9. Bölüm

9. Bölüm

Safiye
nesimisubha

Dünya eşsiz güzellikte ki kalplerle, kirlenmiş zalim kalpleri bir an da nasıl barındırıyordu. Belkide dünyayı zaman zaman yaşanılır kılan güzel kalpli insanlardı. Onların varlığı dünyayı var ediyordu. İnsan bedeninin yurt edindiği bu dünyayı, ruhu gibi misafir olduğunun bilincinde olsa bu kadar zalim ve umursamaz olabilir miydi? Zaten herşey var oluş nedenimizi unutmakla başlamamış mıydı? Biz değil miyiz ki ölmeyi kendimize haram kılmış gibi yaşayanlar.

Feracemi giyinip alt kata indiğimde sobanın yakılmış olduğunu fark ederken onun gelmiş olduğunu da anlamıştım. Sormak istediğim soru sebebiyle ürkek bakışlarım etrafta gezindi. Sert çehresine hakim olan hafif bir tebessümle mutfaktan çıkmıştı. Beni gördüğünde yukarı kıvrılmış olan dudakları ince bir çizgi halini aldı. Zemheri bakışları her zaman olduğu gibi bedenimin buz misali kaskatı kesilmesine sebep oluyordu.

"Yemek yedin mi?"

Sert sesinin aksine yumuşak bir sesle "Evet"dedim.

Tekli koltuğa oturduğunda hâlâ ayakta bekleyip ona bakmamı anlam verememiş olacak ki dikkatle yüzüme baktı.

"Bir şey mi hatırladın?"

"Hatırlamam mı gerekiyor."

"Evet, zaman kaybetmeyi sevmem ki kaybedecek zamanımız da yok."

Bıkkınlıkla nefes alırken dört gündür tekrarladığı sorundan bunalmıştım. Dört gündür aynı diyalogları tekrarlıyorduk.

"Bakın Zeyd bey birini arıyorsunuz, benim olduğumu sanıyorsunuz ama o aradığınız, sandığınız kişi ben değilim. Hafızam gayet yerinde herşeyi net hatırlıyorum. Günlerdir aynı soruyu sormaktan bıkmadınız mı? Ben aynı cevabı vermekten bıktım.

"Tek kaşı havalandığında dudaklarını araladı.

"Zeyd bey mi?"dedi. "Aramızda resmiyet yok demiştim."

Diğer söylediklerimi tiye bile almamıştı.

"Ne sormak istiyorsan sor artık!"

Duygularımı ve hissettiklerimi fazla mı belli ediyordum. Umarım kokusunu almamak için nefesimi tuttuğumu anlamazdı.

"Ailem ile görüşebilir miyim? Ahsa'nın evinin orada şebeke yoktu."

Olmasını umuyordum.

"İletişim sağlayan her şeyi yok ettiler."

Kendi kendime defalarca dile getirdiğim sözü tekrar dile getirdim.

"Ne kadar aşağılık insanlar."

"Nasıl biri olduğunu bilmen güzel."

Yerde ki bakışlarım onu bulduğunda yüzümün aldığı ifadenin hiç hoş olmadığının farkındaydım.

"Beni suçladığınız yetmiyormuş gibi birde onlar gibi aşağılık zalim bir insan olduğumu söyleyemez siniz! Bu kadarına da izin vermem!"

Bu çıkışımı beklemiyor gibiydi. Sert yüz hatları sahte bir yumuşaklık ile tekrar eski haline geri döndü.

"O zaman onlardan olmadığını ispatla!"

Öfkeliydi.

Daha önce bu denli öfke saçan gözler ve öfkeli olmasına rağmen sakin duran

birini görmemiştim.

"Buraya gelme amacın ne?"

"Sıradan bir turistim benim ne gibi bir amacım olabilir ki?"

Hâlâ ne ile suçlandığımı anlamış değildim.

"Güzel ezberletilmiş ama çok basit."

"Ezber değil gerçek." dediğimde öfkesi bir an olsun bile sönmemişti. Hiçbir şey söylemedi. Hızla ayağa kalkıp oturma odasından çıktı.

Onun gidişi ile bedenimi koltuğa bıraktım. Ne ile suçlandığımı bilmemek, sorduğu sorular, mantığımla kalbimin girdiği savaş beni çıkmaza sürüklüyordu.

Yorulmuştum.

Madem suçluyum benimle neden evlenmişti. Sahte de olsa kim bir suçlu ile evli olmak isterdi.

Güvenliğim ve buradan bir an önce gitmem karşılığında bilgiler ve onunla evlenme zorunluluğu.

Ne kadar mantıksız geliyordu. Aslında biraz daha düşününce onun açısından mantıksız değildi. Sonuçta bir amacı vardı.

Birkaç dakika sonra geri geldiğinde öfkesi hâlâ yerindeydi. Sakinliğini takdir etmek gerekirdi. Elinde tuttuğu zarfı fark ettiğim de kaşlarım aniden çatıldı. Dean bana vermiş olduğu zarfı parçalamak ister gibi tutuyordu. Hızla ayağa kalktım.

"Sen benim eşyalarımı mı karıştırdın!"

Bu eylemi hangi ara yapmıştı bu kadar kısa sürede yapmış olamazdı.

Sert çıkan sesimin hiçbir etkisi yoktu. Adımları aramızda ki mesafeyi azaltırken titrek bir nefes aldım. İlk kez korkutucu yüzünü gördüğüm bu adamın her şeyinin ne kadar can yaktığını bir kez daha anladım.

"Bana hesap sorma cesaretini nereden buluyorsun sen! Kendini ne sanıyorsun!"

Sert nefesi yüzümü kamçılarken geriye doğru bir adım attığımda bedenimi yere düşmekten koltuk kurtarmıştı.

Heybetli bedenini hafifçe eğerek yüzünü yüzüme daha çok yaklaştırdı. Bakışları yok etmek ister gibiydi. Karanlık gözleri ölümü andırıyordu.

Korkutucuydu.

"Güzel rol yapıyorsun üstelik başarılısın da, inanacağım kadar."

Öfkeyle gözlerini kapatıp açtı.

"Dean kim Ella? Daha doğrusu sen kimsin?

Bütün bedenim kaskatı kesilmişti. Ben neyin içine düşmüştüm böyle.

Sesli bir şekilde yutkundum.

Korkacak, çekinilecek bir şeyim yoktu ama o adam öyle suçlayıcı bakıyordu ki. Belki de hiç olmadığım kadar savunmasızdım. Cesaretimi toparlamayı başardığımda dudaklarımı araladım.

"Buraya kadar nasıl geldiğimi anlatacağım, ama bana öyle bakmayı sürdürürseniz anlatamam."

Kendinden ödün vermeyerek koltuğa oturdu.

"Sana karşı en iyi bakışım bu, evet seni dinliyorum."

Dört gün içinde boş konuşmadığını anlamıştım. Sözlerin de ne kadar ciddi olduğunu söylememe gerek bile yoktu.

Bakışlarım zeminde ki halıyı buldu. Rüyamda dahi görmediğim görsem bile kabusla uyanacağım ama gerçekten başımdan geçen olayları anlatmaya başladım. Beni dikkat ve sabırla dinledi. Ara sıra sorduğu soruları cevapladım.

"İnandırıcı bir hikaye gerçek olsa acındırıcı da."

Bütün anlattıklarıma son noktayı bu sözleriyle koymuştu. İnanmamıştı. Oysa bir an bile olsa inandığını düşünmüştüm. İnanmamasını gerektiren şey neydi. Göğsüme çöken ağırlıkla derin bir nefes almaya çalıştım ama başarılı olamamıştım.

"Seni ilk gördüğümde bana acıyarak bakıyordun."

Beni hatırlıyordu. Ama sanki hiç hatırlamıyormuş gibi hissettirmişti. Zaten insanı olmadığı gibi hissetirmekte çok başarılı değil miydi?

"Şimdi ise korkuyla bakıyorsun oysa sadece korkuyla bakmaman gerekirdi."

Yumruk yaptığı elini gevşettiğin de karanlık girdaplarının yüzümde gezindiğini hissedebiliyordum.

"Kimsin sen?"

Bu soruyu benim sormam gerekmez miydi? Ne ile suçlandığını bilmeyen zavallı bir kızdım. Hangi cevabı versem bana inanmayacaktı. Anlattıklarıma acındırıcı bir hikaye demişti. Ayağa kalktığında ona baktım.

"Sözlerimi tekrar etmekten hoşlanmam."

"Ne ile suçlandığını bilmeyen bir insanım."

Ancak bu cümle beni özetleyebilirdi.

Garip bir gülüş sunduğun da sertçe çenemi kavradı. Bedenimi geri çekmeme izin vermezken neye uğradığımı şaşırmıştım.

"Bedeli her ne olursa olsun hepinizin kökünü kazıyacağım, Akadistan'ı size dar edeceğim! Duydun mu beni!"

Çaresizce kirpiklerimi kırpıştırdığımda yanaklarımdan süzülen birkaç damla yaşın soğukluğu içimi ürpertti. Çenem sıkılmak tan uyuşmuştu. Evet ben suçluydum.

Evlenmek yerine kaçmayı denemeliydim, en başından beri Rosie peşinden gelmemeliydim. Kendime karşı suçluydum.

"Ağlamayı kes! Cevap ver!" dediğinde kemikli parmakları boğazımı kavramıştı. Acıyla gözlerimi kapadım. Öldürmekten beter eden bakışlarını görmek daha çok nefessiz kalmama sebebiyet veriyordu. Beni bu adamın elinden kurtaracak bir Dean yoktu. Tek başımaydım.

Beni öldürmek isteyen bu adamın yanında kendimi nasıl güvende hissedebiliyordum. Ben deliriyor olabilir miydim?

"Lüt....fen" kesik kesik söylediğim kelimeyi duyamayacak kadar gözlerini öfke bürümüştü.

Açılan kapı sesini duyduğumda "ZEYD!!" diyen sesin sahibi Amir abiydi. Onu duymuyor gibiydi tıpkı benim cansız parmaklarımın elini kavradığını hissetmediği gibi.

"Zeyd!!"

Boğazım da ki parmaklar gevşediğinde nefes almaya çalıştım. Parmakları yok olduğunda da öksürük krizi beni ele geçirmişti.

"Ne yaptığını sanıyorsun ahmak adam! Bizde kadına el kalkar mı!"

"Suçlu olduğunu biliyorsun!"

"Kesin bir bilgi mi? Suçlu olması el kaldırmanı gerektirmez. Sen bu kadar zaaflık göstermezdin."

"Kesin!"

"Belki Amman yanılıyor."

"O eksik bir bilgi vermez."

Parmaklarımı boğazımdan alıp koltuğa tutundum.

"Herşeyin kesin ve doğru olacak değil mi?"

"Öyle olacak, olmak zorunda!"

"Artık eski alışkanlıklarını bırak. Yeni bir haber gelene kadar da öfkeni kontrol et."

Sert bir nefes alışveriş sesi odayı doldurdu. Kim olduğunu tahmin etmek zor değildi.

"Nur'un o kişi olduğunu sanmıyorum. Şimdi karına iyi bak."

Acıyla kirpiklerimi araladım. Kapanan kapı sesiyle Amir abinin gittiğini anlamıştım.

Usulca ayağa kalktığımda dengemi kaybedecekken koltuğa tutundum. Kolumun nazikçe kavranması ile irkildim. Kolumu kurtarmak için güçsüz bir harekette bulunduğum da dirseğimi sert göğsüne geçirmek istedim.

"Yaslan bana."dediğinde kuruyan dudaklarımı ıslatıp zorla araladım.

"Buna gerek yok!"

Az önce beni neredeyse öldürecekti. Bu adam kendi içinde ne yaşıyordu.

"Merdivenlerden çıkarken zorlanacaksın."

"Zorlanmam ben, tek başıma çıkabilirim."

Kesik kesik nefes alırken merdivenlerden çıkmıştım. Kalbimi paramparça olmuş gibi hissetmem normal miydi? Ya ruhum sanki en sancılı döneminde gibiydi.

İçimdeki bu hislerin bir an önce defolup gitmesini istiyordum.

Bir insandan nefret etmek en son istediğim şeydi.

Amir abiyle konuştuklarını düşünmeyi es geçtim. İhtiyacım olan tek şey ailemdi. Annemin beni teselli etmesiydi.Dolabın içinde bulduğum anahtar ile kapıyı kitledim. Yatağa uzandığım da titrek bir nefes aldığımda dudaklarımdan küçük bir hıçkırık firar etti.

Kendi kendimi teselli etmeyi de iyileştirmeyi de öğrenmeliydim. Öğrenmek zorundaydım.

Kirpiklerimi araladım. Yutkunurken boğazımda hissettiğim acıyla gözlerimi kapadığımda doğruldum.

Tekrar gözlerimi açtığımda odanın bu kadar karanlık olmasını beklemiyordum. Onun odasında olduğumu fark ettiğimde endişeyle etrafıma bakındım. Yatağa uzanmadan önce kapıyı kilitlemiştim nasıl açmış olabilirdi ki? Peki beni buraya nasıl getirmişti. Bütün bunlar olurken ben nasıl uyanmamıştım.

Yataktan çıkacağım sırada kapının açılması ile parmaklarım başörtümü bulmuştu.

Zeyd denen o adam.

"Nasılsın?"

Sorduğu soruyu duymazdan geldim. Aksi bakışlarım onu bulduğunda gözlerinin fırtınası dinmişti.

"Neden buradayım?"

Pencereye doğru ilerleyip perdeleri açtı.

"Ablam seni görmek için gelecek bu yüzden buradasın."

"Kendi odam da kalabilirdim."

Konuşurken sesim sıkça kısık çıkıyordu. Odaya dolan güneş ışıkları gözlerimin kamaşmasına sebep olurken kitaplığına doğru ilerledi.

"Evli insanlar aynı oda da kalırlar."

Bir şeyden de geri kalsa şaşırırdım. Çok bilmiş sanki onun bildiğini ben bilmiyordum.

Raftan kalın bir kitap alarak hızlı adımlarla odadan çıktı.

...

Acımı gizlemeye çalışarak tebessüm ettim.

"Sanırım bu tepenin havası bana pek iyi gelmedi."

Gülümsedi.

"Öyle galiba yoksa Zeyd sana iyi bakmıyor mu? Eğer öyle ise kulağını çekerim."

Hep yanımda olacağını bilmek bana iyi hissettirmişti.

"Kulağını çekmene hiç gerek yok bana iyi bakıyor."

Küçük bir kız çocuğuyken yalan söylediğimde hemen peşinden doğruyu söylerdim. Vicdanım yalan söyleyip o yalana devam ettirmeye izin vermezdi. Hiç yalan söyleyemezdim.

Büyüdüğümde daha kolay yalan söyler hale gelmiştim oysa yalan söylemekten nefret ederdim.

Büyüdükçe insan vicdanını mı kaybediyordu. Yoksa günah insanı kirlettikçe o kirliliğe alışıyormuyduk.

"Elbette o da her insan gibi bazen çekilmez oluyordur."

Gülümseyerek ona baktım. Sanki dünyada ki bütün tatlılık bu kadın da toplanmıştı.

"Ahsa çocuklar nerede?"

"Neredeyse uutuyordum sana çok selam söylediler. Amir abin onlara küçük bir ceza verdi."

"Neden?"

"Biliyorsun okula gidemiyorlar kendi başlarına da ders çalışamıyorlar. O yüzden şuanda ders çalışıyorlar."

"Ne güzel bir ceza."

"Birde onlara sor."dediğinde ikimizde gülümsedik.

"Evde ders çalışmak onlar için bir ceza okula gidip ders çalışmak istiyorlar ama."

Sözlerine devam etmezken odaya çöken hüzünle ayağa kalktı.

"Ben yine gelirim ama bu defa sıra sende."

"İnşallah."

"Allah'a emanet ol"

"Sende"

"Gitmeden önce Zeyd'in kulağını çekeyim."

Gülümsedim.

Buruk bir gülümsemeydi.

Kendini çıkmazlara sürükleyen genç bir kızın acı tebessümüydü.

***

 

"Ne ile suçlandığımı hâlâ bilmiyorum."

"Sana suçlusun demedim."

Tok, kurşun geçirmez sesi sükunet bürümüş olan odaya yayıldığın da nefesimi yavaşça bıraktım.

"Dün boğazımı sıkan parmaklarınız bana öyle hissettirdi."

Beni öldürmeye kalktın diyemedim.

Zifiri gözleri can alıcıydı. Yüzünde belli belirsiz bir ifade geçip giderken bir adım atarak tam önümde durdu.

"Hisler insanı kimi zaman yanıltır,eğer hissetseydin.."

Sustu.

Onu susturan ben değildim.

Kendi kendini susturmuştu.

"Odanın kapısını da bir daha kilitleme."

Sabır dilercesine nefes aldım.

"Size güvenmiyorum!"

Maalesef canıma kast eden bu adam hâlâ güveniyordum.

"O senin problemin."

Aynı ses tonu oda da buz etkisi yaratırken kendine has büyük adımlarla yanımdan rüzgar misali geçip gitti.

"Hisler insanı yanıltır, eğer hissetseydin.."

Eğer gerçekten yanılmadan hissetsem ne olurdu. İyi bir adam olduğunu mu anlardım iyi de hiç bir zaman kötü bir adam olduğu fikri aklıma gelmemişti. Tüm bunları yapmasın da ki amacını mı anlardım. Beni öldürmek istememiş miydi? Yanılmadan hissetsem ne olurdu ne değişirdi.

Dünü geçtim en başından beri bana öldürmek ister gibi bakmıyor muydu?

Hâlâ bu adam hakkında nasıl iyimser düşünmeye çalışıyordum.

* * *

Uzun süredir araladığım pencerenin hemen yanında ki koltukta oturuyordum. Yüzümü sertçe okşayan rüzgar ve soğuk hava kışın gelmiş olduğunun habercisiydi. Dün onu hiç görmemiştim. Bu benim için iyi oluyordu. Ondan uzak durmak her yönüyle benim aleyhimeydi.

Onu ilk gördüğümde o kargaşanın içinde tekrar görebilmek için bir çaba sarf etmesem zaman zaman aklıma gelmişti. Aklıma geleni; düşünmeyi, hayal etmeyi reddetmiştim.

Oysa şimdi gelip beni bulmuştu.

Onu yeni tanımış olsam bile sanki hep var gibiydi. Bunu yine reddetmeyi seçtim. Bir rüya gibi düşünmeliydim, hatırladıkça görmek istemediğim bir rüya gibi. Yüzümü avuçlarımın içine alırken dudaklarımı aralayarak derin bir nefes verdim.

 

Ahsa'nın bu saatler de meşgul olduğunu düşünmüyordum. Geçen beni evine davet etmişti.

O, gelene kadar Ahsa'nın yanına gidip gelebilirdim.

Üzerime kalın bir hırka alıp bahçeye çıktım. Rüzgar oldukça sertti. Üzerimde hırkaya sarılarak kollarımı birleştirdim. Ufak bir çıtırtı duyduğum da endişe ile başımı evin arka tarafına çevirdim. Dağın başıydı çıtırtının sahibi vahşi bir hayvan olabilirdi.Belki de başka birşey? Her seferinde aklıma en kötüsünü getirmem benim açımdan daha iyi gibi geliyordu. Koşarak birkaç adımda evde olabilirdim. Ya da ona dakika sonra Ahsa'nın evinde. Aklıma gelen şeyle kalbim tekledi. Kapıyı öylece kapatmıştım ve yedek bir anahtarın var olup olmadığına dair en ufak bir fikrim yoktu. O gelene kadar Ahsa'nın yanında kalmam daha iyiydi. Tek yapmam gereken bütün gücümü toplayıp koşarak Ahsa'nın evine gitmekti.

 

Duyduğum ikinci çıtırtı ile açık kahverengi asıl bir at karşımda duruyordu. Rahatlarken derin bir nefes aldım. Rüzgar da salınan yeleleriyle bana doğru gelip önümde durduğunda geri çekildim. Küçük korkularımı hiçe sayıp dokunabilirdim. Oldukça mesafe bırakarak yüzünü okşadığım da gözlerini kapayıp açtı. Fazlasıyla sevimli ve asildi.

Parmaklarım yumuşacık tüylerin de gezintiye çıkmıştı.

"Ne kadar da sevimlisin, bir adın var mı senin?"

Sorduğum soruyla kendime gülmek istedim. Bu kadar bakımlı olduğuna göre bir sahibi olmalıydı. Eğer benim atım olsaydı ona Asil diye isim vermek isterdim.

"Asil, bu isim sana çok yakıştı."

Söylediklerim ile başını hareket ettiğinde elimi geri çeksem de tekrar uysal bir hâl alınca yüzüne dokundum.

"Onun zaten bir ismi var, ikinci bir isme ihtiyacı yok!"

Zeyd denen o adam.

Tahmin etmeliydim.

Ona yüzümü dönene kadar atın yularını kavramıştı.

"Hamra, kızım o bir yabancı."

Zemheri bakışlarında ki soğukluk sesine de yansımıştı.

Ciddi olmazsın dememek için kendimi zor tutmuştum.

"Galiba evimde kaldığı için onu bir yabancı olarak görmüyorsun."

Onun atı ile konuşmasını garipsemiştim. Başını hareket ettiren at bir kaç adım attığında tedirgin bir şekilde geri çekildim. Derin bir nefes alırken ters bir bakış atmayı ihmal etmemişti.

"Daha ne kadar rol yapacaksın."

Anlam vermeye çalışan bakışlarım onu buldu.

"An... anlamadım."

Anlamak istercesine duraklayarak teleffuz etmiştim. Başını iki yana olumsuzca hareket ettirdiğinde bakışları tehlikeli ve suçlayıcıydı.

Düşüncelerim öyle bir soğuk savaşa girmişti ki sanki hiç son bulmayacak gibiydiler. Suçlu olduğumu düşündüğü için rol yaptığımı var sayıyordu.

Kaşlarımı çatıp dudaklarımı araladım.

"Artık suçlayıcı tavırlarınıza bir son verir misiniz!"

"Aramızda resmiyet yok dediğimi ve senin de bunu kabul ettiğini hatırlatmama gerek var mı?"

Beni öldürmeye çalışan bir adama daha nasıl hitap edebilirdim. Buradan kaçmamak için beni tutan tek sebep nereye gideceğimi ve beni daha nelerin beklediğini bilemememdi. G.Ü.B'in askerlerinin eline tekrar esir düşmek benim felaketim olurdu.

"Benim için yabancısınız."

"Unuttuğunuz bir şey var hanımefendi ben sizin eşinizim, sana asıl yabancı olan benim haricimde ki herkes."

Çatık kaşlarım ahenkle yerini bulduğunda bakışlarım atın yularını tutan kemikli iri parmaklarını buldu.

Buna verecek çok cevabım vardı ama cevap vermemeyi tercih ettim. Arkamı dönüp yürümeye başladığımda

"Nereye gidiyordun?" sorusuna kulak asmadım. Arkamdan gelen adım sesleri hemen önümde son bulduğunda aniden durmak zorunda kalmıştım.

"Sana bir bir soru sordum!"

İşte bu ses tonu bana bir gün önceyi hatırlatmıştı. Bu ses tonu katlananılmazdı.

"Ahsa'nın yanına."

Tek nefeslik bir gülüşle dudakları yukarı kıvrıldı. Neydi bu gülüş.

Geceyi aydınlatan aydan bir parça mı?

Ya da daha fazlası. Beni öldürmeye çalışan bir adamın gülüşünü ayın parlaklığına benzetecek kadar kafayı yemiş miydim!

"Gerçekten gidebileceğini düşünüyor musun?"

Hırçın bir sesle konuştum.

"Neden gitmeyeyim!"

Bu kadar ürkütücü bakmak zorunda mıydı? Elimde olsa o karanlık girdabı andıran gözlerine mil çekerdim.

"Tam olarak suçlu olmayabilirsin ama bu suçlu olmadığın anlamına gelmiyor. Bu sebeple gözetimim altındasın."

Gözlerim irice açıldı. Yine tutsak olmuştum. Hapishaneye mi atacaktı ya da karanlık hücreye, çaresizlikle yutkundum.

"Nasıl?"

"Evden dışarı ya adımı dahi atmayacaksın!"

Nefes dahi almayacaksın der gibiydi.

"Suçsuzum! Masum birini bunlara maruz bıraktığın için pişman olacaksın."

"Dean denen ona general ile konuşman bile suç! Ve inan ki pişman olmak beni mutlu eder."

Dean general olduğunu nereden biliyordu. Pişman olduğu için neden mutlu olacaktı ki?

"Pişman olmak seni ne diye mutlu etsin?"

Gülümsedi.

Kalbimin teklemesine engel olamadım.

"İnsan pişmanlığı kötü bilir fakat pişmanlık insana çok şey öğretir. Yeni şeyler öğrenmek de beni mutlu eder."

Sorduğum soruya cevap vermesi oldukça yol kat etmiş olmasına işaretti. Sesinin yumuşaklığını es geçemezdim.

"Şimdi eve git ve bir daha da çıkma!"

Birkaç dakikalık yumuşaklığın yerinde artık yeller esiyordu.

"Ama, Ahsa beni davet etmişti."

"Eve git!"

Kirpiklerimi kırpıştırarak gözlerine baktım. Ölüm gibiydi.

Masumum diye bağırıp tepeyi sesimle inletmek istedim. Sanırım tek suçum beni öldürmeye çalışan bu adamın gülüşünden etkilenmemdi. Bana her hareketi ile zarar veren bu adamdan uzak durmalıydım.

***

İki buçuk haftadır, evden dışarı adım dahi atmama izin vermediği gibi camdan bakmama bile müsade etmiyordu. Gerçekten de gözetimi altındaydım. Her hareketimi dikkatle izlediğine de emindim. Bakışlarımız her kesiştiğinde sakin durmasına rağmen gözlerin de her an öfke vardı.

Ve öfkesinin tek sahibi bendim. Aradığı kişi her kimse büyük bir suç işlemişti. Zaruriyet harici hiç konuşmuyorduk, doğrusu bu da benim işime geliyordu.

Önünde yığılı olan kitapların içinde kaybolmuş gibiydi. Elinde ki kalemi ahenkle hareket ettiriyordu. Ne yaptığına dair hiç bir fikrim yoktu.

Teni esmerdi. Saçları kahverengi tonunda olsa da daha koyuydu, siyah gibiydi. Gözleri ise kahverenginin en koyu tonuydu. Kaşları kalın ve biçimliydi. Keskin kirpikleri oldukça uzun olmakla bir kılıcı andırıyordu.

Sakalları yeniydi.

"Otur da öyle süz, yorulursun."

Kalın sesi kulaklarıma çalındığında ona dalıp gittiğimi yeni fark etmiştim. Utangaçlık bütün bedenimi ele geçirmişti. İçten içe kendime kızıyordum kendime kızmamın artık bir faydası yoktu. Gergin yüz hatlarında hafif bir gevşeme olsa da anında eski gerginliğine geri dönmüştü. Utangaçlığımı gizlemekte pek başarılı olduğum söylenemezdi.

"Sana bakmıyordum, saate bakıyordum."

En başından beri amacım saate bakıp oturma odasından çıkmaktı. Gözlerim büyük bir gaflete düşmüştü.

Dudaklı yukarı kıvrıldı. Ben ise içime.

Kendine gel Nur!

"Anlıyorum, bakmak hakkın sonuçta eşinim."

Eşimmiş!

"Eşim mi? Gerçek bir evlilik olmadığını hatırlatma gerek yok."

Sürekli dile getirmesi canımı sıkıyordu. Çehresi her zaman ki ifadesizliğini koruyordu. Bir insan hiç mi tepki vermezdi. Az önce dördüncü kez gülüşüne daha yeni şahit olmuştum. Sanırım mimiklerini kullanmadığı için kolay kolay yaşlanmazdı.

Cevap vermemişti. Özlü bir söz ya da gün boyu susmamı sağlayacak bir söz söylememişti. Bakışlarım durgun yüzünü buldu. Doğrusu yakışıklı adam.

"Karşına geçip oturayım öyle daha net süzersin."

Bu sefer sesinde alay yoktu. İçimde sebepsiz bir dinginlik yer etmişti.

"Sana bakmıyorum dedim ya düşünüyordum."

Yavaşça ayağa kalkıp masanın üzerinde ki kalın kitabı aldı.

"Dean mı düşünüyordun?"

Zemin de ki bakışlarım şaşkınlık ve anlamsızlık ile onu buldu. İfadesi ciddiydi.

"Sana bakarken mi?"

Elimde olsa ufak bir çığlık eşliğinde bulunduğum yerden zıplayarak ellerimi koltuğa geçirip ne dediğimin hesabını yapardım.

Hafif bir tını ile güldü.Bu beşinci gülüşüydü.

Deyim yerindeyse yerin dibine girmiştim. Bir saniye ben onun kaç defa güldüğünü de mi saymıştım!

"Anlaşıldı, sorumun cevabını da aldım."

Arkasına dönüp merdivenlere doğru ilerledi. Parmaklarım koltuğun kenarını kavradığında başımı geriye doğru attım.

Düşüncelerimi dile getirmem için bana böyle bir soru mu yöneltmişti.

Bu adamdan korkulurdu.

Birkaç dakika sonra koltuktan kalktım. Koşar adımlarla pencereye ilerleyip camı açtığımda odaya hücum eden soğuk hava çok iyi gelmişti.

Beni öldürmeye çalışan bu adama karşı kalbimin verdiği tepkiler ne kadar normaldi. Poyraz'a karşı bile böyle hissetmemiştim.

Poyraz, aile dostumuzun oğluydu. Liseye giderken hoşlanıyordum ve bu hoşlantı zamanla son bulmuştu. Bir hasar vermeden gelip geçmişti.

...

Ailemin benden haber alamıyor oluşu ve benim için ne kadar endişelendiklerini düşünmek tarifsiz duygulara sürüklenmeme neden oluyordu. Bütün bu tarifsiz duyguların üzerine özlemleri de eklenmişti.

Neredeyse üç ay olmuştu.

Bahçeden gelen nal sesi ile onun gelmiş olduğunu düşünmüştüm. Nereden geldiğine dair bir fikrim yoktu. Birkaç dakika hareketsizce oturup onun eve girmesini bekledim ama onun yerine bahçeden gelen acı bir at kişnemesi ile pencereye doğru ilerdim. Topallayarak uzaklaşan yaralı atı durdurup durdurmamam gerektiği konusunda tereddüt etsem de atın içimi burkan görüntüsü tereddütlerime son vermişti.

Dış kapıyı kilitlemediğini ümit ediyordum. Kapıyı açıp dışarı çıktığımda kilitlememiş olmasına hayret ederken arkamdan kapanan kapıyla irkildim. Yine dışarı da kalmıştım. Ahsa'ya gitme fikri benim açımdan hiç iyi olmazdı. Kaçmış olduğumu düşünebilirdi. En iyi fikir onu yaralı atı ile birlikte beklemekti.

Uzaklaşan ata doğru hızlı adımlarla ilerledim.

"Hamra."

Elbette atın dönüp bana bakmasını ya da durması beklemiyordum. Hızla atın önüne geçtiğimde gözlerinden akmış olan yaşı fark ettim. Ne olmuştu da böyle yaralanmıştı. Hayvanları bu şekilde savunmasız görmek beni çok üzüyordu.

"Sen nereye gittiğini sanıyorsun!"

Şiddetli gök gürültüsünü andıran sesi bahçeyi kaplarken dalda kendi halinde duran kuş havalanmış, ilerleyen ay bile durmuştu.

"Ben-"

"Sen ne! Yokluğumu fırsat bilerek dışarı nasıl adım atarsın!"

Kelimeleri bütün bedenimi kaosa sürükledi.

Korktum.

O günden daha da öfkeliydi.

Yüz hatları tamamen gerilmişti.

Gözlerinde saf öfke vardı.

"Atın gidiyordu ve -"

Kolumu sertçe kavradığında yüzümde hissettiğim yakıcı nefes yutkunmama sebep oldu.

"Benim atım sınırlarını bilir! Sende bileceksin! Anladım mı beni!"

Parmakları kolumu daha da kavrayıp sıktığında dişlerimi birbirine kenetledim. Gözlerim buğulanırken gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmemeye yeminli gibiydiler.

"Anladın mı dedim!"

Fırtına da ki gök gürültüsü bile daha merhametliydi. Başımı onu onaylarcasına hareket ettirdiğimde sertçe kolumu bıraktı.

Titrek bakışlarım çehresini buldu.

Bu bakışlar dünyada ki herşeye meydan okurdu.

Korkusuzdu.

Karamsarlıktan eser yoktu.

Issız ve hoyrattı.

Sadece bir an beni anlamak ister gibi baktı. O kadar kısa bir andı ki gözlerinde öyle bir ifade görmesem yanıldığımı düşünürdüm.

"Bir daha kine ne titreyen bedenin ne de o bakışların seni elimden kurtarabilir! Kanını akıtırım!"

Kirpiklerimi kırpıştırarak gözlerine baktım.

"Bakışlarım mı?"

Sayıklar bir dilde söylediğim kelimelere bir cevap vermeden eve doğru ilerdi. Açık olan kapıyı görmem ile şaşırdım. Kapı hemen ardımdan kapanmıştı. Evde olmadığını düşündüğüm zaman zarfında o evde miydi?

"Kanını akıtırım" ne demekti.

Seni öldürürüm demenin dolaylı yolu muydu? Bu sözü hakedecek kadar ne yapmıştım. Ne suç işlediğimi bir de bana söylese belki bu kadar ağır

sözleri söylemesine gerek kalmayacaktı.

"Hamra, o yaralı o yüzden dışarı çıktım sizin evde olmadığınızı düşündüğüm için."

Durması ile kesik bir nefes aldım.

Aniden durmasında bile bir mana var gibiydi. Ben bu kadar heybetli bir adam görmemiştim.

Omuzlarının üzerinden baktı.

"İçeri gir!"

Kaskatı kesilen bedenimle yürümeyi unutup sonradan hatırlamış gibi eve doğru ilerledim.

 

 

 

 

 

Bölüm : 22.11.2024 14:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...