biliyordum. Ağzından sevgi dolu sözcüklerin çıkmasına gerek yoktu, o bana 'haşin suratlım' derse bilirdim beni sevdiğini.
Bir kez daha öptüm saçlarından, dayanamadım. Attığı bacağından dolayı açılmış vücudu beni deli ediyordu. Elleri zaten bana dokunurken bir de onu böyle görmek yine beni kontrolden çıkarıyordu. Başımı tavana çevirdim, düz beyaz tavan saniyeler içinde gördüğüm görüntüye dönüşüyordu. Derin bir nefes çektim. "Beyaz tavan... Düz duvar..." Duvara yasladığım anlar geldi aklıma. "Hay sikeyim böyle işi!" Kendimi tutmam zordu.
"Sarp?" Sesi duyunca durdum, birkaç saniye sonra başımı çevirdim. Uyanmıştı. Bana bakınca öyle kaldım. "Ne diyorsun sen?" Doğrulup gözlerini ovuşturunca artık hiç uyumayacak gibi uyanmıştı.
"Niye uyandın güzelim?" Ellerimle beline sarılıp geri yatırdım.
"Bilmem, uyandım. Konuşuyordun, ne diyordun?" Gözlerim yüzünde gezindi, beyazlarıyla en net ayırt edilen kahvelerinin parladığını görebiliyordum, kıvrık uzun kirpikleri süslüyordu mücevher kadar değerli gözlerini. Alnına yapışmış bir parça buklesine uzandı parmaklarım, usulca geriye ittirdim. İnce suratında oyalandım, sıcaktan al al olmuş yanaklarına baktım. O an gülümsedi, çukuruna denk gelen bir beni vardı, kaybolmuştu, benim de dudaklarım kendiliğinden kıvrıldı.
Gördüğüm görüntünün hoşuma gittiğini belli ediyordu içim, dışa vurmuştu bunu dudaklarım. Dudaklarına kaydı gözlerim, uzandım, dudaklarımı kapattım hemen üstüne. En sevdiğim haliydi, dudakları benim dudaklarıma değdiğinde en güzeliydi. "Benim aklımı başımdan alıyorsun diyordum."
Güldü. "Küfür ediyordun Sarp."
Ellerimi beline doladım, yapıştırdım kendime. Tişörtü sıyırdım biraz. "Sen şu halinin farkında mısın? Benim manzaramın farkında mısın? Uyuyordun, kendimden geçtim. Uyurken bile yapacağını yapıyorsun."
"Ben mi?" İlk kez bu kadar masum bakıyordu. Ama bu benimle alay ediş şekliydi. Üstünde sadece tişörtüm varken lanet ediyordum ki çıkarıp attı tişörtü. Üstüme çıktı, yutkundum. "Ben mi yapmışım?" Sorusunu mırıldayarak onayladım. "İyi yapmamış mıyım? İyi yapmışım."
***
"Mete Korkmaz adında kayıt yok." Sadri'nin adamları birbirlerine bakıyordu. "Bu olay hiç hoşuma gitmedi, adam kayıtlarda yok, sanki hiç dünyaya gelmemiş gibi. Kardeşi de öyle, anlamadım bunların ikisi de devletin içinden biri mi?"
"Kafanı sikeyim senin, sence böyle bir adamın ailesinde böyle biri olabilir mi? Devlete adam almadan kaç kere bakıyorlar senin haberin var mı ibne? Düzgün yap şu işini!" İçlerinden biri fazla sinirliydi, Mete'nin varolduğunu ama henüz bulamadıklarını düşünüyordu.
"Ben de senin kafanı sikeyim! Böyle biri yok diyorum. Bin tane Mete Korkmaz var zaten ama babası Ali Korkmaz annesi Aylin Korkmaz olan kız kardeşi Ahsen Dide Korkmaz olan yok işte amına koyayım! Yok! Ayrıca bu adam bu işlerle ilgilenmiyorsa Sadri başkan niye peşinde bunların? Adam kadın ölü diye mutluluktan dört köşe!"
"Dangalak adamı sen bile bulamıyorsan ya adam dünya üzerine hiç gelmedi ya da adam ağır taşaklı biri. Sıçtık biz, harbi diyorum sıçtık. Zaten bu işlerin sonunda öleceğimi biliyordum ama bu yaşımda öleceğimi hiç düşünmemiştim. Adamın akrabasını bulamıyoruz diye öleceğiz şaka gibi... ama değil." İki adamın ettiği sohbete biri daha dahil oldu. O tenha yerde bilgisayarla dolu odaya Sadri'nin bir adamı daha girdi. "Ne yapıyorsunuz siz? Ne ölümü lan?"
"Ölüm fermanımıza bakıyoruz, boş bir sayfa uğruna. Sadri başkan kesin öldürecek bizi." Bilgisayarın başında duran kısa boylu hafif tombul olanı konuşuyordu. Hepsi oldukça ciddi duruşlulardı ama şu an o ciddiyetten eser yoktu. İnsanın yaşama isteği bazen öyle anlarda koruma içgüdüsüyle dolu oluyordu ki hiç korkmam diyen adam bir anda ölmekten en çok korkan kişiye dönüşüyordu. Güçsüz olduğunu anladığı o an canı için her şeyi yapmaya hazır oluyordu can.
"Siz mal mısınız yoksa numara falan mı yapıyorsunuz lan!"
"Abi mal sen olabilirsin, sana diyoruz. Bak." Ekrana bakması için çağırdı yeni gelen adamı. "Bu ne?" Adamla birlikte ekrana döndü, sonuç değişmemişti, boş bir ekran vardı, ince italik yazıyla yazılmış 'bulunamadı' yazısını tekrar okudu. "Hiçbir şey." dedi adama.
"Adam akıllı konuşun konuşacaksanız, ne diyorsun anlamıyorum beyinsiz!"
"Abi sorun ekranın boş olması, benim ekranı ne zaman boş gördün sen?"
"Hiç görmedim."
"İşte şimdi gördün diyorum sana, sonum diyorum, geldi diyorum, ağzıma sıçacaklar, götümden kan alacaklar diyorum sana abi." Yine geldi bir iç titremesi. "Söyle abi işkence falan etmesinler, düz sıksınlar kafama da bitsin." İçinde bulunduğu işin çıkışının ancak ölüm olduğunu herkes gibi o da biliyordu, bu adamlar her ne kadar gözünü kırpmadan bir can alabilse de konu kendilerine gelince dünyanın en korkağı oluyorlardı. Asıl korku da buydu, güçsüzlük... Birinin canını hiç sayıp kendi canını sanki aldıklarında daha değerli saymak, asıl güçsüzlüktü. Gücünün yeteceğini düşünüp acımasızca güç uygulamak, kendini bu güçle tatmin ederek hayat zevkini ona göre şekillendirmek... Hiçbir zaman en güçlünün olmadığını bilmemek...
Karanlık adamlar hayatlarını sürdürmek için bunu meslek haline getirmişlerdi, onların içindeki karanlık ruhların öldüklerinde gideceğini ve ardında hiçbir şey kalmayacağını, bu dünyada o gösterdikleri güç şovlarının sadece bir iki nefese sığdığını öğrenecekleri an, en çok da o ana yaklaştıkları an korkmaya başlarlar. Gariptir ki yaparken keyif aldıkları işin ucunda bir başkasına kendi bedenleriyle keyif verme işini bilip düşünmeden hayatları çoktan kumar oynarlar. İşte o an onları kimse umursamaz, bu adamlar sadece kendileri için yaşamışlardır, güçsüzlerin başını ezip, güçlülerin yanında kendilerini devam ettirmek için.
Bir de hayatı yaşamak isteyen ama zamanla zehir olmuş, yutkundukça batan o ağrıya dönüşen hayatın içinden kopup gitme isteğini düşünerek ölümden artık hiç korkmayan o ezilmiş başa sahip güçsüzler vardır. Bu dünyaya geliş amacı herkesle aynı neden olsa da bir şekilde kötü kaderin kurbanı olurlar, o renkli kişilikler zamanla solar, bazen de bir anda. Tüm adaletsizlik içinde yaşam mücadelesi vermekten çekinmezler çünkü iki sonuç vardır; ya kurtulacaktır ya da ölecektir, bu insanlar her şeye hazırdır artık.
***
Uygar binada, toplantı odasında Ahsen dışındakilerle karşı karşıyaydı. Başta duran bir sandalyede elleri birbirine kenetli öylece duruyordu, konuşmaya karar verdi. "İçinizden biri Mete ve ailesinin yakını olup onları koruyacak, birisi de bana Ali'yi getirecek... Dide hanginize daha çok güveniyorsa söylesin, Ali'nin yerini öğrensin ve onu alıp bana getirsin."
"Anlamadım." Soner işleri biraz duymuş olduğundan daha çok aklı karışıyordu. Uygar'ın ona dönen sert gözlerine aldırmadı. "Birincisi Mete ve ailesinin neden korunmaya ihtiyacı var, ikincisi Ali'yi neden istiyorsunuz?" İlk kez Uygur'a karşı sorgulayıcı bakıyordu.
"İşleri ne zaman sorgulamaya başladın Soner?" tepkisine karşılık cevap verdi Soner. "Mantıklı olmaktan çıktığından itibaren başkan? İçimden bir his bu son birkaç görevin mantık dışı olduğunu söylüyor, şu söylediğiniz de buna dahil."
Çağla olayın arasında kalmış biraz daha şaşkındı, soluksuz izliyordu etrafı, gözleri bir Uygar'da bir Soner'deydi. Ne görev olursa olsun hep itaatkar davranmışlardı ama bu sefer Soner fazla ciddiydi, sanki emir alan kesimde değil de Uygar'la kendini denk tuttuğu bir toplantıdaydı.
Uygar'ın kaşları çatılmaktan gittikçe derin çizgileri ortaya çıkarıyordu. "Mantıksızsa niye aramızda kalmaya devam ediyorsun?" O an herkes şaşırdı. Bu konuşmanın buraya kadar geleceğini kimse tahmin etmemişti. Soner'in anlattığını bilen Taylan'ın da elleri birbirine sıkıca kenetlenmişti.
"İçinde bulunduğum kuruluş Milli İstihbarat Teşkilatı, her türlü göreve gittim, her türlü şeyi gördüm, ölümü de yaşamı da... Bu kuruluş sağlam da olsa içinde şüphe içeren bir şey varsa hemen ayrılmam, araştırır gerçeği bulurum. Bana öğretilen bu. Eğer yanlış başkandaysa da..." Durdu Soner ama içi fazla doluydu. Tekrar açtı ağzını bir an sustu ama sonra tutamadı. "Madem bu işi bırakmak kolay, neden Dide'yi yapmayı istemediği bir işe yıllardır sürüklüyorsunuz? Ben şimdi buradan elimi kolumu sallayarak çıkabilirim ama Dide hala çıkamaz öyle mi? Neden? Amcası Sadri Korkmaz olduğu için mi?"
Herkes o an birbirine bakıyordu. Önlerinde duran dosyada Sadri'nin koca resmi, suçları, yeni görevlerin detayları yazıyordu. Bu koca detay da beklenmedikti.
"Üstelik gerçek amcası olmamasına rağmen," sesi daha da sert bir hâl aldı Soner'in. "Üstelik Dide'nin haberi olmadığı bir adam yüzünden yıllardır ölümle cebelleşmesine rağmen..." Gözü bir an olsun Uygar'dan ayrılmıyordu, hiç kırpmamıştı gözünü. "Devlet için çalışan, defalarca kez devleti için ölümü göze alan o kadının küçüklüğünü bile koruyamayan bir MİT başkanı..." Başını iki yana salladı. "Yanlış... Çok yanlış bir seçim."
Artık bu masanın etrafında duran kim varsa biliyordu. Hala Dide'nin bilmediği o gizli bilgi şimdi en olması gereken kişi dışında MİT'te dönüp duruyordu. "Ben şunu merak ediyorum şimdi... Sen bu saatten sonra bu dosya için hala Dide'yi zorla göreve sürükleyecek misin?" Uygar'dan bir cevap beklese de gelmedi. "Yoksa koruyamadığın o küçük kız ve hayatı senin yüzünden hiç olan bir kadının yarım kalmış yuvasını tam mı dağıtmaya çalışacaksın?" Cevabın gelmemiş olması aslında büyük bir cevaptı. Soner oturduğu yerden kalktı. "Ben buradan ayrılmayacağım, ama bu saatten sonra bana mantıksız gelen hiçbir şeyi yapmayacağım. Bunca yıllık becerilerim, eğitimim, hafızam, her şeyim bu saatten sonra doğru şeyi yapmaya devam edecek."
Bir şey saklamak ona ve diğerlerine göre en kolay şeydi ama bu amaç tamamen görev uğruna, devlete hizmet etmek uğrunaydı. Yanlış giden bir şeyler vardı. Sadri'nin yakalanmasını herkes gibi o da istiyordu ama Uygar'ın yanlış seçimlerle yakalamasını değil, olabildiğince temiz ve tecrübeyle yapmayı istiyordu.
"Size bir cevap borçlu değilim." Herkese gelen bu cevabın ardından sadece Soner için döndü Uygar. "Senin düşüncene göre yanlış bir seçim olabilirim ama sonuç olarak buradayım. Senin üstünüm, ve buradakilere verdiğim gibi sana da emir ve görev verebilirim. Senin yapman gereken tek şey ben ne diyorsam ona uymak. Sonuç ne olursa olsun!"
"Yanlış bir seçimden ziyade yanlış kişilere yapılmış bir seçim sizinki. Hayatı çalınmış bir kız çocuğu, onu koruyamadınız, annesini de... Bir yerde hiçbir şeyden haberi olmayan bir baba... Onu da çok iyi tanıyorsunuz, ben de tanıma fırsatı yakaladım. Kanaatimce o küçük kız çocuğunun büyüyüp babasından ayrı olarak babasına bu kadar benzemesi yerinde olmuş. Bazı insanların hayatlarının yıllarını aldınız, bu insanlar da boş insanlar değil." Soner'in konuşmasını kesen şey Uygar'ın doğrulttuğu silahtı. "Bu masada sekiz kişiyiz, benimle birlikte diğerlerini de mi öldüreceksin? Herkes her şeyi biliyor." durakladı. "Pardon bir şeyi atladım." Herkese döndü gözleri. "Aylin teyze istihbarattaymış, Sadri'yi yakalamak için."
Herkesin ifadesi değişti, Uygar'ın suratı sinirden kızarmıştı, elindeki tabancayı yavaşça indirse de fazlasıyla sıkı tutuyordu. "Madem bu kadar korumak istiyorsun Mete ve ailesinin güvenliği senin işin."
Başını salladı Soner. "Sizden çok daha iyi iş çıkaracağıma emin olabilirsiniz. Küçük bir kız, bir anne ve bir babayı koruyacağım. Umarım siz de görevinizi layıkıyla yapmaya başlarsınız."
"Mutlu sen de Dide'den babasının yerini öğren, Ali'yi al ve getir."
Mutlu başını sallayamadı. "Bunun imkansız olduğunu biliyorsunuz."
"O zaman söyle Dide'ye ya babasını getirmene izin verir ya da bir katili saklamaktan dolayı ceza işlemlerine maruz kalır."
"Kim tarafından?" diye sormaktan çekinmediler.
"Benim tarafımdan." dedi Uygar hiç beklemeden. "Ona uygun bir dille anlatabileceğini düşünüyorum. Ayrıca neden birden hepiniz Dide yancısı oldunuz? Görevi sorgulamak ne demek! Ben ne dersem o olacak! Git ve babasını al gel, bitti toplantı!" Oturduğu koltuktan hışımla kalkıp gözden kayboldu.
"Bu normal mi şimdi?" Soner sinirden dişlerini sıkıyordu. "Bir şeyler çeviriyor, Aylin teyzeyle ilgili bir şeyler biliyor, bilerek korumadığı belli, bu adam istihbaratı parmağında oynatıyor bir adamı mı yakalayamayacak, bir aileyi mi koruyamayacak. Tehlikenin içeriden geleceğini bilememiş! Ulan gözünün önünde bir kız çocuğunun her gün ağzı yüzü dağılıyor, elinde gücün olmasa da yardım edersin ne demek içeriden beklemedin! Şu saatten sonra kimse bana bu adama saygı duymamı söylemesin!"
"Salak salak konuşma Soner. Ne yapacaksın? Öldürtecek misin kendini? Bir şeyler biliyorsan elinden gelen kadar yap ne yapacaksan. Bu şekilde bir bok değişmez ben sana diyeyim. Az sakin ol, biraz daha zorlasaydın sıkacaktı kafana." Mutlu içlerinden en olgunuydu, kendine ait bir ailesi vardı, empati kurabiliyordu, bu olay onu da sinirlendirmişti, iki kızı vardı, az önce gördüğü şeye bakılırsa Soner gerçekten hepsinin gözü önünde vurulacaktı. Şu an da en zor görev Mutlu'daydı. Ahsen'den Ali'nin yerini öğrenip sonra da Ali'yi buraya getirmesi gerekiyordu. İtaatsizliği o da biliyordu ama geride bir ailesi vardı, her gece onu bekleyen iki kızı, eşi, her gün göremeseler de yine de aynı sevgiyle dolu bir aile vardı. Bir şeyleri bilmek, yanlışları düzeltmek onun için bazı alanlarda gizliden olmalıydı, Soner'e de bunu anlatmaya çalışıyordu. Sinirini bu kadar belli ederek kendini ele vermektense gizliden, içten bitirmeliydi yanlışı. "Hepimiz biliyoruz artık zaten, adam haklı değil ama başkan o. Bir planın var mı?"
"Yok."
"O zaman bir plan yap abicim, bunu da dile getirip durma, suratınla belli etme, işini sessiz hallet. Bunca zaman nasıl yaptıysan öyle yap. Herhangi bir insan için bile bunu böyle yapıyorken istihbaratın başkanı olan bir adama bunu niye belli ediyorsun? Git çık dışarı biraz kafanı topla, temiz kafayla düşün, acele de etme, şu an Dide iyi. Ayrıca etrafı artık daha kalabalık, biz olamasak da etrafında kaç duvar var..." Soner'in omzuna dostça vurdu. "Şunu hepimizin kabul etmesi gerekiyor, Dide artık yalnız değil. Babası var, yanında onun için canını verecek kişi sayısı arttı... Bir yanlış var farkındayım, sana yardım etmek istiyorum ama bu şekilde olmaz."
"Abi kaç yıl geçti adam hala burada, bir insan onun yüzünden öldü, biri bu kadar rahat olamaz." İçinden değil de dışa yansıtan Soner kendini kontrol etmeye çalışıyordu, Mutlu'nun söylediklerinde haklı olduğunun farkındaydı ama kendini tutmak onun için biraz zor olacaktı, hayatında ilk kez bunu yaşıyordu. "Ben şimdi bunu Dide'ye söyleyemeden suratına nasıl bakacağım? Ben kendimi onun yerine koyuyorum, babam evde sürekli beni öldürmeye çalışacak, o kişi de gerçek babam olmayacak, annemi bir tane adam devlet için, kendi işi için tutacak, en sonunda baba dediğim adam annemi öldürecek. Yıllar sonra tayinim Diyarbakır'a, gerçek babamın yanına çıkacak... Bu adam bilerek göndermediyse oraya ben de başka bir şey bilmiyorum. Acaba Aylin teyzeye ne dedi de susturdu kadını?"
"Tamam çözeriz, çözeriz her şeyi. Zamanımız var." Çağla geldi Soner'in yanına. "Bunca zaman hallettik, yine hallederiz. O kefeni sen, ben yırtamayız ama Dide defalarca kez yırttı, her şeyi biz çözer en sonunda sen ne yapmak istiyorsan, artık Uygar başkanı mı bitirmek istiyorsun, onu yaparız. Dide'den sakladığımız şey bizim suçumuz değil, suratına bakamayacağımız bir şey yapmadık. Kimse bu Sadri denen dingil yakalarız o zaman biz de. Bazen bazı şeyleri yapmak için birilerinin kırılması gerekiyor, Dide de günün sonunda bizi anlar. Dert edecek bir şey yok. Mutlu abinin dediği gibi sakin kafayla ne yapacağımızı düşünelim. Sen çıkacak mısın şimdi? Onlar İstanbul'dalar. Azra'nın düğünü var."
"Gideceğim."
***
Bahçede oturan Havva yanında Aynur'la konuşuyordu. "Ee bu öbür uşak ne zaman evlenecek?" Bir yandan Ahsen'i süzüyordu.
"Torununa kalsa bugün çifte düğün yapar da... Gençler daha anne, ne zaman isterlerse o zaman evlensinler. Bunlar ayrılmazlar, zaman şart değil."
"O ne demek oyle! Ne diye bekleyecek ula! Madem ayruluk yok, madem sevdalular bassun nikahi! Ha buraya bi çağur da tanuşalum az!" Havva tamamen emin bir tavırla Aynur'un Ahsen'i çağırmasını bekledi. Aynur'un Ahsen'e gülümseyerek eliyle çağırmasını izledi. Ahsen'in ses etmeden yanlarına gelişini baştan aşağıya süzdü yine. "Boyi da uzun. Neyle beslemişler bunu boyle?"
Ahsen gelir gelmez Havva'nın asık suratından Sarp'ın babaannesi olduğunu anladı, ilk önce onun elini öpmeye gitti. Havva'nın hoşuna gitti ama bunu belli etmedi, suratı hala ciddiydi, hatta kaşlarını çatmaktan iki kaşının arasında artık çatmasa bile belli olan o derin çizgi duruyordu. "Bizim büyük uşağun sevdaluğu misun?"
"Öyleyim." İlk kez bu kadar gergin hissediyordu Ahsen. Aynur ve Bekir'le tanıştıklarında Sarp'la araları iyi değildi, şimdi büyük patronun Havva babaanne olduğunu anlamış bir şekilde gergindi ama o da belli etmedi. Onun da suratında bir ciddiyet vardı.
"Boyin kaç senun boyle? Ha ordan geldun heybetli heybetli?" Havva'nın merak ettiği şeydi.
"1.83" Ahsen'in gururu biraz okşanmıştı. Heybetli demesi onun için iyi bir şey gibi hissetti.
"Ne iş yapaysun? Bizim uşak biraz haşin, deli gibi... Saği solu bellu değul?"
Haşini duyunca gülümsedi Ahsen, başını salladı. "O kadar da değil." diye Sarp'ı savundu. "Savcıyım ben, Sarp'la aynı yerde savcılık yapıyorum."
O an Havva da hoşuna gittiğini belli eden bir gülümsemeyle başını salladı. "Eyi eyi. De bakayim bizim uşakla ne zaman evlenecesun?" Ahsen bu soruyla gözlerini kırpıştırdı, ne cevap vereceğini bilemedi, ister istemez Aynur'a baktı, gülümseyip göz kırpan Aynur'la biraz daha rahatladı ama onu asıl rahatlatan şey gelmişti, omzunda Sarp'ın koca ama yumuşak elini hissetti, aldığı sıcaklıkla başını kaldırıp Sarp'la göz göze geldi. Yanına oturan Sarp konuştu. "Ne konuşuyorsunuz? Çekmişsinin kenara benim sevgilimi, sıkıştırmayın." Kenardan Ahsen'in ufak dürtüsüyle güldü.
"Diyirum ki bu kadunu ne zamana kadar bekleteceksun? Çeker gider bu ben sana diyeyum? Eli ayağu tutuyi, mesleği var, sevmiş de seni, kaçırırsun benden soylemesi."
"O iş bende, ben onu bir şekilde kaçırırım," Göz ucuyla Demir'e baktı. "Babası vermezse... ki biraz muhtemel olabilir. İşte o zaman alır kaçırırım." Ahsen'e döndü, gözünü kırptı, içinde çok öpmek geliyordu ama yapamadı. Bir kolunu omzuna atıp kendine çekti.
"Once nikahlan sonra sok içune! Kalkun ula gidun başka yerde sevun birbirinizu." Ahsen bu sözle Sarp'ı ittirse de Sarp sanki bu anı bekliyormuş gibi ayaklandı, Ahsen'in de elinden tuttuğu gibi kaldırdı oturduğu yerden.
"Siz de gelin kaynana oturun burda! Kavga etmeyin sakın, biz gidiyoruz."
"Yürü da! Ananu babandan daha çok seviyrum, sanki bilmeyisun! Kaybol!" Eliyle kovuşturdu.
***
AHSEN DİDE YÜCEL
"İmajımı düşürdün. Ne güzel kendimi güzel güzel tanıtmıştım, savcıyım dedim, boyumu söyledim etkilenmişti. İçine sıçtın." Bir ufak sitemim vardı.
Kaşları havalanmış şaşkınca bana bakıyordu, muhtemelen benden bu tepkiyi beklemiyordu. "Ne yani seni çekip aldım, kurtardım diye bana teşekkür etmeyecek misin?"
"Babaannenin gözünde ne konumdayım sence?" Bunu gerçekten merak ettiğim için sormuştum. Biraz sert bir kadındı. Benim gibiydi. Garip hissettiriyordu.
Yine kolunu omzuma atıp kendine çekmişti, konuşmadan önce defalarca kez saçlarıma dudaklarıyla yapıştı. "Ne konumda olacaksın? İşin gücün var, boyun posun var, fıstık gibi kadın konumundasın. Bakma o hep çatar kaşını ama evlilik konusunu açtığına göre seni gelini yapmaya çoktan hazır gibi. Haksız da değil, ben seni elimden kaçırır mıyım? En kısa zamanda biz de eveririz bence."
"Abart!" Bir anda gelen bu haber biraz şok ediciydi. Ne diyeceğimi bilemiyordum, hayatım boyunca evlilik konusu aklımın bir köşesinde bile yer almıyordu, evlilik seven iki kişinin ömür boyu birbirine katlanacağından emin olup attığı bir adımdı, hayatım yer olan bir şey olmamıştı. Eve bir sevgilim vardı artık, ömür boyu da katlanırdım ama uzak bir kelimeydi bana.
"Ne demek abart? Ben oyalanıyor muyum şu an? Beni bırakıp gidecek misin sen?" Elleri yanağımı sıktı nazikçe, yanağımı öptü. "Dedim ben Dide, seni baban vermezse kaçırırım evlenir öyle babanın karşısına elini tutar "biz evlendik" diyerek çıkarım. Başka türlü kaçırmam seni, hiçbir anlamda. Şimdi sana teklif etsem beni red mi edeceksin?" Gözlerime minik bir çocuk gibi bakıyordu.
"Reddetmem de, sen yine de etme teklif yani... Hem evlilik biraz ciddi bir iş değil mi?"
"Ben de ciddiyim zaten?"
"Tamam da daha yeni sevgiliyiz?"
"Seninle bir ömür de geçirsem zaman hep bana çok çabuk geçecek ayrıca bence biz seninle benim doğum günümden beri sevgiliyiz. Yani ben o zamandan beri senle sevgiliyim, seni bilmem. Benim seninle sevgili olmamın üstünden yedi ay geçmiş, bence bizim şu an çoktan evlenmemiz falan gerekiyor."
"Sen kendi kendine mi verdin bu kararı, ne demek senin doğum gününde sevgiliydik?" Garip biriydi ama bunun bana özel olması hoşuma gidiyordu, fark ediyordum kendimi ona ne zaman baksam gözlerim daha bir sevgiyle doluyordu, görmekten usanmayacağım türde bir manzaraydı.
"Senin haberin yok tabi, sen hastanede mızmızlık yaparken benim canımdan can gitti, ben hayatımda uzun bir aradan sonra ilk kez kendi aklımı kullanarak, aynı zamanda kalbimi kullanarak dilek diledim. O gün içimde yaşadığım tek şey seni kaybetme korkumdu. Ben ne zaman sana karşı bir şey hissetmeye başladıysam o andan itibaren götünden ayrılmak istemedim. Yani sen saymasan da ben o günden itibaren seninle sevgiliydim, bağladık işte kalbimizi kızım sen de söyletme işte."
"Biraz kardeşinin rolünü çalmaya çalıyormuşsun gibime geliyor ama neyseee..." Gülümsedim. "Tamam tamam bir şey demedim, sen öyle diyorsan öyledir. Ama benim mızmızlığımın sebebi gayet yerinde bi sebepti, ilk tanıştığımızda yanlış yaptın. Ama şimdi bunun konusunu da açmayacağım, çünkü..." Beni susturup kendi devam etti. "Çünkü ben onun cezasını gözaltına alınarak çektim. Hayatım boyunca düşeceğim son yer olarak bilirdim orayı ama... işte insan sevince katlanıyor."
"Sana farklı bir bakış açısı sundum, kötü mü yaptım, bence çok eğlenceliydi. Hem hizmet 10/10'du. Oranın yemekleri berbat, sana dürüm yedirdim, ayrıca bir savcıyla karşılıklı dürüm yedin, fena mı oldu?" Yanağına uzandım, öptüm.
"Neyse geçti gitti, sonu güzel bittiği için gözaltına alınmak beni de mutlu etti, yalan yok." Doğru söylüyordu, sonu iyi bitmişti. İlk öpücüğü orada kapmıştık. Şimdi düşününce artık öpüşmekten çok daha ileriye gittiğimiz geldi aklıma, garip bir şekilde utandım. Normalde yaşadığım sarhoşluk beni hiçbir şeyi hatırlamamaya itse de o geceki her şeyi hatırlıyordum, gece yarısı uyanıp yeniden yaptığımızı da... "Ne oldu?"
"Çok şey oldu da anlatmaya gerek yok bence." Hala yürüyorduk ama nereye gittiğimizi bilmiyordum, bence o da bilmiyordu. "Bu arada nereye gidiyoruz?"
"Tenha köşelere gidiyoruz ki seni rahatça öpebileyim."
"Saçmalama." Bunu dediğim an durdu, tam benim dediğim şeyi mantıklı bulduğunu sanmıştım ama kolumdan tuttuğu gibi kenara çekti. Cevap bile vermedi, dudakları o an dudaklarımı kapattı, ben de konuşamazdım. Ne kadar içimde tedirginlik olsa da öpmesi iyi hissettiriyordu. Ellerimi geniş omuzlarına sardım.
"Biz bence yeterince rahatız Sarp... Değil miyiz?"
"Öyleyiz ama canım seni sadece dört duvar arası şahsi bir odada öpmek istemiyor. Bence öpüşmek çok güzel bir şey, canım istediği zaman seni öpmem gerekiyor. Bunun için bile yer aramak zorundayız. Neyse ki sevgilin yeterince dikkatli ve pratik biri. O yüzden," Boynumu öptü. "Bu sevgilini bir öpücükle ödüllendirebilirsin." Dudaklarına yaklaştım, onu bir öpücükle ödüllendirmek mantıklıydı, öptüm. Ellerim boynunda dolaşırken bir anlığına Sarp'ı ittim. "Ne oluyor lan?"
Çağla ve Soner'i gördüm. Seslendim ki bizi ilk fark eden onlar olmasın. "Soner!" Elimi salladım. "Sizin ne işiniz var burada?"
"Düğüne davetliyiz biz de." Şaşırdım.
"Siz? Sadece ikiniz?"
"Evet. Niye şaşırdın? Anladık kendi düğününe çağırmazsın da biz davetliyiz canım. Ayrıca normalde diğerleri de davetliydi de işleri var, anlarsın." Çağla sakince konuşunca duraksadım. "Siz niye otelin öbür ucunda kenarda köşede duruyorsunuz?" İkisi de kısılmış gözleriyle bize bakıyordu.
"Hiç, dolaşıyoruz. Hesap mı vereceğim ben size ya! Gidin hadi o zaman otel tarafına." Onları gönderdikten sonra panikle Sarp'ın koluna girdim, peşlerinden gitmek için biraz hızlı davranıyordum. "Az kalsın yakalanıyorduk aşkım."
"Aşkım mı?" Sarp söylediği an ne söylediğimi anladım. Bir süre sessizce suratına baktım. "Öküz, odun, haşin surat, eşek herif, zibidi falan değil... Aşkım?" Dudakları iki yana kıvrılmıştı. "Sevdim bak bunu, aşkım..."
"Aşkım dedim alt tarafı ne dedim, sen de beni iyice ilişkinin en kötüsü belledin, aşkım diyorum şaşırıyorsun, böyle tepki verirsen niye diyeyim sana aşkım?"
"Sorun yok aşkım."
"Sarp!"
"Aşkım?"
"Konuşmayacağım."
"Yapma aşkım."
"Valla küserim diyorum sana."
"Tamam sen bana aşkım de ben sana güzelim, bir tanem, yavrum derim." Kolları belimden ve bacaklarımdan geçti, kucağındaydım, hızlı hızlı gidiyorduk, başımı eğip ayaklarına baktım, yavaştı ama adımları uzundu.
"Seni babama söyleyeceğim."
"O olmaz işte. Abine söyle, o dangalak arkadaşın Berkin'e söyle ama baban olmaz. Adam komutanım Dide, beni böyle tehdit edemezsin."
Omzumu sallayarak umursamaz tavırla baktım yüzüne. O an beni bırakacak gibi yaptı, düşeceğimi sandım. "Bana bak! Oyuncak etme beni!"
"Oyuncak olan belli değil mi? Ben seni hiç atar mıyım? Test gibi bir şeydi? Korkmaman lazımdı, " benim sev- pardon aşkım beni atmaz, düşürmez" demen lazımdı."
"Sarp beni utandırmaktan çok hoşlanıyorsun ama seni terletirim bak, haberin olsun."
"Terletsene!" Sinsi gülüşüyle gevşek gevşek konuşuyordu, Omzuna vurdum.
"Edepsizsin."
"Kim ben mi? Teessüf ederim, terlemekten hoşlandığımı söylemek istemiştim. Sanki biraz fesatsın?" Tek kaşı havada benimle alay ediyordu.
"İlkin son olmasını istiyorsun sanırım?"
"İlk değildi... İki kez yaptık, ayrıca tabii ki de son olmayacak." Gülmeye başladı. "Sanki sen biraz terledin gibi..."
"İndir lan beni? Köpek herif!" Kucağından inmeye çalıştım ama elleri sıkılaştı, onun gücüne bu şekilde karşı koymam pek mümkün olmuyordu.
"Aşkıma ne oldu?"
"Bir daha aşkım falan yok sana, sen fazla şımarıyorsun. İndir beni! Şimdi!"
Başını iki yana sallıyor gülmeye devam ediyordu. Omzuna dişlerimi geçirdi. "Ah!" Canı acısa da bırakmıyordu.
"Sen bana köpek dersin ama bu hareketten sonra ben sana desem desem yine kurt derim, bu da benim efendiliğim işte. Allah kocanın da hayırlısını vermiş işte."
"Kendini daha fazla övecek misin? Et lan teklif, reddedeceğim."
"Yooo yooo öyle bir şey yok. Yasada böyle bir şey var mı?"
"Anayasayı bana baştan yazdırtma Sarp. Yasada böyle bir şey var, ben diyorsam vardır."
"Yasada böyle bir şey yok."
***
Sadri'nin büyük oğlu Alaz babasının orada kalan işlerini devam ettirmeye çalışsa da aklı yine babasındaydı. Burada olan işler sadece burada yapılabilecek işler değildi, Sadri'nin olduğu yerden yönettiği işler dünyaya yayılmış durumdaydı. Türkiye'de, Yunanistan'da, Almanya'da, Amerika'da ve Rusya'da isminin büyük önemi vardı. Çevresi fazla geniş, adamları kendi başına bir orduyu anımsatacak kadar fazlaydı. Alaz'ın sözü Sadri kadar geçerli olmasa da dinleniyordu ama hiçbir zaman Sadri işleri tamamen onun kontrolüne bırakmamıştı. Ta kii bu ana kadar. Alaz babasına Türkiye'ye gittiğinden beri ulaşamıyordu. Aranan biri olduğunu güncel ve kesin olarak bilmese de böyle bir adamın aranabileceğini, göründüğünde dikkat çekeceğini tahmin edebiliyordu.
İlk kez kararları tek başına vermenin sorumluluğu ile karşı karşıyaydı. Rusya'ya ve Yunanistan'a yapılan silah ticaretini yönetmeye çalışıyordu. Bu süreç içinde kafasında dönüp duran babası, bakmaya çalıştığı annesi ve kardeşleri vardı. "Yarın sabah için bana bilet ayarlayın, İstanbul'a. İki gün, iki günlüğüne işler ertelensin. Ne kadar zarar olursa olsun umurumda değil. Babamı bulmam lazım önce." Karşı taraftan gelen itirazları susturdu. "Şu an benim borum ötüyor, bileti al." Telefonu daha kapatmadan çıkan sesin nereden geldiğini anlayamadı, iki el ateş sesi daha geldi, evin içinde.
Alaz odadan hışımla çıkıp elinde silahıyla ana hole gelince durdu. Kendi adamlarının ikisinin yerde yattığını görünce kaşlarını çattı, etrafına baktı. "Kim yaptı lan!" Sesi evi inletti. Arkasından çıkan sese döndü, karşısında ona doğrultulmuş silahla babasının adamını gördü, üç ateş sesi geldi aynı anda. Biri Alaz'dan biri adamdan diğeri adamın arkasında duran Aren vardı. "Abi!" Elinde Sadri'nin tabancası vardı, adama bir kurşun da o sıkmıştı. Alaz'ın kolundaki yarayı gördü, ama umursayamadı.
Alaz koşarak Aren'in yanına gitti, sarıldı. "Bir şey yok, bir şey yok abim."
"Var abi! Asi... Asi'yi vurdu, vuruldu abi." Hala tabancayı sıkıca tutmuş kıyafeti kan içinde gözündeki yaşı silmeye çalıştı.
"Nerede? Asi nerede?"
"Banyoya taşıdım abi." Aren ağırlığı tamamen yığılmış Asi'yi vurulduğu köşeden sürükleyerek taşıyabilmişti ancak. Yerde sürüklenmiş, yayılmış kan lekeleri hala ıslaktı. Kapıyı açtı Alaz, Serra'nın ağlayarak kızının önüne eğilmiş göğsüne bir havluyla bastırdığını gördü. Asi'nin gözleri açıktı ama kırpmıyordu hiç, ağzında dolmuş kanlar önce çenesine, sonra boynuna kadar süzüldü. "Bir şey yap!" diye bağıran Serra'nın sesi çaresiz bir çığlıktı. "Soğuk, soğudu, üşüdü, rengi gitti Alaz! Bir şey yap."
Kolunun vurulmuş halini hiç hatırlamıyordu, acısı kolundan geçip kalbine saplanmıştı, yerde hareketsiz yatan Asi'yi kucakladı, koşarak arabaya gitti. Bazı gerçekler öğrenilmiş bir çaresizlikti, insan kendi vicdanını belki de bir nebze azaltmak için değişmeyecek bir şey için hala çabalıyordu. Hiç durmadan, tüm hızla hastaneye gitti.
***
İki gün geçmişti, Asi kurtarılamamıştı. Sadri'ye ulaşamamışlardı hala. Üç kişi hala çökmemiş, tepeleme toprağın başında ağlıyordu, en çok ses, hıçkırık ikizi Aren'den geliyordu. Serra toprağa yatmış içli içli ağlıyordu, Alaz bir köşede hala babasına ulaşmaya çalışıyordu. "Kızın öldü be adam!" Sesi tüm mezarlığı inletti, telefonu fırlattı. Aren'in yanına ilerledi, saçlarını öptü. "Sen elinden geleni yaptın abim. Seninle gurur duyuyorum, senin suçun değil."
"Babama hala ulaşamadın... Bana kızacak mı?"
"Kızmaz, kızamaz. Ayrıca suçlu olan o, güvendiği adamlar yüzünden oldu. Sen bir şey yapmadın, kendini suçlu hissetme." Başını kardeşinin başına yasladı, karşısındaki toprağa bakıyordu. Asi içlerinde en masum olandı, bu karanlığa doğmuş en aydınlık oydu. Işık sönmüştü. İstanbul'da ne olduğunu bilmiyordu ama Polonya'da yas vardı.
***
Azra bu akşam evlenecekti, bu akşam sevdiği adamla birbirlerine söz vermek için hazırlanıyordu. Makyajı tamamlanmıştı, üstüne giydiği gelinlikle kuğu gibi duruyordu. Kapıyı çalan Doruk içeriye girdiğinde gördüğü manzaraya önce dudakları kıvrılmıştı. Beyazlar içinde duran Azra'ya içi gider gibi bakıyordu, gözleri aniden dolmaya başladı, derin bir nefes verdi, elleriyle gözlerini sildi.
İki adımda yaklaştı, dikildi Azra'nın karşısında. "Çok güzelsin, hep güzelsin."
"Ağlarsan ağlarım. Makyajımı bozacaksın..." Kendi etrafında döndü, gülümsedi. "Karın güzel olmuş mu?"
Başını salladı Doruk. "Çok güzel olmuş ama karım evimizde pijamalarıyla, dağılmış saçlarıyla da güzel olacak." Azra'nın açık duran omzuna uzandı, öptü. Elinde duran kutuyu açıp pırlantalarla süslü, eksik bir parçayı getirmiş gibi Azra'nın arkasına geçti, kolyeyi taktı, ensesinden bir kez daha öptü. "Uzun zamandır bugünü bekliyorum... Çok uzun zamandır."
"Biraz daha bekleyeceksin ama..." Saate baktı. "Daha en erken üç saat daha var."
"Olsun, bu kadar beklemişim üç saat sorun değil. Günün sonunda kocan olacağım." Ellerini Azra'nın beline doladı, kendine çekti. "Makyajını dert ediyor musun?"
"Ne kadar büyük bir dertten bahsediyorsun?" Alnını alnına dayadı.
"Seni öpmeyi düşünüyorum..." Azra onun öpmesini beklemedi, Doruk'u öptü. "Ruj... Yeniden sürebilirim. Senin öpücüğünü ne zaman reddettim."
"Hiç."
"Hiç..."
***
"Anne eteği yamuk! Yamuk oldu." Duru eteğinin yamuk duran kısmını elleriyle düzeltmeye çalışsa da çekiştirip bıraktığı an eski haline dönmesine deli olmuştu.
"Annecim biraz bekle ben halledeceğim." Leyla bir yandan kendi de hazırlanmaya çalışıyordu.
"Gel babacım ben halledeyim eteğini." Mete'nin söylediği söze sessizce uyup babasının yanına gitti. Karşısına dikilip bekledi. Mete elinden geldiğince düzeltmeye çalıştı ama tam başaramamıştı.
"Hayatım onu ben halledeceğim şimdi, sen şu düğmeleri düğmeler misin?" Leyla elbisesinin arkasını kapatmaya uğraşsa da Mete'nin yardımına ihtiyacı vardı.
"Geldim bebeğim." Mete anında Leyla'nın arkasında bitmiş düğmelerini tek tek kapatıyordu. Leyla da hazırdı. "Hazırsın. Çok güzel oldun." Aynadan baktığı sırada gözleri arkada iki eli önünde kavuşmuş suratı asık, sinirli Duru'yu görmüştü. "Ama şu asık suratlı çöreği de halletmemiz gerekiyor."
Duru babetlerini giymiş bir ayağını sürekli olarak yere vurup bekliyordu. "Siz hazırsınız, bende sıra!"
Leyla gülerek gitti Duru'ya. "Geldim annecim, söyle neresi sıktı canını, söyle yok edelim."
"Gerçekten halası kılıklı." Bir köşede iki güzelini izliyordu Mete. "Ben bir de gidip şunun bir numarasına bakayım. Dönerim hemen."
***
AHSEN DİDE YÜCEL
Odamda, yanımda Sarp'la hazırlanıyordum, o çoktan hazırdı, ben makyaj yapıyordum. Kapı çaldığında benim yerime Sarp baktı kapıya. "Senin ne işin var lan burada?" diyen sesin kim olduğunu çok düşünmeye gerek yoktu. Abim yine abiliğini yapıyordu. İçeriye girdiğinde Sarp ile birlikte oturuyorlardı artık. "Artık baya baya bir aradasınız?"
"Yani abi? Seni rahatsız eden şey ne tam olarak?" Rimelimi sürmeyi erteledim, her an sinirlenip ortalığı yakıp yıkabilirdim, makyajı en baştan başlatmak büyük bir risk olurdu.
"Beni rahatsız eden şey kardeşimin yanında aşk kelimesiyle bağdaşmış bir karşı cins..." Aynadan baktığımda Sarp'ın karşısında koltuğa yayıldı. "Hayırdır yiğidim sen neyi bekliyon?"
"Abi!"
"Seninle konuşmadım Dide."
"Beni bekliyor abi. Gereksiz tavırlarını da artık bırak." Oturduğu yerden kalkıp bana yaklaştı, boynumdan öptü.
"Senin boynun erkek parfümü kokuyor." Sarp'a döndüğü an gözümü devirdim. "Sen öptün mü lan benim kardeşimin boynunu?"
"Yok abi biz birbirimizi bluetooth ile seviyoruz." Oyalanmak için eline aldığı allığımın o da farkında değildi, kapağını açıp açıp duruyor sadece Sarp'a bakıyordu.
"Dide!"
"Abi? Sen niye geldin ya yine? Git karınla kızına bulaş, bizi rahat bırak."
"Olmaz. Ben de bekleyeceğim seni abicim." Yine aynı yerine oturdu. "Hassiktir!"
"Ne oldu?" Arkamı döndüm.
"Bu pembe şey az kalsın takımıma dökülüyordu." Ellerine baktım, likit allığımı ellerine dökmüştü.
"Ya senin yapacağın işe ben... Git yıka o ellerini!" Erkekler genel olarak bazen beyinlerindeki motor becerilerini kullanmayı unutuyorlardı. Neyse ki bazen dediklerimi yapıyordu, en azından söylenmeden koşarak lavaboya gitmişti.
Sessiz duran Sarp abimin yüksek çıkan sesine karşı ayaklandı, bu sitem değildi, sinirli bir şekilde adımı bağırmıştı, ben de kalktım. "DİDE!"
"Ne oldu?" Sarp hemen yanımda duruyordu.
"Bu ne?" Elinde bir peçete, peçetenin içinde tuttuğu beyaz plastiğe baktım, mal değildim hamilelik testiydi bu. Uzattığına, onu almaya çekinmeyip bağırdığına göre çift çizgiydi. Baktım ama elime almadım. Biri net diğeri silik ama belli kırmızı çizgiydi. "Hamile misin sen? Bu nasıl bir sorumsuzluk!" Ben hala ne olduğunu çözmeye çalışırken abim hala saydırıyordu. "Sana diyorum bana bir cevap ver! Zaten cevabı elimde tutuyorum. Bu ne kızım!"
"Biraz sakin olur musun Mete abi!"
"Abi deme lan bana, benden bir yaş küçüksün. Siz bunu hangi akılla yaptınız! Sana diyorum Dide. Konuş bana!"
"Bunca zaman sevdiğim kadının abisisin diye saygıda kusur etmedim ama benim de sinirim bir yere kadar. Benimle istediğin kadar uğraş ama Dide'ye şu an bağırmayı kes." Önümde artık abimi görmüyordum, Sarp önüme geçmiş abimle arama büyük bir duvar çekmişti, yıkılmazdı bu duvar biliyordum ama karşımdaki abimdi, duvar istemiyordum. Kolunu tuttum, önümde değil yanımda olmasını istedim.
"Sen yokken ben vardım. Aramıza girip durma, ben kardeşimle konuşmaya çalışıyorum."
"Konuşmak? Bu konuşmak falan değil, daha Dide konuşmadı bile. Ayrıca eğer hamileyse bu çocuğun babası da ben oluyorum, herhangi biri değil, biraz sakin ol, ses tonunu düzelt!"
"Hamile falan değilim!" Bağırdım. "O kimin bilmiyorum bile."
"Senin banyonun çöpündeydi Dide! Başka kimin olacak?" Gözlerinde iki şey vardı; hayal kırıklığı ve öfke.
"Ben test falan yapmadım abi, mal değilim. Ayrıca senden saklamak istediğim bir şey olsa öyle göz önünde duran bir çöpe atar mıyım? Bu kadar yükselmene sebep olacak bir şey de göremiyorum. Yani hamileysem ne olacak onu anlamadım, çocuk benim değil mi sana ne?" O an ilk defa abimin bana karşı vurma isteğini gördüm ama yine de vuramamıştı, tutmuştu kendini.
"Sorumsuzsun!"
"Hala dinlemiyorsun. Hamile falan değilim, test de benim değil. Dün odamın kartı tüm Azra'daydı. Onun da demiyorum ama benim olmadığına eminim." Emindim, benim değildi, benim olamazdı, daha yeni bebek yapmak için zor bir sağlığa sahip olduğumu öğrenmişken bir de böyle bir tavra maruz kalmak kırdı beni.
"Azra mı hamile?"
"Ne bileyim ben kim hamile? Ben değilim işte! Şimdi çık abi odamdan, al testi de istersen tek tek kapıları dolaşıp sor, ne bileyim kamera kayıtlarına falan bak. Senin için önemli çünkü benim çocuk sahibi olup olmamam. İyi ki hamile değildim, şu strese bak, bu strese bebek olsam çoktan geberirdim. Çık şimdi odamdan!" Dayanamayıp kolundan tuttum, kapıya kadar götürdüm.
Gerçekten tüm sinirlerim boşaldı, ellerim titriyordu. Ellerimle yüzümü kapatıp sakinleşmeye çalıştım. "İyi misin?"
"Benim değil o test... Olsa ilk sana söylerdim." Nedense kendimi inandırmaya çalışıyordum. Sarıldığını hissettiğimde rahatladım.
"Biliyorum, ama söylemesen de vardır bi bildiğin derdim. Sorun yok... O da şok oldu." Bir yandan abimi de anlamaya çalışıyordu.
"Bana vuracaktı, gördüm, zor tuttu kendini. Sırf hamile olduğumu düşündüğü için. Öyle olsam bile bu benim sorumluluğum, ben aptal falan değilim." Beni şaşırtışının ikinci seferiydi, bana yalan söyleyen o olmuştu. Babam hakkında gerçeği saklayan oydu, şimdi aynı şeyi benim üstüme yıkmaya çalışmıştı.
"Sana vuramazdı, Dide sadece beklemediği bir şeydi ve fazla tepki verdi. Şu an da sen söylemen gerekeni söyledin zaten. Sakinleş güzelim." Elleri yüzümde oyalanıyordu, Onun sayesinde kendimi daha rahat hissediyordum. Başımı salladım.
"Hamile olan kim ama? Azra olsa bana söylerdi bence..." Kafama takılmıştı şimdi bu şey. Gerçeği ben de merak ediyordum.
"Bir fikrim yok ama Doruk'un da böyle bir şeyden haberinin olduğunu sanmıyorum. Çünkü o da bana söylerdi bence..." Ben de öyle düşünüyordum ve Azra böyle bir şey yapsa onu buradan yok ederdi ya da bana haber verirdi.
"O zaman kim? Odamın kartı Azra'daydı... Ama kim girebilir? Azra, Zeyno, erkekleri eliyorum, Duru'yu da, Leyloş..." Çalan kapıya döndüm, abim sandım ama açtığımda nefes nefese kalmış Leyla'yı gördüm.
"Dide!"
"Leyloş?"
"Mete bulmuş..."
Kaşlarım çatıldı. "Abim bir şey buldu o da zaten ayrı- Bir dakika... O test senin miydi?"
"Gireyim biraz soluklanayım..." Odaya girip koltuğa oturduğunda üstüne gitmek istemedim. "Test benimdi... Anlatacağım, abin sana kızmış özür dilerim. Bir testle emin olamadım, o yüzden abine hemen söylemek istemedim, abini biliyorsun her boku buluyor, burada bile bulmuş. Söyleyecektim ama emin olunca..." Soluklandı.
"Sonuç?"
"Ne sonuç?"
"Emin oldun mu yani? Hamile misin?"
"Yok... İzmir'e dönünce hastaneye giderim. Varsa da duruyor ya karnımda." Suratım anlamaz bir ifadeye büründüğünde öyle bakakaldım. "Yani bir şey hissetmiyor musun?"
"Hissediyorum da bu belki de psikolojiktir."
"Tamam İstanbul'da doktor mu bitmiş? Gitsene bir hastaneye." Karnına kaydı gözlerim. Sarp'a döndüm. "Senin bulduğun şu doktora Leyla'yı da götürelim..." Anında başını salladı.
"Ne doktoru?"
"Kadın doğum." Bana bakışları değişince açıkladım. "Hamile falan değilim bakmayın öyle bana. Oraya sadece hamileler mi gidiyor? İşim var belki..."
"Bir şey demedim ki."
"Neyse buradan gitmeden birlikte gideriz. İyi bir doktormuş. Sarp araştırdı." Nedense ben emindim. "Ayrıca bence sen hamilesin. Duru'ya hamile olduğunda da böyleydi yüzün."
"Nasıldı?"
"Parlıyordu işte."
"Yok aydınlatıcı sürdüm."
"Onu mu diyorum Leyloş?"
"Ne bileyim? Kafam allak bullak zaten, stresten midem bulanıyor."
"Stresten..."
"Ben gidiyorum. Testi aldı mı abin?"
"Aldı, alsın zaten. Onunmuş." Leyla'nın koşar adımlarla odadan çıkışını izledik. Sarp'a sarıldım. "En azından çözüldü, şerefsiz kendi çocuğunu benim karnımda sanıyor." Güldüğünü hissettim, başımı kaldırdım. "Teşekkür ederim."
"Ne için?"
"Bilmemene rağmen hemen baba olmaya hazır olduğun için..." Güldüm. "Sanırım abim birlikte olduğumuzu artık öğrendi."
"Abinin beyninin o cümlemi anlamaya yeteceğini düşünmüyorum. Ayrıca bir an tuhaf bir şekilde hamile olduğunu ben de düşündüm, yani sen konuşmayınca..." Yeşil yeşil baktı gözlerime. "Ben her şeye hazırım Dide. Şaka değil, ciddiyim. Sen ne istersen ben onu yapmaya hazırım. Kocan olmaya, çocuklarının babası olmaya, seninle dünyanın öbür ucuna gitmeye, her şeye..." Varlığının tam olarak yanımda olmasını hissediyordum. Yanımda bedenen olmadığı zaman da yanımda hissetmeye devam etmemin sebebi buydu. Hayatım boyunca karşıma çıkan en iyi şey Sarp'tı. Ben de aşkta doğruyu bulmuştum.
"Ayrıca abinin bizim bu haberi almamızı bozması beni sinirlendirirdi. Yani hamile olduğunda bunu senden duymak istiyorum, abin olmadan, senin stres olmadığın anda, gülerek bana gelip bana anlatmanı bekliyorum."
"Senin şu hayallere bir son verelim. Kardeşin evlenmek üzere ve biz şu an çoktan on yılı geride bıraktık gibi duruyor."
"On yıl mı? On yılda bizim çocuklardan biri on olur."
"Çocuklarımızdan biri?" Kaşlarım havalandı, ilk değildi onun bu çocuk isteği ama her geçen gün kendini bana daha da çok açıyordu. Benimle rahat rahat konuşması en sevdiğim şeydi, benim tüm terslemelerimi umursamadan yine de kendi isteklerini dile getirmekten çekinmiyordu. Bunu da beni eğlendirerek yapmaya zen gösteriyordu.
"Sana bağlıyım ben tabii, sen kaç tane istersen o kadar. Ben razıyım. Hazırım dedim sana."
"Şu odadan çocuksuz çıkalım mı? Hadi çıkalım, hazırım ben, şu topuklularımı giyeyim." Abim yüzünden unuttuğum rimelimi aynadan fark edip sürdüm, her şeyimi alıp çıktım; çantam ve Sarp...
***
"Ben galiba yine hayal görüyorum..." Onat dalgındı yine ama gördüğü şeyin gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.
Yunus neye baktığını anlayınca gülmeye başladı. "Yok lan ben de görüyorum."
"Senin hayalinde niye Çağla var lan?" Biraz terslemişti Yunus'u ama baktığı yerden gözünü ayırmıyordu.
"Ya ne malsın, bana ne Çağla'dan. Yanımda karım var benim aklıma başka kim girebilir!" Arzu'nun elini sıkıca kavrayıp kendine çekti. "Sen kafayı yedin iyice. Sana diyoruz ki seninki burada."
"Nereden benimki oluyor?"
"Bakma lan o zaman kıza! Beynini dağıtacağım şimdi senin sen de bir karar ver sevdin mi sevmedin mi?"
"Ya boş boş konuşma başımı ağrıttın, git lan. Evli olanlar zaten konuşmasın, Allah'tan daha ne istiyorsunuz? Gidin dans edin siz, bana bulaşmayın."
"Bazen kendi kendime soruyorum, hadi bende de var biraz mallık da bu çocuk ne günah işledi de böylesine mallık onu buldu..." Yunus eşini yanına alıp salona ilerlediğinde Onat'ın gelmediğine emin oldu, içinden saydıra saydıra uzaklaştı Onat'tan.
Onat olduğu yerde sürekli baktığı kişinin ilgisini çekmişti, hiç istemediği şekilde... Çağla yanında Soner'le dururken Onat'ı görmüştü. Göz devirecekken tuttu kendini, bir anlığına Onat'ın öyle saf saf ona bakışını görünce gülmek istedi ama bunu da yapmadı. Etrafına baktı, Onat gerçekten ona mı bakıyor emin olmak istemişti ve emindi artık.
Soner'in yanından ayrıldığı an Onat ilerledi. "Yine mi görevdesiniz? Diğerleri nerede? Ayrıca bir doktor ve bir avukatın düğününde ne olabilir ki, biz varız burada." Konuya nasıl gireceğini seçmişti seçmesine ama yanlış bir seçimdi. Direkt konuşmaya dalmış, hatta terslemişti. O an durdu. Aklına gelen bir detayı hatırladı, komutanına zamanında aynı şekilde davrandığı için fazla sövmüştü. "Pardon." dedi aniden. "Yani öyle demek istemedim. Bir sorun mu var diye panik oldum birden."
"Panik olacak bir şey yok, düğüne davetliyiz. Plan yok, görev yok. İzin verirsen bizim de biraz eğlenmek için aralara ihtiyacımız oluyor." Sert çıkışmayı planlasa da Onat'ın yumuşak tavrına o da yumuşadı.
"Tabii, pardon." Etrafına baktı, bir süre bekledi. "Eee gelmeyecek misin içeri?"
"Geleceğim. Sone-" Soner'in Mete'nin yanında konuştuğunu görünce beklemeyi bıraktı. "Geleceğim." Ayağıyla hafifçe uzun elbisesini ittirip ayaklarına dolanmasını engelledi.
Onat da peşinden gitti. Merdivenlerin dibindeyken duraksadı. "Koluma girm-" sustu, onun yerine birkaç adım indi, Çağla'nın önünde durup elini uzattı. Vermeyeceğini düşünse de yine de denemek istedi ama Çağla beklemediği şeyi yaptı. Elini uzatan Onat'ın elini tuttu. Elini kolunun arasına alıp Çağla'yı koluna aldı. "Düşmezsin."
"Evet, sağ ol."
"Sen sağ ol." Onat'ın cevabına durdular, Çağla o an göz göze geldi Onat'la. "Yani genel anlamda dedim." Çağla da masum masum başını salladı. "Ellerin yumuşakmış bu arada."
"Ne?" Beklememişti bu cümleyi.
"Silah kullanan birine göre ellerin baya yumuşak, onu diyorum." Ellerine baktı, ince uzun zarif parmaklarına, tırnaklarına sürdüğü kırmızı ojeye baktı, inceledi. "Sanki hiç kullanmıyormuşsun gibi."
"Seninkiler de güzel duruyor. Erkek olmana rağmen bakımlısın." Anlamsız bir sırıtışla bakıyordu Onat'a. Onat'ın suratını inceliyordu. "Bak senden nefret ettiğim falan yok, sadece görev anında o gün işimizi batıracaktınız, ayrıca orada benim bir görevim vardı. Hem sen de bana karşı fazla kabaydın. Anlıyorum seni de ama seninle bir sorunum falan yok, bil istedim."
"Anlıyorum. Farkındayım. Nefret etseydin aynı havayı bile solumazdın, bence?"
"Kesinlikle."
"O zaman mesele çözüldü." Merdiven sonunda kolundan çıkan Çağla'ya elini sıkmak için uzattı.
Uzanan eli geri çevirmedi Çağla. "Yaşanmadı say."
"Sayamam..."
"Anlamadım."
"Diyorum ki yaşanmadı saymak istemiyorum. Senin için berbat bir ansa sen yaşanmadı say ama benim için unutulması gereken bir şey değil. Garip bir şekilde bana suratını asman bile hoşuma gitmişti. Tabii biraz sınırı aşıp tacize girdin ama olsun."
Çağla gülmeye başladı. "Amacım kıçına dokunmak değildi."
"Neyse ki..."
***
Azra'yla Doruk yan yana girmişti dolu salona. İkisinin de suratında aptal bir sırıtış vardı, ne kadar mutlu oldukları herkes tarafından anlaşılıyordu. İkisi de yürürken herkes ayakta alkışlıyordu. Doruk sürekli gözleri dolu ama mutlu bir ifadeyle Azra'ya bakıp duruyordu.
Salonun ortasında ikisi dans ederken ikinci şarkıya davetliler de eşlik etmeye başladı.
"Benimle dans eder misin aşkım?" Sarp bir elini Ahsen'e uzatmış, tutmuş kaldırmıştı. Gülerek başını sallayan Ahsen Sarp'a istediğini vermedi. "Ederim tabii aşkım." Azra ve Doruk'un yanında yerlerini aldılar. Sarp, bir eliyle Ahsen'in elini diğeriyle belini sıkıca tutuyordu. "İlk dansını hangi lavuk kaptı?"
Ahsen gülerek cevapladı. "Ege." Ege'ye döndü, baktı. "Mezuniyetimdeydi ilk dansım," Sarp bakmaya devam etti. "Lise... O benim ortaokuldan beri arkadaşım, çok konuşuyor diye yanıma oturtulan, hiç konuşmayan beni bile konuşturan bir çocuk. Kardeşim gibi, gibisi bile fazla. Lise için mezuniyet zamanı mezunlar vals yapacaktı, kavalyem Ege'ydi. İlk çiçeğimi bile ben ondan aldım. Kıskanacağın biri değil, ona bir şey olduğunda erkek kardeşim, bana bir şey olduğunda abim oluyor."
Sarp rahatsız değildi, Ege'yi o da artık tanıyordu. Ahsen'in yanındaki insanların hayatında nereye geldiğini biliyordu. Ege ailedendi, seviyordu ama Sarp bu ailede, kalpte yerinin ayrı olduğunu, aşk adı verilen o odacığın içinde sadece kendisinin olduğunu biliyordu. "O zaman bakalım unutmuş musun?" Ahsen'in gözlerine baktı. "Şarkıyı boş ver. Dans et." Sıradan bir danstan çıkmışlardı.
Mete karısını tuttu dansa kaldırdı. Tim eşlerini kaldırmışken Ruhi bir köşede sandalyesinden kalktı. Zeynep'in yanına gitti, dansa kaldırdı. Masada oturan tek tim üyesi Onat kalmıştı. O da biraz cesaretini toplayarak kalktı sandalyesinden, hiç ayırmadan izlediği yere yürüdü, Çağla'nın yanına kısa sürede varmıştı. "Dansı bana lütfeder misin?"
Soner yanında şaşırmıştı, Çağla'ya baktı. Onat'ın elini tutup kalktığında Soner daha çok şaşırdı, ufak bir mırıltı çıktı. "Az önce ben sordum istemedin..." Soner bu ikilinin arasındaki şeyi çözmekle uğraşmadı, bir şeylerin olduğu belliydi ama bu kadarını merak ediyordu sadece. Yanında Duru'yla oturuyordu. "Benim tabağımı da alabilirsin."
Duru uzanıp tabaktaki iki kurabiyeyi kapıp kendi tabağına koydu. "Bunlar sadece."
"Dans etmek ister misin?"
Duru başını iki yana salladı. Ona yaklaşan Alperen'e gülümsedi. Aynı soru Alperen'den geldi. "Olur." diyen Duru'nun Alperen'in kucağına gidişini izledi. Kendi kendine oturdu. "Noluyor lan!"
***
Doruk ve ailesi oldukça kalabalıklardı. Salonun ortasında hepsi birden ayaklanıp ortaya çıkınca Sarp üstündeki ceketi attı, o da ayaklandı. Karadenizliler kendilerini ortaya atmış horon teperken bunları bilenin sadece kendileri olduklarını düşünüyorlardı. Sırasıyla tim, Çağla, Azra da kalktı, yavaş yavaş sandalyesini geriye sürüp Ahsen de kalktı. Ayağındaki topuklulara bakmadan öylece Sarp'ın yanına gitti. Sarp ve Bekir'in arasına girdi. "Sen şaka yapıyorsun?"
"Şaka değil, neden şaka olsun?" Ellerini Sarp'ın eline kenetledi. Karşısındaki adamın yüzündeki şaşkınlıktan keyif aldı. "Ben her şeyi bilirim, biliyorsun."
"Biliyorum..." Yüzünde otuz iki diş gülüşle, sürekli Ahsen'e bakarak horon tepiyordu. Ahsen'in ayaklarına bakıyordu. "Topuklularını çıkar istersen."
Kaşları havalandı. "Bunlarla da her şeyi yapabilirim."
"Farkındayım ama ayaklarının ağrımasını istemiyorum, fazla küçülmezsin zaten..." Ahsen'in kulağına eğildi. "Babaannem senden baya etkilenmiş, torunu sen olsaydın hayatta seni kimseye vermezdi."
***
AHSEN DİDE YÜCEL
Düğünün üstünden iki gün geçmişti, Azra ve Doruk burada direkt çıkıp yurtdışında balayı için çoktan kaçmışlardı. Berkin, Zeynep, Ege de ayrılmıştı aramızdan, tim, babam birlikte döneceğimiz için hala buradaydık. Abimler dün gitmişlerdi, benden özür dilese de hala kırgındım. Çünkü dünkü gittiğimiz doktorda Leyla'nın hamile olduğundan emin olmuştuk, öğrenmişti abim. Mutluluğuna ben de mutlu olmuştum, aileye yeni bir üye daha geliyordu herkes mutluydu ama abimin bana bu kadar sert çıkması normal değildi. Sanki artık sürekli bir şeyler oluyordu ve ben azarlanıyordum.
Ali'nin geldiğini sakladığında çıkan tartışmadan sonra hep bir şeyler oluyordu aramızda, sanki artık gün geçtikçe küçülüp onun sorumluluğu altına yeniden giriyor gibiydim. Benim sağlık sorunum sadece Sarp ve Leyla'ya anlatılmıştı. Abime söylemeyeceğine söz vermişti.
Bu doktor benim içimi biraz daha rahatlatmıştı, zaten kullandığım doğum kontrol haplarımın sadece regl düzenim için olmasını bir süre sonra eğer çocuk istersek bunun için önünde kısırlığı yüksek bir durum olmadığını, yapabileceğimizi söylemişti. Zaten niyetimiz yoktu ama en azından bunun bir zorunluluk yerine seçim olmasını tercih ediyordum. Tüm bu anımda Sarp yanımdaydı, doktoru da o bulmuştu hatta. Bir günde saatlerce araştırmış bulmuş, bana bile sormadan randevu almıştı benim için.
Artık burada bir işimiz kalmamıştı, çocukları da burada olduğum sürede defalarca kez Sarp'la birlikte ziyaret etmiştim. Tek bir işimiz vardı, gitmeden Sarp burada beni güzel bir yere götüreceğini söyleyip duruyordu.
***
"Nereye gidiyoruz bu sefer?" Meraklı meraklı etrafa bakıyordum, İstanbul'u biliyordum ama şu an aklıma gideceğimiz hiçbir yer gelmiyordu.
"Güzel bir yere gidiyoruz, bilmen gereken tek şey bu bir tanem." Hiçbir ipucu yoktu, hava artık kararmaya başlamış sadece şehir ışıkları gözüküyordu camdan. Merakım hala çok fazlaydı ama sürekli sorup durmayacaktım. "Hayret bu kadar mı sordun?"
"Cevabımı alamayacağım ki."
"Ben cevabımı alacağım ama..."
"O ne demek?"
"Bilmem, iki olasılık var."
Bir süre daha yolu izledim. Yavaş yavaş uykum gelmeye başlıyordu, uyumamak için şarkı açtım. Kaç dakika daha geçti bilmiyorum ama dört şarkılık yol daha gittik. Bir yerde durduğumuzda etrafımızda sadece deniz vardı. Arabadan inip kapımı açınca ben de indim. "Eee ne yapacağız?" Biraz ilerledikten sonra iki bisiklet duruyordu önümüzde.
"Biraz turlarız?" Gülümsedim, kaptım bisikleti. Rahat bir şeyler giymemi istemesinin nedeni belli olmuştu. Bisiklete bindiğimde girdiğimiz sokaklar fazla tanıdıktı, bir kenarda gördüğüm sarmaşıklarla sarılı evi tanıdım. Burası benim okulum çevresiydi.
"Liseme geldik?"
"Lisene geldik de bu saatten sonra okuyacak halin yok herhalde?"
"Yok tabii ki?"
"Ama girelim biz yine de." Okulun kapısına doğru sürüyordu.
"Yani seni kırmak istemem ama okula seni alırlar mı bilemedim, ama neyse ki yanında ben varım sokarım seni okuluma. Bir bak bakalım nasılmış okulum." Okulun kapısına ilerledim, güvenlik görevlisi artık normal olarak değişmişti. Eski lise öğrenci kartımı gösterdim, bu bile biraz zor olacaktı bence. Beni bile almayabilirlerdi, sonuçta çok uzun zaman olmuştu, öğrenci değildim, bu saatte ne işim vardı...
Ama garip bir şekilde kapıyı açtı. Çok da sorgulamak istemedim çünkü eğer bu bir tesadüfse, bir şanssa zorlamamak gerekirdi. Bahçeye girdiğimizde Sarp'ın bisikletten indiğini görünce ben de indim. "Okula geldik, konuş artık."
"Gezdireceksin, konuşacak bir şey yok. Ben yerinde konuşacağım zaten." Omzumu silkip elinden çekiştirdim, burayı avucumun içi gibi biliyordum. "Burası bizim sürekli oturduğumuz yerdi. Sağ köşe benimdi. Bizim pansiyon üst katta." Parmağımla gösterdim. "Bak şu soldan üçüncü cam benim yatağımın dibindeydi." Heyecanlı heyecanlı anlatıyordum, buraya tekrar gelmek çok güzeldi. Hayatımın en mutlu anlarını burada yaşamıştım. Kimileri bana okulun yurdunda kaldığım için üzülüyordu ama benim hayatta verdiğim en iyi kararlardan biriydi.
"Burası giriş ama çok içeriye girmeyelim, seni ana salona sokarım ama..." Başını sallayıp beni dinlemeye devam ettiğinde ben bahçede etrafı göstermeye devam ettim. Sessizce içeriye girdik, ana salon büyüktü ama bir şeyler vardı, bir masa, hazırdı. Mumları yakılmış hoş bir masa, üstünde en sevdiğim çiçek; zambaklardan bir buket vardı. Sarp'a döndüm. "Sen... Sen yaptın?" Bana gülüşünü görünce üstüne atladım. "Ben de sana burayı anlatıyorum sen biliyordun yani?"
"Senden duymak her zaman en sevdiğim oluyor. Sürekli oturduğun yeri yeni öğrendim mesela." Beni masaya çekiştirdi, sandalyeme oturttuğunda karşıma geçmeden önce arkamda ayaktayken kulağıma eğildi. "İzin verirsen bir minik konuşma da ben yapacağım."
Gözlerim doldu, karşıma oturuşunu gördüm. Ellerim titriyordu, uzanıp kendi ellerinin içine aldı, öptü. "Süslü cümlelerim yok, benim süsüm yanımda taşıdığım sensin. Dide... Şu an hayatımda yapacağım en iyi konuşmayı yapmak istiyorum. Amacım seni ağlatmak değil ama ağlayacaksan da mutluluktan olsun istiyorum. Şu hayatta yanımdan bir dakika bile ayırmak istemediğim bir sen varsın, düşündüm ki senin hayatının en mutlu yerinde benim de seninle birlikte unutulmaz bir anım olsun. Seni çok seviyorum, hep seveceğim." Durakladı, çoktan dolan gözümden yaşlar süzülmüştü. "Belki erken diyeceksin, belki kabul etmeyeceksin, kabul. Senden gelen her şey kabul ama ne ben artık ertelemek istiyorum ne de böyle güzel bir anı yakın bir zamanda tekrarlamaktan emin olabiliyorum. Ben hazır buradayken, zamanımız varken, birbirimizi seviyorken, bu sevginin yarından sonra da değişmeyeceğini bilerek sana bir şey sormak istiyorum."
Oturduğu yerden kalktığında ellerimi bırakmamıştı, yere çöktü, hemen önümde diz çökmüştü. "Bugün, burada, senin hayatının en mutlu geçen yerinde, anılarına beni de ekleyerek seninle evlenmeme izin verir misin? Hayatımda ulaşacağım en yüksek rütbe senin kocan olmak... Benimle evlenir misin?" Elinde tuttuğu küçük siyah kutu açıldı, içindeki minik ışık yüzüğü aydınlatıyordu. Yüzük çok güzeldi taşların rengi kahverengi ve yeşildi.
Oturmak istemedim, ben de yanına çöktüm, göz yaşlarım görüşümü bozuyordu. Konuşamadım, başımı salladım hızlıca. Boynuna atladım, başımı boynuna gömdüm. "Seni seviyorum. Bu soruya evet diyeceğim tek kişi sensin Sarp, seninle evlenirim." Dudağına yapıştım. Yerdeydik ikimizde, ama yan yanaydık. Bana göre en güvenli yerdeydik, ben zaten bu kolların arasında hep öyleydim.
Alnımı alnına dayadım. "Takayım mı yüzüğünü?" Başımı salladım.
"Sağa mı sola mı takılır?"
"Sağ diye biliyorum, evlenince sola geçireceğiz."
Gülerek sağ elimi uzattım, yüzüğü takmasını izledim. Ana salonun etrafında, balkonda öğrencileri gördük pijamalarıyla bize bakıyorlardı. Çoğunun alkış sesini duyuyorduk, kimisi güçlü ıslık sesleriyle bize katılıyordu. Gülerek yüzüğümü gösterdim. Sarp'a döndüm. "Hayatımın en güzel günü, en iyi anım."
Yüzüğü hangisini beğendiyseniz siz seçin ballarım :)
***
BÖLÜM SONU...
Nasıldı? Umarım beğenmişsinizdir.
Oy ve yorumlarınız için şimdiden çok teşekkür ederimm. Kendinize cici bakın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 29.84k Okunma |
2.84k Oy |
0 Takip |
31 Bölümlü Kitap |