27. Bölüm

27. Bölüm

Safiye
nesimisubha

AKADİSTAN/HAMAH

Daniel Roosevelt Karargahı

Sırayla inmiş olduğumuz otobüs hızla uzaklaştı. İhtişamlı binanın bahçesi mahşer kalabalığını andırıyordu. Bakışlarım ürkekçe etrafımızda gezindi. Askerin emir veren sesiyle zorla ilerlemek zorunda kalmıştık. Binadan içeri girer girmez Kalender ve Abdülvehhab amcayı bizden ayırdılar. Etrafımızda ki altı askerin arasında kaldığımız da istemsizce titredim. Üç tanesi Ahsa ve Dua'yı aralarına aldıklarında Ahsa dirayetdolu bir sesle konuştu.

"Çocuklarımı benden ayırmayacaksınız değil mi?"

Kolunu kavrayan asker diğeri birşeyler söylerken sertçe araya giren askerin tiksinti dolu sesi kalabalığa rağmen bütün koridoru kaplamıştı.

"Her gün aynı sözleri duymak canımı sıkıyor. Daha fazla beklemeyin götürün şunları!"

Şems kolumu çoktan sıkıca kavramıştı. Zayn sert bir nefes aldığında dolan gözlerini gizlemek adına kirpiklerini kapamıştı.

Askerler hepimizi çekiştirirken Ahsa buğulu gözlerle çocuklarına baktı.

"Anne! Hayır! Götürmeyin annemiii!"

Şems'in çaresiz sesi diğer çaresiz seslere karışmıştı.

Silahın ucuyla yürümem için emir veren asker Zayn'i başka bir askerin tutmasına rağmen diğer eliyle omzuna sertçe vurdu. Hiçbir tepki vermeyen Zayn'nin omzunun ne kadar acıdığını tahmin edebiliyordum. Kalabalık koridorda diğer herkes gibi çaresizce ilerledik.

Tek kişilik bir hücreye hapsedildiğimizde çoçukların korku dolu bakışları karşısında ne söyleyeceğimi bilsem bile tek kelime edemiyorum. Hücreye girdiğimiz andan itibaren hepimiz sessizdik ama dışarıdan belli aralıklarla gelen çığlık sesleri bu sessizliği hüzün dolu bir boşluğa düşürüyordu. Acıyla yutkundum. Rutubetli duvarlar bana hiç yabancı değildi. General Dean Brave hatırlatan duvarlar...

Çaresizce tekli yatağa oturduğum da Şems'i kollarımın arasına alıp saçlarını okşadım.

"Zayn çok yakında çıkacağız değil mi?"

Sesim sessizliği parçalarken duvarlara çarpıp bana geri döndü.

Bilmediğim dilde birşeyler yazılı olan duvardan bakışlarını alıp gülümseyerek bize baktı.

"Çıkacağız tabi ki de."

Ağır adımları yatağın diğer köşesini bulduğunda sessizliğe bürünen kollarımın arasında ki Şems'e yavaşça dokundu.

"Bana bak yeşil sulu göz."

Şems başını kaldırmamak da ısrar edince sahte bir tehditle konuştu.

"Eğer bakmazsan buradan çıkınca seninle Mahirşah tepesin de uçurtma uçurtmam."

Şems omuz silkmesine rağmen başını kaldırdı. Sanırım bu onların aralarında ki bir şeydi ve Şems bunu yapmayı çok seviyor olmalıydı. Kardeşinin saçlarını okşayıp yanaklarına küçük buseler kondururken hüzünlü bir tebessümle onları izliyordum.

"Bu defa senden daha yükseğe uçuracağım."

"Geçen sene çok yaklaşmıştın ama bu sene beni geçeceğine eminim."

Şems sevinçle gülümseyip bana baktı.

"Hep beraber gideriz değil mi?"

"Elbette gideriz."

Elimi tutup tatlı bir mutlulukla yanıma uzandı. Gözlerinde ki yorgunluğu görebiliyordum. Onunla daha neler yapacağımızın hayallerini kurarken uyuya kalmıştı. Şems'in uyumasıyla namazımı kılıp tekrar yanında ki yerimi almadan kirli battaniyeyi iki kat ederek çocukların üzerine örttüm. Tek kişilik yatakta yatacaktık, iki büklüm olarak yatağa yattım. Zayn'nin karanlıkta parlayan gözleri hâlâ uyumadığını gösteriyordu. Tıpkı Şems'e yaptığım gibi onunla da konuşarak kolaylıkla uykuya dalmasını sağlayabilirdim.

"Duvar da ne yazıyordu?"

Derin bir alıp cevap verdi.

"Rabbimin merhameti gazabın dan çoktur. Fakat onun katında zalime mermamet yoktur!

Çektiğim tüm acılar güzel ülkemin bağımsızlığı için. Yaşasın bağımsız Akadistan!"

Sessizce ondan tarafa baktım.

"Bende bu yazıyı yazan gibi şehit olmak isterdim."

Senin daha çok hayallerin var diyemedim çünkü biliyordum ki bu ülkede her fert tutsak olmaktan ise şehit olmayı gönülden arzuluyordu. Cevap veremediğim de uyuduğumu sanmış olmalıydı ki tekrar bur şey söylemedi. Güya onun uykuya dalmasını sağlayacaktım ama onun Şems kadar küçük olmadığını unutmuş gibi bu karara varmıştım. İçeri sızan yorgun ay ışığına baktım. Onun ne kadar endişelendiğini, bizi nelerin beklediğini düşünmek beni bilinmezliğe sürüklemekten ziyade korkutuyordu.

***

Bir dilim bayat ekmeği bitirip gülümseyerek ayakları mutlulukla sallayan Şems'e baktım.

"Şimdi saçlarını örebilirim."diyen Zayn, usulca Şems'in yanında yerini almıştı. Buruk bir gülümseme ile onları izliyordum. Şems abisinin kulağına fısıldayarak bir şeyler söylediğinde aynı şekilde Zayn de ona karşılık vermiş ve Şems'in tatlı kahkahası dört duvar arasını renklendirmişdi. Zayn'nin onu burada ki durumdan uzaklaştırmak için Şems'in dikkatini başka yöne çekecek konuşmlar yapıyordu.

"Siz neye gülüyorsunuz öyle?"

Şems dağınık saç tutamını hafifçe savurarak omuz silkti.

"Sonra söyleyeceğim."dedi.

"Çok merak ettim şimdi." dediğimde ikisi de güldü.

"Aslında-"

Kapını hızla açılmasıyla Zayn'nin kelimeleri yarıda kalırken gülümsemelerimiz solmuştu. Benimle birlikte ayağa kalkan Şems elimi kavradığında içeri giren askerle gayri ihtiyari bakışlarımız kesişti. Duygusuz gözleri bende oyalanıp Zayn de karar kıldığında sırıttı. Nefes kalan kalmış olan bir asker içeri girdiğinde selam verip konuştu.

"Komutanım yüz kırk numaralı hücreyi hazırladık."

"Bugün buradan başlamak istiyorum Teğmen."

Başıyla komutanını onayladığında bir adım geri çıkıp arkasında yerini alıp beklemeye başlamıştı. Komutanın yüzünde ki alay daha da büyürken aklından neler geçirdiğini tahmin etmek zor olduğu kadar ürkütücüydü.

"Hepiniz dışarı!"

Karşı çıkmak gibi bir seçeğimiz yoktu. Komutanın hücreden çıkmasıyla onu takip etmek zorunda kalırken arkamızda yerini alan teğmen yüksek sesle daha hızlı olmamız gerektiğini söylüyordu. Dışarı çıktığımızda bomboş bir alanın içinde birkaç asker ve biz vardık. Bahçenin biraz ileri tel örgülerle kaplıydı ve tel örgülerin diğer tarafında üç katlı geniş binalar sıralıydı. O tarafta göze çarpan tek şey tel örgünün biraz ilerisinde nöbet tutan askerdi.

Şems elimi daha da sıkı kavrarken üstümde ki hırka ve bulutların arasından sızan soluk güneş rağmen üşümeme engel olamamıştım. Elimi kavrayan elini sol elimle tutup küçük bedenini kolumu omzuna koyarak bedenime yaslamıştım. Ben dahi bu denli korkarken onun nasıl korktuğunu tahmin bile edemiyordum. Belki Ahsa yanında olsaydı benim yanımda olduğu gibi korkmazdı. İrkilerek kendime gelirken bakışlarım komutanı bulmuştu.

"Adın ne çocuk?"

Zayn korkularını içine saklamış olsa bile onun korkularını hissedebiliyordum.

"Zayn Ali."

"Kaç yaşındasın ?"

"On dört."

Sahte bir üzüntüyle Zayn'e yaklaştı.

"Esaret altında büyümeye devam edeceksin ne acı bir durum."

Zayn'i tahrik etmeye çalışıyordu. Küçük bir çocuğu öfkelendirmeyi kendine nimet olarak görüyordu. Burada ki bütün askerlerin bir kez daha aşağılık kişiler olduğunu görmüştüm. Onlardan bahsederken insan tanımını kullanmak istemiyordum.

"Buna zaman karar verir."

Zayn'in sesi kendinden emindi. Komutan sırıttığın da çekik olan gözleri daha da çok kısılmıştı.

"Umut sizin gibiler için kötü bir hastalık."

Umarım en yakın zaman da âmâ olurdu.

Bahçeye giren asker bize doğru ilerlemişti. Komutanın hemen karşısında durduğunda konuştu.

"General Ethan saat üç de toplantı olacağını bildirmemi istedi."

General Ethan. Dean'ın ölmesine, kötü bakışlarıyla korkmama sebep olan adam.

Başıyla askeri onaylayan komutan gidecek olan askeri sözleriyle durdurdu.

"Teğmen şimdilik burada bizimle kal. Sana ihtiyacımız olabilir."

Zayn'in yanında ki bir başka asker sanki komutanı anlamak istercesine kaşlarını çatmıştı. Komutan Zayn'e dönerek konuşması hiç bölünmemiş gibi konuşmaya devam etti.

"Elbette zaman karar verir. Ama zamanı insanın tercihleri de etkiler. Mesela birazdan benim yapacağım ama senin engel olamayacağın şey gibi."

Anlam veremeyerek komutana bakan Zayn'e hak veriyordum. Komutanın bakışları Şems'i buldu.

"Peki sen Zayn Ali'nin kardeşimi oluyorsun?"

Şems hızla başıyla komutanı onaylarken elimin içinde ki küçük parmakları baş parmağımı sıkıca kavramıştı. Bedenini bedenime daha çok yaslarken onu teskin edercesine saçını okşadım.

Bakışları beni bulduğunda sırıttı.

"Peki sen anneleri mi oluyorsun gerçi bunun için çok gençsin."

Zayn araya girerek konuştu.

"Uzaktan akrabamız oluyor."

"Ne üzücü anneleri olman olayı daha keyifli kılacaktı."

Hangi olayı? Geçmiş mi? Yoksa gelecek mi? Neyi kastediyordu.

"Zaman karar verir dediğinde tanrına ve bu savaşı kazanacağınıza inandığın için öyle söyledin değil mi?"

Komutan sözlerini tamamladığında yüzünde bambaşka bir ifade oluşmuştu.

"Kaybettiğinizi görmen için canını bağışlayacağım ama sana unutamayacağın bir acı vereceğim Zayn Ali."

İğneleyici sesi ürperticiydi. Zayn Ali gözlerini kısarken belinden çıkardığı silahı aniden bana doğrultarak ateş ettiğinde nefesim kesilirken bütün hayatım gözlerimin önünde canlandı. Fakat hiçbir sızı hissetmedim aksine kollarımda ki bedene bedenimi siper etmek için geç kalmış gibiydim. Baş parmağımı tutan parmaklar gevşerken kolum sıkıca bedeni ayakta tutmaya devam ediyordu. İhtimal vermek istemiyordum. Hedefin kendim olduğunu düşünmem ne kadar aptalcaydı.

"Şems."

Zayn'in ağlamaklı sesi kulaklarıma ulaşırken yutkunamadım. Artık kolum uyuşmuş gibiydi. Sol tarafıma bakmaya korkuyordum. Diğer yanımda duran asker sert bir hareketle kolumu tutarak küçük bedeni ellerimden ayırmak isterken amansızca direnmelerim boşunaydı. Şems'i kollarımın arasına almama izin vermediler. Mor renkli elbisesini kaplayan kırmızı sıvı daha da nefessiz kalmama sebep oldu. Yanaklarımdan süzülen yaşlara yenisi eklenirken bakışlarım iki tane askerin kolları arasında Şems'im küçük bedenine bakan Zayn'i buldu.

"Gördün mü çocuk. Hiçbir şey yapamadın."

Zayn'in öfkeyle dolu acı bakışları komutanı buldu.

"Şimdi de konuşsana, konuşamazsın değil mi? Acın çok."

Sırıtan suratına kezzap atıldığını görmek için neler vermezdim. Acı dolu bakışlarım Şems'in küçük bedenini buldu.

"Sen hiç parka gittin mi? Biz sadece bir kez gitmiştik sonra yine gidecektik ama orayı bombalamışlardı."

"Biliyor musun Nur? Ben salıncağa binmeyi çok seviyorum."

"Nahit, abimin arkadaşıydı,o şehit oldu. Abim onu çok seviyordu bende çok seviyordum Nahit abimi."

"Nur sen hiç balık gördün mü? Hangi renkte oluyorlar."

"Artık sana Nur değilde yenge diyeceğim."

Narin sesiyle farklı sözlerini defalarca tekrarlarlayan beynim hiç susmayacak gibiydi.

"Biliyor musun genç çocuk öldürmek bana mutluluk veriyor. Bence kardeşinin ölmesine bu denli üzülmemelisin . Sonuçta birinin mutlu olmasına sebep oldun."

Ne canice bir düşünceydi. Sebepsiz yere masum bir çocuğun canına kıymıştı. Anne ve babasının gözdesi. Abisinin en yakın arkadaşı. Dayısının güneşi. Balamir'e geldiğimde ne zaman kendimi yanlız hissetsem sanki ben varım dercesine bıcır bıcır konuşan küçük kız çoçuğunu. O katillere bir şey söylemeye korkuyordum. Oysa silahı bana doğrultuğun da hayatım da ki herşeye herkese veda etmiştim. İçimde ki acının tarifi yoktu. Sadece adı vardı;Acı.

Büyük kayıplara sahip olduğunda, kalbin kırıldığında, bedeninin her hangi bir uzvu yara aldığında. Adını acı koymuşlardı. İçi bir sürü sebeplerle donatılmıştı. Fakat birini kaybetmenin acısı geçmiyordu onu her hatırladığı da acı tekrarlıyordu. Sadece acı da ufak bir hafiflenme oluyordu. Acı hafifler miydi?

Ben bu denli acı çekiyorsam Zayn ne kadar çok acı çekiyordu. Ahsa, Amir abi ve Zeyd onun artık nefes almadığını öğrendiklerinde. Peki ben Ahsa'ya ne söyleyecektim. Nasıl söyleyecektim.

Onların nasıl acı çekeceklerini düşünmek acıma acı katarken yutkunmaya çalıştım. Şems'i götüren askere yüksek sesle konuştum.

"Onu götürmeyin."

Bu sözlerimle iki büklüm olmuş bir vaziyette başını kaldıran Zayn öylece bana bakıyordu. Kızarmış gözleri, çaresiz öfkeli bakışları içime işlerken komutan tiksindirici sesiyle konuştu.

"Ne yapacaksın cesedini. Sizinle beraber hücre de mi kalacak. Yanlız bir hatırlatma da bulunayım cesetler kokar."

Nasıl bu kadar vicdansız olabiliyorlar sorusunu bu defa kendi kendime sormayı reddettim. Onlar yaşarken ölenlerdi. İyi ruhları tamamen kötülüğe bürünmüştü.

"Albay Kai!"

Yaşlı gözlerim sert sesin sahibini buldu. Komutanın alaylı sesi bahçeyi kapladı.

"Albay Javier bu ne öfke böyle?"

"Öylesine çocuk öldürmek de nereden çıktı."

"Demek haberi aldın."

Sert bir nefes alan Albay Javier bakışlarını üzerimden çekerken az önce ki ses tonuna nazaran daha sakince konuştu.

"Bakın bu davranışlarınız kötü sonuçlara yol açabilir. Bu şekilde hareket etmeye son vermelisiniz. Aksi takdirde disipline gidersiniz."

"Savaş bitmeden asla!"

"Peki bunu siz istediniz."

Gayet rahat konuşan Albay Javier 'e öfkeyle bakan Albay Kai'nin yavaş adımları durdu.

"Nesin sen savaşların çocuk koruyucusu mu? Burada ki insanların ders alması gerekiyor ve insan acı çektikçe ders alır. Anlıyor musunuz Albay Javier?"

"Daha sonra bu konuyu konuşmak için çok fırsatımız olacak Albay."

Ayağa kalkmayı başardığım da Albay Javier'in neden bu kadar geç kaldığını sorguladım. Kolumu tutan asker Zayn'in yanına gitmeme izin vermedi. Sert rüzgar bir kez daha soğukluğu ile bedenimi kavurdu.

"İkisini de hücreye götürün."

İki albay da uzaklaşırken yılgın adımlarla etrafımızı çevreleyen askerlerle binaya doğru ilerledik.

***

"Komutanım Behnan ve Zahit ağır yaralı."

Gözlerine hakim olan duygular bundan sonra hiç iyi şeyler duymayacağının kanıtıydı. Ubeyd sırtını koltuktan ayırıp bakışlarını az çok çözdüğü arkadaşına baktı.

"Neden acil çağrı yaptığını şimdi anladık."

Sonra aniden kaşları çatılırken ayağa kalktı.

"Yoksa ailelerimiz tehlike altında mı?"

Sorunun cevabını bilmesine rağmen hâlâ sakince oturan arkadaşının bu hali onu daha çok öfkelendirmişti.

"Hemen onları bu tehlikeden kurtarmalıyız."

Bakamaya bile doyamadığı karısı ve minik bebeğini hapishane köşelerinde bitkin düştüğünü ve başlarına daha neler geleceğini düşünmek bile istemiyordu.

Dikkatle önünde ki bilgisayara odaklanmış arkadaşının tüm söylediklerine karşı sessiz bir şekilde işine devam etmesine katlanamayacak raddeye gelmişti.

"Zeyd. Hâlâ neyi bekliyoruz?"

Başını usulca kaldırıp kendisine bakan arkadaşının gözlerinde gördüğü duygulara rağmen konuşmuştu.

"Şimdi değil."

"Karım orada, kız kardeşin, yeğenlerin ve karın. Nasıl bu kadar sakin olabiliyorsun."

Endişe ve öfkesinden arkadaşı olan adamın şuanda komutanı konumunda olduğunu unutmuştu. Kaybetme endişesi sağlıklı düşünmesine engel oluyordu. Hemen karşısında bekleyen direnişçiye hitaben konuştu.

"Ferzah'ı çağır."

"Emredersiniz."

Kapanan kapıyla sert bakışları Ubeyd'i buldu.

"Yeni taarruza hazır değiliz. Hazırlansak bile binlerce masum insanın canını tehlikeye atamayız. Sabretmeliyiz."

Ubeyd'in şuanda tek düşündüğü şey karısı ve doğacak olan çocuğuydu. Ailesini ve bütün akrabalarını kaybetmişken yeni bir kaybetmeyi göze alamazdı.

"Karım ve çocuğum tehlike de."

Sert bir nefes alıp ayağa kalktı. Evlendikten sonra daha da duygusal düşünen Ubeyd'e ne kadar hak verse de taviz vermesi onu kızdırıyordu.

"Biz sadece kendimizi düşünemeyiz. Bir yola çıktık ve bu yolda bütün Akadistan halkını düşünmekle sorumluyuz. Unutma Ubeyd, dâvan her dâim, herkes den önce gelir. "

"Anlamıyorsun Zeyd. Eğer gerçekten evli olsaydın beni anlayabilirdin."

Yüreğinde ki endişeden, içini kavuran öfkeden bir nebze olsun haberi olmayan arkadaşına yine sakin görünmeye çalışarak konuştu.

"Tüm bunları endişene ve telaşına veriyorum.

Karargâha adım attığın da unutmaman gerekenleri sana tekrar hatırlatmak istemiyorum Ubeyd."

"Peki ama bu hallerine acıyorum. En çok da Nur'a üzülüyorum. Sen bildiğin yoldan gidip o kızı görmezden gelmeye devam et."

Onunla evlendiğinden beri Ubeyd'den aynı cümleleri duyuyordu. Göğsüne çöken ağırlığın altında kalırken sertçe konuştu.

"Dışarı çık Ubeyd!"

Kendine öfke ve acıma ile bakan arkadaşı"Emredersiniz." diyerek odadan çıktığında derin fakat titrek bir nefes aldı. Kirpiklerini kapayıp açtığında her an düşüncelerinin en ulaşılmaz bir yerinde yâd ettiği ay yüzlüsünün tebessümü gözlerinin önünde canlandı.

Tuleyha'yı ele geçirmiş olsalar bile karşı tarafın haberi olmasa da en büyük yenilgiyi onlar almışlardı.

Kapının çalınmasıyla içeri girenlere bakmakla yetindi. Ferzah hemen karşısına oturmuştu.

"Komutanım iznizle." diyen direnişçi söze girdiğinde onu başıyla onaylamıştı.

"Daniel Roosevelt Karargahına götürüldüler. Bu sadece Balamir'de yapılan tutuklamalar değil. Zarah'ın başka kasabaların da, Erişah, Eriz, Hamah başta olmak üzere diğer birçok şehirde."

"Savaş hakikaten de şimdi başlıyor."

Ferzah'ın sesi meraklı ve sabırsızdı. Bu istekli halı onu gülümsetirken konuştu.

"Devam et Sıraç."

"Tuleyha'yı almak zaten savaşın tam başlangıcı. Güney tamamen onların kontrolü altında. Doğu'da sadece iki şehir kontrolümüz de. Kuzey artık bizim."

"Yakında batı da diye bir şey de kalmayacak."

"Evet Komutanım."

Ferzah her şeye rağmen neşeli bir sesle konuştu.

"Bunları biliyordum ama başkasından duymak beni heyecanlandırdı. Behnan da burada olmalıydı."

"İnşallah olacak abi."

Bu defa kısık bir sesle "İnşallah."diyerek usulca ayağa kalkan Zeyd az önce ki ses tonun aksine sesli bir şekilde konuştu.

"Komutan Esedullah'dan aldığımız haberler doğrultusunda hareket etmeye devam edeceğiz."

Sıraç'ın gözleri parladı.

"Onu görmek için sabırsızlanıyorum komutanım."

Gülümseyerek daha yirmi birinde olan delikanlıya baktı. Esedullah sadece Emirler Meclisinin sırrıydı ve hep öyle kalacaktı. Savaş bitse de, yenilseler de, kazansalar da ve savaş bitmeyip yıllarca devam etse de.

Ferzah masanın üzerinde ki kağıtları alarak ayağa kalktığında konuştu.

"Behnan'ın durumu şuan iyiye gidiyormuş."

"Çok güzel bir haber. Onu görmemiz gerekiyor."

Karargah da bir an olsun komutanının yanından ayrılmamaya gayret eden Sıraç endişeli bir sesle konuştu.

"Komutanım oraya gitmeniz riskli olabilir."

"Risk her zaman vardır. Cafer'i bana çağır."

"Emredersiniz."

***

Göz altları morarmış,dudakları çatmış ve zorlukla nefes alan arkadaşına baktı. Behnan iyi değildi ve bir daha eskisi gibi yanında olamayacağını gözlerine baktığında anlamıştı. Yine de gülümseyerek konuştu.

"Behnan, dostum seni çok iyi gördüm."

"Üzgünüm."

Böyle bir cevap alacağını biliyordu.

"Üzgün olmanı gerektirecek bir durum yok asıl benim sana kızmam için birçok sebep var. Daha erken acil çağrı yapmalıydın."

"Bunu yapmayacağımı çok iyi biliyorsun. Birkaçımız uğruna binlercemizi feda edemezdim."

Birçok direnişçiyi bir arada gördüklerinde Balamir topraklarının altında kurulu olan direniş karargâhını tespit etmeleri onlar için daha kolay olurdu.

Behnan'ın olması gerekeni yaptığı biliyordu. Fakat yine de onu kaybetme korkusunu hissetmek hiç hoşuna gitmemişti.

"Yerimde olsan sende aynısını yapardın. Hem benim gitme vaktim geldi. Sare yengen onu çok beklettiğim için bana kızacak, onsuz geçen yıllarımın hesabını nasıl vereceğim."

Buruk bir tebessüm dudaklarına yayıldı. Aralarında altı yaş olmasına rağmen sanki aynı yaştamış ve çocukluklarını beraber geçirmiş gibiydiler.

"Çok kızacak, yine Zeyd'le miydin? Zaten bütün gün onunlasın diyecek. Bende Sare'm o benim kardeşim, dostum, onun kimsesi yok şuanbana ihtiyacı var diyeceğim."

Kesik kesik aldığı nefesler göğsüne batıyordu.

Zeyd zorlukla yutkundu. Hafızasında beraber geçirdikleri hatıralar ve Behnan'ın söylediği sözler hiçbir zaman kabuk bağlamayacağını düşündüğü yarasını kanatmıştı.

"Kalender bize kızacak hemde büyük olmamıza rağmen.Daha bayrağımız altında özgürce marşımızı okuyacağız."

Behnan'ın dudaklarına gülümseme yayıldı.

"Artık bize kızmıyor. Biz hiçbir zaman çocuk olamadık Zeyd. Çocuk olmamıza için izin vermediler."

Bu sözleri her zaman dile getirirdi. Yüreğine çöken ağırlıkların altında kalmaktan yok olmaya yüz tutmuş gibiydi. Yine sevdiği birini kaybedecekti. Bu kaçıncıydı. Her kaybettiğinde aynı acı nasıl yerinde durabiliyordu?

"Behnan gidersen gençliğimi de kaybedeceğim."

"Sanki gençliğinde değilsin. Duyan da yaşlandın sanacak."

"Öyle değil."

"Biliyorum kardeşim, biliyorum. Artık senin de yüreğinin bir sahibi var. Her daim güçlü olmak zorunda değilsin başını yaşayabileceğin bir omuz var."

Gideceğini bildiği için çok konuşuyordu. Her ikisi de yan yana geldiklerin de genellikle sessiz olurlardı.

Usulca gözleri kapanan arkadaşına acıyla baktı.

Hücrelerine kadar yanıp kül olmasına neden olan içinde ki alev, gözlerinden bir damla yaş olup yanağından süzüldü.

Fısıltılı sesi son bulduğunda ne söylediğini biliyordu.

Sıkıca kavradığı parmaklar dan ruhunun çekildiğini anlamıştı.

***

Öfkeli gözlerden nasibi ziyadesiyle alacağını biliyordu. Fakat Mareşal'in bu kadar öfkelenmesine anlam veremiyordu.

"Kai'nin bu denli dikkatsiz davranmasına nasıl müsade edersin!"

"Haberim olsaydı buna asla izin vermezdim."

Karanlık bakışlar onu ablukası altına alırken koluna sertçe dokundu.

"Haberin olacak General! Eğer bu karargâhın komutanıysan buranın sınırları içinde uçan kuştan dahi haberin olacak. Olamayacaksa istifanı verirsin."

Arkadaşı olarak gördüğü adamın bu şekilde davranması gururuna dokunmuştu.

"Bir daha ki ne daha dikkatli olacağım efendim."

Kendisinden uzaklaşan adama baktığında uzun zamandır bu denli öfkendiğini görmemişti.

"Bayan Alessia dün sizi sordu. Sanırım uzun süredir sizden haber alamıyormuş."

"Javier'in de söylediği gibi disiplin kurulu toplansın. Kai bu düşüncesiz davranışın cezasını ödemeli."

Kendisini duymazdan gelmesi sinirini bozsa bile sakın kalmaya çalışarak konuştu.

"Peki efendim."

"Kuruldan mantıklı bir karar çıkacağını umuyorum General Ethan."

Sözlerini bitiren Mareşal yavaş adımlarla oda dan çıktı.Ethan Honest bu yakıcı bakışlara başka bir zaman da şahit olup olmadığını düşündü. Çalan telefon onu düşüncelerinden uzaklaştırdığın da kendini baskı altında hissederek sırtını koltuğa yaslamıştı.

***

Bölüm : 15.03.2025 14:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...