10. Bölüm

Bölüm 10: Kapşon

Nickinci
nickinci

Dün olanlar hâlâ aklımdan çıkmıyordu. Küçük kızın gözlerindeki o acıyı görmüştüm. Gözlerindeki korkuyu görmüştüm. Bir türlü olayın etkisinden çıkamıyordum. Eve geldiğimde İdil çoktan okuldan dönmüştü. Ona yürüyüşe çıktığımı söyledim ve odama çıkıp soğuk bir duş aldım. Duş almak iyi gelmişti. Az da olsa rahatlamıştım. Duş aldıktan sonra direkt yatağıma yatıp yorganın altına girdim. Sanki böyle yapınca kendimi korumada hissediyordum. Küçükken de hep böyle yapardım. Kimse gelip bana zarar veremez diyordum ve kendi kendime uykuya dalıyordum. Ve yine aynı şey oldu. Yorganın altına girdim ve uykuya daldım.

 

Sabahta İdil gelip beni hayvan gibi uyandırmak yerine insan gibi uyandırmıştı. İyi olup olmadığımı sordu. Dün eve geldiğimde iyi gözükmediğimi söyledi. Nasıl iyi olabilirdim ki. Ona CD kısmını es geçip olanları anlattığımda çok üzüldü. Hatta gözleri bile doldu. O böyle şeylere pek gelemezdi hemen ağlardı. En son konuşmamız bittiğinde çok devamsızlık yaptığımı artık okula gitmem gerektiğini söyledi ve odamdan çıktı. Bende artık dünkü olayı unutmaya çalışarak güne başladım. Ağrılarım hala devam ediyordu ama kullandığım kremler sayesinde kendini çok belli etmiyordu.

 

Üstüme formalarımı geçirip saçımı da dağınık bir balık sırtı yaptım. Bugün biraz değişiklik olsun diye makyaj yapmaya karar verdim. Gözüme hafif bir siyah kalem sürdüm. Eyeliner ve rimelimi de sürdükten sonra göz makyajımı tamamladım. Kırmızı hafif bordoya kaçan rujumu da sürdüm. Ve hazırdım. Aynadan kendimi baştan aşağı süzdüm. Güzel olmuştum.

 

Aşağı indim ve İdil'in hazırladığı kahvaltıdan biraz atıştırdım. Zaten 5 dakika sonra İdil'de hazırlanmış bir şekilde aşağı indi. Birbirimize bakıp gülümsedik.

 

Arabalarımıza bindik ve yola çıktık. Yine her zaman ki gibi yolda yarış yapıyorduk. İdil'i tam geçmiştim ki dünkü olayın yaşandığı yere geldik. Refleks olarak biraz yavaşlamıştım. Olayın etkisinden hâlâ çıkamamıştım ve önüme küçük kızın çıkacağını düşünmek beni germişti. Buradaki yoldan yavaş bir şekilde geçtim zaten hemen ileride okul vardı. İdil çoktan beni geçmişti. Arabamı düzgün bir şekilde park ettim. İdil'de arabasının önüne yaslanmış beni bekliyordu. Bende arabadan inince beraber okulun girişine doğru ilerledik.

 

"Neden yavaşladın?"

 

"Dünkü olay orada yaşandı bende refleks olarak yavaşladım işte." Elini omzuma attı ve dostane bir şekilde sıktı.

 

"Anlıyorum canım."

 

Bu dediğine bende tebessüm ederek karşılık verdim. Bence herkese bir tane İdil lazımdı ama bu sadece bana özel tasarımdı. İyi ki vardı. Sınıfa girene kadar yine erkeklerin fesat bakışlarına ve kızların kıskanç bakışlarına maruz kaldık. Sınıfa girdiğimizde daha pek fazla kişi gelmemişti neredeyse bir 10 kişi vardı ve bunlardan 3'ü Savaş'ların grubuydu.

 

En arkadaki ve savaşların bir yanında olan sıramıza doğru ilerledik ve oturduk. İdil'e baktığımda suratında salak bir sırıtış vardı. Hatta bir tek İdil'de yoktu aynısından Bora'da da vardı. Kolumla İdil'i dürttüm ve kaşlarımı çatarak ona baktım. Ne demek istediğimi anlamayan İdil önce saf saf baktı sonra kaşlarını çattı en sonunda koluma vurdu ve konuştu.

 

"Saçmalama Hazal."

 

"Ne demek saçmalama kızım saf saf gülüyordun işte."

 

"Hayır gülmüyordum." Birde inkar ediyordu. sinirlendi birde hanımefendi. Buna ne hakkı varsa.

 

"Gülüyordun işte."

 

"Yaa Hazal! Yok öyle bir şey demiştim."

 

"Bak İdil belki kalbine yön veremem ama-"

 

"Hazal! Yok öyle bir şey."

 

"Peki." Önüme dönüp dudağımın kenarlarını ısırmaya başladım. Sinirlenip ama elimden bir şey gelmediğinde böyle oluyordu.

 

Daha sinirim geçmeden içeri Selin ve grubu girdi. Göz göze gelince gözlerimi devirip önüme döndüm. Yüksek sesli konuşup kahkaha atması sinirlerimi iyice bozmuştu.

 

"Bazı şeyler anlaşılmaya başlanmış kızlar." Kendi aralarında yine yüksek sesle kahkaha attılar. Dudaklarımı ısırarak İdil'e baktım. Geçen akşam gönderdiği nottan bahsediyordu. Elimde ki kalemi iyice sıkıp tek dizimi sallamaya başladım.

 

"Şşt. Sakin ol! Sakın bir şey deme. Susar birazdan."

 

"Hıhı."

 

İdil'i dinledim. Derin bir nefes alıp önüme döndüm ve kalemi yavaşça sıraya bıraktım. Başım önde içimden şarkı mırıldanıp hocanın gelmesini bekledim. Onları duymamazlıktan geliyordum. Ya da öyle sanıyordum.

 

"Süt dökmüş kedi gibi baksanıza şuna." Bunu direkt bana dönerek söylemişti saçlarımın arasından görebiliyordum. Bütün sınıf sessizleşmişti.

 

Başımı yavaşça kaldırıp gözlerimi kısarak Selin'e baktım.

 

"Ne oldu tatlım. Bir şey mi diyecektin?"

 

"Bence artık sesini kesmen gerekiyor. İyiliğin için." Platin sarısı saçlarını bana göre iğrenç gözüküyordu arkaya atarak sırasından kalktı ve tam önümde durdu.

 

"Kesmessem ne olur?" Bende sıramdan kalkınca burun buruna gelmiştik. "Gerçekten öğrenmek ister misin?"

 

İdil de arkamdan kalkmış bir eliyle kolumdan tutmuştu. "Hazal yapma!"

 

"Tatlım otur sen yerine boş yapma." İdil'in kolumu tutan eli yavaşça gevşedi ve sonunda bıraktı. Ellerini teslim olurmuş gibi yukarı kaldırdı. "Tutmuyorum. Ve sen tutmadığıma pişman olacaksın."

 

Kızın yüzüne gülüp onu küçümseyen bir bakış attım.

 

"Göster şuna Selin! Mahvet onu." Arkasında ki arkadaşlarının gazına gelen Selin bana bulaşmakla büyük hata yapmıştı. Hızla havaya kalkan elini ittirip saçından tuttuğum gibi başını sıraya yapıştırdım. "Özür dilemek için son saniyelerin!"

 

 

"Siz ikiniz!" Müdür eliyle yanımda ayakta duran Selin'i ve beni gösteriyordu.

 

"Kavga edecek başka bir gün bulamadınız mı? Ha!"

 

Selin özür dilemeyip bacağımı tırmalayınca bizi kimse ayıramamıştı. Gerizekalı kız hâlâ kendini hissettiren karnımda ki morluklara bir yenisini eklemişti ve koluma neredeyse 5 santimetrelik bir çizik bırakmıştı.

 

Başımı yavaşça yana çevirip göz ucuyla ona baktım. Bende onu fena benzetmiştim. Bilerek yüzüne saldırmıştım. Dudağının kenarını patlatmıştım. Özellikle de gözünde ki ve çenesinde ki morluk çok yakışmıştı.

 

Müdürün bağırmasıyla tekrar önüme döndüm.

 

"Bir daha ikinizi bu odada görürsem bu okula adımınızı dahi atamazsınız!"

 

Bu müdür yeni gelmişti ve eskisine göre çok daha sertti. Belki de bugün okula gelen müfettişlerin böyle bir olaya tanıklık etmesine sebep olduğumuz için çok sinirliydi.

 

"Şimdi cezanızı çekme vakti." Ne? Cezamı! Ne cezası be. Başımı kaldırıp müdüre baktım.

 

"Ama-"

 

"Aması yok. Ben ne diyorsam o!"

 

"Şimdi.. sen. Adın ne?"

 

"Selin."

 

"Şimdi Selin hanım tıpış tıpış bahçeye gidip yeni gelen çiçekleri tek başına ekmeye başlıyorsun."

 

"Ne! Herkesin içinde mi? Böyle bir şey-"

 

"Merak etme çok bir şey değil yaklaşık 200 tane." Gözlerimi pörtletip önüme döndüm. Ciddi miydi bu adam?

 

"Şaka yapıyorsunuz herhalde!?"

 

"Gayet ciddiyim. Ya git cezanı çek ya da seni okuldan kovarım." Selin korku dolu gözlerle adama baktı.

 

"Tamam tamam. Gidiyorum."

 

"Bu arada Selin. Çiçekleri gübrelemeyi unutma." Midesi bulanmış gibi elini karnına koyup odadan çıkınca müdür bir süre bana baktı. Bana ne verecekti acaba.

 

"Senin adın ne?"

 

"Hazal."

 

"Sana da bir şey buldum Hazal. Sende aynı arkadaşın gibi-"

 

"O benim arkadaşım değil!"

 

"Sana konuş dedim mi?" Anlaşılan işimiz vardı bu adamla. Başımı kaldırıp boş boş baktım.

 

"Ben sana konuş demeden bir daha sakın ağzını açma. Şimdi kütüphaneye gidiyorsun ve bütün kitapları harf sırasına göre diziyorsun." Gözlerimi kocaman açıp adama baktım.

 

"Ama-"

 

"Biliyorum küçük bir görev. O yüzden bütün rafların tozunu da al." Panik atak geçirip bu görevden yırtmak istiyordum. Olur olmadık yerde gelen panik nedense istediğim zaman gelmiyordu.

 

Okulun kütüphanesi kocaman olmakla birlikte 2 katlıydı. Benden istediği şeyi yapmam 3 günümü alırdı be 3 günümü.

 

"Sık sık kontrole geleceğim. Akşama kadar bitirmiş ol. Şimdi çık odadan."

 

Bu okuldan da kovulamazdım. Mecburen yapmak zorundaydım. Başım önde ağır bir şekilde odadan çıktım. Dışarıda bekleyen İdil hemen yanıma koştu.

 

"Ne dedi? Bağırma sesleri geliyordu."

 

"Bittim kızım ben bittim. Koca kütüphaneyi tek başıma temizleyeceğim."

 

"Hii! Yardım etsem?"

 

"Kontrole gelecekmiş. Off!" Yanaklarımı şişirip dudaklarımı büzdüm. Tam o sırada koridordan Savaş geçiyordu ve benim bu tipimi görmüştü. Hemen suratımı düzeltip başımı başka yöne çevirdim.

 

"Selin'e ne görev verdi. Ağlayarak çıktı gerizekalı." Ağlamış mıydı? Ayy hiç güleceğim yoktu.

 

"200 tane çiçek dikecek ve gübreleyecek."

 

"Iyy. Kütüphane görevini öp de başına koy."

 

 

Sabahtan beri aralıksız çalışarak sadece alt katı temizleyebilmiştim ve o kadar yorulmuştum ki. Parlaklığı sonuna kadar kısık olan telefonumu cebimden çıkarıp saate baktım. İdil'den mesaj gelmişti.

 

"Müdür gitti." Rahat bir nefes alıp hemen kenardaki koltuklardan birine oturdum. Müdür dediğini yapıp gerçekten de sık sık kontrole gelmişti. O gelecek diye hiç oturup dinlenememiştim. Vücudum gevşerken gözlerimi kapatıp arkaya yasladım. O kadar yorgundum ki.

 

Kapıdan ses gelince tek gözümü açıp gelene baktım. İdil gelmişti.

 

"Kıyamam yaa. Nasılda çökmüşsün. Bitirebildin mi?"

 

"Aslında çoktan bitirirdim de işte karnım biraz ağrıyor."

 

"İlaç veriyim."

 

"Yok yok içtim bir tane. O biraz kesti ağrısını."

 

"Sen dinlen ben yaparım gerisini."

 

"Olmaz! Kesin kameralardan izler yarın. Uğraşmayalım bir daha." Yayıldığım koltuktan kalkıp ıslak bezi elime aldım.

 

"Gidiyorum o zaman ben. Bedenci yokmuş." Başımı sallayıp onu yolcu ettim. Neden boş dersler hiç bana denk gelmiyordu.

 

Kulaklığımı takıp sesi sonuna kadar açıp yukarı kata çıktım. Neyse ki burası aşağının yarısı kadardı. Bir an önce bitirip uyumak istiyordum.

 

 

Gözlerimi yavaşça araladığımda boş ve karanlık kütüphanede olduğumu idrak etmem zor olmadı. İnanmıyorum dinlenmek için oturduğum yerde uyuya kalmıştım. Kim bilir saat kaç olmuştu da hava kararmıştı. Yanımda yerde duran telefonumu aldım. Saate 7'ye geliyordu. Hala müzik çalıyordu. Kulaklığın ucunu çıkartıp raflardan tutunarak yerden kalktım. Keşke kalkmasaydım. Her yerim tutulmuştu. Yavaş yavaş çantama doğru yürüdüm. Bir kaç eşyam ortalıktaydı. Onları hemen çantama tıkıştırıp fermuarını kapattım. Kütüphaneden çıkınca kocaman, boş ve karanlık koridorla baş başa kaldım. Ürkütücüydü.

 

Her yer karanlık olduğu için önümü görmekte zorlanıyordum. Telefonumu çıkartıp tam flaşını açacaktım ki şarjım bitti ve telefonum kapandı. Aklıma korku filmlerindeki salak kız gelmişti. Koridor karanlık olduğu için telefonunun ışığını açar ama şarjı biter. Sonrada karşısına katil çıkar ve son duasını eder. Ama tabii ki de ben o salak kız olmayacaktım. İşin içinde ben varsam roller değişirdi. Katilin kurbanı olmak yerine katil benim kurbanım olurdu. Her neyse karşıma katil çıkmayacağı için normal bir şekilde yürümeye devam ettim ve okuldan çıktım.

 

Arabama doğru ilerlerken etraftan bir hışırtı sesi geldi. Hızla arkamı döndüm. Etrafıma bakındım ama kimse yoktu. Hızla arabama doğru gittim ve kendimi direkt arabanın içine attım. İçimde sanki takip ediliyormuşum gibi bir his vardı. Arabamı hemen çalıştırdım ve son sürat eve sürmeye başladım. Arada bir aynaya bakıp arkamı kontrol ediyordum biri geliyor mu diye neyse ki kimse yoktu.

 

Arabadan inince etrafta bakındım. kimse yoktu. Kendi kendime kuruntu yapıyordum bence. Anahtarımı çıkartıp eve girdim.

 

Burnuma yanık kokuları gelince direkt mutfağa doğru yöneldim. Mutfağın kapısına yaslanıp İdil'i izledim. Yemekten sonra temizlik var desenize. Yani İdil çok sık yemek yapamazdı ama yaptığı zamanda tam yapardı ve ortalığı da dağıtırdı. Şöyle bir mutfağa göz gezdirdim. Ocağın üstünde iki tencere vardı ve biri taşıyordu. Fırından yanık kokusu geliyor. Musluk açık boş boş akıyor. Halının her yerine dağılmış un. Masadaki kırık yumurtalar. Teyipten gelen son ses müzik. Lavabonun içindeki kırık camlar. Ama sanki bunların hiç biri olmamış gibi etraf çok temizmiş gibi İdil hanım teyipten çalan şarkıya zıt başka bir şarkı söylüyor.

 

"İdil buranın hali ne?" Ah tabi ya. Son ses teyip açık ve İdil bağıra bağıra şarkı söylüyor beni nasıl duysun. Masanın etrafından dolaştım ve gidip teybi kapattım. İdil arkasını dönüp beni görünce gülümsedi ve yaptığı işe devam etti. Allahım öldürecek bu kız beni. İlk önce ocağın altını kapatıp tencerenin kapağını açtım ve boşu boşuna akan musluğu kapattım. Sonra fırının fişini çekip içinde yanmış olan kurabiyeleri çıkardım ve çöpe döktüm. Dolaptan gazete alıp lavabodaki kırık camları da sarıp çöpe attım. Son olarak masadaki kırık yumurtaları da çöpe attım ve çırpıcıyla bir şeyler karıştıran İdil'in yanına gidip çırpıcının da fişini çektim. Bu son hareketimle İdil tekrardan bana döndü.

 

"İdil bu mutfağın hali ne?"

 

"Ne varmış halinde. Yemek yapıyorum ne güzel." ona emin misin diye alaylı bir bakış attım. Bu hareketimden sonra arkasını döndü ve tam bir şey demek için ağzını açtı. Ama sadece açtı. Ağzı açık bir şekilde etrafa göz gezdirdi ve bakışlarını en son yerdeki unlarda bitirdi.

 

"Tamam birazcık dağılmış olabilir."

 

"Birazcık mı?"

 

Derin bir nefes aldı ve gürültüyle bıraktı.

 

"Yardım ed-"

 

"Elimi bile sürmem."

 

"Ama Haza-"

 

"Kolay gelsin." dedim ve hızlıca mutfaktan çıktım. Zaten her yerim tutulmuş birde mutfağı temizleyemezdim. Odama çıkar çıkmaz önce telefonumu şarja taktım ve duşa girdim. Ilık bir duş iyi gelebilirdi.

 

Neredeyse yarım saatlik bir duşun ardından banyodan çıkabilmiştim. Üstümü giydikten sonra saçlarımı kurutma gereği duymadım.

 

Saat 9'a geliyordu. Yapacak bir şey olmadığı için televizyon izlemeye karar verdim. Bir süre televizyon karşısında takılmıştım ama izleyecek doğru dürüst bir şey olmadığı için sıkılmıştım.

 

Okulda uyuduğum için şu an uykum da gelmiyordu. Büyük ihtimalle İdil çoktan uyumuştur. Evde boş boş oturmaktansa biraz sahilde gezmek iyi olabilirdi. Odama çıkıp üstümdeki pijamalarımı çıkardım. Siyah pantolon ve beyaz tişört giydim. Spor ayakkabılarımı da ayağıma geçirip anahtarımı pantolonumun cebine attıktan sonra evden çıktım.

 

Sahile giden yolda banklara oturmaktan vazgeçip kumsala doğru yürüdüm. Denize yakın bir yere oturup dalgaları izledim. Saat baya geç olmuştu ama yine de uzaklardan bir kaç kişinin olduğunu görebiliyordum. Bir süre daha dalgaları izledim. Tam kalkacağım sırada benden yaklaşık 20 metre uzaklıkta oturan gençleri gördüm. Oğlan yere uzanmış kızda oğlanın omzuna yatmıştı. Beraber yıldızları izleyip konuşuyorlardı. Onlara gözlerimi devirip önüme döndüm. Benim sevgilim yoktu. Olmasını ister miydim orası ayrı bir konuydu. Kısıtlanmaktan hoşlanmazdım. Şimdikilerin sevgililikten anladığı o şortu giyme, o kızla konuşma, oraya gitme... blah blah blah.

 

Elime küçük bir damla su gelince gökyüzüne baktım. Bir anda yağmur yağmaya başlamıştı. Bu mevsimde ne yağmuruydu bu? Sanırım yaz yağmuru dedikleri bu olsa gerek. Yağmur şiddetini bastırınca genç çift yağmurdan kaçmak için koşarak kumsaldan çıktılar ve gözden kayboldular.

 

Yağmurun kumsalla ve denizle birleşmesi muhteşem bir koku oluşturunca kalkmaktan vazgeçtim. Yağmurda ıslanmaktan ne kadar hoşlanmasam da bu huzuru bırakıp gitmek istemiyordum. Deniz dalgaları kumsalla birleşince bir serinlik oluşuyordu. Yağmurda ıslandığımdan dolayı birazda üşümüştüm. Bir ihtimal sabaha hasta olabilirdim çünkü banyo yapmıştım üşüyordum ama bu huzuru insan kolay kolay bulamıyordu. Gözlerimi kapattım ve başımı arkaya doğru eğdim. Yaklaşık bir otuz saniye sonra yüzüme çarpan yağmur damlaları sona ermişti. Ama hala yağmurun denizle birleşen sesini duyuyordum. Gözlerimi açınca üzerime tutulmuş siyah bir şemsiye gördüm. Tutan kişiye bakınca şok oldum. Savaş'ın burada ne işi vardı. Daha da önemlisi elindeki şemsiyeyi neden kendine değil de bana tutuyordu. O havalı hafif yukarı kalkmış saçları biraz ıslanmış önüne düşmüştü. Bu haliyle bile gerçekten... yakışıklıydı.

 

Oturduğum yerden kalktım ve karşısına geçtim.

 

"Artık takipte mi edilmeye başladım?" Başını yana yatırıp gözlerini kıstı.

 

"Sence bu işi yapacak kişi ben miyim bukalemun?" Ne işi vardı o zaman burada.

 

"O zaman sabah ki olay için buradasın?" Tek açıklaması buydu.

 

"Onun benimle ne ilgisi var?" Soruyor muydu birde? Gülerek başımı iki yana salladım.

 

"Sevgilini fena benzettim. Beni tehdit etmek için burada olabilir misin?"

 

"Sevgilim mi?" Gülerek bana baktı. "Selin'den mi bahsediyorsun?"

 

"Başka kim olacak."

 

"O benim sevgilim değil."

 

"O halde sana fena halde takık."

 

"Öyle bir şey. Ayrıca siz benim için mi kavga ettiniz?" Gözlerimi pörtletip ona baktım. Öyle demek istememiştim. Bu arada biz ne ara yürümeye başlamıştık. Ondan nefret ettiğini unutma Hazal.

 

"Ne münasebet. O kız evime not yollayıp duruyor. Üzerine birde sabah ki laflarından sonra... ayrıca bir erkek için kavga edecek kadar düşük seviyeli biri değilim." Beni tanıdığını sanıyor olabilirsin ama kesinlikle tanımıyorsun patronun oğlu.

 

Ellerimi kollarıma götürüp ısıtmaya çalıştım. Üşümüştüm.

 

"Al." Başımı yana çevirip elinde tuttuğu kapşonlusuna baktım. Bana mı veriyordu? Nereden bu samimiyet?

 

"Gerek yok."

 

"Al şunu bukalemun." Peki. Alıp hemen üstüme geçirdim ve fermuarını boğazıma kadar çektim. Kapşonunu da takacaktım ama o kadar büyük gelmişti ki bana onu kafama örtersem önümü göremeyebilirdim.

 

"Teşekkürler." Cebinden bir sigara çıkarıp kibritle yaktı. Canım çekmişti. Ona baktığımı görünce kaşlarını hafif yukarı kaldırarak baktı.

 

"İster misin?" Başımı hafifçe yukarı aşağı salladım. Çok nadir içerdim ama o bir tane yakınca kokusu canımı çektirmişti. Uzattığı paketten bir tane alıp dudaklarımın arasına koydum. Yaktığı kibriti yavaşça yaklaştırıp sigaramı yaktı sonra yere attı.

 

"Notta ne yazıyordu?"

 

"Uzak dur falan yazmış."

 

"Konuşurum ben onunla."

 

"Gerek yok. Uğraşmak hoşuma gidiyor." Küçücük bir gülümsemenin ardından önüne döndü. Sessiz sessiz yürürken kaşlarımı çatarak başımı arkaya çevirip baktım. Kimse yoktu. Yine o takip ediliyormuş hissine kapılmıştım. Benimle birlikte o da arkaya bakmıştı.

 

"Ne oldu?"

 

"Hiç. Bir an için.." tekrar önüme dönüp yürümeye devam ettim.

 

"Bir an için... ne?"

 

"Takip ediliyormuşum gibi hissettim. Nedense bu aralar böyle hissediyorum." Evimin önüne gelmiştik çoktan ama ben dışarıda durmak istiyordum.

 

"Evine gir bukalemun. Bu saatler senin için tehlikeli olabilir." Başım önde olduğum yerde hafifçe sallandım.

 

"Hırkanı getiririm yarın." Ama çok güzeldi. Vermek istemiyordum. Bol, rahat ve yumuşacık.

 

"Sende kalsın. Çok sevmiş gibisin." Bunu nereden anlamıştı. Başımı öne eğdim. Yanaklarım olur olmadık yerde kızarıyordu.

 

"Yine de... senden nefret ediyorum."

 

"İyi geceler." Hafifçe gülümseyip önüme döndüm.

 

Onun hakkında ne düşüneceğimi bilmiyordum. Bizi takip ediyordu, tehdit ediyordu en önemlisi patronun oğluydu. Ondan nefret ettiğim halde yanımda olduğu zamanlar güvenmek istiyordum. Bu çok yanlıştı. Ama bir şekilde bu güveni hissetiriyordu işte. Belki de sahip olduğu güçten dolayı böyle hissediyordum.

 

Derin bir nefes alıp bahçeye girdim, ona baktım ve kapıyı kapattım. Hızla 3 basamaklı merdiveni çıkıp cebimden anahtarı çıkardım. Bir an önce yatağıma girmek istiyordum. Eve gireceğim sırada arkamı dönüp son kez baktım. Hâlâ oradaydı ve ben istem dışı elimi kaldırıp salladım. Lanet olsun neden böyle bir şey yapmıştım ki. Ondan nefret ediyordum ve az önce bunu ona söylemiştim. Tepkimi ona göre koymalıydım. Eminim şu an arkamdan gülüyordur. Yaptıklarım ile söylediklerim uyuşmuyordu. Bana bukalemun demesini sonuna kadar hak ediyordum.

 

Kendi kedime içimden küfür edip odama çıktım. Camdan perdeyi hafif aralayarak baktım. Gitmişti.

 

Üzerimdekileri çıkarmadan yatağın içine girdim. Bu poları çok sevmiştim ama sabah götürüp vermek zorundaydım.

 

Aklıma gelen fikirle sinsi sinsi gülümsedim. Bu poları Selin'in gözünün önünde verecektim. Sağa dönüp pofuduğuma sarıldım. Yarın eğlenceli bir gün olacaktı.

Bölüm : 22.09.2024 17:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...