
Dua'nın evinde ki son yerleştirmeleri yapıp Kalender amcanın evine gitmiştik. Ahsa ise Şems'in hasta olmasıyla Zarah'a gitmek zorunda kalmıştı. Hafif bir yorgunlukla sedire oturduğum da Dua hazırlamış olduğu bitki çayı ile yanımda yerini almıştı.
"Çok teşekkür ederim Nur. Sende olmasaydın bu kadar çabuk bitiremezdim. Aslında Ubeyd ile yerleştirecektik ama nasip olmadı."
Sabahtan beri bu kaçıncı teşekkürüydü sayamamıştım. Kendini mahcup hissediyordu fakat o teşekkür ettikçe ben kendimi mahcup hissediyordum.
"Teşekküre bile gerek yok Dua. Her zaman olduğu gibi de mutluluğa adım atarken de birbirimize destek olacağız."
"Ben sana destek olamamıştım bunun suçluluğunu hâlâ hissediyorum. Biliyorsun..."
"Dua tüm bunlar geride kaldı. Alya'nın suçlu olduğunu bilseydin o şekilde düşünmezdin. O zamanlar nasıl davranmam gerekiyorsa öyle davrandın."
Buruk bir gülümseme yüzüne yayıldığın da çayımdan bir yudum aldım. Çayın tadında ki aroma ve koku gittiği günden beri aklımın bir köşesinde daima var olan adamı hatırlatmıştı. Üç gün demişti fakat o gideli neredeyse iki hafta olacaktı. Ona bir şey olacağı gerçeği daha dördüncü günde başlamıştı. Onu çok özlemidiğimi her aklıma düştüğünde yüreğime işleyen hüzünle anlayabiliyordum. Artık duygularımın gerçekliğini inkar etmek beni yoruyordu ve ben inkar etmeyi bırakalı çok olmuştu.
"Ubeyd'den haber alabildin mi?"
Ubeyd gideli daha üç gün olmuştu.
"Gittiği günün akşamı İlbars ile iyi olduğuna dair haber göndermişti sonra hiç haber alamadım..... Sen Zeyd'den hiç haber alamadın değil mi?"
Başımla onu onayladım. Elini elimin üzerine koyup takdir edici bir gülümseme ile konuştu.
"Biliyorsun onun sorumluluğu diğerlerinden daha fazla. Sen hepimizden daha çok sabredip daha çok sevap kazanıyorsun."
Hüzünle tebessüm ettim. Beni yok sayan, görmezden gelen, varlığımı kabullenmek istemeyen bir adam için tüm bunlar değer miydi? Değerdi. Onun bir bakışı için her şey değerdi.
...
Çizim yaptığı oda hariç bütün odaları temizlemiş olduğuma hâlâ inanamıyordum. İki gün peş peşe Dua'ya yardım edip sonra hemen peşinden bir günde kendi evimi temizlemem hiç normal değildi. Yorgunluktan bitap düşmeme az kalmıştı. Geceleri uyumakta zorlandığım için gün içinde kendimi fazlasıyla yormaktan başka çarem yokmuş gibi hissediyordum. Koltuğa doğru uzanıp gözlerimi kapadım. Taziyenin bu kadar uzun sürmesinin bir sebebi olmalıydı. Koca iki hafta sürecek de değildi.
Hızla çalınan kapıyla nasıl uyandığımı bile hatırlayamıyordum. O gelmiş olabilir miydi? Genellikle kapıyı çalmadan eve girerdi. Çaldığında ise nazik çalardı.
Yine de içimi kaplayan heyecanla tebessüm ederek kapıyı açtım. Ahsa'yı görmeyi beklemiyordum ve hemen arkasından da Dua'yı. İkisininde yüzünde ki endişe tebessümüme son vermişti. Bakışlarım birkaç kez görmüş olduğum Zeyd'in arabasını buldu.
Endişeyle yutkundum. Ona bir şey olmuş olacağı fikri bile beni kahrediyordu. İkisininde konuşmaya niyetleri yoktu.
"Ahsa ne oldu?"
Ahsa sonunda dudaklarını aralamayı başarırken Behnan ve Ferzah'ın kendi imkanlarıyla yapmış oldukları sedyeyi gördüğümde kalbime işleyen acıyla nefes alamadım. İsmi dudaklarımdan acı bir haykırışla döküldü.
"Zeyd!"
Korku dolu sesim bahçeyi kaplarken sedye ile beraber eve doğru geliyorlardı. Ahsa'nın parmaklarını hissettim. Heybetli bedenini saran krem renkli gömleği kıpkırmızı idi. Kalbime sayısız bıçak saplanmaya hızla devam ediyordu.
İçeri girdiklerinde ona doğru bir adım attığımda Dua kolumu kavrayarak ona yaklaşmama izin vermedi.
"Müsade etmelisin onu tedavi edecekler Nur."
Onu duyuyordum fakat ne dediğini kavramak da zorluk çekiyordum.
"O iyi olacak Nur."
Onu yukarı çıkardıkları andan itibaren ne kadar dakika geçmişti bilmiyorum ama Dua'nın tutuşundan kolumu kurtardığım da merdivenleri ikişer ikişer çıkarken "Nur." diye seslenişini duymazdan geldim. Odanın kapısına geldiğimde Behnan ve Ferzah dışarı çıkmıştı. Onlara ufak bir bakış atarken ikisi de bakışlarını kaçırıp merdivenlere doğru yönelmişlerdi.
Titrek adımlarım yatağın baş ucunda durmuştu. Birşeyler yapmam gerekiyordu fakat ne yapacağımı bilemiyordum. Ahsa dikkatle gömleğini kesiyordu. Dudakları kuru ve hafif aralıktı. Göz altları morarmış yüzüne bulaşmış olan kan ise hâlâ yaştı. Çehresine ki sert ifadeyi bozan tek şey hareketsiz bir şekilde yatmasıydı. Yanaklarımda yol bulmuş olan gözyaşlarımın yakıcılığını tüm bedenimle hissediyordum. Ahsa'nın hareketleri seriydi fakat ne yaptığını anlayamıyordum. Hiç bir şey düşünemiyordum. Kanlı parmaklarını çekinerek tuttuğumda soru sormak için dudaklarımı araladım.
"İyi olacak....değil mi?"
Kesik bir nefesle yarım çıkan sesime karşılık Ahsa'nın buğulu bakışları beni buldu. Cevap vermedi.
Korktum ve içime çöktüm. O an kaç yaş yaşlandığımı, ruhumun kaç parçaya ayrıldığını çok sonradan fark edecektim. Ahsa'nın umutsuz bakışları ardından Amir abi hızla odaya girdiğinde Ahsa derin bir nefes aldı.
Hemen peşinden ise Dua girmiş ve yanımda yerini almıştı.
"Amir, uyuşturmak için ilacımız yok?"
Umutla Amir abiye baktım. Aynı umut ve bekleyiş Ahsa da da vardı.
"Şuan ilaç bulmamız imkansız."
Nefesim kesilmişti. Kan kaybından olmasa bile acıdan.... Elimin tersiyle gözyaşımı silsem bile yerine yenisi eklenmişti.
"Bu şekilde nasıl ameliyat edeceğim?"
Ahsa tüm metanetini kaybetmiş gibiydi.
"Zaaflık gösterme Ahsa. Başka biri olsaydı nasıl ameliyat ederdin. Kendini toparla, vakit kaybediyoruz."
Amir abinin dirayetli duruşu karşısında yutkundum.
Ahsa uzun uzun Amir abiye baktı.
"Bunu kaldıramayabilir."
Şimdi ise korkuyla Dua'ya bakmıştım. Buradan gitmeye bile razıydım. Fakat onu kaybetmeye asla. Gittiğimde yaşadığını bilmek beni hayata bağlayabilirdi. Onu tamamen kaybetmek kendimi de kaybetmeme sebep olurdu.
"Başka türlüsü mümkün değil Ahsa. Bu yara onun için hiçbir şey daha da kötülerinin üstesinden geldi. Bunu da atlatacak Allah'ın izniyle."
Ahsa cevap vermedi.
"Nur gitmen gerekiyor."
Dua'nın fısıltı sesiyle başımı onaylamayarak hareket ettirdim.
"Burada kalmak senin için iyi olmaz. Kendini daha kötü hissedersin."
Acaba kendimi daha ne kadar kötü hissedebilirdim
"Yanında olmalıyım."
"Sen onun zaten yanındasın. Ama şimdi dışarı da beklemen daha iyi."
Ahsa'ya soru soran bakışlarımı çevirdim.
Buruk bir tebessüm eşliğinde konuştu.
"Kalbindesin, kalpleriniz birbirinize aitken daima yanyanasınız."
Acıyla yutkunarak gözlerimi kapayıp açtım.
Ne söyleyebilirdim ki? Onları dışarı da beklemekten başka çarem yoktu. Cevap veremedim.
Zavallı,çaresiz, titrek adımlarım ve buz tutmuş olan bedenimle odadan çıktığımda kapının hemen yanına diz çöküp ellerimi semaya kaldırdım. Yüreğimle insanın âlemde tek sığınağı olan yegane yaratıcıma sığındım.
...
Her acı dolu iniltisin de kalbime ince kesikler atılırken,ruhum sıcaklığını kaybediyordu. Kapıyı açıp içeri girmemek için kendimi zor tutuyordum. Ne olurdu sanki yanında kalıp elini tutsaydım.
En son duymuş olduğum iniltiyle sabredecek gücü kendimde bulamazken kapıyı hızlıca açıp içeri girmiştim. Oda da ki gözlerin hedefi olduğum da kimsenin bir şey söylememesinin sebebi bakışlarım olmalıydı. Adımlarım baş ucunda durduğunda gözlerim onu bulamadan Ahsa sessizce konuşmuştu.
"Ameliyatı yaptım fakat durumu hâlâ tehlikeli."
Ne kadar sıradan bir cümleydi. Sıradan olduğu kadar da ne kadar can yakıcıydı. Acaba beni ne zaman içeri davet etmeyi bekliyorlardı.
"Çocuklara hiçbir şey söylemedim. Bu geceyi atlatana kadar burada kalman daha iyi."
Ahsa başıyla onu onayladığında yorgunluğu belli oluyordu. Amir abi ve Dua odadan dışarı çıkarken gözlerim usulca bakmaya çekindiğim çehreyi buldu.
Alnını kaplamış olan ter damlacıkları, göz altlarında ki morluk daha da coğalmışken ağır ağır nefes alıp verişi beklediğim bir manzara olsa bile hüzünle yutkundum. Üstüne örtülmüş olan ince örtü çıplak omuzlarını açıkta bırakmıştı. Ahsa da bende derin bir sessizliğe gömülmüştük. Söylenecek çok şey olmasına rağmen konuşamamak, konuşsak bile acının en dibine batmak, gerçi konuşmasak bile en dipteydik.
Dua kapıda belirmesiyle gözlerimi ona çevirdim.
"Hanımlar yemek hazır, beraber yiyelim sonra biraz dinlenirsiniz o sırada Zeyd'e ben bakarım."
Dua da ki bakışlarım Ahsa'yı buldu. Benden çok onun dinlenmesi gerekiyordu. Saatlerdir odanın kapısında oturarak bekleyen bendim. Ahsa Zeyd'in nabzını kontrol edip "Gidelim Nur."dediğinde ona onaylamaz bir bakış attım.
"Siz gidin ben sonra geleceğim."
Sesim varla yok arası çıkmıştı. Sonra da gitmeyecektim o gözlerini açana kadar baş ucunda bekleyecektim. İkisi üstelese de sonunda pes edip gitmişlerdi. Koltuğun yanında duran sandalyeyi alıp eski yerimi almıştım. Hafif nemli bir bezle alnın da ki ter damlacıklarını yavaşça sildim.
Uzun uzun bakmaya çekindiğim adama sanki bütün bunların acısını çıkarmak istercesine baktım.
Kendinde olmasa bile saatler önce kanla kaplı olan elini çekinerek tutmuştum. Kılıç gibi keskin kirpiklerinin arasında umutlarım nöbet tutar halde bekliyordu. Gözlerimi kapayıp başımı yatağa yasladığımda sessizce ağladım. Kendime kızdım. Onu daha çok sevdim. Onu içime öyle bir hapsettim ki artık oradan ben bile çıkaramazdım. Kendime yenik düştüm yenik düşüşümle beraber yine onun varlığıyla kendimi buldum. Kalbime hakim olmasıyla artık ruhumdan da bir parça olan adamın cansızlık hissi veren parmaklarını okşadım.
"Seni seviyorum Zeyd Ansarhan..."
Korksam bile içten içe kendime aynı cümleyi defalarca söyledim. Ona karşı olan duygularımı kabullensem bile bir cümle içinde kendime hiç söylememiştim.
...
"Yanında uyumamın ona bir zararı olmaz değil mi? Zaten yatak oldukça büyük."
Ağır ağır nefes alan Zeyd den gözlerimi ayırmadan söylediğim sözler üzerine Ahsa sessiz bir tınıyla güldü. Bu sözleri söylemeyi kendimden hiç beklemezdim fakat hayat işte...
"Yatağın en uç köşesinde uyuyacaksan neden olmasın?"
Elimde ki örtüyü alıp yatağın diğer köşesine geçtim.
"Elbette, gözlerini açtığında yanında olmak istiyorum."
Mutlulukla Ahsa'ya baktığımda gülümsüyor olsa bile her hali tedirgindi. Sesi, duruşu hareketleri. O bir doktordu. Kardeşi dahi olsa benim ihtimal veremediğim herşeye o ihtimal veriyordu.
"Bir sorun olursa haber verirsin."
Hafifçe yutkundum. Başımla onu onayladıktan sonra ağır adımlarla yatmak için odadan çıkıp benim kaldığım odaya gitmişti.
Bacaklarımı toplayıp cenin pozisyonu aldım ve bir elimi sağ yanağıma koyup örtüye sıkıca sarıldım.
Gözlerimi ondan ayırmadan çehresine ait olan her zerresini tekrar tekrar tatmadığım bir hasret ve hüzünle ezberledim.
İnilti ile karışık bir sesle gözlerimi açıp doğruldum. Kalbim hızla çarparken Zeyd'e yaklaştım. Elini hareket ettirmiş ve göğsüne koymuştu bütün bunları yaparken ben nasıl uyanamamıştım.
"Zeyd."
Sesim ismini okşar gibi çıkmıştı.
Üstümde ki örtüyü itip Ahsa'ya haber vermek için ayağa kalkıp kapıya doğru yöneldim. Odanın kapısını açtığımda Ahsa uyanmış bir halde yatakta oturuyordu.
"Bir sorun yok değil mi?"
"Kendine gelir gibi oldu. Sesini duydum ama gözlerini açtığını görmedim."
Odaya girdiğimizde başını pencere tarafına çevirmiş gözleri kapılı Zeyd'i gördüğümde endişeli adımlarla yanına ulaşmıştım.
"Sana haber vermeye geldiğimde tekrar kendine gelmiş."
Ahsa, Zeyd'i kontrol ederken endişeli gözlerim onun üzerinde geziniyordu. Usulca kirpiklerini aradığında hayatımda hiç bu denli umutla bekleyip mutlu olduğumu hatırlamıyordum. İnsanın aşık olduğunda içinde sevinçle uçan kelebekler umutla bekleyip o umudunun gercekleşmesiyle de kelebeklerin uçtuğunu öğrendim. Bir günlük ömrü olan kelebeklerin, insanın sonsuz mutluluk duygularını ve hislerini tarif etmesi.
Yüzümde oluşan gülümsemeyle içimde peydah olan sarılma istediğini bastırdım. Allah'ım sana şükürler olsun. Buğulanan bakışlarım da birkaç saniye gözlerini ayırmazken sonra Ahsa'yı bulmuştu.
"Sonunda, bizi çok beklettin."
Ahsa'nın sözleriyle bitkin ve yorgun yüzünde oluşan tebessüm ile daha da mutlu oldum. Gözlerinin beni bulmamakta ki ısrarına bir anlam verememiştim. Yanılmıyordum değil mi? Bana bakmamak için Ahsa da bakışlarını ayırmıyordu.
"Nasıl hissediyorsun?"
Pürüzlü ve yorgun bir sesle konuştu.
"Güzel. Ama dinlenmem gerek."
Ahsa başını sallayarak gülümsedi.
"Elbette dinleneceksin gözünü açar açmaz seni geldiğin yere gönderecek değiliz."
Dudaklarına belli belirsiz bir tebessüm hakim oldu.
Ahsa dışarı çıktığında o çoktan gözlerini kapatmış eski haline bürünmüştü. Az önce konuşmuş olmasa hâlâ kendine gelmediğini düşünürdüm. Çatık kaşlarının hakim olduğu yüz ifadesi dinlenen birinden ziyade düşünen ve öfkeli birinin yüz ifadesiydi. Bana öfkeli olamazdı değil mi? Peki varlığımı görmezden gelmesi. Ahsa'nın tüm bunları fark edip sessizliğini koruması. Bana öfkeli olması için ne yapmış olabilirdim yapmış olsam acaba hangi ara yapmıştım. Kendine gel Nur, adam resmen komadan çıktı düşündüğün şeylere bak. Derin bir nefes alıp ağaran tan yerine baktım.
....
Tam olarak kendine geldiğinden beri konuşmak için hiç fırsatımız olmamış olsa bile dinlenmeyi tercih etmişti. Gözlerini ilk açtığı an ki gibi farklı bir tavır sergilenmeye devam ediyordu.
"İyi bak kendine sen bize lazımsın."
Gitmek için kapıya yönelen Ahsa'nın peşinden Amir abinin sözleri onu gülümsetmişti. Onlara eşlik etmek için odadan çıkarken Ahsa gülümseyerek konuşmuştu.
"Hiç zahmet etme canım biz gideriz. Kendine de ona da iyi bak."
"Allah'a emanet olun"
Ahsa gözlerini kırpıştırıp başını sallayarak Amir abiye yetişmişti. Ferida teyze ve Abdülvehhab amca birkaç defa ziyarete gelmişlerdi. İlk geldiklerinde ki samimi telaşlı halleri hepimizi gülümsetmişti.
Usulca sandalyeye oturduğumda kirpiklerini araladı.
Bana hissizce bakmasını bile özlemiştim. Büyük bir hasretle gözlerine baktım.
"Gitmen gerekiyor."
Tok sesi odayı kapladığında yutkundum. Heyecanım ve içten içe duyduğum hasret yarım kalmıştı.
"Anlamadım."
Başını hafifçe benden tarafa çevirdi.
Ne yakışıklı adam ama. Başını iki yana sallayarak zamansız düşüncelerimden sıyrıldım.
"Anlamayacak bir şey yok Nur. En kısa zamanda buradan gideceksin."
Sesinde sezmiş olduğum sitemin anlamını çözemezken iki haftadır gelemeyişinin sebebi savaşın durulmuş olduğuna dair bir işaret olabilir miydi?
"Herşey düzelmeye mi başladı? Eğer öyleyse bu çok güzel bir haber."
Anında tuhaf bakışlarının hedefi olmuştum.
"Hiçbir şey düzelmedi Nur. Herşey olduğu gibi devam ediyor."
"Gidebilmemin zor olduğunu söylemiştin?"
"Az kaldı bir yolunu bulacağım."
Titrek bir nefes aldım.
"Bu konuyu tamamen iyileştiğinde konuşsak daha iyi olur."
Cevap vermedi. Beni şaşırtsa sanki çok bir şey kaybedecekti. Onun için bu denli endişelenmişken beni kırmasından korkuyordum. Ayağa kalkıp perdeleri sonuna kadar açtım. Erimiş olan karların yerini yenileri eklenecek gibi duruyordu. Ağacın dalına konan kuzgun bir kaç hareketle dalda ki karların ahenkle dökülmesine sebep olmuştu. Şuan ki ruh halime bakacak olursam saatlerce pencereden dışarıyı izlerdim fakat bunun için şartlar uygun değildi.
Küçük masanın üzerinde duran boş sürahiyi alıp hızlı adımlarla odadan çıkmıştım. Mutfakta oyalana bildiğim kadar oyalansam bile en fazla on dakika sonra yukarı çıkmıştım. Karamsar düşüncelerim eşliğinde kapıyı açıp odaya girdikten sonra onu yatakta görmeyince endişe ile etrafıma bakındım. Aceleyle sürahiyi masanın üzerine koydum.
"Zeyd."
Bu kadar kısa bir sürede bir yere gitmesi imkansızdı. Banyonun kapısı açıldığında endişemin yersiz olduğu ortaya çıkmıştı. Başımı ondan tarafa çevirdiğimde üstü çıplak bir Zeyd görmeyi kesinlikle beklemiyordum. Gözlerim nerede karar kılacağını bilemez halde banyonun kapısına, dolaba, boş duvarlara sanki hiç görmemişim gibi bakıyordum.
Örtünün altında üstsüz iken yataktan çıkınca giyinik olmasını bekleyemezdim. Yarasını bulan bakışlarımla kirpiklerimi kırpıştırdım. Göğüs boşluğunda duran derin yara iyileşmeye başlamış olsa bile yaranın izi kalacak gibi duruyordu. Attığı birkaç eksik adımları saymayı bırakıp yanına ulaştım. Yan tarafında durduğumda anlamaz bakışları beni bulmuştu. Sol koluna girdiğimde sessizce nefes aldım.
"Ne?" diyerek başımı kaldırıp ona baktığımda dudakları çarpık bir ifadeyle yukarı kıvrıldı.
"Beni taşıyabileceğine inanıyor musun?"
Ah Zeyd, ben seni kalbimde taşıyorken senin bana söylediğin söze bak.
"Destek olmak için. Yaran incinir sonra."
Gülüşü son buldu. Kolumda hissettiğim baskıyla derin bir nefes aldım. Yavaş adımlarla yatağa ulaştığımızda uzanmak için sırtından destek olmak için arka tarafına geçtim. Sırtında gördüğüm yara iziyle gözlerimi inanamıyormuşcasına kırpıştırdım.
Geniş kaslı omurga kemiklerinin arasından uzanan A harfini anımsatan büyük bir yara izi vardı. Parmaklarım yoğun nasırlı ve pürtüklü dokuya dokunduğunda yutkundum. Kimbilir ne denli acılar çekmişti. Nasıl dayanabilmişti. Şuan ki yarasının kaç katıydı bu yara. Bedenini hafifçe geri çekip başını çevirdiğinde elimi hızla geri çektim.
"Afedersin.... Ben..."
"Önemli değil."
Duygularımı her zaman kontrol edebilmek benim için gittikçe güçleşiyordu. Tişörtünü alıp giymesine yardımcı olurken göz göze gelmemek için aşırı çaba sarf ediyordum. Sonunda giydirme işlemi bitmişti.
"Çorbanı içtikten sonra dinlenmelisin."
Başıyla beni onayladığında kaçar adımlarla odadan çıktım. Çalan kapı sesini duyduğumda adımlarımı daha hızlandırmıştım. Feracemi giyip kapıyı açtığımda Alessia görmek bu hayatta en son istediğim şeydi fakat kanlı canlı karşımda durmuş endişeli gözlerle bana bakıyordu hemen ardın da ise Matteo.
"Merhaba canım. Andrea nerede? Nasıl?"
"Odasın da. Biraz daha iyi."
Kenara çekildiğimde zaman kaybetmeden üst katın merdivenlerine doğru ilerledi. Matteo bana kısa ve manidar bir bakış atıp peşinden gittiğinde yüzümü kavrayan parmaklarımı sertçe yanaklarımda gezdirdim. Sert bir nefes alıp merdivenlere yönelmiştim.
Odadan içeri girdiğimde Zeyd'e ahtapot gibi yapışmıştı. Damarlarımda ki kan ışık hızıyla beynime ulaşmıştı. Bu gidişle adam enfeksiyon olacaktı. Bir şey de söylemiyor. İnsan sağlığını düşünürdü.
"Galiba yaralı olduğumu unuttun!"
Yüzünü ekşiterek elini yarasına götürdüğünde Alessia endişeli bir sesle konuştu.
"Sana bir şey oldu diye çok korktum Andrea. Ne yapayım kendime engel olamadım."
Birde sitem ediyor. Ya sabır.
Cevap vermeyen Zeyd'e yaklaşmak için Matteo hemen yanımda durdu.
"Daha iyi olmana sevindim dostum. Bizi çok korkuttun."
Nefesini ensemde hissediyordum. Birkaç adım uzaklaştım.
"Bende sizleri ölmeden önce gördüğüm için mutluyum. Bir daha ki ne bu kadar şanlı olamayabilirim."
Alessia hayıflanır bir sesle"Tanrı korusun."diyerek sandalyeme oturdu. Kolundan tutup kaldırmamak için ya sabır dedim. İçimden bilmem kaçıncı ya sabır çekişimdi. Alessia yetmiyormuş gibi birde Matteo'nun delici bakışlarını üzerimde hissediyordum.
"Siz nasılsınız Bayan Mahru.?"
İyi değilim. Sizi gördüm daha da kötü oldum.
"İyiyim." diyerek konağın ağası gibi yatakta uzanan Zeyd'e baktım. Matteo'ya ters bir bakış attığında seğiren çenesine hayretle baktım. Anlık beni bulan bakışları anında değişmiş ve yüz ifadesi daha keyifli bir hâle bürünmüştü. Sanki tiyatro oyuncusuydu.
"Müsadenizle."dediğimde bütün bakışlar beni bulmuştu.
Onunla göz teması kurmadan Alessia ve Matteo kısa bir bakış attım.
"Biraz daha kalsaydın canım."
Hiç samimi değildi. Elinde olsa Matteo gönderip Zeyd ile baş başa kalırdı. Her halinden belli oluyordu.
"Halletmem gereken işlerim var ve biliyorsunuz kalabalık ortamları sevmem."
"Biliyorum canım, görüşürüz o halde."
Başımı sallayıp hızla odadan çıkıp mutfağa gittim. Pencereyi açıp masanın yanına oturdum. Bu kadının varlığı canımı sıkıyordu. Nereden duymuştu da yaralanmasının üzerinden beş gün geçmeden hemen gelmişti. Onu gerçekten de çok seviyordu. Acaba Zeyd onu seviyor muydu? Bu soruyu kendime kaç defa sormuştum. Sevmese bile değer veriyor olabilirdi. Sonuçta bir geçmişe sahiplerdi. Zaten onu da anlamış değildim. Bir ilişki bitmişse bitmiştir. Başka türlü kılıflar uydurmaya gerek yoktu.
"Benden mi kaçıyorsunuz? Yoksa kendinizden mi?"
Hiç vakit kaybetmemesi.
Kendimden kaçtığım da doğru.
"Her ikisi de değil."
Ağıradımlarla pencerenin yanına gelip hemen yanı başımda durmuştu.
"Sorumun cevabı sadece ikisinden biri olmalı.
"Ne yaşıyor bu adam. "
Ne duymak istiyorsunuz?"
Gülümsedi.
"Lütfen hemen kızmayın bella signora. Sadece cevabı sizden duymak istemiştim. Bana kalırsa kendinizden kaçıyorsunuz ama henüz neden kendinizden kaçtığınızı çözemedim."
Ben bulmaca mıyım? Gelen geçen çözsün beni, hakkımda fikirler yürütsün! Bu adamın benimle derdi neydi? Çevresinde uğraşak başka kız mı yoktu?
Tutturmuş birde bella signora!
Allesia ne yapıp edip hedefine ulaştı zaten.
Ayağa kalkıp karşısınnda durduğumda bir adım geriledi.
"Bakın ben böyle konuşmalardan hiç hoşlanmam! Hemde hiç tanımadığım birisiyle..."
"Sizi biraz olsun tanımama izin verin?"
Samimiyetle dile getirdiği sözler üzerine durakladım. Bana karşı farklı duygular beslemeye başlamış olamazdı değil mi? Hangi ara?
"Sizi tanımak istemiyorum ve yeterince açıklayıcı olduduğumu düşünüyorum."
"Anlamadım Mahru fakat anlamaya çalışacağım."
Bu da ne demekti. Düşüncelerimin bir önemi yok ne derse o mu olacaktı.
"Matteo! Matteo! Mahru!"
Alessia bağırmasıyla hızlıca mutfaktan çıkmıştık.
Endişeyle bize bakan Alessia aceleyle konuştu.
"Andrea bir anda fenalaştı. Matteo ona hemen bakman lazım!"
Korkuyla Matteo'ya baktım.
"Endişelenmeyin şimdi muayene ederim. Sakin olun."
Matteo muayene etmesi üzerine birkaç dakika sonra gözlerini açmasıyla derin bir nefes aldım.
"Söylemiştim endişelenmenize gerek yoktu. Sadece dinlenmesi gerekiyor."
"Tanrı'ya şükür."
"Bizimde gitmemiz gerekiyor Alessia."
Sonunda.
"Matteo onu bu halde bırakamayız."
Zeyd kısık ve pürüzlü bir sesle konuştu.
"Korkma Alessia bana burada bakacak bir doktor var."
Ne kadar düşünceli!
"Olmaz onlar sana iyi bakamazlar. "
"Alessia beni ameliyat eden doktordan bahsediyorum."
Allesia bıraksak saatlerce düşünürdü ama birkaç saniye sonra konuştu.
"Tamam ama en kısa zamanda yine geleceğiz."
Zeyd gülümsedi. Allesia, Matteo döndüğünde bana sert bir bakış attığında gözlerimi gözlerinden çekip onlara bakmıştım.
"Mahru ona iyi bak olur mu?"
"Elbette." dediğimde gülümsedi.
"Hoşçakalın."
"Sizde."diyen Zeyd gözlerini kapayıp açtı.
Matteo kapıdan çıkmadan önce manidar bir bakış atarak konuştu.
"Hoşçakal Mahru."
Beni tanımakta ısrar edecek gibi duruyordu. Zaten bir o eksikti. Odadan çıktığında dikkatle bana bakan adama baktım.
"Birazdan geleceğim." dediğimde birşey söylemesine fırsat vermeden odadan çıkıp sevgili misafirlerime yetişmiştim.
...
Sessizce çorbasını içmeyi bitirmişti. Tuhaf bir şekilde beni görmezden geliyordu bende ona ayak uydurmaya karar vermiştim. Yarım saat önce bir anda fenalaşan biri gibi durmuyordu. Alnında oluşan ter damlacıkları ise gözüme batar nitelikteydi.
"Terlemişsin üzerini değiştirmeliyiz."
Duvarda asılı duran saate bakar gibi baktı. Gittiği gün ki bakması için ne yapmam gerekiyordu. Yaralandıktan sonra ne değişmişti de bana karşı tavır alıyordu.
"Hasta olabilirsin dikkat etmen gerekiyor. Daha biraz önce fenalaştın."
Gülümsedi.
Gülümsemesini onay olarak kabul ederek tişörtünü dolaptan aldım. Üstünde ki kıyafeti dikkatlice çıkartıp yenisini giymesine yardım ederken nefesini ensemde hissetmek beni germişti. Ondan uzaklaştığımda derin bir nefes alıp önüme düşen saçlarımı geri itip mecburen yanında ki sandalyeye oturmuştum.
Beni görmezden gelen bakışlarını yoğun bir şekilde üstümde hissederken gözlerim yatağın nevresim bulmuştu. Parmaklarım elbisemin düğmesiyle uğraşıyordum. Bakışlarına ne zaman son vermeyi düşünüyordu. Daha fazla dayanamayıp konuştum.
"Ne oldu?"
Kaşlarını çatıp başını hafifçe eğdi.
"Matteo ile ne konuştun?"
"Hiçbir şey."
Çatılı kaşları yerini alırken bu defa da gözlerini kısmıştı.
"Hiçbir şey? Gitmeden önce hiçbir şey konuşmadığınız için o şekilde bakıyordu."
Söylediklerini anlamlandırmaya çalıştım.
"Ne şekilde bakıyordu ki?"
Kıskanmış olamazdı değil mi?
"Dediğin gibi dinlenmem gerekiyor."
Şimdi de beni kibarca odasından mı kovuyordu? Usulca hareket ettiğinde gözlerini kapayıp başını yastığa koymuştu.
Takınmış olduğu tavırlara artık katlanamıyordum. Ne yaptığımı bir bilsem ona göre hareket ederdim.
"Zeyd ne yapmaya çalışıyorsun?"
Cevap vermedi. Derin bir nefes alıp sabırla konuşmaya devam ettim.
"Seni tanıyorum şuanda olduğundan farklı davranıyorsun."
Ne yapmaya çalıştığı anlamasam da.
Elbisemin düğmesiyle fazla uğraştığım için kopmuştu. Kopmuş olmasının etkisiyle anlık irkilsem de kopan düğmeye eziyet etmeye devam ederken tek nefeslik bir gülüşle kapalı gözlerini açtı.
"Beni tanıyor musun?"
Gülümsemesi alaylı bir hâl aldığında daha çok kırılacağımı anladım. Doğru zamandı fakat yanlış sözleri mi söylemiştim. Hayır, ne kadar beklersem bekleyeyim doğru zaman hep gelecekti fakat hiçbir zaman o doğru zamanda gerçekleri söyleyemeyecektim.
Benim gerçeklerim doğru zamanla asla uyuşmayacaktı.
"Beni tanıyamazsınki Nur.Tanıdığı düşünsen bile yanılırsın."
Yüreğime işleyen acıyı her an taşıyordum ama bunu sürekli yenileyecek sözler söylemesi içimde daha derin yaralar açıyordu. Üç gün önce başımı yatağa yaslayıp ağladığım gibi ağlamak istedim. O gün onu kaybedeceğim diye ağlamıştım bugün ise beni kırdığı için ağlamak istiyordum.
"Doğru! Seni tanımama izin vermediğin için seni tanımıyorum. Dediğin gibi de en kısa zamanda gideceğim içinde seni tanıyamayacağım."
Sitemden uzak ses tonum karşısında hızla doğrulduğunda yarasının acıyıp acımadığı merak ederken endişemi gizleyemediğim için kendime kızdım. Gizleyemediğim endişeyle beraber ayağa kalkmıştım. Sözlerim üzerine söyleyecek olduğu sözler beni daha fazla incitmesinden korktuğum için masanın üzerinde ki tepsiyi alıp hızlı adımlarla kapıya yöneldim.
"Gidecek olman burada var olmadığın anlamına gelmez."
Sözleriyle duraklayan adımlarım tok sesinin sessizliğe gömülmesi ile arkama dahi dönmeden odadan çıktım.
Tepsiyi mutfak tezgahına koyup oturma odasında koltuğun üzerinde duran başörtümle üstün körü saçlarımı kapadıktan sonra bahçeye çıktım.
Soğuk hava ciğerime işledi. Çam ağaçlarının kokusunu içime çektiğimde yanaklarımdan süzülen yaşı elimin tersiyle silsem bile yerine yenisi eklendi. Gün geceye kucak açarken lapa lapa yağan karın güzelliğiyle nedensizce tebessüm ettim. Balamir dağları artık yeşilden ziyade bembeyazdı. Soğuk ve sert esen rüzgar başörtümün gizlemiş olduğu saçlarımın birkaç tutamını özgürlüğüne kavuşturmasına engel olmadım.
İyilikte kusur etmeyen bir adam neden bu denli kırıcı oluyordu. Belki de onu sevdiğimin farkında olmadığı için bu kadar kırıcı oluyordu. Peki neden sadece bana karşı böyleydi. Herşeyi bir çırpıda anlayan adam onu sevdiğimi nasıl anlamıyordu? Nasıl görmüyordu? Derin bir nefes aldığımda gözyaşlarım eşliğinde içli bir nefes aldım.
Bana umut vaad etmese gidecek olmama rağmen onu yüreğime alır da sahibi yapar mıydım? Ailemin özlemi her geçen gün daha artarken aynı derece de ona olan sevgim de artıyordu.
Adım sesleriyle hızlıca yanaklarım da ki gözyaşlarını sildim. Yanımda hissettiğim hareketlilik ve içime işleyen kokusuyla onun geldiğini anladım ve yutkundum. Merdivenlerden inmeyi başarıp buraya nasıl gelebilmişti. Omuzlarımız neredeyse birbirine değecekti. Bir adım geri giderken usulca bana döndü. Kızaran gözlerimi saklamam mümkün değildi.
"Nur, lütfen yapma."
Ne yapmamam gerekiyordu. Yine ne hoşuna gitmemişti. Hüznüm bir köşeye çekilirken hırçın tarafım gün yüzüne çıkmıştı. Benim için daima bir muamma dan ibaret olan adama baktım.
"Neyi yapmamam gerekiyor?"
Tişörtünün üzerine giymiş olduğu gömleğin inceliğini fark ederken yaralı halde bir de hasta olmasından endişe duydum.
"Benim için ağlama."
Onun söylediği gibi ben onu zerre tanımazken o beni tanıyordu. Hemen anlıyordu. Ne olurdu onu sevdiğimi anlasa da bitseydi bu karşılıksız işkence. Bir anda yıkılsam, zamanla kendimi toparlasam belki daha az acı çekerim.
"Senin için ağladığımı nereden çıkardın!"
Bir adım atarak aramızda ki mesafeyi kapattı. Karın yağması, rüzgarın sert esmesi bedenim alev alıp yanaklarımın kızarmasına engel değildi. Onun aksine bende birkaç adım geriledim. Hüzünlü ve kırgın görünmek istemiyordum. Sertçe yüzüne baktım. Zifiri bakışları çetin bir savaşın içindeymiş gibi bakıyordu.
"Gözlerinden.... Gözlerin herşeyin başlangıcı."
Sesi fısıltı dan uzaktı. Derince yutkundum. Karanlık bakışları benliğime dahi işleyen karanlıkla birleştiğinde içimi ele geçirmeye çalışan karanlıktan kaçıp onun gözlerinin zifiriliğine sığındım.
Adem elması hafifçe hareket ettiğinde onu ilk kez bu denli savunmasız gördüm.
"Beni en güzel sen tanıyorsun Nur. Yanılan benim."
Sözleri ayırt etmekte zorlanan kulaklarımı saran uğultu eşliğinde gözlerimi kapayıp açtım. Göğsümü işgal eden kafesin demir parmaklıkları yavaşça aralandı.
Kalbimin sesini duyması dan endişe ederek gözlerine baktım. Hafızam da ki bütün kelimeler sanki yok olmaya başlamıştı. Gözlerinde ki çetin savaş azalmak yerine daha da çoğaldı. Tıpkı yağmakta olan kar misali.
"Nur... Ben hayatı paramparça olan bir adamım sen ise hayatımın en nadide parçasısın."
Firar edecek olan kalbimi tutan şey göğsüme koymuş olduğum elimdi. Kirpiklerimi defalarca kırpıştırarak çehresine baktım. Gözümün önüne gelen saç tutamını nazikçe geri ittiğinde dudaklarına yayılan gülümseme dakikalar önce gördüğüm manzaranın güzelliğini söndürmüştü. Yanaklarımdan süzülen yaşa engel olamadım. Sıcak dokunuşuyla yok olan gözyaşıma bir yenisi eklenmedi. Uzun kirpiklerine düşen kar tanesi birkaç saniye içinde eriyip giderken gülümsemekten gözleri kısıldı. Beni seviyordu. Zeyd beni seviyordu. Beni seviyordu. Bu bir rüya değildi. Kurmaktan çekindiğim bir hayal de değildi. Zeyd Ansarhan, Nur Barlas'ı seviyordu. Zihnimde ki tüm kelimeler silinmişti sadece onun adı vardı.
"Zeyd."
İçim, içime sığmıyordu. Sevdiğin insanın sana karşı hisleri olduğunu öğrendiğinde insan gerçekten de kendini böyle mi hissediyordu. Uyandığında son bulacak bir rüya sanki zaman sıkıştırılmışsın ama bir taraftan da sonsuz bir zamanın içindeymişsin gibi. Aşk sonsuz diyorlardı öyle olduğu gibi de sonsuzluk hissi de veriyordu.
Belimde hissettiğim parmaklarının baskısıyla başımı göğsüne yasladığın da kokusuna hapsoldum. Derin bir nefes aldığında yutkunmadan edemedim. O benim kokumu mu içine çekmişti yoksa itiraflarıyla rahatladığı için mi derin bir nefes almıştı.
"Hiçbir şey söyleme şimdiye kadar gözlerinle çok şey söyledin."
O kadar çok şey düşünüyordum ki birini de seçip söyleyemiyordum. Birkaç tane cümlesi yüreğimde ki bütün kırgınlıkları, kızgınlıkları, olumsuzlukları silip atmıştı.
....
DANIEL ROOSEVELT KARARGÂHI
"Gece üçte başlayan eğitimler sabah sekize kadar devam edecek."
Asker kaşlarını çatmamak için çaba sarf etmişti.
"Generalim, askerlerin gece uykusu alması çok önemli."
General Honest bakışları öfkeyle parladı.
"Kendine gel yüzbaşı! O barbar pislikler her gün şafak baskını yaparken bana uykudan bahsetme!"
"Emredersiniz generalim."
Birkaç ay önce gelmiş olan bu yeni general oldukça katıydı. İstifa edip giden general daha anlayışlı ve ılımlıydı. Yüzbaşı ihanet ettiğini öğrenene kadar o generalle daha iyi anlaşıyordu.
"Şehirlerde, kasabalarda o lanet olasıca Akadistanlıların nefes aldığı her yerde Direniş örgütüne mensup olanların ailerini ve onlara yardım edenleri tutuklasınlar gerekirse öldürsünler! Komutan Ariel'e haberi ilet."
"Emredersiniz."
Odadan çıkan yüzbaşı ile gözlerinde ki fırtına dinmişti. Son haftalarda Direniş Örgütüne oldukça zarar vermişlerdi. Komutan Fudayl'ın ölümünün hemen ardından Komutan Kürşat Ebubekir'i esir almaları sonra Komutan Sinâ'nın ölümü, Direniş Örgütün de derin yaralar açmış olacak ki bir haftadır saldırı da bulunmuyordu. Ya yorulmuşlardı ya da daha büyük bir operasyon peşindeydiler. Daha fazla kayıp vermeliydiler. Revaha şehrinin Mevâ kasabasını ele geçirmiş olmaları onlar için büyük bir avantaj olsa da her an tetikte bekliyorlardı.
Kırk yıldır olduğu gibi üstünlük yine onlardaydı fakat general gevşeklik göstermiyordu. Direniş Örgütünün bağımsızlık mücadelesini yok etmekle beraber oraya mensup olanları aileriyle birlikte de yok etmeliydiler ki sonra tüm Akadistan halkını yok etmenin yolu açılacaktı.
Her on yılda patlak veren bu direnişin kökünü kazımalıydı ki adını tarihe altın harflerle yazdırmalıydı.
Bu istekten ziyade hedefi beyaz rengin üzerinde sarı renkte ki üç kollu şamdanlı bayrağı görünüşte olmasa bile arka planda Akadistan toprakların da hakim kılmaktı. Zamanla o nefret duyduğu gök mavisini süsleyen beyaz renkte ki ay figürlü bayrağı da yok edip kendi bayraklarını da dalgalandıracaklardı. Çocukluktan beri kurduğu tek hayal buydu. Bunun için elinden gelenin en iyisini yapıyordu. Şuan da bulunduğu konumda bunun göstergesiydi.
Yavaşça ayağa kalkıp masanın üzerinde ki dosyayı aldı. Daha önceden de defalarca yaptığı gibi listeyi gözden geçirdi. O kadının ismini görrmemek canını sıkıyordu. Hayatına bir anda dahil olup tanımaya bile fırsat bile bulamadan hayatından çıkan o kadını. Artık ölmüş olacağını düşünmeye başlamıştı. Tekrar aklına gelen bu düşünce ile gözlerini açıp kapadı.
Ne kadar inkar etse de kadına olan hisleri bir takıntı dan ibaretti. Nefret ettiği ırka ait olan o kadını sevmek kendi kendinden nefret etmesine sebebiyet veriyordu. Belki de o kadını arayıp da bulamaması iyi bir işaret olabilirdi. Dosyayı sertçe masaya koyup koltuğuna oturdu.
Kapının tıklatılması ile onay verdiğinde onbaşı içeri girmişti.
"Generalim, Bay Casimiro sizinle görüşmek istiyor."
"Gelsin."
Birkaç saniye sonra Casimiro durgun bir şekilde içeri girdiğinde durgunluğunu anında fark etmişti.
"Casimiro hoşgeldin dostum."
Kendinden yaşça büyük olan adam ağır adımlarla koltuğa ilerleyip oturduğunda derin bir nefes almasıyla gelecek olan olumsuz habere hazırlıklıydı.
"Andrea saldırıya uğramış."
Ethan buna hazırlıklı değildi rahatsızca oturduğu yerde kıpırdadı.
"Kahretsin bu nasıl olur?!"
"Sinâ'ya düzenlenen operasyonda yaralanmış."
"Aptallar! Nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirler! Durumu nasılmış?"
" Kardan dolayı ziyaret edemedim ama iyiymiş."
Ethan tuttuğu nefesi dışarı bıraktığın da gülümsedi.
"Tanrıya şükür. Bana kalırsa Andrea bir an önce kime hizmet ettiğini açıkça belli etmeli yoksa hedefine ulaşamadan yok olup gidecek."
Sence dercesine Casimiro baktığında kızıl saçlı adam ona onaylamaz bir bakış attı.
"Buna G.Ü.B karar verir."
"Elbette ama bize düşen bunu bir an önce meclise taşımamız."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |