48. Bölüm

Bölüm 47 (Gönül Salıncağı)

A&G
nefelicalliope

Bölüm 47 (Gönül Salıncağı)

Bir Hafta Sonra…

 

Bazı sabahlar vardır ki yalnızca güneşin doğuşu değil, hayatın ritmi de farklı uyanır. Bu sabah kasabanın rüzgârı daha hafif, kuşlar sanki daha canlı ötüyordu. Çünkü bugün; iki yüreğin, iki ailenin buluşmasına gün sayan bir evin sabahıydı. Tunahan sabah erkenden, arabasına atlayarak havalimanının yolunu tuttuğunda içinde garip bir heyecan vardı. Her şeyin bu kadar ciddiye binmiş olması onu düşündürüyor, sevdiği kadını ailesiyle tanıştırmanın sorumluluğu omuzlarına usulca yükleniyordu. Havalimanına vardığında, dış hatlar çıkışında ailesini beklemeye başladı.

 

Ayakları, içten içe kıpır kıpır bir heyecan taşıyordu. Havalimanının cam kapılarının ardında beliren ilk siluet, Babası Oğuzer Acar oldu. Ardından zarif, şık giyimiyle Annesi İdil göründü… Duru, gülüşü gözlerinden taşan kız kardeşi… En arkada ise omuzları dik, yüzünde tatlı bir yorgunlukla erkek kardeşi Yalım yürüyordu. Tunahan bir an duraksadı, sanki hepsiyle yıllardır görüşmemiş gibiydi. İçindeki heyecan bastırılamaz bir sevinçle yüzüne yayıldı. İdil zarif şapkasını düzeltirken bir yandan da bakışlarıyla Tunahan’ı aradı. Onu gördüğü an, gözlerinin dolmasını engelleyemedi. “Tunahan!” diye seslendi, o her zamanki yumuşak tonuyla. Tunahan hızla yanlarına koştu, Annesini sımsıkı kucakladı. Ardından Babasına döndü, elini sıkıca tuttu. “Hoş geldiniz… Evimiz sizi çok özledi, ben de…” dedi, gözleri buğulu. “Oğlum,” dedi Oğuzer, yüzünde gururlu bir ifadeyle, “Memleketimin kokusu şimdiden burnuma geldi bile. Hadi, evimize gidelim.” Tunahan tebessüm etti. “Nihayet.” dedi gülümseyerek, İdil tekrar oğluna sarıldı. “Görmeyeli daha da yakışıklı olmuşsun! Canım oğlum... Ay yol bitmedi, bir türlü! Özlemişiz seni çok!” Babası bir adım geride durarak ama gözleri dolu dolu bakıyordu. “Bu kasaba sana iyi gelmiş.” dedi. İdil Tunahan’ ı bırakınca Babasıyla sarıldılar. “Öyle Baba, gerçekten de iyi geldi.” O sırada Duru da gülerek Abisinin koluna girdi. Saçlarının tepesindeki gözlüğünü indirdi. “Abim, özledim seni… Bak hala havalıyım.” dediğinde, Tunahan onu kendine çekip sıkıca sarıldı. “Havanı sevsinler ufaklık.” “Bana artık ufaklık demesen mi?” dedi yüzünü buruşturdu. Yalım elindeki çantalarla birlikte homurdandı. “Ben de sana sarılmayı çok isterdim aslında ama malum elim kolum dolu!” dedi, göz devirerek. “Bir zahmet arabayı yaklaştır be Abi, bagajlar canımıza okudu.” Tunahan güldü. “Homurdanma, arabam tam kapının önünde ver elindekilerin bir kısmını alayım.” dedi, bir yandan da kardeşine doğru adım atıp yanına gitti. Yalım elindekileri yere bırakıp Abisine sarıldı önce ardından da hep birlikte yürümeye başladılar.

 

Bu sırada Tunahan heyecanlı bir şekilde konuşmaya devam etti. “Nasılsınız? Yolculuk nasıldı?” dediğinde, Annesi cevap verdi. “Her şey güzeldi oğlum, biraz yorgunuz o kadar ama önemli değil. Ben asıl gelinimi çok merak ediyorum. Onu getirmemişsin.” dedi, düşünceli bir ifadeyle. “Evet aslında Mayda gelmek istedi ama ben istemedim. Düzgün bir şekilde tanışın istedim böyle ayaküstü değil.” dedi hafif mahcup bir ifade ile devam etti. “Bu akşam önemli bir akşam ama öncesinde biraz dinlenmek istersiniz diye düşündüm...” Annesi, gülümsedi. “Anlıyorum oğlum, iyi düşünmüşsün.” dedi ona sevgiyle bakarak. Duru merakla, “O meşhur kız yani... Ben şahsen merak içindeyim. Abim gibi asi bir adamı yola getiren kadın kimmiş görelim.” Tunahan samimi bir ifadeyle konuştu. “Mayda çok özel biri. Siz de tanıyınca anlayacaksınız. Yargılamak yok küçük hanım. Yol yorgunluğu fena vurmuştur, hadi bir an önce eve geçelim.” dediğinde Duru kıkırdadı.

 

Valizler yüklenirken, Tunahan arabaya geçmeleri için onları yönlendirdi. Kasabaya doğru yol alırken arabanın içi gülüşmelerle, kısa hatıra kırıntılarıyla ve sorularla doldu. Tunahan direksiyon başında ve gözleri daha parlaktı. Babası Tunahan’ ın yanına oturmuştu. “Oğlum, ev ne durumda? Özlemişim buraları.” dediğinde, Tunahan gülümsedi. “Ev gayet iyi hatta daha da güzelleşti Baba. Bugün eski anılar sizi bekliyor.” “Eh eminim öyledir, bir ev içinde yaşayanlarla canlanıp hayat bulur.” dedi, düşünceli bir halde. Bazı yollar vardır; sadece teker izlerini değil, kalbin kırıntılarını da taşır geriye ve bazı evler, yıllarca sessiz kalsa da bir kapı açılışında iç çekip ‘Hoş geldiniz.’ der. Tunahan’ın ailesi o gün, yalnızca kasabaya değil, bir zamanlar birlikte güldükleri, ağladıkları, hayal kurdukları o eski eve de geri dönüyordu. Kasabanın girişindeki sükûnet, ilk başta bir tereddüt uyandırsa da eski evleri karşılarına çıktığında yüzlerindeki ifadeler değişti. Kasabanın taş döşeli yollarında ilerlerken, arabada hafif bir Ege türküsü çalıyordu. Pencereden lavanta tarlaları görünüyordu, zeytin ağaçları serin bir gölge bırakıyordu yol boyunca... Ev göründüğünde, İdil elini kalbine götürdü. “Aynı kalmış… Bahçedeki yasemin bile hâlâ orada.” Duru camdan dışarı bakarken, “O küçük havuz da yerinde. Çocukken orada yıkardık ayaklarımızı…” dedi. Gülümsemesiyle gözleri aydınlandı.

 

Tunahan arabayı park ettikten sonra herkes indi. Bahçe mis gibi lavanta ve kekik kokuyordu. Duru kapının önündeki saksılara bakıp hayran kaldı. “Cennet gibi bir yer burası!” İdil etrafa bakınırken Tunahan’a döndü. “Burası senin ellerinden çıkmış gibi hissettirdi bana. Ev gibisi yok.” dedi hala etrafı izlerken, Yalım ve Tunahan bagajdan valizleri indiriyordu. Diğerleri de bahçeden içeriye adım atmışlardı. Evin kapısına geldiklerinde, Oğuzer sessizleşti ve sakladığı anahtarı cebinden çıkardı, yıllardır dokunmadığı kilide taktı. Kapı açıldığında ev, sessizce iç çekti sanki... Tozlar alınmış, perdeler yıkanmış, yerler silinmişti. Belli ki Tunahan evi önceden hazırlamıştı. “Baba,” dedi Tunahan, “Salondaki koltuğunun yerini değiştirmedim sadece minderini yeniledim.” Oğuzer gözlüklerini sildi, içerideki masaya göz gezdirdi. “Her şey yerli yerinde, sanki hiç gitmemişiz gibi…” İdil ise mutfağa yöneldi. “Bu ocakta ne yemekler pişirdim ben şimdi senin sofran için geldik oğlum. Dilerim ki, nasibiniz bereketli olsun.”

 

Tunahan ailesi için gitmeden önce küçük bir hazırlık yapmıştı. Mutfakta tertemiz bir kahvaltı masası hazırdı; Annesinin neyi sevdiğini, Babasının nasıl çay içtiğini, kardeşlerinin neleri özlediğini biliyordu. “Odalarınıza yerleşebilirsiniz.” dedi Tunahan tebessüm ederek bir yandan da valizlerini odalarına bırakıyordu. Yalım odasının kapısını açtı, duvarında hâlâ eski posterleri duruyordu. “Biri hâlâ küçük Yalım’ın odasını saklamış gibi…” Duru odasına girip yatağının kenarına oturdu. “Nevresimleri bile değiştirmişsin.” dedi kapıya yaslanan Abisine baktığında, Tunahan omzunu silkti. “Her şey siz buradaymışsınız gibi olmalıydı. Çünkü bence hiçbir zaman gitmediniz.” Oğuzer, salonun penceresinden dışarıya baktı. “Bu evde zaman durmuş. Ama biz… Biz yine yolumuzu bulduk oğlum, burada köklerimiz var. O yüzden her seferinde geri geliriz.” İdil, eşinin yanına sokulup elini tuttu. “Şimdi, o köklere bir çiçek daha ekleniyor. Mayda…” Oğuzer başını salladı. “Mayda, anlattığına göre benim oğluma yakışan bir kadın. Akıllı, vakur, asil... Onu tanımayı dört gözle bekliyorum.” Günün altın sarısı öğleden sonrası eve süzülürken, her bir oda geçmişten birer fısıltıyla doldu. Belki de aile olmak, yıllar geçse bile aynı yerden devam edebilmekti. Bu ev, yeniden buluşmanın, yeni bir başlangıcın eşiğindeydi. Ve bahçedeki yasemin, nihayet yeniden kokmaya başlamıştı…


Mayda Cephesinde Hazırlıklar

 

Aynı saatlerde Mayda, mutfakta una bulaşmış elleriyle tezgâha yaslanmış, gözlerini pencereden dışarı kaydırmıştı. Bir elinde maydanoz demeti, dudaklarında ise huzursuz ama umutlu bir tebessüm vardı. Beliz, bir yandan dolmalık biberleri ayıklıyor, bir yandan da kardeşinin hâlini gözlüyordu. “Mayda… Heyecandan bir tencereyi üç kere yıkadın. Rahatla artık.” İlay, gülerek eline çırpıcıyı aldı. “Bak ben tatlıyı yapmaya başlıyorum. Ama mutfakta tatlı bir huzur değil, tatlı bir kaos var.” Sayina ise dışarıdan seslendi. “Bahçeyi de süsledim! Girişe beyaz ışıklar yerleştirdim. Şimdi bana biri şu masayı kurmama yardım etsin.” Nariya ise bir köşede sessizce çizimlerini yaparken aklına bir şey gelmiş gibi birden kafasını kaldırdı. “Mayda, bence sen Nergis ablayı ara, o da olmalı bu akşam. Olmazsa eksik kalırız.” Mayda ellerini yıkayıp havluyla kurularken başını salladı. “Haklısın… Zaten aklımdaydı ama telaştan unutmuşum.” Telefonu eline aldığında kalbi biraz daha hızlandı. Nergis’in ismine dokunurken içindeki küçük kız çocuğu konuştu sanki. Çalan telefon karşı taraftan tatlı bir ses tonu ile açıldı. Nergis’in sesi diğer uçtan neşeyle geldi. “Maydacım! Ne yapıyorsun benim deli kız?” “Nergis abla… Bugün geleceksin değil mi? Yani… Tunahan’ın ailesi geliyor… İstemeye. Geçen gün söylemiştim ama hatırlatmak istedim.” “Canım hatırlıyorum tabii geleceğim.” Kısa bir sessizlik oldu. “Ve… Şey… Ben… İstiyorum ki… Sen de burada ol.” Mayda gözlerini kapadı, sesi titredi. “Annem yokken… Sen oldun hep. Beni senden istesinler istiyorum. Senin burada olmanı…” Nergis’in gözleri doldu. “Ah be kızım… Kalbime dokundun. Elbette geleceğim. Bu gece yanındayım. Kızım gibisin zaten. Seni yalnız bırakır mıyım hiç?” Mayda telefonu kapattığında yüzünde duyguların tarifsiz karışımı vardı. Kardeşleri bunu görünce hiçbir şey sormadılar. Çünkü bazı şeyler, söylenmeden anlaşılırdı. Ev sadece duvarlardan ve pencerelerden ibaret değildi o gün. İçeriye sinmiş taze ot kokuları, kahkahalarla karışmış un bulutları ve bir tabakta sunulmaya hazırlanan sevgi vardı. Çünkü bazen kalbin en güzel ifadesi, pişen bir yemeğin buharında gizlenirdi…

 

Mayda saçlarını tepeden topuz yapmış, önlüğünü bağlamış, tezgâhın başına geçmişti. Yanında Beliz vardı, onun kendinden emin elleriyle bıçak şakırdatışı bile mutfağa ayrı bir güven veriyordu. “Zeytinyağlı enginarları ben hallediyorum. Sen kabak çiçeklerini doldur, elin hafiftir senin.” dedi Beliz, bir yandan soğanı ince ince doğramaya devam ederken. “Bak Abla, içlerine sevgimi de dolduruyorum. İnşallah puanları toplarız.” dedi Mayda, göz kırparak. Beliz gülümsedi. “Sen zaten başlı başına bir puansın. Ama bak karabiberi koymayı unuttun. Aman diyeyim…” Fırında pişmek üzere hazırlanan patlıcanlı musakka, yoğurtlu semizotu, közlenmiş biber salatası, naneli cacık, sarmalar… Ege mutfağı tüm zarafetiyle hazırlanıyordu. “Kızım bu sofra düğün sofrasına döndü.” dedi Beliz, dolmaları tencereye dizerken. Mayda derin bir nefes aldı, “Bir bakıma öyle. Kalbimi isteyenlerin karşısına çıkacağım bugün…” Salonun diğer ucunda Sayina, küçük bir masa üzerine cam şişeleri diziyor, şarap kadehlerini kontrol ediyordu. Lavanta, nane ve adaçayı esanslı kokteyller, birkaç çeşit yerli şarap ve zeytin eşliğinde hazırlanan minik tapaslarla içki köşesi adeta dergi sayfası gibi görünüyordu. İlay mutfağın kapısından seslendi. “Sayina o lavanta karışımını fazla kaçırma. Geçen sefer içip halı desenine serenat yapan biri vardı.” Sayina kahkaha attı. “Bu sefer serenat değil, teklif gecesi. Ayarını bilirim. Kadeh başına sadece bir damla büyü koyuyorum.” Mayda kapıdan bağırdı. “Ne büyüsü?” Sayina göz kırptı. “Aşkın büyüsü.” Beliz Nariya’ yı bilgisayara başından kaldırarak temizliğe çoktan adapte etmişti. Nariya camları açmış, tül perdeler uçuşurken müziğin sesini biraz daha açtığında, hafif bir caz parçası evin içini doldurdu. İlay, elektrik süpürgesinin hortumunu bir savaş silahı gibi taşıyarak Nariya’ya döndü. “Bu halının bana bir garezi var. Onu süpürmeye çalışıyorum ama o beni süpürüyor!” Nariya gülerek elindeki toz bezini salladı. “Evle savaşma, onunla dans et.” dediğinde, İlay kahkaha atarak koltuğun üstüne düştü. “Ben zaten Tunahan’la Mayda’nın düğününde vals yaparım diye antrenman yapıyorum.” Nariya iç geçirdi. “Birazdan mutfakta da yardım etsek mi?” Mayda içerden seslendi. “Hayır! Siz evi mis gibi yapın yeter.”

 

Ev pırıl pırıl olmuş, yasemin buharıyla ve sevgiyle bezenmişti. Mutfaktan gelen sarımsaklı yoğurt, baharatlı biber ve taze ot kokusu, evi sadece fiziksel olarak değil, kalpten temizliyordu. Akşam yaklaşırken bahçe, lambalarla donatılıyor, beyaz örtülerle süslenen masa en güzel köşeye kuruluyordu. Masanın ortasında lavantalı mumlar, yanında el yapımı peçete halkaları… Beliz bahçeden içeri seslendi. “Mayda! Tunahan’ın ailesi köy konağına değil de, saraya geldiklerini düşünecekler.” Mayda kapının eşiğinden dışarı sarktı. “İz bırakmak istiyoruz. Hatırlanacak bir masa. Yani… Belki de eşsiz bir başlangıç.” Sayina şarapları buz kovasına yerleştirirken usulca konuştu. “Şimdi mutfağın dışında da aşk pişiyor.” İlay, verandanın köşesinden fısıldadı. “Kızlar! Bu gece biz sadece yemek sunmuyoruz… Geleceğe niyet, kalbe davet sunuyoruz.” dediğinde herkes güldü. Hummalı bir telaş devam ediyordu. Güneş, kiremit çatılara sarı bir huzme gibi düşerken mutfaktan yayılan kokular, kasabanın rüzgârına karışıp bahçeye taşmıştı. Beliz, ince doğranmış enginarları zeytinyağlı tenceresine yerleştirirken, Sayina mutfak tezgâhında lavanta likörüyle tatlandırdığı özel limonatasını sürahilere dolduruyordu. Nariya, masa örtüsünün kenarlarını düzeltip peçeteleri bir sanat eserine dönüştürürken; İlay, verandada dizilmiş sandalyelerin arasına sarı çiçekler yerleştiriyordu. Mayda ise salonda, elinde bir defter, son kontrolleri yapıyordu. Menüye göz gezdirirken tatlılara ayrı bir özen göstermişti. “Şeftalili bademli tart fırında, Beliz!” diye seslendi mutfaktan. Beliz hemen başını uzattı, “Kontrol ettim, üzeri nar gibi kızarmış. Söz verdiğim gibi tam kıvamında.” dedi gülümseyerek. “O zaman biz bunu da listeye yıldızlı tarif olarak ekleyelim.” dedi Mayda, göz kırparak. Bahçede renkli fenerler yerleştiriliyordu. Tüller ağaç dallarına asılmış, hafif rüzgârda dans ediyordu. Küçük cam kavanozlarda mumlar titriyordu. Sayina, limonata tepsisini getirip verandadaki masaya koyduktan sonra Mayda’nın yanına geldi. “Nefes al ablacığım. Her şey kusursuz olacak.” Mayda dudaklarını kemirdi. “Bilmiyorum Sayina… Ne bileyim… Sanki kalbim dışarıda atıyor gibi.” dedi Mayda. “O kalbin Tunahan’da atıyor, oradan biliyoruz.” dedi Nariya, salona girerken. Üçü birden gülümsediler. Gerginlik yerini hafif bir heyecana bırakmıştı.

 

Evin içi güneşle ısınmıştı. Saatler ilerledikçe hava serinlemeye başlamış, evin her köşesine hoş bir hazırlık sessizliği yayılmıştı. Mayda odasında aynanın karşısında saçlarını gevşek dalgalarla bırakmış, boynuna Annesinden kalan ince bir inci kolye, kulaklarına da küpeleri takmıştı. Krem rengi, omuzları açık, zarif bir elbise giymişti. Makyajı abartısızdı, gözleri yeterince anlatıyordu zaten her şeyi. Beliz, Sayina, Nariya ve İlay da odalarında hazırlanıyorlardı. Her biri farklı tonlarda ama zarif elbiseler giymiş, saçlarını özenle toplamışlardı. Hepsinin yüzünde, biraz gurur, biraz heyecan vardı. Maydayı kontrol etmek için yukarı çıkan Beliz, “Mayda,” dedi, kapıdan içeri girdiğinde, “O kadar güzelsin ki, Annem görseydi… Gözyaşlarıyla izlerdi seni.” Mayda bir an sustu. Gözleri doldu. “Annemin ruhu bu akşam bizimle… Hissediyorum.” Hepsi, bir süre konuşmadan sarıldılar. Saat yediye yaklaştığında, bahçe nazik bir sessizlikle doldu. Nergis, saçlarını zarifçe toplamış, dantel detaylı lacivert bir elbise giymişti. Bahçeye girdiğinde İlay hemen onu karşıladı. “Hoş geldin Nergis abla!” “Ohooo… Siz burayı mehtaplı masal diyarına çevirmişsiniz.” dedi Nergis şaşkınlıkla. “Bu daha başlangıç, asıl sahne birazdan başlıyor.” dedi Sayina göz kırparak. Ardından Yakup ve Ilgar geldi. Ilgar’ın üzerindeki koyu gri gömlek, yakışıklılığını vurgularken, Yakup kravatla savaşmış ama sonunda pantolon-ceketle barış imzalamış gibiydi. “Mayda ne zaman inecek?” diye sordu Yakup. “Kraliçe gibi hazırlanıyor, birazdan…” dedi Beliz.

 

Mayda son bir kez aynaya bakmış, saçlarını düzelttikten sonra derin bir nefes alarak merdivenlerden inmeye hazırlanmıştı. Salonda Beliz, Sayina, Nariya, İlay, Nergis, Yakup ve Ilgar onu bekliyordu. Beliz’in gözleri dolu doluydu. İlk defa küçük kız kardeşini bu kadar başka, bu kadar kadın gibi görüyordu. Ayak sesleri duyulunca herkesin başı merdivenlere döndü. Ve Mayda… Sade ama asil bir elbise içinde usul usul indi basamakları. Elbisesinin beline oturan formu, saçlarının doğal dalgası ve gözlerindeki ışıltıyla adeta başka bir hâle bürünmüştü. Salonun ortasında duran Sayina, elindeki kadehi havaya kaldırmış, Yakup’un kahkahasıysa az önce odayı doldurmuşken bir anda kesilmişti. İlay, elindeki peçeteyi buruşturup dizine bıraktı. Nariya ise mutfağın kapısında durmuş, elinde limonlu su bardağıyla öylece bakıyordu. Beliz’in dudaklarının arasındaki ince cümle yarım kalmıştı. Ve Ilgar… O da bir adım geride, sessizliğin gölgesinde başını yavaşça kaldırmıştı. Merdivenin başında duran Mayda, ince askılı zarif elbisesiyle bir rüzgâr gibi süzülüyordu. Krem rengi tonlarında, ipekten yapılmış, belini zarifçe saran ve etekleri yere doğru dalga dalga süzülen o elbise… Su gibiydi… Masalsıydı... Saçlarını arkadan gevşekçe toplamıştı ama yanlardan bırakılan birkaç tutam, yanağında usulca dans ediyordu. Kulaklarındaki inci küpeler, her adımda ışığa yakalanıyor; dudaklarındaki hafif gülümseme, yüzüne bahar ferahlığı gibi yayılıyordu. Gözleri ışıldıyordu. Utangaç bir parıltıydı bu. Ama aynı zamanda dimdik, kararlı bir duruşla yürüyordu aşağıya. Kalbini içine almış, onu taşımaktan gocunmayan bir kadının yürüyüşüydü. Kimse konuşamıyordu. Herkes bir anlık sessizliğe gömüldü. O kadar güzeldi ki… Yakup ilk sesi çıkardı fısıltıyla. “Biri beni çimdiklesin. Bu, bizim Mayda mı?” Ardından Beliz’in gözleri dolmuştu, gururla bakıyordu küçük kardeşine. “Annem gibi… Tıpkı Annem gibisin.” Sayina dayanamayıp alkışladı. “Sen yandın kızım, Tunahan seni görünce kalbi tekleyecek!” Mayda utangaçça gülümsedi ama kalbi hızla çarpıyordu. Ardından İlay mırıldandı, “Bir prenses gibi…” Nariya başını salladı, “Su gibi… Gerçekten su gibi…” Beliz gözyaşlarını silerken hafifçe gülümsedi, “Hazır mısın?” Mayda dudaklarını ısırarak başını salladı. “Değilim heyecandan ölmek üzereyim ama olmak zorundayım.” Derin bir nefes alıp salonun ortasında durduğunda tam da o anda…

 

Tunahan Cephesindeki Hazırlıklar

Sabahın yumuşak ışıkları evin duvarlarında dans ederken, Tunahan evden çıkıp daha önce organize ettiği şeyleri almak için kasaba merkezine gitti. İçinde tatlı bir telaş, ellerinde terleten bir heyecan vardı. Bugün bir ömrü birlikte geçirmeyi dilediği kadını resmen istemeye gideceklerdi. Her adımda kalbinin ritmi biraz daha artıyor, derinlerde bir yerde ‘ya yeterince iyi olamazsam…’ endişesi kıpırdanıyordu. Ama bir yandan da Mayda’nın gülümsemesi gözünün önünden gitmiyordu. O gülümsemeye yakışır bir gece olmalıydı.

 

Kasabanın en köklü çiçekçisiydi burası. Beyaz zambaklar, pembe güller, frezyalar… Hepsi rengârenk duruyordu ama onun gözleri bir bukete kitlendi; beyaz şakayıklar ve mor ortancalardan oluşan zarif bir aranjman... Mayda’nın sadeliğini ama bir o kadar da derinliğini anlatan bir şeydi. “Bu buketi rica ediyorum. Üzerine de küçük bir not yazabilir miyim?” Çiçekçi kadın gülümsedi. “Bugün özel bir gün herhalde?” Tunahan başını eğdi hafifçe. “Hem de hayatımın en özeli.” Kadın bilmiş bir gülümseme ile ona baktı. “Söz çiçeğiniz hazır.” dediğinde, “Teşekkür ederim ama?” dedi şaşkınlıkla Tunahan. Kadın başını kaldırıp gülümsedi. “Söz için değilse kime bunlar?” Tunahan tebessüm etti. “Mayda için…” dediğinde, “O güzel kız için ha… Çok doğru adrestesin evlat.” dedi ve arka taraftan özenle hazırlanmış çiçek demetini getirdi. Hepsi zarif bir kurdeleyle bağlanmıştı. Yaşlı kadına teşekkür edip notu cebine attı ve ücretini ödeyerek ayrıldı çiçekçiden… Bir yan dükkâna geçti, çikolatacıdan da bitter ve fındıklı el yapımı çikolata kutusunu, gümüş kutuya yerleştirilmiş sade ama zarif söz tepsisi ve makasını aldı. Kalbinde garip bir titreme vardı. “Hazır mısın Tunahan?” diye sordu kendi kendine. Cevap için dudaklarını kıpırdattı. “Mayda için her zaman.” Ardından kuyumcuya gitti. Cemal Usta yıllardır tanıdığı eski bir dostuydu. Burası, sıradan bir mağaza değildi onun için. Hikâyelerle, emekle ve dostlukla işlenmiş bir mekândı. Cemal Usta kadife kutuyu uzattığında, gözleri hafifçe nemlendi. “Bunun içinde sadece bir yüzük yok, evladım. Bir ömür var. Kırma, çok sev, sahip çık.” Tunahan başını öne eğerek aldı yüzüğü. “Mayda’ya… Başka türlüsü yakışmazdı zaten.” diye fısıldadı. Hepsi özenle paketlenmişti. Elinde şakayık buketi, kolunun altında yüzük kutusu ve çikolatalarla evine döndüğünde, öğleden sonrayı geçmişti vakit…

 

İçeride ayrı bir telaş vardı. Annesi, evin salonunda duran hediye paketlerini düzeltmekle meşguldü. “Tunahan! Gel bakayım. Bu gömleğin yakası neden ütüsüz gibi? Oğlum, ilk izlenim çok önemlidir!” Tunahan elindekileri masaya bıraktı ve Annesinin ellerinden tutup onu öptü. “Anne sakin ol, henüz akşam için giyinmedim.” dedi tebessüm ederek. Babası, annesinin telaşına alışkın olduğu için sadece tebessüm etmekle yetindi. Duru ve Yalım ise yan yana oturmuş kahkahalarla bir şeyler izliyordu. Duru, Abisinin elindekileri masaya bıraktığını görünce gözlerini büyüttü. “Bu yüzük mü? Ayy, kutusu bile güzelmiş. Abim evleniyor, hâlâ inanamıyorum!” dedi abartılı bir sesle. “Ee ama siz neden hala hazır değilsiniz? Ben gidiyorum siz de oyalanmayın hadi!” dedi Tunahan, odasına çekilip giyinmeye başladı. Açık gri bir keten pantolon, içine açık mavi gömlek ve üzerine krem tonlarında, hafif İtalyan kesim bir ceket seçti. Sade ama özenli… Aynaya baktığında ilk kez bu kadar heyecanlı olduğunu fark etti. Tam o sırada Annesi içeriye başını uzattı. “Hazırsan çıkalım. Gecikmeyelim, nezaketli olalım.” dediğinde, “Hazırım Anne.” dedi Tunahan ve yüzüğün bulunduğu kutuyla beraber notu da ceketinin iç cebine koydu. “Çiçeği de sen taşı.” İdil’in gözleri nemlendi. Arabaya bindiklerinde güneş kasabanın üzerini altın bir örtü gibi sarmıştı. Herkes suskundu bir süre. İçlerinden biri bile, dile getirmese de bu anın kıymetini biliyorlardı. Bir kadın ve bir erkeğin kaderleri birleşirken, iki ailenin de kalbi, geçmişlerinden koparak geleceğe uzanıyordu… Her biri şık, özenli ve heyecanla doluydu. Bu sadece bir tanışma değil; bir kabul, bir aileye dâhil olma anıydı.

 

Tunahan, virajı dönerken yüreğinde dalga dalga büyüyen duygularla boğuşuyordu. Gözleri dikiz aynasından Annesine takıldı. Zarif bir kadın olan İdil, her zamanki gibi dimdik oturuyor, dudaklarında kibar bir tebessüm taşıyordu. Babası ise sessizdi ama bu sessizlik onun alışıldık duruluğuydu, yargılayıcı değil, gözlemci. Duru heyecandan ellerini ovuşturuyor, Yalım ise Abisine dönüp hafifçe gülümsüyordu. “Abi, ellerin direksiyonu kıracak neredeyse.” dedi alaycı bir gülümsemeyle. Tunahan gülümsedi, “Ellerimi değil de, kalbimi zapt edemiyorum.” Arabanın dönüş sinyali yanıp sönmeye başlayınca, İdil derin bir nefes aldı. “İlk izlenim önemlidir. Ama en önemlisi samimiyet, Tunahan. Kendin ol. Biz, seni bu hâlinle seviyoruz zaten. Eminim Mayda da öyledir.” Tunahan başını hafifçe eğdi, Annesinin ellerini direksiyonun üzerinden öptü. “Teşekkür ederim Anne.” Mayda’ nın evi göründüğünde, Babası derin bir sesle, “Hadi bakalım, Bir aile olarak daha da büyümeye gidiyoruz.” Tunahan, arabayı park edip indiğinde ilk nefesi zor aldı. Sonra Annesine kapıyı açtı, ardından Duru’ya yardımcı oldu. Babası ise bahçe kapısından geçerken etrafı dikkatle süzdü. Bahçenin düzenine, evin sade ama huzurlu görüntüsüne bir göz attıktan sonra Tunahan’a döndü. “Güzel yere benziyor. İnşallah yüreği de burası kadar güzeldir. Halil Efe’ nin kızlarından başka türlüsü beklenemez gerçi… Keşke o da burada bizimle olsaydı.” dedi hüzünlü bir sesle iç çekti.

 

Bahçede ilerlerken Tunahan’ın yüreği küt küt atıyordu. Pencerelerden sarkan çiçekler, etraftaki süslemeler, balkonun altında yan yana asılmış nazar boncukları… Hepsi başka bir hayatın kapısına götürüyordu onu. “Hazır mıyız?” dedi Babası, Tunahan ceketinin yakasını düzeltti. Derin bir nefes aldı. “Hayatım boyunca olmadığım kadar.” Ayaklarının altındaki çakılların çıkardığı ses bile Tunahan’ın içini ürpertti. Bu, sıradan bir yürüyüş değildi. Bu, yıllardır kalbinde taşıdığı yüklerin, özlemlerin, pişmanlıkların ve umutların tam karşısına, nihai bir cesaretle çıkışıydı. Yanında yürüyen Babası ağır ve dik adımlarla ilerliyordu. Her zaman olduğu gibi gururla… Annesi ise elindeki söz tepsisini sanki bir mücevher taşır gibi dikkatle tutuyor, sessizce mırıldandığı dualarla içindeki heyecanı bastırmaya çalışıyordu. Duru’nun gözleri etrafta dolaşıyor, bir yandan da çikolatayı elinde sımsıkı tutuyordu. “Kasabanın havası başka, İngiltere’ nin puslu havasından bıktığımı fark ettim burada güneş şahane batıyor.” diye kendi kendine söylenirken Yalım, bir yandan Abisine bakıyor bir yandan da gülümsüyordu.

 

Tunahan’ ın zihninde gürültülü bir sessizlik vardı. Ayakları yürüyordu ama içi koşuyordu. Kalbi, göğüs kafesine sığmaz olmuştu. Her adımda “ya”larla dolu bir iç ses yankılanıyordu; ya heyecanımı belli edersem? Ya yüzüğü düşürürsem? Ya Mayda… Ama sonra bir gülüş geliyordu aklına. Geceleri rüyasına sızan, sabahları uyanırken ilk hatırladığı… Mayda’nın, o inadına güzel, inadına dik duruşlu, dünyayı kendi elleriyle yeniden kurabilecek kadar güçlü olan kadının gülüşü... Yutkundu... Bu bahçeyi daha önce defalarca görmüştü. Kah gülüşleriyle, kah sessizlikleriyle dolmuştu o çardak. Ama bu sefer başka bir anlam taşıyordu. Bu sefer “biz” kelimesi, bir evin içinde, birlikte kurulan bir sofrada, paylaşılan bir yatakta, aynı sabaha uyanan iki kalpte gerçek olacaktı. Kapıya yaklaştıklarında Annesi koluna dokundu hafifçe. “Derin nefes al,” dedi, fısıltıyla. “Bugün kalbine bir ömür koyuyorsun.” Tunahan başını salladı. Dudaklarının kenarında, endişeyle karışık bir gülümseme kıvrıldı. Yüzüğün kutusunu iç cebinde, kalbine en yakın yerde taşıyordu. Son bir adım kaldı. Mayda’ ya kendi kalbinin yansımasına… Kapının önünde durduklarında göz ucuyla ailesine baktı. Babası destekleyen bir bakışla başını salladı. Annesi hafifçe kımıldanarak ‘hadi’ der gibi baktı. Duru ve Yalım, arkadan hafif gülüşmelerle birbirlerine dirsek atarken bile Tunahan o an sadece bir şeye odaklandı. Kapının ardındaki aşkına... Derin bir nefes aldığında, geleceğinde yaşayacağı hayatı ciğerlerine doldu sanki parmaklarını gergince açtı, kapıya doğru kaldırdı. Bir eliyle kapıyı çalarken diğer eli hâlâ kalbinin üzerinde, cebindeki yüzüğün üstünde duruyordu. O an bir dilekte bulundu sessizce; ‘ne olur bir ömür olsun…”

 

Mayda ve diğerleri zili duydukları anda İlay refleksle kapıya yöneldi ama Beliz onu tuttu, “Ben açayım.” dedi. Çünkü o, bu anın büyüsüne uygun olanı yapmak istiyordu. Nergis araya girerek, “Hep birlikte karşılamalıyız. Mayda sen de gel canım.” diyerek herkesi yönlendirdi. Kapı açıldığında karşılarında Tunahan, yanında ailesiyle birlikte gülümsüyordu. Tunahan, Mayda’yı gördüğü anda gözlerini bir an kapadı, yeniden açtı. İçinde bir dua, bir hayranlık, bir minnet yankılandı. Elinde çiçek, Mayda göz kamaştıran haliyle karşısında durduğu an, göz göze geldiler. Gecenin büyüsü, o bakışla başladı… Tunahan’ın gözleri onun gözlerinde asılı kaldı. Dudakları hafifçe aralandı sonra yaklaşarak alçak bir sesle fısıldadı. “Çok güzelsin.” Mayda hafifçe eğilerek selamladı gelenleri. “Hoş geldiniz… Buyurun, içeri geçin lütfen.” İdil, gülümseyerek fısıldadı. “Mayda mı bu, oğlum?” Tunahan başını salladı, sesi kısılarak, “Benim kalbimin evi…” dediğinde, Babası öksürür gibi yaparak bir adım öne çıkıp içten bir selam verdi. Duru ve Yalım ise meraklı ve heyecanlı gözlerle etrafa bakınıyor, kıyıdan kıyıdan Mayda’ya göz atıyorlardı.

 

İdil öne çıktı. Gözleri hafifçe buğuluydu. Mayda’nın elini tuttu. “Hoş bulduk, güzel kızım. Nihayet tanışabildik. Ben İdil Acar, Tunahan’ ın Annesiyim.” Mayda eğilerek onun elini öptüğünde İdil onu kendine çekip yanağından öptü ve sarıldı. Ardından Duru, Mayda’ya sarıldı. “Ben Duru, Tunahan’ın kız kardeşi. Nihayet seni tanıyorum! Abimin hakkında ne kadar konuştuğunu bilemezsin.” Mayda utangaç bir tebessümle ona bakakaldı. Yalım hafifçe eğildi. “Ve ben de küçük erkek kardeşiyim. Ama Abime rakip değilim, merak etme.” Oğuzer biraz geride durmuştu. Mayda’ya yaklaştı, ciddiyetini bozmadan ama yumuşak bir sesle konuştu. “Ben Oğuzer Acar. Oğlumun yüreğini kazanan bir kadınla tanışmak benim için gurur.” Mayda gözlerini kaçırdı, utanmıştı. “Teşekkür ederim. Benim için de büyük bir şeref.” dedi eğilip onun elini de öptü. Beliz öne doğru ilerledi. “Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Buyurun lütfen Ben Beliz, Mayda’nın en büyük kız kardeşiyim.” Sayina, Nariya ve diğerleri tek tek kendilerini tanıttılar. Beliz, elini uzattı önce İdil’e. “Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.” İdil onun elini sevgiyle tuttu. Mayda da ablasıyla aynı cevabı verince İdil, “Asıl biz memnun olduk. Seni görür görmez gönlümüz ısındı. Çok güzelsin, çok…” dedi, heyecanını gizleme gereği duymadan onu kendine çekip bir daha sarıldı. Oğuzer, ceketinin düğmesini açtı ve tok bir sesle konuştu. “Hoş bulduk kızım, maşallah sana… Bu ev de hiç değişmemiş…” dedi hüzünlü bir ifadeyle her yeri süzdü. Mayda hafifçe başını eğdi, “Siz ailemi tanıyordunuz?” dedi sesi heyecandan titrek çıkmıştı. Oğuzer’ le göz göze geldiğinde samimi sıcak bir tebessümle ona bakıyordu. “Evet, elbette Allah rahmet eylesin Baban iyi bir insan, güzel bir komşuydu.” Sözleri herkesi etkilemişti, geçmişten gelen hüzün dalgası her birinin yüzünde hissedilirken Nergis araya girdi. “Öyleydiler, ikisi de… Hepiniz hoş geldiniz. Lütfen içeri buyurun, kapıda kalmayın. Daha konuşacak çok şey var…” Sıcak bir karşılamayla kalabalık, evin salonuna doğru geçti…

 

Tunahan tüm bu anları, Mayda’yı izleyerek yaşıyordu. Onun bu zarafeti, bu dinginliği, ailesinin önünde hiç ezilmeden, kendi özünü koruyarak duruşu… İşte tam da bu yüzden sevmişti onu. Ne fazla ne eksikti… Olduğu gibi, güçlüydü... Ve güzelliği, sadece dışıyla değil, ruhuyla sarıyordu insanı... Herkes salona geçerken Tunahan, Mayda’nın yanına geldi ve çiçeği ona uzattı. Mayda çiçeği elinden alırken cebinden notu çıkarıp ona uzattı. Mayda sessizce notu alırken, kardeşleri de çikolata ve söz tepsisini Duru’ nun ve İdil’ in elinden alıp masaya bıraktı. Tunahan sadece ona ait olan bir bakışla baktı. “Bunu unutamam.” dedi kısık bir sesle. Mayda, “Ne?” diye sordu, gülümseyerek. Tunahan yanına daha da yaklaştı. “Bu gece. Seni bu hâlinle ilk görüşüm. Ve senin bana ne kadar yakıştığını yeniden fark edişim.” Mayda’nın gözleri buğulandı. “Senin yanında hep güzel hissettim ama bu gece… Farklı…” Tunahan fısıldar gibi ekledi. “Bu gece… Sonsuzluğun ilk sayfası... Notu okumayacak mısın?” dediğinde Mayda titreyen ellerine hakim olmaya çalışarak notu açtı ve okudu. “Seninle geçen her gün, bahar gibi… Gönül salıncağımın tam ortasında yalnız sen varsın. Adını her nefeste yeniden çağıran kalbim, en çok da sana sarılınca susmayı öğreniyor. Bu hayatta kendimi en güvende hissettiğim yer, gözlerinin kıyısında savrulmadan duran bir duadır artık. Tutkum sana, sadakatim sonsuza. Bugün de yarın da ve hep sen olacaksın… Gönlüm seni seçti.” Mayda, zarif elleriyle çiçeği usulca tuttu. Gözleri Tunahan’ın yazdığı o birkaç satıra kilitlenmişti. Gönül salıncağı… Ne kadar da onun gibi bir kelimeydi. Derin, dingin, korunaklı. İçinde saklı duran nice his gibi… Tunahan’ın gözleri hâlâ ondaydı. Meraklı, biraz da heyecanlı… Mayda başını yavaşça kaldırdı. Göz göze geldiklerinde zaman, onları yalnız bıraktı sanki. Her şey sustu sadece kalplerinin sesi vardı arada. Mayda çiçeğin üzerine iliştirilmiş notu tekrar okurken gülümsedi. Gönül salıncağı… Tunahan’ın kelimeleri, kalbine dokunmuştu. Parmak uçlarıyla kâğıdı okşadı. Gözlerini Tunahan’a çevirdiğinde sesini alçaltarak fısıldadı. “Seninle sallanmak… Hep orada kalmak istiyorum. Gönlünün salıncağında… Rüya gibi.” Bakışı titrek bir dokunuş gibi Tunahan’ın gözlerinde durdu. O an susmak, konuşmaktan daha çok şey anlatıyordu. Mayda, ince bir fısıltıyla konuştu. Sesinde hem şefkat hem de kalbinin sonsuz bağı vardı; “Senin gönlünde sallanmak, rüzgârsız bir huzur gibi… İçim ne zaman darmadağın olsa, senin gözlerinle toparlıyorum kendimi. Tunahan… Ben artık hep senin yüreğinde uyumak istiyorum. Hiçbir kelime yetmezken içimde taşanlara, sadece şunu söyleyebilirim; kalbini bana adadığın yerde, ben de kendimi sana adadım Tunahan… İçimde bir ömürlük sükûnetsin artık.” Tunahan, bu cümleyle birlikte gözlerini bir an kapattı. İçindeki sevgi taşıp dudaklarına ulaştı. Aralarındaki mesafe neredeyse yok gibiydi. Mayda’nın alnına dokunan hafif bir öpücük, sanki kelimelerin sustuğu yerde kalbin diliyle verilen en derin cevaptı. “Seni seviyorum.” diye fısıldadı Tunahan, “Seni seviyorum.” diyerek karşılık verdi Mayda ve ardından salona yöneldiler. O gece, sadece iki ailenin değil; iki kalbin, iki geçmişin, iki hayalin resmiyete dökülen ilk gecesiydi…

Bölüm : 16.04.2025 14:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
A&G / AŞKIN MELODİSİ (MAYDA) / Bölüm 47 (Gönül Salıncağı)
A&G
AŞKIN MELODİSİ (MAYDA)

2.37k Okunma

165 Oy

0 Takip
52
Bölümlü Kitap
TANITIM(Mayda)1. BÖLÜM(Güneş Alerjisi)2. BÖLÜM(Mezarlık)3. BÖLÜM(Deryada Bir Salım Yok!)4. BÖLÜM(Maviş)5. BÖLÜM(İç ses&Sülün)6. BÖLÜM(Aşiret Meselesi)7. BÖLÜM(P.S. : Seven affeder.)8. BÖLÜM(Melodi)9. BÖLÜM(Sek İtiraf)10. BÖLÜM(Tuna)11. BÖLÜM(Kaplumbağa)12. BÖLÜM(Fısıltı Perisi)13. BÖLÜM(Vahşi Çiçek)14. BÖLÜM(Geçmişin Hayaleti)15. BÖLÜM(Sinek Vızıltısı)16. BÖLÜM(Hesaplaşma)17. BÖLÜM(Savaş Gazileri)18. BÖLÜM(Süper Kahramanlar)19. BÖLÜM(Sürpriz)20. BÖLÜM(Geçmez Yara)21. BÖLÜM (Ruhsat Meselesi)22. BÖLÜM (Dostlar Meclisi)23. BÖLÜM(Adalet Terazisi)24. BÖLÜM(Festival)25. BÖLÜM (Mayda' nın Tilkileri)26. BÖLÜM (Aile Bağları)27. BÖLÜM(Gencebay mı? Tilbe mi?)28. BÖLÜM (NARİYA)29. BÖLÜM (Kulak Misafiri)30. BÖLÜM(Gecikmiş Adalet)31. BÖLÜM (Güz Sancısı)32. BÖLÜM (Geçmişle Yüzleşme)33. BÖLÜM (    Kalbin Sakin Limanı)34. BÖLÜM(Kalbin Demir Attığı Yer)35. BÖLÜM (Ege’ de Kıskançlık Rüzgarları)36. BÖLÜM (Kına Gecesi)BÖLÜM 37 (Aşiret Düğünü)Bölüm 38 (Yüzüğün Hikayesi)BÖLÜM 39 “Sevdanın Kollarında”BÖLÜM 40 (Kamp Ateşi)41. Bölüm (Arda’ nın Gölgesi)Bölüm 42 (Karanlığın Kıyısında)BÖLÜM 43 Ormanın Karanlık DerinlikleriBölüm 44 "Yüreğinin Evindeyim"Bölüm 45 "Yeni Adımlar"BÖLÜM 46 “Tatlı Bir Telaşın Güzelliği”Bölüm 47 (Gönül Salıncağı)Bölüm 48  “Lavanta Kokulu Heyecan”Bölüm 49  “Beklenmedik Minik Misafirler”FİNAL PART 1 “KINA GECESİ”Bölüm 51 FİNAL PART 2 “DÜĞÜN VE VEDA Bölüm 51 FİNAL PART 2 “DÜĞÜN VE VEDA
Hikayeyi Paylaş
Loading...