Benim için bu kurgu cok uzun soluklu olmayacak kadar naif ve sevda dolu olacaktı. İstediğimi yansıtabilmiş olmanın haklı gururunu yaşıyorum, tahmini 5 6 bölüme final yaparım. Ancak yavaş yavaş yeşeren bir sevda işlemek istediğim için Halil ve Ahsen hikayesine başlayacağım daha çok çerezler tadında, ama onu da geçmişten geleceğe, zaman atlamaları ile büyüyen bir ağaç gibi yazmak istiyorum tabi nasip bakalım. Suna Behçet konusunu soranlara, o daha farklı bir kurgu ve olaylı, Suna'nın sabrı Behçet'in ağır havaları falan derken, bir bölüm yazıp paylaşacağım ama ilerletmem yavaş olur gibi...gelen sorular bu ikisi adına çok olunca toplu bir cevap olsun dedim:)1
Eee heyecanla kavuşmayı bekleyen bir gelin damadımız var, buyurun o halde
Güz kendini kışa bırakıyordu. Zemherinin ayak sesleri vardı havada, yağmurun pencereye vururken çıkardığı sesler bile bunun işaretiydi. Güneş çoktan kayıplara karışmış yerini bulutlu bir gökyüzü almıştı.
Akşam namazı çoktan okunmuş, yatsıyı bekliyordu yeni gelin. Daha birkaç saatlik bir gelindi, titremeleri artarak çoğalmış, sabah ki halinden de beter bir duruma girmişti. Rüya gibi bir gün yaşamıştı, ne yaptığını ne dediğini hatta yürüdüğü yolu bile fark etmemişti. Bir de şu titremeleri olmasa...
Kına gecesinde, köyde ki kızlar yanında kalmış saatlerce sohbet edilmişti. Konu ne kadar Zehra ile Seyyid olsa da, çoğu konuşmaya bile katılmamıştı genç kız. Uyursa biraz olsun heyecanı diner diye ummuş ve baba evindeki yatağına son kez kıvrılmıştı. Ancak sabah gözlerini açtığında, bedeninde ki heyecandan eksilme olmamış, aksine daha da çoğaldığını düşünmüştü. Gelin olacak diye hiçbir işe el sürdürülmemiş, bir köşede oturup eli kalbinde kendini rahatlatmanın yollarını düşünüp durmuştu.
Eve misafirler gelmeye başladığı an kendine gelmiş ve odasına girip hazırlanmaya başlamıştı. Tam da Hatice bu ara gelip, heyecanına gülüp, teskin edici sözler söylemişti. 'Sevdiğini düşün, artık hep onun yanında olduğunu düşün' ancak Zehra bunları düşündükçe daha da heyecanlanmıştı. Zaten bunlar değil miydi, onun elini ayağını titreten.
Kirpikleri bile titreyip, bedeni histerik bir şekilde titreyince, dizlerini daha fazla tutamadı ve çöktü olduğu yere.1
Hatice'nin muzip bir gülümseme barındıran yüzü bile düşmüştü, arkadaşının bu haline. Bu kadar heyecan yapacağını beklemiyordu, herkes heyecanlanırdı. Kendi de heyecandan yerinde duramadığını hatırlıyordu...ama Zehra.
Zehra çok seviyordu, içinde barındırdığı hisleri o kadar çoğalmıştı ki, bedenini aşıyor, bulunduğu yere ondan izinsiz dağılıyordu. Duyguların yoğunluğu, yaşadıkları stresli günler ve tabi ki aşamadığı utangaçlığı. Hepsinin getirisi düğün günü titremekten ayakta bile duramayan bir gelin.
Üstünde ki gelinliğine bakarak kendini tekrar sakinleştirmeyi denedi.
Fatma annesi, zamanında kendine nasip olmayan beyaz elbiseyi vermişti ona, yıllardır sandıkta tuttuğunu, bir gün vakti geleceğini düşünüp sakladığından bahsetmişti. Ne ilk gelinin de gelmiş aklına ne de başka bir zaman diliminde, yani öyle söylemişti laf arasında. Ancak üç gün sonra düğün olacak denildiği an, sandığı açmış ve sanki vaktinin geldiğini anlayan elbise kendini gösterivermişti. Hatice'nin terzilik becerileri ile Zehra'nın üstüne göre ayarlamaları yapılmış ve belki de kavaklı köyünün en sade ama en güzel gelini olmuştu. Yengesinin saçına yaptığı ufak dokunuşlar üstüne tutturduğu duvağı ve yüzü kapanacak şekilde örtülen kırmızı tül.
Evin içinde, dışında, avluda gelini gören herkes güzelliği karşısında bir nefes alışını kaçırıyordu. Ne zaman davul sesi geldi uzaktan, Zehra'nın kalbinin sesi doldurdu odayı. Ağlaması gerekiyordu, annesi köşede gelin olacak kızı için gözyaşı döküp, babası vedalaşmak için yanına buğulu gözleri ile geldiğinde bir kaç damla da olsa gözyaşı dökmek istemişti. Olması gereken buydu, çevresi misafirler ile sarılmışken ağlamak için zorladı kendini. Elbette üzgündü, içinde hüzünlü kalan bir tarafları vardı ama ağlamak şu an yapacağı en son şey bile değildi, lakin bedeni, ruhu, kalbi depremlere tutulmuş, gözleri sadece bir kişiyi arıyordu.
Abisi çatallı üzgün sesiyle konuşup, kuşak mı bağlamıştı.
Diğeri 'her zaman yanındayız' mı demişti
Sahi diğer abisi niye gelmemişti yanına, hâlâ kızgın mıydı düğün çabuk oldu diye
Yengeleri ağlayarak mutluluklar mı dilemişti
Babası, misafirlerden uzak bir köşede çaktırmadan gözlerini mi siliyordu
Annesi, kapının önüne çökmüş hem ağlayıp hem arkasından dua mı ediyordu
Büyük bir uğultu vardı genç kızın kulaklarında
Heyecan sevinç mutluluk hepsi karışmış ve yaşadığı an'ı bir başkası yaşıyormuş gibi yabancı kalmıştı.
Abisinin kolunda çıkmıştı kapıdan galiba, hatırlamıyordu. Ata binmişti, karanfillerle süslenmiş beyaz bir at
Ne kadar yol gidildi bilmeden, düğün alayının sesi davulu bile bastırmışken, atın üstünde sakinleşmeye çalışıyordu.
Elini kalbine koydu, bugün kaçıncı kez yaptığını bilmeden, avucunun içiyle vurdu kalbine "sakin ol" dedi "lütfen sakin ol" dinler gibi oldu sanki, biraz yavaşlattı hızını. Bunun rahatlığı ile dakikalardır kapalı olan gözlerini açtı Zehra ve kalbi tekrar hızlandı hem de öncekine oranla daha fazla.
Gözünü açtığı an, yerini bilirmiş gibi takılı kaldığı kuyular yüzünden. Üstüne giydiği pantolon yelek takımı, damat tıraşı olduğu belli olan yüzü ve derin gülümsemesi ile ona bakan kocası...
Seyyid, atın yanına yaklaşıp, sevdiğini belinden tutup indirmiş ve koluna girmesini sağlamıştı. Duvağın gerisinden onu izleyen bir çift zeytine bakarak fısıldamıştı.
Şimdi yeni odasında oturmuş yatsı ezanını dinlerken düşünüyordu Zehra, sisli bir şekilde yaşadığı günü. Yağmurun pencereye vuran damlalarını, yavaşça aheste aheste inerek kaybolmalarını.
Birden gözü, ilerideki çiçek tarlasında gezindi. Nikah kıyılırken de, erkekler ortada harmandalı oynarken de, küçükleri yamacında onunla konuşmaya çalışırken de, düğün boyu gözü hep çiçek tarlasındaydı.
Seyyid, yanında otururken heyecanını anlamış, gözleri ile teskin edip, rahatlaması için çabalamıştı ama bilse adam ona böyle büyük bir aşkla bakarken, Zehra daha da heyecanlanıyor, yapar mıydı acaba?1
Akşam ezanı ile Hatice, sağdıcı olarak Zehra'yı yeni gelin odasına getirmiş. Biraz yemek yemesi için ikna etmeye çalışmış, rahatlaması adına konuşmuştu uzun uzun. Sakinleşmesi için dil dökmüş, böyle giderse düşüp bayılacağını bile söylemişti. Yatsı ezanı okunmaya başladığı an da çıkmıştı odadan, 'Seyyid abiye Allah sabırlar versin' diyerek de mırıldanmıştı giderken. Dış kapıda kocası ile sohbet eden yeni damata bakıp hayırlı olsunlar dileyip uzaklaşmıştı gülerek.1
Zehra, bulunduğu küçük odada, yer döşeğinin etrafında dolaşıp duruyor. Bir iki adımlık mesafede dönüp, derin derin nefesler alıyor ve tüm gün yaptığı gibi kalbiyle tartışıyordu. 'Sakin ol kalbim, rezil etme beni yârime, sakin ol'
Dış kapının sesini duyduğunda durdu, arkasını döndü kapıya, yüz yüze gelmek bile kalbini durduracaktı.
Seyyid yüzünde eksilmeyen gülümsemesi, hasretlerle yanan yüreğinin telaşı ile açtı odanın kapısını. Bir besmele çekip attı sağ ayağı ile ilk adımını, ona arkasını dönmüş heyecandan titrediğini bildiği gelinine bakarken büyüdü gülümsemesi. Tüm gün ne halde olduğunu fark etmiş, rahatlatmak istemişti ama sevdiceği o kadar kapatmıştı ki kendini, anlamamıştı adamın yaptıklarını.
"Zehra'm" deyip, koluna tutundu ve çevirdi yavaşça kendine doğru
"Çiçeğim" duvağın gerisinden görmeye çalıştı gül yüzünü, biliyordu gelininden ses gelmeyecekti, devam etti
"Yârim" diyerek, tuttu duvağın ucunu ve açtı yavaşça. Yanakları kızarmış, açılmış gözleri ile bakan genç kızı izledi bir süre. Haberi var mıydı, bu kadar güzel olduğundan, saatlerdir sakinliğini koruyan adamın kalbi de hızlanmıştı işte. İki heyecanlı yürek, titreyen iki çift göz kaybolmuştu birbirinde...
"Hasretim" sözüyle dudaklarını bastırmıştı, karısının alnına. Derin bir nefes çekmişti ciğerine, yılların verdiği özlemle.
"Sevdam" diyerek de sarmıştı kollarını omuzlarından. Tamamdı Seyyid, yıllarca burada böyle kalabilirdi.
Yeter ki, kolları arasındaki kadın hep olması gerektiği gibi göğsünde yaslı kalsındı.
Zehra, tek kelime edecek gücü bulamıyordu, nefes alması bile mucizeydi ona kalsa. Ama Seyyid'in her bir kelimesi, kalbinin kilitli odalarını açmış, heyecanına soğuk sular atmıştı. Başını yasladığı geniş bedenle, kulaklarının duyduğu kendinin olmayan kalp sesiyle rahatlamıştı sanki. O da heyecanlıydı, aynı kendi gibi. Seyyid sakin durmak için çabalıyorsa, ben de sakin olmalıyım diye söylendi ve iki kenarda duran kollarını kaldırıp, kocasının sarılışına karşılık verdi.
Ne kadar kaldı yeni evli çift o şekilde bilinmiyordu. Dışarıda bardaktan boşalırcasına yağan yağmur, içeride ayakta birbirine sıkıca tutunmuş iki beden. Yavaşça ayrıldı adam, kendi bırakmasa kadının bırakmayacağını biliyordu.
"Aç mısın Zehra'm?" dedi, iki eli, iki gül yanakta iken. Başını iki yana salladı kadın, herhangi birşey yiyebileceğini düşünmüyordu.
"Düğün yemeğini yemedin, gördüm çiçeğim. Ben birşeyler hazırlayım sana hemen, aç aç uyulmaz" deyip kapıyı açtı adam.
"Uyumak derken" diye fısıltı gibi bir kelime döküldü genç kızdan, şaşkınlıkla baktı giden adamın arkasından. Daha ne olduğunu anlamadan, kapanan kapı açıldı tekrar
"Gülüm, bak şu çekmece de sana aldığımız o kalın pijama takımlarından var. Hani kadın bunlar sıcak tutar yeni çıktı diye göstermişti ya. Ben gelene kadar giyin sen onları, hava soğuk üşüteceksin böyle"
Ve tekrar gitti adam, arkasından da kapamıştı kapıyı
"Kalın mı...pijama mı..üşür müyüm...ama bu gece-" heyecanı yerine şaşkınlığa bırakırken öylece kapıya bakıyordu Zehra.
İki gün önce köyde kurulan bir pazar da görüp almışlardı o pijamaları, kadın satıcı yeni evleneceğini duymuş biraz tuhaf şeyler satmıştı. Fatma annesi hiç düşünmeden almıştı da, Zehra görünce bile utanmıştı, nasıl giyeceğim derdine düşmüştü. Parayı ödemek için Seyyid geldiğinde, kalın pijama takımlarını görmüş almıştı Zehra'ya. Satıcı, Zehra'ya dönüp fısıldamıştı "aman bu adam seni pek düşünüyor yine de sen ilk gün koyduğum beyaz geceliği giy, sakın bu kalınları giyeyim deme" deyip göz kırpmıştı.
Şaşkınlığını da kaybolan heyecanın yanına koyup, gelinliğini çıkardı ve kocasının sözünü dinleyip giydi puf puf kalın olan pijama takımını. Biraz kilolu mu durmuştu sanki, saçlarını gelişi güzel toplamaya çalışsa da olmamış mıydı?
Uzun bir süre bekledi adam gelir diye ama yok, bir merakla açtı kapıyı. Fatma annesi bugün çocukları da alıp bir akrabalarında kalacağını söyleyerek gitmişti. Yavaş adımları ile sessizliğin kapladığı evde yürüdü. Bir an için Seyyid bırakıp gitti diye düşünüp telaşlandı bile, ta ki mutfağın cılız ışığını görene kadar. Pencere kenarında ellerini semaya açmış dua eden adamı görünce, bir gülümseme belirdi çehresinde ve gamzesi bugün ilk defa gösterdi kendini. Belli ki üstünü o da baska odada değiştirmiş, namaz kılmıştı.
"Seyyid" diye seslendi, avuçlarını yüzüne kapatan adam kalktı olduğu yerden ve geldi kızın yanına
"Zehra'm sen rahat değiştir üstünü diye bekliyordum" gözleriyle süzdü kızı baştan ayağa, haylaz bir gülümseme ile bu sefer beline sardı kollarını
"Puf puf olmuşsun hatun" genç kızın gülen yüzü, tam düşecekken hatun kelimesi ile tekrar yerine geldi. Acaba satıcı kadının dediklerini mı giymeliydim diye geçti bir an aklından ama kocasının kızgın gelen sesi ile çıktı daldığı düşüncelerden
"Niye çorap yok ayağında, patik falan. Hadi otur sen sofraya ben geliyorum hemen"
Kenara konmuş, düğün pilavını ve sıcak çorbayı görünce açlığı aklına gelen Zehra, sakince kıvrılıverdi sofranın başına. Adam bir yandan söylenerek, hızlıca giriş yaptı tekrar mutfağa
"Hasta olacaksın çiçeğim, uzat ayağını" deyip önce bir çift kalın çorap üstüne daha da kalın mor örgü patiklari giydirdi kızın ayaklarına. Zehra ne düşüneceğine bile bilmiyor, sadece adama ayak uydurmaya çalışıyordu. Tüm gün onu histerik krizlerine sokan heyecanın yerini çoktan yeller almış. Biraz şaşkınlık ve merak taht kurmuştu bedenine.2
Birazdan fazla birbirlerini izlediler yemek boyunca.
Ne kadar Zehra toplamak istese de izin vermedi adam, gönderdi onu odaya kendi topladı sofrayı.
Zehra yer döşeğinin bir ucuna oturmuş, dizlerini kendine çekmiş öylece kenardaki çeyiz sandığını izliyordu. Elinde bir kaç odun parçası ile giren kocasını görünce, bir telaşla kalktı ayağa.
"Şunları da atarsak tüm gece sıcak kalır oda" normalde bu kadar konuşmazdı Seyyid, ama sevdiceği alışsın heyecanı dinsin diye ayrı bir efor sarfediyordu.1
Sobayı kapatıp döndü karısına, onun ayakta hazır ol modunda bekleyen haline bakınca güldü, tutamadı kendini ufak bir de kahkaha attı. Üstünde yumuşak kalın bir pijama, kabarmış saçları, irice açılmış gözleri ve ayağındaki kalın patikler ile yeni doğmuş kuzulara benziyordu. Fazla tatlı, fazla masum ve fazla pofuduk.
Yavaşça yaklaşıp elleri ile okşadı saçlarını, uçlarındaki bukleleri sevdi tek tek. Yer döşeğinin kalın yorganını açıp girdi içine, ayakta hâlâ olduğu yerden kıpırdamayan kızı görünce bir kahkaha daha attı, elini kapadı yüzüyle adam. Böyle yaparak karısını kızdırmak istemiyordu ama tatlılığı karşısında nasıl tepki vereceğini o da şaşırmıştı.
Zehra desen kızmaktan çok uzak, durumu algılama derdindeydi, gözleri ile yerdeki halıyı inceliyordu. Gülmekten kısılan sesi ile ona dönen adama çevirdi bakışlarını
"Zehra hadi gülüm, gel de uyuyalım, kaç gündür düğün telaşından yorgun düştük"
"Uyuyalım tabi çiçeğim, uyumayalım mı?"
"Sen uyuyalım diyorsan uyuyalım"
"Biz bu gece güzel bir uyuyalım Zehra'm" deyip tekrar güldü adam. Ama bu sefer onun gülüşüne eşlik eden tatlı bir kıkırtı daha duymuştu adam.
Zehra kendini tutamadığı gülüşleri ile sokuleverdi yorganın içine, yetmedi bir cesaretle, Seyyid'in onun için açtığı kolunun üstünden omzuna yasladı başını.
Sarıldılar birbirlerine tekrar, adamın durup durup saçlarının üstüne kondurduğu buselerin o tatlı hissiyle kapadı genç kız gözlerini.
"Ayıp olacak bak, hadi geri dönelim kuzularım" Fatma kadın içindeki huzursuz hisle savaşıyordu. Dün güç bela başka evde kalmaya ikna ettiği torunları, güneş doğmadan başlamışlardı eve gidelim nidalarına. Bir saat boyunca olmayacağını anlatmaya çalışmış, başaramayınca da güneşin ilk ışıkları ile yola düşmüşlerdi.
"Kendi evimize gidiyoruz nine, ayıplık ne var ki?" diye sordu Selim, çünkü ayıp olan şeyleri kafasında tartıp biçiyor ama bu durumu koyacak bir neden bulamıyordu.1
"Hem biz kaç zamandır, Zehra ablamla aynı evde yaşamanın hayalini kuruyorduk neden simdi başka evde kalmak zorundayız ki" en çok Ahsen içerlenmişti bu duruma, balonu elinden kaçmış gibi bir histi ve aşamıyordu.
"Neden babam, çiçeğimle kahvaltı edecekken biz edemiyoruz" diye kızgın bir ses daha duyuldu boş sokakta, Yiğit'in derdi ise buydu. Babası hep çiçekle birlikteydi ama onlar uzakta, o da çiçeği ile uzun uzun vakit geçirmek istiyordu.
Konuşarak geldikleri kapı önünde, son bir defa daha denedi şansını Fatma kadın
"Kuzularım, bundan sonra zaten hep burada olacak, hep birlikte olacağız ama bugün olmaz. Söz akşam getiririm ben sizi-" bir an düşündü kadın "Ya da akşam değil de sabah evet evet yarın sabah getiririm sizi, hadi gidelim şimdi" kendisine doğru bakan, kollarını göğsünde bağlamış üç çocuk ile de göz göze geldi ve cevaplarını farklı bir şekilde veren yaramazlarla elini ağzına kapadı. Aynı anda hem kapıyı vurup hem seslenmeye başlamışlardı bile.
"Çiçek abla kapıyı açar mısın?"
Fatma kadın, elini ağzında çekip başına koydu, salladı kafasını birkaç kere rezil olmuşlardı. Ama asıl rezil olmuş hissi, kapıyı üstünde puf puf bir pijama takımı, dağılmış saçları, uykulu gözleri ile ne olduğunu anlamaya çalışan bir Zehra yaşayacaktı.
İstemsizce baştan ayağa süzdü yeni gelinini Fatma, gülmemek için kapadı ağzını eliyle
"Kızım tutamadım valla, ne desem dinlettiremedim, neyse artık yapacak birşey yok, hadi ben gideyim" diye söylendi gülmesini bastırmaya çalışırken, Zehra bir telaşla döndü
"Fatma tey-..yani anne sen nereye gidiyorsun. Gelseydin..girseydin yani" hızlı hızlı yürüyen kadın, arkasını dönmeden seslendi
"Yok güzel gelinim ben iki üç gün teyzemde kalacam, malum yaşlandı beni de yanında istiyor. Hadi selametle" deyip elini salladı havaya doğru.
Tam rezilliği için yerin dibine girmeyi düşünen Zehra, onun dikkatlice izleyen üç çift gözle gülümsedi. Eve girdiler, sarıldılar, konuştular, gülüştüler. Hep birlikte mutfağa geçip kahvaltı hazırlamaya bile başladılar.
Çocuklar hayal gibi gelen bu anda, mutluluklarını yansıtıyorlardı, Zehra derseniz hiç durmadan konuşuyor onların sevdiği şeyleri öğrenmeye çalışıyordu.
Kimse seslere uyanan, uykulu gözlerle kapıda onları izleyen Seyyid'i fark etmemişti. Bir damla yaş süzüldü adamın kuyu gözlerinden sakallarına doğru, yıllardır hayalini kurmaya bile çekinmişti bu anın. Bir yaş daha eklendi onun üstüne, mutluluğun yolunu çizer gibi aktı tekrar.
Aynı Zehra'yı ilk gördüğü o çeşme başında hissettiği duygularla baktı sevdiği kadına...
Yazdığım en uzun bölüm oldu, galiba böylesine alışmalıyım.
Heyecanın çokluğunu ya da nedenini anlamak icin yaşadığı dönemi, çevreyi ve Zehra'nın karakterini göz önünde bulundurun dostlar. 5
Okur Yorumları | Yorum Ekle |