13. Bölüm

Bölüm 13: İğne

Nickinci
nickinci

"Kim?" Telefona baktığımda gizli numara olduğunu gördüm. Kalbim birden hızlı hızlı atmaya başladı. En son gizli numara aradığında İdil hastanelik olmuştu.

 

"Bilmiyorum." dedim gözlerimi kaçırarak. "Yabancı numara." Kesin o adam arıyordu. Bu kadar mutluyken onun yanında açamazdım. İdil'den gizli bir şekilde çağrıyı meşgule attım.

 

"Ben gidiyorum."

 

"Tamam. Haber ver bana da." İdil gittikten sonra adamın tekrar aramasını bekledim. Ne demek için aramıştı ki. Yoksa yine bir şey mi yapmıştı. Elimi hızla atan kalbime doğru götürdüm. Panik atak geçirmek istemiyordum. Derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştım. İşe yarıyordu.

 

Masanın üstündeki telefon tekrar çalmaya başlayınca hiç beklemeden açtım.

 

"Arkadaşım yanımdaydı-"

 

"Biliyorum biliyorum heyecan yapma." Nasıl?

 

"Nereden biliyorsun?"

 

"Seni izliyordum." Beni mi? Hızla etrafıma bakındım ama kimseyi göremedim. Ayağa kalkıp okulun duvarlarına doğru yürüdüm. Bu taraf caddeye bakıyordu.

 

"Neredesin?" Yolda ne bir adam ne de araba vardı.

 

"Senin göremeyeceğin bir yerde." Gözlerimi kapatıp tekrar derin bir nefes aldım. Kimdi bu adam? Bizden ne istiyordu ya da benden?

 

"Kimsin sen?"

 

"Daha bunu öğrenmek için çok erken."

 

"Neden aradın?"

 

"Senden bir şey isteyeceğim." Neden benden bir şey istiyordu ki. Kendisi halledemiyor muydu? Delirecektim. Kimdi bu adam?

 

"Ne?"

 

"Bu gece senden bir yere gitmeni istiyorum." Ne?

 

"Neden kendin gitmiyorsun?"

 

"Neden canımı tehlikeye atayım ki." Ne tehlikesi? Neyden bahsediyordu bu adam hiçbir şey anlamıyordum.

 

"Ya gitmezsem?"

 

"Canından çok sevdiğin arkadaşın dersem seni ikna etmiş olurum herhalde." Çardağa geçip başımı masaya koydum. Lanet olsun!

 

"Neden benden böyle bir şey istiyorsun! Kimsin sen!?"

 

"Bu kadar yeter. Gece 12'de benden haber bekle!" Ve kapattı. Bu neydi şimdi? Gece gece nereye gidecektim.

 

"Hazal?" Hızla başımı kaldırıp gelene baktım. Konuştuklarımız duyulmamıştı değil mi?

 

"Ne var!?" Öfkeli gözlerle Yiğit'e baktım. Ne yüzle gelmişti acaba?

 

İzin istemeden yanıma oturdu. Gözlerimi devirip ayağa kalkmıştım ki elimi tuttu. Ne hakla! Hızla elimi çektim.

 

"Oturur musun lütfen? Söylemek istediğim birkaç şey var."

 

"Önce dinlemek istiyor muyum diye sor bence. Çünkü cevabım hayır."

 

"Otur...!" Sesini sertleştirip dişlerinin arasından konuşunca tek kaşımı kaldırıp ne oluyor dercesine baktım. Ne halt oluyordu gerçekten?

 

Yukarı bakıp bir kaç saniye gözlerini kapattı. "Özür dilerim. Otur lütfen."

 

Başımı iki yana sallayıp aramızda biraz mesafe bırakarak yanına oturdum.

 

"Salonda yaptığım şey için... yani sana vurduğum için çok ama çok özür dilerim! Bir an için kendimden geçtim gözüm o an hiçbir şeyi görmedi." Evet orasını bayağı bir iyi anlamıştım.

 

"Yaptığım şey çok kötüydü sana zarar vermek istememiştim. Affet beni."

 

"Evet yaptığın şey gerçekten çok kötüydü! İçimde çok büyük bir intikam duygusu var!"

 

"İstersen ödeşebiliriz?"

 

"Bence de çok iyi olur!" Hızla ayağa kalkmamla birlikte o da kalkmıştı. Bir şey demesine izin vermeden karnına yumruğumu geçirdim. Bunun kat kat fazlasını hak etmişti o.

 

O kendi çapında kıvranıp öksürürken çantamı alıp çıktım çardaktan. Bana da kimse yardım etmemişti ama her zamanki gibi ayağa kalkmayı başarabilmiştim. O da kendi kalkmalıydı.

 

Şu okuldan tam saatinde adam akıllı bir şekilde çıktığımı hatırlamıyordum. Telefonumu alıp İdil'e eve geçtiğimi bildiren küçük bir mesaj attım.

 

Okulun önünde ki ana bahçeye çıktığımda etrafta çok az kişi gördüm. Ders saatindeydik anlaşılan. Hızlı bir şekilde yürüyüp geçerken gözüm Savaş'ların oturduğu çardağa takıldı. Her zamanki gibi bakar bakmaz Savaş'la göz göze gelmiştik.

 

'Tam olarak seni kontrole geldim bukalemun. İyi olman gerekiyor bana lazımsın sen' derken tam olarak ne demek istemişti o. Aklımda o kadar şey varken bir de onun aklımı karıştırması beni deli ediyordu.

 

Arabama binip okuldan uzaklaştım. Kesinlikle bu okula alerjim vardı.

 

Eve geldiğimde hemen odama çıkıp üzerime rahat bir şeyler giydim ve yatağıma uzandım. Uykusuzluktan ölmek üzereydim gerçi o adamdan haber beklerken nasıl uyuyabilirdim ki.

 

'Neden canımı tehlikeye atayım ki.' dediğine göre tehlikeli bir yere gidiyordum. Ya bana bir şey olursa. Daha da önemlisi bu bir oyunsa ve adam beni böylelikle evden uzaklaştırıp İdil'e bir şey yaparsa. Bunun gibi daha birçok düşünce aklımı kemirirken gözümden bir damla yaş aktı.

 

Ne yapacaktım ben. İdil'e bir zarar gelmesini istemiyordum. Bu adam beni her defasında İdil ile tehdit ederse her istediğini yapmam gerekiyordu. Bu süreçte kesinlikle zarar görecektim. Peki daha kendimi koruyamazken kardeşimi nasıl koruyacaktım.

 

Yardım isteyebileceğim kimsem yoktu.

 

 

Kahveleri son kez karıştırıp içeride oturan İdil'in yanına gittim. Adamın aramasına çok az bir vakit kalmıştı ve İdil hala uyumamıştı.

 

"Al bakalım." Bir elimdeki kahveye bir de bana baktı.

 

"Bu saate?" İç işte!

 

"Canım çekti sana da yapayım dedim."

 

"Ben istemiyorum." Ne demek istemiyorum iç ulan.

 

"Ben o kadar zahmete gireyim elime sıcak su dökülsün sen istemiyorum de." Sesimi çıkarabildiğim kadar masum çıkarmaya çalıştım.

 

"Ayy ver tamam! Elini göster." Elimin köşesini gösterip hemen çektim çünkü su falan dökülmemişti.

 

"Soğuk suya tuttum hemen. Zaten çok az döküldü."

 

"Olsun. Yine de yanık kremi sür zamanla izi çıkar." dedikten sonra önüne dönüp kahvesini yudumlamaya başladı. "Güzel olmuş."

 

Oh be. Bir an için içmeyeceğini düşünmüştüm. O içine bolca uyku ilacı döktüğüm kahvesini yudumlarken bende sık sık telefonuma bakıyordum. Adam her an arayabilirdi.

 

"Üşüyor musun sen?"

 

"Biraz. Kasım'a girmek üzereyiz havalar artık soğumaya başladı." Üzerimdeki poları boğazıma kadar çekip arkama yaslandım. Bir şeyi de fark etmese şaşardım.

 

Sonunda uykusu gelmeye başlamıştı. O esnerken bende kumandayı alıp televizyonu kapattım. Uyku vakti.

 

"Uyku bastırdı birden. Ben çıkıyorum odama."

 

"Evet evet benimde uykum geldi. İyi geceler."

 

"Sana da." İdil sallana sallana yukarı çıktıktan sonra arkasından hemen bende çıktım.

 

Üstüm zaten hazırdı hemen altıma da siyah bir pantolon giyip adamın aramasını bekledim. Saat tam 12:00 olduğunda telefonum çalmıştı. Hızla açıp kulağıma dayadım.

 

"Görevin için hazır mısın?" Derin bir nefes aldım.

 

"Evet. Ne yapacağım?"

 

"Birazdan telefonuna bir numaradan adres gelecek oraya gidince bir köşede aramamı bekle."

 

"Neden bunu-" yüzüme kapatmıştı. Neden bunu yapıyordu? Kimdi bu adam? Benden ne istiyordu? Aklımda onlarca soru işareti vardı.

 

Telefonumdan gelen mesaj sesiyle yerimden fırladım. Bildiğim bir yer değildi burası. Hemen kenarda duran siyah şapkayı takıp saçlarımı iyice içine soktum.

 

Evden çıkınca sokağın başına kadar yürüdüm. Sonunda bir taksi görünce durdurup hemen bindim.

 

"Bu adrese gidecektim?" Elimdeki telefonu adama gösterdim. Yaşlı adam bir adrese bir bana bakıp kafasını salladı.

 

Uzun bir yolculuk sonunda adam arabayı kenara çekmişti.

 

"Burası mı?"

 

"Gitmek istediğin yer biraz daha ileride ben ancak seni buraya kadar getirebilirim kızım." Neden ki?

 

"Buralar pek tekin yerler değildir gece vakti senin buralarda ne işin olur kızım. İstersen hemen geri götürebilirim seni?" Keşke dönebilseydim amca ama ne yazık ki şartlar elvermiyordu.

 

"Tamam. Önemli değil ben kendim devam ederim." Cebime sıkıştırdığım bir miktar parayı yaşlı adama verip üstünü beklemeden indim taksiden. Etrafta sayılı araba vardı.

 

Telefonu çıkarıp adresi açtım. Adreste E blok yazıyordu ve ben buradan A bloğu görebiliyordum.

 

Kapşonlumu da başıma geçirip yürüme başladım. Çok heyecanlıydım. A bloğunun yanından geçerken gözüm açık kapısından içeri kaydı. Adam mı dövüyordu onlar!? Allahım nereye gelmiştim ben böyle. Hızlı adımlarla yürüyüp önünden geçtiğim bloklara bakmadan E bloğun önüne gelmiştim.

 

Kenarda bir köşeye kimsenin göremeyeceği bir yere saklanıp adamın aramasını bekledim. Eminim şu an bir yerlerde durmuş beni izliyordur.

 

Beklediğim gibi cebimdeki telefon anında titremeye başlamıştı.

 

"Geldim ben!"

 

"Evet onu görüyorum." Ben seni göremiyorum ama!

 

"Hemen ileride deponun önünde çöp konteynerı var görüyor musun?"

 

"Evet."

 

"Oraya git." dediği gibi çöp konteynerının yanına gittim.

 

"Bak bakalım içeride kimler varmış." Ne? Nereden tanıyacaktım ki içeridekileri.

 

Yavaş ve dikkatli adımlarla kapıya kadar yaklaştım. İçeride konuşan bir kaç adamın sesi yankılanıyordu. Başımı yavaşça aralık olan kapıya yaklaştırdım ve içeri baktım.

 

5 kişiden oluşan 2 grup karşılıklı konuşuyordu ortada ise üzeri boş bir masa vardı. Yüzü bana doğru dönük olan adamları tanımıyordum.

 

"Kaç kişi var?"

 

"10."

 

"Güzel."

 

"Neden bunu yapıyorum!?"

 

"Sadece izle ve dediklerimi uygula." Gözlerimi devirip içeri bakmaya devam ettim.

 

Bana arkası dönük olanlardan en öndeki eliyle işaret yapınca gruptan bir kişi arkasını dönüp kenarda, duvarın dibinde duran çantayı eğilip aldı. Kalktığında ise yüzünü görmüştüm ve... Doruk?

 

Hızla önde durana baktım. O kişi kesinlikle Savaş'tı. Nasıl tanıyamazdım!? Bunların burada işi vardı? Daha da önemlisi ne yapıyorlardı?

 

Hızla sırtımı soğuk duvara yaslayıp telefonu kulağıma götürdüm.

 

"Onları tanıyorum!"

 

"Evet bunu biliyorum. Sadece senin görmeni istedim."

 

"Ne yapacağım burada? Beni görürlerse peşimi bırakmazlar!"

 

"Sakin ol ve sesini biraz kıs. Seni duymalarını istemezsin." Biraz soluklanıp sakin kalmaya çalıştım. Kesin kötü bir şey olacaktı!

 

"Şimdi bana ne yaptıklarını söyle?" Başımı kapıya yaklaştırıp içeriye baktım.

 

"Ortada bir masa var. Üzerinde de çanta. İçindekileri göremiyorum. Bir de..."

 

"Bir de ne!?" Gözlerimi kısıp çantanın yanında duran şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştım.

 

"Bir dosya var. İnce bir şey ne olduğunu bilmiyorum."

 

"Ben ne olduğunu biliyorum. Şimdi sen o teslimatı bozuyorsun." Ne? Nasıl?

 

"Yapamam!"

 

"Arkadaşın için Hazalcım. Şu an evinizin kapısında bir adam benden talimat almak için bekliyor. Bu kararı sen vereceksin. Ya bu işi yapıp arkadaşını kurtarırsın ya da öldürürsün." Lanet olsun! Lanet olsun! Lanet olsun!

 

"Nasıl yapacağım!? Kesin yakalanırım! Savaş beni öldürür!"

 

"O zaman yakalanma!"

 

"Aslına bakarsan önce yakalar sonra konuşturur en son öldürür!"

 

"Ne diyeceksin Hazal? Hakkımda ne biliyorsun?" Hiçbir şey.

 

"Gizli numaradan arayan yaşlı bir adam. Başka?" Haklıydı. Onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Tamam. Sakin olmayım. Yapabilirim.

 

"Tamam. Tamam! Nasıl yapacağım?"

 

"Imm. Orasını hiç düşünmedim. Yap işte bir şeyler. Merak etme Savaşcığın seni öldüremez." Savaşcığın mı?

 

"Bitir artık şu işi!" Ve kapattı.

 

Hızla kapıya gidip içeri baktım. Hâlâ konuşuyorlardı. Böyle bir yerde ve gecenin bir yarısı teslimat yaptıklarına göre bu iş yasal değildi. Tamam. O zaman şöyle yapıyorum. Önce kapıya bir taş atıp sonra polis geliyor diye bağırabildiğim kadar bağıracağım. Evet böyle kolaydı. Sonrada hemen kaçıp bir yere saklanırdım.

 

Eğilip yerden büyük bir taş aldım. Kalbim yerinden çıkacaktı.

 

Kapı metal olduğu için büyük bir ses çıkarırdı. Çok uzaklaşmadım. İçeriyi görebileceğim bir şekilde durup son kez onlara baktım. Lütfen yakalanmayayım lütfen.

 

Elimdeki taşı hızlı bir şekilde kapıya attım. O kadar yüksek bir ses çıkmıştı ki elimle kulaklarımı kapatma gereği duymuştum.

 

Çıkan sesle birlikte hepsi bu tarafa dönüp bakmıştı hemen kenara kayıp beni göremeyecekleri bir yere geçtim. Şimdi bağıracaktım.

 

"Po-"

 

"Ulan gizli gizli etrafa adam mı yerleştirdiniz lan!" Ne?

 

Yavaşça yaklaşıp içeriye baktım. Karşı gruptan bir adam bir ileri bir geri gidiyordu. İki eliyle saçlarını karıştırıp hızla Savaş'a döndü ve silah çekti. HİHH! Silah mı taşıyorlardı yanlarında? Ne yapmıştım ben!?

 

İki grupta hızlı bir şekilde birbirlerine silah çekmişti. Savaş'ta mı silah taşıyordu? Ve Bora... ve Doruk.. ve tanımadığım diğer iki adam.

 

Ne yapmıştım ben böyle. Ya ateş ederlerse? Ya yaralanırlarsa! Ya... ölen olursa? Bir işte planladığım gibi gitse şaşırırdım zaten.

 

Kapının arasından ne yaptıklarına baktım. Konuşuyorlardı.

 

"Ulan güvendik de geldik buraya!" Karşı taraftaki adam çok öfkeli görünüyordu. Temkinli adımlarla yaklaşıp masadaki dosyayı aldı.

 

"Baba bu işe çok sinirlenecek Savaş! Bu yaptığınız-"

 

"Biz! Hiçbir şey! Yapmadık! Kendi şerefsizliğinizi bize yıkmaya çalışma!"

 

"Bu iş burada bitmez!" Adam kendi adamlarıyla geri geri gidip arkadan bir yerden çıktılar.

 

Kimseye bir şey olmamıştı. Güzel. Kapıya çok yaklaşmadan ne yaptıklarına baktım. Silahlarını indirmişlerdi. Savaş ani bir hareketle dönüp masaya tekme attı. Üzerindeki çanta yere düşünce etrafa bir sürü para saçılmıştı. O kadar sinirliydi ki... kesinlikle beni görmemeliydi.

 

Arkamı dönüp bir iki adım atmıştım ki duyduğum sesle olduğum yerde kala kalmıştım.

 

"Dışarıda biri var!" Hayır hayır yok.

 

Arkama bakmadan son sürat koşmaya başladım. Tek hissettiğim kalbimin deli gibi atması ve korku. Çok korkuyordum.

 

Girdiğim bir sokaktan sağa dönerken arkama baktım. Peşimde 1 kişi vardı. Durup halledebilirdim ama Savaş, Doruk ve Bora üçlüsünden biri olma ihtimali çok yüksekti. Kendimi ifşa edemezdim.

 

Koşmaktan yorulduğum için yavaşladığımı hissediyordum ama duyduğum silah sesiyle çığlık atıp hızımı 10 kat arttırdım. Bana mı ateş ediyordu o!?

 

Biraz daha ilerleyince gördüğüm manzarayla dehşet içine düşmüştüm. Çıkmaz sokak mıydı orası? Şimdi ne yapacaktım? Biraz daha ilerleyince yolun tel örgüyle kapatıldığını gördüm. Tırmanıp atlayabilirdim. Evet evet. Dikenli tel yoktu atlamam kolay olurdu.

 

Hızlanabildiğim kadar hızlanıp tel örgünün üzerine atladım. Arkama baktığımda adam yaklaşmıştı. Savaş mıydı o? Lanet olsun!

 

Panik bir halde bacağımı öbür tarafa geçirip kendimi aşağıya attım. Yere düşmemle acı içinde inlemem bir olmuştu.

 

Ayağım o kadar çok acıyordu ki... Tel örgüden ses gelince hemen ayağa kalkıp koşmaya çalıştım ama ayağımın üzerine basamıyordum.

 

Onun ensemden tutmasıyla elimi arkaya doğru götürdüm ama onu tutamadan beni duvara fırlatmıştı. Ayakta duramayıp yere düşerken duvardan tutunup düşüşümü yavaşlatmaya çalıştım ama bu sadece elimin soyulup yanmasına neden olmuştu.

 

Gözlerimi kapatıp gelecek darbeyi beklerken şapkam kafamdan uçmuştu. Saçlarım omuzlarıma dökülürken gözlerimden akan yaşlarda dudaklarımı yakıyordu.

 

"Hazal?" O an aklıma sadece tek bir soru gelmişti. Bukalemuna ne olmuştu?

 

Gözlerimi yavaşça açtığımda benimle aynı hizada duran ve şaşkınlık içinde bana bakan koyulaşmış Ela gözlerle karşılaştım.

 

Elini bana doğru uzatınca istemsizce kendimi geriye doğru çekmiştim. Ne yapacaktı bana!? Eli yere doğru inerken yutkunmaya çalıştı ama becerebildi mi bundan pek emin değildim. Kendimi geri çekmemle o da irkilmişti.

 

"Be.. ben-" korkudan konuşamıyordum. Çünkü diğer elinde silah vardı.

 

"Senin burada ne işin var?" Keşke bilsem.

 

"Bilmiyorum." dedim kısık ve güçsüz çıkan sesimle.

 

Ayağa kalkıp bir kaç adım geriledi. Şaşırtmıştım onu. Hem de çok...

 

Şimdi ne olacaktı peki.

 

Bileğimin acısına dayanıp ayağa kalktım ve sırtımı duvara yasladım. İlk başta ayağım kırıldı sanmıştım neyse ki sadece bir burkulmaydı.

 

"Senin yüzünden-"

 

"Geçerli bir açıklamam var."

 

"Sus!" çok ama çok öfkeliydi. Tek eliyle saçlarını karıştırıp hızlı bir şekilde bir ileri bir geri gidiyordu. O silahı kaldırsak mı artık?

 

"Savaş ben-"

 

"SUS!" Yumruğunu arkamda ki duvara geçirirken başımı yan tarafa çevirmiştim. O elin parçalandığına yüzde yüz emindim. Kesin kafama sıkacaktı! Siktir...

 

"Açıklaması varmış! Bu yaptığının ne gibi bir açıklaması olabilir!?" Sesim titreye titreye konuştum.

 

"Açıklayamayacağım bir açıklama... Üzgünüm." Üzgündüm ve saçmalıyordum.

 

"Sen... burayı nasıl buldun!?" Biraz sakinleşmiş gibiydi. Ya da sakin kalmak ister gibi. Kafama sıkmamak için kendini zor tutarmış gibi.

 

"Anlatamam. Savaş... Eğer yerimde olsaydın sende aynısı yapardın."

 

"Emin ol ben böyle bir aptallık yapmazdım. Ama sen buraya gelmekle büyük bir hata yaptın bukalemun."

 

"Ö-öldürecek misin... beni?" dedim gözlerimi başından beri elinde tuttuğu silahtan ayırmadan.

 

"Bu sana bağlı." Ne demekti şimdi bu? Gerçekten yapabilir miydi? Birini öldürebilir miydi?

 

Uzaklardan adamlarının sesi duyulmaya başlayınca silahı beline sıkıştırıp sert bir şekilde kolumu tuttu.

 

"Yürü!" Beni çekiştirince ayağımın üzerine basamadığım için yanında bir kaç adım seke seke yürüdüm ama dengemi kaybedince ayağımın üzerine basmak zorunda kalmıştım.

 

"Ahh! Savaş dur! Lütfen!" Boşta kalan elimle kolunu tutup onu durdurmaya çalıştım.

 

"Dursana!" Sesim gerçekten acı dolu çıkınca acımış olacak ki durdu. Bir süre ayağıma bakıp başını iki yana salladı.

 

"Yürüyemem... Ne olur dur-" yalvarırcasına bakarken cümlemi bitiremeden tepe taklak olmuştum. Ama nasıl? Başımı kaldırmaya çalıştım ama kaldıramadım. Yana çevirdiğimde ise her şeyin ters döndüğünü gördüm. Durumu anlamam biraz zaman almıştı. Ters dönen onlar değil bendim. Beni omzuna mı almıştı o? Durum tam olarak bunu gösteriyordu.

 

O göremese de mahçup bir şekilde önüme döndüm ve belinde takılı olan silahla burun buruna geldim. Gözlerim koca koca açılırken yukarı doğru sıyrılmış olan siyah tişörtünü yavaşça kaldırıp silahın üzerini örttüm. Böyle daha iyiydi.

 

Aslında durum hiçte iyi değildi. Dibe batmış durumdaydım. O ne soracaktı ve ben ne cevap verecektim. Ne dersem deyim yalan söylediğimi her türlü anlıyordu.

 

"Ne yapacaksın bana?" Biraz daha sakinleştiğim için sesim artık normale dönmüştü.

 

"Ne sorarsan sor bir şey söylemeyeceğim." Ya doğruları söylettiren ilaçtan verirse. Gerçekten öyle bir ilaç var mıydı? Kendi içimde saçmalamayı kestim. Gerçekten aptaldım. İdil için konuşamazdım.

 

"İşkence mi edeceksin yoksa?" Aklıma gelen diğer bir soruyla cevap vermesine fırsat vermeden tekrar konuştum. Zaten cevap vereceğini sanmıyordum.

 

"Peki bu tarz şeylerde işin bitince öldürmek gibi bir huyun var mıdır?" Büyük ihtimalle öldürürdü. Küçük bir şey için burada olduğumu düşünmüyordum. Büyük bir anlaşmayı bozmuş olmalıydım.

 

"Cesedimi ne yapacaksın?"

 

"Bir yerde okumuştum eğer cesedi yakarsan bütün DNA'lar ölüyormuş. Küllerimi de denize dökersen tamamen yok olurum artık." Söylediklerimin farkına varınca panik bir şekilde iki kere sırtına vurdum.

 

"SAKIN BENİ YAKMA!"

 

Yüzünü de göremiyordum ki ifadesi ciddiyse bu fikir kesin aklına yatmıştır. Kendi sonumu kendim belirlemiştim adeta. Malın tekiydim.

 

"Bir şey söyle korkuyorum."

 

"korkmalısın bukalemun." Başımdan aşağı soğuk sular dökülürken gözlerim boşluğa baktı. Tek kelimeyle BİTTİM!

 

Birden durunca yüzüm sırtına yapışmıştı. Başımı geri çekip nerede olduğumuza baktım. Taksinin beni bıraktığı yere gelmiştik.

 

Siyah bir arabanın yanındaydık. Kapısını açıp düzgün bir şekilde beni arka koltuğa oturttu. Artık daha sağlıklı nefes alabiliyordum.

 

Kapımı kapatmadan ön tarafın kapısını açıp torpido gözünden bir şey aldı. Tam görememiştim belki de silahını bırakmıştır.

 

Ön kapıyı kapatıp tekrar yanıma geldi. Elindeki şeyi görünce gözlerim kocaman açılmıştı. O... o bir iğne miydi?

 

"Ne o! Ne yapacaksın?" Kolumu tutup kendine doğru hızlı bir şekilde çekti beni. Ayağımın acısını umursamadan geri geri gitmeye çalıştım. Çıkmalıydım buradan! Kaçmalıydım!

 

"Rahat dur! Zarar vermeyecek sana."

 

"Ne ki o? Neden yapıyorsun o zaman? Korkarım ben iğneden lütfen yapma!" Bir bana bir de iğneye bakıp güldü.

 

"Şaşırtmayı seviyorsun bukalemun." Yalvarışlarıma rağmen bu sefer acımayıp elindeki iğneyi boynuma saplamıştı. Pek bir şey hissetmemiştim ya da çok etkili bir iğneydi ve etkisi anında başlamıştı.

 

"Başım dönüyor." dedim korkulu ve titrek bir sesle.

 

"Normal." Sesi kulaklarımda yankılanırken yana doğru düşmüştüm. Yorgun bedenim son küçük çırpınışlarındaydı.

 

"Ne oluyor?" Gözlerim kapanırken zorlukla konuşmaya çalıştım ama kelimeleri bir araya getirip cümle kurabilmiş miydim bilmiyordum? Kolunu sıkı sıkı tuttuğum elim gevşeyip kucağıma düşerken baygın gözlerle son kez ona baktım. Ne gülüyordu ne de sinirliydi. Sadece şaşkındı. En az benim kadar o da şaşkındı.

 

Sonsuz karanlıkta küçük bir ışık ararken sadece tek bir kelime zihnimde yankılandı.

 

"Uyu." O an hareket etmeyi bırakıp olduğum yerde kalmayı seçtim. Sessiz ve bir o kadar da karanlık bir uykuya bedenimi tamamen teslim ederken aklımda tek bir soru vardı. Uyandığımda ne halde olacaktım?

Bölüm : 25.09.2024 21:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...