
Keyifli okumalar!!🎀🤍
🫶🏻
*Simay Naz Akgül*
Hayatın karanlığı gözlerini kör ederken sana ışık tutan, gözünü açandır aile. Yarayı açan, yarayı kapatan, seni düşüren ve daha sağlam kalkmanı sağlayandır aile.
"Çık lan!" diye bağırdı abim, Mahir'e. Topu koluna atmış, Mahir can tutmaya çalışırken topu düşürmüştü.
"Gavura mı atıyorsun vicdansız?!" diye homurdandı Mahir ona ters ters.
Selen yenge yine kocacılığını konuşturuyordu ki top bana ulaşmıştı. "Kocam alırım ben seni-"
"Artık alamazsın," dedim sırıtarak ona çarpıp yere düşen topu işaret ederek. "Hadi yengecim, kocanın yanına alalım seni."
Ortada kalan Asaf'ın bana yarım ağız sırıtarak baktığını fark ettiğimde karşı tarafta bekleyen abimi işaret ettim. Yanımda Yaman vardı ancak çok da umursadığı söylenemezdi. Bir telefon geldiği için onunla ilgileniyordu daha çok.
Ortada kalan topu Zeliş ayağıyla Yusuf abimlere attığında, "elim gitmez seni vurmaya," diyen Ali'ye ters ters baktı. "Kıza bak güzel bir şey söylüyoruz kızıyor hemen."
"Ben senin eğlenmek için takılmalarını ciddiye almıyorum Ali Baran," Zeliş'im, iki gözümün çiçeği, Ali Baran'ın kendisine olan yaklaşımlarına karşın sertti. Deniz meselesinden sonra Ali'nin kendisini sevmeyeceğini düşünüyordu.
"Aliş, al oğlum topu," diye homurdandı abim. "Seni mi bekleyeceğiz akşama kadar?"
Ali cevap vermeden topu aldığında topu sertçe Asaf'a atmış, Asaf ise hemencecik kaçtığı için sert top bana gelmişti. "Yuh!" diye bağırdım zar zor tuttuğum topla. "Hayvan gibi atma lan şunu!"
"Bekleme yapma Simay!"
"Abi!" En sonunda çığlık attığımda bizi izleyen annemler gülmeye başlamışlardı. "Görevde değilsin, hızlı olmaya çalışma artık!"
Topu Zeliş'e fırlattığımda Zeliş kaçmış, top abime ulaşmıştı. "Koparırım ses tellerini!" diye bağırdı o da bana. Topu Asaf'a attığında Asaf can tutmuş, bir de bunun için küfretmişti.
"Abi sen çok mu gerginsin?" Asaf'ın sorusu abimin hiç de umurunda olmamıştı. "Biraz sakin abi, can bu, almak da var, vermek de..."
"Senin canını bir alırım," dedi abim tehditkâr bir ifadeyle. "Kaşınma."
O an Asaf'ın babasının balkondan, "Ee Akça?" diye bağırdığı andı.
Abimin tüm gergin halinin yok olup neredeyse hazır ola geçtiği anı şok içinde izledik hepimiz. Asaf'ın babası güldüğünde, "komutanım..." dedi abim bir anda suç işlemiş çocuk gibi.
"Evet Akça?"
"Akça demese mi?" diye homurdandım Yaman'a doğru. "Travmalarım azıyor da."
Yaman bana göz devirdiğinde sırıtarak abimi izlemeye başlamıştı.
Abimin tekrar bir şey söylemesine gerek kalmadan balkondaki adam, "Kadir!" diye seslendi. "Müsaitsen akşama bekliyorum hepinizi." Bakışları sanki abimin gelmeyeceğini anlamış gibi, "sende geliyorsun." dedi ona fırsat tanımadan.
Abim bir emir almışçasına başını salladı.
O andan itibaren abimin tüm gergin halleri yok olmuşken Asaf'ı görmezden gelmeye başlamıştı. Bu beni daha çok güldürürken Asaf ise sınırları zorlamamak için olsa gerek, bana çok takılmamıştı.
Kimine sade bir hayat çok ucuz gelirdi. Yüz buruşturarak bakarlardı, küçük görürlerdi.
Zengin olan bir hayatın içinden kopup gelmiştim. Şatafatlı yemekler, kutlamalar, tokuşturulan kadehler... Hiçbir anımda burada olduğum kadar mutlu olduğumu hatırlamıyordum.
Ben abimin çocuklaştığını hiç görmemiştim, ben abimle oyunlar oynayamamıştım, ben ailemle hiç gülmemiş, içten bir kahkaha atmamıştım.
Asıl zenginliğin ise bu olduğunu tam içinde olduğum bu anda daha iyi anlamıştım. Abim mutluydu, ben mutluydum, hâlâ çocuktum ve geç olmadan aile ne demek öğrenmiştim.
Haberi ilk aldığımda dünyamın alt üst olduğunu düşünmüş, eskiye dönmeyeceğim diye ödüm kopmuştu. Şimdi fark ediyordum da dünyamın altı üstünden çok daha iyiydi. Eskiye dönmeyi ise hiçbir şekilde istemiyordum.
Ve dile getirsem çok tuhaf gelirdi herkese ancak Akça'lara içimden binlerce kez teşekkür etmiştim. Beni öylece bırakmasalardı ben gerçek aile ne demek hiç bilmeyecektim ve bu tabloda daima eksik kalacaktım.
Gülüş seslerimizin yankılandığı zaman şahitti, ben bundan sonra bu aileden bir adım daha uzaklaşamazdım.
🖤
Elimdeki tepsiyi mutfak tezgahına koyduğumda, "sağ ol kızım," dedi İclal teyze.
Evet, İclal teyze. Tam şu an onların evinde, masayı kaldırmasına yardım ediyordum. Gerçi on kere elimdeki tepsiyi düşürme tehlikesi atlatmıştım ancak şansım yanımdaydı, düşürmemiştim. Kadının yanında elim ayağım titriyor, nasıl düşürmüyorum gerçekten şaşırıyorum.
"Anne!" diye neredeyse dedikodu moduyla içeri giren Nilgün beni gördüğünde duraksadı, sade bir gülümseme ile elindeki tabakları tezgaha koydu. "Naz abla, ben hallederim sen neden yoruluyorsun?"
Nazikçe gülümsedim ona. Yeni gelin modundaydım resmen. "Olur mu öyle şey? Ben kalanları da getireyim." diyerek mutfaktan çıktığımda birkaç adım atmadan Nilgün'ün fısıldayan sesini duydum.
"Anne, nasıl da kibar görüyorsun değil mi? Abim turnayı gözünden vurmuş!"
Yüzümde istemsizce oluşan gülümseme ile geri salona döndüğümde masada kalan tabakları toplayan Asaf'la karşılaştım. Annem onun yanında bardakları toparlıyorken, "oğlum otursana sen," diyordu ona. "Hallederiz biz, hadi sen geç Ali Baran'ın yanına."
Asaf'ın önündeki tabakları işaret etti bana. "Hadi kızım," dediğinde, "alayım," dedim Asaf'a bakarak. Önünden tabakları çektiğimde, "keyiflisin?" dedi sorgularcasına.
Ters ters baktım ona. "Ağlayayım mı isterdin?"
"Yok tabii," dedi ancak bir gözü annemdeydi. O yanımızda olduğundan rahat konuşamıyordu. "Ben geçeyim Ali Baran'ın yanına."
Ses etmeden tabakları aldığımda annem de yanımda bardakları taşıyordu. "Naz," dedi koridorda beni durdururken. "Ne oluyor?"
Dudak büktüm anlamıyor gibi. "Ne gibi?"
Bakışları bir mutfağın kapısında bir de salonun kapısında gezindiğinde, "evde." dedi sadece. Önden önden gittiğinde gerilmeden edemedim. Evde sorguya mı çekilecektim? Anneme Asaf'ı mı anlatacaktım? Yok daha neler!
Elimdeki tabakları tezgahın üzerine koyduğumda Nilgün ile birlikte kalan masayı toplamış ve silmiştik. Ben bunları yaparken abimin alaylı bakışlarına karşılık vermemiştim tabii ki.
İclal teyze mutfakta durmamıza izin vermediğinde bizi çocukların yanına göndermişti. Abimler ve babam salonda dururlarken bizde Nilgün ile Asaf'ın odasına gitmiştik.
Ali Baran ve Asaf gülüyorlarken Ali Baran biz odaya girer girmez telefonunu hemen kapatmıştı.
Kaşlarım havalandı sorguyla. "Hayırdır neye gülüyorsunuz?"
Adımlarım onların olduğu yatağa değil, çalışma masasının önünde duran sandalyeyi buldu. Nilgün abisinin yanına otururken bende çoktan sandalyeye yerleşmiştim.
"Hiiç," dedi Asaf yandan yandan sırıtıyorken. "Ne yaptınız?"
Omuz silktim. "Annemler biz hallederiz siz çıkın dediler."
"Nil," Asaf kardeşine çevirdi bakışlarını. "Bugün Azra ile karşılaştık, acil dönsün diyordu. Hazır biz buradayken git konuş, şimdi annem misafirlerin yanında durun diye darlamaya başlar."
Nilgün anında ayaklandığında, "hiiç bize ayıp olur mu diye düşünme," dedi Ali Baran ona takılmak için.
"Sana ne ayıbı olacak abi? Asıl sen bize gelmediğinde ayıp olmuştu aylarca." Nilgün saçını savurarak odadan çıktığında Ali Baran'ın mal gibi kalması gülmeme neden olmuştu.
"Tamam tamam, üstünden sadece Nil geçti, düzelebilirsin." Asaf ona takıldığında çocuk gibi sırtını döndü ona. Asaf hiiiç de umursamadan bakışlarını bana çevirdiğinde sırıtmaya başladı. "Nasılmış ailemle tanışmak?"
Ali Baran tam bu noktada açılmış, ayaklanarak yataktaki yastığı tutmuştu iki eliyle. "İclal teyze ben yardım ederim," diyerek beni taklit etmeye başladığında bilerek yastığı da titretmeye başlamıştı.
Evet elim titremişti ve bu mal benimle dalga geçiyordu!
Masanın üstündeki kalemleri teker teker ona fırlatmaya başladığımda Asaf kahkaha atıyordu. Ali Baran yüzüne tuttuğu yastık sayesinde tüm kalemlerin ona gelmesine engel olduğunda bir küfür savurdum.
"Siz ikinize bir Yusuf Akça yeter biliyorsunuz değil mi?" ikisini de duraksatan isimle sırıtma sırası bendeydi.
"Burası benim mıntıkam," dedi Asaf iddialaşarak. "Babam varken abinin etkisi kalmıyor maalesef." Sinsice sırıttı. "Ee ne diyorduk?"
"Baban bilse aramızdaki şeyi abime hak verirdi bence."
Aldığımız cevapla Ali Baran'la birlikte ağzımız bir karış açılmıştı. "Bilmediğini mi sanıyorsun?"
"Ne?"
Öksürmeye başladığımda Ali Baran'ın benim yerime verdiği sesli tepki gayet yerindeydi. Ne demek babası da biliyordu?
"Yani anneme ilk anlattığımda babama da anlatacağını biliyordum."
Öksürüklerim arttığında, "İclal teyzede mi biliyor?!" diye bağırdı Ali Baran.
"Lan kız ölüyor!" Asaf sırtıma öküz gibi vurmaya başladığında uzaklaştım hemen ondan.
Öksürüklerim durduğunda ise, "manyak mısın sen?!" diye bağırdım kısık bir sesle. "Ne demek anneme anlattım, babam biliyor?!"
"Saklamamız gereken bir şey mi vardı Yeşil'im?"
"Yok mu?" dedim hayretle. "Lan ne var da ne anlattın?"
"Çok şey var, kabullenmemiş olman olmadığı anlamına gelmez." dedi büyük bir sakinlikle. "Ayrıca ha sonra ha şimdi, ne fark eder? Elbet bileceklerdi."
"Arkadaşız," dedim kelimenin üstüne bastırarak. "Anlatılacak bir şey yok."
"Arkadaş olmadığımızı kanıtlamak için elimde birçok seçenek var," dedi üstüme birkaç adım atarak. "Ama sen odadaki Ali'ye şükret Yeşil."
Gözlerimi ondan çekmediğim, onun da benden uzaklaşmadığı o birkaç saniye içinde kapı hunharca açılıp içeriye Nilgün girdiğinde hızlıca Asaf'ı ittirdim. Nilgün hafifçe gülmüş, bakışlarını bize değdirmeden Ali'nin yanına oturmuştu.
Yüzüm kıpkırmızı kesildiğinde odadaki sessizliği yine Nilgün bozdu. "Saçmalama Naz abla, benden çekiniyor olamazsın!"
"Yok canım," dedim daha neler der gibi ancak kız haklıydı, ondan çekiniyordum!
"Naz abla seni böyle görmeye alışık değilim," gülümsedi tatlı tatlı.
Ali ise başka yönden bakıyordu konuya. "Sen Naz'ı en son gördüğünde okulda kavga etmemiş miydi?"
Nilgün Ali'nin koluna vurdu sertçe. Onda olan ters bakışları bana döndüğünde yumuşamıştı. "Sen ona bakma."
"Kızı herkes uçan yumruğuyla hatırlıyor," dediğinde ters ters bakan şimdi bendim. "Yavrum müthiştin orası ayrı," eliyle bir şeyleri parçalıyormuş gibi yaptı. "Yırtıcı gibi yedin avını."
"Ali seni de yerim," tehditkar sesimi zerre umursamadan sırıttığında üstüne atılıyordum ki, "İclal teyze!" diye bağırdı var gücüyle. "İclal teyze yetiş!"
Anneme değil İclal teyzeye bağırıyor oluşu beni yerime mıhladığında pis pis sırıtıyordu bana. "Seni gebertirim Ali!" İclal teyze bunu ciddiye alıp gelecek değildi, tamamen buna güvenip üstüne gölge misali çöktüğümde kapı açılmış, "Ne oluyor oğlum?" diyen İclal teyzenin sesini duymuştum. Nil ve Asaf konunun kendileriyle alakalı olmadığını gösterir gibi kenarda dikiliyorlardı abi kardeş.
Hemen Ali Baran'dan uzaklaştığımda "Ne oluyor çocuklar?" dedi İclal teyze anlam veremiyor gibi ikimize de bakıyordu.
"İclal teyze senin bu ge-" gözlerim iri iri açıldığında bir elim otomatik gibi hemen onun ağzına kapandığında kikirdeyen Nil'in yanında keyifle beni izleyen Asaf'ı da aklımın bir köşesine yazmıştım.
"Hı," diye bir ses çıktı dudaklarımdan. Salak salak sırıttım kadına doğru. "Ne olmuş ki?"
İclal teyze gülerek kolunu açtığında bakışlarım Nil'e döndü. "Sen gel sen," dediğinde anlam veremesem de yanına gittim. Kolunu omzuma sararak beni odadan çıkardığında, "Çok tatlısın!" diye mırıldandı gülümseyerek. "Çok sevdim seni!"
Birisi acilen kadını sustursun yoksa heyecandan titreyen ayaklarım yüzünden rezil olacağım!
🖤
Son zamanlarda o kadar mutluydum ki sanki ağır bir darbe ile bu mutluluk bıçak misali kesilecek gibi geliyordu.
Abimle arabadaydık, evimize gidiyorduk. Annem evde kalmamız için ikimizi de ikna etmeye çalışmıştı ancak abim katiyen müsade etmemişti. Kendisi kalmamış, beni de bırakmamıştı.
Asaf: Vardınız mı?
Ekranda gördüğüm bildirim ile hemen cevap yazdım.
Siz: Hayır
Asaf: Abin nasıl?
Siz: Keyfi yerinde.
Asaf: Babamın da öyle
Asaf: Söylemedi ama anladım, özlemiş abini
Siz: Abim de öyle uzun zaman sonra ilk defa böyle birisiyle samimi konuştuğunu gördüm
Asaf: Neyse yabancı olmamaları iyi oldu
Asaf: Abin kız evi naz evi diyemeden seni bana vermek zorunda kalacak :D
Siz: Abimin babandan tek çekinmeyeceği an seni balkondan sallandırdığı an olacak biliyorsun değil mi
Siz: Bu akşam sınırlarını zorladın
Asaf: Sana ulaşabilmek için tüm sınırları zorlarım
"Onun sınırını..." Abimin küfürle devam eden cümlesiyle hemen ekranımı kapattım.
Kaşlarım çatık ona döndüğümde, "mesajlarımı mı okuyorsun abi?!" diye cırladım hemen.
"Utanmadan yanımda konuşuyorsun bir de şu çocukla," diye homurdandı kafama hafifçe vurarak. "Eskiden böyle miydi? Biz büyüğümüze saygıyla davranırdık, yanında telefona bakmak mı? Hayatta öyle bir şey olmazdı."
Gözlerimi devirdim ona. "Senin zamanında telefon olmadığındandır o."
"Bıdı bıdı," gözlerini devirdi. "Kes sesini."
Bir anda aslan kesilmesine karşın kedi olduğu anları hatırlatmak adına taklidini yaptım. "Komutanım... Evet komutanım, geliriz komutanım, doğru diyorsunuz komu-" kafama yediğim bir sille ile sesim hemen kesilmişti.
"Sen ne zamandır abi dayağı yemiyorsun?"
Şikayetçi bir tavırla ona döndüm. "İnanır mısın daha dün yedim. Mahir ikizlere şerefsiz demeyi öğrettiğim için kafama vurdu!"
Ayıplar bakışlar attı bana. "Çocuklara küfür mü öğretiyorsun Simay?"
Omuz silktim. "Ben Ali Baran'a küfretmiştim, çocukların zeki olduğunu ne bileyim? Hemen kapmışlar."
Araba binanın önünde durduğunda beni fazla ciddiye almış gibi değildi. Bir şey demeden arabadan indiğinde tripkar bir ifadeyle bende peşinden indim.
Onun kocaman adımlarına yetişemediğimden koşuyor gibi görünüyordum. "Abi abi!" dedim hemen koşarak yanında, onunla birlikte binaya girerken. "Abi!"
"Ne var Allah'ın cezası?"
Hiiiç mi hiç umursamadım yine. "Akça'larla konuştun mu?" dedim merakla.
Yandan memnuniyetsiz bir bakış attı. "Senlik bir şey yok, düşünme."
"Abi!" dedim yine, dediğini içimde onaylayarak. "Peki neden Akgül'lerle kalmadık?" Cevap vermedi basamakları çıkmak için adımını atıyordu ki, "neden?" diye tekrarladım sorumu.
Adımı durdu, bana çevirdi bakışlarını. "Ne diyorsun Simay?"
"O kadar ısrar ettiler, annem de babamda, neden kalmadık?"
Derin bir nefes verdi. "Kalmak istiyorsan kapı arkanda. Ben evimde kalacağım."
Ona alınmadım çünkü geçtiği sürecin farkındaydım. Bunun yerine ondan önce basamakları çıkmaya başladığımda, "ben nedenini biliyorum." diye mırıldandım.
"Neymiş o?" Umursuyor gibi değildi, ne saçmalayacağımı merak ediyor gibi bakıyordu.
"Aynı süreçten geçiyoruz da ondan," bilmiş bilmiş gülümsedim. "Seninde sonun aynı."
"17 yaşında bir ergen değilim," diye homurdandığında, "he canım he!" Diye söylenerek çıkıyordum merdivenleri.
Kendi kapımıza yöneliyordum ki karşı komşumuzun kapısı açılmış ve küçük bir beden çıkmıştı. "Doruk?" dedim şaşkınca.
"Ben senin sesini duydum ki," dedi kikir kikir. Hemen yanıma gelip bacaklarıma sarıldığında eğilip bende ona sarıldım.
"Ne yapıyorsun burada?" dedim hâlâ şaşırıyorken. Çıktığı kapıdan çığlık atarak annesi geldiğinde ikimizde şaşkınca birbirimize bakmaya başladık.
"Anne bak!" dedi Doruk şaşkınlığımızın arasında neşeyle annesine döndüğünde. "Naz abla da burada!"
"Görüyorum oğlum," diyen Selin abla kocaman gülümsemiş ve, "merhaba," diyebilmişti. "Seni gördüğüme şaşırdım Naz."
"Şey," arkamda kalan kapıyı işaret ettim. "Biz burada yaşıyoruz."
Şaşkınlıkla havalandı kaşları. "Öyle mi? Bilmiyordum ama güzel denk gelmiş. Sevindim seninle komşu olduğuma."
"Daha çok benimle," diyen abim merdivenleri çıkıyordu. "Naz'ın nerede kaldığını biliyorsun zaten."
Dik dik baktım suratına. "Evet seninle."
Abim beni zerre umursamıyorken, "Yusuf..." diye mırıldandı Selin abla. Ne diyeceğini bilemiyor gibi bakıyordu. "Bey," diye devam ettiğinde yüzüm şekilden şekile girdi gülmemek için. "Ben teşekkür ederim size de. Gerçi ayak üstü olmaz tabii-"
"Yusuf kafi," dedi abim yüzünü buruşturarak. "Evet ayak üstü olmaz, teşekkür meselesini düşün biraz." Cık cıkladı. "Kötü komşuya mı denk geldik biz?"
Selin abla göz devirdi. "Yemek yapıyordum bende. Eğer gelmek isterseniz yemek yiyebiliriz hep beraber?"
Şu an ne oluyordu tam olarak? Hayır demek üzere ağzımı açıyordum ki abim bu anı bekliyor gibi, "çok iyi fikir," diyerek Doruk'u kucakladı. "Değil mi lan?" dedi çocuğa bakarak. "Acıktık değil mi?"
Doruk hızla başını salladığında şaşkınca abime baktım. Biz biraz önce zaten yememiş miydik yemeğimizi?
"Buyrun o halde," diyen Selin abla kapıyı ardına kadar açtığında abim rahatça ayakkabısını çıkarmış ve eve girmişti. Kucağında Doruk'la.
O an hissettiklerim ile dudağımın kenarı yukarı kalktığında asker yari olmak kolay değil diyen abimin sözleri yankılandı beynimde. Belli ki birileri ona bu düşüncenin ne kadar saçma olduğunu öğretecekti.
"Naz iyi misin?" diyen Selin ablanın gözünde de deli olarak gözükmemek adına aceleyle ayakkabılarımı çıkardım.
İçeri koşarak girdiğimde, "bende çok açım!" diye seslenmiştim mutfağa ilerlerken. Gülerek kapıyı kapattığını duymam gülmeme yol açmıştı. Hayırlı şeyler olacaktı, hem de çok hayırlı.
🤭🤭
*Yaman Akgül*
Adımlarım artık benim için yabancı olmayan koridoru aşarken her zaman ki gibi yavaşlamış, girdiğim koridorda beşinci kapının önünde duraksamıştım.
Derin bir nefes vererek kapıyı tıklattım. Hiçbir ses gelmedi ve artık ona alıştığım için mi bilmiyorum ses vermesini beklemedim. Kapıyı yavaşça açtığımda yatağında gözleri kapalı halde buldum onu.
Tek gözünü açtı ve bana baktı. Oflayarak gözünü tekrar kapattığında, "yine mi sen?" diye homurdandı. Bu tepkisine gülmekle yetindim.
"Bir gün gelmezsem özlersin," diye dalga geçtiğimde ergen gibi el hareketi çekmişti bana. "Cık cık cık," ayıplarcasına baktım ona. "Yakışıyor mu sana bu hareketler? Kaç yaşında kadınsın ya."
"Peşimi ne zaman bırakacaksın avukat?" Ofladı. "Şu dört duvar arasından senden kurtulmak için çıkmak istiyorum."
"İyi gördüm seni," dedim ziyaretçi koltuğuna otururken. "Yaralarından eser kalmamış." Gülümsedim. "Doktorunla da konuştum ayrıca, birkaç güne taburcu olma ihtimalin yüksek."
"Peşimi ne zaman bırakacaksın?"
"Söylediğin gibi şikayetini geri çekmek adına hiçbir işlem yapmadım," dediğimde bunu bildiği için gözlerinde öfke parıltıları dolaştı. "Bakma bana öyle, bu aptallığına izin veremezdim."
"Sana mı sordum ben?" diye parladı geçtiğimiz günlerde de yaptığı gibi. "Sana kim benim avukatım ol dedi ya?!"
"Benim gibi bir avukatın var, bence yat kalk dua et önce." diye homurdandım ona. "İfadeni benim dediğim gibi verdiğin için şanslısın."
"Bok gibi bir plandı," diye homurdandı. "Beni öldürecekler biliyorsun değil mi?"
Sözleri içimde kaynar su varmış gibi derimi yakmaya başladığında gözlerimin karardığını hissediyordum.
Haklıydı bunu yapmaya çalışmışlardı, bu yüzdendi öfkem.
"Kimse sana bir şey yapamayacak. İfadeni de değiştirmeyeceksin." Her kelimenin bir bir üstüne bastırarak konuştum. "Duydun mu beni? Yalnız değilsin."
"Falan filan. Sen davanı kazandım sanıp kenara çekildiğinde bana bir mezar ördüğünün farkında bile olmayacaksın."
Bu kadının dilini bağlamak ve konuşmamasını sağlamak fena fikir değildi. Ya da ona düzgün konuşmayı öğretecektim.
"Ben sanmam, bir dava varsa kazanırım Ayperi," ona doğru eğildim. "Ve bu dava sadece hakimin karşısında haklı çıkmaktan ibaret değil."
"Sadece bunun için yanımdasın," gözlerini devirdi. Hafifçe doğrulmaya çalıştığında yardım edecektim ancak izin vermedi. "Salak mı sanıyorsun sen beni? Zaten kaybettiğin bir dava yok, adını yeni yeni duyurmaya çalışan bir avukatsın, gitmişsin ülkenin ileri gelen iş adamlarından birine dava açmış ve kazanmışsın. Senin tek istediğin babamın üzerinden de bir dava kazanmak. Herkes diyecek ki avukata bak, mafyaya sırtını dayamış adamı bile içeri tıktı, bu harbiden başarılıymış ya! Sen bunu duymak istiyorsun avukat, bense-"
"Sense," diyerek onun üzerine çöktüğüm an beklediğim gibi geriye kaçmadı, daha da yaklaştı ve korkmadığını gösterircesine baktı gözlerime. Karanlık gözleri içimdeki öfkeyi harlıyordu. "Bir susacaksın. Beni bilmeden tek kelime etmene izin vermem."
"İçini biliyorum ben senin."
Belki de hayatımda ilk defa bu kadar cesurdum. "İçimi bildiğin an gözlerime böyle bakamazsın," afalladı.
Kendine geldiği an beni göğsümden ittiği andı. "Ne diyorsun sen?!"
Beni itmeye çalışması hiçbir işe yaramamıştı ancak öyle sansın diye uzaklaştım ondan. "Ne ima ettiğinin-"
"Ayperi!" susması gerekiyordu çünkü beni cidden çileden çıkarıyordu. "Sen ne yaparsan yap, benim davam o soysuzları içeri tıkmaktan ziyade seni yaşatmak. Anlıyor musun beni? Şimdi kes sesini ve davadan vazgeçmeyi unut. Onların karşısında dimdik duracak ve her şeyi bir bir anlatacaksın. Onları ben değil, sen tıkacaksın dört duvar arasına."
"Sen neden girdin ki benim hayatıma?!" Diye homurdandı öfkeyle. "Beni yaşatmayacaksın, farkında değilsin! Sen kendi yoluna döndüğünde ben çoktan öl-"
"Yolumu ayırmam," sözünü kestiğimde cümlesi yarıda, gözleri gözlerimde asılı kaldı. "Beni çileden çıkarma, duydun mu? Kibar bir adam olduğumu sanıyorsan yanılıyorsun, sınırlarımda gezinmeyi bırak. Yolumu yoluna eş yaparım, etrafında beni görmekten deli oldum sanarsın. Kapa çeneni ve dinlen."
Arkamı dönüp kapıya ilerlediğimde sabahtan beri beni kovan o değilmiş gibi, "Yine mi gidiyorsun?!" diye seslendi arkamdan.
"Evet!" dedim öfkeyle ona dönmeden. "Yine çileden çıkardın çünkü!"
"Allah'ın belası!" diye bağırdı arkamdan. "Zaten bana aklı başında birisi denk gelmez!"
Kafama sıçayım, o gün merak edip geldiğim için cidden kafama sıçayım. Manyak kadın asla mutlu olamıyor!
"Önce kendi aklını başına toplamayı dene, belki o zaman biz sana uyarız," diye homurdandım. "Allah'ın cezası," diyerek kapıyı çarpıp çıktığımda, "asıl ceza sensin sen!" diye bağırdı arkamdan. "Allah'ın davarı! Seni nasıl avukat yaptılar bilmiyorum ki!"
"Allah'ın cezası," diye homurdandım ancak yüzümde minik bir gülüş vardı. "Aptal." Ve aptal edecek kadar güzel, ceza olamayacak kadar büyüleyici.
"Sikeyim," düşündüğüm şey yüreğimi paniğe sürüklediğinde anlamsızca yürüyordum koridorda. "Manyak kadın, aklımı aldın!"
🤭🤭
*Yusuf Akça*
Düşünmek, boğulmak ve nefes alamadığın her anın içinde biraz daha dibe batmak.
"Tuzu uzatır mısın abi?" Sözde tok olduğunu söyleyen Simay masayı neredeyse silip süpürmüştü.
Eli benden önce tuzluğa uzanan kadın hemen tuzluğu kardeşime uzattığında, "o kadar da bakmıştım tuzuna," dedi mahcup bir bakış atarak.
Yemekten bir kaşık daha aldığımda gerçekten tuzu olmadığı bir gerçekti. "Gayet güzel," diye homurdandım ona bakmadan. "Naz biraz tuzlu yiyor yemekleri, bakma ona."
İçeri girdiğimizden beri bakışları bir an üzerimden çekilmeyen kardeşim yine ters ters bakıyordu bana.
Yemeklerin Selin'e tuzsuz gelmediği açıktı, rahatça yiyordu. Aynı şekilde Doruk'ta. Ya sorun Naz ve bendeydi ya da karşımızdaki ikilinin damak tadları yoktu. Bu yüzden hiçbir şey demeden usulca yemeğimi yemeyi seçtim.
"Ben yeniden teşekkür ederim," dedi birkaç sefer yaptığı gibi. Teşekkür ettiğini unutuyor, yine teşekkür ediyordu. "Ayrıca sizinle komşu olmamız güzel denk geldi."
Denk geldi. Başımı salladım, evet denk gelmişti. "Evet," diye de onayladım sesli bir şekilde. "Güzel denk geldi."
Başını salladı ve bakışlarını bende tutmadan oğluna çevirdi. Doruk yemeğini dağıta dağıta yerken gülücükler saçıyordu ve işin güzel yanı Simay ile anlaşmışlardı.
"Doyduk mu?" diye sordu Simay dakikalar geçtiğinde. Elini karnına götürdü. "Kontrol etsene Doruk, doymuş muyuz?"
Doruk hızla elini karnına götürdüğünde başını salladı. "Doymuşuz Naz abla!"
"O zaman koş dişlerimizi fırçalayalım!" diye seslendi Naz çoktan sandalyeden ayaklanmışken. Doruk da kalktığında ikisi de evin içinde çığlık ata ata banyoya gittiler.
Selin hiçbir şey demeden sofrayı kaldırmaya başladığında ona yardım etmeye başladım.
Parmağında yüzük yoktu, Doruk'un sorguladığı bir adam yoktu ve Selin babasının evinden gelmişti. Nedeni neydi?
Araştırmamış, bunu yapmamak adına kendimi zor durdurmuştum ancak içimdeki merak gittikçe artıyordu.
"Yusuf," elimde kalan bezi tezgaha koyduğumda bulaşıkları makineye dizmekten yorulmuş gibi ofladı.
Bu yüzden, "efendim?" Ona karşılık verirken onun yerine bulaşıkları makineye dizmeye başlamıştım.
"Salak bir kadın değilim."
Kaşlarım çatıldığında elimdeki tabakları bırakıp ona döndüm tamamen. "Anlamadım?"
Naz ve Doruk'un oyun oynadığı bağırış seslerinden belliydi. "Karşı dairenin sana ait olduğunu biliyordum."
"Saklamadım," ona baktım dikkatle. "Ne olmuş yani?"
Bakışlarım onu rahatsız etmiş gibi gözlerini kaçırdığında, "neyi anladın da böyle diyorsun?" Üstüne gitmeyi tercih ederek kalçamı tezgaha yaslamış, rahat bir tavırla bu soruyu sormuştum. Cevapla ilgilenmiyordum. Umurumda olan tek bir soru vardı. "O adam nerede?"
Doruk'un babası, şahit olduğum hiçbir anda anmadığın o adam.
"Bilmiyorum," omuz silkti. "Boşandıktan sonra onu hiç görmedim."
"Peki Doruk? Babasını sormuyor mu?"
Sert bir nefes verdi. "Sormuyor."
"Neden?"
Bedeni dikleşti, tersçe baktı gözlerime. "Neden?" diye tekrarladı cümlemi. "Ne yapacaksın Doruk'un babasını?"
"Cebime saklarım," dedim alayla. Diklenmesi hoşuma gitmişti. "Uyar mı sana?"
"Uymaz!" dedi ters ters. Yarım bıraktığı işe devam ediyorken bakışlarım onun kızgın çehresinde dolaşıyordu. Ona baktığımın farkındalığı ile yaptığı işte iki tabağı ve bir bardağı neredeyse kıracak olmasını görmezden gelerek onu izlemeye devam ettim.
Ve o an, onu izlerken sert çehresinin altında benimle inatlaşmak için hazırda bekleyen kız çocuğunu gördüğüm an, araştırmaya karar verdiğim andı. Bunu ona söylemedim, sadece yüzünü izledim.
Onu gördüğüm ilk gün beni etkisinin altına almıştı, kabul ediyordum. Aynı etkiyi onda yaratıp yaratmadığımı ise bir çocuk heyecanıyla merak ediyordum, yalan değildi.
"Geri ne zaman döneceksin?" Bakışlarımdan kurtulmak adına sorduğu soru bir şeyi değiştirmedi, gözlerim yine onun üzerindeyken cevap verdim. "Dönmeyeceğim."
Bakışlarını kaldırdı ve o an göz göze geldik. "Artık buradayım." Dudağımın kenarı kıvrıldı. "Karşı kapının hemen ardında olacağım."
"Öylesine sormuştum," dudak büktüm inanmıyor gibi. "Cidden öyle."
"İnanıyorum sana," başımı salladım. "Öyledir tabii ki."
"Evet," başını salladığında kadını uzun uzun izlediğimi fark ederek gözlerimi kaçırdım ondan. Kadın bu yüzden can çekişiyordu karşımda! Doruk kahkahalar arasında, "anne!" diyerek çığlık attığında bu onun aslında kaçış biletiydi.
Bu yüzden, "Doruk!" Diyerek hemen mutfaktan çıktığında ağzımın içinde bir küfür yuvarladım.
"Öküzün trene baktığı gibi baktın Yusuf! Amına koyayım senin, hayatında ilk defa mı kadın görüyorsun lan?" Başımı iki yana salladım. Bir sigara içip beynimi resetlemeliydim.
Yoksa daha çok bakacak ve farkında olmadan içime işleyecektim onu. Bu sıralar yapacağım en kötü şey bir kadına aşık olmam olabilir.
🖤
*Simay Naz Akgül*
Her şeyden vazgeçtiğinde ve değmeyeceğine kendini inandırdığında kapattığın kapılar zorlanır, yumruklarla yıkılırdı.
Aylar öncesinde bir iftira ile evden neredeyse kovulduğumda aynısı olmuştu. Akça'lardan vazgeçmiş, onlara değmeyeceğini acı acı öğrenmiştim her an.
"Naz'ım," telefonun ucundaki Asaf kaçırdığım notları veriyorken anlamadığım soruları da anlatıyordu. "Anlasana yavrum artık."
"Ya Asaf!" diye cırladım hemen. "Keyfi mi yapıyorum? Sen anlatamıyorsun!"
"Sen kopyayla geçmeyi bekliyor olabilir misin biraz?" Olabilirdi evet ama maalesef konumuz bu değildi. "Odağını buraya ver Yeşil."
"Veremem," diye homurdandım. "Annemler gelecek biliyorsun değil mi?"
Aylardır iyisiyle kötüsüyle ise karar verdiğim tek bir şey vardı, ilerlediği ana kadar Akgül'ler ile yaşamak, onlarla neşeyi, hüznü ve acıyı paylaşmaktı.
"Biliyorum bebeğim ancak-"
Kapı çaldığında ise yerimden hoplayarak kalktım. "Ben gidiyorum Asaf!"
"Bana da haber ver," diye homurdandı itiraz edemeden. İtiraz edemedi çünkü itirazının bir işe yaramayacağının farkındaydı.
"Tamam," diyerek telefonu kapatacaktım ancak kapatmadan önce, "seni seviyorum." diye mırıldandı.
Bende seni seviyorum demedim. Seviyordum ancak şu an dememem gerekiyor gibi hissettiğim için sessiz kalıp el sallamakla yetiniyordum.
"Naz," dedi bir kez daha. "Arkadaş değiliz."
Koca bir kahkaha attığımda zil sesinin yankılanması duyuldu evin her bir köşesinde. Çocukta travma olmuştu, her konuşmamızda kapatırken artık arkadaş değiliz diye belirtiyor, beni sevdiğini söyleyerek kapatıyordu. Bugün sadece sırayı karıştırmıştı.
"Asaf," dedim gülerek. "Kapat hadi geldiler!"
Homurdana homurdana o telefonu kapatırken ben çoktan salondan çıkmış, kapıda ağaç olan ailemi içeriye almak için dan diye kapıyı açmıştım.
Beklediğim yüz anneme ya da babama ait bir yüz değildi. Benimle uğraşmak için hazırda bekleyen bir Ali Baran yoktu ya da benimle arasını düzeltmek için benimle saçma sapan vakitler geçirmek için can atan Mahir, abi dedirtmek için kırk takla atan Yaman yoktu.
Karşımda Mihrimah Akça vardı. Bir zamanlar anne dediğim, destek beklediğim ancak benden ilk vazgeçen insan vardı.
Duvarlarımı bir bir yıkan, tekrar inşa etmeye çalıştığımda ise engel olan Akça'ların en kıymetlisiydi kapımızda olan.
Ağzımı açmak, ona küfürler etmek istedim. Ağzıma geleni saymak ve onu kovmak. Yapabildiğim ise tek şey oldu: "neden buradasın?"
"Oğlumu göreceğim," diyerek bana sormadan bedenimi ittirerek içeri girdiğinde vücudum hızla kasılmıştı. Sakin Naz, kimseyi saç baş yolmayacağız kızım.
Kapıyı hızla çarpıp onun ardından salona girdiğimde oturmak üzereyken bağırdım ona. "Oturma! Senin yerin bu ev değil!"
Beni umursamadı. Bilerek beni görmüyor gibi davrandığında çoktan abimin her zaman oturduğu köşeye kurulmuştu.
İşte şimdi bu evde kaos çıkacak. Ona oturduğu koltuğu yedirmeden asla göndermeyeceğim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 43.11k Okunma |
4.77k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |