26. Bölüm

26. Bölüm

Safiye
nesimisubha

ZARAH/RAVÂHA

                         

Saçlarını savuran rüzgara aldırmadan gözlerini uçan kuğular dan ayırmadı. Tüm şehri sardığı gibi büyük gölün etrafını da ölüm sessizliği sarmıştı. Bu ölüm sessizliğinin bir sonu olacağını biliyordu. Kuğuların kanatlarından çıkan sesler özel bir müzikali andırıyordu ve ölüm sessizliğine renk katıyordu.

Şimdi umut vaad eden bu yerde sevdiği ve sonra imkansızlıklarına rağmen hayatının en değerli parçası olan kadınla birlikte olmayı isterdi. Dipsiz bir kuyuya düştüğünü hissettiği günler de gözlerine tutunduğu, karanlık bir gece de ruhunu aydınlatan kadınla.

Sevgi hep vardı fakat aşk insanı hiç ummadığı bir anda kıskacına alıyor sonra ise sonsuz bir mutluluğa sürüklüyordu. Naif gülümsemesiyle günlerini huzura kavuşturan, gözlerine her baktığında umut bahşeden, savaşın ona en güzel hediyesi olan ay yüzlü kızı neredeyse düşünmeden geçirdiği bir an bile olmadığını kendiyle baş başa kaldığında ondan nasıl bir parça olduğunu defalarca farkediyordu ve bu nedensizce onu çok mutlu ediyordu. Yüzüne yayılan tebessümle uzun kirpiklerini usulca kapayıp açtı.

Adım seslerine kulak kesilirken bakışlarını ahşap masanın üzerinde duran dolu bardaklara indirdi. Düşüncelerinin son bulmasıyla bastırmış olduğu bütün vahşi duygular ortaya çıkmıştı.

"Bugün içinde bir daha karşılaşmayı beklemiyordum. Açıkçası benimle konuşmak istediğin haberini alınca şaşırdım."

"Her şeyi çok çabuk unutuyorsun."

Gülümseyerek arkadaşının karşısına oturdu ve içecekleri işaret ederek konuştu.

"Ben unutuyorum ama sen hiç unutmuyorsun."

En sevdiği içecekten bir yudum alırken sözleri üzerine arkadaşı gülümsemişti.

Arkadaşının gülümsemesi onu rahatlatırken Zarah'ın gizemli kuğuların dan bakışlarını ayırmadı. Her ne kadar arkadaşı onu davet etmiş olsa da konuşmayı kendisi başlatması gerekiyormuş gibi hissediyordu. Son zamanlarda aralarına girmiş olan soğuklukdan hiç hoşlanmıyordu.

"Beni buraya neden çağırdığını biliyorum ama bilmeni istediğim bir şey var ki..."

Başını hızla ona çeviren arkadaşıyla sözleri yarım kalmıştı. Her ne kadar yakın dost olsalar da ondan zaman zaman çekiniyordu. Özelikle de kendini suçlu hissederken.

"Sen hâlâ sevdiği kadını ölüme terk eden bir adamın kız kardeşimle beraber olmasını onaylamamı mı bekliyorsun?"

Yutkundu.

"Andrea bunun bir hata olduğunu biliyorsun."

"Hata değildi Matteo. Akadistanlı olduğunu öğrendiğin an onu gözden çıkardın. Şimdi de benim..."

"Andrea bu defa..."

"Daha sözlerimi bitirmedim! Sen söylememiş miydin? Abim bu topraklar da öldürüldü bu yüzden bu toprakların insanların dan birkaç parça alacağım onları yarım bırakacağım. Sahra da bu toprakların bir parçasıydı. Benim kız kardeşim de."

Tüm vücudunu basmış olan sıcaklığı göz ardı etmeye çalışarak konuştu.

"Bazı düşünceler değişebilir Andrea.Ben Sahra'yı çok sevdim."

Gerçekten de çok sevmişti ama Andrea hariç diğer arkadaşlarının ve etrafında ki insanların baskısı yüzünden sevdiği kadına sahip çıkmamıştı.

Andrea'nın dudaklarından histerik bir gülüş firar etti.Yıllarca sabrettiği an gelmişken daha fazla beklemek istemiyordu.

"İlk öldürdüğün adamı hatırlıyor musun?"

Matteo sorunun alakasızlığını düşünürken arkadaşının öfkesinin yatışması için bunun bir fırsat olduğunu var saydı.

"Evet. Zengin bir iş adamının oğlunu öldürdüm canına susamış bir şımarıktı."

Andrea sessiz bir nefes aldı. Sabırla karşısında ki adamın hareketlerini izledi.

"Peki sen hatırlıyor musun?"

Başıyla onayladı.

"İnsan ilk öldürdüğünü asla unutmaz."

Devam etmesini beklercesine arkadaşına baktı.

"Yüzümde ki ince bir çizgiyi andıran yara izini görüyor musun?"

Matteo dikkatle yüzüne baktığında kirli sakallarının arasında kaybolmaya yüz tutmuş olan yara izini gördü.

"Evet."

Sık sık nefes alması zorlaşırken vücudunu saran sıcaklık alevlenmişti. Andrea karşısında ki adamın sessiz kıvranışını zevkle izliyordu.

"İşte bu yarayı açan adamın kardeşini öldürmüştüm."

Böyle konuları sıkça konuşurlardı ama daha önceden ilklerini anlatma fırsatı bulamamışlardı. Sözlerine devam etmek için dudaklarını aralayan arkadaşına dikkatle baktı.

"Biliyorsun nadir durumlar hariç kısa ve öz konuşmayı ikimiz de çok severiz."

Matteo kaşlarını çattı. Sert ve keskin bakışların ardında başka bir şey gizliydi ve bugün konudan konuya atmayı huy edinmiş gibiydi.

"Ben her aynaya ve sana baktığımda en yakın dostumun katilini gördüm. Sen bana her baktığında masum insanların bedeninde intikamını aradığın abinin katilini gördün. Ne yazık ki habersizce."

Matteo yutkunamadı. Tüm bu sözleri inanmak istemeyerek hızla ileri atılsa da başarılı olamamıştı. Bedenin de ki tüm gücün vücudun da ki alev eşliğinde çekildiğini hissediyordu.

"Hayır olamaz! Sen o olamazsın!"

Vücudunun belirli yerlerine saplanan keskin ağrıyla duraklamak zorunda kalmıştı. Hayal kırıklığı ve öfke tüm bedenini ele geçirirken konuştu.

" Sen benim dostumdun!"

Andrea ilk tanıştığı anı ve sonra onu nasıl abisinin yerine koyup kardeşi gibi gördüğünü hatırladı.

"Seni abin ve öldürdüğüm diğer herkes gibi tek bir hamle de öldürmeyi çok isterdim. Fakat düşündüm ki yavaş yavaş ölmen en iyisi, katlettiğin tüm insanların acısını hissetmeni istedim yani organların parçalanarak öleceksin."

Andrea ayağa kalktığın da çaresizce elini boğazına götürdü. Çırpınan Matteo'ya yaklaşıp fısıltıyla konuştu.

" Ve birde Ethan'a kendi ellerinle vermiş olduğun zehir sebebiyle direniş davamıza hizmet eden Dean Brave ölümüne bir nebze katkın olduğu için."

"Sen... Hayır! Bu kadar alçak olamazsın! Lanet herif!"

Matteo konuşabilseydi eğer çok şey söylemek isterdi fakat bir kaç kelime edebilmişti. Andrea sırıtarak ölümün tamamen hakim olduğu gri gözlere baktı.

"Matteo Aorun'un düşmanı çok, Andrea De Luca kimin aklına gelir ki? Üstelik ben kutsal davamızın üst düzey yöneticilerinden biriyken."

Karşısında ki adam usta bir oyuncuydu ve o bu oyunu onu ilk tanıdığı gün kaybetmişti. Hayatı boyunca herşeyi kazanan bir adam olarak büyük bir oyunun içindeydi ve bunu asla farkedememişti.

"İntikamımı alacaklar! Ve sen bu topraklarda yatacak yer bile bulamayacaksın!"

"Uğruna kan döktüğüm toprak umuyorum ki beni bağrına basar belki de dediğin gibi bir yer bulamam ama sen nefret ettiğin bu topraklara gömüleceksin özellikle de hiç sevmediğin Ravâha şehrine."

Andrea güldü.

İnsan öldürmek günahtı fakat zalimi öldürmek mübahtı.

"Neredeyse unutuyordum. Mahru aslında hayatımı paylaştığım kadın... Şuan da sen her şeyi anlayamayacak kadar kötü durumdasın daha da açıklayıcı olayım. O benim karım."

Matteo zehirinde etkisiyle daha fazla dayanamayıp duyduklarıyla sertçe yere yığılmıştı.

"Gürültü yapma Matteo kuğuları korkutuyorsun."

Alayla gülümsedi ve huzurla gözlerini kapayıp açtı.

Direniş için , masumlar için, Michelle için intikam gülüşüydü.

Gizemli kuğular hafifçe kanatlarını açtığında rüzgar iki adamın da saçını özenle dağıttı. Matteo ona olan güveni ve dostluğuyla başka bir zaman da ve başka bir şartlar da karşılaşmış olsaydı böyle sonuçlanmazdı. Fakat hayatına son verdiği adam cani hisler besleyen acımasız biriydi.

Kabanının içinden telefonu çıkarıp ekrana dokundu.

"Ölü Kuğular bahçesinde ki paketi al. Daha önceden söylediğim yere teslim et."

"Emredersiniz efendim."

Telefonu kapatıp kuğulara baktı. Fısıltı ve özlemle konuştu.

"Hoşçakal Michelle. Hoşçakal dostum."

İçinde ki Andrea'nın tamamen yok olduğunu şimdi daha iyi hissediyordu.

...

İkindi namazımı kıldıktan sonra üzerimde ki feracemi çıkarıp koltuğun üzerine koydum.

Pencereyi açıp yağan yağmurla birlikte içeriyi saran toprak kokusunu içime çektim. Yüreğimi kaplayan öfkenin ve kıskançlığın tek sebebi öğleye doğru üzgün bir şekilde Alessia gelmiş ve Matteo'nun öldüğünü söylemişti. Zeyd ise onunla beraber apar topar gitmek zorunda kalmıştı. O adam için asla üzülmemiştim. Ölmeyi hak etmişti. Birkaç gün sonra cesedine ulaşılmıştı büyük ihtimalle patlamanın olduğu gün ölmüş olmalıydı. Ölümü ve patlama üzerine sebepsizce sabahtan beri tahmin yürütüyordum.

Zeyd'e patlamanın neden meydana geldiğini sormadım çünkü sorum saçma bir soru olacaktı. Savaşın olduğu bir ülke de patlamalar, insanların çaresiz çığlıkları normaldi değil mi?

Üzerimde ki tişörtün kenarlarını çekiştirip ayaklarımda ki çorabımın rengini yeni farketmişim gibi açık yeşil rengi yadırgamıştım. Yorgun bir iç çekişle bir cenaze merasiminin neden bu kadar uzun sürdüğünü sorguladım. O densiz kadının karşısına çıkıp bu adam benim eşim demeyi ne kadar isterdim fakat bu şartlar altında bu düşüncemi gerçekleştirmem mümkün değildi.

Her ne kadar kalbinin bana ait olduğunu bilsem de içimde ki duyguları bastırabilmem güçtü. Kıskançlık içimi kemiren bulaşıcı bir hastalık gibiydi.

 

Saatler sonra odanın kapısı sessizce açıldı. Başımı hafifçe çevirdiğimde kucağım da ki kitabı usulca kapadım. Gözleri gözlerime değince gün boyunca içimde peydah olan kırgınlıkla karışmış olan kıskançlık duygusu daha perçinlenmişti. Belki de bu şekilde hissetmem çok yanlıştı ama kendime engel olamıyordum. Hayatın da benden önce gelen çok şey vardı.

Gülümsedim.

"Nasıl geçti?"

Zarah'a her gittiğin de benden uzaklaşmış gibi hissetmem normal değildi. Bir an önce bu gereksiz duygulardan kurtulmam gerekiyordu.

"Sade bir tören düzenlendi."

Ceketini çıkardığın da sanki özgürlüğü geri verilmişcesine derin bir nefes aldı. Bu hareketi ceket ve takım giymeyi asla sevmeyeceğinin göstergesiydi. Yüzümde ki tebessüm daha da büyüdü.

"Nasıl olmuş?"

Siyah tişörtünün kenarlarını çekiştirerek gereksiz bir bilgiden bahsediyormuş gibi konuştu.

"Öldürülmüş. Günün nasıl geçti? Daha erken gelmeye çalıştım fakat işler planladığım gibi gitmedi."

Kısa ve net cevabı üzerine ayağa kalkıp konuştum.

"Seni beklemekle geçti."dedim.

Yüzüne hakim olan duygunun anlamını artık iyi biliyordum. Onu beklemeye alışıktım fakat o kadının varlığı beni rahatsız ediyordu. Daha doğrusu o kadınların.

"Alessia nasıldı? Ya Nancy o da cenazeye katıldı mı?"

Ağır adımları tam karşımda durduğunda dudakları yukarı kıvrıldı. Başını hafifçe eğdiğinde bir adım geriledim. Dudaklarında ki gülümseme yüzüne yayıldı.

"Sanırım soruna cevap vermeden seni kollarımın arasına alıp özlemimi gidermeme izin vermeyeceksin?"

"Evet." dedim.

"Alessia üzgündü. Nancy'igörmedim."

Sözlerini bitirir bitirmez hızla aramızda ki mesafeyi kapatıp sıkıca ona sarıldım.

İlk zamanlar da uzun süre dengesiz davranan oydu. Şimdi ise ben son zamanlar da öyleydim. Elimde olmadan garip davranıyordum. Buna bir son vermem gerektiğinin farkındaydım fakat nereden başlayacağımı bilmiyordum.

"Zeyd."dedim.

Bedenimi bedenine daha hapsederken cevapladı.

"Efendim ay yüzlüm."

Titrek bir nefes alırken aldığım nefesle bir çırpıda konuştum.

"Ben bazen garip davranıyor muyum? Yani kendini kötü hissettirecek davranışlar da bulunuyor muyum? Bilmiyorum bazen sanki öyle davranıyormuşum gibi hissediyorum ve bunu beni mahcup hissettiriyor. Seni üzmek istemem hayatında benden önce gelen bir davan var ve..."

Bedenini bedenimden uzaklaştırıp yanaklarımı avuçlarının içine aldığında sözlerimi devamını getirememiştim sanırım asıl amacı da buydu.

"Her davranışınla bana tatmadığım duyguları yaşatıyorsun."

Yanağımı nahifçe okşadı.

"Davam sensin Nur. Seninle beraber tüm Akadistan halkı. Eğer siz olmazsanız davam eksik kalır... Sen, bir gece vakti ruhuna sığındığım ve sonra tüm günlerimi aydınlatan kadınsın. Ne olur bir daha böyle düşünme olur mu?"

Bu söylediklerinden sonra artık daha ne düşünebilirdim ki? Başımla onu onaylamakla yetinmeyen bakışları karşısında dudaklarımı aralayıp konuştum.

"Düşünmem." dediğimde yüzüne yayılan tebessümle elimi yara izinin olduğu yanağına götürdüm. Nazikçe okşayıp küçük bir buse kondurduğum da belimi saran kolları uzaklaşmama müsade etmemişti. Nefesini yüzümde hissederken başımı usulca kaldırdım. Bakışlarını saçlarımdan çektiğinde gözlerimi buldu. Zifiri gözleri artık ruhuma ışık tutarak bakıyordu. Parmakları sahiplenici bir dokunuşla yüzümü kavradığın da uzun kirpiklerini yavaşça kapayıp açtı. Belime sarılı olan kolu saçlarım da karar kıldı.

"Nur?"dediğinde başımı hafifçe yan yatırıp gülümseyerek "Efendim."dedim.

Bedenimi saran gergin duygular eşliğinde bir şey söylemesini beklerken dudakları dudaklarımı buldu. Gerginliğim daha da artarken parmaklarım sıkıca koluna tutunmuştu. Daha öncekiler gibi değildi. Yumuşaklıktan uzaktı. Bir yandan üşürken bir yandan da nasıl sıcaklayabiliyordum. Sonsuz bir zaman dilimi gibi sürerken dudaklarımı özgür bıraktığında burnumun üzerine küçük bir buse kondurdu. Bakışlarına kenetlenmiş olan gözlerimi kaçırıp ne zaman omuzlarında yerini aldığını bilmediğim elime baktım. Utanç duygusuyla parmaklarımı bile hareket ettirememiştim. Nazikçe yüzümü okşayan parmakları anlık duraksadı.

"Nur?

Saniyeler sonra onu bulan bakışlarım bir onaydı. Ne zaman gözlerimizle birbirimizi anlayıp konuşmadan anlaşır olmuştuk bilmiyorum ama bunu sevmiştim.

İçimi ferahlatan kokusuyla beni bir kez daha nefessiz bıraktı. Boşta kalan elim diğer omuzunu bulduğunda nefes almak için araladığım dudaklarım amansız bir istilayla karşılaşmıştı. Beni nefessiz bırakan o değilmiş gibi yine ona sıkıca tutunuyordum. Kalbim ürkmüş minik bir serçenin kalbi gibi atıyordu. Yavaşça geri çekildiğinde titrek bir nefes alıp başımı omzuna gizledim. Anın gerçekliğini teyit etmek istercesine parmaklarımı saçlarında gezdirdim. Nefesini boynum da hissettiğim an yakıcı bir öpücük kondurup konuştu.

"Ay yüzlüm."

"Zeyd." diyerek sanki böyle seslenmesini

bekliyormuşum gibi başımı omzundan kaldırıp gözlerine baktım.

Gözlerine sığındığım adamın ruhuna sığındım. Ne o Zeyd Ansarhan'dı. Ne de ben gidecek olan Nur Barlas. Birbirini arayan iki yabancıdan ziyade birbirini tanımış, iyileştirmeye yemin etmiş ve artık birbirini tamamlayan iki insan olmuştuk.1

...

Kuşların uzaktan gelen sesleriyle kirpiklerimi araladım. Yüreğimde ki huzurun sahibi belimi koluyla esir altına almış adamdı. Her zaman ki gibi sabah namazını beraber kılıp güneşin yükselmesini izlemiştik. Daha önceden uyumuyorduk fakat bu defa uyumaya karar vermiştik. Nefesini uzak bir esintiyle açıkta kalan omzum da hissediyordum. Utangaçlık bütün bedenimi sardığı gibi hücrelerime de aksetmişti. O gözlerini açmadan yataktan çıkmalıydım. Kalmak için yavaşça hareket ettiğimde belimi kavramış olan kolu buna katiyen izin vermiyordu. Usulca hareket ettiğinde kendi kendime kalkmanın tam sırası telkinleri verirken doğrulacağım an daha da sıkı bir şekilde belime sarılmıştı. Omuzumun açıkta kalan kısmında sıcak tenini hissettiğim de hareketsiz ve nefessiz kalmıştım.

"Hayırlı sabahlar."

Ensemi yakıp geçen nefesiyle yutkundum. Varla yok arası "Sana da." dediğimde tüy yumuşaklığın da ki sıcak dudakları tenime dokundu. Omzuma temas eden parmakları örtüyü kavrayarak tenimin açıkta kalan kısmını örttü. Sonra ise çenesini başıma koyup saçlarımı narince okşamaya başlamıştı. Derin bir nefes aldığında kokumu içine çektiğini anlamam zor değildi. Dudaklarıma yayılan tebessümle örtünün kenarını kavradım.

"Kollarım da kalmayı çok seviyorsun. Bende seni kollarımın arasına almayı çok seviyorum ama kalkmamız gerekiyor."

Sessizce dile getirdiği sözler üzerine dudaklarımın içini dişledim.

"Önce ben kalkacağım." dedikten sonra saçlarıma küçük bir buse kondurduğun da kolunu yavaşça çekip bedenini bedenimden uzaklaştırdı. Onun kalkmasını beklerken sessiz acı bir inilti kulaklarıma ulaştığın da kaşlarım çatılırken örtünün altından yavaşça ona döndüm. Sırtı dönük bir şekilde dirseklerini dizine yaslamış başını iki elinin arasına almıştı. Açık renkli tişörtün de fark ettiğim kırmızı lekelerle kaşlarım daha derin çattım. Sanki yatağa çivilenmiştim. Anlam vermeye çalışarak hafifçe doğruldum.

"Zeyd?"

Başını çevirip sığındığım gözleri beni bulurken endişeyle ona yaklaşmıştım. Endişemi fark etmesine rağmen muziplik içeren bir ses tonuyla konuştu.

"Uyumaya devam mı etmek istiyorsun?"

Cevap vermeyip elimi lekelerin üzerine koyduğum da yüz ifadesi değişmemiş olsa bile gözlerinde ki acıyı görebiliyordum. Bileklerimi nazikçe tutup sırtından uzaklaştırdı. Yarasının kanayıp kıyafetlerinden dışarı sızdığını bilmediği için yaralandığını benden gizlemeye devam ediyordu ve ben farketmesem gizlemeye de devam edecekti. Belki de bundan önce kaç defa yaralı gelmişti ve ben farkedememiştim.

"Sen benden ne saklıyorsun?"

"Hiçbir şey."dedi.

Onun endişelenmemi istemiyordu.

Bir elimle elini tuttuğum da diğer elimle tişörtünün kenarını kavradım. Alnımı alnına yaslayıp fısıldadım.

"Görmek istiyorum."

Şimdiye kadar aldığı yaraları saramamış olabilirdim fakat bundan sonra hep saracaktım. Bazen ruhumla bazense benliğimle. Gözlerine baktığımda elimi okşadığın da titrek bir nefes alıp tişörtünü yavaşça çıkardım. Bakışlarımı ondan ayırıp sırtına çevirdim. Gözlerim anında buğulanırken bir yere tutunma ihtiyacı hissettiğimde parmaklarım kolunu kavramıştı.

Eski yara izlerinin üzeri tamamen büyüklü küçüklü kesiklerle doluydu. Sadece bir tanesi derindi ve dikiş atılmıştı. Merhem sürülmediği için kesiklerin etrafı kızarmıştı. O yaraların dün gece olmadığına emindim. Ne zaman olmuş olabilirdi. Yoksa ben dün gece rüya mı görmüştüm yaşadığımız her şey bir rüya olamazdı değil mi? Kendimi onaylamaz bir şekilde başımı iki yana sallayıp konuştum.

"Merhem sürmedin değil mi?"

Sarmak istediğim soru kesinlikle bu değildi.

"İyiyim."

İçimi saran acı ve merakla konuştum.

"Saçmalama Zeyd! Başka bir yerinde var mı?"

Başını olumsuz anlam da hareket ettirdi. Kesiklerin olmadığı kısma dokunduğum da sırt kasları gerilmişti.

"Çok acıyor değil mi?"

Hafifçe bana döndüğünde dudaklarına yayılan tebessümle yanağımı okşadı.

"Geçecek ay yüzlüm. Bu dünya da hiçbir acı bâki değildir."

Biliyordum fakat bilmek yetmiyordu. Elini tutup omzuna dokundum. Yüreğimi saran korkuyla içim acı dolu bir hisle burkuldu.

"Canın çok yanıyor."

Canım çok yanıyor. Bu duyguyla baş etmeyi öğrendikten sonra neden başka bir duygu hemen yerini alıyordu.

"Davamız uğruna aldığımız her yara bizi daha güçlü kılar. Acıların bir önemi yok."

Üzülme der gibiydi.

Gözlerimi kapayıp açtığımda yüreğimi saran korkuyla baş edemezken dile getirdim.

"Korkuyorum."

Tek bir kelimeydi fakat beni her geçen gün sinsice ele geçirerek bütün mutluluğuma rağmen üstünlük sağlıyordu. Korku dünya da ki tüm kötülüklerin yansımasıydı.

"Lütfen korkma. Rabbimiz daima bizimle ve bende o izin verdiği sürece yanındayım."

Kalbim sıkıştı. İnancım sonsuzdu fakat dünyanın yalancı gerçekliği beni aldatıyordu. Yanağımı nahifçe okşayıp omzuma buse kondurdu.

Gözlerine sığındığım adam bana sonsuz teslimiyeti de öğretmişti. Tıpkı sevip aşık olmayı öğrettiği gibi.

...

Pencereyi açıp perdeyi çektikten sonra usulca koltuğa oturdum. Dakikalardır elinde ki zincirli kolyeyi inceliyordu sanırım ne yaptığının o da farkında değildi. Bu halinin nedenini merak etsem de asıl merak ettiğim şey ne zaman yaralandığıydı.Yaralı halini gördüğüm de endişe den ve o acılı haliyle üzerine gitmemek için hiçbir şey sormamıştım. Muhtemelen sabah namazını kılıp uyumamı bekledikten sonra gitmişti. Dalgınlığının son bulması ümidi ile konuştum.

"Farida teyzeye gideceğim."

Sesim sessiz odayı kapladığın da başını kaldırıp bana dönmüştü. Kısılan gözlerine bir anlam veremezken "Neden?" diye sordu.

"Kıyafetlerimizi almak için sonra da Dua'ya geçeceğim söz vermiştim."

"Ben kıyafetleri getirdim ve astım."

Şaşkınlıkla ona baktım.

"Neden şaşırıyorsun bunu genellikle ben yaparım."

Asıl şaşkınlığım bütün bunları hangi ara yaptığıydı.Cevap vermediğim de tüm bedeniyle bana dönmüştü.

"Dua'nın yanına yarın gitsen olmaz mı?"

Süregelen sessizliğime bir anlam veremeyerek gülümsedi. Sanırım ne yaptığının farkında değildi.

"Nur?"

"Söylesene ne zaman yaralandın ve hangi ara çamaşırları alıp da astın?"

Muhtemelen ben uyandığımda yeni gelmiş olmalıydı. Sakin bir nefes aldı.

"İşrak vaktinde."

Tam tahmin ettiğim gibi sabah namazından sonra beni uyutup gitmişti.

Duygu yüklü bakışlarımı gün geçtikçe müptelası olduğum çehresin de gezdirdim. Canı yanarken böyle bir şey yapmasın da ki mantığı çözemiyordum. O sanıyordu ki ben yarasının farkına varmadan yarası iyileşecek hiçbir açıklama yapmak zorunda da kalmayacaktı.

"Yaralı bir halde kıyafetleri aldın ve birde yetmiyormuş gibi onları astın."

Elleri parmaklarımı kavradı.

"Nur, o kesiklerin bir önemi yok."

O kesikler almış olduğu en hafif yaralar olabilirdi ama benim için değildi.

"Benim için var. Ufacık da olsa canının yandığını görmek benim de canımı yanıyor."

Uzun kirpiklerini kapayıp açtığında gözlerinde ki bakışı en derinime ilmek ilmek işledim. Zeyd,bana aşkla bakıyordu. O gece gözlü adam bir tek bana aydınlıktı. Parmağı nazikçe dudağımın kenarını okşadı.

"Bu yüzden söylemek istemedim. Hayatta öğrenemeyeceğim tek şey benim yüzümden canının yanmasına katlamak olacak ama sözlerin tüm yaralarıma şifa oldu."

Tebessüm ettim. Gözlerimize sinen duygular hıçkırıklarla dolu bu dünyaya meydan okuyordu.

Parmaklarımla saçlarına dokunduğum da saç tutamlarının alnına dökülmesini sağladım. Hareketlerimi sahiplenici bakışlarıyla izlerken gözlerimi kaçırdım. Masanın üzerinde ki süt bakış alanıma girdiğinde hep merak ettiğim o soruyu sormak ve bu yakıcı durumdan kurtulmak için konuştum.

"Sütü neden bu kadar çok seviyorsun?"

Bakışlarım onu yeniden bulurken dirseğimi dizime yaslayıp elimi çenemin altına koydum. Sorduğum soruya ilk başta anlam verememiş gibiydi sonrasın da ise kahve harelerine hakim olan duygu hüzünlememe sebep olmuştu. Adem elması hareket ettiğinde bakışları anlık duvarda ki zincirlere bağlı olan çocuk resmini bulsa da sonra yine beni buldu. Hayat bahşeden gözleri yine ölümcül ve acılıydı. Acaba sormasam daha mı iyiydi?

"Sütü her içtiğim de annemin unutmaya yüz tutmuş olduğum sevgisini, merhametini hissediyorum. Karın yağması ise babamı hatırlatıyor kendimi hiç kaybolmayacak bir güvende ve huzurun için de hissediyorum. "

Yalanlarla büyümüş olmasının ona ne kadar zarar verdiğini bir kez daha gördüm. Küçük bir çocukken kar yağması için dua ederken aslında babasının eksikliğini giderip yüreğinin huzur bulmasını istiyordu. Sadece isminin bile bana güven verdiği adam belki de bu şekilde hissettirebilmek için onca şeyi yaşamıştı. Sağ elini kavrayıp parmaklarımın avuçlarının içinde kaybolmasını sağladım. Dudaklarına hakim olan tebessümle bana bakarken ortamda ki acıyı dağıtmak istercesine yine soru sordum.

"Beni kampta gördüğün zaman ne hissettin? Sonra karargah da karşılaşmıştık o zaman da ne hissettiğini bilmek istiyorum."

Dudaklarına hakim olan gülümseme yüzüne yayıldığın da elimi daha sıkı kavradı.

"Gözlerinde ki korkuyu gördüm. Çaresizce etrafına bakmana rağmen orada bulunan bütün insanlara yardımcı olmak istediğin her halinden belli oluyordu. Doğru olmadığını bildiğim hâlde orada öylece kalıp seni izlemek istedim."

Gülümsedi. Yüreğimi sıcacık bir his kapladığın da ışıldayan hareleri yüzümde gezindi.

"Sonra hiç beklemediğim bir anda gözlerin gözlerimle buluşmuştu. Yüzüne yayılan merak ve acıma duygusu tıpkı ayın parlaklığını andıran yüzünü kaplamıştı. Bana neden öyle baktığı başta anlamadım fakat sonra o çaresiz insanlardan biri olduğumu düşündüğünü anladım."

Yüzünde ki izleri hatırlayınca kalbim daralmıştı.

"Ama yüzünde darbe izleri vardı."

"Andrea olsam da sonuçta karşı tarafın esir edilmiş bir askeriydim."

İnanamayarak kirpiklerimi kırpıştırdım.

"G.Ü.B'mi esir almıştı?"

Başıyla beni onayladığın da şaşkınlığım artmıştı. Kendi askerlerine bile bu denli acımasız olanlar diğer masum insanlara neler yapmazdı ki.

"Karargah da seni Dean yanında görmek beni şaşırtmış olsa da orada onun yanında olman canımı sıkmıştı."

Bu defa ciddi yüz ifadesi karşısında gülümsedim. Sesli bir nefes alırken çenemin altında sabit duran elimi alıp saçlarına götürdüm. Dağınık saçlarını biraz daha dağıttığım da dudaklarıma yerleşen gülümsemeyle ona bakmaya devam ediyordum. Tek kaşı havalanırken soru sorarcasına başını iki yana salladı.

"O zaman bile beni içten içe kıskanmış olman hoşuma gitti."

Dolgun dudakları özenle dizili olan dişlerini gözler önüne serdiğinde erkeksi sesi kulaklarıma ulaşmıştı. Kolunu omzuma atıp beni göğsüne yasladı. Kokusu ciğerlerime işlerken aklıma yarası geldiği an hafifçe koltuğa yayılmış olan bedenimi doğrultmak için hareket ettirdim.

"Sırtın?"dedim.

"Acımadığını söylemiştim."

Kolum da ki eli belimi sardı.

"Ama.."

"Nur, lütfen."

Söyledikleriyle başımı göğsüne yaslasam bile rahat değildim. Çenesini başımın üzerine koyduğunda derin bir nefes aldı.

"Nur?"

"Efendim."

"Sana acımadığını söyledim."

Daha fazla üstelemeyip bedenimi hafifçe yayıp kirpiklerimi kapadım.

Gidecek olmam gerçeğini tıpkı dün gece yaptığım gibi özenle bir köşeye koydum. Şuan tek düşünmem gereken şey Zeyd'in vermiş olduğu huzurdu. Fakat ailemin onu nasıl kabul edeceğini, nasıl tepki vereceklerini düşünüyordum. Annemden ziyade babamın verecek olduğu tepki beni endişelendiriyordu. Korkuyordum. Bu hissettiğim korku diğerleri gibi farklıydı. İki tarafı da çok seviyordum. Zeyd'i kabul etmemeleri durumunda neler olacağını düşünmek beni acımasız düşüncelere sürüklüyordu.

Kollarının ve göğsünün verdiği huzurla iyice mayışmıştım.

"Uyumamalısın."

Sessizlik içeren sesi bedenim de ılık bir meltem esintisi bıraktı. Mırıldanır bir sesle konuştum .

"Uyumalıyım burası çok rahat."

"Oldukça konforluyum değil mi?"

Birkaç ay önce ki anıyı hatırlamamla kıkırdadım.

"Evet oldukça konforlu bir yastıksın."

"Demek öyleyim ?"

Yavaş yavaş açılmaya başlayan uykumla asıl amacını anlamış olsam da konuşmaya devam ettim.

"Öylesin, hatırlatırım bunu sen söylemiştin."

"Hatırlamaz olur muyum? Kızaran yanaklarını unutmam imkansız."

Kirpiklerimi aralayıp göğsüne küçük bir fiske vurduğumda göğsünün üzerinde ki elimi kavradı.

"Amacınıza ulaştınız Zeyd bey."

Başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktığımda gözlerimi kapadığım andan itibaren beni izlemiş olduğunun farkına vardım. Yanaklarım hızla ısınmıştı. Sağ yanağıma nahifçe dokundu.

"Güzel bakışlarınızdan beni mahrum etmediğiniz için teşekkür ederim hanımefendi."

Gülümsedim. Alnıma küçük bir buse kondurup geri çekildiğinde gülümseyen çehresine doyamayacağımı bile bile doyasıya baktım.

"Sizde beni güzel gülüşünüzden mahrum etmediğiniz için teşekkür ederim beyefendi."

Başını eğip bir kaç saniye alnını alnıma yaslayıp konuştu.

"Rica ederim, size karşı hiçbir şeyim sınırlı değil."

Yüreğimi kaplayan sevinç ve heyecanla gülümseyerek hafifçe doğruldum. Bakışlarının verdiği güven ve huzuru ailemin yanında bile bulamayacağımı biliyordum.

"Merhem sürme vakti."

İnanamayarak yüzüme baktı .

"O kadar zaman geçti mi?"

Zamanı sorgulamasına gülümseyerek ayağa kalktığım da diğer koltuğun üzerinde küçük çantayı alıp yanına oturduğumda kahve hareleri üzerimde geziniyordu. Tişörtünün kenarlarını kavrayıp yavaşça çıkarmasına yardım ettim. Narin dokunuşlarla merhemi sürmeye başladım. Sürmeyi bitirdiğimde yanında ki yerimi alırken konuştum.

"Biraz daha böyle beklemelisin."

Başıyla onayladığın da bakışların da yüklü olan duygular ona sıkıca sarılma isteğimi arttırıyordu. Her şeyini kaybetmiş bir adamın hayatına dahil olup her şeyi olmak ağır bir yüktü. Fakat diğer yandan da paha biçilemez bir duyguydu.

Elimi tutup sanki birileri duyacakmış gibi fısıldadı.

"Dışarı çıkıp biraz hava alalım mı?"

Güzel fikirdi. Ama Dua'nın yanına sonra gitmemi söylemişken şimdi neden dışarı çıkalım demişti.

"Olur ama neden ki?

Yüzümü bulan parmakları saç tutamlarımı kulağımın arkasına iliştirdiğinde sabırsız bir ses tonuyla konuştu.

"Nefesini nefesime hapsetmemek için zor duruyorum."

Kıpkırmızı kesildiğime emindim. Nasıl da bir an da söylemişti.

"Utanma ay yüzlüm."

Yutkunamadım. Onun bu hallerine alışmam oldukça zaman alacaktı.

"Utanmıyorum, tişörtünü giy de çıkalım." dediğimde küçük kahkahası oturma odasını kaplamıştı. Ters bir bakış atıp omuz silktim.

"Neye gülüyorsun?"

"Güzelliğine hakim olan tatlı utangaç haline. Birde kızgın mı demeliyim pek anlayamadım da?"

Adamın bir cümlesi beni krema kıvamına getiriyordu. Cevap vermeyip tişörtünü giymesine yardım ettim. Uzaklaşacağım anda bileğimi kavrayıp ne olduğunu anlamama fırsat vermeden kucağında yerimi alırken tatlı bir hırçınlıkla konuştum.

"Zeyd, ne yapıyorsun?"

"Kızdın mı bana?"

"Hayır, ne diye kızayım."

"O halde yüzüme bakarsın mısın?"

Kızgın olmaktan ziyade utanıyordum ve sanırım nazlanıyordum. Bu nazlanma işini de hiç beceremiyordum. Zaten becerememiştim de. Başımı hafifçe ona çevirdim. Belimi daha sıkı kavradığın da tek düşündüğüm şey yarasıydı. Usulca aramızda kalan küçücük mesafeyi de kapattı ve sonra nefesi yüzümü yakıp geçerken "Vazgeçtim."dedi.

Anlamaya çalışarak konuştum

"Neden?"

"Dışarı çıkmaktan."

Yutkunamama seansım başlamış olabilirdi.

"O zaman..."

Nefesini nefesime hapsetmişti.

Uzaklaştığın da nefesimi düzene koymayı sağladığım da hızlıca konuştum.

"Yaranı inciteceksin."

"Acaba acımadığını daha ne kadar söylemem gerekiyor."

"Yara yaradır acısızı olmaz. İzin verir misin?"

Beni bırakmasını ima ederek söylediğim sözler üzerine dudaklarına yayılan gülümsemeyle konuştu.

"Maalesef Nur hanım, kollarım belinize sarılmayı çok seviyor bu yüzden onları size sarmalamaktan mahrum edemem."

Gülümseyip kollarımı boynun da birleştirdiğim de parmaklarımı saçlarına götürdüm.

"Peki o zaman Zeyd bey, mahrum etmeyin."

Gözleri kısılana kadar gülümsedi ve sonra yeniden nefesini nefesime hapsetti 1

...

Elimde ki saksıyı masanın üzerine koydum. Yüzümde oluşan tebessüm eşliğinde çiçeğin mor kanatlarını okşadım. Herşeyimi paylaştığım sevimli çiçeğim. Başımı hafifçe yan çevirdiğimde kapının pervazına sırtını yaslamış tebessüm ederek beni izleyen adama sevgiyle baktım.

Deri ceketinin cebine kalemi koyduktan sonra birkaç adımda yanıma gelişini izledim.

"Nereye gideceksin?"

"Tuleyha'ya, yeni bir görev verildi."

"Buraya çok mu uzak?"

"Evet. Zarah' dan da uzak."

Sabah erkenden gidip gece gelmek zordu. Ve bunu bir rutin halinde yapmak daha da zordu ama o buna alışmıştı. Dediği gibi onun için davası söz konusu olduğunda hiçbir şeyin önemi yoktu.

"Hayırlısıyla görevini tamamlayıp gel hatta gece değil de yarın gel orada biraz olsun dinlenirsin. Birkaç gün gelemeye de bilirsin. Hiç sorun değil, ben beklerim."

Buruk bir tebessüm dudaklarına yayılırken bedenimi kollarının arasına aldı.

"Benim güzel yüreklim."

Kirpiklerimi kapayıp sözlerinin ve kollarının arasında olmanın keyfini çıkardım. Hızlı bir tempoyla çarpan kalbinin sesini dinledim. O,attığı sürece var olacaktım.

"Benim gece gözlüm."

Fısıltılı sesim içimde ki coşkuyu perdeliyordu.

"Bunu sevdim." dediğinde derin bir almıştı. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda gülümsedi. Saati bulan bakışlarını takip ettim.

"Gitme vakti."

Her şeyi planlı ve saatliydi. Belki de bu yüzden işi ters gitmiyordu.

"Beraber gidelim. Bende Dua'nın yanına gideceğim."

Feracemi üzerime giymemi beklerken tatlı bir duruşla pencereden dışarı bakıyordu. Fakat hâlâ heybetli duruşunu koruyordu. Delinmez bir kalkan gibiydi.

"Hazırım."dediğimde yanıma ulaşıp elimi sıkıca kavramıştı.

...

 

Dua evine ulaştığımızda bahçelerin de ki küçük kalabalık dikkat çekiyordu. Sevgili eşimin arkadaşları tam kadroyla buradaydılar.

"Büyük konuşmanın sonucu bir kez daha görüyoruz."

İlbars'ın alaylı sesi bahçede bulunanların ufak kahkahasını sebep olurken Ubeyd bu durumdan hiç hoşnut görünmüyordu.

"Yeter dedim İlbars, çok abarttın."

"Tabi abi çok abarttım alt tarafı ölürüm de vazgeçmem dediğinin sakalların dan vazgeçtin."

"Dokunmayın aşık kardeşime."

Ferzah'ın sesi daha eğlenir çıkmıştı.

Behnan geldiğimizi fark ettiğin de gülümsemesi daha da çoğaldı. Zeyd'e anlamdıramadığım bir bakış atıp önüne döndüğünde bunu hep yaptığını farkettim. Sanırım aralarında ki anlaşma şekli buydu.

"Selamün aleyküm."

"Aleyküm selam."diyerek Ferzah cevap vermişti.

Hızlı adımlarla yanlarından geçip giriş kapısında ki çardağa geçmiştik. İlbars'ın sesi gelirken artık görünürde değillerdi.

Şefkatle yüzüme baktığın da gülümsedi.

"Allah'a emanet ol." dediğinde ona sarılıp "Sende."dedim.

Şimdi den içimi kaplayan hasret sarmalı onu bırakmamam konusun da ısrarcıydı. Geri dönemeye bilirdi ve bu korkuyu her defasında içimde taşıyarak yaşamayı öğrenmem gerekti. Belki de ondan ayrı kaldığım zamanlar onsuzluğa alışmam içindi. Bu düşünce bedenimde geçici bir sarsıntı yaratırken zorlukla ondan ayrıldım.

Yanağımı okşayıp alnıma küçük bir buse kondurdu.

"Şimdi senden ayrılmak daha da zor bir hale geldi."

Sözlerinin vermiş olduğu özlemi ve sevgiyi tüm kalbimle hissettim. Bakışlarını içine hapsedip gülümsedim. Ondan ayrılmanın benim için ne kadar zor olduğunu bildiği halde konuştum.

"Sanırım benim içinde zorlaştırma dan gitmelisin." dediğimde yüzümde gülümseme ona da sirayet etti.

"Gidiyorum."dedi.

Ayrılmak istemiyorum der gibiydi.

"Git."dediğimde etrafına bakıp ben daha ne olduğunu anlayamadan dudaklarını dudaklarıma dokundurup geri çekildi.

Kolunu sahte bir kızgınlıkla tuttum.

"Zeyd."

Kolunu çekip dudaklarına hakim olan gülümsemeyle elini kalbine götürüp konuştu.

"Yüreğimdesin."

Onun yaptığı şekilde yaptığımda sözlerini tekrar ettim. Biraz daha orada durmaya devam ederse gitmemesi için her şeyi yapacak hale gelecektim.

Arkasına döndüğünde omuzlarının üzerinden son kez baktı. Hüzünle çardağın kapısını kapatacağım an Behnan'ın sözleriyle duraksadım.

"On iki dakika geç kalarak hayatının rekorunu kıran Zeyd'i tebrik edelim."

Hafif erkeksi kıkırdılar bahçeyi kaplarken Zeyd'in keyifli ve hesap sorar sesiyle gülümsedim.

"Hakikaten hesapladın mı Behnan? Farid'e söyleyeceğim seni muhasebesine alsın."

"Seve seve kabul ederim kardeşim. Zaten yaşlandım."

"Dedi. Daha otuz dördünde olan Behnan."

Ferzah'ın sesi yeni bir kıkırdamalara sebep olurken Behnan, Ferzah'ın onunla uğraşır hallerine alışmış olacak ki sahte bir kahkaha attı. Konuşma sesleri gittikçe uzaklaşırken birkaç adımda Çardak dan çıkıp sevdiğim adama son kez baktım. Bütün vakarını koruyarak heybetle yürüyordu. Keşke bir kez daha sarılsaydım.

Evin kapısı açıldığında hızla geri çekildim. Ahsa yüzünde ki gülümsemeyle konuştu.

"Hayırdır yeni evliler gibi kaçamak mı yapıyorsun?"

Gülümsememle tekrar konuştu.

"Gerçi yeni evli sayılırsınız."

Çardağa giren Amir abiyle bir şey söylemeyip içeri girdim. Sanırım birbirlerine veda etme sırası onlardaydı.

İçeri girdiğimde genellikle yaptığı gibi Zayn özenle Şems'in saçlarını topluyordu.

İkisi de anlaşmış gibi aynı anda "Hoşgeldin yenge."dediklerinde gülümseyerek "Hoşbuldum."dedim.

Yanlarına oturduğumda Şems yeşil gözlerini kırpıştırarak konuştu.

"Bak abi yarında saçlarımı öreceksin. İki gündür önemli işlerim var deyip saçlarımı örmedin. Senin yüzünden saçlarım özensiz oluyor."

"Tamam Şems'im yarın öreceğim."

Dayısı kılıklı. Buraya geldiğim zaman ki çocuk değildi. Oldukça büyümüştü ve gittikçe Zeyd'e benziyordu.

Dua neşeli gülüşüyle içeri girdi.

"Hoşgeldin Nur."deyip beni kollarının arasına aldı.

"Hoşbuldum."

"İki gündür yolunu gözlüyorum."

Mahcup bir edayla yüzüne baktığımda içeri giren Ahsa bütün dikkatleri üzerine toplarken beni bu durumu açıklamaktan kurtardığı için, için için ona teşekkür ettim. Çocuklar tatlı bir atışmaya başlarken oturma odasında çıkmışlardı.

İkisinde de farklı bir sevinç vardı. Yanımıza oturan Ahsa sırtını mindere yaslamıştı.

"Sizde bir haller var."der demez Dua heyecanlı bir sesle konuştu.

"Hamileyim."

Dua'nın mutluluğu bana da sirayet ederken Ahsa gülümsemişti.

"Hayırlı olsun Dua. Sizin için çok mutlu oldum."

"Sağol canım benim, Ubeyd de ben de çok heyecanlı ve mutluyuz ."

Gülümsedim. Benim için bu konuyu açmamaları da beni ayrı mutlu ediyordu. Ailemin bilgisi olamadan evlenmek zorunda bırakılmıştım. Birde çocuğum olursa... Düşünmek bile istemiyordum. Bu düşünce beni korkutuyordu.

Dua yavaşça kalkıp mutfağa doğru ilerlediğin de derin bir nefes aldım. Ahsa'nın elinde ki örgüye dikkatimi verdim. Maharetli parmakları ustalıkla hareket ediyordu.

"Zeyd ile iyi olmanıza çok mutlu oldum."

Gözlerim onu bulduğunda yavaşça yutkundum. Yoksa biliyor muydu? Yeşil gözleri kesinlikle bildiğinin göstergesi gibiydi. Belki de yanılıyordum.

"O çözüldük den sonra dünyanın en naif adamı değil mi?"

Kesinlikle biliyordu. Ama yine de cevap vermeyip bütün dikkatimi ona verdim.

"Öğrendiğim de ona çok kızdım. Başından beri bu durumdan haberim olsaydı asla onay vermezdim. Ki bunu bildikleri için benden her şeyi gizlediler."

Öğrenmiş olması beni ne kadar rahatlatsa da

sözlerini nasıl karşılamam gerektiğine dair bir fikrim yoktu.

"Ne zaman öğrendin?"

Elimi destek olmak istercesine tuttu.

"Biz de kalmanızı istediğim akşamın sabahın da."

Dikkat etmediğim ve böyle bir şeye ihtimal vermediğim için şimdiye kadar anlamamam normaldi. O günü Ahsa'nın, Zeyd'e karşı ne kadar soğuk ve ketum davrandığını şimdi farkına varmıştım. O gün Andrea da olduğunu öğrenmiştim. Kırık ve öksüz kalbimle Ahsa'nın yanına gitmiştim.

"O günü hatırlıyorum."dedim.

Anıların verdiği hüzünle sesim kısık çıkmıştı. Eliyle koluma dokundu ve buruk bir tebessüm dudaklarına yayıldı.

"O gün ona çok kızdım. O kadar kızıp birşeyler söylememe rağmen seni boşaması gerektiğini söylediğim de çok öfkelendi. Yüzünde oluşan belirsizlik Balamir'e ilk geldiği gün bile yoktu."

Derin bir nefes alıp sustuğun da heyecan ve merakla konuştum.

"Ahsa, bana o günü anlatabilir misin?"

Onu ablası dan dinlemek bana iyi gelecekti. Belki de geçmiş anıları hatırlayıp kendimi hüzünlü hissetmeyecektim.

***

Genç kadın öfke ve kırgınlıkla eşine baktı.

"Ahsa'm biliyorum çok kızgınsın söylemem gerekirdi. Ama buna izin vermedi."

Elini tutmak için adım atan eşinden uzaklaştı.

Amir sakin bir ses tonuyla konuştu.

"Biliyorsun o benim komutanım. Ona karşı gelemezdim."

"Masum bir kızı ölümcül bir oyun içine çekmişsiniz! O komutanın olsa dahi karşı çıkmalıydın."

Genç adam sıkıntılı bir nefes aldı.

"Bütün bunlara sebep olan şey Amman'ın ihanet etmesiydi."

"Size en başından beri söylemiştim. Fransa da eğitim görüp ülkesine adamını bile atmayan, devletini protesto eden bir adamın ne gibi bir faydası olabilirdi ki. Beni dinlemediniz Amir."

"Direniş örgütüne mensup birinin istihbaratını görmezden gelemezdik. Durum bildiklerin den daha da karışık."

Ahsa kalbini saran vicdan azabıyla yutkundu. Şimdiye kadar Nur'un karamsar hallerini ailesinden uzakta olmasına yormuştu. Oysa ki zoraki bir evlilik yüzündendi.

"Nur bana Zeyd'in , aslında Andrea olduğundan bahsetti."

"Evet, dediğim gibi durum bildiklerinden daha karmaşık."

Genç kadın kaşlarını çatarak kocasına baktı.

"Her ne yapıyorsanız yapın arkanızdayım fakat Nur ve onun evliliğini desteklemiyorum. Buna bir son vermeli."

Son sözlerini söylerken kendiyle konuşur gibiydi.

"Bunu Zeyd ile konuşmalısın."

Eşinin sözlerinden sonra uzun bir sessizlik araya girmişti.

"İlk defa benden bir şey gizledin."

Sesinde ki hayal kırıklığıyla Amir hızlı adımlarla aralarında ki mesafeyi kapatıp elini tuttu.

"Gizlemedim. Bu benim görevimdi."

Buna kırılmamalısın der gibiydi.

"Görevlerimden hiçbir zaman bahsetmediğimi biliyorsun."

"Bende direnişin bir parçasıyım."

Tam olarak olmadığını o da biliyordu. Genç adam eşine şefkatle baktı.

"Elbette öylesin ama bazı durumlar da parçalar muaf tutulur."

Hızlıca açılan kapıyla usulca eşinin elini bıraktı.

Zifiri gözleri dingin bir o kadar da asabi tavırlarıyla içeri giren kardeşine baktı.

"Kapı çalma adetini unuttun mu? Ecnebi takıla takıla."

Sözlerini duymazdan gelen kardeşi Amir'e hitaben konuştu.

"Hamah' dan bir mesaj geldi."

"Tamamdır."diyen Amir son kez eşine bakıp dışarı çıktı.

Yıllardır çözmeye muvaffak olamadığı kardeşinin pencerenin olduğu tarafa gidişini izledi.

Pencerenin önünde durduğunda seni dinliyorum dercesine Ahsa'ya baktı.

"Sonun da geldin."

Cevap vermeyen Zeyd'in bakışları bahçe de ki genç kızda idi. Ahsa sabır dilercesine nefes aldı.

"Ne zaman bu kadar acımasız oldun Zeyd! Yine o ecnebilerden mi sirayet etti bu haller sana. O kızın suçu neydi? Amman'nın ihaneti mi? Yoksa basiretinin kapanması mı? Kızın suçsuz olduğu anlaşılmış artık yanında kalmasının bir anlamı yok bu evliliğe son vermelisin."

Pencerede ki bakışlar hızla onu bulurken kardeşinin gözleri kısılmıştı.

"Bugün Nur'u boşamalısın ki kız da derin bir nefes alsın."

Son söylediklerinden sonra ifadesiz duran kardeşinin boşamalısın dediği an ki hazin bakışlarını gördü. Dinginliğin hakim olduğu kahvelerin nasıl haşinleştiğini.

"Boşayamam."

Kaşları çatıldığında daha da öfkelenmişti. Belki de kardeşi şuan ki tavırlarına zor sabrediyordu fakat bu düşündüğü son şeydi.

"Nasıl boşayamam."

Sert bir nefes almakla yetinen kardeşine başını hafif yan yatırıp konuştu.

"Cevap vermedin?"

Ahsa'nın bu hali onu girdaplara sürükleyen kararsızlıktan bir nebze geri çekse de hâlâ aynıydı.

"Ülkesine sağ salim gideceği güne kadar onu muhafaza edeceğim."

Ahsa'nın yavaş yavaş keyfi yerine geliyordu ama eğer Nur'un gönlü yoksa bu halinin uzun sürmeyeceğini de biliyordu.

"Bunun için evli olmanız mı gerekiyor?"

Cevap vermedi. Durgun halini bir süre sakince izledi.

"Sen gerçekten de Nur'un eşin mi olmasını istiyorsun?"

Durgunluğu bir anda kaybolan kardeşinin bakışları hızla onu bulmuştu. İlk defa şahit olduğu belirsiz bakışları karşısında elinden olmadan mutlu olmuştu.

"Sadece varlığına alıştım."

Gülümsememek için kendini zor tutarken hafifçe boğazını temizledi. Söylediklerinin ne anlama geldiğini kardeşi gayet iyi biliyordu fakat o zevkle sordu.

"Birinin varlığına alışmanın ne demek olduğunu biliyorsun değil mi?"

Gözlerini sıkıntıyla kapayıp açan kardeşine uzun uzun baktı. Zeyd ise ona ait olan bütün duyguları görmezden gelerek kapıya doğru ilerledi.

"Bu akşam buradasınız. Nur'un da gönlünü almadan seninle gelmesine izin vermem."

"Bu konuyu artık kapatalım Ahsa. Amir'in disiplin almasına sebep olduğun için kendini kötü hissetmen gerekirken bir de gülümsüyorsun!"

Sertçe omuzunun üzerinden bakan kardeşini çoktan komutan edasına bürünerek konuşmuştu.

Ahsa kardeşinin sözlerine aldırmayarak gülümsemeye devam etti.

"Gönlünü almayı unutma."

"Ahsa."

Kardeşinden önce kapıya ulaşıp şakıyarak konuştu.

"Gözümüz aydın Zeyd efendi. Artık gönlünün bir sahibi var."

Kaşları çatılmış olan kardeşinin o hallerini mutlulukla tadını çıkarıp ondan önce davranarak dışarı çıkmıştı.

***

Ahsa'nın anlattıkları bende bambaşka duygular uyandırmıştı. Onun da benim gibi savaş vermesi hoşuma gitmişti. Fakat bir yandan da üzülmeden edememiştim. Her gün gerçek bir savaşın içindeyken bir de kendiyle savaşa girmişti.

 

İkindi namazını kılıp Şems ile bulmaca oynamaya başlamış sonrasında bize katılan Zayn ile oyun bulmaca dan ziyade Zayn ile Şems'in tatlı çekişmesine dönüşmüş ve sonuç olarak konuşmalarını bende noktalamışlardı.

"Eğer minik bir Nur ve minik dayım olursa benim ismimi koyacaklar."

Olayın nasıl buraya geldiğini bilmiyordum. En son pencereden yere düşen bir karıncanın öleceğini yada yaşayacağını tartışıyorlardı.

Bütün münakaşayı genellikle Şems başlatırdı ve yine o başlatmıştı. Zayn oralı olmasa da Şems inatla onun dikkatini çekmeye çalışıyordu.

"Nur, sakın Zayn koymayın. O çok yaramaz."

Gülümsedim.

"Bunu dayın gelince onunla da konuşur öyle karar veririz tamam mı?"

Dudaklarını gelişi güzel hareket ettirip gülümsedi.

"Olur. Hemde çok güzel olur."

İmayla Zayn'e baktığında Zayn kardeşini kollarının arasına alıp bedenini kollarıyla kenetlemişti. Şems hedefine ulaşmış olmanın verdiği keyifle küçük bir kahkaha attı.

Şems'in neşeli gülüşünü solduran silah sesiydi. İkisi de endişeyle bana bakarken Ahsa ve Dua aceleyle içeri girmişlerdi. Ahsa'nın ümitsiz bakışları üzerine korkuyla yutkundum. Çocuklar bile benim gibi korkmamışlardı.

Onlar alışmışlardı fakat ne olursa olsun daha çoçuklardı.

"Zayn kardeşini de alıp odaya geçin."

Başıyla annesini onaylayan Zayn kardeşini bir an olsun kollarından bırakmayıp odaya doğru ilerlemişti.

"Geç kalmış olamayız."

Dua'nın sözleriyle gözlerim onu buldu. Niçin geç kalmıştık?

"Kalmadık. Böyle durumlarda sığınağa gitmemiz için daha bir saat daha beklememiz gerekiyor."

Onların sakin halleri karşısında sakin kalabilmek için kendimi zorladım.

"Ters giden birşeyler olmalı."

Silah sesleri bir an bile son bulmayıp artarak devam ediyordu.

"Bu halde sığınağa ulaşmamız imkansız. Beklemekten başka çaremiz yok."

Ahsa'nın sözleriyle daha çok içime gömülmüştüm.

Zeyd'in burada olmadığına emindim. Onun yerine Behnan burada görevi üstleniyordu.

"Hazırlıklı beklemeliyiz."

Örtülerimizi giyinmemiz gerektiğini anlamıştım. Titrek adımlarım odaya yöneldi. Hırkanın üzerine feracemi giyip endişe verici bir nefes aldım.

Allah'ım korkularımdan sana sığınıyorum. Korkularımı cesarete çevir.

 

Hepimizin üzerimizi giyip oturma odasında toplanmıştık. Korkutucu bir bekleyişti.

"Umarım Behnan amcalar başarır."

Zayn ümit dolu sözleri son bulan silah seslerinden yaklaşık on dakika sonra anında çalınan kapıyla son bulmuş gibiydi.

Ahsa ayağa kalkıp cilbabıyla yüzünü örtükten sonra gözlerini yenilgiyle kapayıp açtı.

Kapıya doğru ilerlediğinde onun yaptığı gibi başörtümle yüzümü örttüm. Kapıyı usulca açtı.

İçeri adım atan iri yarı G.Ü.B'ne mensup olan askerin postalları Dua'nın tertemiz halısını itinayla çiğnedi.

"Buyrun?"

Ahsa'nın sesi sakindi.

"Ubeyd Bahat'ın evi değil mi?"

"Evet."

Bizi bakışlarıyla süzen askerin kendine verilen emir ne ise yerine getirmeyi heyecanla beklediği her halinden belliydi.

"Tutuklusunuz."

"Nasıl? Siz barış güçleri değil misiniz?"

Ahsa'nın sesinde sahte bir samimiyet vardı.

Sözde barış güçleri. Tüm dünyanın desteklediği barış güçlerinin tek gayesi masum insanları tutuklamak ve onları acımasızca öldürmekti. Kendi ülkesinde sürgün yaşayan insanların her gün karşı karşıya kaldığı bir durumdu.

"Bize inanan insanların güvenini kırmak istemeyiz fakat emir bu şekilde."

Ne kadar da inandırıcı!

Şems annesinin eteklerine sıkıca sarılmış bir vaziyette askere bakıyordu.

"Hepiniz dışarı!"

Dışarıda ki otobüsü gördüğümde gözlerimi hüsranla kapayıp açtım.

Otobüse bindiğimiz de çaresizliği yeniden hissetmeye başlamak ümidimi yitirmeme sebep oluyordu. Balemir'i ardımızda bırakırken bakışlarımı son kez ardıma çevirdim. Issız, harabe ve terk edilmek zorunda bırakılmış sokakların sahibi Balemir.

Onu tanımadan önce de kalbim öyleydi. Tekrardan ondan ayrı düşmek yüreğimi sızlatıyordu. Geri döndüğünde beni ve diğerlerini bulmadığın da ne kadar çok endişeleceğini, üzüleceğini bilmek beni kahrediyordu.

Derin bir nefes alıp neşeyle kendi aralarında Çince konuşan sözde Barış Güçlerinin askerlerine baktım. Tüm dünyanın desteklediği bu güçlerin tek yaptığı şey masum insanları hiçbir suçları yok iken tutuklamak ve daha da kötüsü öldürmekti.

Kendi ülkelerinde yaşamaları ellerinden alınan insanlar. Onlar için kendi ülkelerinin özgürlüklerini savunmak bile suçtu.

Yutkundum. Başımı çevirip puslu camdan dışarı baktım. Zarah'ı ardımızda bıraktıktan sonra nereye gittiğimize dair hiçbir fikrim yoktu.

***

 

 

 

 

Bölüm : 08.03.2025 11:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...