24. Bölüm

24. Bölüm

Safiye
nesimisubha

İTALYA/VERONA

10 yıl önce

 

"Dün çok fazla içtik. Bence bugün bu kadar yeterli."

Omuz silkerek başını hafifçe çevirip arkadaşına bakmıştı. Boşvermişlik duygusu içine öyle bir işlemişti ki ne yaparsa yapsın sanki hiç geçmeyecekti. Artık hiç bir şeyin de önemi yoktu. Şimdiye kadar ölmeyi bu denli istediğini hatırlamıyordu. Bakışlarını arkadaşından çekip rengarenk desenli duvara çevirdi.

Biricik anne babasının boşanmasını daha hazmedememişken annesinin söylemiş olduğu gerçeklerle yıkılmıştı.

"Biz senin gerçek ailen değiliz, üzgünüm Andrea. Seni çok sevdiğimi ve her ne olursa olsun seveceğimi bilmeni isterim. En doğru olan babanın sana gerçekleri anlatması."

Tüm bu sözlerinden sonra kaskatı kesilmiş vücuduna sıkıca sarılmış sonra onu öylece bırakıp yeni ailesine gitmişti. Peki babası ne demişti.

"Tek istediğim kardeşimin emanetine sahip çıkmaktı. Bunu sana zamanı geldiğinde söyleyecektik ve seni asla kardeşinden ayırmak istemedim o zaman bu şekilde olması gerekiyordu."

Amcası yine konuşmaya devam etmişti ve sonrasında ne kadar çok soru sormuştu ama amcası sorularını cevaplamamak da kararlı gibiydi. Hiçbiri yetmezmiş gibi bir İtalyan değilde Akadistanlı olduğunu öğrenmişti.

"Andrea."

Ona hitap eden arkadaşını duymamıştı.

Orası iç karışıklığı olan bir ülkeydi üstelik müslümanlardı. Gerçekler şuan ki sahte hayatından o kadar uzaktaydı ki gerçeklerine adım atmak istese de ne kadar yol kat etmesi gerekiyordu? Gerçekleri yok olan bir insan nasıl hissediyorsa öyle hissediyordu.

"Lanet olsun! Lanet olsun!"

Elinde ki dolu bardağı yere fırlattığını yeni fark ederken ona engel olmak için harekete geçen arkadaşı geç kalmıştı. Barmenin tedirgin bakışları eşliğinde içeri giren korumalara kısa bir bakış atan Andrea cüzdanından çıkarmış olduğu yüklü miktarda ki parayı tezgaha koyup sert bir sesle konuştu.

"Söyle onlara işlerine baksınlar!"

Tezgahta ki paralardan bakışları çeken barmen korumalara gitmeleri için eliyle işaret verdi.

Kalabalık olmayan daha sakin ve huzur verici yerlere ihtiyacı vardı. Omuzunda ki parmakların sahibine baktığında tedirgin bir o kadar da acır gözlerle kendine bakan arkadaşına hitaben konuştu.

"Gidelim mi?"

"Hiç söylemeyeceksin sandım."

Arkadaşının sözleriyle gülümsedi. İki gençte ayağa kalkıp çıkışa doğru ilerledi. Soğuk hava alevli bedenine iyi gelmişti. Neredeyse üç haftadır görmediği amcasını merak etmiyor değildi fakat öfkesi ve kırgınlığı bütün sâfi duygularına ağır basıyordu.

"Geçen gün gittiğimiz o sokaktan gitmeye ne dersin?"

Michelle'nın neşeli sesiyle kendine gelirken başıyla onayladı.

"Çok iyi olur."

İhtiyacı olan şeydi kalabalıktan, insanların sorgulayıcı bakışlarından uzak bir sokakta yürümek. Herşeyden kaçmak istese bile kaçamayacağını çok iyi biliyordu kaçmış olduğu şey içindeyken ne kadar kalabilirdi ki?

Michelle, Andrea'ya kaçamak bir bakış attığında söyleyip söylememek arasındaydı.

"Allessia sana ulaşamayınca beni aradı. Seni çok merak etmiş."

Andrea duraksayıp zifiri gözlerini arkadaşına dikti.

"Biz ayrıldık Michelle."

"Biliyorum ama sonuçta iki yıllık bir ilişkiniz vardı. Bir anda ortadan kaybolmana anlam verememiş haliyle merak etmiş."

"Onun nazlı halleriyle uğraşacak vaktim yok. Söyle merak etmesin!"

Michelle cevap vermek için dudaklarını aralarken Andrea aceleci bir ses tonuyla ekledi.

"Ailemle olanları ona söylemedin değil mi?"

Michelle uzun saçlarını geri itip göz devirdi.

"Tabi ki de hayır. Bu sadece ikimizin sırrı, tabi birde Marcus amca ve Nora teyzenin."

İsimlerini duymak bile öfkesini harlamıştı. Fakat eskisi gibi değildi tüm bu olanları kabullenme yolunda ilerliyordu. Sonuçta gerçekler acı vermeseydi gerçek olmazdı.

İçten içe kendisi için üzüldüğünü ve elinden bir şey gelmediğini düşünen arkadaşını daha fazla üzmek istemiyordu.

"Gökyüzü artık eskisi gibi güzel gelmeye başladı. Yarın Bayan Clark'a gidip alış veriş yapalım."

Bütün bu olanlar yaşanmadan önce de her baktığında aynı eksikliği hissettiren gökyüzü şimdi ona umut olmak için yol gösteriyor olabilir miydi? Michelle kollarını havaya kaldırıp açan arkadaşına hafif bir kahkaha atarak eşlik etti.

"Dünya zaman geçtikçe ürkütücü ve eğlenceli bir yer haline geliyor dostum."

Michelle arkadaşının bu halleriyle daha da mutlu oluyordu.

"Bunları senden duymak ne güzel."

Haftalardır yürüyen bir ölüden farkı kalmayan arkadaşının bu hallerini çok özlemişti. Sırıtarak kendi etrafında dönen arkadaşı konuştu.

"Yağmur yağması için tanrıya dua edeceğim hiç aklıma gelmezdi."

"Yağmur yağması için neden dua edeceksin ki?"

"Öfkemden, beni zayıf kılan tüm duygularımdan, günahlarımdan arınmak için."

Michelle bir anlık düşüncelere gömülürken arkadaşının bu hallerine çok üzülüyordu. Kendini bildiğinden beri Andrea'yı tanıyordu. Her zaman güçlü durup yol gösteren, teselli eden Andrea olmuştu.

"Bunun için kiliseye gitmen gerekiyor."

"Kabusum olan kötü bakışlı papazların arındırmalarından ziyade Tanrı'nın yağmurunu tercih ederim."

Michelle hatırladığı anılarla sokağı kaplayan kahkahasına engel olamadı.

"Emin ol dostum o papazı bende unutamıyorum. "Andrea büyüyünce ne kadar da günahkar bir kul olacaksın umarım ki Tanrı'nın gazabı üzerine olmaz." Kızarmış gözleri korkunç duruyordu. Yasaklı bir madde kullanmış olabilir çünkü on bir yaşında ki bir çocuğa bunları söylemek hiç akıl kârı değil."

Papazın söylemiş oldukları ve tavırları aklına geldikçe kahkahası büyüyordu. Asıl amacı ise arkadaşını biraz daha gülümsetebilmekti. Sesini yaşlı adam tonu katmaya çalışarak parmağını arkadaşına uzattı.

"Gözlerin bir felaketin habercisi gibi, Tanrı hepimizi şeytanlaşmaktan korusun.

Acaba Nora teyzenin uyarıcı bakışlarıyla susmasaydı daha neler zırvalayacaktı."

Sessizce güldü. Michelle'nın taklidi onu o günlere götürmüştü.

"Kiliseden çıktıktan sonra Nora'ya ne zaman şeytan olacağımı sormuştum. Papazın söylediklerinin etkisinden beni çıkarabilmek için çok uğraşmıştı. Çok şefkatli ve merhametliydi. Gerçek bir anne gibi."

Son sözlerinde sesi geceye karışmıştı.

Yeniden sessizliğe gömüldüler.

Gökyüzüne baktı.

Anne ve babası olmayan çocuklara üzülürdü. Artık onun da anne babası yoktu. Yapayalnız hissediyordu. Sanki dünyada bir hiçti. Niçin dünyaya geldiğini sorgularken şimdi dünya da kendini fazlalık gibi hissediyordu. Marcus ona ailesinin nasıl öldüğünü anlatmamıştı. Gerçek adının ne olduğu söylememişti. Marcus ona hiçbir şey anlatmamıştı ki! Zaten evi terk etmesinin en büyük sebebi de bu değil miydi?

Sanki yalandan ibaret bir baş yapıttı.

Herşeyi yalan bir insanın varlığı nasıl gerçek olabilirdi?

Bir rüya olarak görmüş olduğu şeylerin gerçek anne babasıyla yaşamış olduğu anılar olduğunu nereden bilebilirdi. O gerçek olan anıları her görüp uyandığında rüya gördüğünü sanması ve kendini huzurlu bir o kadar da hüzünlü hissetmesinin sebebini daha yeni anlıyordu. Devamlı iki aynı anıyı rüya gördüğünü da sanıp Nora'ya anlattığında kadının tatlı bir tebessümle söylemiş olduğu sözleri tekrar hatırladı.

"Tatlım, o gördüğün rüyalar sana küçükken anlatmış olduğum hikayeler de kurlamış olduğun hayaller. O iki hikayeyi dinlemeyi çok severdin."

Yıllarca aptal gibi tüm sözlerine inanmıştı. O küçük Andrea yüzünde ki tatlı tebessümün acı dolu olduğunu nasıl fark edememişti. Öfkeyle elini yumruk yapıp derin bir nefes aldı. Artık eskisi gibi sabit bir duygusu yoktu. Bir an mutlu bir anda öfkeli bir hâle bürünebiliyordu.

"Babamın sadece ikimizin Fas'a tatile gitmemiz için izin verdiğine hâlâ inanamıyorum."

Michelle'nın heyecanlı sesi onu karanlıklardan çekip çıkardığında konuştu.

"Babanın mı yoksa annenin mi?"

Andrea sorusu üzerine Michelle küçük bir tınıyla güldü.

"Sanırım annemin."

Annesi Michelle fazlasıyla düşkündü. Onun da annesinden aşağı kalır yanı yoktu fakat Michelle bu konu da arkadaşına "Batı da yaşıyorum ama doğu da ki çocuklar gibi muamele görüyorum." diye yakınırdı.

Doğu ülkelerinde yaşayan çocukların kendi ailelerini kurana kadar aileleriyle yaşadığını duymuştu. Akadistan da bunun içine giriyordu. Bir aileye sahip olmak güzel bir şey olmalıydı. Ne kadar zorluk yaşarsan yaşa benim bir ailem var demek güzel bir his olmalıydı.

Acaba gerçek annesi nasıl biriydi. Hiç ayrılmasalardı Michelle'nın annesi gibi ona çok düşkün ve korumacı olur muydu? Ya babası Michelle babasının yaptığı gibi tüm sıkıntılarını giderlerir miydi? Onun gölgesine sığınabilir miydi? Marcus'un dediği gibi gerçekten de bir kahraman mıydı? Yıllarca kendisinden gerçekleri saklayan adamın sözlerine şimdi ne kadar inanabilirdi ki?

"Annen senin için doğru olanı yapıyor Michelle, bence bunun için üzülmemelisin."

"Doğru olanı yaptığının farkındayım fakat çok fazla kısıtlıyor. Bazen özgürlüğüm elimden alınmış gibi hissediyorum."

Bu şekilde hissettiğini hiç hatırlamıyordu. Şimdiye kadar ne istemiş ise olmuştu. On dört yaşından beri eve gece yarısı gelmeye, istediği her saatte her yere gitmeye her mekâna girmeye alışıktı. Michelle yaşadıklarının hiçbiri yaşamamıştı. Michelle onun gibi olmayı isterken o ise Michelle gibi olmak istiyordu.

"Bence annen sadece büyüyüp doğruları farkedip gerçek bir hristiyan gibi yaşaman için çabalıyor."

"İzin verdiklerine göre büyüdüm demek. Doğru ya mankenlerin üstünde duran takım elbiseleri artık onlardan daha güzel taşıyoruz."

Michelle model olmakta kararlıydı. Bu kararlılığı neredeyse Andrea bile hayallerinden vazgeçirtecek derecedeydi. Anne ve babası ise hayalleri konusunda pek de destekçi değildi ve üstelik oğullarının bir rahip olmasını istiyorlardı.

"Desene tam bir afetiz."

Andrea'nın sözleri üzerine Michelle havalı bir duruş sergiledi. Hafif bir tınıyla gülümsediğinde duymuş olduğu olgun ve katı bir ses bu gülüşüne son vermişti.

"Bu gece çok şanslıyız Ernest."

Adamın sesinde ki neşeyle iki gencin de kaşları çatıldı.

"Soylu beyefendiler yollarını kaybetmiş olsa gerek."

Michelle'nın bakışları arkadaşını bulduğunda aynı şeyleri düşündüklerini biliyordu. Bu sokaktan sürekli geçmelerine rağmen ilk defa böyle bir şey ile karşılaşmışlardı. Serserilerin neyi amaçladıklarını tahmin etmek zor değildi. İki gencin de şaşırdığı her hallerinden belliydi. Verona sokaklarında böyle bir şeyi hiç beklemiyorlardı.

İsminin Ernest olduğunu öğrendiği adamdan daha büyük duran adam sarıya boyalı uzun saçlarını geri iterek konuştu.

"Korktunuz mu? Korkmanıza hiç gerek yok bu sokaklar bizimdir. Uzun süredir sokağımızdan rahatlıkla geçip gidiyorsunuz artık bunun bir karşılığı olmalı değil mi?"

Michelle tabiatı gereği elinde olmadan güldü.

"Dostum sanırım bir film sahnesinin içindeyiz. Verona sokaklarında böyle insanlar olamaz."

Adamın sinsi bakışlarına alaycılık da eklenmişti. Karanlıktan dolayı gözlerinin rengini seçemediği sarı saçlı adama baktı.

"Ne istiyorsunuz?"

Michelle arkadaşının sözleriyle derin bir nefes aldı. Her konuda net olmasını seviyordu. Onun asla cesaret edemediği birçok şeye genellikle onun cesaretlendirmesi ile harekete geçebiliyordu.

"Bana öyle ateşli gözlerle bakma çocuk!"

"Ne o sokağını ateşe vermemden mi korkuyorsun?"

Ernest dikkatle karşısında ki gençleri süzdü.

"Size karşı merhametli davranacaktım fakat bunu hiç haketmediniz. Cüzdanınız sizi kurtarabilirdi fakat ben sizi daha güzel bir şekilde kullanacağım. Sağlam ve dinç duruyorsunuz."

Sakince konuşup alttan alması gerektiğini yeni yeni fark ediyordu. Karşılarında ki adamlar hiç tekin değildi.

Yüzünde ki tehlikeli ifadeyle iki gençte yutkunmuştu. Ne söylemek istediğini kavrayamasalar da iyi şeyler söylemediğini anlamışlardı.

"Senin kalbin seninde ciğerlerin çok sağlam gibi duruyor."

Adamın dalga geçer gibi konuşması ikisininde kanının donmasına sebep olmuştu. Bu adamlar onları öldürmekten daha beter edeceklerdi.

"Ben Michelle Williams! Eğer böyle bir şeye kalkışırsan ölümün babamın elinden olur."

Michelle sözleriyle adamın gözlerinde ki alay yerini tereddüte bıraksa da öyle bir adamın oğlunun bu sokaklarda gezeceği ihtimaline inanmak istemedi.

"Peki sen kimsin?"

"Kim olduğumun bir önemi yok çok merak ediyorsan Andrea De Luca."

Nüfuzlu ailerin soyadlarını duymak adamları daha çok tereddüte sokmuştu.

Michelle cüzdanını çıkarıp içinde ki küçük kartı adama uzattı.

"Eminim şimdiye kadar sana veren olmamıştır."

Bir an önce bu yerden defolup gitmek istiyordu. Arkadaşıyla göz göze geldiklerinde iki gençte bir birine tebessüm etmişti. Adamın şimdi inanmaması için hiçbir sebep yoktu.

Birkaç saniye sonra yakınlardan gelen bir el silah sesi hedefini bulduğunda Michelle'nın yüzünde ki tebessüm acıya dönüşmüştü.

"Michelle!!!"

Çaresiz bir ses yakınırcasına tüm sokağı inletirken sarı saçlı adam bir adım geriledi. Keskin bir tınıyla konuştu.

"Kahretsin! Matteo!"

Korkuyla yanında ki adamın kolunu çekiştirerek koşarak oradan uzaklaştı.

Dizleri üzerine çöken arkadaşının yanına ulaştığında birkaç adımlık mesafenin ilk kez bu kadar uzun sürmesine için için küfretti.

"Michelle! Michelle! Bana bak!"

"Andrea adımı mı ezberliyorsun?"

Baygın gözlerle kendine bakan arkadaşına tebessüm etti.

"Adını senin sevmediğin kadar sevmediğimi biliyorsun."

Michelle acı içinde gülümsedi.

Andrea bir umut arkadaşının iyi olduğunu fark ederken birkaç adım ötelerin de olan sokak lambasına arkadaşının sırtını yasladı. Ceketinin cebinden çıkarmış olduğu çakıyı pontolununa koydu. Üzerinden çıkardığı ceketi titrek parmaklarla arkadaşının yarasına tampon niyetiyle bastırdı. Bu kadar soğukkanlı olmayı kendisi de beklemiyordu.

Ayağa kalkıp koşarak uzaklaşan saldırganların peşinden gitmeyi düşünürken elini cebine koydu.

"O cebinde kini sakın eline alayım deme."

Ona kısaca sakın peşlerinden gitme demek isteyen arkadaşına baktı.

"Lütfen nefesini boşuna harcama."

Elini hızla kanamaya devam eden kurşun yarasına götüren arkadaşı kesik bir nefes aldı.

"Geleceğine odaklanmalısın, geçmişinin karanlıktan ibaret olması geleceğinin aydınlık olmasına..... Mâni olmaz."

"Ne saçmalıyorsun sen!"

Dostunun sesi gittikçe zayıflıyordu. Eline aldığı telefondan ambulansı arayıp bulunduğu yeri tarif ederken nefes nefese kalmıştı.

Arkadaşının yanına usulca diz çöktü.

"Ailemi bulmalısın...... ölmüş olsalar bile... O papaz ile birlikte onlara dua etmelisin."

Michelle gülümsemek istese de buna muvaffak olamadı. Andrea dudakları çaresizlikle yukarı kıvrıldı. İçini saran öfke ve acı söndürülemeyecek kadar tüm bedenini sarmıştı.

"Kes sesini de nefesini boşuna harcama."

Sesi sitemliydi.

Kaybetme kokusu ağır bastıkça hırçınlaşıyordu. Elinin altında ki ceket tamamen kırmızıya boyandığını fark ederken bu defa gömleğini çıkarıp yaraya tuttu. Tenine çarpan soğuk rüzgar daha da titremesine sebep olmuştu fakat buna aldırmadan başını kaldırıp arkadaşına baktı.

Dudaklarının arasından sızan kanı gördüğünde gözleri buğulandı. Sert ve tok sesi içine kaçmıştı.

"Lanet olsun Michelle beni bırakıp gidemezsin, gitmemelisin."

"Bir... yere... git... gittiğim yok daha... odana... posterlerimi.... asa... asacaksın."

Dudakları yeniden acıyla yukarı kıvrıldı.

Yanaklarından süzülen birkaç damla yaş sadece bir başlangıç gibiydi.

"Seni de kaybedemem anlıyor musun? Hayatımda tek gerçek sensin Michelle. Eğer gidersen olmaz, yapamam."

"Bunu biliyordum......ama senden duymak.... güz.... güzelmiş dostum."

Michelle gözleri tamamen kapandığında nefesi gittikçe sıklaşmıştı.

Elini kavramış olan parmaklardan can çekildiğinde usulca yana düştü. Gözyaşlarına karışan öfkeyle ayağa kalktı. Birkaç adım atıp arkadaşından uzaklaştı sonra tekrar yanına geldiğinde daha da çok harlanan öfkesini kontrol edemezken hızla adamların gittiği yöne doğru koşmaya başladı.

Koştu.

Belki de hiç koşmadığı kadar. Zaman zaman kesilen nefesine, ağlamaktan puslaşan gözlerine aldırmadan koştu. Adamları yakalamaktan ümidi kesmişti fakat hiçbir şey yapamamaktan daha iyidir diye düşünüyordu.

Köşeyi döndüğünde aradığı adamı gördü. Öfkeyle sırıttı. Avına odaklanan tecrübesiz bir avcıdan farksızdı. Onu güçlü kılan şey öfkesi ve acısıydı.

Eve girmeden onu fark eden adam durdu.

"Hayırdır genç adam?"

Adamın küstah tavrı karşısında daha öfkelendi. Okkalı bir küfür savurup cebinde ki çakıyı çıkarıp adama doğrulttu. Canı yanıyordu. Kendinden emin bir şekilde bakan adama bir adım attığında konuştu.

"Hayatımda ki tek gerçeği almaya cüret edenin-"

Arkasından boğazına sarılan parmaklarla kelimeleri yarım kalmış nefes almakta zorlanmaya da başlamıştı. Delicesine atan kalbine hakim olmak gibi bir gayesi yoktu. Karşısında ki adam bir adım geri attığında sadece bir süs korkuluğu dan ibaret olduğunu anlaması uzun sürmemişti. Boğazını kavrayan Ernest denen o adam mıydı? Yoksa başka birisi mi? Elinde ki bıçakla boğazını kavrayan ele ufak bir bıçak darbesi indirmeyi başardığın da artık nefes alır hale gelmişti. Parmaklarını boğazını götürüp nefes almaya çalışırken tıslayan bir nefes elini kavrayıp onun bu rehavetli halinden faydalanarak bıçağını almıştı. Ölüme bu denli yaklaştığını daha önceden hiç hissetmemişti. Daha düne kadar gerçekleri öğrenmeden önce ölüm hiç aklına bile gelmiyordu. Karanlık sokağı aydınlatan sokak lambaları gözünde daha da canlı hale gelirken korkuyla kendine sarı saçlı adamla göz göze gelirken her şey bir anda gerçekleşmişti. Boğazını kavrayan parmaklara engel olmayı başarmıştı ama yüzünde hissettiği keskin acıyla inledi. Adamın amacı onu öldürmekti fakat başarılı olamamıştı.

Parmakları yüzünü bulduğunda parmaklarına bulaşmış olan kandan irkildi. Michelle dudaklarından sızan kan sanki onun yüzüne bulaşmıştı.

"Matteo ne yaptın sen!"

Yüzünü yaralayan adam Michelle'ı vuran adamdı. Öfkeyle doğrulmaya çalıştı.

"Cezasını kestim!"

"Ernest bu yaptığını görmemeli. Acele et!"

Uzaklaşan adım seslerinin peşinden zorlukla doğrulmayı başardı.

Hayıflanır bir sesle"Michelle."dedi.

Parmaklarını tekrar kanayan yüzüne götürdü. Koşar adımlarla Michelle'nın olduğu yere geldiğinde ambulansın daha yeni gelmiş olduğunu fark ederken yeni bir öfke daha bedenini sarmıştı. Nasıl bu kadar geç gelebiyorlardı.

Sağlık görevlisi kadın onu fark ettiğinde endişeyle yanına yaklaşmıştı. Nasıl olduğunu sormasına fırsat bile vermeden konuştu.

"Haber veren bendim."

"Andrea De Luca."

"Evet."

***

Gülümseyen çehresine uzun uzun baktı. Her zaman hayat dolu olan ve bu hayat doluluğuna kendisini de sürükleyen biricik dostu Michelle.

"Dostum posterlerimi odana astığını gitmeden ölmem imkansız."

Küçük bir kahkaha.

"Ölümden bahsetmeye bir son versen mi acaba?"

Zaman zaman kendi aralarında gündemde olan konular olurdu. Bu sıralar ise temel konuları ölümdü. Arkadaşı umursamayıp konuşmaya devam etti.

"Belki de ikimizin posterleri okulun bütün kızlarının duvarında durur ne dersin? Bu fikir hoşuma gitti. Yok, yok ya da bütün İtalyan genç kızların odasında olsun. Evet, evet, bu daha hoş olur."

Sırıtarak arkadaşına baktı.

"O kızların odalarına senin fotoğrafların daha çok yakışır. Belki ben bu konuda senin kadar özgür olamayabilirim hem biliyorsun ben dünya çapında ünlü bir ressam olmak istiyorum."

"Biliyorum da neden özgür olamıyormuşsun? Alessia mı? Model bir sevgilisi olacak daha ne isteyebilir ki? Hem ben onu ikna ederim."

Arkadaşının ikna etme tekniklerinden birine az önce şahit olmuştu.

"Ayrı mesleklerimiz olmasa da hayatımız boyunca beraber olacağız."

"Bu konuda hiç şüphem yok."

Kolunu arkadaşının omzuna attığında neşeyle gülümsediler.

Yanaklarından süzülen yaşı silme gereksimi duymadı. Fotoğrafta gülümseyen yakışıklı buz mavisi gözlerin sahibine baktı. Anne babası kadar olmasa da canı yanıyordu. Annesinin bayılmış halini gördüğünde içine sinen acının asla geçmeyeceğini anlamıştı.

Papazın duasına amen derken ne söylediğini bile anlamıyordu. Yıllardır girmediği kiliseye bu şekilde gireceğini hiç düşünmemiş aklının ucundan bile geçmemişti.

Dünya da fazlalıkmış gibi hissetmesi normal miydi? Bu hislerin bir sonu var mıydı? Nefe doğru dalgın adımlarla ilerledi.

"Andrea."

İnce cılız sesin kime ait olduğunu tahmin etmesi zor değildi. Bakışlarını kaldırdığında kendine özlemle bakan kızı gördü.

"Tanrı onu bağışlasın."

Cevap vermemesine aldırmayan kız devam etti.

"Tüm olanlar için ne kadar üzgün olduğunu biliyorum ve derinden hissediyorum."

"Yalnız kalmak istiyorum ayrıca neler hissettiğimi bilemezsin!"

Sert sesi genç kızın gözlerinin dolmasına sebep olsa da susmamak da kararlı gibiydi.

"Andrea-"

"Konuşmak istemiyorum Alessia, beni rahat bırak. Mümkünse bir daha karşıma çıkma.!"

Yeniden konuşmasına fırsat vermeden hızla genç kızın yanından uzaklaştı. Artık ondan hoşlanmıyordu. Bunu defalarca güzel bir şekilde anlatmıştı ama Alessia onu anlamamak da ısrarcıydı. Bir daha karşısına çıkmaması ümidiyle ardında bıraktığı kıza dönüp bakma gereksimi duymadan yürümeye devam etmişti.

***

***

"Daha iyi misin?"

"Nasıl olmamı istersin?"

"Eskisi gibi."

"Benim eskim yok Marcus!"

Marcus duraksadı. Derin bir nefes aldığında canından bir parça olan çocuğa baktı. Çocuk. Onun gözünde hâlâ bir çocuktu.

"Andrea anlıyorum fakat Nora ve bana bir şans vermelisin."

"O kadını hayatımızda istemediğimi söylemiştim."

Marcus ayağa kalkıp yanına doğru ilerledi.

"Salonda seni bekliyor. Seni son kez bile olsun görmesine izin ver. Ama şunu unutma biz senin için her zaman yeniden bir araya gelmeye hazırız."

Ağlama isteğini bastırdı. İkisi de bencilce davranıp tüm gerçek bildiklerini alt üst etmiş şimdi her şeyi düzelteceklerine dair söz veriyorlardı. Yeni bir hayal kırıklığını asla kaldıramazdı. Marcus ısrarlarına bir yanıt alamayımca usulca odasından çıkmıştı.

Michelle gideli neredeyse iki hafta oluyordu. Ailesinin kahrolmuş hâli gözlerinin önünden gitmiyordu. Hayatında ki tek gerçekte gitmişti. Gökyüzüne baktı. Acaba bir gün onu gerçekten hissedecek ve hayatının gerçek olduğunu hissettirecek biri karşısına çıkacak mıydı?

Kapı yavaşça açıldığında Nora'nın şefkatli sesi odayı kaplamıştı.

"Andrea, tatlım."

"Görüşmek istemediğimi söylemiştim."

Haftalar sonra onu kilise de gördüğünde de bulunduğu ortamdan hızla uzaklaşmıştı.

"Üzgünüm Andrea, çok üzgünüm. Ben bu şekilde olsun istemezdim."

Öfke ile Nora'ya döndü.

"Bana gerçek annemmişsin gibi davranmayı bırak ve evimden defolup biricik ailenin yanına git!"

Kadının gözleri dolmuştu. Onun için bunun bir önemi yoktu ama neden bu denli üzülüyordu.

" Andrea sadece yanında olmak istiyorum. Lütfen buna izin ver."

"Şimdi mi? Tüm o sözleri söyledikten sonra neredeydin? Bana acıma Nora! Benim senin hiçbir şeyine ihtiyacım yok."

"Seni kırmayı asla istemedim."

Genç çocuğun gözleri doldu. Yaşadıklarının bir hayal olmasını istiyordu.

"Annem bana dedi ki "Ben senin annen değilim."

Sözlerinden sonra öfkeyle karışık duygu yoğunluğuyla koltuğa çöktü.

Nora artık ağlıyordu.

"Belki kendi söylediklerini bir başkasından duyarsan hissettiklerimi daha iyi anlarsın."

"Andrea seni çok seviyorum... Marcus' a çok öfkeliydim ve-"

"Duymak istemiyorum! Marcus onu buradan götür."

Bir yalanın içinde gerçeğe uyanmak cehennem de yanmak gibiydi. Tekrar pencereye döndü. Ne zaman bu denli acımasız olmaya başladığını hatırlayamıyordu.

***

Kirpiklerimi kırpıştırarak yüzüne baktım. Sevdiğim adam hakikaten de herşeyini toprağa vermiş bir adamdı. Benim yaşadıklarım ile onun yaşadıklarını kıyaslayamazdım. İkimizde katlanabileceğimiz kadar imtehanlardan geçmiştik.

Sığındığım zifiri gözler ne acılar barındırıyormuş.

Alessia'nın sözü geçtiğinde kıskançlığımı gizleyememiştim. Fakat ne olursa olsun onun kalbi bana benim kalbim ona mühürlüydü.

Avuçlarında kaybolan parmaklarımı usulca geri çektiğimde tedirgin ve sabırla ne yapacağımı bekliyordu. Parmaklarım yeniden yara izini bulduğunda kahve harelerini uzun kirpikleri özenle örtmüştü.

"Tüm bunları yaşarken yanında olmayı çok isterdim."

Tebessüm etti.

"Varlığını daima hissettim. Belki gerçekten yanımda olsaydın o kadar da yıkılmazdım."

Titrek bir nefes aldım. Utangaçlığımı hâlâ üzerimden atabilmiş değildim fakat yine de bu duruma alışmam gerektiğinin farkındaydım. Parmaklarımı yara izinin üzerinden bir milim oynatmadan gözleri kapalı olan çehresine bakmaya devam ettim. O an gece karası bakışlarını üzerimde hissetmememin vermiş olduğu cesaretle parmaklarımı yara izinden uzaklaştırdım.

Acısını hafifletmek istercesine dudaklarım yara izini bulup küçük bir buse kondurduğum da içimden bir şeyler koptu.

Kılıç gibi keskin kirpiklerini yavaşça araladığın da dudağının sağ tarafı yukarı kıvrıldı. Yanaklarım bir volkan çağına dönse bile gözlerimi gözlerinden çekmedim. Sonunda başarmıştım kendi kendimin kilidini az da olsa kırabilmiştim.

"Karanlık bir gece de kokusuna sığındığım ay yüzlü kadınsın."

Yüzümü yakıp geçen nefesine rağmen inat edip onda sarhoş olmamak için direndim.

Tekrardan hissetmiş olduğum o duyguları şuan da tatmaya hazır değildim. Orta da olmayan konuyu değiştirmek için öylesine soru sordum.

"Alessia? Onu çok sevdin mi?"

Vereceği cevap belki canımı yakacaktı ama ben o acıyı göze almıştım. Kaşları havalanırken o ne alaka der gibi baktı.

"Sadece hoşlandım ki hoşlandığım ilk kız da değildi. Hepsi gibi gelip geçti."

Gözlerimi kısıp ellerimi dizime çektiğimde sitemli bir tonla konuştum.

"Zeyd, sen ayran gönüllü müsün?"

Türkçe teleffuz etmiş olduğum sözler üzerine anlamak istercesine bana bakıyordu.

"O da ne demek?"

Masum ve anlamak isteyen bakışları karşısında gülmemek için kendimi zor tuttum.

"Yani çapkın mısın?"

İnci misali dişlerini gözlerimin önüne sunarak gülümsedi.

"Yani,belki biraz, öyle olduğumu söylerlerdi."

Dizlerine dokunmuş olan dizimi geri çekerek hafifçe ondan uzaklaşıp önüne gelen saç tutamımı geri ittim.

"Alessia dan başkaları da vardı?"

"Andrea inançsız yolunu kaybetmiş arayış içinde olan bir gençti. O birçok kadın-"

Sözlerini yarıda kesilmesine sebep olan şey hiddetle ayağa kalkmış olmamdı. Ne söylemeye çalıştığının farkında mıydı? Ayağa kalktığında bedenimin onun yanında ufacık kaldığını bir kez daha fark ettim.

"Hayatı paramparça olmuş yanlış bir yol güzergahın da giden Andrea. Zeyd değil, ben bu topraklarda yeniden doğdum. İçimde ki boşluk hissini seninle doldurdum. Demek istediğim o kadınların hiçbir önemi yok."

İçimi sarmış olan kıskançlık hissini tekrardan acıma duygusu alırken konuştu.

"Benim kıskanç sevgilim."

Muhteşem tebessümünü sunduğun da ciddi halimi sürdüremeyeceğimi anladım. Omuzlarımı kaldırıp aşağı indirdiğim de aklıma gelen şey ile kaşlarım çatıldı.

"Yara izine sebep olan ve Michelle'ı öldüren adam Matteo?"

Bir anda konuyu değiştirmiş olmam karşısında dudakları yukarı kıvrıldı.

"Evet."

"Senin için duygularını gizlemek zor olmadı mı?"

"Elbette ilk zamanlar da zorlandım fakat eğitimim ilerledikçe bu konuda daha da tecrübeli oldum."

Duygusuz bakışlarının ardında eğitim ve yetenek gizliydi.

"Sanırım seni yaradığını bilmiyor.?"

"Dostu olduğumu düşünüyor."

Hayran bakışlarımı gizlemedim. Uzadıkça uzayan bakışmamızın sonu beni yine utangaçlığa sürükleyeceğini bildiğimden bakışlarımı kaçırıp fısıltıyla yakın bir sesle konuştum.

"Artık uyuyalım mı?"

"Uyuyalım ama daha erken değil mi?"

"Öyle de bugün biraz yorulmuşum."

İster istemez Dua'nın stresli hâli bana da sirayet etmişti.

Kitapların olduğu dolaba doğru ilerledi.

"Sen uyuyabilirsin ben kitap okuyacağım."

Başımla onu onaylayıp" Hayırlı geceler." diyerek kıyafetlerimi değiştirmek için banyoya doğru yürüdüm. Üzerimi değiştirdikten sonra yatağımda ki yerimi aldığımda loş ışıkta dikkatle kitap okuyan adamı izlemeye başladım.

Zeyd Ansarhan'ı, acıyla biçimlenen adamımı.

***

AKADİSTAN/ERİŞAH

Gecenin ayazının vermiş olduğu soğukluğu içine çekip yürümeye devam etti. Düşüncelerini meşgul eden çok şey vardı fakat en çok da o kız. Buna bir son vermesi gerektiğinin farkındaydı. Elde edememişlik ve kıskançlık hissi o kadar ağır basıyordu ki ne yaparsa yapsın duygularına hakim olamıyordu. Köşeyi döndüğünde aniden gözleri kısılırken usta bir hareketle silahını hemen önünde ki adama doğrulttu.

"Sakın bir adım dahi atma."

Dudaklarına yerleşmiş olan sırıtışı göremeyen generale tüm bedeniyle dönmesiyle silahın namlusu alnın da karar kılmıştı.

"General, bu ne güzel bir tevâfuk."

Ethan Honest kaşları çatılırken griye çalan gözlerini öfkeyle kıstı. Alaycı bakışlara karşılık öfkesine rağmen gülümsedi. Elinde ki silahı çekip yerine koyduğunda dikkatle kendini izleyen düşmanına baktı.

"Eski acemiliğin kalmamış Honest. Bu topraklar seni de eğitmiş."

Güldü. Bu adama hak vermeyi hiç sevmiyordu ama her seferinde hak vermeden edemiyordu.

"Doğrusu seni görmeyi beklemiyordum."

"Beni özlediğini hissettim bu sebeple seni çok bekletmek istemedim."

"Bunun için gecenin yarısı mı seçtin?"

Cevap vermeyen adamı göz hapsine almıştı. Arkasında devleti bile olmayan bir adam G.Ü.B, B.M nasıl göz dağı verebiliyordu. Onlara kafa tutup yeterince askeri güce sahip olmamasına rağmen nasıl dayanabiliyordu.

Davalarına ölümüne sahip çıkan direnişçileri nasıl organize etmeyi başarıyordu. Karşısında ki adam düşmanı olsa bile ona hayranlık duymadan edemiyordu.

"Senin bir ailen yok mu?"

Onun adını duyan herkesin merak ettiği bir soruydu. Esedullah sessiz bir tınıyla güldü.

"Var."

Ethan bu cevabı beklemiyordu. Belirgin çene hatları hayretle gerilirken konuştu.

"Esedullah'ın ailesi. Vay be senin aileden biri olmak da zor olsa gerek."

Onunla ilk karşılaştığı zaman bu sohbeti yapacağı hiç aklına gelmezdi.

"Esedullah'ı kendinden başka kimse bilmez."

Sesinde ki kesinlik gecenin karanlığına karıştığında Ethan'nın kaşları havalandı. Belki de bu yüzden ulaşılmazdı. Kimse onu yakalayamıyordu. İsteği zaman Karargâhlarına girip tehtid edip ahkam kesebiliyordu.

"Mert bir adamsın ama yüzünde ki şu maske mertliğini perdeliyor."

"Mertliğimi sorgulayacak kişi bile değilsin. Emin ol ki yüzümü de hiç görmek istemezsin. Kim ister ki son nefesini vermeyi Ethan Honest."

Generalin gözleri kısıldı. Bu adam onun ismini nereden öğrenmişti. Artık tam anlamıyla aralarında bir ajan olduğuna kanaat getirmişti.

"Sen adımı?"

Öfkeyle karışık merakla sustu. Karşında ki adamın kendisinden daha deneyimli olduğunu biliyordu.

"Bu kadar şaşırıp öfkelenme general. Benim ardımda Rabbine inanmış ve ona sığınan binlerce Akadistanlı var."

Öfkeyle gülümsedi. İman dedikleri şeyi anlamış değildi. Aynı Tanrı'ya inanırken nasıl bir taraf iman konusunda güçlü olabiliyordu. Yoksa onlar Tanrılarına daha mı sadık oldukları için bu kadar korkusuz ve cesaretli olabiliyorlardı. Aynı zamanda peygamberlerine de toz kondurmuyorlardı. Belki de bu yüzdendi.

"Gecenin yarısı seni buraya getiren şey ne? Ne istiyorsun Esedullah?"

"Ne istediğimi biliyorsun."

"Şu katledilen Ferhan denen adamınızın hayatta kalan tek aile ferdi olan Dağhan Bahat'ı mı?"

Açıkta kalan gözlerin kısıldığını fark ederken bu ifadesiz adam da bir tepki görmek hoşuna gitmişti. Tüm ailesini yok etmişlerdi Esedullah'ın canını daha çok sıkmak için detaylı bir şekilde konuşmayı tercih etmişlerdi.

"Ancak Fehimdar Suri'yi bize verirseniz bu isteğiniz olur. Başka türlüsü mümkün değil. O çocuk sizin için önemli olduğu kadar bizim içinde önemli. Belki bize Karargâh merkezinizin nerede olduğunu söyleyecek."

Anlaşma sağlansa bile o anlaşmaya asla sadık kalmayacaktı. En az Fehimdar Suri gibi Dağhan da önemli bir isimdi. Bir cevap beklercesine Esedullah'a bakmaya devam etti.

"Çarşamba günü saat üçte Dağhan'ı ve beraberindekileri bize vermezseniz . Tuleyha'yı yerle bir ederiz."

Tuleyha askerlerin eğitim gördüğü ve bütün teçhizatın muhafaza edildiği şehirlerden biriydi. O çocuk onlar için bu kadar önemli miydi? Gerçi sadece o çocuk değil tüm askerleri için aynı şeyi yapıyordu.

"Bunu yapamazsınız! Büyük savaş tamamen kaçınılmaz olur. "

"Büyük savaş başlayalı kırk yıl oldu Honest! Ve savaş savaştır. Büyüğü küçüğü olmaz karar sizin."

Bunun olabileceğine kesinlikle ihtimal vermiyordu ama şimdiye kadar ne dediyse yapmıştı. Üst düzey komutanlara bunu ilettiğin de onu ne kadar ciddiye alacaklardı ki. Başlarına gelen her yenilgi Direniş Örgütünü küçük gördükleri için olmuştu. İçini kaplayan öfkeyle konuştu.

"Bütün halkınız ölecek! Soyunuz tükenecek! Başınızı kaldırıp gökyüzüne baktığınızda savaş uçaklarımızı göreceksiniz. Bütün bunlara hazır mısınız Esedullah?"

"Biz göze almadığımız hiçbir şeyi dile getirmeyiz general. Biz o gökyüzüne her baktığımızda Rabbimizin bize lütfettiği şehitlik mertebesine ulaşmayı diliyoruz ve her ne olursa olsun dileğimiz o olacak."

Generalin parmakları sertçe silahını kavradı.

"Nefes dahi alamayacaksınız! Açlıktan gebereceksiniz! Feda ettiğiniz o pis bedeninizin parçalarını uğruna can verdiğiniz topraklardan toplayacaksınız."

Ethan Honest öfkesine hakim olmakta yine zorlanmaya başlamıştı. Aynı şeyleri karşısında ki adam da hissediyordu.

"Gasp etmiş olduğunuz istikbalimizi bugün değil belki yarın da değil elbet bir gün son nefesimizi versek bile alacağız. Allah'ın vaadinden kimse kaçamaz Ethan Honest.!"

***

 

Bölüm : 22.02.2025 12:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...