3. Bölüm

1. Bölüm: Yeni hayat

Emel Naz
naz_2606

~Bazen hiç bilmeden hayat, bize sürprizler yapabilir~

 

İçimden tüm bildiğim duaları okuyordum. Cinler falan mı musallat olmuştu bana?

 

O kalın sesini yine duydum.

 

"Merak etme, ben cin falan değilim. Ben de senin gibi normal biriyim," dedi bıkkınca.

 

Normal biri miydi?

 

Elini ağzımdan çekti ve maskesini çıkardı. Alnını kaplayan kahverengi saçları, kalın dudakları ve kahverengi hareleri vardı. Boyu çok uzundu ve bu onu çekici kılıyordu. Kahverengi gözleri beni inceliyordu. Hadi ama, neden bu kadar yakışıklıydı?

 

Sen harbi salaksın Asel. Adam senin düşüncelerini okuyabiliyor!1

 

Evet, bu da iç ses. Genellikle birlikte sohbet ederiz ya da o, beynimi kullanamadığım sırada beni aşağılayarak uyarır.

 

"Demek yakışıklıyım ama bizden olmaz," dedi alayla. Bu adam ne kadar egolu biriydi.1

 

"Beni kaçıran biriyle ben de olmam zaten. Ayrıca in misin, cin misin belli değil."

 

Hadi ama geri zekalı, biz neredeyiz sen ne konuşuyorsun?

 

"Neredeyim ben?" diye sesimi yükselttim. Gerçekten de korkuyordum. Ben en son kitap alacaktım, ne ara buraya gelmiştim?

 

Karşımda bulunan koltuğa oturdu.

 

Rahat bir tavırla, "Eğer oturursan her şeyi anlatacağım," dedi.

 

Gülerek, "Sana güveneceğimi mi sanıyorsun?" dedim.

 

"Güvenmek zorundasın çünkü birlikte çalışacağız."

 

Ne saçmalıyordu bu adam? Ona nasıl güvenebilirim? Aklımdan geçenleri okuyor ve resmen ışınlandık! Ben burada korkudan bayılacakken o bana güvenmelisin diyor. Saçmalık! Sağ tarafımda duran kapıya doğru döndüm. Evime gitmeliydim.

 

"Buradan senin için çıkış yok Asel," dedi soğuk bir tavırla ve devam etti, "Ama görevini bitirdiğinde serbestsin."

 

Korkumu belli etmemeye çalışarak konuşmaya başladım. "İsmimi nereden biliyorsun?"

 

Gülerek, "Seni senden daha iyi tanıyorum Asel," dedi.

 

Bu iş gerçekten de korkunç olmaya başlıyordu.

 

"Ne demeye çalışıyorsun? Daha açık konuş."

 

Koltukta daha çok yayılarak konuşmaya başladı. "Yani diyorum ki, kitap okumayı çok sevdiğini, yalnız olduğun için her gece ağladığını, her gece kabus gördüğünü, karanlığı çok sevdiğini ve annen..." demeye kalmadan ben konuştum.

 

"Tamam, sus. Yeter bu kadar."

 

Yan tarafındaki tekli koltuğa oturdum. Neler olduğunu öğrenmeliydim. Çünkü bu olanların bir açıklaması olmalıydı.

 

"Her şeyi anlat."

 

Rahat bir tavırla konuşmaya başladı. "Üç farklı evren var.Ve bunlardan biri siyah gezegen," bir anda konuşmaya başladım.

 

"Bir dakika. Ne ne?" Çok güzel saçmalıyordu! "Daha Mars'ta bile yaşam olduğu kanıtlanmamışken sen gelmiş bana üç farklı evren var diyorsun."

 

Sertçe, "Lafımın bölünmesinden hiç hoşlanmam," dedi, açıkçası bu pek de umurumda değildi

 

"Çok umurumdaydı sanki."

 

Birden ayağa kalkarak kapıya yöneldi.

 

"Madem öyle seni sorularınla baş başa bırakayım."

 

"Hayır, bana her şeyi açıklamalısın." Sinirle söylediğim şeye karşılık sadece yüzüme baktı.

 

"Lafını bölmeyeceğim." Duymak istediği şeyi duymuş olmalı ki geri yerine geçti.

 

Yine her zamanki gibi lafı uzatmadı,"Siyah gezegen sizin gezegeninizi, yani Galaksi gezegenini yok etmeye çalışıyor."

 

Hadi canım. Bizim Dünya dediğimiz yere onlar Galaksi diyor.

 

Kaşlarını çatarak bana bakan adama 'Ne var?' der gibi kafamı salladım. Sonra aklıma gelen şeyle güldüm evet, güldüm çünkü deliriyordum, "Tamam, içimden de konuşmuyorum."

 

"Yıldız gezegeni olarak sizin gezegeninizi korumalıyız. Çünkü siyah gezegen ile bir anlaşmamız vardı. Galaksi gezegenine dokunulmayacaktı."

 

Çenemi tutamayıp konuştum, "Neden?"

 

"Çünkü siz kendinizden başka bir gezegen olduğunu bilmiyorsunuz ve bilmemelisiniz. Eğer bilirseniz bize karşı gelmeyi denersiniz. Çünkü biz sizden çok farklıyız. Şu anda size karşı gelsek ne olur diye düşünüyorsun, onu da söyleyeyim. Galaksi gezegeni yok olur, teknoloji yönünden sizden kat kat üstteyiz ve tahmin ediyorsun ki teknoloji her şey. Ama bir sorun var, eğer biz sizi yok edersek bazı kaynaklarımız biter. Mesela Yıldız gezegeni olarak biz sizden petrol ihtiyacımızı alıyorsak, siyah gezegen ise maden ihtiyacını alıyordu," dedi ve sustu. Alıyordu derken?

 

"Evet, alıyordu. Siyah gezegen sizden aldığı kaynağı kendi evreninde eldw etti ve sizin gezegeninizin onlara göre artık yok olması gerek. Tabii bunu yaparak bizim gezegenimizi de bitirir ve bu onların işine gelir."

 

"Peki ama benim burada görevim ne? Ne yapabilirim ki ben?"

 

"Seni ben eğiteceğim ve siyah gezegene gideceksin. Oradan bilgi alıp bize vereceksin. Bu sayede gezegeniniz kurtulmuş olacak ve bu yaşananlar sadece senin ve bizim aramızda kalacak."

 

"Oldu canım," dedim alaylı bir tavırla, "Ben kimse için canımı tehlikeye atamam. Başka birini seçin, o yapsın kahramanlık. Ayrıca neden sizin gezegeninizden biri bu görevi üstlenmiyor?"

 

Evet, çok mantıklıydı, neden onların gezegeninden birisi gitmiyordu ki?

 

"Birbirimizin gezegenine girmemiz yasak. Tabii bu ne zamana kadar geçerli olur bilemiyorum." Konudan sıkılmış gibi gözüküyordu.

 

Saçmalık!

 

"Başka sorun var mı? Eğer yoksa seni yeni evine götüreceğim."

 

"Tabii ki de var. Ayrıca yeni evin derken? Ben kendi evime gideceğim. Göreve falanda katılmıyorum."

 

"Kabul edilmedi. Sorunu sor artık, çok sıkıldım bu konudan."

 

Sakin kalmaya çalışarak konuşmaya başladım. "Benim hakkımda bu kadar bilgiyi nereden biliyorsun?"

 

Bu konu hakkında konuşmak istemiyormuş gibi derin bir nefes aldı. "Bir yıldır seni takip ediyorum."

 

Ne dedi o?!

 

Kaşlarımı kaldırmış öylece yüzüne bakıyordum.

 

"Beni takip ederek bu kadar bilgiyi öğrenmiş olamazsın. Daha başka şeyler var değil mi, saklama, konuş," dedim sinirle. "Benim hakkımda bilgi edinmek için başkalarına da sormuş olamazsın."

 

"Bunu gerçekten öğrenmek istiyor musun?"

 

Kaşlarımı kaldırdım. "Evet."

 

Arkasına daha çok yaslandı ve rahat bir tavırla, "Evinde bir kamera var," dedi.

 

Kaşlarımı çatarak ona bakıyordum. Evime kamera mı koymuştu?

 

"Sapık," diye bağırdım. Gerçekten sapıktı. Bir yıldır evimde kamera vardı ve benim bundan haberim yoktu!

 

"Sapık falan değilim, saçmalama. Hakkında bir şeyler öğrenmem gerekiyordu. Ve sadece böyle öğrenebilirdim."

 

"Ben bir dakika bile durmam burada."

 

Ayağa kalkıp kapıya yöneldim.

 

"Çıkabilirsen çık," dedi arkamdan.

 

Niye çıkamayacakmışım?

 

Kapıyı açıp bir adım atacaktım ki, karşımdaki dev gibi koruma beni durdurdu. Hadi ama, hani devler gerçek değildi!

 

Başka seçeneğim olmadığı için arkamı döndüm. Ve konuşmaya başladım.

 

"Beni o lanet eve götür."

 

Artık eski hayatıma son mu veriyordum? Her şey buraya kadar mıydı? Biri gelip bana bir gün bir adamla karşılaşacaksın -kaçırılacaksın- seni başka bir evrene götürecek, orada yeni bir hayatın olacak dese, "Haydi siktir oradan," derim. Ama asla inanmayacağım bir şeyi şu anda yaşıyordum. Acaba rüya falan mı görüyordum? Elimi koluma götürdüm ve cimcikledim. Canım acıdığı için küçük çaplı bir çığlık attım.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun?" dedi karşımdaki adam merakla.

 

"Delirttiniz beni!"

 

"Biz delirtmedik, sen zaten deliydin," dedi gülerek.

 

"Tabii sen daha iyi bilirsin değil mi? Çünkü bir yıldır beni izliyordun."

 

İsmini bilmediğim kişi yürümeye başlayınca onu takip ettim. Bulunduğumuz odadan çıkıp merdivenden aşağı inmeye başladık. Burası onun evi olmalıydı. Evin her yeri siyah renkten ibaretti. Aslında ilgi çekiciydi.

 

"Senin evinde ilgi çekici."

 

"Aklımı okumayı bırak, mahremiyet diye bir şey var."

 

Söylediklerime karşılık güldü. Komik bir şey söylediğimi sanmıyordum.

 

Dış kapıya doğru yürüdük. Dışarıya çıktığımızda hiç beklediğim gibi bir yer olmadığını anladım. İnsanlar uçmuyordu. Hayvanlar konuşmuyordu. Aynı benim yaşadığım yer gibiydi. Sıra sıra evler vardı ve elinde telefonla koşuşturan insanlar.

 

"Onlar sadece masallarda olur," dedi gülerek.

 

"Niye sen benim aklımı okuyabiliyorsun ama? İnsanlar neden uçmasın veya hayvanlar neden konuşmasın ki?"

 

"Çok konuşuyorsun," dedi bıkkın bir şekilde.

 

Karşısında durduğumuz eve bakıyordum. Burası benim evimden çok farklıydı. Koskocaman bir bahçesi vardı, evi saymıyorum bile.

 

"Sevdin değil mi?"

 

"Senin olduğun hiçbir yeri sevmem."

 

Büyük konuşma derim.

 

Büyük kapıdan içeriye girdik. Bahçesinde havuzu vardı. Tamam, kabul ediyorum burası çok güzeldi. Ama abartmaya gerek yok.

 

Eve girdiğimizde gri renklerin hakim olduğunu gördüm. Burayı dizayn eden kişi o olmalıydı.

 

"Burayı sen mi dizayn ettin?" dedim merakla.

 

"Evet. Seni çok iyi tanıyorum değil mi?" Sırıtarak söylediği şeye yüzümü buruşturdum.

 

"Tamam, artık sen çıkabilirsin. Haydi, haydi git."

 

Çıkmadan önce arkasına dönüp, "Bu arada seçilen tek kişi sen değilsin. Ve uyuduğunda kâbus görürsen ışığı açmayı dene. Karanlıkta durma," dedi.

 

Ne yani, benden başka kişiler de mi seçilmişti? Tamam, buna sevindim çünkü koskocaman Galaksiyi ben nasıl kurtaracaktım değil mi yani?

 

O evden çıktığında etrafa bakınmaya başladım. Bu hayata alışmam zor olacaktı değil mi? Evle iş arasında mekik dokuyan ben şimdi koskoca bir maceraya atılıyordum.

 

Garip Asel ama zor alışacağımızı düşünmüyorum; zor alışacak olsak burada kalmayı kabul etmezdik.

 

Üst katta bulunan odalardan birine girdim. Burası yatak odası olmalıydı. İki kişilik bir yatak vardı, yanında komodinler, sağ tarafında büyük bir dolap, yatağın hemen karşısında da büyük bir kitaplık vardı. Ama kitaplığın içi boştu. Neden?

 

Kafamdaki soruyu es geçip dolabın üzerinde asılı olan kağıda baktım. Bu da neydi, bir program çizelgesi vardı.

 

Saat 06.00'da dövüş eğitimi, saat 07.00'da yemek molası, saat 08.00'da silah eğitimi. Yok artık! Bu ne böyle? Eski hayatıma dönmek istiyorum. En azından erken kalkmıyordum. İsyan edercesine yatağa attım kendimi. Aklıma dediği şey geldi. "Uyuduğunda kabus görürsen ışığı açmayı dene, karanlıkta durma." Kesinlikle denemeyeceğim.

 

Yine aynı kâbusu görerek uyandığımda kan ter içinde kalmıştım. Hızlı hızlı nefesler veriyordum. Korkuyordum...

 

"Uyuduğunda kabus görürsen ışığı açmayı dene, karanlıkta durma."

 

Yataktan kalkıp ışığı açtım. Normalde yorganın içine girip aklımca saklanırdım. Şimdi ise onu dinleyip ışığı açmıştım. Işığı açmak biraz olsa da korkumu gidermişti.

 

Temiz hava almak için bahçeye çıktım.

 

"Yine aynı kâbusu gördün değil mi?"

 

Yanımda duyduğum sesle irkildim. Bahçeme mi girmişti? Kaşlarımı kaldırarak yüzüne bakmaya başladım. Ama o konuşmaya devam etti.

 

"Söylesene, o gün ne oldu?"

 

"Bu seni ilgilendirmez." Onu arkamda bırakıp eve girdim. O, bunu ilgilendirmiyordu. Bu konu hiç kimseyi ilgilendirmiyordu!

 

Kâbus görmemek dileğiyle yatağıma girdim.

                                   ⚔

"Asel hanım," derinlerden bir ses duyuyordum.

 

"Asel hanım, kalkın lütfen, geç kalacaksınız." Biri beni uyandırmaya mı çalışıyordu?

 

Sarsılmaya başladığımda korkuyla gözlerimi açtım. Karşımdaki kadın derin bir nefes verdi. "Sonunda uyandınız," dedi.

 

Tek kaşımı kaldırarak kadına bakıyordum. "Siz kimsiniz?"

 

"Sizi uyandıracak, eğitim alanına götürecek, gelişmelerden haberdar edecek kişiyim. Bir nevi asistanınızım," dedi karşımdaki kadın. Ve sabırsızca konuşmaya başladı. "Geç kalıyoruz."

 

Başımı sallayıp yataktan çıktım.

 

"Sizi dışarıda bekliyor olacağım."

 

Kadın odadan çıktıktan sonra güzelce esnedim. Umursamaz bir tavırla duşa girdim. Geç kalmak umurumda değildi.

 

Duşumu aldıktan sonra kendime kıyafet çıkardım. Üstümü giyinirken kapım çalındı.

 

"Asel hanım, çok geç kaldık." Sesi sinirli çıkıyordu. Ayrıca bu kadın gerçekten de orada bekliyor muydu?

 

"Geliyorum," diye seslendim.

 

Üstüme siyah bir tişört, altıma siyah bir tayt giyip odadan çıktım.

 

Kadın, "Çok geç kaldık," dedi sabırsızca.

 

"Bir şey olmaz," dedim, onun aksine umursamaz bir tavırla. Kadın yürümeye başlayınca onu takip ettim. Bu sırada onu inceleme fırsatı buldum. Bu iş için yaşlıydı. Yüzünde kırışıklıkları vardı. Saçları griye dönmüştü. Ama bunların aksine dinç duruyordu. Bu kadının şu anda oturmuş örgü örüyor olması gerekirdi.

 

"Sizi duyabiliyorum, Asel hanım."

 

"Neden herkes benim zihnimi okuyor?" diye isyanda bulundum.

 

Kadın gülerek konuşmaya başladı. "İsterseniz size de bir çip ayarlayabilirim."

 

Merakla kadına baktım. "Ne çipi?"

 

"Birilerinin zihnini okumak için."

 

Yüzümü buruşturdum. Kimsenin zihnini okumak istemezdim. Hele karşımdaki biri benim gibi biriyse hiç istemezdim.

 

"Yok, kalsın."

 

Burası gerçekten gelişmiş bir yerdi.

 

Büyük bir kapıdan içeriye girdik. Biraz ilerimizde sekiz kişi duruyordu. Hepsi karşı karşıyaydı. Tek beni bir yıldır izleyen o sapığın karşısında biri yoktu. Galiba onun karşısına geçecek kişi ben olacaktım.

 

Yavaş adımlarla yanlarına gittim. Bir kız, iki erkek vardı. Kızı incelemeye başladım. Aşırı süslüydü, sabah sabah kalkıp yüzüne bir ton makyaj yapmış. Şık eşofman takımı giymişti. Kıvırcık saçlarını özenle taramış olmalıydı çünkü kusursuz duruyordu. İşe bak, ben üstümü giyinmeye üşenirken kız düğüne gider gibi giyinmişti. Sonra ilk dikkatimi çeken uzun boylu oğlana baktım. Yakışıklıydı, hem de çok. Masmavi gözleri, sarı saçları vardı. Sarı saçlı çocuğun yanındaki oğlana baktım. Kara saçlı, kara gözlü diye bu çocuğa denirdi. Simsiyah saçları, siyah kalın kaşları, siyahı andıran gözleri vardı. Son olarak beni izleyen adama baktım. Geldiğimden beri gözlerini benden ayırmıyordu. Benim gibi siyaha bürünmüştü. Siyah tişörtü kalın kol kaslarını ortaya çıkarıyordu. Tamam, çok yakışıklı görünüyordu. Ve bu adama siyah çok yakışıyordu! Gözlerimi büyüterek yüzüne bakmaya başladım. Az önce dediklerimi duymuş muydu? Bir şeyleri duymuş gibi bir yüz ifadesi yoktu. Beni duymaması dileğiyle yanına gittim.

 

"Geç kaldın, fındık burun," dedi ifadesiz bir tavırla.

 

"Umurumda mı sanıyorsun?" Bir dakika, o bana fındık burun mu dedi?

 

Yüzümü buruşturarak konuşmaya başladım. "Allah'ım, benim burnumu neden küçük yarattın? Kocaman yaratsaydın da şu sapığın diline düşmeseydim." Herkes bana yargılayan bakışlar atıyordu.

 

Sarı saçlı çocuk konuşmaya başladı. "Sabahın köründe seni burada beklemek zorunda değiliz, yerine geç artık," Ardından ekledi, "Zaten çok saçma anlar yaşıyoruz."

 

"Ben istersem geçerim." Biraz olduğum yerde bekledim. "Şu anda canım yerime geçmek istiyor, geçeyim bari."

 

Kokoş kızın karşısındaki adam gülmeye başladı. Kokoş kız da bana iğrenti dolu bakışlar atıyordu.

 

Sarı çocuk, "Böyle bir deliyi nasıl seçtiniz?" diye isyan ediyordu. Ben hepsinden akıllı ve güçlüydüm, tabii ki seçilecektim.

 

"Bir daha geç kalma. Yoksa ceza alırsın," dedi karşımdaki adam.

 

"Gelsin o zaman cezalar." Ben hiç akıllanmayacaktım.

 

Sarı saçlı çocuğun karşısındaki kadın konuşmaya başladı. "Bugün saat 16.30'da asistanlarınız sizi toplantı alanına getirecek. Eminim ki sorularınız vardır. Bu yüzden her şeyi orada sorabilirsiniz." Konuşan kadının ortalama bir güzelliği vardı. Normal bir fiziği. Kahverengi gözleri, kahverengi saçları. Abartılacak bir yanı yoktu. Ama kara kaşlının karşısındaki kadının güzelliği halisti resmen. Kahverengi saçları, kahverengi gözleri, biçimli kaşları vardı; bu kadın güzellik abidesiydi. Fiziğine diyecek söz bulamıyordum. Acaba günde kaç kez çıkma teklifi alıyordu? Gözlerim kokoş kızın karşısındaki adama kaydı. Kollarını kaplayan dövmeleri vardı. Kahverengi gözleri, kumral saçları vardı. Bu adam da çok yakışıklıydı. Bütün yakışıklılar buraya mı toplanmıştı, ne?

 

"İnsanları incelemen bittiyse geçelim artık."

 

Ağır ağır başımı salladım.

 

Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete.

 

Merdivenlerden çıkıp bir spor salonuna girdik. Madem buraya çıkacaktık, neden bahçede toplanmıştık?

 

"Gel bakalım, fındık burun."

 

"Bana fındık burun deme. Benim bir adım var."

 

Dediğim şeyi duymazlıktan gelip karşıma geçti. Sinir şey!

 

"Bugün dövüşten başlayacağız. İlk gün olduğu için seni fazla yormayacağım." Umarım sözünde dururdu.

 

Bana bir öğretmen gibi anlatmaya başladı. "Bacaklarını bir omuz genişliğinde aç." Anlatırken dediklerini yapıyordu. Onu takip ederek aynılarını yapıyordum. "Sağ kolun vurmaya hazır beklesin. Sol kolunu kendini korumak için kullan." Hazır olduğumu görünce konuşmaya başladı. "Bana vurmayı dene." Kim, ben mi?

 

Yok, eben Asel, başka kim olacak tabii sen.

 

Tamam, yapabilirdim, hem de bu adamdan hıncımı çıkarırdım. Sağ kolumu geriye atarak yüzüne yumruk attım. Küçük bir çığlık attım. "Baş parmağım," diye yakınıyordum.

 

Yanıma gelip elimi elinin arasına aldı. Ellerim onun elleri arasında ne kadar da küçük kalıyordu. "Bir daha baş parmağını yumruğunun arasına alma, aksi takdirde parmağın kırılabilir," dedi ilgili bir tonla.

 

Başımı tamam şeklinde salladım. Tekrar aynı pozisyonu alarak harekete geçtim. Yumruk atacağım sırada kolumu tutup arkama aldı. Şu anda onun göğsündeydim! Vanilya kokusu geliyordu burnuma. Hadi ama, çok güzel kokuyordu.

 

Kendine gel, Asel.

 

Boşta kalan kolumla dirseğimi kullanıp karnına vurdum. İnleyerek ayrıldı.

 

"Bu iyiydi," dedi gururlu bir tınıyla.

 

"Ne sandın?" Egom tavan yapmıştı. Umarım sonunda da böyle bir başarı gösterebilirdim.

 

Tekrar aynı pozisyonu aldım. Bu sefer yumruğum yerine bacağımı kullanacaktım. Yüzüne doğru attığım tekmeyi havada yakaladı. Tek ayağımın üzerinde duramıyordum!

 

"Düşeceğim, bırak."

 

"Herhangi bir dövüş esnasında karşındaki kişi bacağını bırakmak yerine şunu yapar," dedi ve kendine doğru çekip yere düşmemi sağladı. Kafamı yere vurduğum için zonkluyordu.

 

"Kalpsiz adam."

                                  ⚔

"Başım çok acıyor. Yeter artık, çok yoruldum," diye bağırıyordum.

 

"İsyanda bulunacağına ayağa kalk. İyi gidiyorsun, zaman geçtikçe daha çok şey öğreneceksin."

 

Burnumdan akan kanı elimin tersiyle sildim. Ellerimi yere bastırarak kalktım. Ayakta duracak gücüm yoktu. Bir de bugün beni çok zorlamayacaktı, canım çıktı.

 

Beni süzdükten sonra konuşmaya başladı. "Tamam, bugünlük bu kadar yeter." Bulunduğu yerden ayrılıp karşımızda bulunan dolabın yanına gitti. İçinden bir peçete ve su çıkardı. Peçeteyi uzatarak, "Burnunu sil," dedi.

 

"Teşekkürler, kalpsiz adam."

 

"Bir kalbim olduğunu yakında öğreneceksin," deyip salondan çıktı.

 

Su içip evime gittim. On dakikalık yolu yarım saatte gelmiştim resmen. Hemen odama çıkıp duşa girdim. Duştan sonra hızlıca altıma bol bir pantolon üzerinede siyah suit body giydim. Ve saçımı bağladım. Hava güneşli olduğu için hemen bir güneş gözlüğü aldım. Yemek saatini kaçırmak istemiyordum çünkü çok açtım. Hızla aşağı inip eğitim alanına gittim. Kapıda beni sabah uyandıran kadını gördüm.

 

"Hoş geldiniz, Asel hanım."

 

"Hoş buldum, ismini bilmediğim kadın."

 

Gülerek konuşmaya başladı. Elinde bir telefon vardı. "Bu telefon sizin, Asel hanım. İçinde eğitmeninizin numarası var."

 

Hem konuşuyor hem yürüyorduk.

 

"Onun numarası gerekmiyordu ama neyse."

 

Merdivenlerden çıkarken kadın durdu.

 

"Karşıdaki kapı yemek haneye ait, Asel hanım," dedi ilgiyle.

 

Başımla onaylayıp yemek haneye girdim. İyi bir kadına benziyordu.

 

Büyük bir masada herkesin eğitmeni oturuyordu. Ve içeriye girdikten bir kaç dakika sonra bana bakan kalpsiz adam da oradaydı. Sahi ya, neden bana derinden bakıyordu? Onu boşverip tepsi alıp kendime yiyecek bir şeyler koymaya başladım. Tekli bir masaya geçip oturdum. Yemeğimi yerken yanıma gelen adama bakıyordum. Boyu gerçekten çok uzundu kafamı kaldırıp bakışmamıza sebep oldum.

 

Başımın üstüne koyduğum güneş gözlüğünü aldı. Ne yapıyordu o? "Bu şeyi takarak güzel gözlerini saklama, fındık burun," deyip göz kırptı. Arkasını dönüp yürümeye başladı. Bağırarak, "Sana inat, yağmurlu havada bile gözlük takacağım." Gözlüğü kendine takarak konuştu. "Ben de her zaman gözlüğünü alırım." Elimi masaya vurdum. "Sapık herif."

                                 ⚔

Eğitim alanına gittiğimde herkes oradaydı. Yine mi geç kalmıştım? Etrafı incelemeye başladım. Arkamızda bir masa vardı ve üstünde beş tane silah vardı. Karşımızda sıra sıra dizilmiş cam şişeler. Galiba bunlara ateş edecektik.

 

Kokoş konuşmaya başladı. "Biz seni beklemek zorunda değiliz," dedi ince sesiyle.

 

"Beklemek zorundasınız," dedim sırıtarak. Yavaş adımlarla eğitmenimin yanına gittim.

 

"Bir daha geç kalırsan hiç acımadan cezanı veririm," dedi soğuk bir tavırla. Sinirlenmiş miydi?

 

Arkamızdaki masanın üstünde duran silahlardan birini alıp yanıma geldi ve silahı elime tutuşturdu. Bununla onu vursam acaba ne olur?

 

"Sağlak olduğun için sağ elinle atış yap."1

 

Beni gerçekten iyi tanıyordu.

 

Yanıma gelip kolumdan ve belimden tutarak dediği pozisyona getirdi. Dokunuşuyla kas katı kesilmiştim. Konuşmaya başladığında nefesini boynumda hissediyordum. "Ateş et."

 

Ateş ettiğimde tam cam şişeyi vurdum. İşte bu be!

 

"Bu konuda sana güveniyordum," dedi beğenmiş bir tınıyla. Ben de kendime güveniyordum zaten. Arkamdan çekilip konuşmaya devam etti. "Aynı şekilde diğer şişeleri de vur."

 

Hepsini tek tek vurmaya başladığımda kendim ile gurur duyuyordum. Bu işte gerçekten iyiydim. Tekrar ateş edeceğim sırada yan tarafımdan gelen çığlık sesleriyle durdum.

 

"Gerizekalı, beni vurmayı nasıl başardın?" diye bağırıyordu sarı çocuk. Kokoş onu vurmuş muydu? Herkes sarı çocuğun yanına koşmaya başlamıştı. Ben hariç. Burada film izler gibi izlemeyi tercih ediyordum. Sarı saçlı çocuğun eğitmeni bağırarak, "Herkes evine gidebilir, bugünlük bu kadar yeter," dedi. Sarı çocuktan Allah razı olsun, onun sayesinde erken çıkıyorduk. Sırıtarak bahçeden çıktım. Biraz buraları gezsem bir şey olmazdı sanırım. Bahçeden çıkıp sağ tarafa döndüm, dümdüz gidiyordum, umarım kayıp olmazdım.

 

Daha çok yürüdüğümde uçurum gibi bir yere gelmiştim. Yerler yemyeşil çimlerle kaplıydı, ağaçlar vardı. Kuşların ötüşleri geliyordu kulağıma. Karşımda ise bir uçurum vardı; orayı saymazsak burası çok huzurlu bir yerdi. Çimlere yatıp gökyüzüne bakmaya başladım. Yaşadığım şeyleri düşündüm, inanılır gibi bir şey değildi. Ben böyle bir işe bulaşmıştım ama diğer hayatım ne olacaktı? Aslında böyle daha iyi olmuştu, değil mi? O sıkıcı hayatımdan kurtulmuştum. Ama sonu bunun sonu nasıl olacaktı? Bunların hepsini o toplantıda soracaktım. Acaba ailesi olanlar buraya nasıl gelmişti? O hayatını nasıl bırakmıştı? Ailesine kim haber vermişti? Benim bir ailem olmadığı için bu sorunları hiç yaşamıyordum ama keşke yaşasaydım.

 

Biraz daha hayatımı sorguladıktan sonra evime yürümeye başladım. Evime? Ne kadar çabuk kabullenmiştim. Yavaş adımlarla yürümeye devam ettim.

 

Eve girdiğimde odamda biri olduğunu fark ettim. O gelmişti, değil mi? Peki odamda ne yapıyordu? Sessizce merdivenleri çıkmaya başladım. Odamın kapısında durdum. Kitaplarımı getirmişti! Bütün hayatımı oluşturan o kitapları getirmişti ve yerleştiriyordu. Bu kitapların benim için ne kadar değerli olduğunu bildiği için getirmişti. Biri beni mutlu etmek için bir şeyler yapıyordu. Bu çok güzel bir duyguydu. Gözlerim dolmuştu.

 

"O kitapların hikayelerini biliyor musun?"

 

Arkasını döndüğünde beni gördüğüne şaşırmış gibi bakıyordu.

 

"Hayır, bilmiyorum. Kitapların içlerindeki notları her okuduğunda ağlıyordun. Ama neden ağladığını bilmiyorum."

 

"Neden okumadın içindeki notları?" diye merakla sordum.

 

"Çünkü hepsini senden dinlemek istiyorum."

 

"Seni daha tanımıyorum. Hayatımın en önemli şeyini anlatamam." Onu tanımıyordum ve güvenmiyordum da. Ama bugün yaptığı o şey kalbimi biraz olsun ısıtmıştı.

 

"Ben de bana güvenmeni beklerim o zaman."

 

Elindeki son kitabı da yerleştirmişti. Bomboş kitaplık şimdi ağzına kadar dolmuştu.

 

"Kahve yapacağım, içecek misin?" diye sordu.

 

"Kendi evinde iç, sen neden burada içiyorsun?"

 

"Buranın kahvesi daha güzel oluyor," deyip göz kırptı. Karşılığında gözlerimi devirdim. Aşağı inip kahve yapmaya başladı, ben sandalyede otururken o kahveleri yapıyordu. Kahveyi yapıp yanıma oturunca aklıma takılan soruyu sordum.

 

"Bu zihnimizi okumak için olan çip nerede takılı?"

 

"Sen nereden biliyorsun bir çip olduğunu?"

 

"Asistanım söyledi." Bu bir sıkıntı mıydı?

 

"Hayır, bir sorun yok." Bak, yine aklımı okudu, sinir oluyorum.

 

"Ensemizde takılı." Ne! Bu korkutucu. Aynı fantastik filmlerdeki gibiydi. Ayağa kalkıp arkasına geçtim, ne yapacağımı bekliyordu. Uzun saçları ensesindeki çipi kapatıyordu. Parmaklarımla saçlarını çektim, vücudu kaskatı kesilmişti. Bu dokunuş onu etkilemiş miydi? Çipi görünce hemen çekildim. Genzimi temizleyip yerime oturdum.

 

"Korkutucu," dedim ürkmüş gibi yaparak.

 

"Korkunç değil, sen fazla korkaksın," dedi gülerek.

 

Ben korkak falan değildim!

 

Kahvelerimizi yudumlarken konuşmaya başladı.

 

"Bir gün bana da her gece yaptığın o taylıyı yapar mısın?"

 

Gülmeye başladım. "Beni izlerken canın çekiyor muydu?"

 

"Hemde nasıl. Kendim yapmayı denedim ama olmadı." Soğuk bir tavırla konuşuyordu. Bu adam neden böyleydi?

 

"Belki yaparım."

 

"Sözünü aldım," söz verdiğimi hatırlamıyordum.

 

Merakla ona döndüm. "Sana bir şey soracağım."

 

"Dinliyorum."

 

"İsmin ne? Sen benim her şeyimi bilirken ben senin hiçbir şeyini bilmiyorum, adil değil, değil mi?" Gerçekten de adil değildi.

 

Yüzünde bir gülüş oluştu sonunda!

 

"İsmim Göktuğ. Bundan sonra kalpsiz demek yerine Göktuğ dersin."

 

Alaycı bir tavırla konuştum, "Kaç yaşındasın? Belki benden büyüksündür. Göktuğ ağabey derim."

 

"Bana ağabey demene gerek yok, yirmi altı yaşındayım," bir kaç saniye sessiz kaldı ardından tekrardan konuştu, "Peki, ben de sana bir şey sorabilir miyim?"

 

"Sor," dedim.

 

"Ama cevaplayacaksın."

 

"Tamam."

 

"Baban yaşıyor mu?" Bunu bildiğine adım gibi emindim. Herşeyimi bilen bir adamın bunu bilmemesi garip olurdu.

 

"Bilmiyorum, onunla görüşmüyorum."

 

Başını anladım şeklinde salladı.

 

Peki, onun bir ailesi var mıydı?

 

"Senin bir ailen var mı?"

 

Bu soruyu sormamı beklemiyormuş gibi bakıyordu. Yoksa onun da mı bir ailesi yoktu?

 

"Babam da ajanmış ama bir görevde hayatını kaybetmiş, ben o zaman üç yaşındaymışım. Ama ben babamın sevgisiyle büyüdüm, o yaşamıyordu ama bana bıraktığı anılarla baba sevgisiyle büyüdüm. Ve annem hâlâ yaşıyor."

 

Gözlerinin içine bakarak konuştum.

 

"Kızın babası yaşıyordu ama baba sevgisi nedir bilmiyordu. Adamın babası yaşamıyordu ama baba sevgisi ile büyümüştü."

 

Ne büyük çelişkiydi, değil mi? Gözlerim dolmaya başlamıştı. Bunu görünce ayağa kalktı.

 

"Toplantıya geç kalmıyorsun."

 

Başımı tamam şeklinde salladım. Ama tabii ki geç kalacaktım çünkü ben Asel Kılıç'tım, burnumun dikine giderdim.

 

Göktuğ'dan

 

Bu kızın o okyanus mavisi gözleri beni içine çekiyordu. O tatlı sesi uykumu getiriyordu. Evet, ona çok aşıktım; onun saçının teline zarar gelirse her yeri yıkar dökerim. Ama bunu ona belli etmiyorum çünkü önce onun bana aşık olması gerekiyor. Önce onun kalbini çalmam gerekiyor.

 

Koltukta oturmuş kahvemi yudumluyordum, tam bu sırada telefonum çaldı. Arayan kişi Yıldız Gezegeni genel müdürüydü; bu görevi başlatan ve bizi yöneten kişiydi. Aramayı yanıtladım.

 

"Dinliyorum efendim."

 

"Duyduğuma göre Asel göreve adapte olmuş."

 

Kaşlarımı çattım; haklıydı, Asel göreve garip bir şekilde hemen alışmıştı. Diğerleri kaçmayı planlarken, o böyle bir şeyi aklından bile geçirmemişti. "Doğru duymuşsunuz efendim."

 

"Böyle olması normal."

 

"Anlamadım?"

 

Sesindeki heyecan ve mutluluğu hissettim. "Gelecek zamanlarda ne demek istediğimi öğreneceksin."

 

1 Yıl önce

Bir insanın gözleri bu kadar güzel olamaz. Ama gözlerinin güzel olması bir şeyi ifade etmiyor. Sadece gözleri güzel. Ona yenilecek değilim, o kadar eğitim aldım, o kadar kolay aşık olmam." Yine oturmuş Asel'i izliyordum. İşimde başarılı biri olduğum için her şeyin en iyisini yapmaya çalışıyordum. Asel'i izlerken kapım çalındı.

 

"Gel."

 

Gelen Murat'tı.

 

Gülerek, "Yine mi o kızı izliyorsun? Sen aşık mı oldun bu kıza?" dedi.

 

"Saçmala Murat. Sadece işimi iyi yapıyorum. Bu kıza aşık olacağıma başka birini aşık olurum, daha iyi. Hem ben öyle kolay yenilmem." Kendimi açıklamaya çalışıyordum fakat gözlerinde bana inanmamışlık vardı.

 

"Sen öyle diyorsan." Gülmeye devam ediyordu.

 

"Sizin nasıl gidiyor araştırmalar?"

 

"Bizde her şey normal, senin gibi 7/24 bilgisayarın başında oturup insanları izlemiyoruz. Yani böyle de işimizi iyi yapıyoruz." Hâlâ gülüyordu.

 

Sinirle, "Biraz daha gülmeye devam edersen hastanelik olacaksın."

 

"Aman kardeşim, sen tarafından hastanelik olmak istemiyorum," deyip odadan çıktı.

Yenilmiştim...

O kızın okyanus mavisi gözlerine,

Kitapları okurken o gülüşüne, her sinirlendiğinde o yüzündeki tatlı ifadeye, kitap karakterleri ile kavga etmeye başlamasına, sevinmesine, uyumasına ben bu kızın her şeyine yenilmiştim...

Ben bir kıza aşık olmuştum...

Bölüm : 31.07.2024 00:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...