
Dedublüman- Sen Bilmezsin
Keyifli okumalar!
🖤
*Simay Naz Akgül*
Günler, haftalar, aylar veya yıllar sonra bile olsa bir insan hayatınızda en ufak bir yara açtığında o insanı unutamazdınız. Ne olurdu ki? Unutmayınca kızgın mı kalırdın kırgın mı?
Her yara duygusunu taşımaz sadece varlığını hissettirir.
Ruhumda birçok yara vardı, sağ yanağımda izi geçmeyen bir tokat vardı ancak ortada ne bir öfke ne de bir üzüntü vardı.
Öfke vardı yalan yok, kaynağı yaralarım olmayan bir öfke içimi kaynatıyordu. Canımın canı yanıyordu, ondandı öfkem.
"Kalk!" diye bağırdım bir an düşünmeden. "Sen benim abimle tek kelime edemezsin!"
Arsızdı, rahattı. "O senin abin değil."
"Ama senin oğlun mu sanıyorsun?" Alaycı bir tavır takındım. "Yeni tanıdığı annem babam ona daha çok anne babalık yapmıştır."
Kaşları derince çatıldı. "Çok bilmiş tavırların asla değişmiyor," başını dikti. "Yusuf'u çağır."
Abim evde değildi. Olsa bile onu çağıracağımı mı sanıyordu? Yanılıyordu.
"Bu eve ilk gelişin değil mi?" Her köşesini ezbere biliyor olmama rağmen tekrar inceledim. Onun incelemesi gerekiyorken ben inceledim. "Bir kez bile bakmadın etrafına." Raflarda duran çerçeveleri işaret ettim. "Fotoğraflarınız var orada, fark etmedin bile."
İçimde öfke öyle büyüdü ki boğazım yandı, çığlık çığlığa bağıracağım sandım ama sesim sakin çıktı. "Busunuz işte siz, bu kadarsınız."
Ağzını açacak, itiraz edecekti belki de. "Bir an bizim mutluluğumuz umurunuzda olmadı. Nefret ediyorum çocuklarından ama bir o kadar acıyorum ki onlara... Abim ve ben en azından sizin o kara kutunuzdan çıktık. Bak," Gelişigüzel bir yeri işaret ettim. "Abim burayı inşa etti kendine. Ben kurtuldum sizden."
"Bir kedi yavrusu gibi hala ayaklarımızın altında dolaşıyordun," Dedi alayla. "Sen mi kurtuldun yoksa biz mi bıraktık?"
Övünüyor muydu? "O ifadeyi ben vermedim. Bunu on yıl geçse de tekrarlayacağım çünkü gerçek bu." Başımı iki yana salladım. "Ama senin gerçekleri umursadığını sanmıyorum. Öyle olsaydı abimi evlatlıktan reddedecek o noktaya gelmez, karşımda beni yapayalnız bıraktığınız o günleri ima ederek gururlanamazdın." Ona çok bile sakin kalıyordum. "Defol git artık bu evden."
"Ne reddi?" Kaşları derince çatıldı. "Yine ne saçmalıyorsun?"
Haberi yok muydu? Hızla abimin odasına gittiğimde çekmecesini açtım alelacele. Odak noktam tek bir zarftayken çekmeceyi dağıttım. En altta, diğer her şeyin altında kalmış zarfı aldığım gibi geri döndüm salona. Ayaklanmıştı, peşimden gelip gelmemek arasında gidip geliyor gibiydi.
Zarfı göğsüne yapıştırdım. "Siz bunu da yaptınız ya... Allah bin belanızı versin. O ifadeyi vermedim diye diye sızlandığım her gecenin, şu zarfı okurken hissettiğimiz acının ahı çıksın hepinizden."
Onun bakışları bir an salonun kapısına kaydığında, "şimdi siktir olup git!" dedim dişlerimi sıkarak. "Senin bizim hayatımızda yerin yok!"
"Özür diledim," dediğinde şaşkınlıkla baktım suratına. "Ben daha ne yapacağım?"
"Delirdim mi ben?" güldüm alayla. "Sen ne zaman özür diledin? Lan sen-"
"Simay!"
Çok değil, birkaç saniye sonra duyduğum ses gözlerimi öfkeyle kapatmama neden oldu. Tabii ya 180 derece değişen tavrı bundandı. Benim öfkeden duymadığım adım sesini, abimi duymuştu.
"Abi-" gözlerini kapadı sakince. Bu sessiz ol demekti. Elindeki poşetleri kaldırdı. Annesinin yüzüne dahi bakmamıştı. "Hadi sen şunları hazırla Seher ablalar gelmeden," elindeki poşetleri alıp salondan çıktığımda abim hemen salonun kapısını kapatmıştı.
Adımlarım durdu hemen. Koridorun ortasında kalmışken onları duyabiliyordum.
"Gelme dedim," dedi abim sinirli olduğunu belli eden sesiyle. "Şu kızla uğraşma, şu kızın canını sıkma, görüşme, karşısına çıkma dedikçe tersini yapıyorsun anne!"
"Sana geldim ben, onun burada olduğunu ne bileyim." Hala rahattı, arsızdı.
"Ne diye geldin?!" bir patırtı sesi geldi. "Gelme diyorum geliyorsun, dur diyorum durmuyorsun, anne, ne diye geldin?!"
"Sen önce bunu açıkla!" diye bağırdı Mihrimah Akça. "Bu ne?! Ne bu Yusuf?"
"Nereden buldun bunu?" sert bir nefes verdi. "Odamı mı karıştırdın?"
"O getirdi, sözde baban dava açmış." güler gibi nefes verdi. "Küçücük kız çocuğu ama öyle canavar ki... Böyle açacaktı aramızı, inanacağımı sandı ya..."
"Doğru." dedi abim tek nefeste. "Babam evlatlıktan red davası açtı."
"Bu... Yusuf baban yapmaz, bir yalan var. Baban yapmaz!"
"Bak-" bir şeyin yere düşme sesi geldi yine. "Bak anne, ben sabrımı bitirdim, beni zorlamayın. Anne," sessizlik evin her köşesine yayıldığında birkaç saniye içinde abim yine konuştu. "Bitti, dava falan hikaye. Böyle bir şeyi hukuk önünde mümkün değil ama söyle ona, benden şu saatten sonra tek bir haber almayacak. Benim şehit haberim bile girmeyecek evinize."
"Yusuf-"
"Simay'a gelince," kısa bir sessizlik daha oldu. "İfadeyi onun vermediğini sana söyledim," olduğum yerde zaten hareket etmiyordum ancak bedenimde hislerimde donmuştu. Akça'lar ifadeyi benim vermediğimi biliyor muydu? Buna rağmen beni bırakmışlar mıydı? "O haberi yapmadığını da söyledim. Bir daha herhangi biriniz-"
Elimdeki poşetleri yere bırakıp hızla kapalı olan kapıyı açtığımda bakışlarım sırtı bana dönmüş olan kadındaydı. "Biliyor muydunuz?"
"Simay-" abimin sözünü keserek aynı soruyu bağırarak sorduğumda dönmüştü Mihrimah Akça.
"Ya-" yutkunamadım. "Ya ben size anlatacağım diye geberdim, siz zaten biliyor muydunuz?"
Onun üzerine yürümeye başladığımı abim beni belimden kavradığında fark ettim. Onu itmeye çalıştım. "Bırak! Bırak beni!" bakışlarım bir an ondan çekildiğinde odağımı bulamadım. "Çırpındım, ben yapmadım dedim!" Abimi bir kez daha ittiğimde beni bırakmıştı ama önümde dikiliyordu. "Ya niye?" çığlığım öyle gür yankılandı ki evin içinde, ben sağır olacağım sandım. "Ya beni neden sevmediniz?" Elime bir şey aldım ama beynim algılayamamıştı sanki. Fırlattım, kime denk geldi, geldi mi bilmiyordum. "Lan çırpındım, beni görün diye yapmadığım şey kalmadı." Elime yine ilk bulduğum şeyi fırlattığımda gelen inleme sesinden birisine denk geldiğini anlayabildim. "Delirdim lan, sevgisizlikten delirttiniz beni, aldınız canımı, ah dedirtmediniz, izin vermediniz."
Vücuduma dolanan kollar beni bir bebekmişim gibi kucakladığında, "Biliyorlarmış," diye bağırdım. "Bile bile..."
Bile bile kimsesiz bırakmışlardı beni.
"Abim,"
"Bile bile," fısıltıyla çıkan sesim kulağıma bile ulaşmadığında sayıklamaya devam ettim. Ta ki karanlığı kendime yoldaş edinene kadar.
Bile bile. Her şey bile bile olmuştu. Sebep falan yok, bırakmak istemişler ve bile bile sınırlarını bilmediğim bir dünyaya bırakmışlardı beni.
Bile bile.
🫠🫠
*Yusuf Akça*
Neden? Nasıl?
Cevap alamayacağım soruları sormazdım genelde. "Şov," Diye mırıldandığı an ondan bir kez daha tiksindiğim andı. "İnanamıyorum olanlara."
"Sabrımı sınamaya devam ediyorsun," Boynumu sağa sola yatırarak kütlettim. "Git anne."
"Konuşacaklarımız var, bu dava meselesi gerçek olamaz."
Dimdik duruyordu karşımda, olanlar onu bir an etkilememiş gibiydi. "Fark eder mi? Ben diyeceğimi dedim. Bundan sonra evime habersiz gelme. Hatta mümkünse hiç gelme anne."
Yere eğildim, kız kardeşimle bugün iyi bir ikiliydik, salonun ağzına sıçmıştık gerçekten. Büyük cam parçalarını toplarken annem gitmemiş öylece beni izliyordu.
"Tablo ne tanıdık değil mi?" diye mırıldanmadan edemedim. "Bana benziyor."
"Sen uslu bir çocuktun ta ki..." Askeriyeye girene dek.
"Bir gün geç kaldığını hissedersen, son nefesini vermeden önce bu çığlıkları hatırla olur mu? Helallik istemeye kalkma ama, Simay vermez, bin de bela okur." Benden de isteme, helal olsun derim düşünmeden, umarım isteme fırsatın olmaz.
Böyle bir dua ağır mıydı?
"Git artık," Dedim sessiz kalmışken. "Yeteri kadar konuştun."
"Dün olanlar-"
"Sizin için geçerliydi," Dedim dün Simay'ı evine bırakıp Akça'ların kapısına dayandığım o anı hatırlarken. "Söylediğim her şey sizin içindi. Çınar ve Barın'lık bir durum yok."
"Nankörsün," Dedi tükürür gibi. "İkinizde öyle nankörsünüz ki..." Kapının kilidini açtığımı duyduğunda sakin ve maduru oynayan hali yok olmuştu. "Kocamın başına gelecek en küçük şeyden seni sorumlu tutarım," dediğinde tepki vermedim. Can kırıklarını toplamaya devam ettim. "Hata yaptın oğlum."
"Niye kabullenmiyorsun?" Başımı kaldırdım, bana üstten bakan gözlerine diktim gözlerimi. "Anne, hatalar yaptık ama bunu yapmamızı bile siz sağladınız. Niye suçlu olduğunu asla kabullenemiyorsun? Kalbin bu kadar mı taştan? Bu kadar mı kaskatı kesildi? Anne, bugün burada bir çocuk, senin ya da başkasının fark etmez, bir çocuk gözlerinin içine baka baka onu gör diye yalvardı, görmedin diye feryat etti. Anne hala biz mi suçluyuz?"
"Tercihler daima sizindi."
Kime ne anlatıyordum?
"Keşke sizi de seçebilseydik. Ne mutlu Simay'a, o en azından sizin çocuğunuz değilmiş." Derin bir nefes verdim. "Git."
"Ne için geldim, nasıl gidiyorum," başını iki yana salladı. "Hayal kırıklığından başka bir şey değilsiniz."
Başımı kaldırıp ona bakmadım, aksine yerdeki cam parçalarını toplarken onun evden gittiğini biliyordum.
Simay'ın bilmesi hiç iyi olmamıştı. Bilmese, bir nebze de olsa unutmuş, olanlara anlam verebilmişti ama şimdi beynindeki sorularla kalacak, kafasında kuracaktı.
"Siktir," parmaklarımın arasından ince ince süzülen kana anlamsızca baktığımda cam parçasının içeride kalmadığını anlayabilmiştim.
O an beni kendime getiren ve evin içinde benden başka bir nefes sesi duymama neden olan andı. Başım salonun kapısına döndüğünde kimseyi göremedim ancak birkaç saniye sonra, ben çoktan ayaklandığımda, "Yusuf!" diye seslenen zarif sesi duyabilmiştim.
Selin'di. "Selin?" dedim şaşkınlıkla salondan çıkarken. Koridorda karşı karşıya geldiğimizde hem mahcup hem de meraklı bir ifadeyle bakıyordu yüzüme.
"Ben sesleri duydum," bakışları elimdeki cam kırıklarında dolaştı. "Kapıyı da aralık görünce-" bakışları bana dönmüştü ancak kısa sürmüş ve tekrar elime odaklanmıştı. "Elini mi kestin?"
"Simay uyuyor," dedim yüksek çıkan sesine karşın. Diğer sorusunu ise işime gelmediği için duymamış gibi yapacaktım. Arkamı döndüm, mutfağa giderek elimdeki cam kırıklarını çöpe attım.
O an hemen ardımdan ellerinde poşetler ile Selin girdi içeriye. "Şey, koridorun ortasındalardı."
Ah Simay ah.
"Sağ ol," dedim o poşetleri masanın üstüne koyuyorken. "Kusura bakma-"
"Asıl sen kusura bakma, evine dadandım birden." Bakışları elime çevrildi. "En azından bir peçete olsa dahi tutamaz mısın? Bayılacağım sanırım."
Elimi onun göz hizasından kaçırdım aceleyle. "Kan mı tutuyor seni?"
"Derin mi kesik?"
"Hayır."
İnanmamış gibi baktı yüzüme. "Bakayım mı?"
"Kan tutmuyor mu seni?" Bana göz devirdiğinde, "hayır Selin," diye homurdandım ona. "Derin falan değil."
"O halde süpürgenin yerini söyle de sen eline pansuman yaparken bende ortalığı toparlayayım."
Doruk neredeydi? "Doruk nerede?" Aklımdan geçen soruyu direkt sorduğumda gülümsedi.
"Evde, çizgi film izliyor."
Kaşlarım çatıldı. "Tek başına mı?"
"Gideceğim şimdi," dediğinde başımı iki yana salladım. "Hemen git," bozulduğunu belli edercesine yüzüme bakıyorken devam ettim. "Doruk'u al gel, Seher ablalar da gelecek nasılsa. Ben süpürürüm buraları."
"Yok ben zahmet-"
Onu dinlemeden yanından geçip gittiğimde omzum bir an omzuna değmişti. "Doruk'u getir."
"Bana emir kipi ile konuşma," diye homurdandığını duymamış gibi yaptım.
"Bekliyorum."
"Gelmeyeceğim."
"Ondan sesimizi duyar duymaz koştun evime."
"Sana bir şey oldu sandım!" Dedi kızar gibi. "Gelen sesleri benim evimden duysaydın sen koşmayacak mıydın? Üstelik kapılar açıktı!"
"Senin evinden öyle bir ses gelemez," arkamı döndüğümde onu birden dibimde bulmuştum. "Kapında açık kalmaz, boşuna burada değilim." Birkaç saniye gözleri gözlerimde kaldığında kaşlarımı kaldırdım alayla. "Ne oldu?"
"Ben Doruk'u alıp geleyim," dedi gözlerini kaçırarak. Hızla yanımdan geçtiğinde ve evden çıktığında, dudaklarımda bir gülüş doğmuştu. "Getir bakalım Doruk'u," diye homurdandım. "Gel bakalım, gel ceylan gözlü."
🫧
*Simay Naz Akgül*
Kaç gece sayıkladın? Hatan olmadığı halde kaç gece af diledin, kaç gece onlara ulaşmaya çalıştın, kaç gece yalnızlığına iç çektin Simay?
Tanımadığın bir ailenin içinde kaç kere nefrete maruz kaldın, kaç kere gözyaşı döktün Simay?
Senin eteklerinin altına saklanabileceğin bir annen var mıydı Simay?
Şimdi mutlusun sanıyorsun da, kaç yaran kan akıtıyor hâlâ söylesene?
İçeriden gelen sesleri duyabiliyordum, ailem gelmişti.
Ben artık çok yorulmuştum. Her şeyi boş vermek ve sadece yatağımda yatmak istiyordum. Bu yataktan çıkmamak, hiçbir şey yaşamamak. Hayal kırıklığına uğramamak, yeni yaralar almamak.
Kapım hafifçe tıklatıldı. Sesimi çıkarmadım, yatakta iyice küçüldüm. Sırtım kapıya dönük, gözlerimi sıkıca kapatmıştım.
"Annem," diyen sesi gözlerimi daha sıkı yummamı sağladığında kapının hafifçe aralandığını duyabilmiştim. "Benim peri kızım, uyuyor musun hâlâ?"
Adım sesleri yatağımın ucuna kadar geldiğinde uyuyor numarası yapmaya devam ettim. Yatağın diğer kısmı hafifçe çöktüğünde bir eli saçlarıma çıkmıştı. "Rabbime bin şükür," dedi saçlarıma küçük küçük buseler kondururken. "İyi ki benim kızımsın, çok şükür ki Rabbim seni bize kavuşturdu, senin menekşe kokunu soluyorum ben annem."
Gözümden bir damla yaş aktığında başımdaki eli durmaksızın şefkatle saçlarımı okşuyordu. "Acı çekmeden mutluluğun nasıl bir nimet olduğunu bilemezsin," diye fısıldadığı an dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtığı andı.
"Bu kadar acı fazla değil mi? Ben sadece onlara tutunmaya çalışan bir çocuktum!" Hıçkırıklarımın arasından zar zor konuştuğumda, "Bazen de bitmeli bebeğim ama acı çekerek ama çekmeyerek. Bitmeli ki hayatını yaşayabilesin." diye fısıldadı kulağıma. "Her şeye rağmen, kayıplara ve gözyaşlarına rağmen, iyi ki benim kızımsın Naz'ım, bir an pişmanım dediysem, bir an ah dediysem dilim yansın. Sen benim kırkımdan sonrasına bahar getirdin menekşe kokulum. Akıttığın her gözyaşı ciğerimi yakar, sil o boncuk yaşlarını annem."
Bir çocuk gibi ona sığındım, ona ağladım, gözyaşlarımı sildi ve bir an olsun yanımdan ayrılmadı.
Var Ali Baran, benimde etekleri altında saklanabileceğim bir annem var. Yok sanıyordum, sen bunu söylediğinde dünyalar başıma yıkılmıştı ama şimdi baksana, ayaklarımın üstünde duramıyorsam benimle yere çöken ve gözyaşlarımı silen bir annem var.
Benim bir ailem var. Tüm sevgisizliğe, tüm çaresizliğe ve tüm acılara rağmen kader bana bir aile vermiş, beni hayata bağlamıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 43.11k Okunma |
4.77k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |