44. Bölüm

27. Bölüm: Ölüm ile mutlu olanlar

Emel Naz
naz_2606

whatsapp topluluğumız: T. İ. AŞK

Youtube kanalımız: Kitaplaraşkt1rr

"Bekle geliyorum," Diyerek gitti. Kollarımı bedenime sardım bu yalnız kaldığımda yaptığım bir şeydi kollarımı bedenime doluyordum çünkü başkası bana sarılıyormuş gibi hissetmek istiyordum.

 

Göktuğ elinde buz ile geldiğinde yanıma oturdu, "Dudağına soğuk kompres uygulayalım," Deyip buzu dudağıma bastırdı, "Onu öldürme," Dediğimde gözleri bana kaydı gözlerinde ki siniri görebiliyordum, "Sana bunu yapan adamı mı koruyorsun bana?" Başımı her iki yana hızla salladım, "Suna ile daha boşanmadılar."

 

"Başkalarını düşünmekten vazgeç."

 

"Kızın bir hayatı yok hayatını yaşamalı."

 

"Sanane o kızdan?"

 

"Kocasından zarar görüyordu Göktuğ ne yapsaydım bıraksa mıydım kızı o hâlde?"

 

"Evet bıraksaydın! Sana zarar geliyor görmüyor musun? Benim için sen önemlisin diğerlerinin ne hâli varsa görebilirler. Bırak bu konu ile başkalarını ilgilensin sen değil."

 

Söylediği şey karşısında sus pus olmuştum bir yandan çok hoşuma gitmişti karşısında eriyip bitmemek için kendimi zor tutuyordum ama bir yandan da ona hak vermiyordum sadece beni düşünüp başka kişileri düşünmemesi doğru değildi. Kaşlarımı çattım.

 

"Başka kadınların ölmesini göze mi alıyorsun yani?"

 

"Hayır güzelim bu konularla senin değil başkaların, mesela benim ilgilenmem gerektiğini söylüyorum sen, bana desen ben o kadını zaten çoktan kurtarmıştım."

 

"Hayır bayağı bayağı başka kadınlar ölebilir dedin."

 

"Başka kadınların ölmesini isteseydim kadınları koruyabilmek için binlerce erkeği ortadan kaldırmazdım."

 

"Anlamadım?"

 

Utanın hepiniz Göktuğ'umu Sucluyorsunuz! Benim Göktuğ'um başka kadınların ölmesini istemez.3

 

"Anlaşılmayacak birşey yok fındık burun sadece bu işlere senin karışmanı istemiyorum çünkü başına bela alıyorsun."

 

Buzu dudağımdan çektiğinde saçlarımı geriye savurdum, "Hiçte bile belaya falan girmiyorum."

 

"Girmemiş hâlin bu ise girmiş hâlini düşünemiyorum."

 

Ters ters Göktuğ'a bakmaya başladım. Hava kararmaya başladığından dolayı içeriyi bir kasvet bağlıyordu.

 

"Beni o adamın yanına götürür müsün?"

 

Direkt, "Hayır cevabını," Vermişti.

 

"Haddini bildirmeliyim."

 

"Sen değil ben bildiririm."

 

"Ne hakla? Benim konum bu ben bildiririm," Ayağa kalkmış ellerimi belime koymuştum.

 

"Şu inadından vazgeçmeyeceksin değil mi?"

 

"İnsan arkadaşından vazgeçebilir mi?" Dedim gülerek. O da başını her iki yana sallayarak gülmeye başladı.

 

"Yüzünü yıka sonra ise gidelim," Dediğinde başımla onaylayıp lavobaya gittim.

 

Aynada kendim ile karşı karşıya geldiğimde yüzümü buruşturdum. Burnumdan başlayarak çeneme kadar takip eden bir kan vardı dudağım ise patlamıştı yanağımda hâlâ kızarıklık vardı. Musluğu açıp yüzümü yıkadım başımı kaldırıp tekrar aynaya baktığımda gördüğüm görüntüden memnun kaldım. Parmağımı öpüp aynaya yapıştırdım, "Seni seviyorum ben," Deyip lavobadan çıktım o sırafa bana doğru gelen Göktuğ'u görünce durdum. Hiçbirşey demeden yanıma geldi ve yüzüme doğru eğildi ne yaptığını meraklı gözlerimle izliyordum.

 

Dudağımın üstüne küçük bir yara bandı yapıştırdı.

 

"Bu yara bandı dudağımı iyileştirecek mi?" Diye sordum tek kaşımı kaldırarak.

 

"Evet," Dediğinde yüzündeki ifade 'bu nasıl soru Asel?' dermiş gibiydi.

 

Ben yara bandının yaralarımızı iyileştirdiğini düşünmedim çünkü açılan yaranın iyileşmesi için zamana ihtiyacı olurdu ve bu yarayı iyileştirende zamandı. Madem yara bandı yaralarımızı iyileştiriyordu o zaman kalbimizde açılan yaralarada yapıştırsaydık? Peki orayı iyileştirebilir miydi? Hayır, iyileştiremezdi.

 

"E haydi gidelim," Diyerek göz temasını bozdum.

 

"Gidelim," Dediğinde belimden tutup beni kendine çekti. Herzamanki gibi gözlerimi kapattım.

 

"Açabilirsin gözlerini," Dediğinde gözlerimi açıp Göktuğ'dan uzaklaştım karşımızda sandalyeye bağlı adamı gördüm kafası öne eğikti baygın olmalıydı.

 

Yüzündeki akan kanlar kurumuştu kıyafeti çamur içindeydi Göktuğ kötü dövmüştü. Deponun kapısı açıldığında içeriye dev adam girdi elinde kova vardı büyük ihtimalle adamı uyandırmak içindi.

 

Baygın adamın yanına ilerleyip başından aşağıya suyu dökmüştü adam irkildiğinde istemsizce güldüm sanırım yavaş yavaş psikopatlaşıyordum. Yavaş adımlarımla ayılan adamın yanına gittim.

 

"Adını söyle," Birinin adını öğrenmeden yapamazdım. Dev adamda Göktuğ'un yanına gittiğinde arkamdan gülme sesleri gelmişti.

 

Adam hâlâ cevap vermeyince kaşlarımı kaldırdım, "Söylesene," Adam kekeleyerek konuşmaya başladı, "Re-resul," Yüzümü buruşturdum, "Kendin gibi isminin anlamıda iğrenç," Sadece ters ters bakınabilmekle yetinmişti bana. Küçük çaplı bir kahkaha atmıştım, "Ne komik ama kendi karısını döven bir adam şimdi benden korkuyor bu mu sizin erkekliğiniz? Sadece kimsesiz olan kadınlara mı ötüyor borunuz?" Hâlâ konuşmuyordu fakat bilmediği bir şey vardı ben cevap alamadığım sorulara sinir olurdum, "Duyamadım?" Dedim otoriter bir ses ile, "Ne istiyorsunuz benden?" Dedi zar zor, "Biz daha çok adalet istiyoruz ama işte olmuyor," Resul içine derin bir nefes aldığında yüzünü buruşturdu nefes alırken bile canı yanıyordu ve bu beni çok mutlu ediyordu, "Boşanma sözleşmesini imzalayacaksın duruşmaya kadar burada kalacak ve sonrasında da bizimle kalacaksın," Kaşlarını çattı, "Ne saçmalıyorsunuz siz?!" Diye böğürdü adeta. Etrafımda mutlulukla döndüm, "Senin çekeceğin acıları görmek isterim," Gözlerindeki korkuyu görememek aptallık olurdu, "Ne korkuyorsun ya?" Diyerek güldüm sonra ise ciddileştim, "Şimdi Suna'nın ne çektiğini anladın mı?" Başına her iki yana salladı, "Anlamadım anlamayacağımda çünkü ben ona hiçbirşey yapmadım," Kaşlarım aşağılarcasına kalktı, "Hiçbirşey yapmadın öyle mi?" Yüzsüzce, "Evet," Dedi. Dibine kadar girdim yakasından tutup çektim, "Arayayım mı Suna'yı ister misin? Anlatsın bütün yaptıklarını," Dişlerini birbirine sürttü, "Siktirin gidin lan," Diye tekrardan böğürdü yakasını bıraktım ama sanırım biraz sert bırakmıştım çünkü geriye düşmüştü. Dev adam büyük adımlarıyla yanıma gelirken ben geriye çekildim, "Ben ne gördüm biliyor musun?" Dedim Resul'e ithafen, "Suna'nın kolundaki sigara yanıklarını gördüm. Sigara içmeyi çok mu seversin?" Dev adam Resul'ü kaldırdığında dik dik bana baktı, "Sorumun cevabını alayım," Burnuma sigara kokusu dolduğunda arkama döndüm Göktuğ sigara içmeye başlamıştı, "Evet, severim," Başımı olumsuzca iki yana salladım, "Ne yazık ki Göktuğ'da çok sever," Diyerek Göktuğ'un yanına gittim ve dudaklarına dayadığı sigarayı parmaklarının arasından aldım, "Şimdi sana seçim hakkı sunacağım. Ah, ne kadar iyi biriyim değil mi?" Diyerek güldüm, "Yüzünümü yanık izleri ile süsleyelim yoksa kolunu mu?" Bence çok iyi biriydim çünkü kimse karşısındakine seçim hakkkı sunmazdı, "psikopat mısın lan?" Dediğinde bir anda ciddileştim, "Ben miyim psikopat sen misin?" Diyerek seçim hakkını söylemeden sigarayı yüzüne bastırdım, "Eğer sen Suna'ya böyle birşey yapmasaydın benim aklıma bile gelmezdi çünkü psikopat olan ben değil sensin," Acıya dayanamayıp bağırdığında yüzümü ekşittim, "Ne dayanıksızmışsın be."

 

Göktuğ yanıma gelip kolumdan tuttu, "Duruşmaya böyle gitmesin lehimize iyi olmaz," Tatlı tatlı gülümsedim, "Tabii," Diyerek arkamı döndüm.

 

"Yenge sen harbi psikopatsın ha," Dediğinde dev adam gülümsemem daha da büyüdü. Dev adam birden ciddileştiğinde bakışlarım Göktuğ'a döndü dev adamı dövecekmiş gibi bakıyordu.

 

Tekrar Resul'e döndüğümde, "Boşanma kağıdı nerede?" Diye sordum sorumu hiç bekletmeden yanıtladı, "İç cebimde," Dediğinde dev adam gelip ceketin iç cebindeki kağıdı bana uzattı Göktuğ'un nereden çıkardığını bilmediğim kalemi elime aldım bu sırada da dev adam Resul'ün ellerini çözüyordu, elleri çözüldüğünde kağıdı uzattım, "İmzala," Son bir bakış attı bana, "Karımdan boşanmak istemiyorum," Dediğinde korkunç bir şekilde güldüm, "Sana isteyip istemedigini sormadım gerizekalı," Umudunu yitirdiğinde kağıdı imzaladı, "Teşekkürler Resulcüğüm."

                              ... 

Depodan ayrılmıştık ve kendi evlerimize gitmiştik Eylül'ün attığı mesaja cevap yazıyordum.

 

Eylül: Yarına bir parti düzenliyorum.

 

Asel: Ne için?

 

Eylül: Ben parti kızıyım, kızım buraya geldim geleli partiye gitmedim partide düzenlemedim.

 

Asel: Heyecanlandırdın beni!

 

Bartu: Gecelere mi akacağız?

 

Eylül: Sen çok aktın galiba?

 

Bartu: Üstüme iyilik sağlık ne alaka?

 

Murat: Kimler olacak partide?

 

Eylül: Bizim ekip ve başka ajan ekipleri.

 

Asel: Çok kişiyiz yani?

 

Eylül: Evet öyleyiz!

 

Bartu: Neler olacak partide?

 

Eylül: Ne ararsan var! Karaoke, video gecesi, dans partisi.

 

Asel: Dans mı?! En sevdiğim.

 

Göktuğ: Partinin zamanı değildi.

 

Murat: Çok ciddisin Göktuğ.

 

Göktuğ: Her zaman.

 

Göktuğ'dan bana ayrıyeten bir mesaj geldiğinde hemen mesaj kutusuna girdim.

 

Göktuğ: Yürüyüşe çıkalım mı?

 

Asel: Olur.

 

Göktuğ:Kapıya çıkarsın.

 

Telefonu bir kenara attım dolabımdan kalın birşeyler çıkardım ve hemen giydim. Kedi kulaklı kulaklığımıda takıp telefonumu aldım ve dışarıya çıktım Göktuğ duvara yaşlanmış bana bakıyordu, "Haydi çıkalım," Dedim tatlı tatlı. Bileğimden tutup hiç birşey beni kendine çekti ve daha ne olduğunu anlayamadan ışınlandık. Işınlandığımız yere bakarken güzelliğinden nefesim kesildi.

 

Yürüme yolu vardı ve bu yürüme yolunun etrafını mavi parlayan çiçekler süslüyordu. Evet parlıyorlardı... Çiçeklerin etrafında göğe uzanan mavi parlayan yapraklı ağaçlar vardı nutkum tutulmuştu çünkü böyle bir ormanın sadece hayallerde olacağına inanırdım. Kendi etrafımda döndüğümde yerdeki çimler mavi ışıklar saçmaya başladı. Çiçeklerin arasından iki tane mavi ve kahverengi kelebek uçtu... İkiside etrafına kendi renklerinde ışık saçıyordu.

 

"Böyle bir şey nasıl olabilir?" Diye sordum şaşkınca.

 

"Burası Yıldız evreni olmaz dediğin şeyler olur fındık burun."

 

"Çok garip," Dedim çiçeklere dokunurken. Kendimi çok iyi ve mutlu hissediyordum. Göktuğ çimlerin üzerine oturdu, "Burası enchanted forest yani büyülü orman sadece geceleri mavi ışık verir ve buraya gelenlerin hepsi ışıkların okyanusu anımsattığını söyler. Ormanın şöyle bir özelliği vardır sevmediği kişileri bu ormandan uzaklaştırır çünkü burası sadece masumların ve iyi insanların girebileceği bir yerdir. Buradaki herşey parlar ama sadece gece. Söylenen teorilere göre gece parlamasının sebebi insanların geceleri hüzünlenmesi ve acı çekmesinden dolayıdır. Geceleri buraya gelsinlerki içlerindeki kasvet dağılsın ve mutluluk hissetsin diye."

 

Gözlerimi ovuşturdum bazenleri kendimi hayâle çok kaptırıyor ve gerçek olduğunu düşünüyordum belkide şu anda da öyle bir an yaşıyordum, "Burası gerçek olamaz, Allah'ım," Diyerek çiçeklere daha çok dokunmaya başladım her dokunuşumda mavi ışıkları dahada artıyordu.

 

"Seni andırmıyor mu bu orman?"

 

"Okyanusu yani beni andırıyor," Dedim gülümseyerek.

 

Çiçeklerin arasından siyah bir tavşan fırladığında, "Tavşan!" Diye bağırdım bağırmamla birlikte tüm yapraklar ve çiçekler rüzgarın etkisiyle sallanmaya başladı.

 

"Orman yüksek sesten hoşlanmaz."

 

Ağzıma fermuar çektim. Siyah tavşan hâlâ bana bakıyor ve kaçmıyordu etrafına yaydığı siyah ışık çok hoşuma gitmişti. Yavaşça eğilip tavşanı kucağıma aldım.

 

"İlk defa bir tavşan kaçmadı," Dedim sessizce.

 

"Ormanda ki üyeler,gelen insanların neyi daha çok sevdiğini hissederler ve bu yüzden insanlara daha çok yanaşırlar."

 

Kucağımdaki tavşanla birlikte çimlere oturdum, "Çok güzel ve inanılmaz değil mi Göktuğ?"

 

"Öyle," Dedi gülümseyerek.

 

Tavşanın tüylerini sevmeye başladığımda etrafa saçılan ışıklar sayesinde kıkırdadım. Yüzümde flaş patladığında Göktuğ'a döndüm, "Anı kalsın," Tavşanı çimlere koyup ayağa kalktım ve ağacın yapraklarına uzanıyormuş gibi yaptım, "Böylede çeksene," Dediğimde yüzümde yine flaş patlamıştı koşarak yanına gittim tavşan hâlâ olduğu yerde duruyordu, "Birde birlikte çekilelim mi?" Kamerayı bize çevirdi ben ekrana bakarken o yüzündeki etkileyici gülümseme ile bana bakıyordu. Fotoğrafı çektiğinde ellerimi birbirine çarptım, "Tam pinterest fotoğrafları gibi olmadı mı?" Başını her iki yana salladı, "Olmadı çünkü biz onlardan çok farklı ve şanslıyız," Alnına düşen saçlarını geriye ittim saçları yumuşak ve huzur vericiydi bana doğru yaklaştı dudağımın yanındaki hafif gülümsemeyi öptü gülümsemem daha da arttığında geriye çekilip çimlere uzandı, "Buranın gökyüzüde çok güzel yıldızlar ve gecenin mavisi daha farklı," Yanına uzandım gökyüzündeki maviler gerçekten çok farklıydı koyu ya da açık olarak ayrılıyordu yıldızlar yıldız değilde birer nokta gibiydi ve birbirlerine değecek kadar çoktular, "İleride göl var gökyüzü o göle yansıyor ve ortaya daha güzel bir görüntü çıkıyor," O gökyüzünü izlerken ben ona döndüm kusursuz görünüyordu. Bazı insanların yan profili çirkin olurdu ama Göktuğ'un yan profili bile çok güzeldi, "Çok mu geldin buraya?" Derin bir iç çekti, "Sana yaklaşamadığım veya senin yanında olamadığım her gece buradaydım."

 

"Şimdi ise birlikte geliyoruz," Dedim tekrardan bakışlarımı gökyüzüne çevirdim, "Buraya ev yapan var mıdır sence? Acaba bizdemi yapsak Göktuğ?"

 

Kıkırdadı, "Buraya ev yapan yok Asel buraya çöpünü dâhi atamazsın çünkü orman izin vermez."

 

"İnanılmaz," Diye mırıldandım, "Başka hayvanlarda var mı burada?"

 

"Var, biraz ileride bazı hayvanların toplandığı bir yer var."

 

"Cidden mi?" Diyerek oturdum.

 

"Cidden."

 

"Gidelim mi?" Cevap vermeden ayağa kalktı ve bana elini uzattı yürümeye başladığında onu takip ettim. Elinin içindeki elime baktım benim ellerim sıcak ama onunkiler buz gibiydi ısıtmak istermişcesine tuttum elini.

 

"Hayvanlar konuşuyor mu?" Buraya ilk geldiğimde hayvanların konuştuğunu sanıyordum, insanların da uçtuğunu, tabii insanlar ben geldikten sonra uçmaya başlamış ve haklı çıkmıştım.

 

"Hayır," Dedi gülerek.

 

Çimlere bakarak yürümeye başlamıştım ne kadarda güzel görünüyorlardı onları her izleyişimde kalbim hızlanıyor heyecandan nefes alamıyordum vücuduma bir enerji patlaması yayılıyordu anlatamayacağım kadar güzel bir duyguydu.

 

Göktuğ'un sırtına çarptığımda durduğunu anladım başımı kaldırıp ona baktığımda bana göz kırptı ve gözüm arkadaki hayvanlar alemine kaydı.

 

Kesinlikle burası fantastik filmlerden fırlamıştı.

 

"Oha," Diye bir şaşkınlık nidası kaçtı ağızımdan. Gölden su içen bir kedi hemen arkasında köpek göldeki kurbağa bir ağaçtan başka bir ağaca atlayan maymun koşarak bizim olduğumuz yönün karşısına giden bir ceylan. Su içmeyi bırakıp aheste aheste bize yürüyen beyaz kediye baktım. Yere çömelip onu alacağım sırada yönünü değiştirip Göktuğ'a gitti. Göktuğ kediyi kucağına alıp, "Kızım özlemişim seni," Demişti.

 

"Ormanda ki üyeler,gelen insanların neyi daha çok sevdiğini hissederler ve bu yüzden insanlara daha çok yanaşırlar."

 

 

Demek ki Göktuğ kedileri çok seviyordu. Tripli bir şekilde ayağa kalkıp, "Senin kedin varsa benimde tavşanım var," Diyerek etrafıma bakındım, neredeydi?

 

Ağaçta yavaşça yürüyen koalaya takıldı gözlerim, "Aa! Koala," Diyerek ağaca yürüdüm koala gözlerini yavaşça bana çevirdiğinde ellerimi ona uzattım.

 

"Onu almanı tavsiye etmem," Dedi Göktuğ kediyi severken.

 

"Neden?"

 

"Kendisi çok huysuzdur."

                                 ...

Eve geldiğimizde gece saat 01.30'du gittiğim yerin hâlâ etkisinden çıkamıyordum çünkü hayallerimden bile öte bir yerdi. Üstümü değiştirip kendimi yatağa attım güzel bir uyku uyumam lazımdı.

 

Sabah telefonumun çalmasıyla uyanmıştım bilinmedik bir numara arıyordu ve ben bu numarayı çok iyi biliyordum.

                          ... 

 

"Günaydın Asel Kılıç."

 

Sesini duyduğumda midem bulanmıştı.

 

"Duyduğuma göre bu akşam bir parti varmış beni davet etmediniz açıkçası kalbim kırıldı."

 

Sözleri karşısında diyecek birşey bulamıyordum. Beynimde hep 'nereden öğrendi?' sorusu vardı o kadar yakınımızda mıydı?

 

"Sen nereden biliyorsun?"

 

"Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bile biliyorum bu arada akşam ben de gelirim belki davete."

 

"Gelemezsin özel bir parti bu, seni almazlar."

 

Güldü, "Özel davetin bir üyesi de benimdir belki Asel Kılıç?" Telefon yüzüme kapandığında etrafa şaşkın gözler ile bakıyordum. Madem öyle o da partinin bir üyesiydi ve ben de partideki herkesi sorguya alırdım.

 

Hızla Eylül'ü aradım.

 

"Günaydın bebişim," Diyerek açmıştı telefonu, bana pekte gün aymamıştı.

 

"Günaydın," Dedim yumuşak sesimle, "Eylül bana bu akşamki partiye davet ettiğin kişilerin listesini söylesene."

 

Eylül bunu neden yaptığımı kırk kere sorduğundan dolayı her şeyi anlatmıştım. Ardından bana davetli kişilerin listesini vermişti.

 

Bu listede sadece bizim ekibimizi, Naz'ı ve Göktuğ'un annesini tanıyordum diğer kimseyi ne görmüştüm ne de isimlerini duymuştum. Çok kişi yoktu partide yirmi beş kişiydik ve bu yirmi beş kişi arasında kim böyle bir şey yapıyordu bilmiyordum. Davetli listesinin fotoğrafını çekip Göktuğ'a attım. Ve bilinmeyen numaranın beni aradığını neler söylediğini kısa bir mesaj olarak yolladım.

 

Göktuğ araştırma işini yapabilirdi.

 

Belkide çok yaklaşmıştık bu kişinin kim olduğuna.

 

Göktuğ'dan mesaj geldiğinde mesaj kutusuna girdim.

 

Göktuğ: Araştıracağım.

 

Asel: Teşekkür ederim.

 

Bu konu artık beni değil hepimizi ilgilendiriyordu çünkü hepimiz tehdit ediliyorduk. Hepimizin üstüne oynuyordu.

 

Gruba girip mesaj attım.

 

Asel: Bugün ne yapacağız arkadaşlar? Bartu ile topluluğa gitmeli miyiz?

 

Eylül: Bugün bir katliam için hazırlık yapıyorlar ve benim aklıma çok güzel bir fikir geldi.

 

Eylül'ün bu sözüne karşılık hepimiz toplantı alanında buluşmuştuk.

 

Eylül, "Bugün bir katliam düzenliyorlar bence Anıl'ı işin içine katıp bütün toplulukları bu katliam için toplamalıyız bunun üzerine hepsini göz altına alabiliriz."

 

Aras, "Kaç tane böyle topluluk var?"

 

"Üç tane yani toplamda kırk beş kişi yapıyor."

 

"Çok fazla," Diye mırıldandım.

 

"Bunun sorun olacağını sanmıyorum arada böyle toplanıyorlar."

 

"O zaman Anıl topluluğa gitsin ardından biz gideriz," Bakışlarımı Cansu'ya çevirdim, "Anıl ilen sen ilgilen herşeyi tek tek anlat sonra ise depoya götür," Cansu başı ile beni onaylayıp ayağa kalktı.

 

Bartu içli içli konuştu, "Demek bu görevin sonuna geliyoruz ha?"

 

"Ne o üzüldün mü? Ben şahsen üzüldüğünü düşünüyorum."

 

"Saçmalama be kızım psikolojimi bozdu hepsi."

 

Eylül elini Bartu'nun omuzuna attı, "Ben sana çok üzülüyorum Bartu," Dedi üzgün üzgün.

 

"Acınacak durumada düştüm."

 

Eylül büyük gözlerini bana çevirdi, "Parti için kıyafet almadım" Dedi çok önemli birşeymiş gibi, "Kalk haydi Cansu işi bitirene kadar kıyafet almaya gidelim sende almamışsındır kesin." Kendi kendine söylenmeye başladı, "Kargaşa içinde unutmuşum."

 

Gözlerimi devirdim, "Bundan daha önemli işlerimiz var Eylül."

 

"Saçmalama kızım! Partiye pijamalarımız ile mi gideceğiz?"

 

Aras, "Siz kadınlar çok garipsiniz," Diyerek toplantı odasından çıktı.

 

Eylül yanıma gelip ahtapot gibi koluma yapıştı, "Ya kızım bıraksana beni!" Diye cırladım Eylül beni takmadan Bartu'ya döndü, "Sende Naz'ı alıp gel," Diyerek kolumdan beni sündürdü, "Ay, acıdı!" Diye bağırdım. Artık vazgeçip ayağa kalktım. Eylül yandan yandan Murat ve Göktuğ'a baktı, "Ne duruyorsunuz gelsenize?" Murat ve Göktuğ'da ayağa kalktı.

 

Göktuğ, ben, Eylül ve Murat aynı arabaya binip Bartu ile anlaştığımız mağazaya gittik.

 

Zamanlaması müthiş olan Bartu bizim ile aynı anda gelmişti. Gözüme siyah bir elbise çarptığında Göktuğ, "Bence siyahın yanındaki mavi daha güzel," Dedi, "Olabilir," Diye yanıtladım mağazaya girerken.

 

Mavi giyinmenin zamanı geldi demek ha?

 

İki saattir mağazanın içinde dolanıyordum benimle birlikte Göktuğ'da peşimde dolanıyordu Göktuğ'un eline aldığı elbiseye baktım.

 

"Aa! Bu çok güzelmiş," Diyerek elbiseyi elime aldım göğüs dekolteli uzun mavi bir elbiseydi sırt kısmının askılığı çaprazdı, "Ben deneyeyim bir," Diyerek kabine ilerledim. Eylül ve Naz'ın da kabine geldiğini fark ettim hepimiz birbirimize bakıp kabine girdik.

 

Hepimiz aynı anda kabinlerden çıktığımızda Naz, "Oha! Aynı filmlerdeki gibi aynı anda çıktık," Dedi. Naz'ın tepkisine güldüm. Eylül yeşil ince askılı bir elbise giymişti kalçasına kadar uzanan bir yırtmacı vardı altına giydiği kahverengi stiletto ile çok uygun olmuştu sonra ise Naz'a baktım. Nutkum tutulmuştu elbisesi çok güzeldi fazla dikkat çekiyordu bordo, vücudunu kaplayan bir elbise giymişti uzunluğu diz kapağına kadar geliyordu ama sağ tarafta ki baldırına kadar uzanan yırtmacı oha dedirtiyordu. Ysl ayakkabısına kaymıştı bakışlarım inşaalah yürürken yüz üstü kapanmazdı çünkü nazarımın deyebileceği bir güzellikteydi.

 

"Benimki sizinkilerin yanında basit mi kaldı," Diyerek aynada kendime bakıyordum.

 

"Saçmalama Asel çok asil duruyor," Direkt beni baştan aşağı süzdü Eylül.

 

"Al benden de o kadar," Dedi Naz ve ardından, "Mavinin yakıştığı tek kızsın," Dedi.

 

Eylül cilveli bir tavırla, "Göktuğ saolsun bunu bize fark ettirdi," Dedi. Naz heyecanla, "Nasıl yani?" Diye sordu Eylül heyecanla konuştu, "Asel'in gözleri mavi diye mavinin ona çok yakıştığını söyledi bu zalımın kızıda bu yüzden mavi giyiniyor," Naz her zamanki repliğini söyledi, "Oha! Aynı filmlerdeki gibi."

 

Gözlerimi devirdim, "Bırakın şimdi onu bunu da bana ayakkabı bulmaya bakalım," Diyerek kabinden çıktım üçlü kabinin hemen karşısında siyah uzun bir koltuk vardı aynı Naz'ın dediği gibi filmlerdeki gibiydi. Göktuğ başını kaldırıp bana baktığında gözlerinin içine baktım ne hissettiğini görmek istiyordum ama sanki gözlerine bir perde çekmişti ne düşündüğü hiçbir şekilde anlayamıyordum. Yanıma gelen kadın ile düşüncelerimden sıyrıldım bu kadını görmüştüm diğer kızlara kıyafet seçme konusunda yardımcı olmuştu ama Göktuğ bana fikir sunduğu için bu kadına gerek duymamıştım, "Asel hanım," Dedi hayranlıkla, "Elbise çok yakışmış," Hafifçe tebessüm ettim, "Teşekkürler."

 

Kadın imdadıma yetişmiş gibi, "Bu elbisenin altına çok yakışacak bir ayakkabımız var gelin isterseniz bakalım," Diyerek yürümeye başladı kadını takip ettim.

 

Eline bir stiletto aldı elbisemin rengindeydi üstünde gümüşten bir kurdele vardı ve bu kurdelenin uçları bileğe dolanıyordu gülümseyerek elime aldım, "Bu çok güzelmiş."

 

                               ... 

Elbiselerimizi almıştık Cansu herşeyi hallettiğini söylediğinde biz toplantı alanına gitmiştik Naz ise evine. Sadece Cansu vardı toplantı alanında sandalyelerin arkasında koltuğa oturup bacak bacak üstüne atmıştı kollarını birbirine dolamıştı ne kadar dalgınsa bizim geldiğimizi anlamamıştı bile. Cansu'da birşeyler vardı durgundu ama neden olduğunu bilmiyordum sormak isterdim derdini anlatmasını isterdim ama onunla o kadar yakın değildim.

 

"Aras ile Barlas nerede?" Diye sorarak sessizliği bölmüştü Eylül.

 

Cansu geldiğimizi yeni fark etmiş gibi başını kaldırmıştı, "Kendilerine kahve almaya gitmişlerdi."

 

Bartu'ya döndüm, "Biz gidelim Bartu," Bartu başı ile beni onaylamıştı.

 

Göktuğ ve ben arabamızdaydık biraz daha bekleme kararı almıştık onlar iyice konuyu konuşup üstüne biz gidecektik.

 

"Suna ile Resul'un duruşması on sekiz Ekim'de," Diyerek sessizliği böldü.

 

Bugün ön dört Ekim'di daha dört gün vardı, çok fazla zaman vardı benim dileğim hemen boşanmalarıydı.

 

"Daha var," Diyerek daha çok sindim koltuğa.

 

"Suna bir ev arkadaşı ister mi?" Diye sorduğunda kafamı Göktuğ'a çevirdim.

 

"Nasıl yani?"

 

"Bir kadın daha var kocasından şiddet görüyormuş ama kocası ölmüş sonra ise kocasının ailesi kadını kocasının kardeşine almaya kalkmış kadını buldum şuan koruma altında ama kendi hayatını kurması gerek."

 

"Bence Suna bunda bir sorun bulmaz hem onlara da para konusunda iyi olur."

 

Telefonumu çıkarıp Suna'ya bu konu hakkında bir mesaj attım.

 

"Haydi gidin artık," Demişti Göktuğ çantamda kulaklığım ile gözlüğümü çıkardım sonra ise arabanın kapısını açtım Göktuğ arkamdan, "Asel," Diye seslendiğinde arabadan inmeden Göktuğ'a döndüm, "Efendim," Yüzünde şefkat vardı, "Dikkat et," Gülümsedim, "Sırf sen bensiz kalma diye dikkatli olacağım," Dudağının sağ köşesi kıvrıldı gülüşüne bir kaç saniye bakıp arabadan aşağıya indim.

 

Herzaman içimde mutlu olabileceğime dair bir umut vardı bilmiyordum ama belkide mutlu olabilmiştim belkide mutluluğu bulabilmiştim.

 

Umut bazıları için iyi birşeydi bazıları için kötü.

 

Biz her zaman umut ederdik. Sevdiğimizin dönmesi için, huzura kavuşmak için, günümüzün iyi geçmesi için her zaman bir umut içindeydik.

 

Ama bir umut dediğimiz şey var ya hani bizi bazen o kadar çok üzerdiki mutluluk nedir onu unuturduk. Çok umutlanır o şeyin olacağına çok inanır belki o kişinin gelmesi için veya mesaj atması için bekler zamanın geçmesini beklerdik ama sonra ise umudumuzu keserdik çünkü artık gelmeyeceğini geri dönmeyeceğini anlardık ve bütün dünya başımıza yıkılırdı.

 

Hiçbir zaman çok umutlanmamalıydık çünkü belkide o kadar çok sevinecek o şeyin, gerçekleşeceğine inanmak iyi değildi çünkü hiçbir zaman hiçbir hikayenin sonu mutlu bitmezdi.1

 

Yine düşüncelerim eşliğinde ne ara geldiğimi veya ne ara Bartu ile karşılaştığımı hatırlamıyordum Bartu deponun kapısını çalarken ben de gözlüğümü düzeltmiştim. Deponun kapısı açıldıktan sonra kapıyı açan Samet'e baktım gülen yüzüyle, "Hoşgeldiniz," Demişti.

 

Burası çok garip bir yerdi insanları acımasızca öldüren kişiler ile doluydu ama içindeki insanlar birbirine gülümseyen şakalaşan hatta bazen birbirine sevgi dolu bakış atan insanlardı dışarıdan gören biri onların katil olduğuna inanmazdı. Yine aynı şeyi yapıyorlardı Samet gülümseyerek bize kapıyı açıyordu ama ikimizde bilmiyorduk ki içinden bizi öldürmeyi geçirdiğini.

 

Koltuklardan birine oturduğumda Anıl'a bakıyordum Mustafa keyifle koltuğa yaslanıp, "Büyük katliam var," Dedi. Hemen lafa atladım, "Ne katliamı?"

 

Mustafa, "Bütün topluluklar toplanacak her topluluk kendine iki tane insan seçecek ve öldüreceğiz," Diyerek güldü. Şaka mıydı bu, bununla nasıl mutlu olabiliyorlardı?

 

"Oha! Cidden mi? Çok eğlenceli olacak," Dedi Bartu samimiyetle kaşlarımı çatarak ona bakmak istiyordum ama bunu şuan bu ortamda yapamazdım.

 

Ne kadar inandırıcı ve gerçekçi bir ses ile konuşuyordu, artık cidden Bartu'dan şüphelenecektim.

 

"Hangi gün?" Diye sordum ben de hevesli görünmeye çalışarak.

 

Bulut, "On altı Ekim," Diye açıkladı.

 

Son iki gün kalmıştı bu görevin bitmesine, son iki gün kalmıştı.

 

Anıl'a bakışlarım kaydı gözlerinde ki korkuyu görebiliyordum arada Bulut'a kaçamak bakışlar atıyordu ona zarar gelmesinden korkuyordu ama bilmiyordu ki her türlü Bulut ölecekti.

 

Batuhan, "Bu öncekilere benzemeyecek daha büyük bir katliam olacak."

 

Keyifle, "Evet," Dedim çünkü bütün toplulukları toplayacaktık gerçekten büyük bir katliam olacaktı. Hemde Yıldız gezegeni ajanları tarafından.

 

"Bu insanlar kim olacak?" Diye başka bir soru yönelttim.

 

"Herhangi bir insan," Diye yanıtladı Batuhan.

 

Ne kadarda rahat söyleyebiliyordu bunu hiç mi acıma duygusu yoktu bu insanlar da? Ne yaşamışlardıda bu hâle gelmişlerdi ne bunları bu hâle getirmişti? Ama hiçbir sebep bir insanı bu hâle getirmemeliydi...

 

Bulut, Batuhan, Samet, Mustafa ayaklandı Bulut Bartu'ya ithâfen, "Emre sende bizimle gel katliam için insan seçeceğiz."

 

Bartu... Bartu'um... Bartucuğum, canım içi, şeker pârem nerelere düştün sen üzümlü kekim?

 

Benim için bu kadar ağıt yakmadın iç ses.

 

Bartu lafı eveleyip gevelemeye başladı, "Şey ben," Bulut tek kaşını kaldırdı, "Sen ne?" Bartu hafifçe gülümsedi sonra, "Tabii ki de gelirim," Diyerek ayağa kalktı.

 

"Sende gel Ahu senin içinde deneyimleme olur," Dedi Batuhan.

 

"Ben böyle iyiyim."

 

"Niye hoşlanmıyor musun yoksa böyle şeylerden?"

 

"Ne alaka? Öyle olsa bu toplulukta ne işim olur?"

 

"Bilemiyorum."

 

Ağzına laf vermemek için ayağa kalktım. Kalbimin duygusallığı tutmuştu gitmek istemiyordum ama son ana gelmiştik şüphe çekmek istemezdim. Yavaş ve küçük adımlarımla acımasız katilleri takip etmeye başladım.

 

Siyah bir arabanın yanında durduk Bulut Samet'e dönerek, "İki araba ile gidelim," Dedi.

 

Ben, Samet ve Batuhan aynı arabaya binmiştik. Batuhan ile aynada bakışlarımız buluştu Samet gaza sonuna kadar bastığında ellerimi sıkıca birbirine kenetledim. Onlarla aynı arabada olmak beni fazlasıyla geriyordu. Uzun süren göz temasımızı bozmak adına camdan dışarıya bakmaya başladım.

 

Tenha bir yerde araba durduğunda Samet ve Batuhan aşağıya inmişti acaba hangi suçsuz insanı rehin alacaklardı? İşin iyi yanı ise onlara birşey olmadan kurtaracaktık.

 

Bulut sırıtarak konuştu, "Birinci kurban şu kızıl kız olsun," Dedi kız on sekiz, on dokuz yaşlarındaydı.

 

Samet'te sırıtarak konuştu, "İkinciside şu adam olsun," Adam otuzlu yaşlarındaydı. Evliydi ve belkide çocukları vardı.

 

"E haydi o zaman oyun başlasın," Diyerek belindeki silahı çıkardı Bulut aynı anda Batuhan'da silahını çıkarmıştı. Mustafa kollarını bağlayıp arabaya yaşlanmış olacakları bekliyordu. Bartu ile göz göze geldiğimde bana göz kırptı.

 

Bulut kızıl kızın yanına gitti kız ile önce konuşmaya başladı sonra ise çaktırmadan silahı karnına dayadı kızın gözleri yuvarlarından çıkacakmış gibi büyümüştü çok korkuyordu...

 

Samet'te aynı şekilde adamın yanına yanaştı ve silahı karnına dayadı adam rahat ve önemsiz bir şeymiş gibi davranıyordu belkide bu hayatta kaybedecek birşeyi yoktu.

 

Bulut kızı yanımıza getirirken Samet'te adamı yanımıza getirmişti. Hepimiz arabaya bindiğimizde adam ve kız yanımda oturuyordu. Telefonumu çıkarıp herhangi bir mesaj kutusuna girip 'sizi buradan kurtaracağım,' yazıp yanımdaki adam ve kıza gösterdim ardından hemen telefonumu kapatıp hiçbirşey olmamış gibi davranmaya başladım.

                               ... 

Depoya tekrar gidip bomboş bir odanın içine adam ve kızı bağlamışlardı her ne kadar bu duruma dayanamasamda kendimi tutmuştum ne de olsa onları kurtaracaktım.

 

Depodan ayrılıp Göktuğ ile evlerimize gelmiştik kendimi hemen eve atıp üstümü çıkarmıştım ardından duşa girmiştim.

 

Ilık su vücudumdan akıp giderken tek düşündüğüm sevdiğime bir zarar gelecek miydi? O psikopat kişi sevdiklerime herşeyi yapabilirdi ve bugünde partide olacağını söylüyordu. Kimdi bu kişi, beni neden istiyordu? Gerçekten sevdiklerime zarar verebilecek kadar güçlü biri miydi?

 

Peki ya neden beni sevdiklerimden vuruyordu?

 

Belkide bu kişi benim en zayıf noktalarımı biliyor ve beni bu şekilde alt etmeye çalışıyordu ve başarıyordu da. Çünkü ben sevdiği kişiye birşey oldu mu kendini kaybeden biriydim belkide bu travmatik bir olaydı ve bu travmatik olay annemin öldüğünü sandığım gün başlamıştı.

 

Ben sevdiği değil gıcık olduğu veya sevemediği birine de birşey olduğunda kendini kaybeden biriydim. Ben dolayısıyla yakınımdaki insanlara zarar geldimi kendimi suçlayıp neden onları koruyamadım diye düşünen biriydim ve bu huy çok kötü birşeydi kendime zarar veriyordum. En olmayacak şey olarak kendime zarar veriyordum bir insanın kendine yaptığı kötülük kadar hiçbirşey o kişiyi etkileyemezdi.

 

Banyoda fazla durduğumu fark ettiğimde suyu kapatıp banyodan çıktım. Bornozuma bedenimi sararken saçlarımı sırtımda topladım. Banyodan çıkıp telefonumu aldım partiye geç kalmamalıydım eğer geç kalırsam Eylül etimi lime lime doğrardı. Partiye son bir saat kaldığını görünce bedenimi hemen kuruladım. İç çamaşırlarımı giyip kurutma makinesini çalıştırdım saçlarımı güzelce kuruttuktan sonra taradım.

 

Saçlarım tamam olduktan sonra aldığım elbiseyi kutusundan çıkarıp giydim aynada kendimi süzdüğümde hafifçe gülümsedim bu elbise fazlasıyla yakışmıştı bana.

 

Saçımı topuz yapmıştım önümde bıraktığım saçları ise lüle lüle yapmıştım. Boynumdaki kolye elbiseme çok yakışmıştı kolyenin kristal taşlarında elimi gezdirdim çok güzel ve asil duruyordu.

 

Son olarak kolyemede uyan mavi kristali andıran küpelerimide taktım. Makyaj yapma gereksinimi duymuyordum çünkü makyajsızda çok güzel olduğunu düşünüyordum ama sadece vazgeçilmez olanım rimeli kirpiklerime sürdüm zaten kıvrık olan kirpiklerim dahada kıvrılmıştı son olarak dudağıma hafif kırmızı bir ruj sürmüştüm.

 

Stilettomu giyip küçük mavi çantamı elime aldım. Herkes Eylül'ün evinde buluşacaktı.

 

Saatime basıp parti alanına ışınlandım. Bir masada Göktuğ, Murat, Bartu, aras, Barlas, Eylül, Cansu ve Naz toplanmıştı ilk olarak gözlerim insanların üstünde dolaştı dikkat çeken biri yoktu. İşin korkunç yanı o içimizdeydi. Masanın yanına ilerlerken gözlerim Göktuğ'u süzmüştü siyah salaş takım elbise giymişti o hep böyleydi özel davetlerde bile rahatından ödün vermezdi, ki zaten bu onu en çekici yapan özelliğiydi.

 

Masaya ilerlerken telefonum çaldı yine o bilinmeyen numara aradığında derin bir nefes alıp aramayı açtım.

 

"Asel Kılıç benden bile şık olmuşsun kıskandım."

 

"Ne saçmalıyorsun?"

 

"Bari partide gergin olma sal kendini."

 

"Kimsin? Söylesene korkaklık yapma!"

 

"Korkaklık yapmıyorum Asel Kılıç seninle oyun oynuyorum."

 

"O zaman bu saçma sapan oyunu bitir ve karşıma çık."

 

"Ama ben bu oyunu çok seviyorum."

 

"Ben sevmiyorum Allah'ın cezası."

 

"Kendine iyi bak Asel Kılıç ve partinin tadını çıkar."

 

"Tat mı kaldı da çıkarayım?"

 

"Partiden haz al eğer almazsan olacaklardan ben sorumlu değilim," Telefon yüzüme kapandığında şaşkınlıkla ekrana bakıyordum ne tür bir psikopattı bu?

 

Daha geldiğimi fark etmeyen masaya doğru ilerledim, "Selam," Diyerek masaya yaslandım. Göktuğ ve Eylül hariç herkesin elindeki içki kadehlerinde dolandı gözüm elimde olsa bu lanet şeyi ortadan kaldırırdım akıllı olan bir insan zaten bu laneti içip kendine zarar vermezdi.

 

"Hoşgeldin," Diyerek bana sarıldı Eylül.

 

Etrafta gözlerim dolaştı mavi, kırmızı, yeşil ışıklar evi aydınlatıyordu yukarıya doğru çıkan merdivenin korkuluklarında ledler vardı.

 

Yere oturup konuşanlar, kadeh kadeh içki içenler, ileride dans edenler, karaoke yapmak için bekleyenler. Eylül masadan ayrıldığında gözlerim onu takip etti, şimdi anlamıştım ki böyle yerler hiç benlik değildi insanı sıkıyordu ve kafasını şişiriyordu. Yüksek sesli müzik ise kulaklarımı patlatacaktı.

 

Bir kadın ve adam karşılıklı Die a whit smile söylemeye başladığında parti şimdi eğlenceli olmaya başlamaştı. Çantamı masaya bırakıp çekinmeden adam ve kadının yanına ilerledim kusura bakmayın ama bu şarkıyı benim söylemem gerekiyordu. Kadının yanına gidip kulağına birşeyler fısıldadığımda kadın gülümseyerek mikrofonu bana vermişti.

 

Şarkıya benimle eşlik eden en tanıdık ses kulaklarıma dolduğunda bakışlarımı sağ tarafıma çevirdim. Aklımdan ucundan bile Göktuğ'un sesinin bu kadar güzel olabileceği geçmezdi.

 

Wherever you go, that's where I'll follow

 

(Sen nereye gidersen, ben de oraya gideceğim)

 

Nobody's promised tomorrow

 

(Kimse yarın için söz vermedi)

 

So I'ma love you every night like it's the last night

 

(Bu yüzden seni her gece son geceymiş gibi seveceğim)

 

Like it's the last night

 

(Sanki son geceymiş gibi)

 

If the world was ending

 

(Eğer dünyanın sonu olsaydı)

 

I'd wanna be next to you

 

(Senin yanında olmak isterdim)

 

If the party was over

 

(Parti bitmiş olsaydı)

 

And our time on Earth was through

 

(Ve dünyadaki vaktimiz dolduysa)

 

I'd wanna hold you just for a while

 

(Bir süreliğine sana sarılmak isterdim)

 

And die with a smile

 

(Ve gülümseyerek ölmek)

 

If the world was ending

 

(Eğer dünyanın sonu gelseydi)

 

I'd wanna be next to you

 

(Senin yanında olmak isterdim)

 

 

Şarkı sona erdiğinde Göktuğ'a baktım ama çoktan onun bana baktığını fark etmiştim bana göz kırptığında yüzümde hafif bir tebessüm oluşmuştu.

 

Bizim ekibimizin olduğu masadan, "Oha aynı filmlerdeki gibi," Diye bir bağırış kopmuştu sonra ise masadaki herkes gülmeye başlamıştı. Göktuğ mikrofonu masaya koymuş ve masaya doğru yürümeye başlamıştı arkasından minik adımlarımla onu takip etmeye başladım. Masaya geldiğimizde Eylül'ün surat ifadesi 'seni gidi seni' dermiş gibiydi.

 

Bartu elindeki şişeyi masada çevirdi, "Haydi şişe çevirmece oynayalım."

 

Göktuğ ciddi yüz ifadesinden ödün vermeyerek, "Ergen miyiz biz?" Dedi.

 

Ergenliğini yaşamayan biri olarak oynamayı tercih ediyordum, "Bir günlüğüne ergen olalım," Diyerek ben de şişeyi çevirdim. Göktuğ bana baktığında 'yok artık' demek istediğini anlamıştım. Omuzlarımı kaldırıp indirdim bir günlüğüne ergen olsak sorun olmazdı.

 

"Döndürüyorum o zaman," Dedi Eylül elindeki şişeyi göstererek herkesten döndür cevabı aldığında şişe daire şeklini alarak dönmeye başladı.

 

Ben soruyu soracak Eylül ise cevaplayacaktı.

 

"Doğruluk mu cesaretlilik mi?"

 

"Doğruluk."

 

Elimi çeneme koyup düşünmeye başlamıştım sonra ise kafamı kaldırıp sinsice Murat'a bakmıştım, "Eğer sevgilin benden hoşlanmazsa ne yaparsın?" Diye sorduğumda Eylül hiç beklemeden, "Siktiri çekerdim," Dediğinde Murat hayıflanır gibi konuşmaya başladı, "Ayıp oluyor ama," Elimle ağzımı kapatıp gülmeye başladım.

 

Bartu masadaki şişeyi çevirdi Bartu soruyor Göktuğ cevaplıyordu. Bartu Göktuğ'a klişe soruyu sordu ve Göktuğ cesareti çekti.

 

"Telefonunu bana ver, sosyal medya hesabından fotoğraf paylaşacağım," Ulan Bartu adamın havasını bozacaksın.

 

Göktuğ, "Sosyal medya hesabım yok."

 

"Ay aynı filmlerdeki iş kolikler," diye ortaya atladı Naz.

 

Göktuğ, "Ben terastayım," Diyerek masadan ayrıldı masada göz gezdirip ben de Göktuğ'un peşinden ilerledim. Eylül'ün evi gerçekten çok büyüktü.

 

Terasa geldiğimizde ağzım açık kalmıştı çünkü teras diyebileceğimiz bir yerden bile daha büyüktü.

 

"Partiler hiç benlik yerler değil," Dedi Göktuğ sigarasını yakarken.

 

"Aslında ben de partilerden hoşlanmam zaten ilk defa partiye geliyorum," Derken manzaraya bakıyordum.

 

Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.

 

Galaksi evrenine kış gelmişti ve Yıldız evreni geliyordu. Dışarıda ayaz vardı rüzgar estikçe önüme bıraktığım saçlarım suratıma yapışıyordu.

 

Korkulukları tutunup gökyüzünü izlemeye başladım. Esen rüzgar etimi ısırırken titrememek için kendimi zor tuttum. Omuzlarıma bırakılan ceket ile burnuma vanilya kokusu doldu gözlerimi kapatıp hafifçe gülümsedim, "Ceketini benden alamazsın ona göre," Dedim gülerek. Korkulukları bırakıp Göktuğ'a döndüm. Yanıma gelip kolunu omuzuma attı vücudunun sıcaklığı bana geçmişti.

 

Kolumu hafifçe okşarken aşağıdan müzik sesleri yükseliyordu, "Aşağıdakiler coşuyor."

 

"Sen sanırsın hepsi lise yıllarında."

 

"Ama çok güzel değil mi?"

 

"Güzel olan ne?"

 

"Kaç yaşlarında olurlarsa olsunlar eskisi gibi eğlenebiliyorlar."

 

"Hiçbir zaman bu denli eğlenmeyi istemedim."

 

"Bence bizim içimiz geçmiş."

 

"İçinin geçemeyeceği kadar güzelsin."

 

"Sende içinin geçemeyeceği kadar romantik bir adamsın."

 

"Niye yaşlılar romantik olamaz mı?"

 

"Adamların bir ayağı çukurda karısına kitap buketi yaptırmakla mı uğraşsın?" Söylediğim şey karşısında güldü.

 

Cem Karaca bu son olsun şarkısı kulaklarımı doldururken Göktuğ'un kolu altından çıktım elimi Göktuğ'a uzatıp, "Bu dansı bana lütfeder misiniz beyefendi?" Diye sordum.

 

Başını her iki yana sallayarak gülmeye başladı yanıma gelip elimden tuttu ve diğer elini belime koydu, "Bir dahakine sen değil ben lütfedeceğim dansı anlaştık mı?" Başımı kaldırıp Göktuğ'a baktım, "Niye?"

 

"Soru sormak yok anın tadını çıkar," Söylediğini yapıp kafamı omzuna yasladım. Bu güzel anı bölen bağırarak terasa çıkan Eylül'ün sesi oldu, "Asel!" Başımı korkuyla Göktuğ'un omzundan kaldırdım.

 

Elbisesinden tutup zıplamaya başladı biraz daha zıplarsa stiletto'sunun topuğu kırılacaktı. Hâlâ ne olduğunu anlayamadığım için Göktuğ'a sarılmış bir şekilde Eylül'e bakıyordum. Ardından Naz'da bağırarak terasa çıktı, "Şu videoya bakın! Murat Eylül'e çok güzel bir evlenme teklifi etti."

 

Evlenme teklifi mi?

 

"Ne? Ne?" Diyerek öne atıldım.

 

"Evlenme teklifi etti!" Diyerek parmağını gösterdi Eylül, kafam kadar olan yüzüğe baktım. Ellerimi yüzüme yapıştırdım, "Yok artık!"

 

Eylül yerinde duramayarak yine zıplamaya başladı, "Allah'ım çok mutluyum!" Diyerek tekrardan aşağıya indi Naz'da Eylül'ü takip ederek aşağıya indi. Gözlerim yavaş yavaş Göktuğ'a kaydı Murat bile Eylül'e evlenme teklifi etmişti bir zahmet Göktuğ'da bana etseydi.

 

Aklımdam birsürü düşünce geçti ve hepsi doğruydu onlar bizim gibi değildi biz belanın tam göbeğindeydik önce Göktuğ kaçırılmış, sonra ben kaçırıldım, sonra ise Göktuğ benden uzaklaşmıştı ama onların hiçbir sorunu yoktu Eylül'ün hastalığı dışında...

 

Tekrardan aklımdan kaç bin kere geçtiğini bilmediğim düşünceler yine yine beynime hücum etmişti. Bizde normal bir şekilde tanışabilirdik... Mesela bir kitapçıda buluşsaydık ben romantik kitaplara bakarken o da fantastik kitaplara baksaydı böylelikle karşılaşsaydık daha güzel ve daha saf bir aşk olmaz mıydı? Daha tehlikesiz ve daha mutlu bir aşk olmaz mıydı?

 

Göktuğ boğazını temizleyerek gözlerini kaçırdı belki de şuanda o da aklından benim geçirdiğim düşünceleri geçiriyordu belki o da evlenmek istiyordu belkide baba olmak... Ama yapamazdı eğer bunu yaparsa sevgisi daha fazla zarar görürdü...

 

"Düşünsene," Diyerek korkuluklara ilerleyip yaslandım, "Normal bir şekilde tanıştığımızı o zaman daha güzel bir hayatımız olur muydu Göktuğ?"

 

O da korkuluklara yaslandı ve cebinden tekrar bir sigara çıkardı aheste aheste sigarayı yakıp dudaklarına götürdü içine bir nefes çekti ve bıraktı ardından bana döndü, "Evet, o zaman daha güzel bir hayatımız olurdu fındık burun."

 

"Kurtulamayız değil mi bu beladan?"

 

"Belki bir gün," Omzuma bıraktığı cekete daha çok sarıldım. Bir umut vardı bu beladan kurtulabilmemiz için bir umut vardı ama Göktuğ o kadar umutsuz söylemişti ki o bir umudu bile kırmıştı.

 

Göktuğ ve Asel masadan ayrıldıktan sonra ekip tekrardan şişe çevirme oyunu oynamaya başlamıştı. Bartu şişeyi çevirdiğinde Cansu soruyor Aras cevaplıyordu. Aras doğruluğu seçtiğinde Cansu hiç beklemeden aklından geçen soruyu sordu.

 

"Sen hiç aşık oldun mu Aras Özer?"

 

Eylül aklından ne ergence sorular diye geçirirken Aras, "Evet," Cevabını verdi.

 

"Peki ne kadar?" Diye uzattı Cansu sorusunu.

 

"Kendimi ateşe atacağım kadar."

 

"Hala seviyor musun bu kadını?"

 

"Gerçek aşklar unutulmazlar Cansu," Cansu kafasını ağır ağır sallarken belkide artık kararını vermişti artık Aras'ın aşkını karşılıksız bırakmayacaktı. 1

 

Bartu tekrardan şişeyi çevirdi bu sefer Murat Eylül'e soruyordu. Eylül doğruluğu seçtiğinde Murat zafer kazanmış gibi sırıttı.

 

"Benimle evlenir misin Eylül?"

 

Eylül büyük bir şaşkınlığa kapılmıştı ağzından sadece, "Ne?" Nidası dökülebilmişti. Murat soruyu yinelerken yüzüğü çıkardı, "Benimle evlenir misin?" Eylül şaşkınlığını koruyamıyordu bir kaç dakika daha şokta kalmıştı sonra ise elini ağzına götürerek, "E-evet," Dedi ağlamamak için kendini zor tutuyordu Murat Eylül'ün yanına ilerleyip yüzüğü parmağına taktıktan sonra Eylül'ü kolları arasına aldı.

 

 

Göktuğ yanıma gelip elimi tuttu, "Aşağıya inelim güzelim," Dedi beni peşinden götürürken. O elimi tutarken ben kendimi tamamlamış hissediyordum. Birlikte aşağıya indiğimizde herkesin dans ettiğini gördüm. Bütün herkes aynı hareketleri yaparak koro bir şekilde dans ediyorlardı. Bazı kişiler ise ellerinde kadehlerle sallanıyordu. Şimdi ise şarkı durmuş erkekler yerine geçmiş sadece kadınlar ayaktaydı Eylül yanıma koşarak geldi ve bileğimden yakaladı, "Dans edeceğiz sadece kadınlar," Dediğinde heyecanlanmıştım dans etmeyi severdim.

 

Şarkı başladığında kendime komut verdim, kalçayı salla, eller, vücudunu hareket ettir şarkının nakarat kısmı bittiğinde kadınlar hâlâ kendi arasında dans ediyorlardı. Omzuma biri vurduğunda Eylül sırıtarak bana bakıyordu, "Sende de neler varmış be!" Gözlerimi devirdim, "Saçmalama," Başıyla etrafı gösterdi, "Bütün erkekler sana bakıyordu," Kaşlarımı çatarak kafasına vurdum, "Sende dans ediyordun nasıl gördün bütün erkeklerin bana baktığını?" Gülmeye başladı, "Ben görürüm," Başımı her iki yana 'senden adam olmaz' der gibi salladım sonra ise Göktuğ'un yanına gidip oturdum, "Şuan buradaki sana bakan bütün erkeklerin gözlerini çıkarıp ellerine versem bana kızar mısın?" Dediğinde kaşlarımı çatarak Göktuğ'a döndüm, "Tamam kızarsın. O zaman susuyorum," Kafamı salladım, "Bencede sus," Tek başına oturup içki içen Cansu'ya kaydı bakışlarım yalnız gibi gözüküyordu hatta gibi değil bayağı yalnızdı. Gözlerim Aras'ı aradı ama bulamadı sonra ise Barlas'a kaydı bakışlarım telefonuna bakarak içki içiyordu. Yanımıza Göktuğ'un annesi geldiğinde bakışlarımı karşımdaki kadına çevirdim sonra ise hızla ayağa kalktım.

 

"Derya hanım," Diyerek karşımdaki kadına çekinmeden sarıldım ellerini sırtıma koyduğunda tekrardan anne şefkatini hissetmiştim.

 

"Asel seni görmek ne güzel," Dedi sırtımı sıvazlarken. Büyük bir sevinçle, "Sizi görmekte çok güzel Derya hanım," Kadın benden ayrılıp yüzüme baktı, "Bana hanım demeyi hâlâ bırakmamışsın ama."

 

"Kusura bakmayın ağız alışkanlığı," Kadın tekrardan beni kendine çekip sarıldı, "Seni çok özlemişim kendini özletme Asel," Derya hanım ile çok bir yakınlığımız yoktu ama birbirimizi çok seviyorduk çünkü o beni kızı ben onu annem gibi görüyordum, "Ne zaman istersen gel çekinme ben çok mutlu olurum," Dediğinde ben de, "Sizde ne zaman isterseniz gelebilirsiniz hem siz benim minik evimi görmediniz," Derken güldüm. Koltuklara oturduğumuzda, "Kesin geleceğim ama habersiz gelirim," Dedi gülerken. Sonra ise Göktuğ'a döndü, "Bu benim edepsiz oğlum senden özür diledi mi?" Diye sordu Göktuğ'un ne için benimle konuşmadığını biliyor olmalıydı, "Evet," Dedim gülümseyerek. Derya hanım ayağa kalkarken bana baktı, "Benim şimdi gitmem gerek."

 

"Görüşürüz Derya..." Sonuna ne getirebilirdim abla? Teyze?

 

"Anne," Dediğinde gülümsedi ve arkasını dönüp gitti. Arkasından bir kaç saniye bakmıştım.

 

Tekrardan bakışlarım Barlas'a kaydığında Göktuğ'a hiçbirşey demeden ayağa kalkıp Barlas'ın masasına ilerledim.

 

Eğer Göktuğ Barlas'ın gözlerini çıkarıp eline verirse şaşırma Asel.

 

 

"Selam," Diyerek dirseklerimi masaya yaslandım.

 

"Oo hoşgeldin deniz gözlü kız."

 

"Hoşbuldum," Dudaklarımı birbirine bastırarak içkiye baktım, "Neden herkes içki içiyor?" Barlas omuzlarını kaldırıp indirdi, "Böyle yerlerde çok tüketilir. Sen içmez misin?"

 

"İçmem, zaten aklı başında olan biride içmez."

 

Gülmeye başladı, "Benim aklım başımda değil mi?" Ellerimi Barlas'a uzatıp hayır şeklinde sallamaya başladım, "Şey ben öyle demek istemedim yani," Lafımı kesti, "Lafı dolaştırma deniz gözlü kız öyle demek istedin ama haklısın aklı başında olan biri içmez ve kendine zarar vermez ama ne yazık ki benim aklım başımda değil," Güldüm, "Neden öyle düşünüyorsun?" Dudaklarını birbirine bastırıp bakışlarını kaçırdı, "Aklım bir kızda kaldı da," Dediğinde vücudum kasıldı ben her ne kadar onu arkadaşım olarak görsemde o asla beni öyle görmeyecekti, "Özür dilerim," Diyerek kadehi tepesine dikti, "Sana iyi eğlenceler deniz gözlü kız bu parti sıktı beni," Diyerek arkasına bile bakmadan gitti ben ise arkasından bakakalmıştım.

 

Ensemde bir nefes hissettiğimde, "Ne o ilan-ı aşk mı yaptı yine?" Diyen Göktuğ'un sesini duymuştum kendimi toparlayarak arkama döndüm, "Hayır," Diyerek yalan söyledim ama ben kimden neyi saklıyordum ki, "Yalanlardan hoşlanmam." Dediğinde duraksadı ve tekrardan konuşmaya başladı, "Ben Murat'ın yanına gideceğim ortalıktan kaybolma," Başımı salladım, "Kaybolmam," Göktuğ gittiğinde müziğin sesi daha fazla artmıştı yüzümü ekşiterek terasa doğru yürümeye başladım.

 

Terasa çıktığımda yine korkuluklara yaslanıp gökyüzüne bakmaya başladım.

 

Belime değen soğuk metal ile irkildim, "Eğlen dedim ama bu kadar eğlen demedim Asel Kılıç," Bir an için herşey durdu tüm bedenim uyuştu, bacaklarım titremeye başladı, gözlerimin önünden siyah noktalar geçti. Yavaşça ve korkuyla arkama döndüm bu sefer ise karnıma değen soğuk metal nefesimi kesmişti. Yine yüzünde maske vardı saçlarını şapkayla kapatıyordu. Aniden gelen bir cesaretle ellerimi adamın omuzlarına koydum daha ben hiçbirşey yapmadan adam hızla yere kapaklanmıştı. Özel güçlerim yine devreye geçmişti...

 

Güldü evet düşmesine rağmen güldü, "Bunun bedelini ağır ödeyeceksin Asel Kılıç," Sesi boğuk geliyordu kendi sesi olmadığına emindim. Birden ortadan kaybolduğunda etrafıma bakınmaya başladım ama yoktu koşarak merdivenlerden inerken yine Cem Karaca bu son olsun çaldığını fark etmiştim bir an için yine herşey durmuştu sadece şarkının sesini işitmiştim sonra ise insanların çığlıkları ve kaçarak evden kaçanlar. Merdivenlerin korkuluklarına tutunurken ayakta zor duruyordum. İçerisi boşalmıştı artık neler olduğunu görebiliyordum.

 

Ekibimiz ve karşısında Cansu'yu rehin almış o adam... Koşarak aşağıya inmeye başladım, "Yapma! Ne olursun yapma!" Ekibi geçip yanlarına ulaştığımda, "Yaklaşma öldürürüm," Demişti ellerimi havaya kaldırıp geriye doğru yürümeye başladım, "Yapma tamam gidiyorum yapma. Ben ben özür dilerim seni ittiğim için özür dilerim. Bırak Cansu'yu lütfen."

 

"Özür dileyenleri sevmem," Diyerek Cansu'yu daha çok kendine çekti.

 

İçeriye koşarak giren Aras'ı gördüğümde onun için de yanan yangınları da görebiliyordum. Bakışlarım Cansu'ya kaydığında gülümsediğini gördüm gözlerinden yaşlar akıyordu ama gülüyordu.

 

"Bu kıza çok yazık," Dedi adam, "Hep dışlandı hiçbir zaman sevilmedi ve sevgisinin karşılığınıda almadı. Ve benim yalnızlara zaafım vardır biliyor musunuz?"

 

Aras yanımdan geçip gidecekken seri bir şekilde kolundan tuttum durmalıydı.

 

"Anlat Cansu Uyanık içindekileri dök," Cansu hayır şeklinde başını salladığında, "Anlat diyorum sana," Diye bağırdı. Cansu gözlerini yumdu ve konuşmaya başladı. Gözlerini açıp hepimize tek tek baktı.

 

"Beni az da olsa sevmeyi, kabullenmeyi deneyemez miydiniz?" Dediğinde içimde birşeyler koptu, "Ölürsem üzülmeyin ben üzülmeyeceğim, çünkü huzura kavuşacağım," Bakışları Göktuğ'a kaydı, "Sen, beni terslemeyi değilde iyi davranmayı deneyemez miydin?" Sonra ise gözleri baka kaydı, "Mutlu olun," Dedi yüzüne acı bir gülümseme yayılırken sonra ise Aras'a baktı, "Özür dilerim senin sevgine karşılık vermediğim için özür dilerim. Unut beni, hayatına devam et, öldüm diye üzülme ben senin değerini çok sonradan anladım Aras özür dilerim."

 

Adam silahı daha çok bastırdı şakağına, "Hayatını anlat," Cansu'nun yardım çığlıklarını andıran sesini işittim, "Öldür bitsin artık."

 

"Anlat!"

 

Gözlerini bir kaç saniye yumdu sonra içine derin bir nefes çekti,"Benim annem yok babamda yok teyzem büyüttü beni ama istemeyerek. Çocukkende sevilmezdim. Sonra büyüdüm kendi işimin sahibi oldum teyzemle bir daha hiç görüşmedim sonra Göktuğ'u gördüm aptallık edip aşık oldum ama kalp bu laf dinlemiyor. Ortaya Asel çıktı Göktuğ'un ona aşık olduğunu anladım kendimi çok kötü hissettim benim olsun istedim ama olmadı, ondan vazgeçtim. Bana hepinizin sinir olduğunu biliyorum ama ben de istemezdim bana sinir olmanızı ama ben de sonuçta bir insandım sevilebilirdiniz beni çocukluktan yaralı olan bir kadını daha çok üzdünüz siz," Aras'ın gözlerinden yaşlar aktı, "Hayır, hayır, hayır bırak onu beni al," Diyerek öne atıldı adam büyük bir kahkaha attı, "Merak etme seninde sıran gelecek."

 

Tetiği çektiğinde, "Dur!" Diye bağırdım, "Beni istiyordun geleceğim sana bırak Cansu'yu bırak al beni," Kafasını her iki yana salladı, "İlk dediğimde yapacaktın Asel Kılıç."

 

Kafasını geriye atarak güldü sonra ise bir anda ciddileşti, "Vicdan azabından geber istiyorum Asel Kılıç Cansu şuan senin yüzünden ölüyor aslında hepiniz yüzünden ölüyor çünkü ben yalnız kişileri seçerim ve Cansu'nun yalnız olma sebebi sizsiniz hepiniz vicdan azabından ölün."

 

Cansu tekrardan gülümsedi, "İçiniz rahat olsun ben gerçekten mutluyum benim yapamadığım şeyi o yapacak."

 

Aras, "Yapma!" Diye bağırdı. Ama artık herşey için çok geçti.

 

Evde patlayan silah sesi arkadan gelen Eylül ve Naz'ın "Hayır!" Diye bağırma sesi Aras'ın acı bağırışı.

 

 

Cansu'yu boynundan vurduğunda ortalıktan kaybolmuştu Göktuğ ve Murat Eylül'ün yanına giderken Bartu Aras'ı sakin tutmaya çalışıyordu.

 

Göktuğ, "Ölmüş," Dediğinde vücuduma bir titreme gelmişti.

 

O ölmüştü ve bu benim yüzümden olmuştu çünkü kendimi düşünüp tehditlerini hiçe saymıştım. Kendi bencilliğim yüzünden Cansu ölmüştü.

 

Cansu'nun beyaz elbisesinin kırmızı kana bulandığını gördüğümde görüş alanımın bulanıklaştığını hissediyordum sarsak adımlarımla Cansu'nun yanına gidip diz çöktüm, "Özür dilerim," Diye mırıldandım başını kaldırıp dizime yatırdım, "Özür dilerim," Dedim herkesin duyabileceği bir ses ile Göktuğ'un yanıma geldiğini görmüştüm, "Aç gözlerini Cansu çok özür dilerim," Diyerek bedenine sarıldım, "Bencillik ettim ben özür dilerim," Gözleri hâlâ açık olan Cansu'nun gözlerinin içine baktım Korkunçtu çok korkunçtu bana çok kızgınmış gibi bakıyordu, "Ha-hayır!" Diye Cansu'nun cansız bedenini sarstım, "Ölme ölemezsin, ölme ol, ölmemiş ol," Diyerek parmaklarımı şakağına götürdüm ama yaşam belirtisi veren hiçbirşey yoktu, "Hayır ölme lütfen," Burnundan ve ağzından kan akmaya başladığında daha çok ağlamaya başladım ağlamalarım kendini titremelere bırakıyordu, "Benim yüzümden oldu Cansu biliyorum şimdi kalk, kalk benden intikamını al ama sen kalk lütfen," Biri kollarımdan tutup beni geriye çekti yavaş ve küçük adımlarla Cansu'nun yanına ilerleyen Aras'ı gördüm gözleri kızarmıştı, "Cansu'm," Dedi sessizce elleri titreyerek Cansu'nun yüzüne ilerledi ama dokunamadı elini sıkıca yumruk yapıp bacaklarına bıraktı, "Neden öldün güzelim? Neden bırakıp gittin beni?" Elini tekrar kaldırdı ve dakikalar içinde Cansu'nun solmuş yüzünü okşadı, "Ben seni uzaktan sevebiliyordum sana dokunmadan yapabiliyordum ama şimdi nasıl yapacağım?" Gözlerinden akan yaşlar Cansu'nun yüzüne gelip akıyordu elini Cansu'nun açık kalan gözlerine götürdü ve kapattı Cansu'nun gözlerine küçük bir öpücük bıraktı ve, "İyi uykular güzelim," Diye mırıldandı.

Bölüm : 02.01.2025 15:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...