23. Bölüm
Nazan Karaermiş / Tahi̇n İle Pekmez / 23. 'Senin Yüzünden...'

23. "Senin Yüzünden..."

Nazan Karaermiş
nazankaraermis

Selin - Farkında Değildin

 

Melis Fis - Ne Gelir Elimizden?

 

Keyifli Okumalar.🤎

 

Yazar'dan;

 

"Aslında herkes potansiyel bir katildir. Kimileri elini kana bular, kimileriyse zihnini."

 

Sinan dalgın gözlerle televizyonu izlerken aslında izlediği şeyden bi'haberdi. Aklı bambaşka bir yerdeydi. Yaren'deydi. Yarenindeydi.

 

Gönlüne Yaren olan kadındaydı.

 

O kadar dalmıştı ki onu düşünürken, çalan kapı zilini bile duymamıştı. Gül ortalıktan kaybolduğu için Sümbül Hanım açmıştı kapıyı ıslak ellerini bir beze silerek. Yaren'le göz göze geldiklerinde bir an şaşırsa da gülümseyebilmişti.

 

Kapıyı Sümbül Hanım'ın açmasını beklemeyen Yaren bir an için afallasa da çabuk toparladı. "Şey, ben Sinan'a bakmaya gelmiştim ama... Geçmiş olsun demek için yani." diye mırıldandı utana sıkıla.

 

Sümbül Hanım kenara çekilip kapıyı açtığında, "Hoş geldin, buyur kızım gel içeri," dedi. Yaren içeriye girip ayakkabılarını çıkartırken elindeki tatlı paketini uzattı. "Ay kızım ne zahmet ettin?" dedi Sümbül Hanım. "Gel geç salona. Sinan da televizyon izliyordu. Benim mutfakta biraz işim var, halledeyim ben gelirim birazdan kızım."

 

Yaren başını sallayarak salona giderken Sümbül Hanım da mutfağa gitmişti. Oğluyla bu kız arasında bir şeyler olduğunu biliyordu. O bir anneydi. Çocuklarının ne hissettiğini ne yaşadığını tek bir bakışlarından anlardı.

 

Yaren salona girdiğinde yoğun parfüm kokusu gözleri televizyonda olan Sinan'ın kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. "Yaren," diye mırıldanıp başını kaldırmıştı ki ona bakan bir çift yeşil gözle karşı karşıya geldi. "Yaren," dedi yine, ikinci kez. Hem şaşkın hem mutluydu ama yansıtabildiği sadece şaşkınlığı oldu. Gülümsedi. "Hoş geldin." dedi. Bu, sıradan bir hoş geldinden daha fazlasıydı.

 

"Hoş buldum." dedi Yaren utana sıkıla. Tekli koltukta telefonuna gömülmüş Demir'e baktı bir an. Sinan'la yalnız kalmak, konuşmak istiyordu bu yüzden gelmişti buraya ama umduğu gibi olmamıştı.

 

Fakat gözlerini bile kırpmadan onu izleyen Sinan onun gözlerinden bu isteğini görmüş ve Demir'e dönmüştü. "Kalk lan, odana git." demişti kaşlarını çatarak. "Sabahtır telefona gömüldün zaten."

 

Demir başını bile kaldırmadı. Ciddi bir tavırla harıl harıl mesaj yazmakla meşguldü. "İşine bak Sinan." dedi ters bir tavırla.

 

Sinan gözlerini devirip içinden ağır bir küfür salladığında bu defa ayağıyla dürttü abisini. "Gül'e bak abicim, duş alacağım diye gitti iki saattir ortalıkta yok." diyerek onu kardeşine olan zaafından vurmayı denedi.

 

Ama Demir yemedi tabii. "Defne duştan çıkalı yarım saat oldu. Uyuyor." dediğinde Sinan'ın gözleri hayretle kocaman oldu.

 

"Nereden biliyorsun lan?" diye sorarken şaşkındı. "Sabahtan beridir yapıştın kaldın o koltuğa, nereden biliyorsun ne yaptığını?"

 

Demir tam o an başını kaldırdı ve ona bakan şaşkın kardeşine baktı. "Çünkü salondan çıkmadan önce ne yapacağını söyledi. Kapıların tıkırtılarını duydum. Defne sessizse eğer ya uyuyordur ya gizlice yemek yiyordur. Mutfakta olmadığına göre, uyuyor tabii ki." dedikten sonra Yaren'e çevirdi gözlerini. "Hoş geldin yenge hanım." dediğinde Yaren'in gözleri kocaman oldu, kızarıp bozarmaya başladı. Sinan ise abisini izliyordu. "Dışarıdayım ben, işlerim var. Akşam gelirim." diyen Demir salondan çıkıp iki sersem aşıkları yalnız bırakmıştı nihayet.

 

Demir'in gidişiyle Sinan silkinip kendine geldikten sonra Yaren'e baktı. "Gelsene." dedi yüzü gözü kızaran kıza yanını işaret ederek.

 

Yaren bir an Sinan'la göz göze gelince bakışlarını kaçırıp Sinan'ın yanına oturdu. Ona bakan ve bunu saklamayan adamın gözlerinden kaçmaya çalışırken, "Yemek yedin mi?" diye sordu çaresizce, konuyu değiştirmeye çalışarak. "İlaçların vardı içtin mi?"

 

Sinan başını salladı. "Sen gelmeden önce Gül çorba yapmış, onu içtim, ilaçlarımı da verdi." dediğinde Yaren başını sallayıp sustu. Konuşamadı. Başını eğmiş, kucağında birleştirdiği elleriyle oynarken sessizdi fakat Sinan buna müsaade etmedi. Çenesinden kavrayıp onunla göz göze geldiğinde bakışları yumuşaktı. "Sen neden geldin?" diye sordu. "Beni mi merak ettin?"

 

Yaren bir süre Sinan'ın gözlerine baktı. Baktıkça içine çekiliyor gibiydi ve bundan kaçamadı. Kaçmak da istemedi. "Evet," dedi ona kapılmış bir haldeyken. "Seni merak ettim, sana geldim." Son cümleyi söylerken gözleri dolmuştu. Sinan'ın ameliyathaneden çıkmasını beklerken ne çok dua etmişti bu an için. Bir sürü yeminler, sözler sıralamıştı peş peşe... Ve işte şimdi Sinan yanındaydı. O gece kulübünde olanlardan sonra sabah Tahir ona olanları anlatınca utanmış, köşe bucak saklanmıştı Sinan'dan. Ve o an anlamıştı bunların yersiz olduğunu. Ondan kaçıp gitmek, saklanmak isteyerek rezilliğini örtbas etmeye çalışmıştı ancak bilmediği bir şey vardı; ona bakan bu adam, onun her zerresine aşıktı.

 

"Ben çok korktum," dedi Yaren bir damla yaş sol gözünden aşağı yuvarlanırken. "Sana bir şey olacak diye çok korktum. Bilmiyorum... Yani sen ne hissediyorsun, ne düşünüyorsun bilmiyorum ama ben-..."

 

Sinan usulca Yaren'in sözünü kesti. "Aynı şeyleri hissediyoruz." dediğinde susmuş, kızarmış gözlerini irileştirerek şaşkın bir suratla onu izleyen, hayran hayran ona bakan adamı izliyordu. Sinan dudaklarındaki hafif bir tebessümle sevdiği kadının bir tutam saçını kulağının arkasına iliştirirken sarhoş gibi mırıldandı. "Senin de o gece barda söylediğin şarkıdaki gibi," diyerek o gece barda ona söylediği şarkının bir dizesine değindi. "Herkese meşgul kalbim, yalnız sana müsait."

 

Yaren ise iyice şok olmuştu. "N-Nasıl yani?" diye sorarkenki heyecanı, şaşkınlığı gözle görülmeye değerdi. "Yani şimdi sende beni..." Devam edemedi.

 

Sinan başını sallarken gülümsüyordu. "Evet Yaren," dedi. "Bende seni, bende sana kızım. Hem de köpekler gibi..."

 

Yaren ise iyice şaşırmıştı. "Köpekler gibi mi?"

 

Sinan'ın suratı hızla asıldı. O gece barda bana köpek dedin diye tutturuşunu unutmamıştı henüz. Yine aynı sahneyi yaşamaktan korkmuştu. "Köpekler gibi seviyorum, köpekler gibi aşığım sana Yaren. Sana köpek falan demedim yani. Hani öyle derler ya çok sevince... Köpekler gibi aşığım diye. Ondan yani."

 

Yaren ise şaşkınca onu izlerken durdurmuştu. Durdurmasa Sinan kendini aklayana kadar konuşacaktı. "Dur bi' Sinan ya, bana neden köpek diyesin ki zaten? Nereden çıktı bu?"

 

"Değil mi değil mi?" dedi Sinan kaşlarını çatıp başını sallarken. "Ben sana niye köpek diyeyim? İnsan sevdiği kadına köpek der mi hiç?"

 

Yaren de hak verircesine başını salladı. "E yani." dedi. "Niye diyesin ki?"

 

Sinan dümdüz bir suratla ayık haldeyken gayet tatlı, anlayışlı olan kadına baktı. "Kurban olayım bir daha sarhoş olma Yaren." dediğinde Yaren utanarak gözlerini kaçırdı. "Yemin ederim sarhoşken hiç çekilmiyorsun. Kafama sıkma raddesine getirdin beni. Aman diyeyim ağzına içki falan sürme sakın!"

 

Yaren'in duyguları karman çorman olduğunda birden gözleri doldu. "Sarhoş olsam sevmez misin beni yani?" diye sorarken beş yaşındaki bir kız çocuğundan farkı yoktu.

 

Sinan içinden ağır bir küfür sallarken o an anladı ki bu kadın sarhoşken de ayıkken de zaman zaman onu kafasına sıkma raddesine getirecekti.

 

Başı beladaydı ama bela da cezbedici bir güzelliğe sahipti.

 

Ona değerdi.

 

Bir Hafta Sonra;

 

Son bir haftadır Kara ailesinin küçük malikanesinde derin bir sessizlik hakimdi. Bu sabah da o günlerden biriydi zira Gül son bir haftadır kendini içe kapatmış, kendisine sorulan sorular dışında ne evde ne işte kimseyle konuşmuyordu. Son kaçırılma vakasından ötürü canlı yayını izleyen herkes onu tanıdığı için dışarıya çıkmak bile istemiyordu ama gitmesi gereken bir işi vardı. Canlı yayında Tahir'e söylediği şarkı yüzünden birçok müzik yapımcısı onun peşindeydi. Telefonu sürekli tanımadığı numaralar tarafından meşgul ediliyordu. Artık bu durumdan yılmıştı. Şirkette bile huzur vermiyorlardı. Ta ki Tahir durumu fark edene kadar...

 

Tahir, Gül'deki büyük değişimi hayretle izliyordu son bir haftadır. Onunla konuşma çabaları Gül tarafindan olumsuz karşılandığı için odasında onu izlemekle yetiniyordu sadece. Açıkçası yaşadıklarının psikolojik açıdan onu yorduğunu ve Gül'ün kendini dinlenmeye aldığını düşünüyor, bu yüzden üstüne gitmiyordu ama ondan uzak da kalamıyordu. Şimdilik uzaktan izliyor, Gül'ün canını sıkan durumları bertaraf ediyordu. Ama bu durum gün geçtikçe canını daha çok sıkıyordu.

 

Gül ise kendini sadece ailesine adamış, onların hep istediği gibi bir evlat olmaya çalışıyordu. Bulaşıkları makinaya diziyor, sofrayı kurup kaldırıyor, izin günlerinde sabahın erken saatinde kalkıp evi silip süpürüyor ve bazen yemekleri o yapıyordu. Tuhaftır ki yaptığı çoğu yemek de seviliyor, bitiyordu hemen. Son bir haftadır en ufak bir şaka yapmamış, yapılan herhangi bir espriye dahi gülmemişti. Yalnız kaldığı anlarda kitap okuyor, geceleri Sibel ile beraber kaldıkları oda da yatıyor ama kabusları onu uyutmadığı için soluğu üst kattaki Sinan abisinin yanında alıyordu. Onunla uyuyordu.

 

Sinan ise Gül'deki değişimden memnun değildi. Demir'in o sabahki büyü artık diyen haykırışı yüzünden Gül'ün içe kapandığını biliyor ve eski haline dönmesini istiyordu. Bu konuda netti. Gül eski haline, eski neşesine dönmeden onunla konuşmayacaktı. Nitekim konuşmuyordu da. Ama kız kardeşi geceleri gördüğü kabuslarla soluğu onun yanında aldığında ise sanki uykudaymış gibi bilinçsizce sarılmış gibi yaparak onu kollarının arasına çekiyordu. Gül'ün ise abisinin kollarının arasında onun kalbinin attığını, nefes aldığını bilerek uyuması ise sadece beş dakika sürüyordu. Sabahında Sinan erkenden kalkıyor bazen işe gidiyor, bazen kahvaltı masasında oluyordu. Peşinden beş dakika sonra da Gül uyanıp hazırlanıyor ve masadaki yerini alıyordu. Bu süreçte hiç konuşmuyorlardı ama Sinan ona bakmasa da tabağını dolduruyor, çayını karıştırıp önüne bırakıyordu.

 

Demir ise son iki gündür evde yoktu. Görevden döndüğü zamanlarda Gül ile uyumaya o kadar alışmıştı ki şimdi aynı evin içinde onun odasının önünden dahi geçmeyen, onunla konuşmadıkça konuşmayan kız kardeşini görmek bozuk sinirlerini iyice gerdiği için gitmişti. Nerede olduğunu kimse bilmiyordu. Bir sabah vakti, şafak sökmeden kendine hazırladığı ufak bir çantayla gitmişti evden. Gül eğer yokluğunu bilir, görürse onu arardı. Hep aramıştı, yine arardı.

 

Ama bu sefer aramadı.

 

Sümbül Hanım son olan olaylardan sonra epey çökmüştü. Demir'in ansızın, haber vermeden gidişi bir anne olarak onu endişeden deliye döndürürken Gül'deki büyük değişim ise onu mutlu etmiyor, aksine üzüyordu. Bu zamana kadar hep sitem etmiş, hep kızmıştı Gül'e. Gül ise şimdi onun istediği gibi davranıyor, bir dediğini iki etmiyordu fakat bu halinden hiç memnun değildi. Kızı eskisi gibi yaramazlık yapsın, esprileriyle, yersiz şakalarıyla onu bunaltsın istiyordu ama Gül'ün eskiye dönmeye niyeti yok gibiydi.

 

Sibel elinden geldiğince kız kardeşine vakit ayırıp onunla ilgilenmeye çalışsa da Gül yanaşmıyordu. Şu bir haftanın sonunda konuşmanın bir işe yaramayacağını anlayınca kardeşini serbest bırakmıştı Sibel. Ama bir eli, bir gözü daima üzerindeydi.

 

Ahmet Bey ise çocuklarındaki değişimin farkında ve sebeplerini biliyordu. Demir'in nereye gittiğini bilmese de neden gittiğini biliyordu mesela. Gül'ün neden kendini kapattığını, Sinan'ın neden onunla konuşmadığını... Her şeyin farkındaydı fakat o diğer aile üyeleri gibi çocuklarını sık boğaz etmektense biraz kendi haline bırakıyordu. Özellikle de Gül'ü. Gözlem yaptığı kadarıyla onunla konuşmaya çalışan herkesi itiyor, kendini daha da içe kapatıyordu. Bu yüzden ona biraz zaman tanımıştı Ahmet Bey.

 

Ahmet Bey her şey normalmiş gibi kahvaltısını yaparken karısının ona attığı pes artık mesajlı bakışlarını görmemişti. Sessiz geçen kahvaltıyı bölen ise Ahmet Bey'in telefonunun sesi oldu. Arayan Demir'di.

 

"Kim arıyor?" diye soran karısını yanıtsız bırakıp telefonunu aldı ve usulca balkona çıktı.

 

Aramayı yanıtlayıp telefonu kulağına yasladığında derin bir nefes de almıştı. "Efendim oğlum?"

 

"Baba," diyen Demir'in sesi yardım ister gibiydi. İki gündür uzaktaydı onlardan ama dayanamıyordu. Şu an tek istediği Gül'ün eski neşesine kavuştuğunu bilmekti. Sorduğu ilk soru da bu oldu. "Herkes nasıl?"

 

Özel olarak sormadı, soramadı ama Ahmet Bey anlamıştı oğlunun herkes derken aslında sadece Gül'ü kastettiğini. Çünkü Demir için herkes demek, sadece Gül demekti.

 

"Aynı," diye yanıtladı oğlunu. "Nasıl bıraktıysan öyle herkes."

 

Sustu Demir.

 

Ne diyeceğini bilemedi ama telefonu da kapatamadı.

 

"Sen?" diye sordu Ahmet Bey. "Sen nasılsın oğlum?"

 

Demir'in uzunca verdiği çaresiz soluk halini anlatmaya yetmişti ama yine de cevapladı. "Aynı," dedi. "Herkes gibi."

 

Uzunca bir sessizlik girdi araya. Ahmet Bey çocuklarının bir anda bu halde oluşuna kimseye çaktırmasa da fena içerliyordu. Herkesi toparlamaya, herkesle tek tek konuşmaya çalışsa da başaramamıştı. Bir yolunu bulup çocuklarını eskisi gibi bir araya toparlamalıydı.

 

"Baba..." dedi Demir ama Ahmet Bey konuşturmadı oğlunu.

 

"Neredesin bilmiyorum, sormayacağım da. Ama nereye gidersen git içinde birikenleri de kendinle beraber götürdüğün sürece huzuru bulamazsın. Aklın burada kaldığı sürece cennete de gitsen mutlu olamazsın oğlum. Orada, dört duvarın arasına sığmaya çalışır, kendi kendini yersin."

 

"Oraya da sığamıyorum baba." dedi Demir bir anda. "Defne'nin bu haline alışkın değilim." dediği noktada Ahmet Bey'in sözleri tokat gibi çarptı suratına.

 

"Ama böyle olmasını sen istedin Demir." dediğinde Demir nefes alamadı. Göğsü tıkandı sanki. "O sabah bağıra bağıra büyümesi gerektiğini söylediğin kardeşin şimdi istediğin gibi büyüdü. İstediğin bu değil miydi?" Demir'den cevap gelmedi. Ahmet Bey de bir cevap beklemedi. "Bir dahakine arayıp sormak yerine eve gel, kendin gör herkesin nasıl olduğunu." dedi ve telefonu kapattı.

 

Ahmet Bey derin bir nefes verip balkonda çocuklarını nasıl toparlayacağını düşünürken mutfakta muhabbet bambaşkaydı.

 

Sümbül Hanım oturduğu yerde sırtı ona dönük telefonla konuşan kocasını izlemişti. "Kimle konuşuyor bu adam?" diye kendi kendine konuşsa da herkes onu duymuştu.

 

Gül dedesinin ve Sinan abisinin biten çayını tazelerken, son bir haftadır espri ve şakaları üstlenen Mehmet, "Seni aldatıyor olmasın anne?" demişti gülerek. Gül'ün açtığı boşluğu doldurmaya çalışsa da bu kimseyi mutlu etmiyordu. Sanki bu yersiz şakaları Gül yapınca onlara daha komik geliyor gibiydi. Bu yüzden kimse Mehmet'in bu şakalarına gülmüyordu.

 

Sümbül Hanım uzakta kalışından sebep oğlunun ensesine bir tane patlatamadığı için ters ters bakmakla yetindi fakat annesinin yapamadığını oğlu yaptı. Sinan, Mehmet'in ensesine sağlam bir şamar indirdiğinde Mehmet'in kafası az daha tabağına yapışıyordu. "Salak salak konuşma lan!" dedi Sinan. Kardeşine salak mısın Cemile içerikli bakışlarını attı. "Aldatacak olsa burada mı yapar?" dediğinde Sümbül Hanım biri evlilik çağında biri ise ergen olan oğullarına hayıflanarak baktı. Tam bu sırada bu ikisini yaparken nerede hata yaptıklarını düşünüyordu.

 

Masanın baş köşesindeki Sami Bey gözlerinde yakın gözlüğü, elinde ayrılamaz parçası olan bulmacasıyla oturmaktaydı. Ortadaki hengameyi onun sesi bastırdı.

 

"Kareli kumaş?" diye sorduğunda bakışları Gül'deydi.

 

Kendisine soru sorulmadıkça konuşmayan, kendini günden güne soyutlaştıran torununa bakıyordu. Gül'de sorunun ona olduğunu fark ettiğinde sakince cevap verdi. "Ekose."

 

Verdiği cevap doğruydu ama bu Sami Bey'i mutlu etmedi. Bu soruya daha önce piknik örtüsü demişti. Yine benzer bir cevap bekliyordu fakat Gül de bugün onu şaşırtmamıştı. Son bir haftadır sorduğu her sorunun cevabını doğru veriyordu ve bu onu mutlu etmiyordu. Eskisi gibi onu sinirlendirecek cevaplar vermesini istiyordu çünkü torunun gözlerindeki yaşam hevesi gün geçtikçe biraz daha soluyordu.

 

Hoşnutsuzca, torununa ters bir bakış atıp önüne döndü. "Yanlış cevap," dedi. Bir yandan da bulmacadaki kutulara yenisini ekliyordu. "Cevap piknik örtüsü."

 

Gül cevap vermedi.

 

O sırada saatine bakan Sibel geç kaldığını fark ettiğinde hızla ayaklandı. "Ben geç kaldım, gidiyorum. Görüşürüz!"

 

Mutfaktan çıkmak üzereyken Mehmet'in söylemi onu durdurdu. "Şirket nişanlına ait ablacım, acele etmesen mi? Eminim sana anlayış gösterecektir."

 

"Şirket sınırları içinde o benim nişanlım değil, patronum, canım kardeşim. O yüzden acilen çıkmam gerekiyor. Oyalama beni!" Gitmeden önce Gül'e baktı. "Ablacığım sen gelmiyor musun?"

 

"İzinliyim," dedi Gül istifini bozmadan. Bir yandan çayını içiyor, bir yandan da kaçıncıyı okuduğunu bilmediği polisiye bir roman okuyordu. "Bugün gelmeyeceğim."

 

Sibel'in bakışları Gül'ün üzerinde oyalandı bir süre. Nedenini sorsa da söylemeyeceğini biliyordu. Derin bir nefes alarak çıktı. Peşinden Sinan ve Mehmet onu takip ettiğinde Ahmet Bey de içeriye girmişti. Gül gözlerini kitabından ayırmıyor, Sami Bey sessiz sessiz bulmacasını çözüyorken Ahmet Bey karısıyla göz göze geldi. İkisi sessizce yatak odasına geçtiler.

 

"Kimle konuştun bir saat?" diye sordu Sümbül Hanım kısık bir sesle.

 

Ahmet Bey onu yanıtladı. "Demir." dedi. "Demir'di arayan."

 

Sümbül Hanım'ın gözleri doldu. Demir'in ansızın gidişi onu çok etkilemişti. Gözünün önünde çocukları bir bir dağılıyor ve o toparlayamıyordu. "Nasılmış?" diye sorabildi titreyen sesiyle. "Neredeymiş? Göreve mi gitmiş?"

 

"Nerede olduğunu bilmiyorum ama göreve gitmediği kesin. Kafasını dinlemeye gitti sanırım. Gül'ün durumunu kaldıramadı. Kendini suçluyor, ki bu konuda haksız değil."

 

Sümbül Hanım gözlerinden süzülen iki damla yaşla kendini yatağa bıraktı. "Ne yapacağız?" diye sordu. "Nasıl toparlayacağız çocuklarımızı? Demir kendini suçluyor. Gül son olaylardan sonra kendini kapattı. Soru sormasak, konuşmaya çalışmasak iyice uzaklaşacak bizden. Sinan desen Gül, Demir yüzünden değiştiği için hem ona hem abisine öfkeli. Demir'i gördüğü zaman kaçıyor, gidiyor. Sibel desen bu kızın düğünü olacaktı, kardeşleri yüzünden erteledi. Mehmet... Kardeşlerin en küçüğü o ama son zamanlarda en büyüğü oymuş gibi davranıyor, ailemizi toparlamaya çalışıyor kendince." Derin bir nefes verdi Sümbül Hanım. "Ne yapacağız Ahmet? Gül'ü toparlarsak diğerleri de toplanır ama kızımızı nasıl toparlayacağız?"

 

Ahmet Bey karısının yanına oturdu çaresizce. "Bir bilsem... Ah bir bilsem..."

 

İkisi bir süre sessizce yerdeki halıyı izlediler ama akılları bambaşka yerdeydi. Birden bir fikir geldi Sümbül Hanım'ın aklına. Heyecanla, olur mu olmaz mı düşüncesiyle kocasına döndü. "Acaba dayınla Meltem'in yanına mı göndersek birkaç günlüğüne, hı? Belki onlarla olmak iyi gelir, toparlar belki Gül? Olmaz mı?"

 

Ahmet Bey kısa bir an düşündü. "Bilmem ki," dedi. "Dayımla anlaşamıyorlar. Daha da kötü olmasın?"

 

"Akşam yemeğe davet edelim. Bir bakarız, nasıllar diye. Ona göre Gül'ü göndeririz birkaç günlüğüne. Belki toparlar, iyi olur. Denemeden bilemeyiz ki."

 

Ahmet Bey'in başka çaresi yoktu. Teklifi kabul etti. Dayısının ve kız kardeşinin, kızına iyi gelmekten başka bir isteği yoktu o an.

 

****

 

Çevik Malikanesindeki durumlarda en az Kara Malikanesindeki gibi karışıktı. Son bir haftadır Tahir sinir yumağı gibi geziyordu evin içinde. Onun dışında herkes sessiz ve gergindi.

 

O sabah da diğer sabahlarda olduğu gibi yine kahvaltı masasında toplanmışlardı. Yaren bir haftadır Sinan ile sevgiliydi ve bunun tadını çıkartırıyordu. Her fırsatta onu arıyor, mesaj atıyor, bazen kalkıp yanına gidiyordu. Yıllar sonra iliklerine kadar sevilmenin hissini yaşıyor ve bunun tadını çıkarmaya çalışıyordu fakat bir yanı da kardeşi ve Gül için üzgündü. Gül ile ne kadar konuşmaya çalışsa da Gül tepkisiz kalmıştı. Gül'ün bir anda, aniden sessizleşmesi ve değişmesi ise herkesin dikkatini çekiyor, Çevik tarafı Tahir'i, Kara tarafı da Demir'i suçluyordu bu konuda çünkü bu ikili Gül'ün şımarıklığından ve çocuk tavırlarından bıktığını söylemişti bağıra bağıra.

 

Kenan ise bu ay planladıkları düğünü için heyecanlıyken Gül'ün durumu sebebiyle Sibel'in düğünü erteleyelim sözüyle sevdiğe kadına hak vermişti. İkisinin de kardeşi berbat bir haldeyken onlar yokmuş gibi yapıp eğlenemez, anın tadını çıkartamazlardı. Düğünü ertelemişlerdi fakat bu süreçte evlerini hazırlamayı, eşya seçimini ve yerleştirmesini tamamlamaya başlamışlardı. Bugün evleri için eşya seçecekler, birlikte vakit geçireceklerdi ve henüz Sibel'in bundan haberi yoktu.

 

"Düğünü ne zamana ertelediniz oğlum?" diye soran Kemal Bey'e Kenan dikkatini babasına verdi.

 

"İlkbahar'a erteledik baba." dedi sakince. "Önümüz kış biliyorsun. Kış gelmeden önce düğünü yapmaktı planımız ama Gül'ün durumu ve son yaşananlar ortadayken Sibel ertelemek istediğini belirtti, ki bu konuda haklı da."

 

Kemal Bey usulca başını salladı. "İyi yapmışsınız." dedi sadece.

 

O sırada suratı sirke satan Tahir kaşları çatık bir vaziyette girdi mutfağa. Yemek masasındaki yerini alırken öfkeli bakışları abisindeydi. "Gül bugün için izin almış?" dedi sorar gibi.

 

Kenan ise umursamaz bir tavırla kahvaltısını yapmakla meşguldü. "Evet," dedi sakin, vurdumduymaz bir tavırla. "Dün çıkıştan önce geldi, bugün için izin istedi, bende verdim."

 

"Sebep?"

 

Kenan kaşlarını çattı. "Ne sebep Tahir?" derken çatalı bıçağı bırakmıştı. "Kız geldi, kibarca izin istedi bende verdim."

 

"Sebebi neymiş abi?" diye sordu Tahir. "Neden izin istedi? Bir şey demedi mi?"

 

"Sormadım kardeşim. Sabah için izin aldı zaten. Öğleden sonra gelecek şirkete. Öyle söyledi."

 

Tahir daha fazla konuşmadı, soru sormadı ama meraktan içi içini yiyordu. Arasa ne diyecek, nasıl ve hangi yüzle soracaktı izninin sebebini. Aramasa da olmuyordu. Meraktan kendi kendini yiyip bitiriyordu. Oflayarak çayını içerken derin düşünceler içindeydi. Bir haftadır Gül ile olan konuşma çabaları hep olumsuz sonuçlanmıştı.

 

Gül, mecbur kalmadıkça onunla konuşmuyor, konuştuğu anlarda da ona patron muamelesi uyguluyordu. Bu da Tahir'i deli ediyordu. Eski Gül olsa sırf Tahir'i sinir etmek için ona patron muamelesi uygulamıyorken şimdiki Gül her şeyi kuralına göre yapıyordu.

 

Değişen tek şey bu değildi tabii.

 

Tahir de bu süreçte çok değişmişti. Elindekinin kıymetini onu kaybetmeden önce anlamayı, bilmeyi çok isterdi ama ne yazık ki elindekinin kıymetini kaybedince daha iyi anlamıştı. Gül artık eskisi gibi değildi. Her şeyden öte o gün ona bağırmasaydı Gül otoparka inmeyecek ve kaçırılmayacaktı. Bu yüzden kendini suçluyordu. O günden sonra Gül ne zaman yanına gelse bir anlaşma üzerinde de olsa, önemli bir toplantıda da olsa hemen iptal ediyor, Gül'e öncelik veriyordu.

 

Artık anlamıştı.

 

Sevdiği kadın, hayatındaki her şeyden daha çok önemliydi onun için ve artık, yalnız sevdiği kadın için her şeyden gözünü bile kırpmadan vazgeçerdi.

 

Fakat artık bu da çok geçti çünkü sevdiği kadın onu görmezden geliyordu ve nitekim bu en sessiz fakat en öldürücü intikam biçimidir.

 

Tahir dalgın bakışlarla öylece tabağına bakarken annesi Züleyha Hanım içli gözlerle oğlunu izliyor, Kemal Bey ise ne kadar üzülse de şirkette herkesin ortasında kıza bağırmasını affedemiyordu. Oğullarını böyle yetiştirmemişti çünkü. Oğluna bu yüzden kızgındı ama bir şey dememişti bu konuda. Zira Tahir yeterince üzgün ve kendini suçluyordu zaten.

 

Kemal Bey masadan kalktığında Züleyha Hanım da kocasını geçirmeye gitmişti peşinden. En küçük kardeşleri Peri henüz uyuduğu için masada üç kardeş kalmışlardı. Kenan bir yandan kahvaltısını yaparken bir yandan da yüzündeki tebessümle nişanlısıyla mesajlaşıyordu. Yaren ise bir eliyle gülüşlerini örtüp ses çıkarmamaya çalışırken diğer yandan da Sinan'ın ona gönderdiği mesajları okuyordu.

 

Tahir derin bir nefes alırken ablasıyla abisinin gülümseyen hallerini gördü. Ne çok isterdi şimdi kendisi de böyle gülümseyerek sevdiği kadınla mesajlaşmayı. Kendisine olan öfkesiyle kaşlarını çatıp bir ablasına, bir abisine baktı. "Çok mutlusunuz." dediğinde Yaren ve Kenan aynı anda Tahir'e baktı.

 

"Evet." dedi Kenan sadece.

 

"Senin mutlu olman ise sana bağlı." diye ekledi Yaren. "Kadınlar çaba gösteren, ilgi gösteren erkekleri severler kardeşim. Sen burada durup kendine kızacağına al Gül'ü karşına, otur konuş."

 

Tahir'in omuzları düştü. "Denemedim mi sanıyorsun abla?" dedi. "Kaç kere konuştum, konuşmaya çalıştım ama her seferinde bir duvardan farksızdı. Dinliyor, öylece, bomboş, hissizce bir duvara bakar gibi bakıp gidiyor."

 

Yaren usulca kalktı masadan. "Zamanını bekle." dedi gitmeden önce. "İkinizde kırgınsınız, öfkelisiniz, yaralısınız. Zamanını bekle, her şey düzelecek."

 

"Bu zaman dedikleriniz de gelmiyor bir türlü!" diye söylendi Tahir ablasının gidişini izlerken. "Ne zaman bu doğru zaman?"

 

"Zaman gecikirse zehre dönüşür, erken gelirse tat alamazsın. Doğru zaman geldiğinde o seni bulur." diyen abisi de Yaren'in peşinden kalktığında Tahir iyice sinirlenmişti.

 

"Peki ben doğru zamanın geldiğini nasıl anlayacağım?"

 

"Anlamayacaksın!" diye bağırdı Kenan kapı girişinden. "Hissedeceksin kardeşim!"

 

Tahir bu söylemlerden hiçbir halt anlamamıştı. Aksine iyice kafasını karıştırmışlardı. Söylene söylene o da kalktı masadan. "Sorsan hepsi filozof anasını satayım!"

 

****

 

Gül'den;

 

"Hayatımız boyunca farklı kalıplara sokulmaya çalışırız. Sürekli birileriyle kıyaslanır, kusurlarımızla anılırız. Sanki bir robotmuşuz gibi insanların bizi yönlendirmesini dinleriz, onlara uymaya çalışırız, dediklerini eksiksiz yapmaya çalışırız. Bir insan olduğumuzu unuturuz bazen. Bizi, hiçbir kusuru olmayan mükemmel birine dönüştürmeye çalışanlar insan olduğumuzu unutturur bize. Oysa herkes tektir, biriciktir ve herkesin ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın kusurları ve hataları vardır. Önce biz kusurlarımızı, hatalarımızı bileceğiz, düzeltebildiğimizi düzelteceğiz, düzeltemediğimizi ise seveceğiz. Öncelik biziz. İlk basamağa kendinizi koymazsanız bir başkasını da sevemezsiniz, anlayamazsınız."

 

"Peki ben sevmek ve sevilmek istemiyorsam?" diye sorduğumda psikoloğum gözlüğünün üstünden bana baktı.

 

"Her insan sevilmek ister. Ama bunun için önce sevmek gerekir. Ne verirsen onu alırsın. Ne kadar verirsen o kadar alırsın. Bu hayatın döngüsü Gül Hanım. Ve biz insanız. Sevmek ve sevilmek de en büyük ihtiyaçlarımızdan biri. Bir sevgi, bir de sevgisizlik insana her şeyi yaptırabilir."

 

Derin bir nefes veren doktorum anlayışlı gözlerle bana bakıyordu. Gözlerinde küçümseme, alay etme yoktu. Beni anlıyordu. "Duygularınızı bastırmayın. Çünkü bastırılan her duygu zamanı geldiğinde büyük bir patlaklık verir. Yok saymaya çalışmayın. Bırakın acısın, acıtsın canınızı bundan korkmayın. Aksine o acıyı yaşayıp, kabullenip, içinizde sindirip öyle hayatınıza devam edin. Ve asıl önemlisi, bu hayat sizin. Bu hayatın yazarı sizsiniz. Kitabınızı kendi istediğiniz kalemle, istediğiniz renklerle doldurun ve kimsenin buna müdahale etmesine izin vermeyin. Çünkü ömrümüz boyunca bize sunulan tek bir kitap var ve onu en güzel, en içimize sinen, bizi en mutlu eden şekilde doldurmak ise bizim elimizde. Hayallerinizi ve isteklerinizi yaşayın."

 

Psikoloğumun her bir cümlesi beni ciddi anlamda rahatlatsa da tam anlamıyla mutlu olamıyordum. İçimde bir yerlerde hâlâ suçluluk duygusu vardı.

 

Gözlerimi tavana diktim ve bir noktaya odaklandım. Hiç kırpmadan gözlerimi tavanı izledim. İçimde boğuluyordum.

 

"İçimde sıkışıp kaldım. Kimseyle konuşmak istemiyorum ama kendimi de çok yalnız hissediyorum. Sanki kendi hikayemden çıkıp başka birinin hikayesine başka bir rol de dahil olmuşum gibi. Bu yaşadığım hayat benim hayatım değilmiş gibi. İki kez... İki kez ölüm beni teğet geçti ama bu bile artık beni korkutmuyor biliyor musunuz? Ne çocuk bedenimde tanıştığım kanser korkuttu beni ne de o gün üstümde bulunan bomba yüklü yelek... Ölüm benim hayatımın bir gerçeği ve biliyorum bir gün gelip beni bulacak. Bunu kabullendim. Hatta öyle ki ölümü hayatımın merkezine koydum. Onu kabullendim ve onun etrafında yaşıyorum. Ben, beni bulacak ölümü kabullendim ama sevdiklerime gelecek olan ölümü aşamıyorum. Her gece iki kurşun sesiyle uyanıyorum. Sanki gerçek gibi bir kabusla uyanıyor ve soluğu Sinan abimin yanında alıyorum. Onun nefes aldığını bilerek, hissederek tekrar daha rahat bir uykuya dalıyorum..."

 

"Abiniz, yani bahsettiğiniz abinizin sizin hakkındaki düşüncesi ne? Değişiminizi, duygularınızı bastırıp bir anda değişmenize karşılık tepkisi ne oldu?"

 

Derin bir nefes aldım ama aldığım her nefes beni boğuyordu. "Bana öfkeli. Eski halime dönmeden benimle konuşmayacağını söyledi, ki konuşmuyor da. Geceleri gördüğüm kabusun etkisiyle yanına gidip yatmama ona sarılmama izin veriyor ama."

 

Geceleri onun yanına gittiğimde uyanık olduğunu biliyordum. Yanına uzanıp ona sarılmama izin veriyor, beni kolları arasında uyutuyordu. Ama sabah olduğunda erkenden kalkıp gidiyordu ve uyandığımda onu göremiyordum. Kahvaltı yaparken kendinden önce benim tabağımı dolduruyordu. Bunu yaparken yüzüme bile bakmıyor, benimle konuşmuyordu. Ben yokmuşum gibi davranıyordu. Belki de buydu kendimi suçlu hissetmeme neden olan şey.

 

Onun beni yok sayması...

 

"Siz nasıl hissediyorsunuz peki bu konuda?"

 

Omuz silktim. "Öfkesi umrumda değil." dedim. Gerçekten umrumda değildi. Ona benim yüzümden zarar gelmediği sürece isterse beni yok saysın, kabulüm. "İsterse benimle hiç konuşmasın. Eskiye dönemem artık. Değiştim. Bir gün çevremdeki insanlara zarar verdiğim için değiştiğimi anlayacaktır."

 

Psikoloğum derin bir nefes verdiğinde oralı olmadım. Benim için önündeki deftere notlar aldıktan sonra bana döndü yeniden ama ona bakmadım.

 

"Duygularınızı bastırarak hayatın size vereceği acıları engelleyemezsiniz Gül Hanım. Bir söyleminiz veya bir davranışınız birilerini rahatsız etti diye onlara zarar vermiş olmazsınız. Hayatın size vereceği acılara engel olamazsınız ama o acıları hafifletmek sizin elinizdedir."

 

****

 

Akşam için harika bir masa kurulmuş, masanın üzeri çeşit çeşit yemeklerle donatılmıştı. Meltem ve büyük dayı İhsan Bey masadaki yerlerini almıştı. Herkes Gül'ün gelmesini bekliyordu çünkü bu masa onun için kurulmuştu.

 

Sümbül Hanım endişeyle oturduğu yerde kıpırdanırken kocasına döndü. "Bir daha arasana Ahmet, nerede kaldı bu kız?" demişti ki kapının açılma sesi duyuldu. Ve birkaç dakika içinde Gül mutfağa giriş yapmıştı.

 

"Nerede kaldın kızım?" dedi Sümbül Hanım kızına bakarken. "Saat kaç oldu, merak ettik seni."

 

Gül nerede olduğunu söylemedi. "Geldim anne." dedi sadece.

 

Ardından büyük dayısının geldiğini gördüğünde yanına gidip elini öptü. Bu başta İhsan Bey'i olmak üzere herkesi şaşırtırken Gül halasının da yanağına bir öpücük bıraktı ve masadaki yerini aldı. İkiliye "Hoş geldiniz." demesiyle İhsan Bey cin çarpmışa döndü. Bu hiç beklemediği bir tavırdı. Son iki haftadır Gül'ü hiç görmemişti çünkü onu kaçırıp üzerine bomba yüklü yelek giydiren herifi bulmaya çalışıyordu. Bu süreçte bir kere bile onlara gelmemişti ama Gül'ün durumundan haberdardı fakat bu kadarını beklemiyordu. Şaşırmıştı.

 

"Nasıl yani?" diye sorması fazlasıyla komikti ama kimse gülmedi. "Ne işin var senin burada demen gerekiyordu bana."

 

Gül hayretle ona baktı. "Büyüklere böyle şeyler söylenmez. Ayıp. Başımızın üstünde yeriniz var, değil mi baba?"

 

Ahmet Bey dayısına kafasıyla kızını işaret ederken Gül'ü yanıtladı. "Evet kızım."

 

İhsan Bey bu duruma inanamıyordu. Gül'ün kendini dağıttığını biliyordu ama bu kadarını beklemiyordu. Gözlerini kısmış onu izlerken Gül sakince boş tabağını izliyordu.

 

Mehmet ise kendince ortamdaki tuhaf sessizliği dağıtmaya çalışarak, "Niye geldin?" dedi büyük dayısına. İhsan Bey'in kaşlarını çatarak ona bakmasıyla birlikte dudaklarındaki gülüş silinirken yanında oturan Sinan abisi ensesine okkalı bir silleyi geçirmişti. "Ablamın kafa gidik ya bu ara eski halini aratmayayım diye şey etmiştim..." diye mırıldanan sesi sonlara doğru kısıldı.

 

Herkes çok heyecanlı bir filmi izler gibi gözlerini Gül'e dikti. Gül ise üzerindeki bakışlardan bihaber tabağına koyduğu bir kaşıklık pilavı yemekle meşguldü. Son zamanlarda ciddi bir kilo kaybı yaşıyordu. Ailesinin gözlerinin önünde çökmüştü ve bu durum Sümbül Hanım'ı kahrediyordu. İhsan Bey, gelininin üzüntüsünü gördüğünde bakışlarını Gül'e çevirdi yeniden. "Gül," diye seslenip onun dikkatini çekmeyi başardı. "Bu hafta bizimle kalmaya ne dersin?" diye sordu ılıman bir yaklaşımla. "Hem biraz havan değişmiş olur. Bak halan da var. Kız kıza takılırsınız biraz."

 

Gül safça bir dayısına bir de ona istekle bakan halasına baktı. Bu döngüyü üç kere tekrarladıktan sonra nihayet kararını verdi. "Olur." dedi omzunu silkerek. "Nasıl isterseniz dayı."

 

Gül yeniden tabağına döndüğünde İhsan Bey derin bir nefes aldı. Normal şartlar altında Gül bu kadar çabuk kolay kabul etmez, ben istersem gelirim siz istiyorsunuz diye değil diyerek onu terslerdi fakat Gül kendinde değildi. Sanki bedeni başka bir ruha sirayet etmiş gibiydi. Onun kendine ait enerji dolu ruhu yok olmuştu bir anda ve bu bariz bir şekilde dikkat çekiyordu.

 

İhsan Bey yeğenine ve gelinine siz merak etmeyin ben onu özüne döndürürüm bakışları attı fakat ertesi günün akşamında sinir krizleri eşliğinde Gül'ü kulağından tutup sürükleyerek geri getireceğini şimdilik o da bilmiyordu.

 

Ertesi Sabah;

 

İhsan Bey burnuna gelen sucuklu yumurta kokusuyla uyandığında şaşkındı çünkü evdeki kahvaltıyı bir tek o hazırlardı. Meltem yumurta kırmayı bile bilmez, bilse de tırnakları zarar görecek diye yapmazdı. O yüzden kahvaltı İhsan Bey'e kalırdı. O da bir tek kahvaltıyı hazırlar, geri kalan yemek temizlik işlerini kahvaltıdan sonra gelen kadın hallederdi.

 

Kadın kahvaltıdan sonra geldiğine, Meltem de kahvaltıyı hazırlamadığına göre öyleyse kimdi bu sucuklu yumurtayı pişiren?

 

İhsan Bey yataktan kalkıp odasından çıktı ve mutfağa kadar sucuklu yumurtanın kokusunu içine çekip çekip durdu. Mutfağa geldiğinde şokla kapıda durdu, içeriye giremedi zira gördüğü görüntü onu şok etmişti.

 

Gül ona arkası dönük bir şekilde sucuklu yumurtayı pişiriyordu. Masanın üzeri envai çeşit kahvaltılık ve böreklerle donatılmıştı. İtiraf ediyordu, şok olmuştu ve yine itiraf ediyordu; bu yeni sürüm Gül onun çok hoşuna gitmişti.

 

Dudakları keyifle kıvrıldığında odasına geri döndü İhsan Bey. Yatağını topladı, üstünü değiştirdi ve elini yüzünü yıkadı. O esnada kapısı da çalmıştı. "Dayı kahvaltı hazır." dedi Gül dışarıdan.

 

İhsan Bey hayretler içindeydi ikinci kez. Bu kıza bu kelimeyi kafasına silah dayamasına rağmen söyletememişti ama şimdi Gül üzerinde hiçbir baskı yokken pek de güzel dayı diyordu. Valla bu yeni sürüm Gül onun çok hoşuna gitmişti ama eski Gül ile dalaşmak, kavga etmek de onun için ayrı keyifliydi.

 

İhsan Bey mutfağa geçtiğinde Meltem incecik saten siyah geceliği ve geceden saçına taktığı bigudilerle masadaki yerini almıştı bile çoktan. İhsan Bey hem Gül'ün hem de Meltem'in başının üzerine birer öpücük kondurup baş köşeye geçtiğinde kahvaltı faslı başlamış oldu.

 

"Bugün Rüzgar'la buluşacağım." dedi Meltem çayına attığı şekeri karıştırırken. "Akşam da beraberiz. Beni beklemeyin."

 

Dün geceyi Gül ile geçirmiş, birlikte üç film bitirip biraz sohbet etmişlerdi ama Gül de değişen bir şey olmamıştı. Sabaha karşı yatmalarına rağmen Gül sanki tüm gece uyumuş dinlenmiş gibi dinç ve enerjik görünüyordu. Fakat Meltem ara ara esniyordu.

 

İhsan Bey hayretle baktı yeğenine. "Hani evlenmeyecektin sen?" diye sordu alay eden bir tonla. "Hani sana göre değildi bu işler? Şimdi adamın götünden ayrılamıyorsun."

 

İşin aslı Meltem de hayret ediyordu kendine ama bunu dayısına çaktırmadı pek tabii. Son haftalarda birlikte vakit geçiriyorlar, sabah konuşmasalar akşam konuşuyorlar, neredeyse her gün bir saatliğine de olsa bir buluşma ayarlıyorlardı fakat son günlerde buluşamadıkları için Rüzgar Meltem'e böyle bir teklifte bulunmuş, Meltem'de kabul etmişti. Bu önceden planladıkları bir şey olduğu için erteleyemiyordu. Zaten dün gece Gül'e bundan bahsettiğinde Gül de gitmesini, planlarını ertlememesini söylemişti. "Bu sefer öyle böyle değil dayı, çok büyük sik yedim!" dediğinde dayısının ters bakışlarından nasibini almıştı fakat umrunda olmadı. Bir kahkaha koyverdi. "Valla bir anda oluyor kuzum ya!"

 

Çayından bir yudum alan Gül'ün, "Düğün ne zaman hala?" diye sorarak sohbete dahil olması herkesi şaşırtırken Meltem çabuk toparlandı ve uzanıp yeğeninin yüzünü sevdi.

 

"Düğünle uğraşamam tatlım hiç benlik şeyler değil biliyorsun. Biz nikah kıyacağız sadece. Anlayacağın evlilik teklifi bekliyorum. Teklifi alır almaz nikahı basacağım."

 

"Bundan Rüzgar'ın haberi var mı?"

 

"Her şeyi ben söyleyeceksem o ne sik yiyecek? Onu da bir zahmet düşünsün yapsın yani!"

 

İhsan Bey gözlerini devirip önüne döndüğünde kahvaltı faslı devam etti. Kahvaltı biter bitmez Meltem hazırlanmaya giderken Gül de mutfağı toparlamış, bulaşıkları makineye dizip çalıştırmıştı.

 

"Ben gidiyorum!" diye bağırdı Meltem dış kapının oradan. "Ben yokken evi dağıtmayın, iyi geçinin!" diye ekledikten sonra saniyeler içinde gözden kayboldu.

 

İhsan Bey yeğeninin bu söylemine göz devirdi. Ciddiye almadı. Ne olabilirdi ki en kötü?

 

Üç Saat Sonra;

 

İhsan Bey kedi yavrusu gibi ensesinden tuttuğu Gül'ü, yeğeni Ahmet Bey'in önüne fırlattı. "Al bunu Ahmet!" diye bağırdı sinirden kıpkırmızı olmuş suratıyla. "Fabrika ayarlarına geri dönmeden getirmeyin bir daha bunu bana!"

 

Ahmet Bey anlamayan gözlerini kollarının arasındaki kızına çevirdi. Gül'ün gözleri dolmuş, ıslak köpek yavrusu misali babasına bakıyordu. "Ne oldu dayı?" diye sordu gözlerini dayısına çevirerek. "Ne yaptı Gül?"

 

"Kötü hiçbir şey yapmadım baba, yemin ederim!" dedi Gül hızla kendini savunarak.

 

Fakat İhsan Bey'in surat ifadesi kırmızı görmüş boğa gibiydi. Sanki Gül ona büyük bir kötülük yapmış gibiydi. "Daha ne yapacaksın?!" dedi ters ters Gül'e bakarken. Onu işaret edip yeğenine çevirdi öfkeli gözlerini. "Sabah görevli kadın gelecekti. Kadın gelmiş senin bu kızın göndermiş kadını. Bütün evi baştan sona silip süpürdü, çamaşırları yıkadı, kuruttu, ütüleyip dolaba yerleştirdi. Bize üç gün yetecek kadar yemek yaptı."

 

Ahmet Bey'in kafası karıştığında anlamaz gözlerle dayısına baktı. "Temizlikte yanlış bir şey mi yaptı dayı?" diye sordu. Zira dayısının neye kızdığını anlamamıştı bir türlü.

 

İhsan Bey hoşnutsuzca burun kıvırdı. "Hayır," dedi. "Görevli kadından bile güzel temizledi evi."

 

"O zaman çamaşırları mı yanlış yıkadı, kuruttu veya ütülerken yaktı mı?"

 

"Hayır," dedi İhsan Bey yine. "Elinde yıkasa bu kadar güzel yıkayamazdı. Kıyafetler mis gibi kokuyor ve harika ütülenmiş."

 

"O zaman yemekleri yaktı, değil mi?"

 

İhsan Bey burnundan soludu. "Hayır, yemekler de güzel. Usta bir şef çağırsam bu kadar güzel yapamaz."

 

Ahmet Bey'in kafası hepten karışmıştı. Tuhaf bakışlarla dayısına bakıyordu. "Öyleyse sorun ne dayı?"

 

İhsan Bey, babasının kollarının arasında küçük bir kız çocuğu gibi duran ve içini çeke çeke ağlayan kıza baktı öfkeyle. Eski Gül olsaydı çoktan ona çemkirir, o temizliği yapmaz, kıyafetleri ütülerken bile isteye yakar ve o yemekleri mahvederdi. İhsan Bey de aslında bunu istiyordu. Onunla dalaşmayı seviyordu. Gül'ün sadece ona değil herkese karşı boynunu eğmeyişi, haksız dahi olsa üste çıkması onu mutlu ediyordu. Kendi ayaklarının üzerinde dimdik durduğunu ve kimseye minnet eylemediğini görmek istiyordu. Fakat şu anki Gül öyle değildi. Kendini savunmak yerine babasının kollarının arasında ağlıyordu ve İhsan Bey onun ağladığını gördükçe daha çok öfkeleniyordu.

 

"Sadece bu değil!" dedi hiddetle elini savurarak. "Bahçedeki tüm ağaçlarımı budadı!"

 

"Ağaçlara zarar verdiğini mi söylüyorsun yani?"

 

İhsan Bey yeğenine ters bir bakış attı. "Hayır," dedi hoşnutsuzca. "Bilakis benden bile güzel budadı ağaçları."

 

Ahmet Bey'in kafası iyice karıştı. "Sorun ne o zaman dayı?" diye sordu sitemle. "Temizlik yaptı diyorsun, güzel yapmış. Kıyafetleri yıkadı ütüledi diyorsun, onu da güzel yapmış. Yemekleri de harikaymış. Ağaçlara da zarar vermemiş. O zaman sorun ne dayı? Ne yaptı benim kızım?"

 

İhsan Bey bir anda patladı. "Sorun da bu zaten!" diye bağırdı öfkeyle. "Tüm bunları güzel ve kusursuz yapması! Böyle yapmamalıydı. Evimi mahvetmeli, ağaçlarıma zarar vermeliydi. Ben bu yeni sürüm Gül'ü sevmedim. Bu düzelmediği sürece bana getirmeyin!"

 

İhsan Bey arkasına bile bakmadan gittiğinde Ahmet Bey iç çekerek dayısının gidişini izledi. Şimdi anlamıştı sebebini. Gül'ün kendisine kafa tutmasını istiyordu dayısı. Onunla dalaşmak, kavga etmek hoşuna gidiyordu. Ahmet Bey bunu bir saygısızlık olarak görür ve sürekli Gül'ü saygılı davranması konusunda uyarırdı ama şimdi görüyordu ki dayısı Gül ile böyle anlaşıyor, onu bu şekilde seviyordu.

 

Derin bir iç çekip başını eğdi ve kollarının arasındaki kızına baktı. Beş yaşındaki küçük bir çocuktan farksızdı. Kıyamadı. "Hadi gel, eve gidelim kızım." dedi gülümseyerek.

 

Gül avuç içleriyle gözlerini silerken iç çekiyordu hâlâ. Derin bir nefes aldı ve babasına gülümsedi. Küçükken olduğu gibi babasının elini tutup eve doğru ilerlemeye başladılar.

 

****

 

Çevik ailesi toplanmış soluğu Kara Malikanesi'nde almıştı. Sinan'a hem bir geçmiş olsuna hem de Gül'ün son durumunu kontrol etmeye gelmişlerdi. Salondaki herkes gergince bir Gül'e bir de Tahir'e bakıyordu. Tahir kimseyi umursamadan, ona fazlasıyla yabancı gelen Gül'ü izliyordu fakat Gül, Tahir dışında herkese bakıp gülümsüyor, boşalan çay bardaklarını takip ediyordu gözleriyle. Biri çayını bitirirse hemen tazelemeye koşuyordu.

 

Sinan'ın arkadaşları Okan, Serhan ve Selim de iki saatliğine ekip arkadaşlarını görmeye gelmişlerdi fakat istemede bir köşede oturan damadın arkadaşları gibi hepsi bir köşeye sinmiş ve gergin geçen anı izliyorlardı. Fakat Okan daha fazla buna dayanamadı.

 

Kalan son yudum çayı höpürdeterek içtiğinde tüm bakışlar ona çevrilmişti fakat o umursamadan çay bardağını orta sehpanın üzerine bıraktı. "Ziyade olsun."

 

Gül hemen ayaklandı ve bıraktığı bardağı aldı eline. "Çay dolduruyorum Okan abi." dediğinde Okan hayatının şokunu yaşadı. Tamam Gül ile ilgili bazı söylentiler kulağına gelmişti ama bu kadarını beklemiyordu. Zira Gül sikseler ona abi demezdi.

 

"Abi mi?" diye mırıldandı şaşkınlıkla. Dirseğiyle Serhan'ı dürterken şaşkın bakışları Gül'deydi. "Bana abi diyen bu kız Gül mü yoksa onun bir simülasyonu mu lan?!"

 

Serhan bir şey demedi, ben sana demiştim bakışları dışında.

 

Okan hâlâ inanamıyordu. "Abi mi dedin sen bana?" diye sordu. İkna olmak istiyordu ama bu o kadar kolay değildi. Gül'ü tanıyordu çünkü. O kız işi düştüğünde bile ona abi demezdi. Fakat karşısındaki kız ona abi demişti.

 

Okan sevdiğim kız bana abi dedi moduna giren aşıklar gibiydi fakat çabuk toparladı. Bu onu keyiflendirdiğinde geriye yaslandı, ellerini ensesinde birleştirdi ve sol ayak bileği sağ dizinin üstünde yer edindi. "Doldur bakayım Okan abisinin Gül'ü." diyerek bu anın tadını çıkarttı.

 

"Kendi çayını kendin doldur Okan!" diyen Sinan'la gülüşü solarken hızla oturuşunu düzeltti ve homurdanarak Gül'ün elindeki bardağını aldı.

 

"Ulan şu deli kırk yılın başı bana bir abi dedi, ne güzel tadını çıkartıyorduk ona da izin vermediler anasını satayım!" diye ağzının içinde söylenerek mutfağa giderken Sinan'ın delici bakışları Okan'ın sırtındaydı. Kimsenin kardeşinin bu durumunu kullanmasına izin vermezdi.

 

"Ee Sinan oğlum," diye konuya girdi Kemal Bey. "Nasılsın? Epey toparlamış gördüm seni."

 

Sinan müstakbel kayınpederinin karşısında toparlandı. Tam lafa girecekti ki, Mehmet söze atladı. "Nasıl olsun işte, Diyarbakır karpuzu gibi akşama kadar yatıyor. Oturmaktan bir tarafları lav bardağı gibi genişledi." diyerek ortamı yumuşatmak adına güldüğünde abisi kafasına bir tane geçirmiş ve kardeşini susturmuştu.

 

Ardından saygılı bir tavırla biraz da gergin bir halde müstakbel kayınpederine baktı. "İyiyim efendim. Toparladım çok şükür. Yarın işe başlıyorum Allah'ın izniyle."

 

Kemal Bey'in yanında oturan Yaren'e gözleri sık sık kaymaya çalışsa da bakmadı. Sanki ona bakmazsa kimse ona aşık olduğunu anlamazmış gibiydi. Kemal Bey başını salladı. "Geçmiş olsun tekrardan oğlum." dedi. Kayınpederi ona oğlum dedikçe Sinan gaza geliyordu ama kendini durdurdu çok şükür.

 

Sohbet yine kısa bir sessizliğe uğradığında bu defa konuşan Züleyha Hanım oldu. "Sümbülcüğüm tatlı çok güzel olmuş. Nasıl yaptın? Ben tutturamıyorum bir türlü."

 

Sümbül Hanım konuşacaktı ki Mehmet yine konuya atladı. "Anacığım içine sevgisini katarak yapıyor Züleyha Hanım teyzeciğim."

 

Sümbül Hanım'ın alev, ateş, füze atan bakışları oğluna yöneldiğinde Mehmet anında sesini kesti ve Sümbül Hanım yüzüne kondurduğu tatlı gülümsemeyle dünürüne baktı. "Tatlıyı Gül yaptı. Benim kızlarımın yaptığı her şey güzel olur." diyerek kızlarıyla övündü. Onlara kızsa da onlarla hep gurur duymuştur çünkü.

 

Kemal Bey bu defa dünürüne döndü. "Hangi takımı tutuyorsunuz Ahmet Bey?"

 

Yine, yeni ve yeniden Mehmet müdahil oldu konuya. "Ölümüne bordo maviliyuk!"

 

Ahmet Bey aşırı bir tepki vermedi, yalnızca kısa bir bakış attı oğluna. Kemal Bey, Mehmet'in ortaya atlamasına karşın gülümseyerek ona döndü bu defa.

 

"Ee Mehmet, okul nasıl gidiyor?" diye sordu fakat herkesi şaşırtan bir şey oldu.

 

Bu soruyu Gül yanıtladı. "Çoğu dersi kötü ne yazık ki. Tablet elinden hiç düşmüyor. Böyle giderse çok istediği o üniversiteyi kazanamaz." diye uyarı dolu bakışları kardeşinin üzerindeydi.

 

Gül'ün sohbete dahil olması Mehmet'i mutlu ederken birden ne diyeceğini bilemedi ve dudaklarından şaka mahiyetinde çıkan sözler Gül'ü en derin yerinden yaraladı: "Senin yüzünden anne sütü alamayınca anca bu kadar oluyor demek ki abla." dedi gülerek.

 

Salon bir anda buz kesti.

 

Gül öylece kalakaldığında içinde Mehmet'e karşı olan suçluluk duygusu gün yüzüne çıktı ve iyice büyüdü.

 

"Mehmet!" diye bağıran Sinan'ın gür sesiyle Gül irkilirken gözünden düşen bir damla yaşı hızla sildi.

 

O an ne dediğinin farkına vardı Mehmet. "Abla ben şaka yaptım." dedi pişmanlıkla. "Yemin ederim şaka amaçlı söyledim bunu. Böyle düşünmüyorum ki ben. Allah çarpsın şakaydı. Hem geçti gitti o günler."

 

Gül bir şey demedi. Gözleri dolu dolu gülümsedi kardeşine ama yüzüne bakamadı. Usulca oturduğu yerden kalktı ve bir şey demeden salondan çıkıp bahçeye geçti.

 

Karanlık kısımda kalan hamağa uzanıp ağaç dallarının arasından yıldızları izledi fakat gördüğü şey, kardeşinin hakkına girmiş hasta bir kız çocuğuydu. Beş yaşındayken kan kanseri olmuştu Gül. Anasınıfa gitmesi gereken zamanları hastanede geçirmişti. O sırada Sümbül Hanım, Mehmet'e hamileydi. Son iki ayı vardı doğuma. Gül'ün hastalığı yüzünden epey zorlu geçmişti doğumu. Hatta erken doğum olmuştu ve Mehmet iki hafta küvez de kalmıştı. Sonrasında Sümbül Hanım'ın sütü kesildi. Bir yandan kızının hastalığının o zorlu süreci, bir yandan oğlunun küvezde doktor kontrolü altında olması onu epey üzmüştü. Gül ise daha o zamanlar küçücük haliyle kardeşinin anne sütü alamamasına sebep olduğu için öleyim istemişti o çocuk aklıyla. Yaşarsa eğer bunun yükünü kaldıramazdı çünkü.

 

Öleceğini sandı, ölümün kıyısında dolandı ama yaşadı. Allah onu bu vicdani yükle yaşattı. Olsun, kabulümdür, dedi. Bir Allah'tan gelen kabulüm zaten, dedi.

 

Şimdi uzandığı hamakta içini bir kurt gibi yiyen bu suçluluk duygusunun gün yüzüne çıkmasıyla sessizce gözyaşlarını akıtırken Sinan geldi yanına. Hiçbir şey demeden hamağa çıktı ve kardeşinin yanına uzanıp onu sarıp sarmaladı.

 

"Senin suçun değildi." dedi Sinan kardeşinin saçlarını severken. "Kanser olmayı sen istemedin, sen seçmedin. Annemin sütünün kesilmesi, Mehmet'in anne sütü alamaması senin suçun değil."

 

Gül içini çekti. "Ama ben kanser olmasaydım kardeşim anne sütünden mahrum kalmayacaktı abi."

 

Sinan kardeşinin saçlarına bir buse kondurdu. Küçüklükten bu yana içten içe kendini suçladığını biliyordu. "İnsan kaderine yazılanı yaşar güzelim. Bizim kaderimiz de buymuş. Hem geçti gitti artık o günler. Sen iyisin, Mehmet iyi. Baksana bizimkinde Tıp kazanacak kafa var! Demek ki anne sütü alsa böyle ileri düzeyde zekaya sahip olamazdı belki. Bilmeden iyilik bile yapmış olabilirsin bizim haytaya!"

 

Gül buna gülmedi bile. İçinde kendi kendine büyüttüğü suçluluk duygusu vardı zaten ama Mehmet'in ağzından daha önce böyle bir şey hiç duymamıştı. Şimdi bir tokat gibi yüzüne çarpılan laflar onu daha da kötü yapmıştı. Sinan da bunun farkındaydı.

 

"Artık toparla kendini." dedi. "Herkes hayatını yaşarken sen başkaları için hayatını erteliyorsun. Bu hayata bir kere geliyorsun Gül. Bunun bir dahası yok, telafisi yok. Sen hayatını, o an yaşaman gereken şeyleri sonraya erteleme hakkını beş yaşında kullandın. Artık hayatını, hayallerini, isteklerini ertleyemezsin. Buna hakkın yok. Şimdi toparlan ve bundan sonra sadece kendini, kendi iç sesini dinle ve ona göre hareket et."

 

Gül bir süre durdu ve abisinin bu sözlerini düşündü. Günlerdir gittiği psikolog bile onu böylesine düşündürtmemiş, kendine getirmemişti fakat şimdi üzerindeki ona hiç yakışmayan ölü toprağını attı ve birden hamaktan kalktı. Sinan korkuyla kardeşine bakarken Gül çoktan içeriye koşmuştu.

 

"Nereye?!" diye bağırdı arkasından.

 

"İç sesimi dinlemeye!" diyen Gül'ün sesi uzaklardan geliyordu.

 

Sinan hayretle bir süre kardeşinin arkasından boşluğa baktı. Onu kendine getireceğini bilseydi onunla daha önce konuşurdu. Ellerini ensesinde birleştirip uzun bir aradan sonra hamakta keyifle uzanmaya devam etti.

 

****

 

Tahir sandalyesine kurulduğunda günlerdir sormaktan bıkmadığı soruyu sekreteri Gaye'ye tekrar sordu. "Gül geldi mi?"

 

Kendini hayır cevabına o kadar alıştırmıştı ki Gaye'nin, "Geldi efendim." demesiyle şaşkın ve heyecanlı bakışları ona çevrildi.

 

"Nasıl yani?" diye sordu. Gözleri onun odasına çevrildi ama Gül'ü orada göremedi. "Gül şirkette mi şu an?"

 

"Hayır Tahir Bey," dedi Gaye. Masanın üzerindeki kağıdı işaret etti. "Bu kağıdı masanıza bırakıp çıktı."

 

Tahir kağıdı aldı ve bunun ne olduğuna baktı. Okuduğu yazıyla kaşları çatıldı. Bu bir istifa kağıdıydı.

 

Gül istifa etmişti.

 

Bölüm Sonu.🖤

 

Aylar sonra gelebildim nihayet. Bundan sonra ciddi bir şey olmadığı müddetçe buradayım. Siz bölümü bende yorumlarınızı okumayı özledim.🥹 Siz bölümü okurken ben kahvemi içip hemen diğer bölümü yazmaya başlıyorum. Booooolll yorum yapın ki bölüm erken gelsin aşklarım.🫡

 

Bölümü nasıl buldunuz?🕊

 

Bir de şuraya (👇🏻) isimlerinizi yazar mısınız? Diğer bölümde kullanacağım. Yeni dört karakter geliyor ama uzun süreli değil.🙃

 

Alıntılar ve spoiler için İnstagram:

@nazankaraermis

@nazankrrmshikayeleri

 

♥️

 

Bölüm : 15.02.2025 19:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...