1. Bölüm

1. Bölüm

Nehir Rüya
nehirruya

Ben Alina Demir. 29 Aralık 2000 yılında İzmir’de doğdum. Açık kumral saçlarım, beyaz tenimin üzerinde altın gibi parlıyor; bal rengi gözlerimse güneş ışığını içine çekmiş gibi sıcacıktı. Boyum 1.68 ama Murat’a göre hâlâ ‘minicik’ sayılıyordum. İzmir'de annem ve babamla yaşıyoruz ama onlar benim gerçek ailem değildi. Yetimhaneden beni ve abimi evlat edinmişlerdi çünkü annemler sanki öleceğini anlamış gibi onların yanına gidip çocuklarıma iyi bakacaksın demiş ve bizi de hemen evlat edinmişlerdi. T.C. kimliklerimizde anne ve babamızın ismi değişmişti çünkü tehlikede olabilirsiniz denmişti. Onlarda bizi evlatlık edindiği için ve ailem öncesinde böyle bir konuşma geçtiği için şirketin tüm hisselerini şimdiki babama vermişlerdi. Abim de on sekiz yaşına bastığında şirketi babamdan geri almıştı. Hala daha anne ve babamı kim öldürdü bilinmiyor ve belki de o arabada olsak bizde ölecektik. Bizim ölmediğimizi yapan kişi biliyordu ama babam kadar tehlikeli ve güzel iş yapacağımızı aklının ucundan bile geçirmemişti. Ben aynı annem gibi tıp alanında güzel projelere imza atmış biriydim abimde babam gibi sarsılmaz bir duruşla duran tehditleri önemsemeyen ve cevaplarını gerektiği gibi veren biri olmuştu ama biz birlikte olmayı yanyana abi - kardeş olmayı başaramamıştık belki de annemleri en çok da üzen bu olmuştu çünkü ben üzülüyordum.

Ailemizin başarılarını devam ettirirken birbirimize olan değerimiz gitmişti ki bunu başlatan abim olmuştu. Abim beni seçmedi on iki yaşından beri her türlü eğitimi aldı ve beni ihmal etti. Bizim anne ve babamızı bindikleri arabanın frenlerini keserek öldürmüşlerdi çünkü babam hız tutkunuydu ve annemin yanında marifetlerini göstermeyi çok seviyordu. Ben o gün araçta değildim çünkü merdivenlerden düşmüştüm ve annem de başıma abimi bırakmıştı çünkü onlar için şirketlerinin en büyük imzasını attıkları gün olacaktı ama maalesef ölmüşlerdi. Ne kadar abimle uzak olsak da iyi ki o gün o merdivenlerden düşmüşümde abim benimle birlikte kalmış diyordum belki düşündüğüm bencilceydi ama ailemden birinin hala daha hayatta olması beni mutlu ediyordu. Abimin ismi Burak. Yeşil gözleri bazen durgun bir gölü, bazen fırtına öncesi bir ormanı andırır. Kumral saçları her daim dağınıktır ama ona nedense yakışıyor. Teninin beyazlığına tezat oluşturacak kadar sert bir duruşu vardır. Her adım sesi yeri sarsar insanlar abimi görünce çekinirler. 1.98’lik boyuyla onun yanında durmak, kendini gökyüzünün altında kalmış gibi hissettirirdi bana.

Abim üç yıldır Amerika’daki şirketimizle ilgileniyordu. Mimarlık sektöründe de abim kendini kısa bir sürede insanlara öyle bir tanıştmıştı ki herkesin saygı duyduğu ve ihalelerde bir iki kez düşünüp girdikleri bir iş adamı haline dönüşmüştü. Abim bu yüzden kardeşi olduğunu hiç söylememişti bu yüzden de kimse beni bilmiyordu. Annem ve babam yani bizi büyüten insanlar da abimin gönderdiği bütçeden yararlanırlardı. Bana da abim her ay düzenli para gönderirdi ama bana hep garip gelmişti şirketimizin başına geçtikten sonra anında annem ve babamı oradan göndermişti ve annem bu konuda üzerime daha fazla gelmeye başlamıştı.

Her neyse bu sebepler yüzünden az görüşüyoruz. Ben de Tıp fakültesini geçen sene bitirdim. Abim her zamanki gibi mezuniyetimde de olamamıştı. Bu bir yılda da TUS sınavına girmiştim ve çok çalıştığım için istediğim alan gelmişti. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı bölümünü kazanabilmiştim. Bir de benim biriciğim vardı. Murat Doğukanoğlu. Murat, ilk bakışta fark edilen bir adam olmuştu. Simsiyah saçları, genellikle geriye doğru taranmış olurdu ama birkaç asi tutamı inatla alnına düşmekten vazgeçmezdi. Keskin yüz hatları, çenesindeki hafif kirli sakalla daha da belirginleşir; yüzüne sert ama karizmatik bir ifade kazandırırdı.

Gözleri… Gözleri siyahın en koyusu gibiydi. Ne zaman birine baksa, sanki içini okuyormuş gibi hissedersin. O bakışlarda bir şey vardı; hem korkutan hem de çekip içine alan bir şey. Boyu 2 metreye yakındı, omuzları geniş, vücudu sıkıydı. Ne giyse yakışırdı ama onu genellikle koyu renk kıyafet içinde görürdüm, pahalı saat koleksiyonu vardı. Küçüklüğümüzden beri birlikteydik. Kah omuz omuza ağladık kah birlikte kahkahalar attık ama hiç ayrılmadık. Murat’la tüm okullarımız aynı oldu hatta annelerimiz konuşup bizi aynı sınıfa yerleştirirlerdi. Şansımıza üniversitemiz de aynı olmuştu tabii bunun için binbir emek dökmüştük ve birlikte mezun olmuştuk. Hedefimiz seçtiğimiz hastaneden onay aldıktan sonra İstanbul’da bir hastanede çalışmak ve birlikte bu şehri bize dar eden ailelerimizden uzaklaşmaktı. Murat da Kalp ve Damar Cerrahisini kazanmıştı. İkimizin de istediği tıp branşını kazanmak bizi hedefimize giden yola daha da yakınlaşmış gibi hissettirmişti.

Birlikte aynı hastaneyi kazandıktan sonra ailelerimizden uzak yaşayıp rahat etme planımızı abim her zamanki gibi uzaktan hayatıma karışıp yurt dışına yanına gelmemi ve orada asistanlığımı yapmamı istemişti. Hatta annemin hastanelerinin başına geçmemi istemişti ama ben Türkiye’de mesleğimi yapmak istediğim için abime karşı çıkmıştım. Abim artık benim de kendimi duyurmamı istiyordu. Cesaretli olmalısın demişti fakat ben abim kadar bu konuda güçlü olamıyordum ve hazır hissetmiyordum. Abime bunu söylediğimde çok pişman olacaksın laflarını söylemişti. Bize bakan annem Çiçek de burun kıvırmıştı. Beni tek babam Fehmi yürekten desteklemiş o gün annemin ve abimin lafları yüzünden ağlarken babam bana kollarını açıp, saçlarımı okşamıştı. Şimdi de kaç gündür beklediğimiz o sonuç açıklanmış olmalı ki düşüncelerimi bölen telefonum çalıyordu ve arayan sırdaşım, her şeyim… Murat’tı.

- Murat sabahın köründe neden arıyorsun? Canını yolda mı buldun tatlı, ponçiğim?

- Açıklandı diye aradım fıstık. Aynı hastane gelmiş mi bak diye aradım. Hadi baksana kızım şuna.

Sabırsız şey diye mırıldandım.

- Bağırıp durma başımda, bakıyorum.

Ne kadar çemkirsem de ellerim titreyerek bakıyordum. Bir yandan da inşallah aynı hastane diye dua ediyordum. Bir süre sonra sayfa açılmıştı. Gözlerimi sımsıkı kapattım. İçimden üçe kadar saydım. Murat da arkadan bağırıyordu hala daha bakamadın mı diye? Gözlerimi açtığımda ekranda Murat'ın gideceği hastaneden kabul aldığımı gördüm. Alev hastanesi. Kocaman çığlık attım.

- Muraaaat aynı hastane.

Murat zaten benden önce onay almıştı ben biraz geç kalmıştım ailem yüzünden geç başvurabilmiştim. Murat sevinç çığlığıma gülmüştü.

- Geliyorum. Bunu kutlamalıyız cadı!

Telefonu ben ona kızamadan kapatmıştı. Annem ve babam çığlık seslerime uyanmış olmalılar ki evhamlı bir şekilde odama geldiler. Hayret annem de benim için evhamlanabiliyormuş(!)

“Kızım ne oldu söylesene insanı korkutma?”

"Baba, Muratla aynı hastaneye gideceğiz."

Annemlerde beni ve yanıma resmen ışınlanarak gelen Murat'ı tebrik ettiler. Tabii gene annem tebrik etmemiş etmiş gibi yapmıştı. Babam ise bizi yürekten tebrik etmişti. Akşama kadar tüm aile birleşti. Muratların ailesi de evimize gelmişti. Bizim orada nerede kalacağımızı ayarlamaya çalışıyorlardı. Biz mi? Birbirimize gülümseyerek baktık tüm konuşma boyunca. Ne kadar plan kadını olsam da şu anda içimde bir kurtuluş huzuru vardı. Biz hiç Muratla ayrılmamıştık ve ondan başka bir yerde olmak beni korkutuyordu. Bir de ilk defa İstanbul’a gidecektim. Murat ara sıra gidiyordu ama ben hiç gitmemiştim. Şimdi onunla olacağım beni mutlu ve huzurlu hissettiriyordu. Şimdi her şey düzene girecekti.

"Bence çocuklara güzel bir ev tutalım. Hem güvenli de olur." Murat'ın babası Hüseyin amca böyle bir öneri sunmuştu. Babam da onaylamıştı. Akşam boyunca hastane ve kalacak yer olarak konuşmuşlardı.Çocuklara yakın olsun zaten nöbetleri çok olacak diye en yakın evleri araştırmışlardı. Sonra da Muratlar evlerine gitmişti. Bende odama çıkmıştım. Acaba İstanbul nasıl olacaktı? Kafamdaki düşüncelerimle uyuya kalmıştım.

İki gün sonra...

Bugün İstanbul'a çalışacağımız hastane için Muratla birlikte gidecektik. Kalacağımız eve bakacaktık. Murat bey gene gecikmişti. Sinirle ayağımı sallarken o an arkadan boynuma kollar sarılmıştı ve yanağımı biri ıslak şekilde öptü.

"Murat ya şöyle öpme. Hem nerede kaldın? Ya uçağı kaçırırsak ya sıra çok olurda güvenlik kapılarından bile geçemeden içeriye giremezsek ya yolda lastiğimiz patlar-" Konuşmamı engelleyen Murat'ın dudaklarımın üzerine kapattığı elleriydi.

"Bal gözlüm biz zaten sırf senin için rahat etsin diye yedideki uçağa sabahın üçünde gitmiyor muyuz? Yetişiriz yani. Şimdi panik hallerini bir kenara bırak."

Ona kötü kötü bakıp arabaya bindim. Babam bizi bir saatte havaalanına getirmişti. İkimizi de sıkı sıkıya tembihledi. Ben stresle ayağımı sallıyordum. Arada yanaklarımı şişiriyordum. Murat bu halime kıkırdayıp babama döndü, babam ise beşinci kez cümlelerine başa dönmüştü.

"Biz gidelim de Fehmi amca yoksa bal gözlüm bizi öldürecek. İçinden sürekli saat hesabı yapıyordur şimdi." Babam ve Murat ikiside bana gülümseyerek baktılar. Gülünecek ne var? Gitmemiz lazım işte. Ben olmasam onlar kesin her yere geç kalırlar. Eminim Murat bu konuda işe giderken zorlanacaktı. İçten içe sen görürsün bakışlarını attım Murat’a. Babama da yanaklarımı şişirip baktım. "Bak babacığım tam yarım saat yirmi saniyedir bizi kapıda tutuyorsun. Anlıyorum evhamlısın ama beni İzmir de tutmaya mı çalışıyorsun anlamıyorum. Geç kalacağız diyorum gülüyorsunuz. Hala hala ya. Ben gidiyorum ve Murat sen geç kalmayı istiyorsan kalabilirsin."

Babamın yanağından öpüp kol çantamı da alıp güvenlik kontrollerinin yapıldığı kısma gitmeye başladım. Arkamdan Murat’ın adım sesleri geliyordu. Tüm bavullar ona kaldığı için yüzü kızarmıştı. Bu haline kahkahalar attım. Bu sefer o bana kötü kötü bakıyordu. Birlikte kontrollerden geçip uçağı beklemek için 204 A nolu kapıya gittik. Oradaki bekleme koltuklarına oturduk. Dün uyuyamamıştım sürekli uyanmıştım uykumdan çünkü heyecan yapmıştım.

"Bal gözlüm gel biraz dizlerime yat. Malum uçağa daha 3 saat var(!)"

Hala bana laf değdiriyordu. Yaptığı kinaye yüzünden bıkkın bir şekilde gözlerine baktım.

"Murat benimle dalga geçmeyi bırak. Hem biraz uyusam iyi olur ama sen uyuyacaksan ben uyumayacağım.”

Gözlerime içi gitmiş gibi bakıyordu. “İyi misin?” diye sordum, sesi değişince.

“Sen yanımdayken hep iyiyim,” dedi usulca. “Hadi, kapat gözlerini. Saati ben takip ederim. Senlik bir şey yok şu an, sadece dinlen.”

Tereddüt ettim. Ama sonra başımı usulca bacaklarına koydum. Elini saçlarımda gezdirirken o tanıdık kokusu, sesi ve teniyle sakinleştim. Gözlerimi kapatmadan önce son duyduğum şey fısıltı gibiydi:

“Dilerim, rüyalarında bile ayrılmayız”

Fısıltısını pek duyamamıştım. Saçlarıma minik bir öpücük kondurdu ufak gülümseyerek yüzüne bakıp şımarık bir çocuk gibi baktım. Gözlerim anında kapanmıştı. Onun yanında kendimi çok güvende ve bebek gibi hissediyorum. Murat bir yandan belime kaslı kollarını sararken bir yandan da saçlarımı okşuyordu. Gülümseyerek uykuya daldım. Bekle beni yeni hayatım. Biz geliyoruz.

Yorumlarınız ve kitabıma oy vermeniz beni mutlu eder. Asıl hikaye diğer bölümde başlıyor :)

Sizce Murat nasıl?

Alina'nın evhamlılığına ne diyorsunuz?

Bölüm : 04.08.2024 12:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...