Onay Şahin - Aklım Kaldı Sende🎶
Hayatım boyunca herkese karşı fazla merhametli oldum. Birinin bir derdi mi vardı? Ben koşardım. Biri mi düştü? Ben kaldırırdım.
Hayatımda hiç görmediğim belki de bir daha görmeyeceğim insanlara karşı nasıl merhametli olduysam, kendi aileme, kardeşlerime karşı da hep acımasız olmuştum.
Onların dünyasında ben gaddar, korkunç, hiç merhameti olmayan biriydim. Düştüklerinde kaldırmazdım, kalkmalarını beklerdim. Dertleri olduğunda sadece dinlerdim, çözmezdim. Kendi dertleriyle, sorunlarıyla nasıl baş ettiklerini izlerdim. Kendimce onlara hayat dersi verdiğimi düşünürdüm ama zamanla onları kendimden uzaklaştırdığımı fark ettim.
Sibel, ailenin ilk gözbebeği kızı... Benden korkardı. Daha çocukken başlamıştı bu korkusu. Hiç unutmuyorum, bir gün okuluna gittim Sibel'in. Okul çıkışıydı onu alacaktım okuldan. Son dersteydiler. O zamanlar üçüncü sınıftaydı Sibel. Koridorda onu bekliyordum. Müdürün odasının etrafında bir ileri bir geri dolanıyor, dersin bitmesini bekliyordum. Müdürün odasının önünde gezerken içeriden bir ses duydum. Sibel'in sesiydi.
"Hayır," diye bağırdığını işitince kapının önünde aldım soluğu ama içeri girmedim. "Demir abimi çağırmayın! Bir daha yapmayacağım yemin ederim! Bir daha kimseyle kavga etmeyeceğim!" diye odayı ayağa kaldırmıştı.
Hayatımın şokunu yaşamıştım o gün. Kız kardeşim kendi ayaklarının üstünde durmayı, kendi sorunlarını kendi çözmeyi öğrensin diye onu böyle yetiştirirken aslında benden korkan ve öfkesini kavgayla atan bir kız yetiştirmeye çalıştığımı fark etmiştim. O günden sonra kendini kapatmıştı. Özellikle bana karşı mesafeli olmuştu. Benden korkuyor, bana bir şey anlatmıyordu artık.
Sinan da aynı durumdaydı. O Sibel gibi benden korkmazdı ama bana hiçbir şeyini de anlatmazdı. Çünkü onu dinleyen değil yargılayan biri olmuştum hep. Mehmet de öyleydi. Benden çekinir, korkar ama bildiğini okumaktan da vazgeçmezdi. Aşiret kızı kaçırması da bunun bir örneğiydi.
Bir tek Defne yani Gül korkmaz, çekinmezdi benden. Huyumu suyumu bilmesine rağmen beni kızdırmaktan geri durmazdı. Diğer herkes bırakın bağırmamı tek bir bakışımdan korkarken o ne kadar bağırsam da kızsam da korkmaz, aksine ben bağırdıkça bana yapışırdı sülük gibi. İtiraf etmeyi hiç istemesem de bu hoşuma gidiyordu.
Çünkü beni doğrumla yanlışımla seven ve ne olursa olsun yanımda duran tek kişi o'ydu.
Ve ben onu tek bir cümlemle kaybetmiştim...1
Şimdi bir dağın tepesinde, gecenin karanlığında, serin havanın vücuduma bıraktığı etkiyi umursamadan dışarıda oturuyordum. Elimde Defne'nin ben görevdeyken bana yazdığı defteri vardı. Evden ayrılmadan önce odasına girip çekmecesinden almıştım bu defteri. Gaz lambasının ışığında Defne'nin eğri büğrü yazısıyla ben yokken yazdıklarını okuyordum.
Senin, sen o üniversiteyi o bölümü kazanamazsın dediğin üniversitemdeki kafeterya da yazıyorum bunları. Ha bu arada laf soktum abi, fark ettin di mi? Yetişkin bir Gül havada karada suda lafını sokar, asla esirgemez. :)
Okuduğum satırlarla buruk bir gülüş yer edindi dudaklarımda. Defne'yi tanıyanlar bilir ki ona bir şey yaptırmak istiyorsanız onu yapamazsın diyerek gaza getirin ve sonrasını sadece seyredin. Bende ona öyle demiştim o sene. Sen o üniversiteyi o bölümü böyle yatarak zor kazanırsın, hiç uğraşma boşuna demiştim. O günden sonra öyle sıkı hazırlanmıştı ki sınava neticede başarılı da olmuştu.
Az önce bok gibi bir finalden çıktım. Keşke senin sen yapamazsın deyişine kinlenip de bu bölümü kazanmasaydım diye kafamı duvarlara duvarlara vuruyordum ki bugün sana yazmadığımı fark ettim. Aslında son beş gündür sana yazamadım. Üniversite ortamı malûm abiciğim. Bir gün bir uşağın evinde öteki gün diğer gün uşağın evindeyim. Bu devirde hem Barbie hem harbi olmak çok zor. :'(
Kaşlarımı çattım. Bir gün elime geçerse bu defter okudukça sinirden kudurayım diye yazmıştı bu satırları, biliyorum. Nitekim öyle de olmuştu. Ama burada yazdığı gibi bir öğrencilik geçirmediğini biliyordum çünkü çocukluktan bu yana tek bir kişiye sadıktı ve onu bekliyordu. O olmasa bile Defne erkeklerle anlaşabilen bir kız değildi. Yanına biri yaklaşsa tersler, kafasını kırardı. Ona bu konuda güvenim tamdı. Onu ben yetiştirmiştim.
Son bir haftadır yaşadıklarımı Rapunzel'e anlatsam saçı dökülür, Pamuk Prenses'e zehirli elmayı veren cadıya anlatsam elmayı kendi yer, cücelere anlatsam yerin dibine girerler. Öyle boktan günler geçirdim ama konunun seninle bir ilgisi yok.
Bu kadardı. Detay vermemiş. Her haltı, içtiği suyu bile detayına kadar yazmışken bunu yazmamış. Kaşlarım çatılırken bundan sonraki sayfalara baktım. Bu tarihten on gün sonra yazmaya başlamıştı yine ve bu konu hakkında bir şey yazmamıştı, yine eski neşesiyle yazmıştı her satırları.
O böyleydi işte. Üzüntüsü ne kadar derin olursa olsun sadece bir gün yaşar ve sonra hiçbir şey olmamış gibi neşeyle hayatına devam ederdi. Dışarıdan onu görenler ne kadar dertsiz tasasız biri diye düşünebilirdi ama kimse içinde yaşadıklarını bilmezdi. Ona en yakın bendim ama bende bilmiyordum bazen içinde yaşadıklarını.
Beni uyandırmadan gitmişsin. YİNE!
Ne zaman vazgeçeceksin bundan? Ne zaman adamakıllı bir şekilde seni uğurlayacağım ben?! Hiç vazgeçmeyeceksin değil mi? Bir gece önce sanki hiç gitmeyecekmişsin gibi beni sarıp sarmalarken ertesi gün kokuşmuş çorapların gibi ortada bırakıyorsun beni! Hayır gideceksin madem, bari beni kendine alıştırma!
Son kelimenin a harfi kaymıştı sayfadaki şimdi kuru olan ıslaklıktan dolayı. Muhtemelen ağlamıştı ama tek bir iz vardı sayfada. Defter ıslanmasın diye kenara çektiğini ve dakikalarca, belki de saatlerce ağladığını görmesem de biliyordum. Sakinleşmiş olmalı ki bir satır boş bırakıp devam etmişti yazmaya.
Heee şimdi anladım. Sana göz yaşı cilde iyi geliyormuş, bebek poposu gibi yapıyormuş cildi dediğim için sen beni uyandırmadın. Senin arkandan ağlarsam cildim, senin tıraşla bile tahriş olmayan bebek poposu gibi cildinden güzel olur diye kıskandın di miiiii? Seni sinsi seni. :)
Neden göreve gideceğim zaman onu uyandırmadığımı, kurduğu bütün alarmları o uyuyunca kapattığımı o biliyordu. Ben ona veda edemezdim. Herkesle vedalaşır, onunla vedalaşamazdım.
Abi dün gece çok kötü bir rüya gördüm. Daha doğrusu kabus gördüm. Şehit oluyordun. Biliyorum şimdi bunu sana söylesem bunun neresi kabus ulan dersin. Tabii ki öyle değil. Çok gurur verici bir şey vatan toprakları için savaşıp onun uğruna şehit olmak. Ki bende zaten seninle gurur duyuyorum. Ama sensiz bir hayat düşünemiyorum abi. İstemiyorum da. Kız bana, bağır çağır ama hep dibimde ol, yanımda ol. Olmasan bile yanımda sağlıklı ol. Bunu bilmek bana yeter. Sen yine sağ salim dön eve, istersen benimle hiç konuşma valla gücenmem. Yeter ki sağ salim gel eve.
Allah hepinizi korusun. Ayağınıza taş, gözünüze yaş değmesin.
Seni kaybetmek istemiyorum yazısında takılı kaldı bakışlarım. Bu cümleyi defalarca kez tekrar ettim kafamın içinde. Ne zaman görevden dönsem onunla konuşmaz, onu görmezden gelirdim ama o sanki ona bir sürü şey almışım, bir tek onunla konuşuyormuşum gibi sırıtarak gezerdi etrafımda. Kaç kez tersledim, kaç kere bağırdım çağırdım ona ama hiç gitmezdi yanımdan.
Senin bu yalandan bağırmaların bana sökmez aslanım derdi fındık kadar burnunu havaya dikip bana kafa tutarak. Akıllı ol aklını alırım dedikten hemen sonra annemin bağırdığını duyunca yerinden zıplamasını unutamıyordum. Kuş gibi titremiş, korkmuştu.
Herkes senin gibi bir haydutun peşinde dolandığım için bana deli olduğumu söylüyor. Eh, pek de haksız değiller. Biraz deliyim. :)
Ama sen haydut değilsin abi. Kimse sana haydut diyemez. Merak etme ben gereken cevabı verdim. Şu an bu satırları nezarethanede yazıyorum diyeyim sen anla. :)
Neymiş efendim, bana sürekli bağırıyormuşsun da, beni hep azarlıyormuşsun da, beni incitip duygularımı örseliyormuşsun da... Bir sürü şey. Ama ben biliyorum ki seni.
Yüreğini, kalbini, fikrini, düşünceni...
Mesleğin gereği bu kadar gaddar olduğunu, biz kendi ayaklarımız üzerinde duralım, kendi sorunlarımızı kendimiz çözelim diye böyle davrandığını ben biliyorum.
Seni, senden de iyi tanıyorum yani abiciğim. ;)
Ona ne yaparsam yapayım kimsenin bana tek kelime etmesine izin vermezdi. O da dahil herkes mesleğim gereği katı, acımasız olduğumu düşünürdü ama ben çocukluktan beri böyleydim. Yaşıtlarım oyunlar oynayıp yaramazlık yaparken bile ben hep ders çalışır, ödev yapardım. O kadar katı, suratsız bir çocuktum ki büyüdükçe hiçbir kız benimle konuşmaya gelmezdi. Kulağıma benden hoşlanan etkilenen kızların isimleri gelirdi ama hiçbiri benimle göz teması bile kuramazdı. Bu yüzden hayatımın hiçbir döneminde sevgilim veya kız arkadaşım olmamıştı. Zaten benimde onlara ayıracak vaktim yoktu. Benim önceliğim daima ailem olmuştu ama bunu onlara yansıtmamıştım hiçbir zaman. Sanki onlardan daha önemli işlerim varmış gibi lanse etmiştim hep ama öyle değildi işte.
Onlar bilmese de bir elim daima üzerlerindeydi.
Derin bir nefes alıp diğer sayfaya geçmiştim ki telefonuma gelen mesaj sesiyle durdum ve mesaja baktım.
Babam: Yarın sabah evde ol, herkes iyi.
Defne kendine mi gelmişti yani?1
İnsanın kendini yalnız hissettiği, eksik hissettiği anlar olurdu. Ben bunu hiç hissetmemiştim. Şaka yapmıyorum ya da yalan söylemiyorum. Ne kadar ailemle didişsek de, kavga da etsek ben hiç yalnız bırakılmamıştım. Abilerim sürekli üzerime titrerlerdi. Belki ablamın üzüldüğünü anlamazlardı ama benim ufacık modum düşse hemen fark edip beni kendime getirirlerdi. Bu durum hoşuma gitmiyordu ama. Yine kardeşimin, ablamın hakkına giriyordum çünkü. Üzerime titreyen abilerim benim yüzümden onlarla ilgilenemiyordu çoğu zaman. Merak ediyordum da acaba ablam ya da Mehmet, gerçi Mehmet bunu şaka yoluyla da olsa dile getirdi dün akşam ama hiç bana karşı öfke duymuşlar mıydı?
Ben hastane de ölüm kalım savaşı verirken ablam okulunda bir tiyatroya katılmıştı ve oyunlarının birinci gelmesiyle İstanbul'a geziye gideceklerdi fakat ailem ne oyununu izlemeye gidebilmişti, ne de ablamı İstanbul'a göndermişlerdi. Bir aralık gözlerimi açtığımda ablamı odamın dışında bekleme koltuğunda oturup öylece bana bakarken bulmuştum. Yanıma gelmemiş, bana bakmıştı oradan. Konuşmaya dermanımın olmadığı o çocuk yaşımda ablamın gözlerindeki o üzüntüyü görüp öleyim diyerekten gözlerimi kapatmıştım. Ama ölmemiştim.
Ondan bir ay sonra Demir abimin futbol turnuva maçı vardı okullar arası. Çok hevesli ve istekliydi. Son günlerde uğrayamamıştı yanıma antrenmanlardan dolayı. Annemler ona da gidememişti. Demir abimin arkadaşlarının ailesi onları izlemeye giderken Demir abim o sahada yalnız kalmıştı. Onlar da maçı kazanmışlardı ama. Tam bilmiyorum ama maçı kazanan taraf sanırım ünlü birkaç futbolcuyla tanışıp futbol eğitimleri hakkında birkaç bilgi alacaktı. Abim gidemedi ama. Her gün bana o maçı kazanmayı ve sonrasındaki hayallerinden bahsedip duruyordu. Onu desteklediğimi ve o maçı almadan gelmemesini söylerdim ona hep. Ama benim yüzümden o da yalnız kalmıştı.
Sonraki aylarda Sinan abimin okullar arası bilgi yarışması vardı. Yine bir engel olarak, ayak bağı olarak onun da ayağına takılmıştım ve o da bilgi yarışmasına yalnız gitmiş, hiçbir destekleyeni olmadan kendi kazanmıştı o yarışmayı.
Anlayacağınız ben herkese ayak bağı olmuştum. Şimdi böyle üzerime titremeleri falan beni mutlu etmiyor aksine daha çok kırıyor, üzüyordu. Hak etmiyordum çünkü tüm bunları. Kardeşimin anne sütü alamamasına, ablamın yarışmayı kazandığı halde İstanbul gezisine gidememesine, Demir abimin heyecanla anlattığı, hayranı olduğu o futbolcularla tanışamamasına, Sinan abimin o bilgi yarışmasında yalnız kalıp tek başına mücadele etmesine ben sebep olmuştum.
Allah'ım, işine karışmak gibi olmasın ama keşke canımı alsaydın. O zaman ailem arkamdan birkaç gün, belki birkaç ay gözyaşı döker, sonra unuturdu beni. Şimdi her birinin gözlerine baktığımda içimden bir şeyler kopuyor sanki. Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi diyor ya bir şair, tam olarak öyleydi. Gözlerine her baktığımda ölüm gibi bir şey oluyordu ama kimse ölmüyordu.
Mualla kendisine çok tavsiye edilen bu kitabı okumakta hâlâ tereddüt ediyordu. Yapraklarını çevirdi. "Beni yalnız bırakmayınız!" diye başlayan bir sahifenin yukarısından ortalarına doğru gözleri, satırların basamaklarını ikişer üçer atlayarak aşağıya kadar inmişti. Birkaç yerde hep aynı cümle: "Beni yalnız bırakmayınız!"
Sinirle kitabı kapattım. Zaten kulağımda kulaklarımı patlatacak derecede çalan müzikten ötürü okuduğumdan bir şey anlamıyordum. Aynı sayfayı hatta aynı paragrafı en az on kere okumuştum anlamak için fakat bir halt anlamamıştım. Salak Mualla! Beni de paronayak yaptı burada! Hem tereddüt ediyor hem de kitabı okuyordu. Kızın hastalığı resmen bana geçmişti yani. Aniden hapşırmamla kulağımdaki kulaklık düştü ve o an odamın kapısının tıklandığını duydum. Ardından Demir abimin sesi geldi. Ne zaman geldi bu?
"Defne," diyordu Demir abim daha önce hiç duyamadığım naif bir tonla. "Müsait misin güzelim?"1
Bismillah tövbe Ya Rabbi!1
Tamam ben zaten dünya güzeliyim de, bu ne şimdi?
"Gül'üm," dedi bu defa Sinan abim. "Müsaitsen yanına geleceğim. Geleyim mi?"
"Bir müsaade et Sinan." dedi Demir abim. "Ben bir konuşayım önce."
"Senin konuşma şeklini gördük daha önce. Kız yeni geldi kendine, yeni açıldı, toparladı. Sen uzak dur bence biraz."
Ya kardeşim ben gözümü yeni açmışım, yatakta oyalanıp kendimi ödüllendirmek istemişim. Sizin derdiniz ne bu saatte ya? Beni bir salın! Sırf Tahir'le yüz yüze gelmeyeyim diye sabahın köründe kalkıp ta buradan istifamı vermeye gittim şirkete. Eve gelir gelmez de kendimi yatağa attım. Şu saat oldu daha yeni uyanmıştım ama canım kalkmak istemiyordu. Yatağımda oyalanıyor, bir sağa dönüyor bir sola dönüyor, kâh kitap okuyor kâh müzik dinliyordum.
Ama anlaşılan artık kalkmak zamanıydı. Bundan hiç hoşlanmadım.
Oflaya puflaya kalkarken, "İkiniz de bir çekilebilir misiniz?" diyen süslü Barbie'nin sesini duydum sonra. Bir bu eksikti. Kadro tamamlanmıştı şimdi. Ayrıca bu bugün niye gitmedi işe ya? Kapıyı dan diye açtığında üçlü komboyla göz göze geldik.
Dizleri sürünmemden kaynaklı aşınan pijama altım ve yine her zaman olduğu gibi düğmelerini ters iliklediğim pijama üstüm ve burası asıl can alıcı noktası olan birbirine girmiş, horoz gibi kabaran saçlarımla yani anlayacağınız en tarz halimle karşılarındaydım. Onlar ise sanki bu halimi ilk kez görüyormuş gibi aval aval suratıma bakıyorlardı.
Prensesler de pasaklı olabilir. Her prenses, prenses gibi olmak zorunda değil sonuçta.
"Gül, nasılsın bitanem?" dedi Sinan abim. Bitanem mi? Ağzım beş karış açık bakakaldım suratına. Noluyor lan bunlara?!
"Defne biraz konuşalım mı seninle?" diyen Demir abime baktım. Gayet uysal, gayet naifti ses tonu. Şu an ondan arabasını istesem bir dakika düşünmez verir gibiydi sanki.
Ben bunu düşünürken elleri belinde olan Süslü Barbie konuştu. "İstifa etmişsin, doğru mu?"
İşaret parmağımı kaldırıp usulca sırıttım. "İstediğim sorudan başlayabilir miyim?"
Süslü Barbie'nin yüzünde mimik oynamazken abilerim şaşkınlıkla bakıyordu bana. Pekâlâ açıklama yapmam gereken kısımdaydık sanırım.
"Masa başında oturmak bana göre bir iş değildi, istifa ettim bende." dedim rahatça omuz silkerek. "Yeni bir işe başlayacağım. İş arıyorum şu an. Bugün iş bak-..."
"Hallederiz." dedi Demir abim. "İş kolay. Biz seninle konuşalım mı biraz?"
Boş özürler hiçbir halta yaramıyordu. Konuşmak da bir şeyi değiştirmeyecekti. Isıtıp ısıtıp aynı konuyu açmaya gerek yoktu hiç. Omuz silktim. "Konuşacak bir şey yok abi." dedim dolabıma yürürken. Bir pantolon ve tişört çıkartıp onları yatağın üzerine attım. "Ben sana kırgın değilim ama bende buyum ve değişmem. Kimse için. Seven bu şekilde, sevmeyende kendi yolunda olur."
Pijamamın üstünün düğmelerini açarken abilerim kısık sesli bir küfür savurup arkasını döndüler. "Ulan insan giyineceğim diye söyler!" diye homurdandı Sinan abim. "Ne soyunuyorsun hemen?!"1
"Odamdan çıkın o zaman Allah Allah!" diye cırladım arkasından. "Ne işiniz var odamda? Bir huzur vermediniz be!"
İkisi de kulaklarını kapatıp birbirlerine baktılar kısa bir an ve önüne döndüler hemen.
"Sinan çıkabilir ben seninle konuşmadan bir yere gitmiyorum." dedi Demir abim. Ne inattı! İlla yapacaktı o konuşmayı.
Gözlerimi devirip hızla üstümü değiştirdikten sonra ikisinin arasından geçtim. Yatağımı toplamakla uğraşmadım. Zaten akşam olunca tekrar bozacağım yatağı neden toparlayım ki? Zaman kaybından başka bir şey değildi bana göre. Sonuçta eve gelen biri odama girmiyor salona giriyordu. Öyleyse odamı toplamama gerek yok.
Tam tuvalete gidiyordum ki Demir abim ensemden tutup durdurdu beni. Sanırsın kedi yavrusu yakaladı. Ayrıca çok pis çişim gelmişti. Altıma yapmam an meselesiydi. Bu adam niye salmıyordu ki beni?!
"Nereye gidiyorsun sen?" dedi gözlerini kısarak. "Sana konuşacağız demedim mi?"
"Bende konuşacak bir şey yok dedim abiciğim." dedim tatlı tatlı sırıtarak. "Olan oldu, ölen öldü, giden gitti, biten bitti. Bu kadar. Ben kırgın değilim kimseye. Başıma gelen her şeyi hak ettim. Aldım, kabul ettim, öyle de oldu. Bundan sonra ben yine ben olacağım ve yoluma bakacağım tamam? Şimdi beni biraz daha tutarsan ortalığı sel basabilir."
Titizliğinden ödün vermeyen Sinan abim yüzünü ekşiterek giderken Demir abim hâlâ şüpheyle yüzüme bakıyordu. Gözlerimde bir kırgınlık aradı ama aradığını bulamayınca nihayet beni bıraktı. Hızla tuvalete girip patlamaya hazır bomba gibi olan mesanemi patlattıktan aman rahatlattıktan sonra elimi güzelce yıkayıp yüzüme de yalandan su çarptım. Serumlar, vitaminler, kolajenler kullanmasına rağmen yüzünde hâlâ da sivilce ve leke çıkan kızlar gibi takılmayıp yüzünü pis suyla yıkayan ama bebek cildine sahip olan erkeklerin yolundan devam...
Bu güzelliğimizin sırrı budur arkadaşlar, net.
Bazen bazı konularda erkekler gibi davranmak gerekiyor bence. Mesela bazı kızlar sevgilisi sadece birazcık bağırdı diye gece boyu zırlarken o sırada yedi farklı bankaya kredi borcu olan, peşinde tefecilerin cirit attığı erkekler dünya yansa sigarasını içip seyreder. Öyle bir rahatlık öyle bir boşvermişlik...
Yalandan yıkadığım yüzümü yine yalandan kuruladıktan sonra tuvaletten çıkmıştım ki cehennem kapısında bekleyen zebani gibi tuvaletten çıkmamı bekleyen ablam karşıma dikildi. Allah'tan az önce salmıştım. Yoksa ortalığı sel basardı.
Kokoş elbisesi ve makyaja buladığı yüzüyle gözlerimin içine bakarken suratsızdı. Mimik oynamıyordu yüzünde. "Tahir geldi, kapıda seni bekliyor." derken dedektif Sherlock Holmes gibi yüzüme bakıp bir iz arıyordu ama ne aradığını bende bilmiyordum. Suratına avel avel baktım. Ayrıca bir dakika!
İstifamı gördükten sonra gelmesini bekliyordum zaten ama niye bu kadar gecikti ki? Trafiğe mi takıldı yoksa başka kızlara mı?
Bir şey söylemeden dış kapıya gidip annemin şıppıdı terliklerini giydim ve dışarı çıktım. Tam karşımdaydı zalım feleğin çemberinden kafa göz içeri dalan adam. Altında siyah kumaş pantolonu, üstünde lacivert gömleği vardı. O sarıya çalan kumral saçlarının bir kısmı alnına dökülmüştü. Deli danalar gibi bir sağa bir sola gidiyordu. Ta ki beni görene kadar...
Olduğu yerde durup bana baktığında gözlerindeki özlemi ve yoğun acıyı gördüm. Aramızdaki mesafeyi hızlı ve büyük adımlarla kapatıp tam karşımda durdu. Elinde sıkmaktan babaannemin suratına benzettiği istifa kağıdım vardı. "Bu ne?" diye sorduğunda kısa bir an aklından şüphe ettim. Zira istifa etmiş olmam açık seçik ortadaydı.
Bana yanlış bir kağıt getirmiş olmasına istinaden şöyle bir göz attım kağıda. Yo, bu gerçekten benim istifa kağıdımdı. "İstifa dilekçem." dediğimde bana öyle mi ben bilmiyordum bakışı attı. Madem biliyor niye soruyor o zaman?
"Öyle mi?" dedi gülerken ama bu gülüş sinirli bir gülüştü. "İstifan reddedildi! İşe geliyorsun."
Gözlerimin önünde kağıdı yırttığında günlük dizilerde her haltı bilen ama yalandan şaşıran hizmetçiler gibi şaşırdım bir an. Açıkçası bunu zaten tahmin ediyordum. Tahir istifamı kolay kolay kabul etmeyecekti ama kabul etmek zorundaydı.
İki dünya bir araya gelse yine de oraya dönmeyeceğim! Bu saatten sonra, birbirimizi bu kadar kırmışken bizden olmazdı. Çünkü ufak bir tartışma da o yaralar, o kırgınlıklar çok kolay dile gelir ve yine kanamaya, kanatmaya devam ederdi.
O benim çocuk sevgilimdi, çocukluğumun aşkıydı ve bundan sonra da öyle kalacaktı.
Daha fazla yıpratmaya, kırmaya lüzum yok.
Yalandan şaşırmayı bitirip kaşlarımı çattım. Ömrümde hiç sevmediğim şeylerden biriydi emir kipiyle konuşulması. Biri emir kipiyle nefes al dese almam, o derece nefret ediyordum. "Ben hiçbir yere gelmiyorum!" dedim röportaj verirken ayağını yere vurup kızan o dede misali. "İstifa ettim ben. Hiçbir güç beni o şirkete geri döndüremez!"
Bana zorla bir şeyler yaptıramayacağını hatırlamış olmalı ki o geniş omuzları bir balon misali sönüverdi. Başı da abla bir lira abla diye dilenen dilenciler misali sağa doğru usulca yattı. O başıma bela ela gözlerinde ise yoğun acı vardı. "Böyle yapma." diyen sesinde binbir acı gizliydi. "Ben toparlamaya çalışırken sen yıkma. Bana yardımcı ol Gül. Birbirimizi toparlarsak birlikte olursak eğer-..."
"Sadece acı veririz birbirimize." diye kestim sözünü acımasız gerçeklerle. Sustu çünkü o da bunun farkındaydı. "Ben hâlâ senden nefret ediyorum Tahir. Geleceğim deyip gelmeyişini, yıllarca benim gözümü yollarda bırakışını unutamıyorum. Unutamam da." Konuşmak istedi ama engel oldum. "Biliyorum sende çocuktun. Gelmek istedin ama gelemedin. Biliyorum hepsini. Ama sonra büyüdün Tahir, büyüdük. Ne olursa olsun bana gelmenin bir yolunu bulmalıydın çünkü ben hep seni bekledim. İçimde ya yine giderse ya yine geride kalırsam korkusuyla bir ilişkiye başlamak istemiyorum ve daha fazla senin rüzgarına kapılmadan bunu sonlandırmak istedim. İçim sana olan kırgınlıklarla dolu. Daha fazla birbirimize zarar vermeyelim. İstifamı kabullen ve onayla. Bu ilişki de başlamadan bitsin."
Tüm bunların hepsini tek nefeste sesim dahi titremeden söylemek çok zordu. Dışarıdan bakıldığında ne kadar gamsız olduğum düşünülebilirdi ama kimse içimde kopan kıyameti bilmiyordu çünkü çok iyi gizliyordum.
"Bana olan kırgınlıklarını, açtığım yaraları benden uzak kalarak iyileştiremezsin." dedi ela gözleri nemlendiğinde. Yalnız ağlarsa bende de kayış kopar, salya sümük koyverirdim. "Bana bir şans vermelisin. Geçmişten bugüne sende açtığım ne kadar yara varsa hepsini iyileştirmem için bana bir şans vermelisin Gül. Söküp atmak, böylece bitirmek kolay olanı. Savaşmadan, tüm yolları denemeden bitiremezsin. Bana izin ver."
"Bende, sana giden tüm yollar kapalı artık." dedim. Bu hikayenin sonu belliydi. O yine gidecek ve ben yine geride kalacağım. O hep söz verecek ama hiç tutmayacaktı. Ben sonunu bildiğim hikayeyi okumam. Kimse kusura bakmasın. Edebimle aşk acımı yaşar, ertesi gün yoluma devam ederim.
Tahir öyle mi der gibi yüzüme baktı. Bir anda gözlerini sildi, burnunu çekti ve telefonunu çıkardı. "Madem öyle, bende bana giden tüm yollarını açarım o zaman." dedi. Birini aramadan hemen önce gözlerime baktı. "Son kez soruyorum, işinin başına dönüyor musun?"
Kollarımı göğsümde toplayıp burnumu havaya diktim Uzak Şehir dizisindeki Alya gibi. "Hiçbir güç beni o şirkete geri döndüremez!"
Ukala, aşağılayıcı ve küçük düşürücü gülüşü dudaklarındaki yerini aldığında, "O kadar emin olma." dedikten hemen sonra birini aradı. Sadece iki saniye sonra söyledikleriyle ağzım bir karış açık kaldı. "Gül Kara adına acilen bir milyonluk tazminat davası açıyoruz, hemen!"
"Ne davası? Ne parası? Ne yapıyorsun sen be?!" diye bağırıp üstüne atladığımda kollarımdan tuttu ve küçük bir çocuğa laf anlatır gibi yüzümün hizasına eğildi. "Senin için savaşıyorum." dediğinde kulağa romantik gelen cümlesi az önce bana bir milyonluk dava açtığı gerçeğini unutturamazdı.
Kollarını savurup üstümden ittikten sonra geri çekildim. "Ulan bu nasıl savaşmak?!" diye bağırdım kuyruğuna basılmış danalar gibi. "Az önce bana bir milyonluk dava açtın! Ben ömrümde görmedim o kadar parayı be!"
Yaptığı çok normal bir şeymiş gibi rahatça omuz silkti. "İşe geri dönersen davayı geri çekerim." dedi. Resmen şantaj yapıyordu ya!
Onu bir kaşık suya bile ihtiyaç duymadan boğabilirdim tam şu an. Medeni bir şekilde ayrılalım dedik borç yedik iyi mi? Hangi insan evladı ayrılmak istediği için bir milyon öder ki? Ayrıca ben o kadar parayı nasıl ve nereden bulacağım?
"Dönmüyorum ulan!" dedim inatla. Zaten ne gelirse başıma ya inadımdan ya boğazımdan geliyordu. Hadi bismillah. Bindik bir alamete bakalım. "Elinden geleni ardına koyma! Sana dönen senin gibi olsun ulan!"
Yine aynı rahat tavrıyla rahatça omzunu silkti. Sanki ona dönecekmişim gibi, "Tamam," dedi. "O zaman bir milyonu ödemeye hazırlan." Yumruklarımı sıkıp kızgın boğalar gibi burnumdan dumanlar çıkartırken elleri cebinde rahat rahat arabasına yürüdü ve birden durup arkasını döndü. "Ha bu arada, işe dönmek istersen eğer adresi biliyorsun."
Daha fazla dayanamadım. Sonuçta uzmanlar, psikologlar hiçbir şeyi içimizde tutmamamızı söylüyorlardı. Madem öyle bu öfkeyi içimde tutmama gerek yoktu. Avazım çıktığı kadar bağırıp elime geçen kaldırım taşı büyüklüğündeki taşı alıp gülleciler gibi etrafımda döne döne ona fırlattım fakat bu hamlemi bekliyormuş gibi çoktan arabasına binmiş gidiyordu ki son anda fırlattığım taş arabasının arka camını tuzla buz etmişti. Bu içimdeki alevi bir nebze söndürse de o taş kafasını yarmadığı için hâlâ sinirliydim.
O yedi farklı bankaya borcu olan, peşinde tefecilerin cirit attığı erkeklere özenirsem başıma geleceği buydu işte! Artık bende o erkeklerden biri sayılırım.1
Allah, Kur'an aşkına bir milyon ne demek?
Aşk acısı geçer de, sevdiğin adamın sana açtığı bir milyonluk tazminat davasının acısı... İşte onu hiçbir şey geçiremez.
Tam Tahir pisliği gitti diye seviniyordum ki birden arabasını durdurdu ve kafasını çevirip tuzla buz ettiğim arka camdan bana baktı pislik gülüşüyle. "Bunu da tazminat davasına ekleteceğimden şüphen olmasın." dediğinde şuraya çömüp sinirden zırıl zırıl ağlayacaktım az daha.
Ama bir insanın üzerine bu kadar gidilmez ki ya!
Ben o kadar parayı nereden bulacağım?
Tahir gaza basıp saniyeler içinden gözümün önünden kaybolduğunda kapı açıldı. Yavaşça on dönüm tarlası yanmış amcalar gibi arkama döndüm. Sinan abim ayakkabısını giyip bana baktığında konunun üzerine çok güzel denk gelmişti.
"Ne oldu?" diye sordu endişeyle. "İyi misin?"
Derin, kederli bir nefes koyverdim. "Borçluyum." dedim. "Hem de bir milyon kadar."
Sinan abim hiçbir şey anlamadan aval aval suratıma bakarken birden boynuna atlayıp kene gibi yapıştım ve tüm muslukları açtım. "Kurban olayım yardım et bana abi, bir milyonluk borcumu nasıl hapis cezasına çevirebilirim?"
Şu saatten sonra ne ben inadımdan dönerim ne de o kadar parayı ödeyebilirim.
Anlayacağınız bu sefer tamamen battım.
İçimden ona ve yedi sülalesine yetecek kadar beddualar yağdırırken telefonuma gelen bildirim sesiyle Sinan abimden ayrıldım ve gelen mesajı açtım. Tahir'dendi. Kendini bana her yerden engelletirecekti illa!
Tahir: Allah bela olarak seni verdi bana, başka belaya gerek yok. :)
Bana açtığı bir milyonluk davadan sonra onu ve yedi sülalesini beddua yağmuruna tutacağımı iyi bildiği için mesaj atmıştı hemen. Bu adam resmen salaktı! Onun kadar başına bela isteyen bir adam daha tanımıyordum!
Kış uykusuna yatmış ayılar gibi derin bir uykunun eşiğinden Ayfer teyzenin o şen ve ağzı dolu dolu kahkahasıyla uyanacağım aklımın köşesinden geçmezdi ama maalesef ki öyle oldu. Bir an için deprem oluyor falan sanmıştım. O derece sarsıcı ve şiddetli bir kahkahaydı. Bu karı sabah sabah bizi rüyasunda mu gördü ula?!
Kaşlarımı çatıp ayaklandım ve sinirden eşofmanımı göbeğime kadar çektim. Üçüncü dünya savaşı başlatmış olan saçlarım birbirine girmişti. Ellerimle saçlarımı itekleyip salona gittim. Kadınlar hamamıydı mübarek! Ya da hamamın yolunu karıştırmış kadınlar bizim eve dadanmıştı. Keşke bir arkadaşa bakıp çıksalardı. Yok arkadaş, bir kere geldim mi bir daha gitmiyorlardı!
"Kız Gül," dedi Ayfer teyze ben salona girer girmez. Kolumdan tutup beni kucağına çekmeyeydi iyiydi emme, neyse. "Yeni mi uyanıyorsun kız?! Bak vallahi evde kalırsın!"
Omuz silktim. "Amacım o zaten."
Evde kalır mıyım bilmem de borçlu öleceğim kesin. Bir haftadan beri o bir milyoncuk para öküz gibi ciğerimin üstüne oturmuş bana nefes aldırmıyordu.
Yedi farklı bankaya kredi borcu olan ve peşinde tefecilerin cirit attığı erkekler bana taktik versin hele. Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsunuz a dostlar?
"Kız deliye bak sen hele!" diye koluma bir tane vurduğunda dengem sarsıldı. Tam kucağından düşüyordum ki, belime sarılıp tuttu beni. Sabah sabah uykum açılmış, ekstra sinir yüklenmişti. Bu neydi ula!
"Hayırdır Ayfer teyze ya?" dedim sinirle ama sakince. O nasıl oluyor diye sormayın şimdi. Yaşayan bilir bunu. "Sabah sabah rüyanda mı gördün bizi?"
Ayfer teyze şen kahkahasını patlattı. "Ayol ne sabahı? İkindi olacak neredeyse!"
Ben o kadar uyumuş muydum ya? Akşam yatmaz sabah kalkmaz dedikleri ben oluyordum galiba. Galiba değil, direkt ben oluyordum. Duvardaki saate baktığımda öğleni geçtiğini gördüm. Sözde bugün iş arayacaktım. Zira üstüme açılmış bir milyonluk tazminat davasını yatarak ödeyemezdim.
Offff! Ben bu dünyaya çalışmaya gelmişim resmen!
Kendimi kadınlar gününde kadınların arasına düşmüş bir erkek gibi hissettiğimde Ayfer teyzenin kucağından kalktım. Hiç bunları çekemezdim valla. Odama kapanıp son ses müzik dinleyerek iş arayacaktım gazetelerden. Zira bir haftadır hangi işe başvursam Tahir bir şekilde sabote etmiş, daha işimin birinci gününde beni kovdurtmuştu. Herhangi bir işte çalışıp ona olan borcumu ödememi istemiyor, doğrudan şirkete dönmemi istiyordu ama daha çok beklerdi. Karşısında bir milyoncuk borcu olmasına rağmen burnunu diktiği o Kaf Dağı'ndan indirmeyen inatçı bir kız vardı. İstediği kadar uğraşsın, sonuçta bir iş bulacağım ve yoluma bakacağım.
Hayallerimi yıkan Ayfer teyze gitmeme mani olduğunda, "Kız, Gül. Bak ne diyeceğim..." diyerek konuya girdi. Lafı ya evliliğe ya da dedikodulara getirecekti.
Allah aşkına Ayfer teyze, bakkalın karısının öteki bakkalın kocasıyla yediği aşna fişneden bana neydi?
Ayfer teyzeden kurtulmanın tek yolu onu onaylamam ve suyuna gitmemdi. Aksi halde deli yanıma denk gelirse valla yüzsüzlüğüm devreye girer, kovardım hepsini! Sabır çekip Ayfer teyzeyi dinledim işsizmişim gibi.
Gibi fazla oldu sanki ha? dedi benden nefret edip beni örseleyen taraf.
Doğru diyordu. Zaten işsizdim ki!
"Yaşın geldi de geçiyor artık evlenmek için. Bizim oralarda yirmi yaşını geçen kıza evde kalmış gözüyle bakılır. Hani diyorum karşına çıkan taliplerini bir değerlendirsen, şöyle gönlünü birilerine kaptırsan..."
Geçiştirdim. "İnşallah inşallah."
"Bizim bakkal Münevver'in oğlu Akın Alp askerden geldi. Evi var, arabası var, ee gelir gelmez iş de buldu."
"Kız Akın Alp'in gözleri de mavi. Bebelerinizin gözleri maviş maviş olur."
"Ne kız?" dedi bana garip bir şey söylemişim gibi bakarken. "Erken kalkan yol, erken evlenen de dö-..."
"Tövbe tövbe! Tövbe tövbe!" diye sözünü kestim kocaman açtığım gözlerimle. Hep Hollywood'un getirdiği dizi filmlerden kaynaklanıyordu bu. İyice sapıtmıştı yani Ayfer teyze. Kocası Salim abiyle ne fanteziler yaşıyorsa artık. Tövbe estağfurullah.
"Gül'üm," diyen halama döndüm. "Uyandın mı kuzum?" Altındaki mini deri etek ve üstündeki göğüslerini iyice sıkıp belirginleştiren büstiyeriyle bu ortama hiç uyum sağlamıyordu ama sanki o bu ortamda doğmuş büyümüş gibi bacak bacak üstüne atmış rahatça oturuyordu.
Gözlerimi devirdim. "Yok uyuyorum hala. Bu da ben değilim, benim simülasyonum." dedim ters ters. Bu sabah herkes ve her şey bana karşıydı.
Normalde olsa kaşlarını çatıp onu alaya aldım diye kafama bir tane patlatırdı ama şu an sadece gülümsemişti. Yanıma gelip kolumu sıvazladığında, "Aç mısın?" diye sordu. "Bugün evde yemek bolluğu var."
Açım ama yiyecek halim yoktu. "Aç değilim." derken annem de salona geldi. Kadınlar o dedikodudan o dedikoduya atlamaktan bize bakmıyorlardı bile.
"Elini yüzünü yıka, sonra da mutfağa gel." dedi annem itiraz kabul etmeyen, otoriter bir tonda. "Sana tabak hazırladım. Onların hepsini bitecek."
Gözlerimi yine, yeni ve yeniden devirip tuvalete gittim. Tam Demir abimin odasının önünden geçerken gelen mesaj sesiyle durdum ve aralık kapıdan içeri girdim. İnşallah o süs bebeğinden değildir. Yoksa büyük arıza çıkartırım!
Operasyona başlıyoruz komutanım.
Ohh! Ondan değilmiş. Derin ve rahat bir nefes alıp ona bir cevap yazdım. Aynen şöyle bir cevap:
Bir haftadan beri eski ben olduğuma inandıramıyordum bir türlü onu. Artık anlardı herhalde. Dudağımın sol köşesi sinsi sinsi kıvrıldığında telefonu kapatıp aynı yerine koydum ve odadan çıktım. Tuvalete gidip çişimi yaptıktan sonra yalandan elimi yüzümü yıkadım ve mutfağa geçtim. Annem sanki sadece ben değil de, benimle birlikte bir ordu daha yemek yiyecekmiş gibi doldurmuştu tabağı.
Son böreği de tabağa yerleştirdiğinde bir sandalye çekti benim için. "Geç kızım."
Hemen oturdum. "Ye hadi Gül'üm," dedi bana kısa bir bakış atıp çayları doldururken.
"Aslında çok aç değilim," dedim kopardığım ekmek parçasını çorbaya bandırırken. Zira yediğim bir milyonluk dava vardı! Bir daha, bir daha ve bir daha bandırdım ekmeği çorbaya. Çorbayı bitirdim dakikalar içinde. "Bu aralar pek iştahım yok." dedim kısırla poğaçayı aynı anda yerken. "Hasta olacağım galiba." dedim ağzım dolu dolu. "Canım hiçbir şey istemiyor. Zorla yiyorum." Kısır da dakikalar içinde bittiğinde peynirli börekle çiğ köfteyi yedim. Acılıydı biraz ama olsun. "Zinde kalayım, güçten düşmeyeyim diye yiyorum hep. Bu ülkenin bana ihtiyacı var nihayetinde."
Arkamdan gelen gülme sesiyle duraksayıp arkama baktığımda Demir abimin mutfak kapısına yaşlanmış, gülerek beni izlediğini gördüm. İlk kez bu kadar güzel gülerken görüyordum onu. Gözlerimi önce şaşkınlıkla kırpıştırıp gülüşüne baktım. Bu da bu kadar güzel gülmek için bana bir milyonluk dava açılmasını mı bekliyordu anlamadım ki!
Sinirden ağzımı yemeklerle doldurduğumda Demir abim mutfağa girdi ve bir eliyle yanağımı tutup başımı yana yatırırken arkamdan yüzüme eğilip yanağıma ve şakağıma güçlü bir öpücük bıraktı. "Ya!" dedim ama kedi gibi değil, kaplan gibiydi. Yemek yerken öpülmekten, dokunulmaktan hoşlanmazdım.
"Hasta olacaksın." dedi geri çekilip sırıttığında. "Ama iştahsızlıktan değil, mide fesadı geçirmekten. Yavaş ye Defne'm, önünden alan yok."
Adam haklı, şimdi dağılabilirsiniz.
Adam haklı falan değildi. Resmen dalga geçiyordu benimle! İt! İt oğlu it ya! Tam konuşacaktım halam mutfağa geldi. "Demir, niye geldin sen bu saatte?"
"Telefonumu unutmuşum. Gidiyorum şimdi."
"Tamam, bende geliyorum seninle."
Ağzımdaki parçaları yavaşça yutkunduğumda Demir abim her şeyden habersiz bana göz kırpıp odaya gitti. Çok değil beş dakika sonra geldiğinde az önceki minnoş halinden eser kalmamış, bana öfkeli bir bakış savurmuştu. Onun aksine itici itici gülümseyip el salladım. Yeni kendime gelmeseydim eğer ebemi tersten gördürürdü bana.
Huuhh! Neyseki ucuz yırtmıştım.
Mide fesadı geçirmeme dakikalar kala ben ve Doblocu göbeğim masadan ayrıldık. Bugün iş arayacaktım ama düğün salonundan hallice olan bu evde iş aramak samanlıkta iğne aramak gibiydi. Şu an bu evde psikolojisi sağlam kalan zaten gelsin başımın üstüne otursun.
Anneme dışarı çıkacağımı söylemek için salona gitmiştim ki gidiş o gidiş. Bir daha çıkamadım a dostlar.
Belime taktığım zilli pullu payetli eşarpla kalçamı sağa sola savurup göbek atarken birbirine karışan saçlarımı elimle geriye iteledim. "Şimdi sen Taksici Osman'a git diyorsun yani Ayfer Teyze?" diye sordum dokuz sekizlik şarkıya kafa göz göbek kalça dalmış bir vaziyetteyken. Hem oynuyor hem iş arıyordum.
Tarih böyle iş arama şekli görmemiştir.
"Yeni şoför lazımmış diye duydum ben." dedi Ayfer teyze Allah ne verdiyse kalçasını kıvırırken. Valla değme dansözlere taş çıkartırdı şu yaşında. "Benim herif gitti ama almamış işe."
"Ay ne âlâkâ be?" dedim hopidik hopidik oynarken.
"Kabak gibi keline güneş vurunca beyaz ışık gibi parlıyor. Müşterilerin gözünü alır, rahatsız olurlar demiş."
Hayatımda duyduğum en yaratıcı işe alınmama sebebi!
"Hımmmm..." diye derinden mırıldandım. "Beni alır mı ki işe bu çağırdığın kızlar nerdeler Osman beyefendi?"
Alt dudağını gıdığına kadar büzdü Ayfer teyze, ben bilmem Allah bilir dercesine. "Sen bir git görüş istersen."
Göbek ata ata salondan çıktıktan sonra belimdeki zilli eşarbı çıkartıp bir köşeye savurdum. Odama gidip üstümü değiştirdim. Altıma siyah kumaş pantolon, üstüme Sinan abimin beyaz gömleğini giydikten sonra takım elbiselerde olan yelekten giydim bir de. Saçlarımı elimle topuz yapıp başıma da babamın kahverengi kasketini taktım. Aynanın karşısında kendimi izledim. O değil de çok yakışıklı oldum be! Olmayan pos bıyıklarımı kıvırırken bir şeyin eksik olduğunu fark ettim ama abartısız beş dakika neyin eksik olduğunu bulamadım.
En son boşverip tam evden çıkıyordum ki eksik olan şeyin tesbih olduğunu fark ettim. Tabii ya! Hızlıca annemlerin yatak odasına girip çekmecedeki babamın envai çeşit tesbihlerinden kahverengi taşlı olanı aldım. İşte şimdi tamamdı!
Tesbih çevire çevire durağa yürürken bu işi almak için dualar ediyordum bir yandan. Bir yerden başlamak gerekiyordu çünkü. Malûm kapı gibi 1 milyonluk borcumuz vardı a dostlar!
Bakalım bizi işe alacak mıydı bu çağırdığın kızlar nerdeler Osman?
Adama böyle dersen işe girmeden işten kovulan ilk insan olarak tarihe geçersin canım. diye nazikçe uyardı beni orta şekerli seven tarafım.
Önümdeki dosyaları imzalayıp başımda dikilen Gaye'ye uzatırken gözlerim günlerdir olduğu gibi Gül'ün odasına takıldı. Geri dönsün diye kendimden bile beklemediğim şeyleri yapıyordum. Şu güne kadar kaç tane işe girdiyse hepsinden kovdurmuştum onu. Kaçırıldığından beri çok korkuyordum. O farkında değildi ama peşine iki tane adam takmıştım. Her saat başı arayıp bilgi alıyordum adamlardan. Toplantının ortasında bile toplantıyı durdurup onları aramışlığım çoktur. Çünkü bilmek istiyordum. İyi olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı.
O anı unutamıyorum. Onu üzerinde saniye saniye ölüme götüren yelekle gördüğüm anı ve o gün yaşadığım çaresizliği, korkuyu unutamıyordum. Bunun için psikiyatriste gitmeme rağmen atlatamamıştım. Çoğu gece rüyamda patlayan o bomba yüklü yelekle uyanıyor ve sonrasında kendimi suçluyordum. Eğer o gün ona bağırmasaydım, o otoparka inmeyecek ve kaçırılmayacaktı. Böylece o korkunç anı o da biz de yaşamayacaktık.
Aslına bakarsanız daha düne kadar ona çok kızgın ve kırgındım. Onu kolay kolay affedemeyeceğimi düşünürdüm. Fakat o gün onu o halde görünce ne kızgınlık kalmıştı ne de kırgınlık. Tek istediğim yaşamasıydı. Gözümün önünde olsun, nefes aldığını bileyim istiyordum şimdi. Onu o gün koruyamadığım her şeyden şimdi korumak istiyordum. Benim ona karşı bir kırgınlığım yoktu artık fakat o bana kırgın ve kızgındı. Çocukluğunun ne denli zor geçtiğine az çok şahit olmuşken ona büyü artık diye haykırmam onu çok üzmüş, derinden yaralamıştı.
Kırdığım gönlünü parça parça onaracağım, onu iyileştireceğim.
Onu bu kadar zaman sonra güçlükle bulmuşken kaybedemem. Buna izin vermem.
"Bir isteğiniz var mı Tahir Bey?" diyen Gaye'nin sesiyle daldığım düşüncelerden sıyrıldım.
Cebimden telefonumu çıkarmamla çalması bir oldu. Arayan Gül'ün peşine taktığım adamlardan biriydi. Bekletmedim telefonu. "Söyle!"
"Tahir Bey, Gül Hanım az önce taksici olarak işe başladı." dediğinde derin bir nefes verip yüzümü sıvazladım.
Bir kere kırsa o inadını, indirse o burnunu ölürdü zaten!
Taksicilik ne demek ya?! Memlekette bin türlü insan var. Bunun gece mesaisi de var. Ben böyle bir şeye izin vermem! Bugün o işten çıkacak!
"Efendim biz konuştuk fakat Osman Bey bunu kabul etmedi. Kendisi biraz, şey... Aksi bir adam."
Anlaşıldı, bunlar bu işi beceremeyecek. İş başa düştü.
****
"Olmaz!" dedi Osman Bey tam dokuzuncu kez. "Değil milyonlar, bana Trabzon'un tapusunu da verseniz ben benim emrimde çalışan herhangi bir kişinin bile ekmeğiyle oynamam! Kızcağız geldi, işe ihtiyacım var dedi, e iyi de araba kullanıyor, öyle çıtkırıldım kızlardan da değil, cevval görünüyor. Ben o kızın kaderiyle, ekmeğiyle oynamam uşağum."
Yaklaşık iki saattir dil dökmeme rağmen Osman Bey, Nuh diyor peygamber demiyordu. Neler neler teklif etmiştim ama kabul etmemişti. İlk kez bu kadar cevval birini görüyordum karşımda. Fakat benim de pes etmeye niyetim yoktu. Taksicilik Gül'e göre bir iş değil.
"Senin o cevval dediğin kız ölümden döndü ama." dediğimde Osman Bey kaşlarını çatarak yerinde dikleşti. "Gül yaklaşık bir ay önce kaçırıldı Osman Bey. Üstelik onu kaçıranlardan hâlâ bir haber yok. Ya yine kaçırırlarsa diye korkuyorum. Bu yüzden onu işten kovmanızı istiyorum çünkü ben ona ne dersem diyeyim o bildiğini okumaktan vazgeçmiyor. Gül'e bir şey olursa bunun yükünü kaldıramazsınız. Ve eğer ona sizin bu işiniz yüzünden bir şey olursa işte o zaman işler değişir!"
Tehdit etmeme, her şeyi açık açık anlatmama rağmen Osman Bey yine kararından vazgeçmedi. Daha ne yapabilirim, ne kadar açık olabilirim, bilmiyorum.
"Senin gördüğün sadece bu duraktaki birkaç insan. Ama biz milyon taneyiz sokakta. Birbirimize rakip olabiliriz ama birimizin başına bir şey gelsin diğeri koşa koşa gider. Ben de, burada gördüğünüz adamlar ve henüz görmedikleriniz de dahil olmak üzere biz bir olur, o kızı koruruz. Senin aklın kalmasın."
Derin bir nefes aldığımda Osman Bey karşımda dimdik duruyordu. Sözünden cayacak gibi de görünmüyordu. Ne yapacağımı, bu kızla nasıl baş edeceğimi gerçekten bilmiyordum.
"Bugün çok yoruldum ve de acıktım, bulaşıklar sende Cemre ona göre. Eve gider gitmez bir sakatlık yapıp kendini sakatlama." dedi sarışın kız yanında oturan kısa boylu kıza. Lafı biter bitmez de hamburgerden koca bir dilim ısırdı. Neredeyse hamburgerin yarısını yemişti. Bunu ben bile yiyemem.
Cemre alınmış gibi dudaklarını büzerek baktı arkadaşına. "Ay ne alakası var? Ben sakar mıyım?"
Taksime bindiklerinden beri yüzü gülmeyen siyah saçlı kız yan bir bakış attı Cemre'ye. "Zeynep haklı." dedi. "Sana ne zaman iş göstersek hep bir yerini sakatlıyorsun."
Cemre galiba biraz inattı. "Mesela?" diyerek bununla ilgili örnek vermelerini bekledi.
"Geçen ay apartman merdivenlerini silme sırası sendeydi ve merdivenlerden yuvarlanarak ayağını kırdın." dedi Zeynep ağzındaki biter bitmez.
Siyah saçlı kız devam etti. "Geçen hafta çamaşırları sen ütüleyecektin, ütüyle elini yaktın."
"Temizlik sırası sana geldiğinde televizyonu kırdın ve bunun yüzünden bir haftadır televizyonumuz yok!"
Asya ağzını açmıştı ki, "Tamam tamam!" dedi Cemre telaşla. Oturduğu koltukta iyice büzüldü. "Bu akşam bulaşıklar bende."
"Hiç sanmıyorum." dedi siyah saçlı kız. Hamburgerin kalan parçasını ağzına sokmak üzere olan Zeynep'i dürttü koluyla. "Hazır ol, bulaşıklar yine sende gibi görünüyor."
Zeynep kaşlarını çatarak baktı kıza. "Sen niye zahmet edip yıkamıyorsun Asya?"
Siyah saçlı Asya ellerini kaldırdı teslim olur gibi fakat yüzünde iplemez bir tavır vardı. "Ben size en başında ev işlerine yardım etmeyeceğimi söyledim. Üstelik kirayı ben ödüyorum. Bu bile benim için çok fazla."
"Ama sen babadan zenginsin, bu haksızlık!"
"Aman ne zenginlik!" dedi Asya gözlerini devirerek. "Kira parasını harçlık olarak veriyor sadece. Başka para yok. Herkese cömert olan babam bir tek bana cimri!"
Zeynep duruldu. "Ben de gıda ihtiyaçlarını karşılıyorum ama patron son zamanlarda sorun çıkartıyor, paramı zamanında vermiyor. Hatta bu ay maaşımı eksik ve geç vereceğini söyledi. Ne yapacağız bilmiyorum." Bir anda kalan hamburgeri ağzına tıktı ve ağlamaya başladı. "Bon yomoksoz yopomom!"
İtiraf ediyorum, bunu ben bile yapmam!
Hayretle dikiz aynasından kıza bakakaldım. Arkadaşları onun bu haline alışkın olmalı ki hiç yadırgamadılar durumu.
"Halledeceğiz," dedi Cemre arkadaşının sırtını sıvazlayarak. "Üzülme Zeynep. Gerekirse bende bir işe girerim."2
Asya ilk kez güldü ama gıcık bir gülüştü bu. Ben bile gıcık olmuştum yani o derece. "En son zengin bir müşterinin üstüne sıcak kahveyi döktüğün için işten kovulmuştun canım, hatırlatayım dedim."
Cemre de teselliyi bırakıp Zeynep ile birlikte üzülmeye başladı. Tek gamsız Asya'ydı aralarında.
Bugünün ilk siftahını bu kızlarla yapmıştım ama görünen o ki halleri içler acısıydı. Yazık. Bu devirde de okumak zordu.
Kırmızı ışıkta durduğumuzda bir anda şeytan mı dürttü, noldu anlamadım ama aklıma bir fikir geldi. Bir anda arkamı döndüm ve üç kızla göz göze geldik.
"Bir ev arkadaşına daha ne dersiniz kızlar?"
Üçü de sorum karşısında afalladığında birbirlerine baktılar.
"Haftada iki kere bulaşıkları yıkar, çamaşırları asar, tatilimde de evi siler süpürürüm." dedim. Canım anam bunları duysa ağlaya ağlaya madem böyle maharetlerin var evde niye yapmıyorsun diye terlikle kovalardı beni. "Onun dışında yemek tedariğini sağlarım. Size organik organik ürünler getiririm. Ee ne diyorsunuz?"
Yemek lafını duyan Zeynep, "Tamam!" demişti ki Asya onu dürttü.
Gözlerimi devirdim. "Ne yani şimdi size en sevdiğim renkten en sevdiğim filme, şarkıya kadar her şeyi söyleyecek miyim? Ayrıca bir insanla böyle tanışamazsınız. Ben anlatılmam canım, beni yaşamanız gerek."
Aralarında bakıştıkları esnada arkadan gelen korna sesiyle irkildiğimde önüme dönüp gaza bastım. Evin önüne gelene kadar kendi aralarında bana bakıp fısır fısır konuştular. Eski bir apartmanın önünde durduğumda kızlara döndüm. "Hâlâ kararınızı söylemediniz ama?"
Kızların sözcüsü Asya olmalı ki herkes ona baktığında o da beni izliyordu. Kovboy filmlerindeki gibi birbirimize bakarken bir anda, "Tamam, deneyelim bakalım." dediğinde sırıttım.
Artık baba evine veda ediyordum. Kuş büyümüş, yuvadan uçuyordu resmen!
Bu değişiklik bana iyi gelecekti.
Sinirle duraktan çıkıp arabama atlamış, dehşet bir baş ağrısıyla araba kullanırken telefonum çaldı. Gül'ün peşine taktığım adamlar arıyordu.
"Tahir Bey, Gül Hanım üniversiteli üç tane kızla eve çıktı." dediğinde kaşlarımı çattım.
"Gül Hanım artık evinde değil, bu üç kızla kalıyor." dediğinde bu kızın sabrımı zorlamasına ayar oluyordum. Taksicilikten kovduramadım zaten bari otur evinde be kızım!
"Adres ver!" dedim gazı köklerken.
"Hemen konum atıyorum efendim." dediğinde telefonu kapatmasını bekledim fakat söyleyeceği bir şeyler daha varmış gibiydi. "Tahir Bey, bir şey daha var söylemem gereken." demesi de bunun kanıtıydı zaten.
"Kuzeniniz... Gökhan Bey... Az önce Trabzon'a geldi. Şu an Gül Hanım'ın taksisinde."2
Gökhan mı gelmişti?1
Bölümle ilgili düşüncelerinizi buraya bırakabilirsiniz.💭2
En sevdiğiniz sahne veya replik de buraya lütfen.👉🏻1
Yakın bir zamanda yeni bölüm de görüşürüz.🌸4
Alıntı ve spoiler için İnstagram:
💙
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
3.3k Okunma |
417 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |